KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


Posta Kartı olarak yollamak için tıklayınız.
Lütfen bekleyin! Var gücümle ulaşmaya çalışıyorum...

Kahveci Soruyor?



Xasiork Dergi
ANLAMSIZ SAVAŞA HAYIR !
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Yıl: 1 Sayı: 216

 10 Mart 2003 - Müzmin muhalife hayırlı işler!?


İyi haftalar hepinize,

Yürekleri hop oturtup hop kaldıran bir haftasonunun ardından, gümbür gümbür patlamaya hazır bir haftaya girdik. Cumartesi Dünya Kadınlar günü ve yılın derbisi, Pazar Siirt komedisi derken geçiverdi haftasonu. Kadınlar gününün anlam ve önemini ben gibi ademin söylemesi abesle iştigal olur herhalde. Ben bu gün kavramını çıkaranların hep kadınlar olduğuna inananlardanım. Zaten her özel gün sizin değil mi? Takvimlere yazılı bir gününüz yoksa onu da altın günü, dolar günü diye gene kendinize yontan sizler değil misiniz? Şaka şaka 365 gün size helal olsun. Siz olmasanız biz n'apardık, aman haa...

Cumartesinin diğer olayında galip gelen Cimbom oldu. Kendilerini kutluyorum. Görüldü ki, yönetimi de, teknik ekibi de, oyuncusu da bu Fenere bir numara küçük geliyor. Bu garabetlik içinde de olan vefalı, sevdalı kanarya tutkunlarına oluyor. Offf ki ne of...

Ya tekmili birden üç perde Siirt komedisine ne demeli? Helal olsun %84'le tulum çıkaran Tayyip Başbakan'a. Ona diyecek tek lafım yok, zaten kılavuzu belli görünürdeki köydü, benim diyesim demokrasi havarisi Baykal Başkan'a. Oturduğu yerden dudak bükmelerle, kıytırık konuşmalarla geçiştirdiği, lütfedip bir kere bile gitmediği Siirt hezimeti sonrası ne diyecek merak ediyorum. Bir kere daha anlaşıldı ki bu adamcağızın iktidar olmak gibi bir niyeti yok. O müzmin muhalefet hallerinden mutlu yaşayıp gitmeyi seçmiş, emekliliğin zevki sefasını sürmeye başlamış bile. Ne diyeyim hayırlı işler...

Bugün gene birbirinden güzel yazılarımız var. Yazılardan biri de Sevgili Feride Masal'dan. Kendisine hoşgeldin diyor, güzel yazılarının devamını sizler adına diliyorum. Kahve Molasının dağarcığında 644. yazıya ulaştık. Bunları eski diye anıp bir kenara atmayı hiç içime sindiremiyorum doğrusu. Hani diyorum, birinci yılımızı kutlarken biz de birer Kahve Molası Oskarı yada Fincanı dağıtsak mı? En iyi yazı, en iyi yazar, yılın çıkış yapan kahvecisi,vs. Dalları nasılsa birlikte saptarız. Belki ödül bile veririz, ne dersiniz? Bu konuyu etraflıca bir düşünelim bakalım. Hepinize gönlünüze göre bir hafta diliyorum.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Kahveci Köyün Kavalcısı : Feride Masal


Bunalım Billur'un Bir Akşamı

Allahım ne demek istedi? İki aydır haftada en az dört gece çıkıyoruz. Gün içinde beni devamlı arıyor, hep neşeli. Yemeğe gittiğimizde ikimiz de sıkılmıyoruz, vaktin nasıl geçtiğini anlamıyoruz. İlk günden beri etkisinden kurutulamıyorum. Nasıl kurtulayım; bir erkekten bu kadar sıcak ilgiyi ilk kez görüyorum. Ayaklarım yerden kesiliyor, onu görmek için sabah kalkar kalkmaz akşam olsun istiyorum. Acaba aşk dedikleri bu mu derken, dün akşam...

Dün akşam yemekte benimle birlikte olduğundan beri çok mutlu olduğunu, daha önce başka kız arkadaşlarıyla bunu hiç hissetmediğini söyledi. Benim gibi akşamları iple çekiyormuş. Karşılıklı ne kadar iyi anlaştığımızı, iyi vakit geçirdiğimizi konuştuk. Ve dün gece ilk kez beni öptü. Ama seni seviyorum demedi. Bu ne demek şimdi. Bütün aşklar seni seviyorumla başlamaz mı? Bu acaba birlikte iyiyiz ama daha fazlasını bekleme demek mi? Yani evliliği aklına getirme mi demek istiyor? Ben evlilikten hiç sözetmedim ki... Aslında evlensek ne kadar mutlu oluruz...

Allahım çıldıracağım, beni seviyor mu anlamadım. Biriyle konuşmam gerek. Kiminle? Aysel'i arasam, yok yok olmaz şimdi bana annelik taslar, bütün keyfimi kaçırır. Elif hiç olmaz; Adnan'dan yeni ayrıldı, morali bozuk, kıskanır gözü kalır falan, aman aman...

Ben yine Hasan'ı arayayım. Böyle durumlarda bir erkekle konuşmak en iyisi. Hem heyecanımı yatıştırır, hem de ortalıkta konuşmaz. Zaten duyulursa yandım. Kızlar canıma okur söylemedim diye. Aman canım zaten şunun şurasında bir aydır çıkıyoruz.

Bence Hasan'a tam anlatamadım. Güzel bir akşamdan sonra beni öpmesi çok arkadaşça olabilirmiş. Hemen aşk beklememeliymişim. Sadece iyi vakit geçiriyormuşuz, bunun keyfini çıkarmalıymışım. Aşk için daha çok erkenmiş... Hasan ne anlar, zaten onu aramam hataydı. Bir de nasihat veriyor, işte pek dağınıkmışım, aklımı başıma toplamam gerekiyormuş. İşi hatırlatmasa olmaz. Kendi müdür ya, elemanına akıl vermek zorunda hissediyor galiba. Kendini beğenmiş.

Hiii! Yarın iş görüşmem var, aman tanrım tamamen unutmuştum. iyi ki de aklıma geldi. Yoksa sabahki randevuyu kaçıracaktım. Eyvah şirkete haber vermedim. Hasan'a bir şey uydurmam gerek. Keşke onunla konuşmasaydım. Şimdi aklım karışık diye kendimi toplayamadığımı düşünecek.

İş görüşmesi için kendimi hazırlamalıyım. Bu defa çok kendinden emin, işini iyi bilir iizlenimini uyandırmalıyım. Yoksa bu şirketten emekli olacağım sonunda. Tanrım, herkes ne güzel işler yapıp iyi paralar kazanıyor. Ben burada sürünüyorum. Tam altı yıl oldu. Maaş üç kuruş, hala aynı pozisyondayım. Ayşe benden daha mı akıllı sanki? Ama kendine güveniyor, bilmediği bir konuda bile konuşabiliyor, kekelemiyor, yüzü kızarmıyor. Nasıl yapıyor acaba, sorsam güler mi, herkese anlatır mı?

Hah hah ha. Aklıma Hülya Hanım geldi. Benden neredeyse onbeş yaş büyük. Bugün yarın emekli olacak. İki çocukla geçim sıkıntısı da çekiyor. Moralinin çok bozuk olduğu bir gün kocası aramış, aç Hürriyet'in ekini demiş. Bak ikinci sayfadaki adamın resmine, hikayesini oku demiş. Resimdeki adam, çocukken geçirdiği bir kazada iki bacağını da kaybetmiş, ama nasıl bir yaşama arzusuna sahipse; yapmadığı spor, girmediği iş kalmamış. Resimde koltuğun üzerinde gayet kendinden emin gülümsüyor. Kocası Hülya Hanım'a öyle bir moral vermiş ki, bir anda dünyanın en mutlu kadını oldu. Onun bacakları var ya mutluluk sebebi bu. Allahım bu aptal kadına bunun mutluluk değil, olsa olsa mutsuzluk vereceğini söylemem lazım. Senin iki bacağın varken tıkılmışsın bu şirkete, geçim derdi bir yandan, ev sahibi olabilme çabaların öte yandan kıvranıyorsun. Bacakları olmayan adam neler neler yaparken, iki bacaklı kadın sen ne yaptın? Bunu okuyup nasıl mutlu olabilirsin. Ama sustum, bir şey söyleyemedim. Her zamanki ezikliğim. Aman onun kalbini kırma, bunu incitme.

Geç oldu yatayım artık. Yarınki iş görüşmesinde söyleyeceklerimi uyumadan önce tekrar edeyim. Başım yastıktayken yaptığım tekrarlar çok iyi aklıma giriyor. İyi geceler aşkııım. Ay biraz kilo almalıyım. İyice sıska oldum artık. Şu göğüslere bak, dümdüz. Millet rejimlerden rejim seçiyor kilo vereceğim diye, ben bir iki kilo ekleyemiyorum. Neyse bunu yarın düşünürüm. Bu gecenin konusu iş görüşmesi. Görüşmeden sonra tek konum olacak. Yalnız onu düşüneceğim. Acaba yarın akşam yine öpecek mi, seni seviyorum diyecek mi, anneme anlatmak için erken mi, Aysel geç söyledim diye çok kızacak mı, O da yatmış mıdır, ya başka birisiyle dışardaysa???

Feride Masal

Mehtap Akdeniz

 Ters Köşe : Mehtap Akdeniz


   Depresyona yardımcı bayan aranıyor

Geçen gün bir arkadaşım aradı 'Depresyondayım' şeklinde... Kendince bir sürü nedeni vardı depresyona girmek için... Sebeplerini saydı da saydı bir saat... Öylece dinledim, iyice döksün içini diye... Ve fakat, sonunda dayanamadım:

- Kızım bu saydığın nedenlerin neredeyse tamamı benim için de söz konusu, görünürde ve teoride hiç eksiğim yok senden bilesin.

- Sahi hakikaten sen niye girmiyorsun depresyona?

- Benim depresyona girecek mecalim yok da ondan. Gazeteye ilan vereceğim, 'Depresyona yardımcı bayan aranıyor' şeklinde..

- Dalga geçme yaaa..

- Ciddiyim yaaa...Sabahın köründe kalk, servise kızı yetiştir, oğlana yumurta pişir, maillere bak, nette selamlaş, hal hatır sor vedalaş, akşamdan kalmaları topla, bulaşık makinasını boşalt, doldur, kahvaltıyı hazırla, günü planla, sofrayı topla, üç öğün yemek yap, üç öğün sofra kur kaldır, arada çay kahve, kek, irmik helvası, kemalpaşa talısını araya mutlaka sıkıştır, çamaşır as, kuruyanları topla, katla, şartsa ütüle değilse dolaba tık, yerleri sil, tozları al, lavabo temizle, küvet ovala, alışveriş, okul toplantısına yetiş... Eh mecalin ve de vaktin kalırsa depresyona girmemezlik etme. Depresyon işi vakit, nakit ve de erkekli işi güzelim.

- Saçmalama yaaa.. Otur bir koltuğa söyle düşün iki saat bak nasıl girersin...

- Onu da yapıyorum arada... Karalı bir şekilde oturuyorum bir koltuğa tam depresyona gireceğim düdüklünün düdüğü ötüyor..

- Offf yaaa... Dalga geçme...

- Kızım düdüklü ötmese, oğlan monopoli kutusunu koltuğuna kıstırmış karşıma dikiliyor. Ya futbol oynayacaksın ya da emlak işi yapacaksın... Beşiktaş'ı aldım, Şişli'yi sattım, ben sana on gol attım derken bakıyorum akşam olmuş. Zırrrrr.. Kız geliyor, offuyor puffluyor, çanta bir tarafa, ayakkabı bir tarafa fırlıyor, okulda aşk işleri Brezilya dizilerini aratır, benim bile aklım basmaz olmuş. Odur, budur, unutur şeklinde bir geyik fırtınası, aşk tatlıya bağlanıyor, sofra kuruluyor, kaldırılıyor, bağrış çığrış evde top tüfek bebek ne varsa ortalığa saçılıyor, derken veletler sızıyor.

- Otur bir koltuğa depreş işte, sinir etme adamı.

- Mümkün değil, yorgunluktan oturur oturmaz uykum geliyor. Ya da radyoyu açıyorum kafam dinlensin diye, bir bakıyorum müziğin neşesine kaptırıp gitmişim kendimi, pür neşe gün bitiyor... Sen de müzik dinlesene. Müziğin sesini sonuna kadar aç kendi sesini duyamazsın o zaman.

- Tüm şarkılar beni ağlatır oldu... Şarkı sözlerini üstüme alınıp, sabaha kadar ağlıyorum...

- Hadi yaa ne güzel demek hala duyguların sapasağlam... Geçen gün gecenin yarısı radyoda romantik bir müzik, gökte ay... Tek başıma evde yalnızım, oturup duygulanacağıma bizim Ayşe'ye mesaj çektim.

- Ne dedin?

- 'Gökte dolunay, radyoda aşk müziği, kimi düşüneyim bilinemedim, aklıma bir tek sen geliyon, napıyon?' diye... Gülmekten kasıklarımız ağrıdı.

- Herşeyi komikliğe vuruyorsun, ben yapamıyorum işte bunu...

- Gecelerin sessizliğinde romantizm suretiyle depreşmeye de mecalim yok anlayacağın.

- Ben de dün geceden beri koltukta yatıp, zırlıyorum...

- Hemen tüm yardımcılarını gönder... Bütün işi sen yap... Yor kendini kızım yor... Bak bakalım depreşecek mecalin kalıyor mu?

- Bir sevgili istiyorum artık galiba.

- Boşluğa düşen, adam peşine düşüyor galiba.... Kızım ne sevgilisi yaaa.. Vallahi gün boyu yaşanan yorgunluğun üstüne sevgilim yok diye değil üzülmek, sevinçten göbek atası geliyor insanın... Benim önerimi ciddiye al sen her derde dava valla... Beynini değil, bedenini yoracaksın. Bu kadar basit!

Tüm depresyona girenlere şiddetle tavsiye ederim. Evi oyuncakla doldurun, yerlerde süperman, barbie bebek ayakkabıları, bol kalem silgi, pokemon kartları falan olsun... Adım atacak yer kalmayana kadar bulduğunuz tüm küçük askerleri güzelce yere yayın. Banyo havlusuna sürekli makyaj denemeleri yapan kızınızın dudak boyasını özenle bulaştırın. Ufak ufak kağıtlara ergenlik bunalımını yansıtan aşk notları yazıp oraya buraya tıkıştırın. Çalan telefonlara koşarken mutlaka ayağınıza bir iki peluş oyuncak takılmalı. Çocuklarınız varsa, evde yemek yapma denemelerine hiç ses çıkarmayın... Tek temiz kap kacak kalmayana kadar yeni mamalar denesin yavrucaklar. Sonra banyo mutfak, yatak odaları her yeri derleyin toplayın, yıkanacakları yıkayın.. Bin - binbeşyüz kere falan eğilin kalkın.

Depresyona girecek mecali, sevgili düşünecek hali kalan olursa kesin sizdeki depresyon genetiktir azizim...

mehtap_akdeniz@yahoo.com

 Aklımda Gezintiler : Mehmet Emin Arı


Yazının büyüsü

Ayakkabı cilasıyla kapağını iyice kaygan hale getirdikleri Teksas, Tommiks ciltlerinin üstüne o zamanlar değerli olan madeni paraları attıran -para kitabın üstünde durursa kitap sizin olurdu, yere düşerse kaybetmiş sayılırdınız- kötü çocuklardan kumar oynamadan aldığım Mandrake, Teksas, Tommiks gibi çizgi romanları iyi mal bulmuş esrarkeş mutluluğuyla eve koşarak götürürdüm. Okuma zevkine eşlik eden demli çayı bile, sabırsızlıkla kaynattığım suyun içine kaşıkla koyarak bir çay tiryakisi için uyduruk sayılabilecek bir şekilde yapardım.

Ve sonra o kutsal an gelirdi. Çayımdan bir yudum alıp Vatansever Teksas, utangaç Tommiks ya da becerikli Mandrake'nin ilk sayfasını açar açmaz, bir gelgit anında denizin suların kıyıdan yavaşça çekilmesi gibi ruhumda dış dünyadan çekilir, kendi içindeki saklı dünyalara kitabın açtığı kapılardan geçerek büyük bir mutluluk içinde girerdi. Gerçek mutluluğun en kesin kanıtı olan zamansızlık hissi üstüme çoküp kitaba gömüldüğümde ben, ben olmaktan çıkar kitapta resmedilen kırmızı urbalılara karşı mücadele eden vatansever bir Amerikan özgürlük savaşçısı ya da tek uçakla beş Yunan uçağını vurabilen yiğit Türk pilotu Yüzbaşı Volkan olurdum (acaba Paşa oldu mu? yoksa hala maceradan maceraya mı koşuyor?). Çok okumamı ileride büyük adam olacağıma yoran konu komşu, eş, dost ve akraba kesinlikle yanılıyordu. Ben, ne olacağı belirsiz bulanık bir gelecek için değil, sadece okumak için okuyordum. Yaşımı aşan bir bilinçle değil, yazılı olanların bana açtığı dünyanın büyüsüne, renklerine kapılarak okuyordum. Hayat ansiklopedisinin siyah ciltli altı sayısındaki atom hakkındaki bilimsel gerçekleri de, babamın gençliğinde biriktirdiği Tarih mecmuasındaki Kuyucu Murat Paşa'nın dehşet veren öyküsündeki kanlı sahneleri de aynı ciddiyetle okuyordum.

Bir sürü kitabı okuduktan sonra vardığım basit bir gerçeğin zorlamasıyla okuduğumun farkındaydım. İki dünya vardı: biri dışarıda, sokakta ve insanlar arasında akıp giden gerçek hayat, diğeri ise kafamın içindeki bir bahçeyi andıran dünya. Akıl bahçem dedim ikinci dünyaya. Gerçek dünya sinemaya gidebildiğim cumartesileri, Yalova tatilleri ve radyo tiyatroları dışında genellikle sıkıcı ve hatta bunaltıcıydı -ki hala öyle. İnsanlar daha da sıkıcıydı. Büyüdükçe insanların sıkıcılığı daha da bir hissedilir olmuştu. Bir örnek evlerde oturup, bir örnek arabalara binip, bir örnek işyerlerinde benzer ve aynı işleri yapan insanların farklılık ve özgünlük iddiaları beni her zaman gülümsetmiştir. Sonuçta herkesin yüksek sesle ifade etmese bile bildiği bir gerçek vardır: herkes sıradandır, herkesin yeri doldurulabilir ve hatta bazen küçümsemeyle baktığım bu insanlar edebiyatın büyüsüyle farklı, anlaşılır, sevilir ve hatta ilginç hale geliyordu. Her türlü aleme girip çıktığını övünerek anlatan bıçkın taksi şoförü, veresiye defterini kutsal bir emanet gibi özenle saklayan şaşı bakkal, çocukken çok gıcık ve tahammül edilmez yaratıklar olarak gördüğümüz kızlar ya da ülkeyi kurtarmayı kendine görev edinmiş emekliler de aslında eni konu sıkıcıydı. Ama nedense günlük yaşamda dikkat bile etmediğim bu ayrıntı ve insan mozaiği bir romanda ya da öyküde güzel bir kristal aynadan yansımış görüntüler gibi farklı ve ilgi çekici olabiliyorlardı. Aynı şekilde "Blue moon" yada "Beauty Center" gibi yabancı isimler alan güzellik merkezlerindeki "manikür, pedikür ve ağda yapılır" ilanlarının arkasına gizlenmiş "onlar gibi olma" isteğine de aynı sevecen ifadeyle bakıyordum.

Zaman ilerledikçe kitap kurtluğum kronik bir hal aldı. Yaşamın ve insanın anlaşılabilir olduğu inancına utanmadan sahip olan modern psikolog ve psikiyatr topluluğun Fehime Halamın anlayamayacağı şekilde nevrotizm, yabancılaşma ve anksiyete diye adlandırdıkları o mutsuz içsel kafa sesim, bir romanın sayfalarında kaybolduğum o mutlu anlarda susar, yerini kitabın anlatıcısının o sakin ve güvenli sesine bırakırdı.

Her yazara açmış olduğum beş sayfalık krediyi başarıyla kullanıp beni yakalayan yazara her tür hoş görüyü gösteririm. Hele yazının içinde saklı sürprizler, dolambaçlı kelime oyunları ve şaşırtıcı bilgiler varsa yazara olan sevgim daha da artar. Uzun cümlelerle beni serseme çevirmesine ya da sakladığı bir gerçeği katili bulurken ortaya çıkarmasına ses etmem. Sanki bir gönül borcum varmış gibi hazırladığı her tür tuzağa gönüllü olarak ve büyük bir hevesle düşerim ve bundan da gocunmam. Hercules Poirot insanı sinirlendirecek bir ukalalıkla maktule ölmeden önce gelen bir mektubu salondakilere gösterdiğinde, "bu mektup da nereden çıktı bizim, niye haberimiz yok" dibi okuyucu ukalalıkları yapmadım hiç. Bu karşılıklı danışıklı dövüşün kimseye bir zararı yoktu ki. Tıpkı tiyatronun bir oyun olduğunu bile, bile oyundan zevk almak gibi bir şeydi.

Bütün bunların ötesinde kül yutmaz hafiyeli romanda, neden geri kaldığımızı yanı yakıla anlatan bir bilimsel kitabı ya da Şehrazatın ağzından dinlediğim bir masalı okurken nadiren garip bir şey olur. Marmaris 'e giden yolun büyük ağaçlarla kaplı düz kısmında, tatile gitme heyecanıyla dışarı bakarken gün ışığı aniden belirip sonra aynı hızla oyun oynayan bir çocuğun sevimliliğiyle birdenbire bir ağacın dalları arasında kaybolmasına benzer bir his aniden beni yoklar. Tüm mutsuz ve kalbi kırıkların coşkulu bir koro halinde bir türlü bulamadıklarını söyledikleri "Yaşamın anlamı" bana şöyle bir değer... Saniyelerin bile uzun sayılabileceği bu nadir bilgelik anlarında yaşama dair kelimeleri sığmayacak ama beni doyuran bir cevap edinirim. Bu cevapta değil, bir şey işaret edilir ya da gösterilir. Bu yaşamı anlama hissi neden ve nasıl gelir hiç çözemedim.

Yaşam hakkında bilgelikler saçan bir kitabı okuduğum zamanda geliyordu, 31 mart vakasını yarı masalsı bir havayla anlatan Hayat Tarih dergisini okurken de bu his beni yoklayabiliyordu. Hissettiğim bu duygunun okuduğum kitaptan çok okuma eylemi ile ilgili olduğunu çözmüştüm. Okuma sırasında, kitaba gömülüp ruhumun dış dünyadan çekildiği zamanlarda her şeyin huzurlu bir dağ gölü sessizliğine ve gizemine eriştiği anlarda, dış dünyadaki ve kafamın içindeki tüm sesler sustuğunda bilgelik konuşuyor. Bilgelik her zaman sessiz mi konuşur?. Bence evet. Neredeyse fısıltıyla konuşuyor bilgelik. Duymak için susmak lazım. Bilgeliğin neden böyle bir yol izlediği ayrı bir konu.

Çok sevdiğim, beni sarıp sarmalayan ve başka dünyalara götüren bir kitabı bitirdiğimde nedense üstüme dünyayı anlamış olmanın bir hüznü çöker. Sanki çok sevdiğiniz bir dostunuzu ya da kişiyi uzun bir yolculuğa çıkarmış gibi hissedersiniz kendinizi. Gitmesi gerektir ama yine de içinizde bir boşluk bırakmıştır. Kitabın bazı sayfalarını açar, bazı kısımları tekrar okurum ve tatlı garip hüznün tadını çıkartırım. Bu eskiden çok sevdiğiniz yerleri tekrar ziyaret etmek gibi bir şeydir ya da hiç eskimeyen bir dostla tekrar eski zamanları hüzünle karışık bir sevinçle anmaya benziyor.

Kitaplığımda sessiz bir bilgelikle duran kitapların basılı kağıt ve mürekkep yığınından çok öte, beni ben yapan, varlığımın temel yapısını oluşturan şirin tuğlalar gibi görüyorum artık.

Yorgun bir günün arkasından bir an önce kitaba kavuşmak için hızlı, hızlı eve gittiğim zamanlardan kalma bir düş var içimde;

Bir insanın düşü olmak, bir insanın ışığı olmak ve tanımadığım bir okur tarafından içten bir sevgiyle sevilmek. Sanki böylece Tommiks, Teksas, Hayat Tarih mecmuası, Binbir Gece Masallarının anlatıcısı ve tüm yazarların piri Şehrazad, ince bir hüzünle dolaşan diğer yazarlara olan borcumu ödeyebilecektim.

Coleridge'nin dediği gibi "hiç bir şey hayat kadar şaşırtıcı değildir, yazı hariç".

Mehmet Emin Arı
http://www.eminari.com

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Kalıpların Dayanılmaz Ağırlığı

Yaratıcılığa daha açık, bireysel çalışmaları daha teşvik edici ve daha yenilikçi bir kamu yönetimi anlayışına ulaşmamızın ilk adımları olabilecek bu büyük görevi yerine getirebilmem için yıllardır fark etmeden içinde yaşadığım kalıpları tam olarak algılamam ve tanımlamam gerekiyordu.
.........

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_71.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.156 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


Kadın...

Kadın
derken bile inler adın.
Kadın...

Sen
Güzelliği yüzünde değil
özünde taşıdın
Kadın...

Gözlerin okşadı evreni
Ellerin sardı bütün bedeni
Sen bir erkeğin her şeyi
olabildin
Kadın...

Gümüş sözündü söyledin
Altın sessizliğindi dinledin
Öfken kasırgaydı esip geçtin
Ama
yine bir baharda
bir güneş ışığında
bembeyaz bir papatya olup
dirildin…
Ne kadar ölürsen öl
ölümsüzlüğü de
bildin.
Zaten ölümün, yaşatmaktır senin.

Sen doğmak gibi
Sen var olmak gibi
Sen sonsuzluk gibi bilindin.

Seni seven de
sevmeyen de
Seni bilen de
Bilmeyen de
ateşinle eridi kadın...

Varlığınla
yıldızlı bir gecede
romantik zincirlerin
duygulu halkalarında
şefkatle prangalandın.

Sen
Bir Aşk mahkumusun.
Tanındın...
Sızlanma
Hak ettin ve böyle anıldın!

Kadın...
Tutsaklıktır saltanatın...

Kadın
Kadın derken bile
inler adın....

Nedret Türer
08.03.2003
http://www.ucnokta.com / A N L A M Platformu
Düşündüren her cümlenin sonunda "Üç Nokta" vardır...

<#><#><#><#><#><#><#>

YAMYAM KADINLAR

bunlar felaket kadınlardır
meme uçları fena saldırır
burunları yok gözleri kanlı
vurdukları yerden toz kaldırır

ölçüye sığmaz boyları posları
halattan farksız boyun kasları
öpüştün mü dudaklarını doğrar
hoyrat çenelerinin makasları

kırbaç dilleri bir tutam alev
ağızları ejderha iştahları dev
çiğ adam yedikleri görülmüştür
bre kan dökerler kahpelik görev

kelle kazıtılmış simsiyah dazlak
dişleri arasında bıçak
ölüm bilmezler yedişer canlı
canavarlardır çırılçıplak

tırnak uzatmışlar elleri pençe
ucundan kan damlar gündüz gece
etine değmesinler sırtın üşür
okşadılar mı aynı işkence

sırtlan uluyunca akşamları
açlıktır azdırır yamyamları
yiyecek insan ararlar
karanlığa vurup tamtamları

Attila İLHAN
Kahvenin Yanında

 Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun


 COFFEE CREAM TRIFFLE

175 g hazır zencefilli kek (sade keki de tercih edebilirsiniz)
2 yemek kaşığı toz neskafe
5 yemek kaşığı sıcak su
4 yemek kaşığı rom
60 g (1/3 su bardağı) mısır unu
60 g (3 yemek kaşığı) esmer şeker
15 g (1 yemek kaşığı) margarin
600 ml (2 buçuk su bardağı) süt

Dilimlediğiniz keki yuvarlak bir pastanın boyutlarını geçmeyecek biçimde servis tabağına dizin. Neskafe, su ve romu karıştırın. Yarısı ile kekinizi ıslatın.

Mısır unu, şeker, margarin ve sütü bir tencereye alın. Kısık ateşte sürekli karıştırarak muhallebi kıvamına getirin. Ocaktan alın. Kalan kahveli romlu karışımı hazırladığınız bu kremaya karıştırın. Bir süre karıştırarak soğumasını sağlayın.

Kremanızı kekinizin üzerine dökün. Üzerini ve etrafını güzelce düzeltin ve tamamen soğumaya bırakın.

Süslemek mi istediniz?... Bunun için krem şanti kullanabilirsiniz. Hatta rendelenmiş çikolata ve esmer şeker de bu keke yakışanlar arasındadır.

Afiyet olsun...

   Tarifi yazdırmak için tıklayın

 Biraz Gülümseyin


Wilson Çivileri

Wilson adinda birinin bir çivi fabrikası vardır ve reklama ihtiyacı vardır. Pazarlamacı arkadaşı ile konuşurken arkadaşı "Wilson Çivileri" diye bir reklam ayarlayabileceğini ifade eder. "Bana bir hafta ver." der arkadaşı, "sana bir kasetle döneceğim."

Bir hafta sonra pazarlama uzmanı Wilson'u görmeye gelir. Kaseti videoya koyar ve çalıştırır. Romalı bir asker İsa'yı çarmıha çivilemekle meşgul; yüzünü kameraya çevirir ve "Wilson çivileri kullanın, onlar her şeyi taşır" der. Wilson çılgına döner ve bağırır, "senin problemin ne? Bunu asla TV'de göstermezler, sana ikinci bir şans veriyorum, ama kesinlikle Romalı'ların İsa'yı çarmıha germesi gibi şeyler istemiyorum."

İkinci hafta pazarlamacı elinde başka bir kasetle gelir. Yine kaseti videoya koyar ve çalıştırır. Bu sefer kamera Roma'nın dışından merkeze doğru yakınlaşır ve çarmıha asılmış İsa'nın önünde durur. Romalı bir asker yukarı bakar ve "Wilson çivileri, her şeyi taşır" der. Wilson kendini tutar bu sefer, "sen beni anlamıyorsun, çarmıhta bir İsa istemiyorum. Sana son bir şans veriyorum, bir hafta içinde yayınlanabilecek bir reklamla gelmeni istiyorum."

Bir hafta daha geçer. Wilson sabırsızlıkla beklemektedir. Pazarlama uzmanı yeni kasetiyle gelir. Saçları uzamış bir adam nefes nefese koşmaktadır. Bir düzine Romalı asker de peşinden kovalamaktadır. Tepenin başına gelirler ve askerlerden biri kameralardan birine döner: "Keşke Wilson çivileri kullansaydık."

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.sistems.org/kamuoyu/para.htm
'Hükümetin istedigi parayi biz verelim; bu ülkeyi savasa sokmayin' ODTÜ mezunu endüstri mühendisleri savas karsiti yeni bir kampanya baslatti. E-posta iletisim grubunda filizlenen kampanyanin slogani: "1.000.000 hemen!" ABD ile yapilan pazarligin 6.000.000.000 $ boyutunda oldugu anlasilinca; her Türk vatandasina düsen payin 91 $ civarinda oldugunu dikkate alan endüstri mühendisleri, "1.000.000 hemen!" kampanyasini baslattilar.

http://www.kartoo.com/
İşte sizlere görsel olarak mükemmel hazırlanmış bir arama motoru. Aynı diğer arama motorlarında olduğu gibi bulmak istediğiniz kelimeyi yazıp ok butonunu click'liyorsunuz. Asıl görsel çalışma bundan sonra başlıyor. Emin olun denemeye değecek.

http://www.cyberglass.co.uk/FlashEx/mindreader.html
Beyninizden geçenleri okuyan bir program... Hadi canım demeyin, sırrını çözene kadar ben de öyle sanmıştım. Siz de deneyin bakalım sırrını çözebilecekmisiniz

http://reguite.free.fr/photo/ufologie01.html
UFO'lar konusuna takılmayan yok gibidir. Ufoloji konusunda Türkiye'de bile ciddi araştırmalar yapanlar, görgü şahitleri dönem dönemyazılı ve görsel basında karşımıza çıkmıştır. Siz neler düşünüyorsunuz bu konuda bilmem ama bu konuda fotoğraf arşivleri bile yayınlanıyor.

 Damak tadınıza uygun kahveler


Desktop Sidebar v1.01 [4.1M] W2k/XP FREE
http://sidebarxp.w.interia.pl/
Microsoft Office ilk hayatımıza girdiğinde bizde ilk olarak bir kısayol bar'ına kavuşmuştuk. Bu program oldukça kullanışlı olan bu bar'ın süper gelişmiş bir halini sizlere sunuyor. Yapmadığı yok. En çok kullandığınız programlara hızla erişmekten, emaillerinizi, haberleri kontrol etmeye kadar pekçok işlevi bünyesinde barındırıyor. En iyisi siz yükleyip bir deneyin. Beğeneceğinizi garanti ediyorum.
http://kmarsiv.com/sayilar/20030310.asp
ISSN: 1303-8923
10 Mart 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com