KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız

Manilerimiz

FORUM ALANI

İLETİŞİM PLATFORMU

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


Treo Communicator
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 188

 21 Ocak 2003 - Vergiden düşen düşene


Merhabalar hepinize,

Şu benim Don Corleone Jr. bu sene vergi rekortmeni olamıyacakmış galiba. Dediklerine göre yaptığı hastahane masrafları neden olacakmış buna. Derya kuzusu ile has kız Asena'nın masrafları. Tamam anladık bunları masrafa yazabiliyor böylece vergiden düşebiliyor. Ama ya örtülü ödenekten harcadıkları. Onlar için fatura almasına imkan yok. Bulsa da ya naylon ya da kırtasiye faturası olacak. Zor bu adamın işi arkadaşlar zor. Vurdursa bir türlü, vurdurmasa başka türlü. Aslında diyorum ki, bir hastahaneyle anlaşma yapsa, az ödeyip, çok fatura alsa da şu örtülü ödeneği belgeli hale getirse. Yazık adam yahu, acıyorum vallahi.

Bu amcama bir de önerim var. Vicdanını rahatlatmasına yardımcı olur belki diyorum. Hani şu RÖK'e yapılan şikayetlerle yayından kaldırılan sucuk reklamı varya. İşte o reklamın şikayetçi seyircilerine birer kangal sucuk alıp hediye etse ne iyi olur. Hem faturasını alır masraftan düşer, hem de sevaba girer. Bu RÖK uygulamasının bu türden trajikomik hikayelere sebep olacağı gün gibi aşikardı. Arabaya özenen gençler, takılara özenen hanımlar, OK'ye özenen yaşlı kurtlar şikayete başladımı bilmiyorum ama ben gece yarısından sonra yayınlanan vücut inceltme aletleri reklamlarının beni rencide ettiğini iddia ederek RÖK'ü aramaya başladım bile. O saatte henüz kimseyi yakalayamadım ama yakalar yakalamaz bu reklamların dibine incir ağacı dikeceğim kararlıyım.

Dün sizlere 1.KMOK'u anlatırken bir gruptan söz etmiştim. Grup Zeplin, benim dediğim gibi 5 değil sadece 4 kişiden oluşuyormuş aslında. Sanırım 4'ü 5 görmeme yada öyle hatırlamama neden olan yuttuğum sıvılardı, artık kusura bakmayın. Taşkışla binasının hemen yanındaki Park Mühendishane'de bizlere güzel bir gece geçirten bu başarılı grubun bir de web sitesi var. Siteden grup hakkında bilgi alabilirsiniz ama son derece geniş repertuvarlarını dinlemek için mutlaka bir fırsat bulup oralara kadar uzanmalısınız. http://www.grupzeplin.com

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Ahmet Altan

 Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan


   İlle de Ege -1-

Mangalın önünde bir zaman ikimiz de konuşmadan oturduk.. Mutluluğun, basit ve açık bir şey olup, bir bardak şarap, bir kestane, kendi halinde bir mangalcık, ve denizin uğultusundan başka bir şey olmadığına aklım yattı. Yalnız, bütün bunların, mutluluk olduğunu insanın anlayabilmesi için basit ve açık bir kalbe sahip olması gerekiyordu. Bir süre sonra sordum:
'Kaç kez evlendin?'
Çok şarap içtiğimizden değil, içimizdeki açıklanmamış aşırı mutluluktan ötürü ikimiz de keyfe gelmiştik. İkimiz de herbirimiz kendine göre, ta derinden yer kabuğuna iyice yapışmış iki az ömürlü böcek olduğumuzu, bir deniz kıyısında kamışların, tahta ve gaz tenekelerinin arkasında iyi bir yer bulduğumuzu, birbirimize sokulduğumuzu ve önümüzde iyi şeylerle yiyeceklerin, içimizde de sessizliğin, sevgi ve güvenin bulunduğunu anlamıştık.

Dediğimi duymadı, Aklının erişemeyeceği hangi açık denizlerde seyrettiğini, bir allah bilirdi. Elimi uzatıp ona dokundum:
'Kaç kez evlendin?' diye bir daha sordum.
Silkindi, İşitmişti, kocaman elini salladı:
'Oooo' dedi.. 'Sen de şimdi oturmuş neleri kurcalıyorsun? İnsan değil miyim? O büyük budalalığı ben de yaptım; bütün evliler kusuruma bakmasın ama, ben evlenmeye bu adı veririm. Ne ise, büyük budalalığı yaptım, yani evlendim.'
'İyi ama kaç kez?'
'Kaç kez mi? Namuslu olarak topu topu bir kez, yarı namuslu olarak iki kez; namussuz olarak da bin, ikibin, üçbin kez, hesabını tutmadım ki!'
'Anlat bakalım, Yarın Pazar, traş olacağız, iyi elbiselerimizi giyip kadına gideceğiz.. Hayat ve piliç! İşimiz yok. Öyleyse baştan kara edelim bu akşam; anlat!'
'Ama ne anlatayım? Bunlar söylenir mi patron? Namuslu çiftleşmeler tatsızdır; bibersiz yemeğe benzer. Ne söyleyeyim? Azizlerin seni, çerçevenin içinden seyrederek hayır duası ettikleri sırada öpüşmek, öpüşmek midir? Biz köyümüzde şöyle deriz: 'Yalnızca çalınmış etin tadı vardır!' İnsanın kendi karısı, çalınmış et değildir. Namussuzca çiftleşmeleri ise, nereden hatırlayacaksın? Horoz defter tutar mı? Ben, vaktiyle gençken, kendiyle yattığım her kadından birkaç zülfünü alma sahtekarlığını işlerdim. Bu yüzden küçük makasımı hiç yanımdan ayırmazdım. Kiliseye bile gitsem, küçük makas cepte olurdu. İnsanız, ne olacağını bilemezsin. Siyah, sarışın, kumral, hatta beyaz zülüfleri topluyordum; topladım ve bir yastık doldurdum. Bir yastık doldurdum, bunu başımın altına kor uyurdum; ama yalnız kışın, çünkü yazın yakıyordu. Kısa zamanda tiksindim bundan da; anlıyacağın, yastık kokmaya başladı, ben de yaktım.'
Güldü
'Benim defterim bunlardı patron.' Dedi,.'yandılar. Usandımdı; az olacaklarını sanmıştım, ama, onlar bitmek bilmiyordu, ben de o küçük makası attım.'
'Ya yarı namuslu çiftleşmeler?'
Kıkırdayarak karşılık verdi:
'Eee, hoştur bunlar! Hey bre Slav kadını, bin yıl yaşayasın sen! Özgürlük!... Nerde idin, neden geç kaldın, nerde yattın gibi şeyler yok. Ne o sana sorar, ne sen ona, özgürlük!...'
Elini bardağına uzattı, boşalttı. Bir kestane ayıkladı, hem çiğniyor, hem konuşuyordu:
'Birinin adı Sofinka'ydı, öbürününki Nusa. Sofinka'yı Novorosisk yakınlarındaki bir köyde tanıdım. Kıştı, çevrede kar vardı. Maden ocağına gidiyordum; köyden geçerken, durdum; o gün Pazar kurulmuş, bütün yakın köylerden kadın erkek, alışveriş için inmişlerdi. Büyük bir açlık, korkunç bir soğuk vardı. İnsanlar neleri var neleri yoksa, kutsal resimlere kadar, her şeylerini ekmek almak için satıyorlardı. Pazarda dolaşırken, bir arabadan iki metre boyunda, deniz mavisi gözleri, kısrak gibi sağrıları olan, yayla gibi bir köylü kızının atladığını gördüm. Şaşırdım. 'Hey zavallı adam,' dedim 'hapı yuttun!'. Ardına düştüm. Gözlerimle onu yiyordum; ama sağrıları paskalya çanları gibi sallandığı için de doymak bilmiyordum. Kendi kendime 'maden ocağını ne yapacaksın ulan? diyordum. Ne salaklık ediyorsun ulan, yelkovan herif? İşte gerçek maden ocağı! Gömül içine dehlizler aç!...' Kız durdu, alışveriş yaptı; odun aldı, kaldırdı-ne kollardı allahım onlar! Ve arabaya attı. Biraz ekmek, beş altı tane tütün balığı aldı. 'Kaç para etti?' dedi, 'Şu kadar!' Ödemek üzere kulağındaki altın küpesini çıkardı. Parası yoktu da küpesini veriyordu. Ben buna içerleyip barut oldum. Ben bırakacaktım da, bir kadın küpelerini, incik boncuklarını, kokulu sabunlarını, bir şişe lavantasını verecekti ha!... Kadın onları verdi mi, dünya yıkıldı demektir be! Bu, bir tavuskuşunu yolmak gibidir. Bir tavusun yolunmasına senin gönlün razı olur mu? Asla!... 'Hayır, hayır!' dedim. 'Ben yaşadıkça bu olmaz!' Kesemi açıp parayı verdim. Rublenin cacala kağıdı olduğu günlerdi; yüzyirmi drahmi verdin mi katır, on drahmi verdin mi bir kadın alırdın. Senin anlıyacağın, verdim parayı. Yayla gibi kız dönüp bana baktı. Öpmek için elimi yakaladı. Ama ben geri çektim elimi; yoksa ihtiyar yerine mi koymuştu beni? 'Spasiba, spasiba' diye bağırıyordu; bu 'teşekkür ederim, teşekkür ederim' demektir Rusca, ve bir sıçrayışta arabaya atladı, gemleri aldı, kamçıyı kaldırdı... O zaman kendi kendime, 'Oğlum' dedim 'aklını başına topla, kaçıracaksın ulan!' Bir sıçrayışta kendimi arabada, onun yanında buldum. Bir şey demedi; dönüp bakmadı bile. Atı kamçıladı, yola koyulduk. Yolda kendisini kadın olarak istediğimi anladı. Az Rusca biliyordum, ama bu işler pek söz istemez. Gözler, eller ve dizlerle konuşuyordum. Uzatmayalım, köye vardık, bir izbenin önünde durduk. Aşağı indik. Kız bir itişte kapıyı açtı, içeri girdik. Odunları avluya indirdik, balıklarla ekmeği alıp odaya girdik. Sönmüş ocağın yanında ihtiyar bir kadıncağız oturuyor, tir tir titriyordu. Diyorum ya, bir soğuk vardı ki, adamın tırnakları dökülüyordu. Ben eğildim, ocağa bol bol odun koyup ateşi yaktım. İhtiyarcık bana bakıp gülümsüyordu. Kızı ona birşeyler söyledi, ama anlamadım. Ateşi yakınca ihtiyar ısınıp canlandı. Kız bu sırada sofrayı hazırlıyordu; biraz vodka getirdi. Semaveri yaktı, çay da demledi; oturduk, yedik içtik, ihtiyara da verdik. Sonra da yatağı yaptı, temiz çarşaflar serdi. Meryem'in önündeki küçük kandili yaktı, ıstavroz çıkardı. Arkadan bana bir işaret yaptı, ikimiz de ihtiyarın önünde diz çöküp elini öptük. O da, zayıf ellerini başlarımıza koyup bir şeyler mırıldandı; anlaşılan bize hayır duada bulunmuştu. Ben 'spasiba, spasiba!' diye bağırdım; bir sıçrayışta, yayla gibi kızla kendimizi yatakta bulduk.' Sustu.. Başını kaldırdı, uzağa, denize baktı. Biraz sonra;
'Adı Sofinka'ydı!' dedi ve yine sustu.
Sabırsızlıkla sordum:
'Peki sonra? Sonra?'
'Sonrası yok.. Sende de bu 'sonra'lar ve 'neden'lere karşı bir tutku var patron! Bunlar söylenir mi, allahını seversen? Kadın serin bir kaynaktır, eğilip yüzünü görürsün ve içer, içersin... Kemiklerin gıcırdar. Sonra, susamış olan bir başkası gelir, o da eğilir, yüzünü görür ve içer. Sonra bir başkası.. Kaynak bu demektir, kadın da bu demektir.'
'Sonra gittin mi?'
'Ne yapacaktım ya? Kaynaktı bu, dedik ya... ben de yolcu olduğum için yeniden yola koyuldum. Onunla üç ay kaldım, Allah razı olsun, şikayetim yok ondan! Ama üç ay sonra, maden için yola çıkmış olduğumu hatırladım. Bir sabah ona: 'Sofinka,' dedim, 'benim işim var, gitmem gerek.' Sofinka:'iyi' dedi, 'git. Seni bir ay bekleyeceğim, bir ay sonra gelmezsen özgürüm, sen de özgürsün. Allah yardımcın olsun!' Ve gittim.
'Bir ay sonra geri döndün mü?'
Bağırdı:
'Kusura bakma ama patron, sen aptalsın! Nereye döneceksin yahu? Aç karılar bırakıyor mu seni? Bir ay sonra Kuban'da Nusa'yı buldum.'

Sevgili mola'cılar.. Bunu ara sıra yapıyorum, biliyorsunuz.. Okuduğum bir kitap ya da bir yazar.. hoşuma gitmişse, sizlele paylaşmak istiyorum.. Bu gün konu edilmiş olan kitap, Nikos Kazancakis'in ünlü kitabı, Zorba.... Yıllar önce Anthony Quinn'in başrolünde izlemiş olanlarınız da olabilir.. Girit'te geçen bir hikaye.. Girit adasında, sözde bir linyit ocağı işletmek üzere yola çıkan yazarın, daha tekneye binmeden, sabahın ayazında bir kıyı kahvesinde, henüz gün doğmamışken tanıştığı bir adam Zorba.. Ve bir şekilde birlikte gitmeye karar veriyorlar adaya, ve ocağı işletmeye.. İşte burada, Girit adasının bir kıyısında, günlük işlerden arda kalan zamanlarda dünya, kadın, hayat ve her türlü şeyi konuştukları bir sohbetler dizisi kitap...

Gözlerimi kapattım... Kendimi, ben de bildiğim sahillerde bir yerlerde, sakin, ıssız bir kumsalda, bir gece, yanan ateşin başında, kıyıları usulca okşayan şırıl şırıl dingin dalgaların müziğine bıraktım.. Ege.. beni çağırıyordu.. Zeytin ağacındaki cırcır böceği, ay ışığı altında sakin ve gamsız, türküsünü çalıyor, suda yakamozlar oynaşıyordu.....

aaltan@superonline.com

 Şair Kahveci : Filiz Kaya


KALBİNİZ KONUŞURSA

Başını yukarı kaldırıp kendisine bir yıldız seçti. Gökyüzünü kucaklamak istercesine kollarını açabildiği yere kadar açtı. Dokunabildiği en uç noktayı avuçlarının içinde topladı. Parmaklarını var gücüyle sıktı ve göğsünün üzerinde birleştirdi. Buradasın diye sevgiyle seslendi, usulca.. Bakışları, yumruk halindeki ellerine kaydı ve kalbinin yumruğu büyüklüğünde olduğunu farketti. Bir an kalbinin ellerinde attığını, göğüs kafesinde bir boşluk olduğunu hissetti. Şaşkınlıkla seyretti bu görüntüyü. Ruhu bedeninden dışarı çıkmış kendisini izliyordu adeta. Bedeni, içi boş bir buzdolabı gibi önünde dikiliyordu. Soğuk... Hareketsiz... Ve sessiz. Kalbini ağırlayan bir ev sahibi gibiydi. Görünmez bir iplik onları bir arada tutuyordu. Konuşmak istedi onunla. Sözlere gerek kalmaksızın kalbinden yanıt geldi. Aralarında psişik bir iletişim vardı. Dinlemeye koyuldu. Kalbinin fısıldayarak söylediği bir şarkıydı bu...

Gece karanlık yıldızlar parlaktı.
Kadının teni sıcak, yüreği çıplaktı.
Ay okşarken pürüzsüz tenini,
Ve sunarken med-cezirlerle kendini,
Kadın hiç bu denli varolmamıştı.
Ağlamamıştı...

Oturdu sokak lambasının altında. Gece ışıkları, ayı bir de sokak lambalarını severdi. Çaresizlik içindeki coşkun mücadeleyi, karanlıklar içinden başkaldırmış aydınlıkları, bir de çocukken okuduğu bir hikayeyi çagrıştırırdı bunlar ona. Evlerinde elektrik olmadığından sokak lambasının altında üşüyerek ders çalışan ve yıllar sonra çok iyi yerlere gelen birinin hikayesiydi. Ne zaman direncinin azaldığını hissetse bir sokak lambasını ziyaret ederdi. Soluklandı... Elindeki kalp düzenli bir ritimle atıyordu hala. Sordu ona... Neden kadın o kadar çok ağladı, aşktan mı diye..?. Kalbi dedi ki evet aşk lazım ama... Daha çok anlaşılamamaktır şikayet edilen... Kesme ve dinle...

Küçük bir çılgınsın
Özgür, serseri adımlarla yürüyen.
Bir savaşçı olarak kalacaksın.
Hayallerini yolda karşılayacak
Başkalarına sunacaksın.
Anlatacak, anlayacak ama
Anlaşılamayacaksın...

Anlaşılamadığına ağlamıştı kadın. Buna da ağlanır mı hiç diye itiraz etti. Hem kadınlar anlaşılmayacak kadar karışık mıydı? Bu erkeklerin yakıştırmasıydı galiba. Herkesi anlayan birileri vardır. Ama aşk farklıdır. Çok şey uygun düşer yada düşmez. Gözyaşları sadece ihanet ve kötülüklerle gelmez. Tarafları inciten nedenlerden biridir anlaşılamamak. Bu güne kadar kim tam anlaşılabildi ki bir başkasınca? Hatta kim kendini tam olarak tanıyabildi ve anlayabildi ki? Kadın artık ağlamasın dedi... Bunlar kaçınılmaz gerçekler... Kalbi seslendi. O geçmişte kaldı, artık ağlamıyor o sebeple. Güldüğü de ağladığı da oluyor evet... Yüreği neyi isterse onu yapıyor. Ama gözyaşları anlaşılmadığı için değil şimdi...Ne için öyleyse..? Yarım kalmışları, hayalleri için... Yaşadığına göre bunları gerçekleştirecek vakti hala var dedi kızgınlıkla. Yeter dedi kadın... Artık yerine dönme vaktin geldi. Belki bu yüzden seni görünmeyen bir yere, göğüs kafesine yerleştirdiler. Ağız, göz, kulak ortada. Seni ortalarda düşünemiyorum. Konuşunca dil gibi konuşmuyorsun. Bakınca göz gibi bakmıyorsun. Derin ve karışıksın.. O yüzden yoruyorsun. Gözlerini kapatıp içinden üçe kadar saydı. Açtığında her şey normale dönmüştü. Başını tekrar yukarı kaldırdı. Sokak lambasının ışıkları dairesel hareketlerle dans ediyor, hüzmeler halinde gözlerine vuruyordu. Ay her zamanki güzelliğiyle, kendinden emin ve şefkatli yüzüyle gülümsedi. Yıldızı sevgiyle, hınzırca göz kırptı yükseklerden. Duyulsa da duyulmasa da tüm sevenler adına buradasın diyerek yerinden kalktı. Lambanın altında yoluna devam edecek gücü toplamıştı. Üşümüştü... Yağmur da başlamıştı... Şimdi ısınma ve dinlenme vaktiydi. Evine yönelirken mutlu ve umutluydu...

Filiz Kaya
fkaya@linkbilgisayar.com.tr

 Delikanlı Yazar Kahveci : Hüsamettin Gezer


Bir uçak yolculuğu

Merhaba kardeşler,

Öncelikle şu hepimizi üzen uçak kazası nedeniyle hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet, yaralılara şifa, hepimize de geçmiş olsun derim. Bu uçak kazası olduğunda ben de bir uçak yolculuğum üzerine bir yazı yazmıştım ama ne yalan söyleyeyim kaza olunca gönderemedim, bu tesadüf bana garip geldiği için biraz bekledim.

Bizim hanımın İzmir'de yaşayan bir teyzesi var, kocası da emekli paşa. Yalnız öyle emekli deyip geçilecek bir adam değil, adam hala paşa ve senden, benden sağlam çakı gibi birisi. Yaklaşık 75 yaşlarında olmasına rağmen hala sabahın köründe kalkar, kendince spor yapar, jilet gibi giyinir sonra oturur yakın çevreye kumanda etmeye. Bizim enişte önce ev halkının günlük görev dağılımını yapar; hanım yemek pişirecek, oğlu okula gidecek, evdeki kuş 10:00-11:00 arası ötecek gibi tüm operasyonları planladıktan, üniversitede doktora yapan kazık kadar oğlunu "efendi gibi git gel, hır gür istemem haa" diye okula yolcu ettikten sonra oturur gazete okumaya. Tüm gazeteleri de sesli, sesli "deyuslar, sattılar memleketi, asıcan bunlardan üçünü, beşini" gibi kendine has yorumlarla okur, sonra da komşularına ve sokaktan geçenlere kumanda etmek için balkona çıkar. Gözünün değdiği herkes ondan talimat almadan geçemez, mesela komşusunu kapıdan çıkarken görür hemen bağırır "Tarık bey, uğur ola nereye böyle" . Tarık bey yılların komşusunu iyi tanıdığı için hemen tekmilini verir "postaneye gidiyorum paşam, mektup atacam da", enişte hemen talimatı verir "bugün pazar yerinde pazar kurulu, kalabalık olur oradan geçme, arka yoldan dolan" diye. Ardından eve gelen komşulara çocuklara nasıl davranılacağı, dolmanın veya kekin nasıl pişirileceği gibi konularda akıllar verdikten sonra ev kıyafetini çıkarır, fularlı , mularlı dışarlık kıyafetini giyer ve yakındaki kahveye gider. Orada da herkesin oyununa, içtiğine, yediğine karıştığı için fazla duramaz geri gelir ve öğlen uykusuna yatar. Bu kahve ve uyku saatlerinde de bizim teyze her türlü işini bitirir. Bütün günleri aşağı yukarı böyle geçer. Bizim paşa enişteyi herkes tanır, kötü bir insan olmadığını bildikleri için de bu tavırlarına ses çıkarmazlar.

İşte bu enişte sayesinde biz yıllar önce İzmir civarında bir yazlık sahibi olduk, bizi emrivaki döve, döve bir kooperatife soktu, iyi kötü bir yazlığımız oldu, ev pek matah değil ama deniz güzel, komşular iyi, biz de her yaz gitmeyi alışkanlık haline getirdik. Hanım, çocuklar okul kapanınca gider ben de işleri ayarlayabilirsem bir ay onlara takılırım. Her sene arabayla giderdik, bilahere anlatacağım araba yolculukları eziyet olmaya başlayınca bu sene paraya kıyıp uçakla gitmeye karar verdik. Karar verdik de her sene arabayla gitmeye alışmış hanıma gel de bunu anlat bakalım. O alışmış arabanın bagajına dökme mal gibi herşeyi tıkıştırmaya, bavul, çocuk arabası, lazımlık, şu bu yan yana tıkıştırır, bir de "lazım olur" diye her şeyi almaya kalkar, yani bize araba değil kamyon bile az gelir. Her sene bagaja o sokuşturur ben çıkarırım, sonuçta bagajda parmak girmeyecek yer kalmayınca sesi kesilir öyle bedeviler gibi döke, saça yola koyuluruz.

Bu sene ise günlerce uğraştıktan sonra zar, zor kapanan 4 bavul hazırladı ve yola çıktık. Bizim çocuklardan biri bizi havalimanına bıraktı, bilet, şu bu işlerini hallettik uçağa bindik. Yerimiz yan yana üç koltuk, Zafer atladı "ben pencere kenarına oturucam" diye hanım kucağında Ayşe koridor kenarına oturdu, ben de koca gövdemle ortadaki koltuğa kuran kursu talebesi gibi eller dizlerde sığıştım. Ben aslında uçaktan korkarım ama delikanlılığa halel gelmesin diye de belli etmem, o koca şey nasıl uçuyor bir türlü aklım ermez. Bizim Zafer ise uçak delisi, odasında uçaklarla ilgili onlarca kitap var, bilmediği yok. Zaten uçak kalkar kalkmaz başladı "baba bak iniş takımlarını kapattı, baba bak filapları açtı" diye konuşur durur. Ben ise sıkıntıdan zırvalıyorum "elleme oğlum açsın" diye. Öbür yanımda Ayşe ilk defa bindiği uçağın her tarafını sırayla işaret edip soruyor "nemiş bu" diye, ben de sabırla cevap veriyorum, "lamba kızım, düğme kızım, öndeki amcanın kel kafası kızım, elinin körü kızım" diye. Ulan deliricem valla, laf yetiştirmekten ağız tadıyla korkamıyorum bile.

Neyse çay, kahve servisi başladı, önümeki tepsiyi açmaya kalktım, göbeğim ve tepsi aynı mekana sığmadılar, yahu bu uçakları kimlere göre yaparlar, bizim gibi adamları da düşünün. Çaresiz tepsiyi kapattım, Ayşe'yi kucağıma aldım Necla'nın tepsisini açıp ortak kullanıcaz. Kuş kadar bir sandviç aldık, işte çay, kola meşrebimize göre bişeyler aldık, tıkış, tıkış yerde yedik, içtik. Bardaklar toplanırken baktım hanım kullanmadığımız peçete, kolonyalı mendil, plastik kaşık, kahve kreması gibi şeyleri toparlamış bana uzatıyor "Hüsam şunları cebine koysana" diye. "Napıcam ya ben bunları?" diye sordum, "cebinde dursun Hüsam belli mi olur, lazım olur" diye cevabımı aldım. Ben çok seyrek kahve içerim, ne işi var kahve kremasının cebimde diye düşünüyorum, hanım hala üsteliyor "sana lazım olmaz başkasına lazım olur, belli mi olur Hüsam". Şimdi gözünüzün önüne şöyle bir durum getirin, bir kaç kişi dağ başında bir yerlerde kahve bulmuş içiyoruz, birisi "bir de krema olsa" diyor, ben çerçi gibi cebimde taşıdığım kremayı herkesin şaşkın bakışları arasında zort diye çıkarıp veriyorum ve "lazımsa bende plastik kaşık, kolonyalı mendil ve peçete de var" diye ekliyorum, havam nasıl ama, iyi değil mi?. Belli mi olurmuş, Allah'ım sen bana sabır ver ya.

Böyle itişe, kakışa İzmir'i bulduk, Zafer'in de büyük desteğiyle pilot biz sağ salim indirdi, terminale geldik, bavulları bulduk, dışarı çıktık, teyze ve enişte bizi bekler. Eniştenin "hangi model uçakla geldiniz, salladı mı, ne yediniz, içtiniz " gibi soruların tümünü Zafer cevapladı, bindik arabalarına önce evlerine, sonra yazlığa doğru yola koyulduk. Herkes neşeli ama ben şimdiden tasalanmaya başladım, bunun bir de dönüşü var yaa.

Sağlıcakla kalın dostlar.

Hüsamettin Gezer
husam@polygon.com.tr

 Misafir Kahveci : Mehmet Salim


YAŞANASI BİR HİKAYE

Aşk kapımızı çaldığında, çalınan kapı her zaman iki taraflı olmayıp, sadece bizim ki olabiliyor. İşte aşkta acı ve ızdırapta o zaman başlıyor.

Geçmiş zamanlardan bir zaman bir kız var. Çalıvermiş kapımı ansızın. Sorgu yok sual yok. Çırpınmalar farka varılmak için ümitsizce. Yakınlaşmalar, çekincence sokulmalar. En azından benim açımdan bir arada olmak için fırsat yaratma çalışmaları. Bir araya gelindiğinde bitmesini istemediğim, suskun ama mutlu geçen saatler dakikalar. Bir şeyler başlamış, söze dökülmemiş. Hani Nahit Ulvi AKGÜN'ün Birisi şiirinde dediği gibi;

Bir şey var aramızda
Senin bakışından belli
Benim yanan yüzümden
Dalıveriyoruz arada bir
İkimiz de doğru şeyi düşünüyoruz belki
Gülüşerek başlıyoruz söze
Bir şey var aramızda
Onu buldukça kaybediyoruz isteyerek
Fakat ne kadar saklasak nafile
Bir şey var aramızda
Senin gözlerinde ışıldıyor
Benim dilimin ucunda

Ama rüya bozulmasın diye, tam karşılık görememenin yarattığı tedirginlikle açılamama. Acaba yanlış mı anladım! ya açılırda karşılık bulamazsam! ya benden uzaklaşırsa! Bu riski göze alabilir miyim! Onsuz geçecek saatler nasıl geçer. En azından elimde arkadaşlığımız var bu büyü ya bozulursa!

Derken vatani görev 18 aylık ayrılık. Düşünmeye fırsat bulduğum vakitlerde o, yemek yediğim tasımda o, gece rüyamda gene o. Sesini duyabilmek için çırpınmalarım. Herkesten önce telefon sırasında önceliğim o. Gönderdiğim postalarda ilk yazdığım o. Kulağım ismimin bağırılmasında telefonun var denmesinde. Sesini duyabilme ümidiyle telefona son sürat koşmalar hayal kırıklığı. Mektuplar dağılması gelen postalara açmadan süratle gönderici bölümüne bakmalar onun olmayan isimler.

Gözümü açtım günlerden onun doğum günü. Nasıl bir sürpriz yapmalıyım ona. Onu nasıl şaşırtmalıyım! O imkansızlıklar içinde ne yapabilirim. Bölük yazıcısına yalvarmalarım, yakarmalarım sonucu izni koparıp bilgisayarın başına geçtim. Onu gülümsetebileceğine inandığım ve yalnız olmadığını hissettireceğim bir yazı hazırladım. Allah yardım etti. Parası biten askerlerin para çekmesi için ilçe merkezine kaldırılan araçlara "param geldi" diye yalan söyleyip atladığım gibi doğru çarşıya indim. Ve kaşla göz arasında nöbetçi devrelerimin göz yummasıyla, araç komutanından gizli, banka yerine postaneye sıvıştım. Posta memuruna hazırladığım kağıdı uzattım. Memur faks çekebilmem için bir nüshasını dosyaya kaldırmaları gerektiğini iki nüsha getirmem gerektiğini söyledi. Yılmadım çünkü o faksı ne olursa olsun gönderecektim. Bulunduğum yer olağanüstü hal bölgesi olsa bile. Çarşının bizim gitmemize yasak olan bölgeleri de dahil olmak üzere fotokopi çektirebileceğim yer aradım ve buldum. Hemen postaneye koştum memura kağıtları uzatıp, numarayı söyledim. Telefon çalıp da onun sesini duyunca dünyalar benim oldu. Memur faks sinyali istedi ve faksım gitti. Sevincimden yere göğe sığamaz oldum. Araca koştum komutan başka yerden geldiğimi gördü. Azarlar, küfürler, dönüce başıma geleceklerin tehdidi ve ardından gelen 3 ay çarşı yasağı hiç biri umurumda değildi. Faksımı göndermiştim. Hey hayat sen ne kadar da güzelsin. Ne kadar güzel şey seni yaşamak, sevmek.

Oda mutlu olmuş. Hatta ağlamış. Öyle söylüyordu yaptığımız ilk telefon görüşmesinde. Hatta yazımı okuduktan sonra bana telefon açmak bile istemiş. Umurumda değildi neden bana hiç yazmadığı, hiç aramadığı ondan iki ay sonra olan doğum günümü kutlamadığı. Ben onu karşılık bekleyerek sevmiyordum ki onu o olduğu için seviyordum. Ben ona "Seni Seviyorum çünkü sana ihtiyacım var" demiyordum ki. Ben ona "Sana ihtiyacım var. Çünkü Seni seviyorum" diyordum. İzin dönüşü nasılda ayrılırken bana sarılmıştı. Nasıl ağlayarak ayrılmıştık. İçim lime lime olmuş ama buna rağmen sarılıp ağlayarak ayrıldığımız için içim buruk bir tatla dolmuştu. Varsın o beni sevmesin ne çıkardı ki.

Çok şey çıkıyormuş. Gün geliyor tek yanlı sevgiler insanı yoruyor, yıpratıyormuş. Hani bir şarkıda, yanlış hatırlamıyorsam diyor ya "Ben dumanının altın yana yana kül oldum. Sen kibritin hiç yanmayan ucunda birinin hayatından geçmiş oldun"

Askerlik bitti ben elimde umutlarımla döndüm. Her şey sürümceme de devam ediyor. Yeterli karşılık göremediğim için İçimde tereddütlerim artı. Bana benim ona yaklaştığım gibi yaklaşmıyordu. "Sinemaya gideli mi?" Diye soruyorum "Hangi film oynuyor" diye soruyor. "Hangi film oynarsa oynasın. Ben yanında olacağım ya" tabi ki demiyorum. Çünkü onu hiçbir şekilde üzmek istemiyorum. Tabi elimde bir tek arkadaşlığı var, ondan da olmak istemiyorum.

Yeni arkadaşlar katıldı hayatımıza. Derken günlerden bir gün, oturduğumuz kafeye onun çok samimi bir kız arkadaşının arkadaşı geldi. Bir süre sonra topluca kalktık. Geç olmuştu evlerimize gidecektik. Sonradan gelen arkadaşı tanıştıran arkadaşımız ısrarla, onun arabasıyla gitmesi için durmadan ısrar ediyordu. Bir boşluk anında bana gizlice "onunla gitmek istemiyorum" dedi. Bende "Gitmek istemiyorsan gitmezsin. Her zaman olduğu gibi seni ben bırakırım." Ve diğer arkadaşlara dönerek "Haydi iyi akşamlar biz gidiyoruz." Arkadaşımız "Ben geç kaldım. Bir an önce eve gitmem gerekiyor. Beni sen götür, onlar birlikte gitsinler. Hem zaten aynı yerde oturuyorlar." Bende "Benim içi fark etmez, önce seni bırakır. Sonrada onu bırakırım." Diyerek, arabama bindim. Bir süre sonra arabama sadece diğer arkadaş bindi, oda diğeriyle onun arabasına yöneldi. İçim burkuldu ama bir şey belli etmemeye çalıştım. Arabayı çalıştırdım, gaza bastım ve yola koyulduk. Arkadaşa "Niye onunla gitti. Hani ben bırakacaktım" dedim. Ama demez olaydım. "Ya bu çocuk onu beğenmiş, yakınlaşmaya çalışıyor. Bizimkinin de gönlü var ama onun yeni boşanmış biri olması sebebiyle çekiniyor." Sustum kaldım, boğazıma bir şeyler takıldı yutkunamadım. Gözlerim nemlendi ağlayamadım. Serde erkeklikten çok gurur var. Çaresiz kaldım. Ertesi gün tekrar buluştuk tatsızdım suskun geçen saatlerden sonra ayrılık saati geldiğinde "İyi akşamlar arkadaşlar. Ben kaçıyorum" diyerek kalktım. Arkamdan onun sesi "Beni bırakmayacak mısın." "benimle gelmek istiyorsan hadi kalk." bu sefer beraber dönüyorduk. Ama nerden bilirdim ki...

Yolda uzun bir süre konuşmadık. Bir süre sonra bana "Dün akşam için bana kızdın mı?" dedi. "Kızacak ne var? Herkes istediğini tercih etmekte özgür. Ben senin tercihlerine saygı duyarım." "Bilmiyorum, o çocuk bana ilgi gösteriyor. Ama ben kararsızım. Çünkü evlenip ayrılmış birisi." Bende çaresizlik, birazda kıskançlıkla "Çok iyi düşünmek lazım. Neden kısa sürede ayrılmış. Sorun acaba beraberliğinde mi, yoksa kişiliğinde mi. Çok iyi düşünmen lazım" "Ben de o yüzden karasızım" Kısa süreli bir şoka girdim. "Eğer insan seviyorsa her şeyi göze alır, Eğer sende onu istiyorsan..." bunun üzerine oda bana "Sana benimde sevdiğimi kim söyledi" "kim olabilir" cevabım üzerine yine bir sessizlik. Düşünceler içindeydi, sanki kendi içinde çatışıyordu. Sessizliği gene o bozdu. "Sen bana bir şeyler söylemek istermisin... Konuşsana hep susacak mısın." "Ne söylememi istiyorsun. Başkasına ilgi duyuyorum, sen ne diyorsun diye soruyorsun. Ne diyebilirim ki. Konuşacak ne bıraktın. Gidiyorum diyorsun, Güle güleden başka ne diyebilirim."

İçimden ona, bana yaşattığı her şey için teşekkür ettim. Yaşamam gerekiyormuş yaşadım. Onunla yaşadığım hiçbir şeyden pişman olmadım. Onu onsuzda sevmek güzeldi. Ve hala güzelliğini koruyor.

İşte bu hikayede böyle bitti. Ama sadece birince bölümü sonrası da var. Kim bilir belki bir gün onu da yazarım.

Mehmet Salim
mehmet_dede@hotmail.com

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Petrol mü demiştiniz? Buyrun Arap Dünyasına!

Bir yandan ekstradan, yani benden bu konuda her hangibir şey istenmeden yaptığım bu çalışmalara pek değer verilmeyişine bizzat tanık olmam, diğer yandan da iş arkadaşlarımın tayin ve atamalarda işe değil torpile, yani yukarlarda birilerinin sağlayacağı himayeye bağlı olduğu konusunda somut örneklere dayanan sözlerini artık tamamen inandırıcı bulmaya başlamam nedeniyle Enerji Projelerine dayanan yeni bankacılık önerilerimin beni Paris'e götüreceği ümidini yavaş yavaş kaybettim.

.....

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_53.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.033 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


Yanlış Sahne

Sana zaafımı
Görmeni istemiyorum.

İstediğini biliyorum!
Fakat...
İstediğin olamıyorum!

Ben,
Sadece...
İstediğini oynuyorum,
Benden artan ,
Sana kalan vakitlerde.

Senaryonda belki bir prensi
Oynuyorum sana karşı.
Fakat...

Kendi elimdekilerde yazan ise,
Beklentisiz aşklarının inkikamını,
Yanlış bir insandan çıkartmaya çalışan,
Patavatsız, astigmatlı bir serseri.

Acaba aynı şey benimde mi başıma geldi...
Sevdilerde söylemediler,
Söylediklerinde de sadece,
"Sen çok iyisin fakat...
...........................dediler.

Gökhan Akgül

 Biraz Gülümseyin


Dişçi

Dişçi randevusunde sıranın bana gelmesini beklerken, Dr.'un duvarda asılı diplomadaki ismi birden 40 yıl önce benimle aynı sınıfta okuyan, bir ara benimle çıkan, uzun boylu yakışıklı delikanlıyı çağrıştırdı... Onu görünce böyle düşünmekten vazgeçtim... Bu saçları dökülmüş, yüzünde derin çizgiler olan, gri saçlı adam benim sınıf arkadaşım hatta çıktığım delikanlı olamazdı... Muayenem bitince kolejde okuyup okumadığını sordum :

" Evet ! " dedi..
- Ne zaman mezun oldunuz ?
" 1944'te..."
- Aaaa ! Benim sınıfımdaydınız... dedim.
" Öyle mi ?.." dedi, " Hangi dersin öğretmeniydiniz ? "

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://web.tiscali.it/ladiesweapons/weapons.html
Olmaz olmaz demeyin bayanlar için imal edilmiş özel silahlar da var bu dünyada. rneğin pempe renkli bir el bombası veya leopar desenli bir uzun menzilli tüfek... neden olmasın. Eminim yakında bu işin de modası ortaya çıkar.

http://www.sozlukler.com/ceviri_metin.asp
İngilizce metni copy, paste yoluyla veya yazarak gerekli alana giriyorsunuz ve gönder tuşunu tıklıyorsunuz. Metninizdeki ilk yüz kelimenin çevirisi hemen yapılıyor. Çeviri için yardımcı kaynak.

http://www.odevim.com/yeni/
Tembelim ama sorumsuz değilim sloganıyla yola çıkan bu arkadaşlar, ilginç bir çalışma grubu oluşturmuşlar. Öğrenciyseniz ödevlerinizi belli bir ücret karşılığı yaptırabiliyorsunuz. Eğer ödev yapabiliyor ve bundan para kazanmak istiyorsanız, ödev yardımcısı olarak kaydınızı yaptırabilirsiniz.

http://www.popcap.com/gamepopup.php?theGame=candytrain
Buyrun size şirin mi şirin pempe renkli bir oyun, şeker treni. Mouse yardımıyla rayların güzergahını belirliyorsunuz ve böylece şeker treniniz yoldan çıkmadan size şeker puancıklar kazandırıyor. Çok şeker değilmi :)))

 Damak tadınıza uygun kahveler


Visual Marks v1.2 [549k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=104795
Sık kullanılanlar listeleriniz için görsel bir uygulama. Tarayıcının üzerine bir bar olarak yapıştırıp sık ulaştığınız siteleri listeleyebiliyorsunuz. Linkleri kontrol etme, html sayfası olarak oluşturma gibi özellikleri var. İnternette fazlaca dolaşanlar için güzel bir araç.
http://kmarsiv.com/sayilar/20030121.asp
ISSN: 1303-8923
21 Ocak 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com