KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız

Manilerimiz

FORUM ALANI

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?
467254


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


Handspring Treo Communicator

 6 Kasım 2002 - Önce kendimizle hesaplaşalım


Herkese merhabalar,

Dün Amerika'da yaşayan bir arkadaşımdan mail aldım. Sevgili Dilek özetle; "Herşey 3 Kasım'da sandıktaki seçimden çooook çok daha önce, kendi içimizde verdiğimiz oylara, vicdanımıza danışarak, ya da danışmayarak yaptığımız tercihlere, kişisel seçimlerimize bağlı olarak gelişmiyor mu?" diyor. Ne kadar haklı değil mi? Tüm sonuç aslında hayat boyu verdiğimiz oyların, seçimlerin doğal bir uzantısı. İşte bu yüzden, sonucu çok kolay kabullenip bağrımıza basabiliyoruz. Çünkü sızlayan vicdanımız tersini düşünmemize engel oluyor. Seçimlerimizde haklı olduğumuzun belgelenmesini istiyoruz çünkü aksiyle yüzleşebilecek halde değiliz. Yaşamımızın her döneminde yaptığımızın seçimin, verdiğimiz payenin haklı nedenlere dayandığını ispatlamaya çalışmıyormuyuz hepimiz.

Şöyle arkamıza yaslanıp bir düşünelim. Hangimiz, varolanla yetinmeyi bildik. Hangimiz, donanımımızı kişisel çıkarımız için değil, toplum yararına değerlendirmeyi seçtik. Hangimiz, laf üretmek yerine, icraat saflarında yer aldık. Hangimiz, "Bana dokunmayan bin yaşasın" yerine, "Ona dokunan bir gün mutlaka bana da dokunur" dedik. Hangimiz, hakka, hukuka yeterince riayet ettik. Hangimiz, sokaklarda mendil satan çocukları görünce, acıyıp satın almak yerine "Nerede senin anan, baban?" diye sorguladık. Hangimiz, karnımız doyunca, komşuda pişeni merak ettik. Hangimiz, eleştirmek yerine, başarandan, başarıdan yana olduk. Hangimiz, paramızı 3 kuruş fazla veriyor diye hortumcu bankalara kaptıracağımıza, üretimde kullanmayı, yatırım yapmayı düşündük. Hangimiz....

Sözüm meclisten dışarı değil efendim. Tam da göbeğinden içeri. "Kahve Molası" Forum sayfalarında hala adını koyamadığımız aydınlarımızdan, okumuş, görmüşlerimizden, işi, aşı olanlarımızdan yani bizlerden söz ediyorum. Aydın'ı, duruşundan, gözlüklerinden, hal ve tavrından anlayamazsınız. Aydın, geçmişinden ders alıp, bugünü layıkıyla değerlendirebilen, çıkardığı dersle geleceği planlayabilendir. Aydın, bireysel içgüdülerinden arınmış, toplumsal yararı gözeten, durması gereken yeri ve zamanı kestirebilendir. Aydın denilen zat, karşısındaki, sokak aralarında simit satmakla ekonomi bildiğini ispatlamaya çalışırken, onunla aşık atmak için "Ben de sattım, nolmuş yani" diyeceğine, "Beyefendi, siz simit satarken ben üniversite de hocalık yapıyordum" diyebilecek kavrama yeteneğine sahip olandır. Popülizmden yana mangalda kül bırakmayan bizler, iş icraata gelince, nasılsa birileri işin ucundan tutuyordur, ben bulaşmıyayım demiyor muyuz? İşte biz bulaşmazsak, bulaşanların gayretleri bizi buralara kadar getiriyor.

İşi, aşı olmayan, eğitimden yeterince yararlanamayan, sağlık problemleriyle boğuşan, gelecekle ilgili en ufak bir umut taşımayan insanlarımıza söylenebilecek tek bir lafımız bile olamaz. Onların öfkelerini yanlış yolda kullandıklarını söyleyerek de bir yere varamayız. Hakkı, hukuku savunmayı, bizler yerine bir başkaları görev edinmişlerse, bunun kabahatini uzaklarda değil, kendimizde aramalıyız. Hoşumuza gitmeyen sonuçlar çıkmış olabilir sandıktan. Hesap vermesi gerekenler sahneyi bir bir selamsız terkederken, oyunu seyreden biz seyirciler, önce oyunu yorumlamalı, kendi kendimizle hesaplaşmalı, daha sonra da hakettiğimiz selamı ve hesabı onlardan istemeliyiz. Sahneyi bir daha rol almamacasına terkeden bir sayın büyüğümüzün son 6 ayda AB için gösterdiği performansı, iktidarda olduğu 3,5 sene için de neden gösteremediğinin, sahneyi neden zamanında terketmeyi bilemediğinin hesabını sormalıyız. Doğruluk ve dürüstlük örneği bir diğerinin, neden bölünmeler başladığında, gereğini yapıp önlemler almadığını sorgulamalıyız. Amerika'dan ithal bakanımızın neden sözünün eri olmadığının hesabını sormalıyız. Velhasılı kelam, aydın olmanın erdemlerini iyi irdeleyip, geçmişten aldığımız dersle, yarınların programını şimdiden yapmalıyız. Korkmadan, felaket tellallığı yapmadan, heyecanlanmadan, aceleye getirmeden, dürüstçe...
İyi Ramazanlar efendim.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Kahvecinin Günlüğü


  • ÖLÜMÜNE SUÇLU - TİYATRO KEDİ
    Basına ve Dostlara Özel Gösterim. 6 Kasım Çarşamba günü yapılacak gösteriye katılmak isteyenler aşağıdaki telefonlardan İpek Altıner ile bağlantı kurabilirler.

    0532-256 8654 / 0212-287 6894 /0212-287 6877
    http://www.tiyatrokedi.com


  • İstanbul Devlet Tiyatrosu ve İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları
    Ödenekli tiyatrolar oyunlarına başladılar. Sinemadan bile ucuz olan bu kaliteli oyunları kaçırmayın, üzülürsünüz.
    http://www.istdt.gov.tr/
    http://www.sanatlink.com/tiyatro/secmeler.asp
  • Ahmet Altan

     Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan


       Paul Auster üzerine

    Bu yazı, gerçek bir tembellik abidesi.. Çünki, aşağıdaki bölüm, tamamıyle bir başka yazarın cümleleri.. Paul Auster'ın 'Kırmızı Defter' adlı kitabından bir iki pasaj..

    Paul Auster'i, sevgili dostum Berna Ertuna aracılığıyla tanıdım.. Yaklaşık yedi sekiz yıl önce, bir yemekte önerdi bana.. Ve aldım 'Ay Sarayı' adlı kitabını..İlk o kitapla başladı Auster tutkum.. İnanılmaz hayal gücü, keskin bir bıçak gibi zeka ve gözlem yeteneği ile, büyüledi beni.. Hatta, hatırlıyorum, Ay Sarayı'nı olurken, ne uyku ne yemek.. hiçbirşey bırakmamıştı bende.. Elimden bir kenara koymak mümkün olmadı neredeyse.. Nerdeyse, başladığımdan birtirene kadar, başkaca hiçbirşey yapamadan, tuvalete bile elimde kitapla gitmiştim.. Denk gelirseniz, bir bakmaya değebilir... Özellikle edebi tavrı da meraklısının ilgisini çekecektir..

    Aşağıda, öylesine alınmış pasajlar, bu garip kitaptan..

    'Sanki, bir başkasının yalnızlığı aslında insanın kendi yalnızlığının bir yankısıymış gibi..'

    'on altı yaşında olduğu bir nisan gününü anımsıyor, aşık olduğu kızla birlikte okulu kırdığı günü: öylesine tutkuyla ve umutsuzca aşıktı ki, onu düşünmek hala acı veriyor. Treni, sonra da New York'a gitmek için bindikleri feribotu anımsıyor. Sonra da çok sayıda Van Gogh tablosunun gösterildiği sergiye gidişlerini.. Mutluluktan titreyerek orada duruşunu anımsamak, sanki o yapıtlar, birlikte bakılınca kızın varlığıyla donanmışlar, onun kıza duyduğu aşkla cilalanmışlar gibi..'

    'Yazdığı ilk gerçek şiirler bunlardı. Bu şiirler, o resimlerin içine sızmanın bir yolu olmaktan çok o günün anısını elinde tutmak için bir çabaydılar. Ama o bunu anlayabilene kadar çok zaman geçti.'

    'A. Resmi incelemeyi sürdürürken Van Gogh'un başlarken yapmayı düşündüğünden büsbütün değişik bir şey yapmış olduğu kanısına kapıldı. A.'nın ilk izlenimi, gerçekten de sanatçının tanımladığı gibi, bir dinginlik, bir 'dinlenme' duyusu. Ama giderek, tuval üzerinde gösterilen odanın içinde oturmayı denedikçe, orasının bir hapishane, olanaksız bir yer, yaşanacak bir yerin değil, orada yaşamaya zorlanmış bir zihnin imgesi olarak görmeye başladı. Dikkatlice gözle. Kapının birinin önünü yatak, diğerinin önünü bir iskemle kapıyor, panjurlar kapalı: içeri giremezsiniz, bir kez girince de çıkamazsınız. Odanın içindeki mobilyalar ve gündelik nesneler arasında boğulurken, bu resimde acılı bir sesin ağlayışını duyarsınız ve siz onu duyduktan sonra bir daha susmaz o ses. 'Kederimden ağladım' Ama bu ağlayışa yanıt veren olmaz. Bu resimdeki adam (ve bu ressamın çizdiği kendi portresi, gözleri, burnu ve dudaklarıyla bir adamın yüzünün resminden farklı yanı yok) çok yalnız kalmış, yalnızlığın derinliklerinde çok fazla çabalamış. Dünya, önüne engel konmuş o kapıda bitiyor. Çünkü oda, yalnızlığın bir simgesi değil, yalnızlığın özü. O kadar ağır, öylesine solunamaz bir şey ki bu biçim dışında başka bir biçimde gösterilmesi olanaksız. 'Ve hepsi bu-bu odada panjurları kapalı hiçbirşey yok...''

    'Liseyi bitirdikten sonraki yıllarda ilişkilerini ancak kesik kesik sürdürebilmişler, birbirlerini belki beş ya da altı kez görebilmişlerdi. A. Tutkusundan çoktan kurtulmuş, ama onu aklından bütünüyle çıkaramamıştı; kızın kendisi onun için önemini yitirmişti, ama A. o tutkunun duygusuna sıkıca sarılıyordu. Son buluşmalarından bu yana yıllar geçmişti, şimdi onunla birlikte olmayı sıkıcı, neredeyse bunaltıcı buluyordu. Hala güzel, diye düşünmüştü, ama yine de yalnızlıkla çevrelenmiş gibiydi., yumurtanın doğmamış bir kuşu sarması gibi. Yalnız yaşıyordu, nerdeyse hiç dostu yoktu. Evdeki tablolardan birinin adı şuydu: 'Madelaine a 18 mois (Madelaine 18 aylıkken) Denis bunu tuvalin üst kısmına boydan boya yazmıştı. Büyüyüp Follain'in karısı olan ve şimdi de A.'yı evine buyur eden aynı Madelaine'di. Kadın bir an için hiç farkında olmadan, yaklaşık seksen yıl önce yapılmış olan o tablonun önünde durdu ve, A. inanılmaz bir biçimde, zaman içinde bir sıçrama yaparak tablodaki çocuğun yüzüyle önünde duran yaşlı kadının yüzünün aynı olduğunu gördü. O bir anda insan zamanı denen yanılsamayı kesip, zamanı gerçek niteliğiyle gördüğünü duyumsadı. Göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir zaman. Önünde tüm bir yaşamın durduğunu görmüştü ve o yaşam o bir tek anın içine çökmüştü.

    aaltan@superonline.com

     Delikanlı Yazar Kahveci : Hüsamettin Gezer


    Doktor, imam, bir de fani ben

    Merhaba,

    Cem bana "abi öyle köylüler gibi selamünaleyküm deme" dedi diye böyle yazdım. Bu yazma işi beni baya sardı. Cem'in dediği doğruymuş, "başından geçenleri yaz, daha kolay olur" demişti, ben de öyle yapıyorum. Bi de yazının başına konuyla ilgili başlık koy dedi, onu da yaptım.

    Bizim iş öyle dışardan göründüğü gibi kolay değil, meşakkatlı iş. İşçiyle uğraşmak dert hepsi ayrı telden çalar, müşteri desen hiçbişeyi beğenmez, para işi iyice boktan çekti, çüktü derken akşam olur ama bizde de hal kalmaz. Bizim karıyı kızdırmak için "bu işler benim saçlarımı döktü ama karı kısmı kel erkeğe bayılırmış" diyorum, bana "tabi öyledir, bir de senin gibi koca göbekli olursa hiç ayılmıyormuş" diyor. Damarıma basıyor ama haksız da değil. Zaten karıyla günde üç posta dalaşamazsam olmuyor, ilk evlendiğimizde böylemiydi be, o zamanlar günde beş posta...., neyse sırası değil şimdi.

    Lafın bokunu çıkarmadan mevzuya geleyim. Bir kaç gün önce dükkan da otururken içime bir sıkıntı çöktü, böyle bir terleme geldi, kolum ağrıdı falan. Üstüne bizim sekreter demez mi "benim amcam da böyle oldu, sabaha çıkmadı" diye, şom ağızlı karı, başka laf yok sanki. Önce takılmadım ama geçmeyince kalktım bizim sitenin içinde yeni bir hastane var oraya gittim. Aslında çıtı, pıtı, huri gibi hemşireleri görünce ağrı mağrı kalmadı ama artık gitmiş bulundum.

    Önce bir sürü kablo bağlayıp kağıtlara kargacık, burgacık bi yazılar çıkarttılar, sonra kanımı aldılar, şimdi böyle anlatıyorum ama ben öyle iğneden falan tırsarım, aklım çıktı valla. En sonunda hepsini elime tutuşturup doktorun odasına yolladılar. Doktorun odasına girdim, böyle ihtiyar, tepesinde saç kalmamış, deli deli bakan bir adam. Önce kağıtları aldı, bir yandan bakıyor bir yandan da "hımmmm, hımm" diye söyleniyor, birden bana döndü "soyun" diye bağırdı. Öyle birden bağırınca ne yalan söyliyeyim tırstım, hemen pantalona davrandım. Doktor "napıyosun be adam, üstünü çıkar" diye bağırdı. Valla ben böyle sert adam görmedim, zaten odasına girerken öğrendim asker emeklisiymiş, askerde yediğim sopanın acısı daha çıkmadı, iyice tırstım.

    Doktor yine başladı "hımmm" ları saymaya, bi yandan da elindeki o adını bir türlü öğrenemediğim soğuk aletle oramı buramı dürtüyor. Bana "sigara içermisin" dedi, "valla iyi olur, yakayım bi tane " dedim, adam birden delirdi, "sigara yak demedim be adam, günde kaç tane içersin" dedi. Tane hesabını nerden bileyim öyle kararlama "iki paket" dedim, "tüh Allah müstehakını versin, içki içer misin" dedi. Doğru söylesem adam belli ki beni dövecek "ara sıra biraz içerim" dedim, sanırım inanmadı "zıkkım iç, giyin artık" dedi, masasına oturdu. Önce tuhaf bir hayvana bakar gibi uzun uzun bana baktı sonra deli gibi bağırmaya başladı, "artık içki ve sigara yok" dedi, "kebap yemekte" yokmuş. En önemlisi "ne olursa olsun, hiç sinirlenmiyeceksin, yoksa ölürsün" diye de ekledi. Ulan, sanki ölürsem bu adamı da zorla yanıma gömecekler, o kadar kızdı adam. Neyse "Allah ömürler versin" dedim, kaçtım.

    Dükkana gittim, ulan canım nasıl sigara istiyor ama öyle korktum ki, sanki bir sigara yaksam doktor bir dolabın içinden fırlayıp beni dövecek. Yavaş, yavaş sakinleştim, doktorun dediği gibi artık ota boka sinirlenmek yok, artık sakin Hüsam var. Derken bizim ustalardan biri kapıdan başını uzattı, "patron bir dakikanı müsade edermisin" diyerek. Deyusa bak sen, normal zamanda "Hüsam abi" diyen herif "patron" diye geliyor, bir de "kibar" ağzıyla konuşuyor, kesin bir bokluk var. Yine doktorun korkusuna sakin olmaya çalışıp "ne var" dedim. Ikına, sıkına anlattı, bir müşterinin arabasını liftten düşürmüşler hasar çok değilmiş ama adam akşam gelip alacakmış, ne bok yesinlermiş. Normal zamanda ben bu herifi bi güzel hırpalarım ama doktor öyle korkuttu ki sanki adama kızsam o an ölücem. Zorla kendime hakim oldum, "oğlum müşteriye kusura bakmayın, iş bitmedi, boyanın tonu tutmadı falan diye bişey uydurun, arabayı da saklayın, çok laf ederse şirket arabalarından birini ödünç verin, onu da istemezse sen artık adamı sırtlayıp istediği yere götürürsün, yıkıl şimdi" dedim. Bizimki duyduklarına ve benim sakinliğime inanamadı, bön bön bakarak gitti.

    Dükkanda fazla kalamadım, kalktım erkenden eve gittim. Hanım "niye geldin Hüsam" diye sordu, normal zamanda cevabını verirdim ama sakin olmam lazım ya, "hastayım biraz" dedim gitim uzandım. Akşam yemekte de rakı içmeyince evdekiler hasta olduğuma cidden inandılar, tatsız, tuzsuz bir akşam oldu, zaten doğru dürüst de uyuyamadım. Ne zaman gözümü kapasam o deli doktoru görüyorum, bana parmağını sallayıp "ölürsün haaa" diye bağırıyor gavat.

    Sabah bir türlü yataktan kalkamadım, hay nereden gittim şu doktora, dün hiç bişeyim yoktu, bugün yataktan çıkamıyorum. Neyse zorla kalktım ama işe gitmeye halim yok, zar zor bişeyler yedim, ne yesem korkuyorum bir zararı olacak diye, sıkıntıdan gazete falan okudum. Oğleye doğru karı dırlanmaya başladı "bu gün günüm var, komşular gelecek, evin içinde donla dolaşma" diye, daha önceki vukuatlardan biliyorum, bizim karıyı istersen kes gıkı çıkmaz ama gününe laf etme, o saat ayvayı yedin demektir.

    Çaresiz çıktım, arabayı da almadım bir taksi çevirdim, biner binmez şöför sigarayı yaktı. Ulan deliricem, adama "kardeş bana dokunuyor, içmesen olmaz mı" dedim, herif "içmesem de bana dokunuyor, ne o taksiyi satın mı aldın " dedi. Şeytan dedi, önce bir kafa koy, sonra çek emaneti saydır deyusa üç, beş tane ama o doktor yok mu sanki koltukta yanımda oturuyor, imam da öbür yanımda. Şöföre "iyi hemşerim, sür hadi" dedim, adam tüp gaz taşır gibi hoplata zıplata beni götürüp dükkana bıraktı.

    Dükkan başka alem, iki tane adam sebepsiz işe gelmemiş, müşteriler yığılmış şikayet eder, derinden bir lahavle çekip, sinirlenmeden her kese bir çare bulmaya uğraştım. Bizim adamlar bir tuhaflık olduğunu hemen anladı, baktılar Hüsam bugün pamuk gibi, nazlanmalar, sızlanmalar, bini bir para. Ulan dedim içimden "siz o doktora dua edin yoksa çoktan girişmiştim hepinize". Neyse müşteriler, bizim adamlar, doktor, ben bir de bizim imam öğleyi bulduk. Karnım acıktı yemek yicem ama ne yesem. Canım şöyle tereyağlı bi buçuk iskender çekiyor ki, o kadar olur ama sanki yer yemez öleceğimden eminim, çaresiz pilav, yoğurt bişeyler söyledim, oturdum yedim.

    Akşama kadar da telefonda bin tane adamla boğuştum, sanki gidici olduğumu haber aldı herifler arayan arayana, borç isteyen, alacağını isteyen, şikayet eden, küfreden, bini bi para. Sanki birbirlerine haber veriyor dürzüler "Hüsam bugün herkese evet diyor, sen de ara" diye. Fazla dayanamadım dükkandan çıktım, sekretere de "Hüsamettin beyin randevusu vardı cehenneme gitti dersin " dedim. İstermisin şimdi bu salak herkese böyle söylesin.

    Eve gitsem evde bir sürü boyalı karı laf ve sidik yarıştırıyor, hem hanım beni keser, eve gideceğine dağlarda Bin Ladin'i aramaya git aynı şey. Kalktım Taksim'e doğru ağır ağır yürüdüm, hoşuma da gitmedi değil. Ne o yapıştırmışız kıçımızı araba koltuğuna, bütün gün loğusa develer gibi yatar dururuz. Epey bi yürüdüm ama göbeğim de benle geldiği için baya yoruldum Taksim'e yakın bir parkta az oturayım dedim. Üç beş tane zibidi oğlan ana, avrat küfrederek şakalaşmaya başladı ama öyle, böyle değil, ortalığı kırıp döküyorlar. Kalkıp laf söylesem, belli ki iş orada kalmaz, sonra hanım helva dağıtırken anlatır "rahmetli çok sinirliydi, parkta çocuklarla dalaşmış, oracıkta kalpten ölmüş" diye, Bari gözüm görmesin diye kalktım yürüdüm, Beyoğlu'na girdim avare, avare dolaşıyorum ama hiç tadım yok, bir de acıktım ki sormayın.

    Galatasaray'a doğru bana sanki arkadan kamyon çarptı, iki tane ayı birbirleriyle itişirken biri üstüme çıkmış. Adam oralı bile olmayıp yürümeye devam etti, daynamayıp "kardeşim bari bir özür dile" dedim, ayıların orta boy olanı döndü şöyle bir baktı, sanırım artık iyice incelen sesim yüzünden enimi, boyumu pek dikkate almadan, "nooldu bilader" dedi. Ben artık yumşak Hüsam rolüne iyice kaptırmışım, adama "kardeşim çarpıyorsun bari bir özür dile" dedim. Sesimin tonundan cesaret alan adam "nooldu incilerin mi döküldü" diye sırıtarak devam etti. Ben bir yandan içimden doktora Diyarbakır dolaylarından sövüyorum, bir yandan da dışımdan adama hala kibar, kibar laf anlatıyorum. Derken öbür ayı "boşver lan, baksana yavşak bu" demez mi. Bir an durdum, içimden doktora "sen az biraz dur, artık senin işin bitti" dedim, imama "sen de gasilhaneyi aç, geliyorum" dedim, dışımdan bi şey söylemedim. Söylediysem de adamların kafasını birbirine çarpınca çıkan sesten duyulmadı artık. O itlerin birini bırakıp öbürünü sopaladım, polis falan geldi, rezilliğin bini bir para, allahtan şahit olan hanımlardan biri benden yana çıktı, polisten yakamı kurtardım. Yoo arkadaş bu kadarı fazla, ölürüm ama mezar taşıma "Yavşak Hüsam" yazdırmam.

    Herkes dağılınca kendimi bir yokladım daha ne kadar yaşarım diye, hiç de fena değilim, doktorla, imamı da zaten savmışım, karnım aç mı, aç. Yallah girdim çiçek pasajından içeri, çöktüm bir masaya, garson koştu geldi, "oğlum" dedim " şöyle namuslu bir masa yap bana, bir de ufak aç, bir paket de cigara kap şurdan". Önce karnımı doyurdum, sonra bir cıgara, bilahere rakının dibine vurdum, bir saatte kendime geldim, 24 ayar oldum allahıma. Öleceksem şimdi öleyim anasını satayım.

    Geç vakit anca toparlandım, garson sağolsun beni taksiye kadar bindirdi, şöföre "çek oğlum" dedim, evin adresini verdim, "emrin olur abim" dedi, ha şöyle. Eve geldim, patırtımı duyan hanım kapıyı açtı, dün akşamdan alıştı ya, sert sert sordu "nerdesin" diye, gözlerimi devirdim "cehennemdeydim, izinli geldim" dedim, hiç altta kalmaz, "iznin kısadır, inşallah" dedi gitti. Çocuklar da analarına kızdım diye terslenmeye kalktı, "sitare lan eşşek sıpaları, haydi yatağa" diye onları da kovaladım. Gittim balkona oturdum, baktım pakette bir kaç cıgara kalmış, yaktım bir tane, keyifle içtim.

    Bizim hanım gecelik yerine kalın eşofman takımını giymiş "ben yatıyorum" demeye geldi. Bana kızdı ya, yatakta yanına sokmayacak, o yüzden böyle Don Kişot gibi giyinmiş, çıkarması zor olur hesabı. Eh, öyle olsun bakalım, bu gecede o iş olmayıversin.

    Hanım yattı. Balkondan şöyle uzaklara baktım, kendimi çok iyi hissettim, sonra sallanarak kalktım, gittim, yattım.

    Hüsamettin Gezer

     Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


    Milenyumun Mandalı



    Editör'den Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
    http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_15.asp

    Devamı var

     Hangi Hastalığa Hangi Yiyecekler


    ARAÇ TUTMASI

    Zencefil: Sindirime yardımcı olur. Mide bulantısını giderir. Enerjinizi artırır. Seyahatin ve otomobilde uzun süre gitmenin yol açtığı bulantı ve rahatsızlıkları azaltır.

    CİLT SORUNLARI

    Papatya: Bitkisel yağ ve kimyasallar içerir. Çay olarak içildiğinde sindirime yardımcı olur, karın ağrılarını dindirir. Sıcak bir banyonun ardından hazırlanacak papatya çayı torbaları, egzamanın neden olduğu kaşıntı ve yanmaları alır.

    Acı pul biber: Portakaldan 3 kat daha fazla oranda C vitamini içerir. Capsantin adlı kimyasal madde zona hastalığının neden olduğu ağrıları dindirmek için yapılan kremlerde kullanılır.

    Portakal suyu: Bir bardak portakal suyu günlük C vitamini ihtiyacınızın tamamını karşılar. İçindeki potasyum vücudun su dengesini korur; cildin kurumasını, kırışıklıkların meydana gelmesi önler.

    Portakal yağı: Susam yağıyla karıştırılarak kullanıldığında iyi bir cilt yağı elde edilir.Ayrıca;selülitli bölgelere portakal yağıyla masaj yapılması tavsiye edilir.

    LAKTOZ DAYANIKSIZLIĞI

    Badem: Yüksek oranda kalsiyum, magnezyum, potasyum, fosfor, E vitamini, B2 vitamini, antioksidan içerir. Bu nedenle laktoz (süt şekeri) dayanıksızlığı bulunan ve günlük gıdalar yiyemeyen kişiler için badem ideal bir besin kaynağıdır.

    Devamı var...

     Dost Meclisi


    Sanırım Beraber Üretmeyi Bilmiyorum !

    Beraber - ki lafa gelince ekip çalışmasına nasıl da inanırım güya - üretmeyi bilmiyorum ben. Nedenleri neler olabilir ; onları sorayım bari kendime :

    1. Herşeyi en iyi benim yaptığıma inanan bir psikopatımdır.

    2. Beraber üretme alışkanlığı ve zevki ailede başlar ve bu başlangıç sanki erken çocuklukta olmalıdır, Bunu yaşamadım , ondandır.

    3. Biraz da 2inci maddenin etkisi ile tek başına üretmek bir yaşama biçimi olmuştur.

    Ruhda paylaşmanın tadını bilen biri olarak da bu tek başına yapılan üretimin başkaları ile paylaşılmasını isterken, tek başına üretmeni öneren beyninin öteki yarısı seni diğer insanlarla yanyana kılması gerekirken karşı karşıya getirir. Ve bu karşı karşıyalıkdan en büyük payı da yakınların alır. Ve eleştirirler, kızarlar bazen kavga ederler sonunda bundan rahatsız olduklarını dışa vurur acı çektiklerini söylerler. Sana senden yakını var mıdır ? O halde en büyük acıyı kim çeker ?

    - yazmacı -

    ..........<>..........

    Kişisel Toplantı Notları

    Sabah Karaköy börekçisinden bol yağlı, katmerli bir börek yedim. Akşamdan kalmalığımı gizlemeye çalışmıyordum. Anlayan anladı. Karaköy börekçisi kırkına yakın zayıf bit gibi bir adamdı. Vapura yetişmek için koştum, turnikelerden geçemedim, jeton deliğini bulmak zor oldu, arkamda uzayan ve bana küfürler yağdıran kalabalığa onları takmadığımı belirttim.

    Ve geldim.

    Sen de akşamdan kalmalığımı anladın, diğerleri gibi ayıplamadın ama, akıllı kızdın zaten, seni bu yüzden önemsiyordum. Güzel değildin, hafif kemerli uzun burnunla, şehla gözlerinle hiç güzel değildin, komiktin sadece. Seninle ne işim olduğunu soranlara, tam kesekağıtlık bu diyenlere ne diyebilirimdim ki. Evet, hayır aa hiç de değil, he he he....

    Onlara bakar gülerdim. Acırdım da. Nasıl olup da seni göremezler, şaşardım. Yine de fazla düşünmezdim. Hiç bir şeyin üzerinde fazla düşünmem. Ne önemi var.

    Bana güldün, saçımı okşadın, sarıldın, kokuyordum, burnunu kırıştırmandan anladım, ama yine de kendini geri çekmedin. Sen böyle biriydin işte. Mutlu olmama bir adım vardı seninle ..

    Ve sonra ...

    Sana yetişemez oldum, seni her gördüğümde bir şeyler istiyordun benden. Seni önemsemem sana yetmez olmuştu. Seni sevmemi de istiyordun. Ne önemi var. Özeldin, farklıydın. Yetmedi.

    Sana her şey az gelir olmuştu. Yağlı saçlarımı okşamıyordun, kokuma katlanamaz olmuştun, için bozulup çürümeye başlamıştı, baktığımda görebiliyordum, en zoru da buydu baktığımda görmek., seni bitiren sıradanlığı görmek, onlar gibi olmaya başladığını ve benim için öldüğünü, onlar için yeniden doğduğunu görmek.

    Daha çok içmeye başladım, şişelerin dibi delinmişti sanki, içince biraz olsun unutuyordum;garip. O zamanlar her şey bir sis bulutunun ardına saklanıyordu, oradan bana dokunamıyorlar kancalarını geçiremiyorlardı.

    Sevemiyorum seni, kendimi, diğerlerini;sahip olmak istemiyorum kimseye;sevmek kölelik, ben kimsenin özgürlüğüne ipotek koymam, doğama uymaz; dedim binlerce kez. Dinlemiyordun, kendi doğrularına kucak açmıştın, varlığım önemli değildi senin için; kanımı canımı en önemlisi özelimi istiyordun benden, sana verdiklerimi değil. Bilseydin hepsi o kadar, fazlası yok.

    Sana anlatamadım ...

    Uzun süren bir kopuş süreci yaşadık. Ben çoktan bırakmıştım ama o beni bir türlü bırakmadı, ben de katlandım, onu besleyen öfkesi bir gün bitecekti nasıl olsa. Kaybetmeyi hazmedecekti.

    Gurur Asi

     Tadımlık Şiirler


    İLKBAHAR

    Yüzümü bulutlara kaldırıp
    Dua eder gibi mırıldanıyorum
    Kuşlarla, otlarla yıkanıyorum
    Rüzgarla, ilkbaharla

    Güneş gözkapaklarımı ısıtıyor
    Ah! Güvenilmez ilkbahar güneşi
    Rüyada mıyım, gerçek mi bu
    Hem var gibiyim, hem yok gibi

    Bir güney kentinde, bir kıyı kahvesinde
    Başakların sonsuz salınışı
    Burada, kendimle başbaşa
    Ömrümü böylece tamamlayabilirim

    Bir kuşu dilinden hiç öpmedim
    Belki bir gün öpebilirim
    Belki bir gün rüzgar olurum ben de
    Eserim başakların üzerinden
    Kalbim bir yaz gününe karışsın isterim
    Bir kuş cıvıltısında doğmak için yeniden

    Ataol Behramoğlu

    ..........<>..........

    SEVGİLİMSİN

    Sevgilimsin, kim olduğunu düşünmeye vaktin yok, yapacak işleri düşünmekten
    Kalabalığın içinde kalabalıktan biri
    Gecenin içinde bir yıldız, yitip gitmiş çocukluk gibi
    Sevgilimsin, ak dişlerini öpüyorum, aralarında bir mısra gizli
    Dün geceki tamamlanmamış sevişmeden

    Sevgilimsin, boğuk aşkım, kanayan gençliğim
    Uçuruyorum seni çocukluğuna doğru
    Kanatların yoruluyor, ter içinde kalıyorsun
    Gece yanıbaşımda bağırarak uyanıyorsun
    Her sabah el sallıyorum metalle karışmana

    Sevgilimsin, arasına bir kağıt koyup erteliyoruz aşkı
    Otobüslerde ve trenlerde kaçamak yaşanan
    Ve bedenlerimiz kana kana kanayamadan yan yana

    Ataol Behramoğlu

     Biraz Gülümseyin


    Dalga geçilmeyi hakediyor galiba... Ne dersiniz?



     İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


    http://www.glasbergen.com/
    Dünyaca ünlü karikatürist Randy Glasbergen'in web sayfası. Tüm arşivi görebilme şansına sahipsiniz.

    http://www.joecartoon.com/pages/home/
    Flash animasyonlar konusunda ilklerden biridir joecartoon. Ve bence çizgi film meraklısı olan herkesin mutlaka en az bir kez ziyaret etmesi gerekir. İyi eğlenceler.

    http://www.fotografya.gen.tr/
    Hiç ummadığınız anda karşılaştığınız ve genellikle sadece hafızanıza kazıyabildiğiniz görüntüleri resmedenler yani fotoğrafçılar... Bir sergide buluşmuşlar ve sanal sergi olarak karşımıza çıkmışlar. Fotğraf makinalarını yanlarından ayırmayanların sergisi.

    http://www.dejenere.com/luzumsuz/luzumsuz.html
    Niçin erkeklerin düğmeleri sağda, kadınların ise soldadır? Matemde bayraklar niçin yarıya indirilir? Askeri üniformalar niçin haki renktedir? Erkekler niçin kravat takar? 13 sayısı niçin uğursuzdur? Nazar değmesi nasıl oluyor?.. Lüzumsuz bilgiler ansiklopedisi.

     Damak tadınıza uygun kahveler


    Soundplant v26.1 [2.3M] W9x/2k/XP FREE
    http://www.soundplant.org/
    Hoş bir müzik üretim programı. Klavyenizdeki tuşlara tanımladığınız sesleri, ki bunlara sizin kaydettiğiniz sesler de olabilir, bir DJ edasıyla mikslemeniz mümkün. Yaratıcı müzisyenlere göre. Programın işleyişini gördükten sonra daha ileri kullanım düzeylerine erişilebilinir.
    http://kmarsiv.com/sayilar/20021106.asp 6 Kasım 2002 - ©2002-kmarsiv.com
    istanbullife.com