KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


Posta Kartı olarak yollamak için tıklayınız.
Lütfen bekleyin! Var gücümle ulaşmaya çalışıyorum...

Kahveci Soruyor?



Xasiork Dergi
ANLAMSIZ SAVAŞA HAYIR !
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Yıl: 1 Sayı: 223

 19 Mart 2003 - Pardon!


Merhaba dostlar,

Savaş başladı başlayacak derken öncü birlikler harekete geçti bile. Ancak yollarını şaşırıp Bağdat yerine benim bilgisayara girmişler. Püskürtmeye çalışırken baktım saat 3 olmuş. O nedenle bugünlük sizden izin istiyor ve sizleri aşağıdaki güzel yazılarla başbaşa bırakıyorum. Kendinize iyi bakın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Kahveci Köyün Kavalcısı : Feride Masal


Bunalım Billur'un Bir İş Günü

Günaydın. Sana da günaydın. Aman sen eksik kalma! Fotokopiye gelirsin, beş dakika başında durur beni farketmezsin bile. Biz günaydın demedik mi iki saat konuşursun.

Aloo. Evet, benim adıma gönderin. Billur Tellal. T-e-l-l-a-l.
Ah anne hiç affetmeyeceğim seni bu isim yüzünden, seni de baba, soyadı yüzünden. İlkokul üçe kadar telaffuz bile edemedim. Söylemesi bu kadar zor iki kelime yanyana gelip beni buluyor, şansa bak. İpek koysaydınız adımı, soyadım da meselaaa... Bilgütay olsaydı mesela. Şöyle aristokrat bir soyadı. Daha baştan 1-0 önde başlardım her şeye. İpek Bilgütay, ya da Elif Karahanlı... Hülya Hanım ne yapsın? Hah ha ha Hülya Sazan! Ben yine de babama teşekkür edeyim!

Aloo. Canım merhaba. Evet çok güzeldi dün akşam. Ben de seviyorum orayı. Sanki bizim özel yerimiz gibi oldu. Bu akşam mı, çıkamam. Söyledim ya annemler gelecek. Zaten ayda yılda bir geliyorlar, ekemem valla. Ya niye istemeyeyim. (Ağzımı mı arıyor, başka program yapacak da benden emin olmak mı istiyor?) Sen ne yapacaksın? Ben akşam seni evden ararım devamlı, sıkılmazsın. Eve gitmeyecek misin? Nerdesin. Ha anladım. Doğru, yeğenlerin de özlemiştir seni. (Biliyorum var birisi..) İyi, yarın görüşürüz. Yok canım, işler sıkışık da onun için canım sıkkın biraz...

Peki biri varsa benden ne istiyor? Ben mi büyütüyorum? Beni istemiyorsa neden günde beş kere arasın? Yok yok ben büyütüyorum, durduk yerde kendimi de onu da huzursuz ediyorum. Sesim hemen düştü! Nasıl da anladı canıım, canın mı sıkkın dedi.
Tanrım bunu düşünmemiştim! Evlenirsek babamın soyadını mumla arayacağım. Billur Tazı! Billur Tellal Tazı. Billur Tazı Tellal. Yok yok iki soyadı hayatta olmaz. Billur Tazı olacak mecburen. Komediye bak!

Aloo. Hasan Bey dışardalar, kim diyelim? Gelince ararız Murat Bey, iyi günler. Aman bunu unutmayayım. Hasan, bu Murat Beyi pek sever. Bugün satıştakilerin hepsi dışarda. Aslında ne güzel iş. Bütün gün o market senin, bu seminer benim geziyorlar, gelsin çaylar, gitsin kahveler iyi iş valla. Ben de telefonlarla başbaşa kaldım. Şu kızcağız gitmeseydi iyiydi. Hasan yeni sekreter almayacak galiba. Tabii niye alsın, telefonları da idare eder misin deyince hayır diyebildin mi? Hayır. O zaman şikayet etme otur bak telefonlara. Zam bile istemedin. Oysa Serpil gitmeseydi maaşını ödemeyecek miydi? Ah bu benim korkaklığım, güvensizliğim, ezikliğim...

Aloo. Meraba anne! Yedi yedibuçuk gibi evde olurum. N'apim anne trafik yoğun bugünlerde. Altıda çıkıyorum ama ancak gelebiliyorum. Evet anne metroyu kullanıyorum. Ama metroya gelene kadar sürünüyorum. Tavuk aldım. Yanına da pilav yaparım. Peki sen yaparsın. Margarin yok, ben kullanmıyorum, biliyorsun. Gelirken alırım, peki sen al. Tamam görüşürüz. Yok canım, sıkkın değilim, işler işte. Tamam görüşürüz. Ooooof of! Akşam şimdi bir sürü nasihat dinleyeceğim. Babamla beni alacaklar aralarına, bir sürü sorgu sual... Hayır, sizin yanınıza dönmeyeceğim. Daha o kadar burnum sürtülmedi. Evet yemeklerimi düzenli yiyorum. Evi haftada en az bir kere temizliyorum. Bak çamaşırlarıma tertemiz, birikmiş bir tek kirli yok!

Bir arkadaşım sevgilisinin cebini arayıp kontrol ettiğini söylemişti. Önce kendi numarasını özel numaraya çevirdi ki, kimin aradığı anlaşılmasın. Ben de yapsam mı acaba? Ben yanında değilken neler yapıyor, çok merak ediyorum. Odasının bir köşesine gizli kamera yerleştirsem, bütün gün onu izlesem. Tüm konuşmalarını dinlesem? BBG evi gibi, hah ha ha.. Tanrım yine saçmalamaya başladım.

Aloo. Meraba Hasan. Murat Bey aradı. Not bırakmadı. Gelince ararız dedim. Kimse yok, herkes dışarda. Biliyorum, yemeğimi burada yiyeceğim. Telefonu boş bırakmayacağım. Ama bu ne kadar sürecek? Tamam tamam, gelince konuşuruz. Bay bay. Oh olsun, söyledim işte! Öyle ya ne kadar sürecek bu? Herkes öğle yemeğine dışarı çıkarken, ben her gün burda. Biri bile bir gün gelip de, bugün sen çık istersen, ben bakayım şu telefonlara demedi. Ne kadar acımasızlar. Hepsi kendini düşünüyor. Şöyle candan, her söylediğinde içten bir kişi yok. Hadi hakkını yemeyeyim, Aysel var. O beni düşünür.

Bir de aşkım. Acaba evlenince çalışmaya devam eder miyim? Belki de istemez. Öyle ya kıskanır beni. O ne isterse onu yaparım. Annem çok kızar bu işe. Bir kadın her zaman kendi ekonomik gücünüü... diye başlar. Evde oturup, hemen de bir çocuk doğurursam annem hiç affetmez beni...

Saat dört olmuş. Ne çabuk geçti zaman. Seher Hanım, yani bir gün de istemeden ver şu çayı. Görüyorsun işte yerimizden kalkamıyoruz. Ne olur öğleden sonra bir iki kere çay getirsen?

Feride Masal

 Aklımda Gezintiler : Mehmet Emin Arı


Dünyanın en garip kapısı...

"Bir çocuk olmadan yeryüzü cennetine giremezsiniz".

Kutsal kitaplarda böyle yazar. Bu düşünce çocuğun masumluğu yada saflığı ile ilgili değildir. Bir çocuk, daha doğrusu bebek anladığınız anlamda saf yada masum değildir. İyi yada kötü değildir. İyiyi ve kötüyü bilmez. Bir yılanı boğabilir ama melek de değildir. Çocuğu bizim gözümüzde bu kadar ulaşılmaz kılan nedir? Çocuk da bizim asla erişemeyeceğimiz bir kabulleniş vardır. Yaşamı dümdüz ve eğreltisiz görür. Ardından bakabileceği bir gözlüğü, yaşamı modelleyecek bir yaşam felsefesi yoktur. O gördüğünü görür.

Dış dünya aslında sadece ve sadece iç dünyamızı yansıtan bir aynadır. Dışarıda gördüğümüz iyi, kötü, parlak ve sıkıcı dünya aslında yalın ve eksiksiz iç dünyamızdır. Dış dünyadaki otlar, bulutlar ve sokaklar sizden aldığını hiçbir şekilde değiştirmeden bir ayna gibi tekrar size yansıtır. Dışarıda gördüğünüz aslında kendinizsinizdir. İçsel yaşamınız ve dış dünyada belirleyici ve baskın olan hep iç dünyamızdır. Yaşadığınız aslında hissettiğinizdir.

Bir çocuk bu yansıtma oyununda bizim yapamadığımız bir şeyi yapar; dış dünyayı kandırır. Kendi içsel yaşantısından dış dünyaya bir şey yansıtmaz çünkü içsel yaşantıyı oluşturabilecek bir "benliği" yoktur. Henüz daha "ben" diyememiştir. Bir yetişkinin aksine dış dünyayı değil, dış dünya çocuğu yansıtır. Çocuk ayna olmuştur ve dış dünyadan aldığını olur. Bir kuşa bakınca kuş, ağaca bakınca ağaç, denize bakınca deniz olur.

Yetişkin bir insan denize bakınca kafasındaki maviyi, dalgayı, kokuyu denize aktarır. Deniz yetişkinin halet-i ruhiyesine göre mavi, dalgalı ve güzel kokulu olur. Hiç tereddütsüz yetişkinin tanımladığı biçimde mavi, dalgalı, kokulu, güzel, derin, sonsuz, harikulade, korkunç, ürkütücü, anne ve su yığını olur.

Halbuki deniz, mavi, dalgalı, kokulu, güzel, çirkin, derin, sonsuz, harikulade, korkunç, ürkütücü, anne ve su yığını değildir ve hiç olmamıştır. Hiçbir zamanda olmayacaktır.

Deniz denizdir. Bundan öte bir tanım getiremezsiniz.

Denizin sadece deniz olma deneyimini yaşamak bir çocuk bilincini ve ruhunu gerektirir. Çocuk bir "ben" ve çocuk olduğunu bilmez, bu yüzden denizin deniz olmasını yaşar.

Bir yetişkin için denizin deniz olma deneyimini yaşamak bir hayaldir. Bir çocukken çabasızca yaşanan bu bilinç ve duruma erişmek için çok zorlu yollardan geçmek gerekir. Yitik cennete dönmek çok ama çok zordur. Tekrar o duruma erişince çok ama çok sevinir. Bu deneyimini parlak adlarla adlandırır; Nirvana, büyük gerçek, tasavvuf yada büyük aydınlanma der.

Oysa yaşadığı ve bulduğu tek şey çocuk olma halidir. Unuttuğunu hatırlamış, kaybettiğini bulmuştur.

Denizin yalın olarak deniz olma bilincini yaşamak neden kelimelerle ifade edilmeyecek kadar harikuladedir? Denizi, sadece deniz olarak görmek, yanılgılarımızın, korkularımızın ve hırslarımızın çarpıtmasına uğramadan doğrudan gördüğümüz deniz, gerçekten muhteşemdir.

Mucizenin adını taşır.

Maviyi tekrar adlandırmak tarih boyunca toplum içindeki çok az kişi tarafından başarılmıştır. Cennet o kadar yakınınızda ki onu göremezsiniz. Bir garip kapının ardındadır cennet. Aklın binlerce fil gücündeki saldırıları bu kapıyı milim kıpırdatamaz. Akılla bu kapıyı asla açamazsınız. Bütün toz duman, bağırma ve saldırılar karşısında sessiz bir vakurla bu kapı karşınızda dikilir. Sonra bir bebek emekleyerek gelir ve ufak eliyle kapıya dokunur. İttirmez bile, sadece yumuşak bir dokunuşla dokunur. Kapı itaatkar bir masal cini gibi ardına kadar açılır.

Ne vardır kapının arkasında?

Işık, sadece ışık. Gözleri kamaştıran bir ışık.

Paradoksal değil mi? Aklın gözüyle bakılınca evet. Ordulara baş eğmeyen bir kapı bir çocuğa boyun eğiyor. Gönül gözüyle baksanız? Nedir gönül gözü? O dünyanın her zamanki halidir.

Maviyi tekrar adlandırmanız dileğiyle.

Mehmet Emin Arı
http://www.eminari.com

 Şifacı Kahveci : Ayşe Nur Doksat


BOL GOZYAŞI DİLİYORUM SİZLERE

Bol gözyaşı dilerken sizlere, ben de damlattım bugünki son dozumu.

Zor olmadı. Herkese gönül rahatlığı içerisinde tavsiye edebileceğim kadar kolay oldu aslında.

Tek mesele, aksatmamak damlaların zamanını. "Mesele" dediğime de bakmayın siz. Sadece, doğru zamanda doğru damla! Hepsi bu. Dakik olmak şart değil. Hayli esnek bir reçete. Ne zaman gerekirse o zaman işte. Galiba tek aksatılmaması gereken bu reçetede, gerektiği zaman sedece. Yeter.

Gözlerimizin kıymetini hiç bildik mi?

Bilmem abartıyor muyum, ama "Eminim ki..." diyesim var, acımadığı sürece bilmedik gözlerimizin kıymetini. Sorgusuz sualsiz, gözlerimiz hep görür diye bildik.

Benim, bana her ne kadar dün, hatta şimdi gibi gelse de, aslında yıllar önce çok fazla acıdı gözlerim. O kadar acıdı ki, üç gün kadar uyutmak zorunda kaldı beni doktorum.

Basit bir hadiseydi aslında. "Gözüme bir şey kaçtı" gibi basit bir hadise. Bir sabah iş için bulunduğum bir kentin iyice bir otelinin iyice bir odasında uyandım. Uyandım ve bir saat sonra bir kürsüye çıkıp iki kelam laf edeceğim bilimsel tarafından. Hazırlanmışım lafazana, sorun yok, ama çeki düzen vermeliyim bir de görünümüme. Saçım, başım, ceketim, fularım işte. Aleleacele duş, kurunma, giyinme derken, geçtim aynanın karşısına. Sıra saçımla makyajıma geldi. Önce bir tarak aldım elime... Saçıma ilk darbe... Canım acıdı! Gözüm acıdı! Sol gözüm! "Hay Allah!" dedim, "Saç girdi gözüme". "Çıkartacağım" hamlesiyle sıkı bir göz oğuşturma faslı... Şu anda bunları derken bile canım sanki aynı acıyla yanıyor. Unutmam mümkün değil.

Lafı uzatmayayım, ne de olsa şifacının bile yeri sınırlı. Sonuçta anlaşıldı ki, beni o kentin kaldırımlarına atıp da bir sabahın köründe, inim inim inleten, avaz avaz bağırtan göz acısının müsebbibi gözüme soktuğum tarak ve "gözüme bişey kaçtı" deyip de kendi ellerimle gözümü oğuşturmammış meğerse. Korneamı yıtmışım sabah sabah kürsü telaşı içinde. Sonuçta üç güne yakın uyutuldum aynı otelde. Üç günün sonunda acım hayli hafiflemiş olarak eve doğru yola çıktığımda otelden, bir gözüm kapalıydı ve elimde bana bir torba dolusu gelen iki küçük tüp ilaç vardı.

Kornea dediğin, yaralandığında çok acır, ama hızlı iyileşir. Benimki de öyle oldu. Ve geçti aradan yıllar hızla.

Arada, "Aman Allahım, yine mi?" dediğim zamanlar oldu, ama öyle ilki kadar kayda değer değildi hissettiğim acı. Son günlerde ise, bu durum giderek sıklaştı. İki üç günde bir sabahları uyandığımda yaklaşık bir saat kadar aynı gözüm ve aynı beter duygu. Yine "Yandım Allah!" ha dedim, he diyeceğim hali işte.

Geçenlerde yine bir sabah uyandım. Yüzümü yıkadım. Aynaya kafamı kaldırdım ki, sol gözümün altı simsiyah. Mosmor bile değil, simsiyah! "Dünden kalma göz kalemim" dedim, bir daha temizledim, bana mısın demedi.

Simsiyahlık basit bir deri-altı kanama. Bunu anladım. Rahatladım.

Yine deli gibi oğuşturmuştum gözümü uyumadan önce. Canım acıyordu çünkü. Canım gözümden değil, kaybettiğim bir sevdiğimden acıyordu bu defa ve neredeyse bir haftadır her gece ağlayarak dalıyordum uykuya.

Yıllar önceki aynı gözümdü acıyan ve kararan. Beni gözümün acısını hissetmeyeyim diye uyutan, uyuturken "Ya uyanırsa" diye başucumdan ayrılmayan aynı sevdiğim gözümdü. Bebek gözümdü.

Uzun lafın kısası, ne ben ne de bu defa gittiğim doktor arkadaşım çıkabildi tam olarak işin içinden. Fakat, bir açıklama getirdik elbette olup bitene.

Evet, bir haftadır deliler gibi ağlamıştım geceleri. Gündüzleri iş yerinde ağlayamadığımdan, gözyaşımı gecelere biriktirmiş ve gecelerde koyvermiştim saatlerce. Bu saatlerin bir kısmını yine iş, güç, eş, dost diyerek ekran başında geçirmiş, ekranla doğru dürüst ilişki kuracağım diye de elimi gözümden eksik etmemiş, kah gözyaşımı silmiş, kah iğne dolusu batan gözlerimi oğuşturmuş da oğuşturmuştum. Sonunda, göz altımda yüzeye yakın minik bir damar parmaklarımın darbelerine dayanamamış, kanayarak "Hop, çek artık ellerini üstümden!" uyarısını yapıp da durdurmuştu beni. Tamam durmuştum, içimin acısını bir sabah aynada gördüğüm yüzüme, gözüme gömmüş, ağlamamı durdurmuş, kaybettiğim sevdiğimi incecik, narin mi narin bir yeni ayın alt ucuna, ayaklarını sallandıra sallandıra huzur içinde oturtmuştum. Artık geceleri birbirimizi seyredebilirdik. O benimle, "Üç aşağı beş yukarı olmaz; hesaplasana arada sekiz fark var!" diye kendisine özgü dalgasını geçebilirdi yine. Ben de ona, en şımarık çaresiz halimle gülümseyebilirdim yine.

Öyle ya, gözlerim yeni ayı ve alt ucuna oturmuş, ayaklarını ferah feza sallayabilenleri görebiliyordu ve kıymetini bilmeliydim gözlerimin.

Gözyaşım vazgeçti böylece her gece akmaktan. Gözümün karası, akına bıraktı yerini.

Sabah acılarım geçmedi yine de. Her sabah neredeyse bir saate yakın aynı debelenmenin kurbanı olarak kalktım yataktan. Yıllar önceki tarak hadisesi, üzerine kanama hadisesi derken, elimi süremiyordum yüzüme. Baktım olacak gibi değil, "Kalk, doktora gidelim" dedim fikrime.

Doktor bir öyle baktı, bir böyle. Olmadı şöyle baktı. Yine olmadı, "Anlat" dedi. Anlattım. "Tamam" dedi sonunda ve reçetesini aldı önüne. "Tek çaresi gözyaşı" şeklinde hükme bağladı.

"Buyrun burdan yakın!" dedim ben de hayret içinde. Ne yani, yine mi habire ağlamam gerekiyordu?

Değilmiş meğerse, ağlamam falan gerekmiyormuş. Saatlerce ekran, kitap, makale, gazete dergi vb. karşısında oturup da gözlerine eziyet çektiren biz gibilerin, özellikle kadınların, özellikle de belli bir yaştan sonra (östrojenin azalmasına bağlı kuruluk kastediliyor burada), "ekstra" gözyaşı damlatması gerekiyormuş gözlerine. Zira, o oturuşların gözlerde sebep olduğu en önemli şey, göz kırpma sayısının azalmasıymış. Birim zaman başına düşen göz kırpma sayısı azaldığında, kornea kuruyor ve sabahına, buruşuk çarşaf misali, bir tarafında top top oluyormuş. Bütün derdim buymuş meğerse. Nemlendirmek gerekiyormuş gözü ki, sabaha açar açmaz derlensin toparlansın çarşafı. Reçeteye yazdı doktor ticari ismiyle bir "doğal gözyaşı". Hemen uydum tavsiyesine.

Her gece uykuya dalarken ve her sabah uyandığımda benim gibi olanlara bol gözyaşı diliyorum şimdi.

Sadece gözleriniz acımasın diye.

Yine de, siz siz olun, içiniz acıdığında gözyaşınızı esirgemeyin. Zira, kendi gözyaşınız içinizi acıtanın yolunu ipek edip, onu hafifçe kondurabilecek yeni ayın bir ucuna. Hem de ayakları ferah feza sallanmacasına.

Ayaklarınız ferah feza sallanmacasına yeryüzünde. Selamlaşmacasına bu dünyada olduğu gibi aranızda.

ANur

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Ve bizler, ilkokul çağlarımızdan itibaren onu yüceltmek adına benimsemiş bulunduğumuz düşünsel kalıplarımız nedeniyle onu bizler gibi bir insan olarak algılayamıyor, onu Anıtkabir'de sergilenen o siyah otomobilin arka koltuğunda Ankara sokaklarını seyrederken düşünüp yokluk ve çaresizlik hisleriyle asılan yüzünü ya da gergin sinirleri nedeniyle midesinde hissetmiş olabileceği kasılmaları zihnimizde canlandıramıyor, kısacası onun gerçekliğine değil de ün ve şöhretine odaklanmak yanılgımızdan kurtulamıyor ve onu tam anlamıyla anlamaktan uzak kalmıyor muyuz?

.........

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_76.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Nargile

Marpuç: Nargilenin gövdesinden dumanın çekildiği uca kadar , hortum dahil bölümün tümü

Sipsi: Marpucun ucuna takılıyor ve içmk isteyen herkese bir tane veriliyor. Maliyet nedeniyle genelde plastikden. Mermer, kehribar yada gümüş olanları da mevcut

Lüle: Tütünün konulduğu ve üzerine közün yerleştirildiği seramik kap

Tepsi ve Rüzgarlık: Tepsi,yere kül düşmesini engeller, rüzgarlık ta közün sönmesini

Şişe: Su konulan cam bölüm

Ser: Dar ve uzun olan boyun kısmı

Mangır: Nargile kömürü uzun süre dayanmalı. Bu nedenle yanmış ve alevi kalmamış meşe kömürü kullanılıyor. Amatörce nargile yakmak isteyenler kolayca tutuşan mangır kömürü kullanıyor.

Tütün: Aromalı tütün içinde çok fazla seçenek mevcut.en çok tercih edilenler, elmalı ,muzlu, kavunlu, naneli, limonlu, kapiçinolu, tropik şeklinde sıralanıyor.

Nargile içmenin raconu
Nargile içmenin de bir adabı var. Marpucu alt kısmından tutacaksınız ve ağır ağır dumanı çekeceksiniz. Duman suda süzülürken çıkan ses ayrı bir tat veriyor bu keyfe. Dumanı sigara gibi içinize çok çekmeyeceksiniz. Havayı nefes alır gibi çekmelisiniz ki şişedeki su fokurdasın ve tütün yansın. Nargile şişesinin içindeki sıvı bildiğimiz terkos suyu. Suyun üzerinde bir hava boşluğu var ve siz marpuçtan nefes çektiğinizde gelen hava, bu boşluktan geliyor. Sonra hava çıkacak başka bir yeri olmadığı için sudan vakum yapıyor ve oluşan vakum üstteki lülenin tütününü yakıyor. Gelen duman suyun içinde süzülerek ve soğuyarak size ulaşıyor. (Sigaradan en büyük farkı da dumanın soğuk olması). Yani su tütündeki maddeleri süzüyor ve soğutuyor.

Nargile İçerken Nelere Dikkat Edilmeli?
Közden sigara yakmayın, yaktırmayın.
Nargile yüksek bir yere koyulmaz. Görgüsüzlük olarak kabul edilir.
Nargileyi ortak içiyorsanız, marpucu doğrudan partnerinize uzatmayın. Masaya bırakın oradan alsın.

Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.189 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


ARAMIZDAKİ

sevgilim sevgilim
kuzey sanrısı gibidir
geceyi beşe filan böler
sonra ayılar hüzünden ölmez
sevgilim sevgilim
açlıktan ölür onlar

işte bundan ötürü
hüznü artık bir ayıya bıraktım
sevgilim sevgilim
bir ayıya
ister ormanda kullansın
ister buzdağında

hayatın kutlu olsun sevgilim
ki sana değişe değişe aktım
kimi zaman bir japon gibi uykusuz kaldım
- uykusuz kalır mı onlar bilmem aslında -
sevgilim sevgilim
bir orman gibi çoğal aramızda
şehirden bir çocuk olarak şurda burda
bir sabuntozu markasında köpürerek
çınarın tutsaklığını
ve menekşenin tutsaklığını
ve menekşenin sevincini yaşa
sevgilim sevgilim
hüzüne yer var hayatımızda

Tahsin SARAÇ

<#><#><#><#><#><#><#>

DUDAKLARIN GÜL ŞENLİĞİ

Bir bahar kaçkını yeşil
Tomurcuklar seni bende

Sarı sıcak güneşler ışır
Aykırı güzel o dişlerinde

Dudakların, gül şenliği
Öpüşmeye giriştiğinde

Taş uyanır, yatak kişner
Ateş harmanı dişiliğinde

Soğuk bir Kars gecesinde gürül gürül
Yanan bir soba gibisin içimde

Tahsin SARAÇ
Kahvenin Yanında

 Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun


 MEYVELİ MİLFÖY

Hafta içi hafif bir tatlı tarifi birçoğunuzun işine yarayacaktır.

3 adet kare milföy hamurunu kesmeden ya da içine bir şey koymadan kare halinde fırında kızartın.

Krema için:
½ su bardağı süt
½ yemek kaşığı nişasta
½ yemek kaşığı margarin
1 yumurta

Nişastayı ve yumurtayı bir kapta karıştırın. Başka bir kapta şeker ilave ettiğiniz sütü kaynatın. Nişastalı yumurtayı yavaş yavaş ilave edin. Krema kıvamına gelince ocaktan alın.

Kızarttığınız milföylerin üzerine bu kremadan sürün. On kadar çileği güzelce yıkayıp kremanın üzerine yerleştirin. Üst katını da kapattıktan sonra servis için hazırdır.

İlle de sos isterim diyenlere Grand Marnier sosu önerilir. Bu sosun tarifini bir kenarda tutmak yarar var. Meyvelerle hazırlayacağınız bir çok kekin ya da tatlının yanında kullanabilirsiniz.

Bunun için:
½ su bardağı portakal suyu
1 buçuk yemek kaşığı toz şeker
5 ml Grand Marnier (Grand Marnier portakal kabukları ve kanyak ile hazırlanan bir likör. Bulmak da size kalmış artık)
½ yemek kaşığı nişasta (azıcık su ile karıştırın ki sosu yaparken top top kalmasın)

Portakal suyu ve şekeri karıştırıp ocakta kaynatın. Azıcık su ile çözdüğünüz nişastayı ilave edin. 1-2 dakika daha karıştırdıktan sonra likörü ilave ederek ocaktan alın.

Meyveli milföyünüzü bu sosa ilave edeceğiniz mevsim meyveleri ile daha çekici hale getirebilirsiniz.

Afiyet olsun...

   Tarifi yazdırmak için tıklayın

 Biraz Gülümseyin


Kulaktan Kulağa

Albay, binbaşıya:
-Yarın güneş tutulacak. Bu her zaman görülen bir şey değildir. Erleri talim elbiseleri ile talim meydanına getirin de olayı görsünler. Ben de orada bulunup kendilerine gerekli bilgiyi vereceğim. Şayet yağmur yağarsa, tabii bir şey göremeyiz. O zaman erleri, üstü kapalı talimgaha götürürsün.

Binbaşı, yüzbaşıya:
-Albayın emri ile yarın sabah saat dokuzda güneş tutulacak. Bu her zaman görülen bir olay değildir. Şayet hava kapalı olursa bir şey görülemeyecektir. Bu durumda tutulma, kapalı talimgahta gerekli talim elbisesiyle yapılacaktır.

Yüzbaşı, teğmene:
-Albayın emri ile yarın sabah dokuzda talim elbisesi ile güneş tutulmasının açılış merasimi yapılacaktır. Şayet yağmur yağarsa ki bu durum pek görülen bir olay değildir, Albay kapalı talimgahta gerekli bilgiyi verecektir.

Teğmen, başçavuşa:
-Yarın sabah dokuzda hava güzel olursa, talim kıyafeti ile albay tutulacak. Kapalı talimgahta yağmur yağarsa, alayın meydanında manevra yapılacak. Çünkü bu her zaman görülen bir olay değildir.

Basçavuş, askere:
-Yarın sabah saat dokuzda kapalı talimgahta Albayı tutacağız. Sabah hepiniz talim teçhizat ile hazır olun.

Askerler kendi aralarında:
-Yarın sabah bizim başçavus Albayı tutuklayacakmış.

 Kıraathane Panosu




UÇURTMAYI VURMASINLAR...
BU GÜZEL FİLMİ, SANIRIM SEYRETMEYENİMİZ YOKTUR.
YALNIZ; TİYATROYA UYARLANIŞINI GÖRMEK İSTERSENİZ EĞER, BU GÜZEL OYUNU KAÇIRMAYIN.

BU ARADA, FİLMİN BİR TİYATRO ESERİ OLARAK SAHNELENİŞİ İLK OLARAK GÖKTAN GÜÇLÜ TARAFINDAN YAPILIYOR OLMASIDA AYRI BİR GÜZELLİK,,

TARİH: 19-20-21 MART
YER :
100.YIL KÜLTÜR MRK. ULUS/ANKARA
SAAT : 20.00
BİLET FİYATI: 5.000.000-TL

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.colorado.edu/physics/2000/applets/satellites.html
Gözünüzün önüne uzay boşluğunda dünya isimli gezegeni ve uydu gezegen ay'ı getirin. Gördüğünüz gibi görüntüde insan yapımı özel uydular mevcut değil. öyleyse mouse'nuzun sol click'i ve dünya yörüngesine uygun hamlelerle yörüngeleri yerleştirin bakalım.

http://autoweek.com/cat_content.mv?port_code=autoweek&cat_code=carnews&loc_code=&content_code=00923873
Skydiving meraklıları için özel ...They do this in the name of gaining experience in “skydriving.” Already these guys have plunged eight Honda Civics to 60-second final drives. “There’s no real science to it—it’s hit...

http://www.levenez.com/lang/history.html
Bilgisayar'ın atası bir abaküs'tür. Bu cümle bilgisayar tarihçesi her anlatıldığında mutlaka kullanılmıştır. Ya peki bilgisayar dilleri tarihçesi hakkında neler biliyorsunuz? Fortran, cobol, prolog isimleri size birşeyler ifade ediyormu?

http://www.weebl.pwp.blueyonder.co.uk/badger.html
"Atomic badger racing", isimli ilginç bir oyun. Aslında bir çeşit bahis oyunu. Seçiminizi yapıp bir miktar para yatırıp yarışı başlatıyorsunuz. Nitrogliserin hızlandırması için space bar'ı kullanmanız yeterli olacaktır. Detayları öğrenmek için incelemenizi tavsiye ediyorum.

 Damak tadınıza uygun kahveler


AVIPreview v0.21 alpha [184k] W9x/2k/XP FREE
http://www.avipreview.com/avipreview.htm
Windows Media Player'la web'e uygun formattaki dosyaları yüklemeye gerek kalmadan (streaming) seyredebiliyoruz. Ama ya dosya avi, mpeg, mpg, divx formatındaysa. O zaman tüm dosyayı önce indirip sonra seyretmekten başka şansımız yok. İşte bu program önizleme yaparak yükleme yapmanıza yardımcı oluyor. Yani bir yandan izlerken diğer yandan yüklemeyi tamamlıyorsunuz. Eğer hoşunuza gitmemişse, yüklemeyi kesip işinize bakıyorsunuz. Bence son derece hoş bir program, deneyin derim.
http://kmarsiv.com/sayilar/20030319.asp
ISSN: 1303-8923
19 Mart 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com