KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız

Manilerimiz

FORUM ALANI

İLETİŞİM PLATFORMU

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?
467254


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


Handspring Treo Communicator
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 154

 26 Kasım 2002 - Kadınlar Matinesi


Merhabalar,

"Ahh nerde o eski ramazanlar" diye başlayan konuşmalara hepimiz aşinayız değil mi? Orta yaşı devirmiş herkesin ortak deyişidir bu. Aslında bunun ramazanın eskisiyle uzak yakın alakası da yoktur. Yaşadığı anın değerini ancak yıllar sonra anlayabilen garip insanoğlunun serzenişidir. Yaşayan değerlerin kıymetini öldükten sonra anlar, eserlerini yıllar sonra değerlendiririz. Oysa yaşadığımız her anın ileride hasretle anılacak olduğunu beynimizin bir kenarında yazılı tutsak, belki de anlık zevklerimizin tadını daha iyi çıkarabiliriz, kimbilir?

Şimdi lafa böyle başlayıpta, eski ramazanlardan bahsetmemek olur mu? Binsekizyüzyıl kadar önceydi. Ankara'da oturuyoruz. Devir cilalı taş değil ama cilalı köşk devri. Maltepe'deki Köşk gazinosunun en parlak yılları. Sanat Güneşimiz Zeki Müren'in şenlendirdiği programların televizyonlardan yayınlanmadığı, magazincilere yem olmadığı zamanlar. Geceleri yemekli, hafta sonları gündüzleri ailecek gidilen, Salıları ancak dişi sineklerin ve çocukların girebildiği kadınlar matineleri. Annem ve yaşdaşlarının en büyük belki de tek eğlenceleri kadınlar matinesi. İşin hoş tarafı ramazanda durmayan eğlence, aksine daha da bir tantanalı hale geliyor. Daha önce rastlanmayan sirk cambazları, hokkabazlar, sihirbazlar sahne alıyor programlarda. Gene bir ramazan ve Salı günü annemgiller topluyor ne kadar çocuk varsa gillere ait, gidiyoruz Köşk'e.

Saat 12 gibi başlayan program akşam 6-7'lere kadar sürüyor. Hıncahınç dolu salonda çoğu orucu kazaya bırakmış kadın, bir yandan yanlarında getirdikleri dolmaları gizli gizli hüpletiyor bir yandan da sahnedeki uvertürlere eşlik ediyor. Zeki Müren iftardan sonra sahne alacakmış, öyle diyorlar. Herkes çok neşeli, gülüp eğleniyor ama bir okadar da sakin masalarında oturuyorlar. Bir gariplik olmalı, şimdiye kadar bunlar çoktan masaların üzerine çıkmış şakada şukada gerdan kırıyor olmalıydılar. Anneme soruyorum. "Ramazan oğlum, sen onları iftardan sonra gör" diyor. Bekliyorum, bekliyorum ki, çılgın kadınları şöyle ağız tadıyla bir seyredeyim.

Bir müddet sonra ara veriliyor. O sakin sakin masalarında oturan hanımlar çıkınlarına saldırıyorlar. Birkaç dakika içinde masaların üstü envayi çeşit yiyeceklerle doluyor. "Top patladı, Allah kabul etsin." "Amin." Tüm gazinoda çatal, kaşık ve şapırtı sesleri alıp başını gidiyor. Gizli gizli dolma hüpletenler de artık gönül huzuru ile dolmaya köfteleri katık ediyorlar. Veee... Beklenen an geliyor. Zeki Müren sahnede. Pırıl pırıl, ışıl ışıl göz kamaştırıyor. İşte sonunda beklediğim oluyor. Yemekler toplanıyor, masalar boşaltılıyor ve birbirinden güzel Asena'lar arzı endam ediyor. Hey gidi Köşk'ün, yüreği köşk gibi mudavimleri. Eğer sizler de "Ahh nerde o eski ramazanlar" diyorsanız şimdi. Çok haklısınız, söyleyin avazınız çıktığı kadar ama lütfen aradabir kıvırmayı da unutmayın olur mu?

Bugün ben de Kahve Molası'nda kadınlar matinesi yapayım istedim. Arada ben ve benim gibi birkaç horoz oyunbozanlık etti ama olsun, bu kadar hanıma birkaç tane de yarma bodyguard gerek öyle değil mi? Şimdi sizleri dört hanım kahveci yazarımızın birbirinden hoş yazılarıyla başbaşa bırakıyorum.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Bencileyin Kahveci : Tuluğ Başar


" BEN'"e Müsaade,

Hoşlandı BEN bu işten, iç ben istemişti, dış ben onayladı ve BEN yazdı. Baktımki arkadaşlar da farkındalar "BEN" ile , memnun oldum.

Attığım her adımda , nefes aldığım her anda BEN olmak istiyorum ama nerde.... "BEN" "BEN"'e karşı, Ailem BEN'e karşı, arkadaşlarım BEN'e karşı, onlar alışmışlar BEN olmayan BEN'e.

Sadece BEN'mi? çevremde hemen herkes istedileri kadar mutlu, huzurlu olamadılarını, karşısındaki insandan sıkıldıklarını, anlaşılamadıklarını, beklentilerine yanıt alamadıklarını söylüyor ya başkalarıyla birliktelik yoluna gidiyorlar, ya farklı hobi edinmeye çalışıyorlar ya da arayışlarına devam ediyorlar ne olacaksa.

Oysa BEN'i doğru sunmamışız karşımızdakine, çevremizdekilere hatta BEN'e bile, BEN, BEN'den sıkılıyor, kızıyor, tartışıyor, yaşamak istediği BEN'i ortaya çıkaramadığı için de BEN'deki boşluk büyüyor ve kolay yolu seçip suçu karşı BEN ve BEN'lerde arıyor.

Varmıdır huzurlu, mutlu, sevgiyle barışık yaşamak istemeyen?. Sokaklarda yalnız yaşamı seçenler kim? Birbirlerini terk edenler, öfkelerine yenik düşenler kim?, İçkinin, sigaranın bu kadar çok tüketilmesi neden? Neden şarkılar, türküler, romanlar yazılmış, resimler çizilmiş ayrılıkları anlatan, kavgaları içeren.

Ne olmuş sonra? Dünyanın var oluşundan bu yana insanlık açı çekmiş mutlu olmaktan çok. Önceleri farkedilmemiş insan duyguları; var oluş savaşları verilirken, bir adım öne, bir adım ileriye derken modernizasyon , teknoloji oluşmuş ama BEN'ler geride kalmış. Ne zaman yapacaklar, düşüncelerden biraz daha azalınca herşeyi var eden BEN'lere hiç değer verilmediği ortaya çıkmış. BEN daraldıkça, yerküye daralmış, dünya yüzünde savaşlar, iç çekişmeler, rekabet daha artmaya başlamış. BEN'lerin BEN'i unutmak için buldukları yeni enstrümanlarmış bunlar.

Yoksa kim ister savaş, huzursuzluk , mutsuzluk, kirlenmiş çevre? Teke tek konuştuğunuzda en kötü dediğimiz BEN bile içindeki kavga nedeniyle , ortaya çıkaramadığı gerçeği ile savaşmak yerine seçmiş düzenin kendine sunduğu savaşı.

Çok örnekler verebiliriz- verebilirsiniz. Bilyorum ve inanıyorum ki hep aynı şeyler var düşlerde. Sevgi var, sağlık var, iş , eş, dost,paylaşım var. Ancak BEN'leri sunmadan, gerçek BEN'i ortaya çıkarmadan diğer BEN'lerle paylaşım zor, ya kısa süreli ya da sonsuza değin sancılı.

Hiç inanmıyorum ki, gerçek BEN'i ortaya çıkarmayı başarmış olanın diğer BEN veya BEN'lerle mutsuz ve sağlıksız olduğuna. Sağlıklı olmak için de BEN'in BEN'i bilmesi gerek. İstemesini bildiğinizde size dokunan dostça bir elin nasıl BEN'e bir sıcaklık yaydığını, varsa ağrılarının nasıl hafiflediğini bilmeyen, tadmayan var mı?.

BEN'ler önce kendi BEN'lerini tanımalı kendimce ; düşüncelerini, duygularıyla birleştirip ,duyumları ile sunduğunda ve davranışlarla uygulandığında BEN kazanacak. Her BEN farklı olmuş ,olsun tabii, ne hoş. Tek renk mi var dünya yüzünde?. Doğaya bakın, çeşitlilik, güzellik vermiş. Boşluk yakaladığımızda neden doğadayız? Çeşitlilik, renk harmonisi değil midir huzuru veren?. İyi ya işte farklı BEN'ler, farklı renkler.

BEN'e müsaade edelim korkmadan diğer BEN'lere gerçek BEN'i sunması için. Yoksa nereden bilecek diğer BEN ve/veya BENLER siz BEN'i.?

Şans sevgiye dolsun adı sağlık olsun.

TULUĞ BAŞAR

 Şair Kahveci : Filiz Kaya


ADAM GİBİ

"Ben ne elbiseler gördüm içinde ADAM yok. Ne adamlar gördüm üstünde ELBİSE yok."

Bu sözü yıllarca sevdik ve kabullendik. Şöyle bildik anlamını. Üzerinde çok güzel elbiseleri olan bir adam vardır. Bu adam her hali ile çok kültürlü, iyi, insancıl duruyodur. Ama insanlar onu yakından tanıyınca ne kadar yanıldıklarını anlarlar. Çünkü insana bir gram önem vermeyen, çok bencil bir tavrı vardır. Sevmeyi ve sevilmeyi bilmemektedir.. Bu ne elbiseler gördüm içinde adam yok tanımının kahramanı... Bir de üzerinde düzgünce bir kıyafeti olmadığı için ilk bakışta adam yerine bile koymayı düşünmediğimiz, sonra da bizi hayretler içinde bırakacak vasıflarla; bilgi, eğitim ve insanlıkla dolu olan bir adam vardır. Bu da ne adamlar gördüm üstünde elbise yok tanımının kahramanı.

Anladığımca bu söz bir anlamda görünüşe önem vermememiz gerektiğini söylüyor. Bana temel olarak aynı anlamda ama daha farklı bir şekilde açıldı bu kez. Kişiliklerimize gidip takılıverdim. Sahte kimliklerimize. Onları tıpkı kıyafetler gibi üzerimizde taşımıyor muyuz? Donanımlarımız, becerilerimiz güzelce olabiliyor... Onları nasıl kullanıyoruz? Adam olma erdemi ile bağdaşık mıyız? Elimizdekilerden neyi, nereye kadar veriyoruz? Vermemiz gerekenlerle gerekmeyenleri, alınıp alınmaması gerekenlerde olması gerektiği gibi dengeleyebiliyor muyuz? İçimizdeki "ben"e belki hiç bir zaman göstermediğimiz itinayı, dışımızı cilalayıp parlatmak için harcayıp, ona buna ben buyum diye göster miyor muyuz? Dostlar, ahali... İnsan şudur... Nitelikleri de bunlardır diye... nutuklar savurmuyor muyuz?

Sonra içinde sevgi kırılımları olan birileri gelip, bu ışıl ışıl, sıcacık kıyafetlerin ağına takılıyorlar. Henüz bir dış kıyafet olduğunu bilmeyerek. Kendilerini anlayan, kendileri gibi olan, kendilerine yakın, ortak paydalarda buluşabilecekleri birilerinin varlığını bilmek... Bu ne mutluluk... Kişinin en sonunda yalnız olduğu kendine kaldığı doğruydu. Ancak, en sonun öncesinde bu insanların varlığıyla yalnızlık giderilebilirdi. Demek ki yalnız değillerdi... Gönül kapıları aralanır gerçek yüzlerle karşılaşana değin...

Yerkürenin dilinden adlı yazıma bazı okurlardan yanıtlar aldım. Birinde şöyle diyordu. "Güzeldi, tad alarak okudum da bu duyarlı insanlar nerede?"

Sevgili sen… Haklısın bu serzenişinde. Uzun olacak fakat işte sana cevabım. O duyarlı insanlardan biri benim dersem inanır mısın acaba? Buna rağmen tavsiye edemeyeceğim duyarlıyım, adam gibi adamım diyen herkese inanmanı. Mücadele veriyorum bu uğurda yenilgiler alsam da. Öyleleri yazdırıyor bana bunları. Gördüysen güzel, yakın, sıcak bir ışık; atılma hemen. Dur, kokla, izle, anla, emin ol… Olumlu ise sonuçların aç kendini kendin gibi.

Bilgi, eğitim ve şatavat da almasın aklını başından. Bilgiyi yönetecek erdeme sahip olmayan insanlar daha da hayal kırıklığı yaratabilirler üzerinde. Her güzel konuşan, yazan, çizen,erdemli görünen, aklını başından alabilen, başkalarını dürüstlük konusunda eleştirenler sanır mısın kendin gibidir? Sözlerden çok eylemlere bakmak gerek sanırım. Bu çok hoş görünümlü, sen ve toplum için en iyiyi istediklerini söyleyen, seni anlayan, vefalı biz çizgi taşıyan insanlar ilk başta yanındadırlar. Dostturlar. İnanırsın bunun gerçekliğine. Bırakırsın kendini. Oysa bu sadece senin gördüğün biçimi, yani için için istediğin, içinde şekillendirdiğin ütopyandır aslında. Bunu sonra anlarsın. Hesapsızca, sevgiyle, güvenle sokulursun. Anne kucağına sokulduğun gibi. İçindeki cahil kirlenmemiş çocuk, bu halin devamını isteyecektir. Fakat olan olur büyü bozulur. Maskeler, kıyafetler yerlerde sürünmeye başlar. Bu tiyatro sana çok arsızca oynanır. İnciterek ama bunu umursamayarak finale giderler. Dünyana güneş gibi doğup el değmemiş yerleri ısıtanlar, masanın altından karanlığı üstüne fırlatarak çekilirler sahneden. Bunun gururunu bile taşırlar hatta. Korunmak için oluşturduğun çeperlerini bunlar mutsuzluğunun sebepleri diyerek yırtmanı telkin ederler. Kendilerine daha geniş yer açmak için, samimice yaparlar bunu. Hatta zaman zaman yırtma bu çeperi istersen derler. Ama bir kere ekilmiştir tarlaya tohum. Onun seni dürtükleyip harekete geçireceğini bilirler. Sınırlarını aştığında ise seni sudan çıkmış balık gibi şaşkınlığa uğratırlar. Önceden çok büyük şeylere tahammül gösterirken, şimdi en ufağına katlanamazlar. Bir bahanedir bu onların kaçışı için. Ve başka insanlara o güzel maskelerini göstermeye devam eder, toplumu kurtarmaktansa asla vazgeçmezler. Önce insanı ufalayıp, incitip, güvensiz hale getirip, sevgiye inancını kaybettir… Sonra da ortalıkta sevgi bayrakları dalgalandır. İkiyüzlülük budur. İçindeki çoçuğa çikolata verip onla oynarlar. Çocuğun ne olduğunu bilmeden, tanımadan.

Böyleleriyle karşılaşırsan üzülme. Kendine insanlara inancını yitirerek onları başarılı kılma. Kaybettim deme. Besleme ikiyüzlüleri. Yaşadıklarını güzel bir kazanım olarak gör. Dersler çıkar. Ama asla sen de öyle olma. Sana yapılan bu çirkinliği sen yapma başkalarına. Kin de gütme. Sonu kötü olsa da, gösterilenler sahte olsa da, güzel hisler yaşattırdılar sana. Hatta teşekkür bile etmelisin. Bundan sonra daha dikkatli olmayı öğrenmiş sayılırsın. Sen yine de her insanın iyi olduğunu düşün. Kaybeden onlar. Temiz bir sevgi, dostluk, insan kaçırdılar ellerinden. Bir yıldız gibi kaydın avuçlarından, tutamadılar. Yıldızdan yansıyan ışığı kara delik gibi sadece yuttular. İşte bunlar kıyafetli olup adam olmayanlar.

Bunlardan sonra iyilerden bahsetmemek haksızlık olur. Onlar oldukları gibidirler. Gündüzüne güneş, gecene ay olurlar. Seni eğitirler, güçlendirirler, mutlu ederler, ilgilenirler.. İhtiyaçlarını görmezden gelmezler. İyilikte de durmaları gerektiği yeri bilirler. Bilge insanlar iyi şeylere bile bir sınır koyarlar. Bencil değildirler. Kendine yetmeyi öğretirler ama seni tekmelemeden, zarar vermeden. Hatta sana zarar vermek isteyenlere kaşı korunmanı isterler dinlenmeyeceklerini bilerek. Onlar az alıp, çok verenlerdir. Anlık menfaatlerle ikna olup insanı üzmezler. Aksine insanı sevindirirler. Kıyafetsiz, menfaatsizdirler. Azdırlar, aşıktırlar, ışıktırlar. İyi anladım insanca çabalarını. Daha bir bilir oldum kıymetlerini. İşte onlar, onlar hak ediyorlar içimizdeki çocuğu… Gerçek çocuklar bir gün sahte kıyafetliler arasından fırlayarak bağıracaklar… KRALLL ÇIPLAAAAKKKK…

Filiz Kaya
fkaya@linkbilgisayar.com.tr

 Kaşif Kahveci : Betül Ayhan


Kendim için

İçinde "en son ne zaman"la başlayan bir sürü soru olan bir reklam vardı, hatırlar mısınız? Reklamcılıktan anlama kapasitem sıfırın epsilon komşuluğunda (hatta epsilon da çok küçük bir sayı) olmakla birlikte, çok beğendiğim bir reklamdı. Petrole bulanmış kuşun olduğu kareler gibi, bir çok karesi beynime yerleşti. Hiç unutmadığım sahneleri yağmurlu bir havada bir kese kağıdından yere dökülen kırmızı elmalar ve kaldırıma oturmuş buğulu gözlerle gökyüzüne bakan kızcağız. Reklamı her seyrettiğimde bir iç hesaplaşmaya götürmüştür beni. En son ne zaman kendim için birşeyler yaptığımın muhasebesi kaplamıştır içimi.

Hepimizin uğruna yaşamayı seçtiği ve uğruna yaşamak zorunda olduğu insanlar, inançlar veya hedefler var. Çoğunlukla seçimlerimizden fazla zorunluluklarımızla, zorunluluklarımız için yaşıyoruz. Zamanla kimi seçimlerimiz zorunluluklarımız oluyor. Ve inanılmaz bir kaos başlıyor, baş döndüren bir döngüye giriyor hayatlarımız. Bu döngüde yaşayıp giderken, birden hayatı stand-by yapıp, karşısına geçip seyrettiğimizde farkedebiliyoruz döngünün hızını ancak. Hayatı stand-by yaptığım böyle zamanlarda bir süre öyle kalmasını istiyorum. Öylece kalsa ve ben bir süre hiçbirşeye dahil olmadan sadece seyretsem hayatı... Olmuyor tabiki. Zamanın durdurulmaya tahammülü yok. Ben ne zaman durdurmak istesem, o inadına daha hızlı akıyor. Televizyonda izlemek istediğim programın saatini unutuyorum, otobüs benim durağımdan o gün erken geçiyor, gazete ve ekmek erkenden tükeniyor bakkalımda, hava daha erken kararmaya başlıyor. Ve nedense ben durup seyretmek istediğim her zaman diliminde daha hızlı koşmak zorunda kalıyorum. Programı kaçırmamak için saatini telefonuma kaydediyorum, otobüsü yakalamak için evden daha erken çıkıyorum, ekmek ve gazetemi bir gün önceden ayırtıyorum. Derken beni mutlu etsin diye seçtiklerime endeksli yaşamaya başlıyorum. Bunu da ancak bir sonraki stand-by da farkedebiliyorum. Alın size döngü...

En son ne zaman hayatınızı stand-by yaptınız? Hangi seçimlerinizin zorunluluklara dönüştüğünü en son ne zaman gözden geçirdiniz? Hangi sevinçleriniz hüzünleriniz oldu? Hangi ödülleriniz zamanla sizin için bir cezaya dönüştü? Peki en son ne zaman kendnizi ödüllendirdiniz?

Zaten ödüllendirme özürlü bir milletiz biz. Beynimizin bu yanı biraz defolu. Yapılan hataların faturası hemen kesilip, ceza reçetesi hemen yazılır. Kimse birşey demese kendimiz yazıveririz hemen. Keşke'lerin listesi hemen dökülür, eskiden kağıda, şimdi bir word dökümanına. Ama iyiki'ler, aferin'ler nedense beklemede kalır, ya da içinden söylenir.

Belki de buna inat, ben sık sık ödüllendiririm kendimi. Bir hatamdan ders aldığımda, bir paradoksun içinden çıkamadığımda, hayatın kendisinden sıkılıp zap'lamak istediğimde, kendimi ödüllendirmek için bir neden bulamadığımda ödüllendiririm kendimi. Bu ödül genelde bir kitap, bir kaset ya da bir CD olur. Asla bozulmayacak, bozulsa da atılmayacak birşeyler yani. Kapağına da günün anlam ve önemini belirten, sadece benim anlayacağım bir not düşerim. Geri dönüp baktığımda bu not "bak onlar geçtiyse bunlar da geçer" gücü verir bana. Zaten genellikle "bu bende mutlaka olmalı" türünde kitap ve CD leri almayı böyle zamanlara ertelerim. Böylece hem para harcamanın hem de çok istediğim birşeye sahip olmanın mutluluğunu birlikte yaşarım. Bir güzel hediye paketide yaptırınca harika hissediyor insan kendini. Sanki dünyanın merkezinde ben varmışım da, tüm dünya benim etrafımda dönüyormuş gibi. Anlaşıldığı üzere orta ölçekte bir megolomanım:)) Böyle kendime hediyeler alınca megolomanim daha bi nükseder.

Bugün yine ödüllendirdim kendimi. Bu sefer kendimi ödüllendirecek bir neden bulamadığım için ödüllendirdim. Bahane hazır: Yeni aldığım elektronik kredi kartımı test etmek. Ne biçim teknoloji düşmanıysam, sanal kahvemden sonra birde sanal kredi kartım var artık. Neyse, bu başka bir tartışma konusu.

Sanal şubeme gidip, sanal kartımın limitini arttırdım ilk iş olarak. Ordan doooooğru sanal bir markete, alış verişe... O reyon senin, bu reyon benim oraya buraya tıkladıktan sonra kitap-CD reyonunda alıcı gözle bakınmaya başladım. Sanal alış veriş acemiliğide var serde, onu sepete at, yok olmadı bunu çıkar, şundan da alalım, ötekini bırakalım derken, o ne! Everest diyo, hemde CD. Ay bunun filmi varmıymış!? Yok film değil belgeselmiş bu yahu. Sepeti oracıkta boşaltıp bir CD alıp çıktım marketten. Kart bilgilerini doldururken kendimi süper üstü marketlerden birinde (adıda var ama söylemicem, reklam yaparsam editör kızar belki:) ), kocaman alış veriş arabasının içine bir CD koyup kasaya doğru yürürken hayal ettim. Sizde hayal edin, çok komik oluyor:) Neyseki kasiyerle gözgöze gelme riski yok burada. Bir güzel hediye paketi de yaptırdım kendime, fıstık gibi oldu. Reel CD'im birkaç güne kadar elimde olacakmış. Ben şimdiden yorum yapayım, çok beğeneceğim.

Peki siz en son ne zaman ödüllendirdiniz kendinizi? Hadi bugün kendinizi ödüllendirin. Gün sizin için kaçta başlıyor bilmiyorum ama günün başladığı saatten uyku saatine kadar kendiniz için birşeyler yapın. Uzun zamandır görüşmediğiniz, sesini duyunca mutlu olacağınız birini arayın. Yemeğe sevdiğiniz biryere gidin, ya da evde oturup sevdiğiniz bir filmi tekrar seyredin. Birilerine sarılın, sadece kendiniz için dua edin. Sahilde yürüyün, deniziniz yoksa sevdiğiniz bir caddede dolaşın. Ne olduğu farketmez, sadece kendiniz için bir şeyler yapın. Bu şeyi ya da şeyleri yaparken içinizden "bu sadece benim için" diye bağırın. Kendinizi dünyanın merkezinde hissedeceksiniz, benden söylemesi.

Sevgiyle...

BeT
bet_ayh@mynet.com

 Gencecik Kahveci : Sevil Yaman


Okulumu özledim...

Kendi sorumluluklarım, kendi hayatım, yaşım gibi yaşadığım zamanlar. Lise yıllarım... Lacivert eteğim, beyaz gömleğim, kravatım ve bir de giymediğimde okul kapısından giremediğim jilem... Tel örgülerle kaplı tabiri caizse yarı kapalı ceza evi... Fatih Ticaret Meslek Lisesi... Okulum, okulumuz...

Üzerine seneler tükettik işte, bitmez, bitmiyor, bitmedi dediğimiz yılların ardına seneler tükettik. Şimdi ne yeniden çömez olabiliriz. Ne de o sıralarda oturabiliriz. Bir teneffüsümüz bile olamaz artık hani o beğenmediğimiz üç dakikalıklardan. Öylesine bir masaya oturup, bir simidin ucundan üç beş kişi çekiştirmelerimiz vardı, lastik gibi uzayan o simitlere kızardık. O günlere gülerim şimdi en çok. Ve bir de müdürün göründüğü koridorların bomboş olmasını hatırlarım. Heybetli bir çıkışı olurdu merdivenlerden biz nasıl da korkardık...

Sabahın en köründe kalkıp ( sokaklarda sadece biz ve köpekler olurdu henüz) ellerimizde yarım ekmek peynir domates, üstümüzde kışın alaca soğuğu dökülürdük yollara, yürürdük, gözümüzden uyku akardı ama sabah sabah da olsa konuşacak bir şeyler bulurduk hep. Aramızda en uzun ben olduğumdan bana hep söylenirlerdi. Sırf bu yüzden topuklu ayakkabılar giyemezdim arkadaşlarımın yanında. Kendimi bir başka hissederdim. Karagümrük' ten aşağı inerken, şarkılar söylerdik. Bir keresinde kendimizi öyle kaptırmışız, ki farkında bile değiliz Yonca'nın 'boooozaaaaa' şarkısını söyle mırıldanırken kendi kendimize kadının biri çıkıp cama" boyunuz devrilesiceler susun çocuğum uyuyor " diyerek fırçalamıştı hele ki bir seferinde bizi, ne zaman yükselmişti sesimiz anlamadan . Nasılda gülmüştük, koşar adımlarla kaçarken. Okula varınca saçlar örülürdü harıl harıl, kravatlar boynumuzu sıkana dek yukarı çekilirdi. Ancak böyle girerdik içeri. Nadiren de olsa okula geç kaldığımız günler de olurdu ve bu günler hep de edebiyatçının(edebiyat satmasa da öyle derdik ne bileyim) dersini bulurdu. Elif' le oturup merdivenlerde şarkılar söylerdik sessiz sessiz. Taki bir ayak sesi duyana kadar. Şanslıydık ki böyle anları kurtaracak bir hoca bulurduk, yoklama kağıdını ayarlamak için.

Yazılı zamanları... Aslında ben ders çalışırdım genellikle, ama hobi olsun diye kopya çekerdim. Sınav zamanları değişik bir telaş alırdı sınıfı, sıranın üstleri kalemtıraşlarla kazınırdı. Ve kurşun kalemle küçük küçük bilgiler yazılırdı sıralara, özenle. Hele ki muhasebe de, kağıtlar hava da uçardı. Ben hep,Edebiyat ve İngilizce derslerinin kurtarıcısı olurdum,bir edebiyat yazılısında 2 yazılı kağıdı doldurmuştum, sırf arkadaşımı kurtarabilmek için. Bir de tarih yazılı vardır unutamadığım. Sınav öncesi Elif' le tarih çalışmıştık bizde, benim çalışma sistemime göre.... O hala hayatının ders çalışması olarak anar o günü... İşe yaramıştır çünkü ....

Zeynep (zengin kızı yürüyen karizma,kaliteli siti bombom ), Reyhan(sosyete), Çağla ( mi mi), Günay (düldül), Elif(elüüüüf/a life), Nurten (ağır abla), ben (sivıl), Zümrüt (bir Vecihi' si vardı ne zaman bir uçak sesi duysak sıraları tutup, eyvah o geliyor diye kızdırırdık).

Ramazanlarda (öğlenci olduğumuz sene)sınıftan para toplayıp hamburger almak lüksümüz olurdu, ama en iyi hasılatta bizim sınıftan çıkardı hani... Ya da sabahçı olduğumuz senelerde okul çıkışlarında tane ile meyve alırdık. Turşu, simit yemek o zamanlar gündelik yaşadıklarımızın ennn keyif vereniydi. Ya da nöbetçi olduğumuzda kantine verilmek için can atardık, verilirdik de, işte altına üstüne getirdiğimiz zamanların tam fırsatı diyerek canımızın istediğini yerdik, içtiğimiz su şişelerine musluk suyu doldurup satardık. Yiyecekleri de fazladan satıp açığımızı kapatmaya çalışırdık. Okuldan kaçmak ne demekmiş bir bakalım dediğimiz bir günde, Bakırköy'de bulduk kendimizi (Bakırköy'le ilk tanışmamız), 6 kız 300.000..- TL ile , böyle kaçılmadığını aç gezip dönünce anladık. Bütün gün su içmekten ölmüştük. Yalnızca metro paramız olduğu için aylaklar gibi yürümüştük. Ve söz vermiştik bunun acısını çıkaracağız diye. Sonrasında kişi başı 3.000.000.- lirayla yine aynı mekanda, patlayasıya yemiştik. Ne de keyif almıştık. 2'deyken böyle bir durumumuz olmadığından öyle kayda değer, 3'te bir jübile yapmaya karar vermiştik. Son kez, o üniformalarla. Bakırköy'dü yine aklımıza gelen. Açılışa ve kapanışa tek şahidimizdi. Bu gün o günleri öyle özlüyoruz ki. Belki çok değildi böyle zamanlar azdı ama özdü... Zaten güzelliği de oradaydı.

Hatırladıkça neler yapmışız neler dedim kendime, ama iyi ki de yapmışız. O, 3 yıla en güzel anıları, yaşanacak en güzel zamanları sığdırmışız. Şimdi bunlardan o kadar uzağım ki... Şimdi istesem de geri getiremeyeceğim şeylerde saklı her biri. Görebilmek için ardıma bakmam gerekli.

Sınıfımı özledim, o eski masaları, sığmadığımız sıraları, tebeşir kokusunu özledim. Giymekten bıktığım üniformamı bile özledim.

Bugünleri besleyen günlerdi onlar... Her biri... Onları özledim.

Sevil Yaman. 2002

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

B) BİREYİN İKİ SEKTÖRDEKİ YERİ...

Göz bebeği insan vücudu için ne ise, özel sektörün bakış açısıyla bir firmanın elemanları da odur.

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_29.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 2.805 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


İLK DOKUNUŞ

İlk dokunuş...
Varoluşunun aslı ilk kıvılcım,
Kızıl kıyamet durur solgun yüzümde...

Ah o yanışlar...
Sabahsız gecelerden uyanışlar,
Sana varışlar sarmış benliğimi.

Pembe hayallerimin yüreği,
Mora sevdalanır olmuş,
Gerçeklere soyunduğundan beri.

İlk dokunuşu duyumsamış,
Kıvrak ellerinden bedenim...
İlk kez var olmuş kendisiyle.

Zaman ve mekan
Susmuş, durdurulmuş.
Mor menekşenin ıslanmış yanakları..

Sessizlik çökmüş gözlerine...
Hesap soruluyor,
Ceza biçiliyor ellerine...

Sen; sevdalı mağduru,
Ben; ilk dokunan zanlıyı,
Duyumsayışlar; hasreti çağırmış.

Kurulmuş sarı sayfalarda,
Gül kokuşlu,
Yürek yakışlı celseler.

Ne davası gütmeli..?
Kim, neyi, ne kadarıyla söylemeli?
Çözülecek biliyorum bu kör düğümler..?

Ben gece gözlerindeki,
İlk dokunuşunu istiyorum
Ellerinden...

Ve diyorum ki;
Solmaya dönmüş mor çiçeği,
Kırmızıyla dillenmiş ilk heceyi,
İlk dokunuşuyla ellerini,
Bir daha olamayacağın kadar seni,
İstiyor, istiyorum...

Filiz KAYA

<#><#><#><#><#><#><#>

KUŞLAR KOROSU

yaz gününün
sanki tuzlu, nemli rüzgarı
dağlardaki savaşçıların ateşiyle
dokundu dudağıma.
yüreğim
uzandı
umudun
ıslak çayırlarına.

gökyüzünde
kuşlar
döne döne
"çok sesli"
şarkı
söylüyorlardı.

"yolum üzre pusu kurmuş avcılar
yemin vermişler
sesimi, sözümü kesmeye
kanadımı, tüylerimi yolmaya"

işten atıldığım günün akşamı
dudağıma yerleştirdiğim ıslıkla
katıldım şarkısına kuşların.
düştüm yola
başımda dağ rüzgarı savaşçıların
avcılar ağlasın!

Ayten UYAN

 Biraz Gülümseyin


Trafiğin gerçek sesleri

- Phhh!...Adanalı devam et!
- Phsss!..Adanalı kime diyom! Devam eeeeyyyt!
- Aaaauueee!..Ulen kulaana şalgam mı kaçtı kime diyom yürüsene!
( Phhh & Phsss: Megafondan çikan tiz sesler)

<><><><><><><><><><>

- 34 VG 0983 sağaaa çekhh!
- 34 VG 0983 sağaaa çekhh!
- Sola demedik öküzzzzzzz! Sağa çekhh!

<><><><><><><><><><>

Göztepe soyak site'sinin önünden yürüyorum... Birden polis bir BMW'yi durdurdu... Polislerden biri indi diğeri de içerden bakıyor, ben de yana döndüm bakıyorum öyle, enteresan geldi. Adam sarhoş falandı, biraz bakiim eğlenirim diye düşündüm... İçerideki polis birden megafonla; "Önüne dön, önüne dön, kendi tipine bak sen soytarı" dedi...

<><><><><><><><><><>

Mecidiyeköy'de bir sabah erken, polis otosu arabanın tekine sesleniyor; "Zabahınan ceza yazdırma zabahınan" (Sabah ile demek istiyor)

<><><><><><><><><><>

-Şoförün biri trafik sıkışık iken park yasağı olan yere direksiyonu kırar ve durur...
Polis; "Beyaz uno çek kardeşim park yasak!" gibilerinden bir anons yapar...
Şoför el kol hareketleri yardımıyla "Abi ekmek almaya geçiyom hemen çıkacam" der !.. Yarım saat kadar sonra elini kolunu sallaya sallaya çıkınca polis anonsu patlatır; "Beyaz uno, ekmek nerde lan?"

<><><><><><><><><><>

Polisler arabayı sürenin tipine göre hitap etmesini de bilirler;
- Sarışın bayan saa çeker misiniz diyorum, lütfen...
- Beyefendi... Bıyıklı... Bekleme yapma!
- Deri ceketli.. Et benli.. Hade..
- Duymuyor musun lan! Gözlüklü zibidi!

<><><><><><><><><><>

Olay Çankaya'da geçiyor... Ankara'da patates soğan satan, megafonlu bir kamyonet. Polis anons yapıyor; "06 MN 1945 ilerleeeeeee..."
Kamyonetin megafonundan cevap geliyor; "Anlaşıldı tamaaam!.."

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://kulturel.kolayweb.com/index.htm
...Okaliptüs yaprakları bir dizi tıbbi etkiye sahiptir. Yapraklar eterik yağ içeririler. Bu yağ birçok hayvan için öldürücü nitelik taşıyan kimyasallar taşır. Buna karşın koalanın karaciğeri bu maddenin zehrini tesirsiz hale getirir. Koalaların sahip oldukları karakteristik kokunun da kaynağı bu yağdır. Tüm vücuda sürülen yağın bir kısmı uçmakta bir kısmı ise vücut içine girmektedir. Böylece hayvanın vücuduna musallat olan parazit haşereler kürk içerisinden yere dökülür....

http://www.yugop.com/ver3/stuff/03/fla.html
Dünyanın en ucuz dijital saati. Adam biraz yorulsa da değiyor vallahi.

http://www.thehungersite.com/cgi-bin/WebObjects/CTDSites
Her tıkladığınızda bir aç çocuk doyuyor. Üşenmeyin ve gidin. Tıklama karşılığında elde edilen gelirde sizin de tuzunuz olsun.

http://laacz.lv/f/swf/hestekor.swf
Sayfa açıldığında ekrana gelen dört at'a sırasıyla tıklayın. Hoş bir sürpriz sizleri bekliyor.

 Damak tadınıza uygun kahveler


JPEG Resizer v1.0 [285k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105449
Minik bir resim edit programı. Daha doğrusu sadece jpg formattaki resimleri, belli ölçülerde ufaltıyor. Değişik yöntemler arasından istediğinizi seçiyor ve boyut değiştirme işlemini tamamlıyorsunuz. Dilerseniz, resimlerinize birer önek vererek artan sayılarla yeniden adlandırabiliyorsunuz.
http://kmarsiv.com/sayilar/20021126.asp 26 Kasım 2002 - ©2002-kmarsiv.com
istanbullife.com