KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız


E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

KAHVE MOLASI

 29 Mayıs 2002 - Hem yazık, hem de günah...


Merhaba Dostlarım,

"Çok iyiyken bir anda çok kötü bir durumla karşılaşılabilinir" bu sözü söyleyen bizzat Sayın Başbakanımız. 11 gün geçirdiği hastahanede kaburga kırığı ve damar iltihabı ile uğraşır görünürken, aslında ana hastalığının çok daha önemli bir nörolojik rahatsızlık olduğu bizzat kendisi tarafından itiraf edildi. Ta yeni yetme dönemlerimden beri, kendisine saygı ve sevgi beslediğim Sayın Başbakanımızın bu işin altından nasıl kalkacağını hep birlikte göreceğiz. Umut ederim göreceğimiz manzara şu anda gördüğümüzden farklı olur. İnanın haberlerde izlemek istemiyorum yeni yetme yıllarımın Karaoğlan'ını, görmek istemiyorum onun öyle korumaların yardımında ayaklarını sürüye sürüye yürümesini. İşin en dramatik yanı, hükümetin çalışmalarının da onun hastalığına endekslenmesi. Sağlığı elverirse yapabileceği çok şey olduğuna eminim ama sağlıksız bir Karaoğlan'ın yerini arkasından gelenlere bırakması taraftarıyım. Yıllar önce Rahmetli İnönü'nün onun yolunu açmak için gösterdiği özveriyi, artık onun da göstermesi gerekmiyor mu sizce...

..........

2 gün sonra Dünya Kupası başlıyor. Maçların iş saatlerine rastlaması, çalışma saatlerini nasıl etkiler bilemem. Ancak evlerde yaşanacak kargaşanın hatırı sayılır ölçüde olacağından eminim. Tek televizyonlu evlerde çıkacak savaşların sokaklara yansımamasını dilerim:-)) Hanımlardan bir ricamız var, daha doğrusu bir anlaşma önerisi. Bir ay kumanda bizde, sonraki bir ayda sizde olsun. Temmuzda kumandaya komuta etmek hakkını sizden kesinlikle almayacağımıza dair noter tasdikli taahhütname verelim. Kabul mü hanımlar? Ağustostan itibaren de kumanda kapma meydan muhaberelerine kaldığımız yerden devam ederiz. Anlaştık mı?

..........

Aşağıda sevgili Zeynep'in sizlere bir önerisini okuyacaksınız. Annelerimizi, anneannelerimizi eserleriyle ölümsüzleştirmek için bir fırsat hepimize. Sizden bu konuda doğal davranmanızı isteyeceğim. Annelerinizin anlattığı tarifleri aynen onların ağızlarından çıktığı gibi kaleme alın, alın ki o tatlı anlatımın zevkine daha okurken varalım.

..........

Panoda dört ayaklılara uygulanmaya çalışılan zulümle ilgili bir kampanya okuyacaksınız. Belediyelerin parasızlıktan tek çare olarak gördüğü katliamın önüne geçmek için elimiz kolumuz bağlı oturmaktansa en azından kampanyalara imza vermeyi, demokratik hakkımızı dört ayaklılar lehine kullanmalıyız diyorum. Bugüne kadar hiçbir hayvanla yakın bir ilişki kurmadım. Sevmediğimden yada korktuğumdan değil. Bu sorumluluğu yerine getirecek koşullarım olmadığından. Günde birkaç kilometre koşması gereken hayvanı apartman dairesine tıkıp, akşama kadar acı acı bağırtmaktan, yiyecek giderlerini karşılayamayınca uzakta bir sokağa bırakıp kaçmaktan korktuğumdan, bu sorumluluğu almak istemedim. Hiçbir suçu günahı olmayan hayvancıkların, yasal yöntemlerle öldürülmelerine sonuna kadar karşıyım. Kısırlaştırın, ithalini önleyin, barınaklara toplayın ama öldürmeyin. Hem yazık, hem de günah...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Kıraathane Sahibinden


Çek, Sıkıştır, Yolla...

Dijital fotoğraf makinaları çıktı çıkalı, bir başka sorun da beraberinde geldi. Eskiden fotoğrafı çeker fotoğrafçıya götürür istediğimiz boyutta fotoğraflarımızı alır, albümlere yerleştirirdik. Şimdi öylemi ya. Daha çekerken hangi nitelikte ve büyüklükte olduğuna karar vermeli, makinamızın hafızasını amacımıza uygun kullanmalı, bilgisayarımıza aldıktan sonra da üzerinde gerekli işlemleri yapabilmeliyiz. Bu konu nerden aklıma geldi derseniz. Son günlerde aramızda bir fotoğraf trafiğidir gidiyor. Ancak çekilen fotoğrafların olduğu gibi emaille yollanmaya çalışılması yüzünden bir tane resmin 1-1,5 MB lık bir yer kaplaması, dolayısıyla posta kutularımızın limitlerinin zorlanması gündeme geliyor.

Önce amacı belirlememiz gerek. Eğer profesyonel bir çekim yapacaksak, zaten o konumuz dışı. Çünkü o fotoğrafı çekenler neyi nasıl yapacaklarını benden iyi biliyorlardır bundan eminim. Benim sözüm amatör dijital fotoğrafçılara. Makinamızın kapasitesini maksimum kullanmak, çektiğimiz resimleri emaille bir başkasına yollamaksa amacımız, göz önüne almamız gereken boyut 800x600 - 1600x1200 aralığında biryerlerde olmalı. Eğer makinamız ayarlanıyorsa ne ala, ayarlanmıyorsa daha sonra bir editör yardımı ile hem boyutunu hem de sıkıştırma oranını ayarlamamız gerekiyor. Email olrak gönderilecekse mutlaka jpg formatı kullanılmalı ve en az %30 oranında sıkıştırılmalı. Şöyle bir örnek vermek gerekirse, 15" ekranda tam ekran izlenen bir resmin dosya büyüklüğü 100-200KB aralığında olmalı. Eğer değilse bir terslik var demektir. Dijital makinası olanların mutlaka kolay kullanımlı bir resim editör programı edinmelerinde de yarar var. Kolay gelsin.

 Kahvecinin Günlüğü


  • 13. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali - "Misafir"
    ‘Gözün saydam tabakasında herhangi bir nedenle oluşan beyaz leke’ gibi, ne zaman ve nereden geldiği bilinmeyen ve ne zaman kaybolacağı da belirsiz biri. Orada kök salmış ve hep oraya aitmiş gibi güvenli ve yerleşik görünen, gerçekteyse kendi evinde, kendi yatağında bile sürgün ve yabancı olan biri “Misafir”.
    Yazan: Bilgesu Erenus Yöneten: Ahmet Mümtaz Taylan
    Taksim Sahnesi - 29 Mayıs, 20:30


  • ZİPİSTANBUL PARTİSİ
    Zipİstanbul partiler zincirine İstanbul'un genç yetenekleri kugfu ve Gripin grupları konseri ile devam ediyor. Sevilen rock gruplarının popüler parçalarının yanı sıra kendi bestelerini de seslendirecek kungfu ve Gripin'i Babylon'da ilk defa Zipİstanbul partisinde dinleyeceksiniz. Coşku dolu, tempolu bir rock gecesine hazır olun... Bugün saat 21:30'de.
    Babylon
    Şeyhbender Sk. No:3 Asmalımescit - Tünel / Beyoğlu
    Tel: 0212-292 73 68


  •  Günün Kahvecisi : Zeynep Özbatur


    YENİ TATLAR, ESKİ TATLAR

    Merhaba Sevgili Kahve Molası okuyucuları,
    Geç gelen baharın sevincini yaşamaya çalışırken, evimize gelen küçük bir kız(!) bütün bildiklerimizi ve yaşamda varolabilmeyi bize hatırlatıyor. Bu küçük kız bir golden retreiwer yavrusu, adı Pembe, tam bir buçuk aylık... oğlumuzun ısrarları sayesinde ailemize katılan bu yeni bireyin bizim içinde çok önemli olduğunu düşünüyorum. Öncelikle o ve kardeşlerinin aileler ile buluştuğu günün sayesinde, çok uzun zamandır görüşemediğim iki çok sevdiğim dostumla karşılaştım. Yani o dostlarla çok çok uzun zaman sonra bu küçük yavrular sayesinde bir akraba olma durumuda oldu... Bu da onun bizim hayatımıza hediyelerinden bir tanesi...

    Bu girişi yaptıktan sonra, hayata yeni birşeyler katmanın zevkini yaşarken, sizlere buradan yeni bir proje açıklayacağım. Şimdi yeni bir film projesi bekliyorsunuz biliyorum...Film projeleri yaşmımda hep var, kahve molası okuyucuları da hep en önce haberdar olacaklar. Ama bu proje yaşamımızdaki lezzetlere dair bir proje ve eminim sizde çok seveceksiniz.

    Hepimiz için 'anne yemeği' ayrı bir yer taşır. Annemizin evine gittiğimizde yediğimiz o yemeğin lezzeti bizi çocukluğumuza götürür. Hatta bazen şımarıklık yapıp anneme kuru köfte ,patlıcanlı pilav yaptırıp yediğim çok olmuştur. Yada oğlum babaannesi İzmir'den geldiğinde ısrarla istediği top top köfte'nin lezzetini yaşamı boyunca unutmayacak. Hani hep deriz ya, annemin bir böreği vardı inanılmazdı diye...İşte ben bütün bunarı bir kitapta toplamaya karar verdim. Fusion mutfağının yeni keşfettiği lezzetlere alışırken, bu konuda kurslar düzenlenirken eski tatları unutmamamız gerektiğini düşünüyorum. Bu tatlar annelerimize, anneannelerimiz tarafından öğretildi ve modern yaşamın tüm hızında bizler bu değerlere ve emeğe sahip çıkmalıyız diye düşünüyorum. Yeni mutfak anlayışı içerisinde eski tatları yakalayabiliriz ve onları çocuklarımızla en 'special' yemek olarak paylaşabiliriz.

    Şimdi sizlerden ricam, lütfen annenize ait özel bir yemeğin tarifini lütfen bana gönderin. E-mail adresimi aşağıda bulabilirsiniz. içinde anneniz için bir iki cümlede sizden olsun. Bu arada mutlaka kontak numaralarınızı bildirin, çünkü daha sonra annenizin bir fotoğrafını vs... isteyeceğim.

    Kısa sürede tamamlayacağımı düşündüğüm bu proje, yakında sinema yayınları da çıkaracak olan BOX yayınlarından çıkacak.

    Nostaljik filmler tadında, nostaljik tatlarınızı bekliyorum... Tariflerinizi zozbatur@coproduction.com.tr ya da kahve molası'na gönderebilirsiniz...

    Sevgiyle kalın,
    Zeynep Özbatur

    Önemli Not: Projenin konseptinin tüm hakları Zeynep Özbatur'a ait olup, noter tarafından onaylı bir örneği bulunmaktadır.

     Misafir Odası: Tanju Akdeniz


    Çamaşırlıktaki dolap

    Çocukluğumun önemli bir bölümü Fethiye'de geçti. İlkokulda üniversiyete girene dek her yaz okulların kapandığının ertesi günü kardeşimle birlikte İzmir'den anneannemlere doğru yola çıkardık. Annemle babam çalıştığı için onlar gelemezdi. Bizi otobüsün -zaten tanıdık olan- şöförüne emanet ederler, annemin pişirdiği kek, poğaça türünden yolluklarla iki çocuk Fethiye'ye yaz tatiline giderdik. Oniki saat kadar süren yorucu bir yolculuktu. Bir tane yol vardı, o da hemen her yere uğrardı. Otobüsler burunlu, benzinli ve sıcaktı. Hararet yaptıkları için sık sık mola verirdik. Bütün koltuklar yol boyunca kükrer biçimde titreşirdi. Sırtlıkları sabitti. İlk yatar koltuklu otobüsle yaptığım yolculuğu teyzeme ballandıra ballandıra anlatışımı hala hatırlarım. Çoğu toprak olan yol iki kez derenin içinden geçerdi. Biri Dalaman çayıydı. Diğerini hatırlayamıyorum ama yol boyunca dereden geçeceğimiz zamanı bekler, otobüsün suları iki yana fışkırtarak adeta yüzer gibi dereyi yarışını ön kapı penceresinden hayranlıkla seyrederdim.

    Babam daha önce Fethiye Tütüncüler Bankası müdürlüğü yaptığı için hemen herkes bizi tanırdı. En olmadık yerde hayatımda ilk defa gördüğüm birinin önümü kesip "sen banka müdürünün oğlu değil misin?" demesi hiç de kanıksanacak bir durum değildi. "Evet" yanıtımın arkası aşağı yukarı aynıydı: "Sen şu kadarcıktın. Çalış plajında üstüme işemiştin..." veya buna benzer cümleler...

    Hemen her Fethiyeli gibi anneannemlerin evi de 1957 Fethiye depreminden sonra yapılan kalıcı konutlardandı. Diğerleri gibi -o zamanlar bana çok büyük görünen- küçük bir bahçesi ve arka tarafta 'çamaşırlık' adını verdiğimiz bir müstemlekesi vardı. Çamaşırlar evin dışında yakılan odun ateşinin üzerindeki kazanda kaynatılarak yıkandığı için böyle bir binacık ihtiyaç üzerine babam tarafından inşaata eklenmişti.

    Çamaşır kazanlarının ve odunların yanı sıra, yazın kullanılmayan soba, kuzine, mangal, halı benzeri eşyaların konduğu bir yüklüktü aslında çamaşırlık. Her meraklı çocuk gibi benim için ise bir 'keşifler diyarı' idi.

    Hayatımda gördüğüm ilk 'gerçek' buz dolabına o çamaşırlıkta rastlamıştım. Aşağı yukarı benim boyumda ve tahtadan yapılmıştı. Kalın kapakları ve iç duvarları çinko ile kaplıydı. Rafları ızgara şeklideydi. En altında da yine çinkodan, ek yerleri özenle lehimlenmiş, küçük bir tahliye çeşmesi de bulunan bir haznesi vardı. Belediyenin işlettiği buzhaneden alınan buz kalıpları bu bölmeye konur, yiyecekler de üstteki raflara yerleştirilirdi.

    Gerçi evde elektrikli bir 'firijider' vardı ama o zamanlar Fethiye enterkonnekte sisteme dahil olmadığından kasabanın elektriğini sağlayan jeneratör sık sık -arıza ve benzeri nedenlerle- devre dışı kalır, saatler hatta bazen günler boyu çamaşırlıktaki buz dolabı, teknolojiye meydan okumaya devam ederdi. Bugün 'buzdolabı' adını verdiğimiz cihazlara o dönemde neden 'frijider' dendiğini yıllar sonra keşfettim: Müsebbibi anneannemlerin çamaşırlığındaki buz dolabıydı. 'Buzdolabı' sözcüğü o çinko kaplı dolap tarafından 'tahakküm' altındaydı.

    Buz dolabının hükümranlığı ne kadar sürdü bilemiyorum. Bir zamanlar büyük bir gururla tel dolapları uğrattığı akibete, üzerinde FRIGIDAIRE yazan başka dolaplar tarafından kendisi uğratılmıştı. Anneannemlere son gittiğimde çamaşırlıktaki buz dolabının yerinde bir katalitik soba duruyordu. Tahtası kurtlandığı ve çürüdüğü için çinkolarının yüzü suyuna iki düzine çamaşır mandalına dönüştürülmüştü bir eskici tarafından...

    Burnumun iki yanının sızladığını hissettim anneannemin bir çırpıda sol omuzunun üzerinden kayıtsızca söyleyiverdiği "eskiciye verdim gitti" sözleri kulaklarımda uğuldarken. Hem üzülmüş, hem de kızmıştım. Gözlerim daldı. İşte yine duruyordu karşımda. Yine o dolapla aynı boydaydım. Yine anneannemin dolabın kapağını açık tutmamamı ünleyen sözleri çınladı kulaklarımda...
    ...
    Şimdi düşünüyorum. Hangimiz yeniliğe daha açıktık? Hangimiz yeni ve daha iyi olanı -her türlü nostaljiye karşın- daha kolay kabulleniyorduk? Hangimiz geçmişte yaşıyordu, hangimiz geleceğe bakıyordu? Hangimiz değişimi yaşamın doğal bir parçası olarak görüyordu? Hangimiz daha yaşlı ve tutucu, hangimiz daha genç ve devrimciydik?

    Geçmişe özlem ve bağlılık ile değişime inancın körlenmesi arasında bir bağ olabilir miydi? Bu sorunun yanıtını anneannem biliyor muydu acaba?
    ...
    Anneanneme baktım. Ocağın başında, hala sırtı bana dönük, birkaç saat sonra hep birlikte yiyeceğimiz yemeği karıştırmaya devam ediyordu...

    Anneanneciğim, seni seviyorum!

    Tanju Akdeniz

     Telve : Serkan Semiz


    İstanbul'un Avrupa yakasında oturanlar için "karşı" genellikle bir başka şehir gibi algılanır. Karşı'da oturanlar, İstanbul'a sık sık, hatta belki her gün gelirler ama tersi çok fazla değildir. Benim için de Anadolu yakası çok uzak, karışık bir yerdir. O tarafı gitmemi sağlayacak şeyler de oldukça azdır. Sırasıyla söyleyecek olursam bir Fenerbahçe maçları için o tarafa giderim, bir de sevgililerim için:. Fakat bir dönem başka bir şey için de karşıya geçmeye başlamıştım: Bağdat caddesi üzerindeki SoHo isimli bar için. Neyseki SoHo da, gerçek hayatın bu tarafta olduğunu anladı ve Beyoğlu'na taşınarak beni 2.000.000 TL köprü parası (gerçi şimdi tekrar 1.500.000 TL'ye düşmüş) ödemekten kurtardı:

    SoHo
    Buraya gelirken arabamla geleyim, kapıda görevlilere bırakırım diye sakın düşünmeyin. Zaten beyoğlu'na geliyorsunuz, mümkünse çevredeki otoparklardan birine parkedin ve İstiklal caddesinde birazcık yürüyün. Meydan tarafından geliyorsanız, 150-200 metre kadar aşağıda sol tarafta Ali Baba lokantasının olduğu sokağa girin, hemen sağ tarafta SoHo'yu göreceksiniz. Eğer yemek vaktinde geldiyseniz tavsiyem makarnalardan yana olacak. Tabi ki keyif sizin, mönüdeki diğer yemekleri de deneyebilirsiniz. Saat 22:00'den sonra yavaş yavaş masalar toplanıyor, kenarlara çekiliyor ve aynı esnada gece için insanlar da gelmeye başlıyor. Mekanın sahipleri ayakta 500 kişiye kadar hizmet verebildiklerini söylüyorlar. Özellikle kışın Cuma, cumartesi geceleri gerçekten de o kadar insan geliyordur SoHo'ya. Mekan ince, uzun bir yapıya sahip. Girişte biraz daha sakin oturmak isteyenler için birkaç masa cam kenarında duruyor. Daha sonra sol taraf bar için ayrılmış. Barın hemen arkasından dj bölmesi ve nispeten biraz daha geniş bir alan geliyor. Ve arka tarafta da 4-5 basamakla çıkılan bir bölüm var. Bu bölümde etrafa atılmış muhteşem rahatlıktaki büyük minderler erkenden kapılmış oluyor ama eğer bir boş minder görürseniz kaçırmayın, biraz uzanın. SoHo'nun müzik listesinde latin, acid jazz, funk, trip-hop, drum'n bass, techno, jungle, underground, trance, house tarzında müzikler yer alıyor. Bara giriş için ödeme yapmıyorsunuz ama her standart türk barı gibi ya damsız gitmeyeceksiniz ya da kapıdaki elemanı tanıyor olacaksınız. Her gittiğinizde belki müziği sevmeyebilirsiniz ama ortama alıştığınız zaman burası vazgeçilmez mekanlarınızdan biri olabilir. Gece saat 3:30 civarında müzik kesiliyor ve SoHo kapanıyor.

    Not: Bu arada yazlık mekanlar açılmaya başladı. Geçen hafta Ortaköy'deki eski Memo's'un yerine Anjelik Buzz açıldı. Bu hafta Laila, haftaya da Reina ve Hammam açılıyor. Artık ben de yavaş yavaş yazlık mekanları ve belki açılışlarında olanları sizlere yazmaya başlarım.

    Serkan Semiz

    Adres: Meşelik sokak 12/14 Beyoğlu İstanbul
    Telefon: (212) 245 01 52

     Acı Kahve Hatırına : Çağhan Tansel


    Ağır Aksak Ayaklar

    Eğitim sisteminin eksiklikleriyle ilgili bir program izledim geçen hafta. Programda çeşitli velilerle yapılan sokak röportajlarına da yer verilmişti. Veliler kendilerince eksik gördükleri pek çok şeyi söylediler. Söylediklerinin birçoğu mantıklıydı bu yüzden yapılan bu röportajın demografik olarak eğitimli bir kitle içerisinde yapıldığını düşündüm. Acaba benim en büyük eksikliklerden biri olarak gördüğüm şey de söylenecek mi diye bekledim ama maalesef söyleyen çıkmadı. Bana da bunu yazmak düştü.

    Nedir bizim eğitim sistemimizin en belli başlı özellikleri? Ezberci ve çok fazla teorik olması. Tabii bu öyle çok rahat bir şekilde, tek bir bakış açısıyla tartışılabilecek bir konu değil. Her şey eğitimi etkiliyor, eğitim de her şeyi etkiliyor. Yurtdışında kullanılan bir terime örnek verebiliriz bu durumu, self-referantial tipinde bir durumdur bu. Yani kendi kendisini doğrulayan, kendini referans gösteren. Konuyu dağıtmayalım, dediğimiz gibi eğitim sadece tek başına ele alınabilecek bir olgu değildir. Örneğin, ben her zaman özellikle uzay geometrinin şekillerle hatta mümkünse görüntülerle anlatılması gerektiği taraftarıyımdır. Normal olan da budur zaten. Ama maddi imkansızlıklar nedeniyle Türkiye'de hemen hemen hiçbir okulda geometrinin bu dalı şekiller veya daha ötesinde görüntülerle anlatılmaz. Çocuklara 12 yıl boyunca ezberciliği aşılayan sistem, onlardan bu sefer de beyinlerinin yaratıcı görüntü kısmını kullanmasını bekler. Eğitimin pek çok olguyla olan sıkı bağına rağmen yine de tüm bunlardan kurtularak ve sadece eğitime yön verenlerin daha doğrusu veremeyenlerin uygulamalarında bazı önemli saptamalarda bulunabiliriz diye düşünüyorum.

    Eğitimin fazlasıyla teorik olması biraz da yanlış bir kullanım gibi geliyor kulağa çünkü eğitim sadece teorik. Bir şeyin "fazla" olarak nitelenebilmesi için "az"ın da olması gerekir. Dolayısıyla burada az da söz konusu olmadığı için "fazla" yerine "sadece" kullanmak daha doğru sanırım.

    Eğitim hayatımızda 12 yıl boyunca beynimize yabancı olarak "eğitiliriz". Daha sonra üniversite hayatı gelir ve burada işin içine -biraz da iyi bir okulda olmaya bağlı- yorum yapmak, bir şeyi değişik açılardan yorumlamak ya da tamamiyle baştan yaratmak girer. Siz eğer kendi çabanızla, beyninize ve onun potansiyeline, yaratıcılığınıza yabancılaşmaktan kurtulmuşsanız bunlar size normal gelir. Ama dönüp çevrenize baktığınızda bir sürü sudan çıkmış balık görürsünüz. Sudan çıkarıldığında bir balığın çırpınması ne kadar doğalsa çevrenizdeki birçok insanın da aynı tepkimeyle olaylara karşılık vermesi o kadar doğaldır. Bu durumun en fazla görüldüğü konular da teorik öğrenimlerin pratik uygulamalara dökülmesi gerektiği zamanlardadır. Hayatınız boyunca bir şeyi "hayal bile edemeden" öğrenmeye zorlanmışsınız. Kare adında geometrik bir şekli kim bilir kaç kere kağıt üzerinde görmüşsünüzdür. Aynı şekilde piramiti de...Ama size hiç kimse bugüne kadar "Bana belli oranlarda hesaplamalarla piramit yap getir" dememiştir. Bundan daha kötüsü, biri sizden böyle bir şey istediğinde size çok zor bir şeymiş gibi gelir çünkü o güne kadar yaptığınız tek şey piramit denen şeyi kağıda çizmekten ibarettir. "Allahım...belli oranlar...onların hesaplamaları...nasıl yapacağım?!" Hukuk fakültesinde okursunuz (işte alanıma geldim sonunda) ama fakültede 4 yıl boyunca size bir dava dilekçesi yazmayı bile öğretmezler ya da bir ders içinde üstünkörü birkaç cümleyle bahsedip geçerler. (Ben aynı zamanda iş hayatında çalışarak bu tarafı da gören şanslı bir azınlıktanım) Peki pratik sadece bu kadar mı olmalıdır? Günlük hayat başlı başına bir "pratikler arenası" olduğuna ve yapılan nerdeyse tüm tahsiller ancak bu alanda işe yarayabileceğine göre daha önemli pratikler olamaz mı? Mesela, hukuk fakültesinde, neden birer hukukçu adayları olarak öğrencilere "Bir devlet memuru sizden rüşvet isterse bir hukukçu olarak nasıl davranırsınız?" şeklinde bir soru yöneltilmez? Eğitimin asıl can alıcı noktaları bunlar değil midir? Alışılmadık durumlarda ne yapılması gerektiğini irdeleyen, sadece o işin tahsilini gören kişilerin çözüme kavuşturması gereken sorunlarla uğraşan... Kimilerine göre değilse de böyle olmalıdır. Aynı can sıkıntısı durum günümüzde müzik eğitiminde de geçerli. Konservatuarlarda hala bilmem kaç yıllık standartlaşmış eğitim veriliyor. Madem amacımız en yukarıya tırmanmak, o halde kendimize en iyileri örnek alalım. A.B.D'de binlerce müzik okulu vardır ve ismi duyulmuş olsun olmasın bu okulların hepsinde standart tarzlar içerisinde bile çeşitli müzik türlerinin eğitim programları yer alır. İsteyen öğrenci, aldığı standart ve çeşitli müzik eğitiminin üstüne kendi istediği tarzda uzmanlaşarak ya da yoğunlaşarak öğrenimine devam eder. Bu duruma çok güzel bir örnek, tüm dünyada "Cazın Kabe'si" olarak bilinen, Berklee College Of Music'den mezun olmuş ya da orada okumuş sayıca çok fazla, rock - metal türünde ün salmış çeşitli müzisyenler (virtüözler, stüdyo müzisyenleri vs.) olmasıdır.

    Çok geniş bir konudayız. Çeşitli açılardan devam etmek istiyorum.

    Görüşmek üzere...

     Dost Meclisi


    Sevgili İpek Aydın, sağolsun aşağıda okuyacağınız epostayı bizlerle paylaşmak istemiş. Oldukça ilginç olduğuna inandığım bu olayı Sayın Dr.Durmuş Sevinç'in affına sığınarak aynen yayınlıyorum. Kulaklara küpe olsun.

    Sevgili Dostlarim,
    Bugün yasadigim bir olayi sizlerle paylasmakistiyorum.
    Eskiden Hastaneye otomobilimle gider, Amerikan Hastanesi otoparkinin kapali oldugu dönemlerde Amerikan Hastanesi'nin arka taraflarindaki Ferah Otopark'a otomobilimi parkederdim. Uzun zamandir ise taksiyle gidip geliyorum. Bazen hafta sonlari arabami yikatmak için arabayla ise gidip, ayni otoparka parkediyordum. Otoparkin içinde dahaönce bir gün, eskiden benzin yoklugu çekilen günlerde bidonlardan arabanin deposuna benzin çekip doldurdugumuz pompalardan gördüm,dikkatimi çekti. Acaba ne amaçla!!! kullaniliyordu. Daha önce birkaç kez otoparktan ayrilirken arabamin benzin göstergesinin, sabah biraktigima göre biraz asagida oldugunu gördüm. Bu birkaç kez tekrarlandi, özellikle deponun dolu oldugu zamanlarda. Ister istemez o benzin çekme pompasiyla iliskisini düsündüm, ama araba bazenmeyilli parkedildigi için göstergenin farkli seviye gösterebilecegini de hesap ettim. Ancak arabayi düz yola çikarinca da seviye degişmedi. Maalesef arabanin benzin deposu içeriden açiliyor ve depo kapaginda kilit yok. Bu sabah, arabam epeydir yikanmamis oldugu için ise yine arabayla gitmeye karar verdim.

    Daha önceden yasadigim, ama gözümle görmedigim için kimsenin "günahini almayayim" diye birsey söylemedigim olayi düsündüm, ve evden çikarken, benzin deposunun dis kapagini açip,içerideki kapakla, kapagin bulundugu boslugun yan duvari arasina bir sakiz yapistirdim. Yine ayni "Ferah Otopark"a gidip arabayi parkettim ve yikanmasini söyledim. Benzin göstergesine de iyice dikkat ettim, Full'den bir çizgi asagida idi. Aksam Hastaneden çiktim, arabayi almaya gittigimde tahmin edin neoldu!!! Benzin seviyesi bir çizgi daha asagi inmisti (Yaklasik 1/5 depo.) Arabayi düzlüge çektim (yine seviye farkindan dogan gösterge oynamasini düzeltmek için) Seviye daha da asagi indi. Daha garajin önünden ayrilmamistim, hemen içeriden deponun dis kapagini açtim, inip iç kapaga baktim, evet, tam tahmin edebileceginiz gibi, sakiz kopmus¸ ve depo kapaginin sakizin yapisik oldugu kisminin yeri degismisti.

    Daha önceki süphelerimde hakli oldugum ispatlanmisti. Garaja tekrar girip, orada görevli, sabah arabayi teslim ettigim ve yikamasini söyledigim adama "Daha önce de yaptiniz, emin olamamistim, ama simdi eminim artik. Buraya parkeden arabalardan benzin çaliyorsunuz, sadece aptal olmadigimi bilin, bundan sonra buraya parketmemek bir yana, tüm tanidiklarimi da bukonuda uyaracagim" dedigimde surati degisti, "yok yapmiyoruz" filan dedi, açip deponun kapagindaki kopmus¸ sakizi gösterince bir kez daha surati degisti. "Biz orayi temizlemek için açiyoruz" filan gibi savunmalara basladi, ama maalesef dis depo kapaginin içi birakin temizlenmeyi, çamur doluydu. O sirada arabasini almaya gelen bir çiftte bu konusmalara sahit olup, "Kimse arabasindan benzin eksilmese bukadar sinirlenip tepki göstermez" diyerek destek verdiler. Zaten onlarin önünde yüksek sesle konusmakta amacim onlarin da duyup göz göregöre bu rezaleti tekrar yasamalarini önlemekti.

    Ne yapabilirim diye düsündüm, karakola gidip sikayetçi olsam, "sahitin var mi" diye sorarlar, benim sahitim olacak birisi olsa, zaten adaminbunu yapmasina izin vermez, benzini bosaltan adam "Evet yaptim" diyecekdegil, o dürüstlükte olsa zaten arabadan benzin çalmaz. Yaklasik 1/5depo benzin, parasi belki 20 milyon, belki önemi yok, ama yapilan hareket çirkin. Hepimiz arabayla bir yerlere gidince belki is yerimize yakin, belki tanidigimiz, güvendigimiz bir otoparka arabamizi emanet etmiyor muyuz? Ya da hiç tanimadigimiz, bilmedigimiz baska bir otoparka?

    Namusuyla çalisip kazanan dürüst insan ve kuruluslari tenzih ederek basima gelen bu olayi sizlerle paylasmak istedim. Lütfen siz siz olun, ya güvenilirbir otoparka arabanizi birakip, kilitleyin, ya da benzin deponuzun kiliti varsa mutlaka anahtarini yaniniza alin. Hele hele Nisantasi'na, bizim Hastane civarina gelirseniz, "Ferah Otopark" adini unutmayin. Otomobiliniz otopark'tan çikarken epeyce hafiflemis¸,"Ferahlamis" olarak çikmasin. Bugün, çesit çesit hirsizliklarin yapildigi Istanbul'da yeni bir hirsizlik türü daha ögrenmis oldum. Biz hala çocugumuza yerde buldugu parayi bile almamasi gerektigi egitimini vermeye çalisarak büyütelim... Insan ister istemez son günlerin popüler sarkisini hatirlamadan edemiyor; "Neler oluyor bize?"Neler oluyor bu topluma?
    Saglicakla, sevgiyle kalin,
    Durmus (Dr. Durmus Sevinç Amerikan Hastanesi Nisantasi - IST)


     Kıraathane Panosu



    HAYVAN KATLİAMINI DURDURMA KAMPANYASI

    Sağlık Bakanlığı, 20.02.2002 tarih ve B.100TSH0110002/2958 sayılı genelgesiyle kendilerince tek çözüm olan "İTLAF"ı seçmiştir.

    Bu genelgeye göre; sokaklardan toplanıp, barındırma merkezine gönderilecek kedi ve köpekler kısa bir sürede sahiplendirilemedikleri takdirde "UYUTULACAKLARDIR"

    Uyutulmanın anlamı, hayvanın dakikalarca çırpınarak, nefes alamadan, boğularak öldürülmesi demektir. Hayvanlar için böylesi bir toplu ölüm kararı, dünya tarihinde hiç bir yerde alınmamıştır. Günümüz çağdaş Türkiye'sine yakışmayan, hiç bir mantıki ve insani duyguyla bağdaşmayan bu talihsiz kararın acilen "İPTAL"i gerekmektedir. Bu genelgenin geri çekilmesini istiyor ve tek çözüm olan kısırlaştırma-aşılama projesinin uygulanması için lutfen www.petisius.com/mercek.php ve http://168.144.47.166/katliamdursun adreslerini ziyaret ediniz.


    BİR YENİLİK BAĞIŞLAYIN

    "Depremin, inandıkları ve dayandıkları her şeyi "yerle bir etmesine" rağmen, dimdik ayakta duran, yeni bir hayat kurmak ve "üretmek" için kolları sıvayan bu kadınlara destek olmak "insanım" diyen herkesin sorumluluğu! dün onlara olanların, yarın bize de olmayacağını kim bilebilir ki..."

    Kullanılabilir durumdaki eski özel eşyalarınızı, giysilerinizi, pabuçlarınızı, ev eşyalarınızı, bilgisayarınızı, cep telefonunuzu ve "eski" dediğiniz, atmaya kıyamadığınız; yıllardır biriktirdiğiniz her şeyi; "NAHIL ŞENLİĞİ" için gönderin... Ya da, satın alarak "kadın emeği" ne katkıda bulunun.

    31 Mayıs-2 Haziran 2002
    Tarihi Darphane Binaları Topkapı Sarayı, 1.Avlu Sultanahmet


    Express Kargo'yu (0212 549 05 05) arayın "kadın emeği" için bağışladığınız herşeyi gelip adresinizden ücretsiz alsınlar.

    KADIN EMEĞİNİ DEĞERLENDİRME VAKFI (0212 249 07 00)


     İşe Yarar Kısayollar


    http://borsa.trt.net.tr
    TRT den canlı borsa yayını. Mükemmel bir arayüze ve güvenilir veriye sahip. Borsacılara duyurulur.

    http://www.fizik.dosyasi.com
    Fizikseverlere yada çocuğuna fiziği sevdirmek isteyenlere göre bir site. Eğitimciler tarafından hazırlanmış temel fizik bilgileri.

    https://vedop.mb-ggm.gov.tr/vkn_sorgu/VKNO_SORGULAMAinput.asp
    Vergi numaranızı öğrenmek istiyorsanız, kimlik bilgilerinizi yanınıza alın ve bu sayfaya girin.

    http://www.betterwhois.com
    .tr uzantısı dışında her alan adı ile ilgili bilgi alabileceğiniz bir universal "whois" motoru. Meraklılarına.

     Damak tadınıza uygun kahveler


    Freeware Currency Converter v2.2 [1.3M] W9x/2k/XP FREE
    http://www.belgraver.demon.nl/currconv2/currconv2-setup.exe

    Bu parasızlıkta ihtiyacınız olur mu bilmem ama güzel bir kur dönüştürücü program, büyük küçük tüm kurları birbirine çevirebiliyorsunuz. Hesaplamak için program benden, parayı bulmak sizden:-))

    Random Saver v2.2 [23k] W9x/2k/XP FREE
    http://www.overware.com/os/downloads/rss32.zip

    Ekran koruyucularının bilgisayarınızda rastgele seçilmesini sağlayan bir programcık. Ekran koruyucuların yerini söylüyorsunuz, gerisini o hallediyor.
    http://kmarsiv.com/sayilar/20020529.asp 29 Mayıs 2002 - ©2002-kmarsiv.com
    istanbullife.com