KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


Kahveci Soruyor?

KAPI KOMŞULARIMIZ

Xasiork Dergi

Üç Nokta Anlam Platformu


Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 247

 22-23 Nisan 2003 - Bayramınız Kutlu olsun...


Selam ve sevgiler,

Bizim holdingte birileri kazan kaldırıyor sanki. 3 ay CEO'luk yapan, hatta aklı başında tavırlarıyla epeyce sempati toplayan Sayın Gül dışişlerinden sorumlu genel müdür yardımcılığına kaydırılınca bir miktar değişme ihtiyacı hissetti gibi. Hiç beklenmedik bir şekilde tabana ve hocaya yaranma çabasının altında ne gibi bir çapanoğlu var birlikte izleyip göreceğiz ama yönetimdeki çekişmenin zararı en fazla küpüne olur gibi görünse de, bizler de bundan payımıza düşeni alırız hiç merak buyurmayın. Kırdıkları potu düzeltme telaşıyla gerekçeden çıkartılıp biryerlere sokuşturulan "Milli Görüş" zihniyetine alelacele verdikleri son ödül, büyükelçiliklere gönderilen "Milli Görüş"e saygıda kusur etmemeleri yolundaki genelge. Nasıl bir örgütlenme yapısı içinde kozalarını ördükleri cümle alemin bilgisi dahilindeyken, istemeden(!?) olsada terör örgütleri arasında gösterilmişken kalkıp yurtdışındaki temsilciliklerimize bu adamları taltif eden bir genelge gönderilmesinin kem kümden öte bir açıklaması olması gerekir. Necmettin Hoca'nın bilumum sarıklı, çarıklı ulemaya başbakanlıkta iftar yemeği vermesinden feyz alan Sayın Gül diyetini böyle ödüyor olsa gerek. Büyükelçiliklerimizdeki resepsiyonlarda eksik olan sarık motifini tamamlamaya gayret sarfediyor sanırım.

Esasında temsil ettikleri görüşün hep tepesine oynamaya alışmış Gül'ü ikinci adamlık kesmiyor anlaşılan. Tayyip Bey olduğu sürece de uzayamayacağının farkında. Burada bana ekmek yok bari tabana kuvvet vereyim hesabıyla ve olaki bir bölünme durumunda yeni ortaya çıkacak oluşumun başına geçme sevdasından olsa gerek, bu denli cesaret gösterebiliyor. Yanlış ata oynuyorsunuz Sayın Gül. Kara sesleri, kaplanları, mercümekleri üreten bir organizasyonu onore ederek sizleri umut görüp oy verenleri rencide ediyorsunuz. Siz onlara yaranma telaşındayken hükümetinizin başı da başkan olmanın hesaplarını yapıyor. Son 2 ay içinde Bush'la yaptığı mesailerden çok etkilenmiş olsa gerek bir ABD modelidir tutturmuş gidiyor. Demokrasiyi tüm kurumlarıyla yerleştirmeden, sivil örgütlenmenin önünü sonuna kadar açmadan, hak hukuk vergi adaletini getirmeden, denetim mekanizmasını en şeffaf haliyle oluşturmadan geçilecek bir başkanlık sisteminin memleketimde sultanlıktan öteye gitmeyeceğini aklınızdan çıkarmamalısınız. Haa, amacınız kadrolaşmanın önündeki tüm engelleri ortadan kaldırmaksa boşuna yorulmayın, maaşallah şu anda da elinize su döken çıkamaz.

Bir diğer kanamalı yaramız Kıbrıs'ta olanlar da takdire şayan doğrusu. Bir ara Rauf Denktaş'ın yerinde olmak istemezdim demiştim. Şu anda onun yerinde olacağıma şu meşhur Irak piştisi oynanan kağıt destesinde sinek yedili olmaya bile razıyım diyebilirim. Adamcağızın karizması çizilmek değil yarıldı, parça pinçik oldu. 30 senenin sonunda gelinebilecek noktayı tayin edememekten kaynaklanan bir yenilgi söz konusu. Oysa daha AB'ye ilk başvuru yapıldığında durumun farkına varmalıydı bu kurt politikacı. İşin kötüsü bizden de artık pek yarar yok. Kendi derdine düşmüş bir Anavatandan yavrusuna ne hayır gelirki? Bana kalırsa en akıllıca iş istifa edip yeniden seçime gitmesi. Son bir yiğitlik yapıp tekrar aday olursa ak mı kara mı çıkar ortaya. Kasabın kanunu işte, her koyun kendi bacağından asılıyor ne yazıkki.

.........

Efendim malumunuz yarın 23 Nisan neşe doluyor insan. Kahve Molası dostlarının büyük kısmının resmi tatil yapacağı varsayımıyla yarın gazetemizi çıkarmayacağım izninizle. Bunun nedeni tamamen bir teknik zorunluluk. Genellikle işyerlerinde okunan gazetemizin iadesi tatil günlerinde ayyuka çıkıyor. Birbirinden güzel yazılarımızın heba olmaması için bir günlük ara veriyoruz. Sizlerde çocuğunuzu, kardeşinizi, yeğeninizi, kuzeninizi, o da yoksa komşunun çocuğunu kapıp, doğru 23 Nisan şenliklerine gidiyorsunuz. Çocuk bulamazsanız kendinizi götürüyorsunuz. Çocukla çocuk, büyümüşken çocuk olmanın zevkini yaşıyorsunuz. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınız kutlu olsun...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Medyatik : Selcan Lafçı


Lale Devri

Her bahar geldiğinde, ağaç dalları tomur tomur olmuşken, bazı bitkiler çiçeklerini açmış ve etrafa hoş kokular yayarken, bir de güneş ortalığı ısıtmaya başlamışsa Lale Devri gelir aklıma. Lisede galiba bahar aylarında okuduk bu dersi; bahar gelince Lale Devri'ni, Lale Devri denince önce baharı sonra eğlenceleri hatırlarım.

Lale Devri adı, bu tanımlamayı ilk kez Yahya Kemal'in kullanmasından sonra, Ahmet Refik Altınay'ın dönemi inceleyen yapıtına aynı adı vermesiyle tarih literatürüne geçmiş.

Günümüzden 280 yıl önce Osmanlı İmparatorluğu'nun başında III. Ahmet vardı. Tahta çıktıktan on beş yıl sonra imzaladığı Pasarofça anlaşması ile devlet, uzun yıllar süren savaşlardan sonra bir barış dönemine girdi.

1718-1730 yılları arasında geçen ve Lale Devri olarak adlandırılan bu dönemde III. Ahmet ve hem veziri hem damadı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa batıyı örnek alarak bazı yenilik hareketlerine başladılar. Bu dönemde ticaret ve sanat gelişti. Şiir, müzik, mimarlık gibi güzel sanatlar rağbet görmeye ve kendi kollarında devrin büyük üstadlarını yetiştirmeye başladı. İbrahim Müteferrika ilk matbaayı kurdu. Padişah ve veziri İstanbul'da geniş bir imar hareketine girişti. Haliç'in islahı için Kağıthane'de büyük bir köşk yapıldı: Sadabad Kasrı. Eski yangın semtleri temizletilerek buralarda modern mahalleler kuruldu. Bu dönemde pek çok köşk, saray, çeşmenin yanısıra gezinti yerleri ve bahçeler de yapıldı. Üsküdar'daki Yeni Valide Camii, Topkapı Sarayı önünde ve Üsküdar Meydanı'ndaki kendi adıyla anılan iki çeşme, III. Ahmet'in bıraktığı belli başlı yapıtlardır.

Bahçelerin en gözde çiçeği lale idi. Bu çiçek IV. Murat devrinden beri biliniyordu. Ama bu devirde Avrupa'nın her yerinden İstanbul'a çeşitli lale soğanları geldiği gibi, yerli bahçıvanlar da pek çok yeni tür ürettiler ve yetiştirdiler. Bir lale soğanının değerinin bir altına çıktığı zamanlar oldu.

İlkbaharda bu laleler açtığı zaman İstanbul'da uzun süren bir bayram devri başlardı. Gündüzleri gezinti yerlerinde ve bahçelerde başlayan eğlenceler, gecenin geç saatlerine kadar sürerdi. Sırtında mumlar yanan kaplumbağaların lale tarhlarının arasında dolaşması, binlerce midye kabuğunun birer küçük yağ kandili haline sokulup boğazda suyun akıntısına bırakılmasından meydana gelen eşsiz manzara eğlencelere ayrı bir güzellik katardı. Gezinti yerlerinin başında Kağıthane gelirdi. Bizans devrinden kalma kağıt imalathanesi bu semte adını vermişti. Çayırları geniş ve güzeldi. Buraya akın akın gelen halk, dere boyunca sıralanan çınarların altında çadırlar kurar, lale mevsiminin tadını doyasıya çıkarırdı.

Lale Devri, Sadabad denince hiç kuşkusuz akla o devrin şairi Nedim gelir. Nedim şiirlerinde Lale Devri'nin bütün o gözkamaştırıcı güzelliklerini anlatmıştır:

Yine bezm-i çemene lale firuzan geldi
Müjdeler gülşene kim vakt-i çıragan geldi
Bülbül aşiftelenip bezme gazelhan geldi
Müjdeler gülşene kim vakt-i çıragan geldi
..............

Bir sefa bahş idelim gel şu dil-i naşade
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabade
İşte üç çifte kayık iskelede amade
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabade
Gülelim oynayalım kam alalım dünyadan
Ma-i tesnim içelim çeşmei nev peydadan
Görelim ab-ı hayat akdığın ejderhadan
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabade

Lale Devri'nin en önemli tanıklarından biri de Levni'dir. Dönemin başnakkaşı olan Levni, III. Ahmet'in şehzadelerinin sünnet düğünleri için hazırlanan Surname'de düğünün yanısıra, Lale Devri eğlencelerine de minyatürlerinde yer vermiştir. Özellikle Haliç'te düzenlenen ateş oyunları gibi eğlencelerin, şölenlerin, Haliç kıyısındaki yapıların resmedildiği bu Surname, bugün Topkapı Sarayı'nda bulunmaktadır.

Lale Devri denen bu şiir, müzik, eğlence çağının da bir sonu olacaktı elbet. Hem de kanlı bir son. Yapılan yenilikler tutucu çevrelerin büyük tepkisine yol açmıştı. Saray çevresi ve İstanbul'un varlıklı kesiminin eğlence ve tüketim harcamaları savurganlık boyutuna ulaşırken, halkın gittikçe yoksullaşması Patrona Halil isyanına uygun ortamı hazırladı. Patrona Halil ve yandaşları önce İstanbul'u yakıp yıktılar. III. Ahmet sarayda koruması altında tuttuğu Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ile öteki devlet adamlarını istemeyerek ayaklanmacılara teslim etti. Ancak bu, tahtını kurtarmasına yetmedi. 1730'da tahttan çekildi. Sarayın özel bir dairesinde altı yıl gözhapsinde kaldıktan sonra öldü.

İşte ben her baharda, oniki yıl süren ve bir sinema filmine konu olabilecek bu devri hatırlarım. Sultanahmet Meydanını, İstanbul'un çeşitli yerlerindeki köşkleri, kasırları, çeşmeleri, Haliç kıyılarını ziyaret zamanı gelmiş derim.

Hepsi bir yana ama boğazda minik kandiller halinde akıp giden binlerce midye kabuğunun oluşturduğu manzarayı, o devrin İstanbul'unda görmeyi çok isterdim.

Kaynak: Ana Britannica, lise tarih kitapları

Selcan Lafçı

Yukarı


Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


   Portreler : Şemsi Bey

İlk işyerimde tanımıştım dünya tatlısı insan Şemsi Bey'i. Üniversitede gördüğümüz bilgisayar derslerinin iş dünyasında ne olup ne olmadığını ondan öğrenmiştik sanırım çoğumuz. O, birçok arkadaşımızın öğretmeni idi hiç kuşkusuz. Benim görevim aslında program geliştiren arkadaşların üzerinde çalıştığı işletim ve alt sistemlerinin bakım ve işletiminden sorumlu olmak idi, yani ben program yazmazdım, sistemle ilgilenirdim, uzak/yakın bağlantılara bakardım, yeni işletim sistemlerini incelerdim, kuruluşunu yapardım vs.vs.. Program yazmak istiyordum artık, Şemsi Bey'e gittim, bana; " İyi bir Sistem Programcısı olabilmen için önce iyi bir Programcı olman gerek, onların programlamada karşılaştıkları sorunları başka türlü çözemezsin ! " dedi ve bana dört basamaklı rakam bulmaca oyununu bilgisayarda yazmamı istedi, oluşturacağım sayıları bilgisayarın saat bilgilerinden alıp birbirine benzemeyen ve başta sıfır olmayan rastgele bir düzen kurmamı istedi. Acemilik diz boyu, neyse yazdığımı zannedip yanına gittim, " Tamam sen git inceleyelim bakalım bilgisayarı yenebilecek miyiz ? " dedi, birkaç dakika sonra İLK seferde tuttuğum sayıyı biliyorlardı ! Kafa göz yararak ilk programcılık sınavımı verdim sonunda.. Bir programcı nasıl olmalıdır ? sorusunun cevabına örnektir Şemsi Bey. Son yıllara kadar; 1978-1979 yılında yazdığı Muhasebe programları çalışmakta idi, nasıl bir dizayn yapmışsa, nasıl bir modüler yapı geliştirmişse pes doğrusu !

Yıllar birbirini kovaladı, Şemsi Bey'e hayranlığımız her geçen gün artıyordu. Herkes tarafından çok sevilen bir insandı o ve ailesi. Aynı zamanda pek de muzip idi, zaten lojman hayatı ile hepimiz bir büyük aile olmuştuk, çat kapı evine gidilebilecek nadir insanlardan biri idi, birkaç gün uzaklaşsak pat kapımıza dayanır; " Bize gidiyoruz ! " derdi ve zorla alır götürürdü. Birgün hepimizi evine davet etti : " Televizyona biz de uzaktan kumanda taktırdık, parti veriyoruz ! " dedi. Kalktık gittik heyecanla, yemekler yendi ( en sevdiğimiz menü : keşli cevizli makarna ! ), televizyonun karşısına kurulduk ve Şemsi Bey eşine seslendi :
- Hanıııım ! Getir bakalım şu uzaktan kumandayı !

Gördüğümüz sadece 3 metre uzunluğunda bir sopa idi. Onunla; oturduğu yerden düğmelere basıp kanal değiştirebiliyor, sesini kısıp/açabiliyordu. Hanımı ehliyet aldı, artık araba kullanmaya başlamıştı ancak durup kalkarken zaman zaman sorunlar yaşayabiliyormuş ve arkasındaki hırt sürücüler vaaart-zaart korna sesi ile kadının hepten aklını başından alabiliyorlarmış. Şemsi Bey şöyle önermiş : - Sen hiç istifini bozma, araba durduysa ve arkandaki dangalak kornaya basıyorsa, hemen arabadan in, kontak anahtarını da eline al, arkandaki şöföre ilerle, aç kapısını ve; " Buyrun Beyefendi, siz benim arabayı çalıştırın, ben kornaya basarım ! " de, demiş... Aynı taktiği İstanbul'da onun öğrencisi Geberik Vedat'a da söyledik, o da bir türlü köprü gişelerinde kendini bilet ya da para vereceği insanla aynı konuma getiremiyor, o panikle de arabayı stop ettirip arkasındakilerin kornaya basmalarına davetiye çıkartıyordu. Ama ona taktığımız Geberik lakabı onun ne kadar tembel huylu biri olduğunu zaten anlatıyordu. Allah bilir arkasındaki adam arabasını tekrar çalıştırdığında, bizim Geberik sağ ön koltuğa oturup; " Hazır çalıştırmış iken beni evime kadar götürsene ! " de diyebilir..

Sevdiğimiz dostlar birer ikişer ayrılmaya başlamışlardı, Şemsi Bey'de ayrılınca hiç çekilmez olmuştu ilk işyerimiz ve biz de sonunda ayrılmıştık. Benim için gerçekten bir baba kimliğinde idi, yeni işyerine telefon açtığımda sekreter; " Kim arıyor ? " diye sormuş, " Oğlu " dersiniz deyince de bayağı afallamıştı, sadece 1 kızı var biliyor, haklı elbette ! Cumhuriyet gazetesinin Pazar Dergisi bulmacalarının zevkini de o öğretmişti bana ve bugün elime alınca dergiyi aklıma geldi ve yazı konusu oldu Şemsi Bey ! Kim 500 milyar yarışmasına katılsam, kesinlikle telefon hakkımı ondan yana kullanırdım. Son yıllarda sadece yanlarda kalan saçlarına Dünya Kupası'nı izlerken sıfıra vurdurarak çare bulmuş, artık ona Ronaldo Şemsi diyoruz. Eşi emekli, Edebiyat Öğretmeni idi, yıllar sonra Arkeoloji'yi kazandı, şimdi hala okuyor, az önce telefon ettim 2.sınıfta imiş, o sınavlara hazırlandığından, Şemsi Bey ev işlerini yapıyormuş, söylendi durdu şaka yollu, hatta ev işleri nedeniyle Pazar Bulmacası'na vakit kalmadığından bile söz etti. Yaz gelse de Çeşmealtı'ndaki evlerinde mangallama partisi yapsak dedim, içimden... Çizgili pijamalarım duruyordur herhalde oğulları olarak ! Acaba, Mabel ciklet satıcısı bakkal da duruyor mudur Çeşmealtı'nda ?

asesen@turk.net

Yukarı


 Kaşif Kahveci : Betül Ayhan


Mektup

'Naif' kelimesi hep seni hatırlatır bana. İnce uzun ellerini, bir omuzunu hafif yana eğerek oturmanı, sakin, telaşsız sesini ve dingin gülümsemeni. Anlattıkların ne büyük fırtınalar olursa olsun, kayalara çarpmadan, yatağına zarar vermeden sakince akıp giden, alüvyonlarını sessizce deltalarına taşıyan nehirler gibi sakin, mütevazi, şamatasız konuşmandan belkide. Ya da yüreğini gözbebeklerine taşıyıp içinden geldiği gibi, ikincil anlamları düşünmeden, umarsızca, kayıtsızca, yeni sürgün vermiş bir filizi incitmekten korkar gibi bir özenle ama özellikle bir dikkat göstermeden, özel bir dikkate ayrıca gerek duymadan, anlattıklarınla eş zamanlı başka şeyler düşünmeden bakamandan bana. Ya da belki raks ederken dansına özgü figürlerin benliğine yani senliğine yansımasından. Hani kartal gibi sert bakışlarla başın dik, her hareketin kesin, her kararın kat'i, her dediğin doğru. Ama yanından kuğu gibi süzülen peri masalı başkahramanlarının yanında salınarak geçen bir bulut gibi berrak. Bence naif kelimesi en çok sana yakışıyor.

İlk karşılaştığımız günü hatırlıyormusun? Eminim hatırlıyorsun. İyi ya da kötü, yaşananlara karşı vefasız değilsindir sen. Hiç bilmediğimiz bir kentte, hiç bilmediğimiz bir yeri aramıştık birlikte, bir dostun yaralarını sarabilmek için. Bulamamıştık aradıklarımızı. Aslında bulmuştukta, görmek istediklerimiz onlar değildi. Sonra Dost'un evinde buluşmuştuk. İkiniz beni bekliyordunuz. Ben elim boş gelmiştim, boynumu bükerek. Çay demlemişti Dost bize, yer sofrasında kahvaltı hazırlamıştı. Sonra kendini yollara vurmuştu. Biz kalmıştık evde. Ben ağlıyordum, sen sadece susuyordun.

İlk kez orada karşılaşmıştı yüreklerimiz. Daha önce de bir araya gelmiştik ama ilk kez o gün sesleri, mimikleri, jestleri bir yana bırakıp yüreklerimizi koymuştuk ortaya. İkimizde acı çekiyorduk, Dost'un canı acıyor diye. İlk kez ve sanırım sadece o gün ağladım senin yanında. Sonrasında ise varlığın ağlamak için neden bırakmadı. Sen ise hiç ağlamadın omzumda, belki utandığından, belkide ağlamak için nedenin olduğunda yanında olamadığımdan.

"Gideceğim" demiştim sana. "Hem bu şehirden, hem de Dost'un hayatından. Madem ki yaraların bazılarını ben açıyorum gideceğim" Sen yine susmuştun, gözlerini yere indirip. Ben biraz sakinleştikten sonra "hadi" demiştin, "birşeyler ye. Bende çayı ısıtayım" Hiçbirşey yiyememiştim boğazıma düğümlenen yumru yüzünden. Sadece çay içebilmiştim, o da sana ayıp olmasın diye zorla. İbrahim Sadri çalıyordu. "Ve ben onüç yıl bekleyecektim, onüç yıl kavuşmak için cebinde rehin götürdüğü yüreğime" diyordu. Belkide ilk kez başını kaldırıp "onüç yıl sonra nerede olacağız acaba" demiştin duvarda asılı bir resme sorar gibi. 96'nın ekimiydi…

Sonra ben gittim. Hem o şehirden, hem dostun hayatından. Her ilişki boyunca borçlanılan veda sözcüklerini bile söylemeden gittim. Gidişimin hemen ardından sen geldin hayatıma. Acılarıma bir kardeş daha buldum demiştin. Oysa benim acılarımın tek kardeşi sendin o zamanlar. Ne iyi ettin hayatıma gelmekle bir bilsen.

Uzun uzun mektuplar yazıyorduk birbirimize. O zamanlar mektuplaşıyordu insanlar. Içimdeki zehirin ne çoğunu akıttım o mektuplara, ne çok yaramı sardın o satırlarla. Hala başucumda duruyor mektuplarının olduğu kutu.

Şimdi büyüdüm, adam oldum, öyle sanıyor insanlar. Adımın sonuna 'hanım' ekini getiriyorlar. "Tamam efendim, ben hemen baktırıyorum o işe" diyorlar. İstanbul'a ise alışmaya başladım yıllardan sonra. Bilirsin, dağları yaşamayı, denizi seyretmeyi severim. Dağ yok bu kentte. Tepeler var yalnızca. Onların da çoğu adı büyük, kendi küçük kişilerce parsellenmiş. Nasıl imreniyorum sana Erciyes'e yarensin diye bir bilsen. Uçsuz bucaksız denizi görebilmem içinse ekstra çaba harcamam gerek, penceremden içeri bakmıyor artık deniz. İnsanlar iki ucu deniz diye bir dereye aşık olabiliyorlar. Hani yadırgamıyorum ama anlamıyorum da. Ama ben ona dere deyince onlar beni yadırgıyorlar.

Mektuplar da demode oldu artık. Yeni deyimiyle 'out'. Sana bile ya e-mail atıyorum ya da cepten ulaşıyorum. Hatırlarmısın bir mektubunda "başkaları için gözyaşı dökmekten zaman bulup kendin için de ağlıyor musun" diye sormuştun. Artık kendim için de gözyaşı dökebiliyorum. Ama biliyor musun, o zamanlar daha mutluydum… Bir başkasında da "Susadığında sevgiye, kabuk tutmuş yaraları kavlatıp altına bakışlara pranga vuracak, nemlendirecek bir rumuz düşmek, dua ve sevgilerimle demek. İşte bu benim işim" demiştin. Şimdi sana "Dua ve Sevgilerimle Dost" diyerek bitirsem bu yazıyı sevgimi anlatmaya yetermi acaba? Seni ne çok sevdiğimi, hayatıma girdiğin için ne kadar mutlu olduğumu, kendimi ne şanslı hissettiğimi anlatmaya yeter mi? İyi ki varsın Dost, iyi ki doğdun. Doğum günün kutlu olsun.

Dua ve Sevgilerimle

BeT
bet_ayh@mynet.com

Yukarı


 Görmüş Geçirmiş Kahveci : Kemal Duykan


İsmet Paşa Çok Yaşa!

Sanırım 1948 yılındaydık. İlkokul üçüncü sınıf öğrencisiydim. O yıl zonturlu geçiyordu Gaziantep’te kış.

O zamanlar adetti (belki de hala öyledir,çünkü böylesi densizlikler kolay değişmez bizim ülkemizde) bir devlet büyüğü bir kente geldikte, ilkokul üçüncü sınıftan başlayarak lise son sınıfa kadar tüm öğrenciler okul yöneticileri tarafından kentin giriş kısmında dizi dizi dizilmeye zorlanarak, hazırol vaziyetlerinde devlet büyüğümüz karşılanırdı. Kar-kış-kıyamet fark etmezdi.Adet yerini bulmalıydı.

İnanılmaz bir yoksulluk yaşanıyor. İkinci Dünya Savaşı yeni bitmiş. Öğrencilerde üst baş evlere şenlik. Soğuktan dişlerimiz gıcırtılı sesler çıkartıyor. Soğuğa karşı korunabilecek giyisiler yüz kişinin onunda ya var, ya yok. Onlar da asker-sivil memur çocukları…

İsmet Paşa’yı bekliyoruz.İsmet Paşa sadece hükümetin değil,devletin de başı.Sıkıysa gel de bekleme!

Halk arasında İsmet Paşa’ya “Esmet Paşa” deniyor. Atatürk ne kadar seviliyorsa, İsmet Paşa da o kadar sevilmiyor. Milletin Sıtkı sıyrılmış paşamızdan, ama onun bundan haberi yok; ta ki halkın oylarıyla 1950 de iktidardan tepe taklak devrilip, İsmet Paşa iktidarı sona erinceye dek.

Sıra başındaki öğrenciler rüzgar ve tipiye dayanamadıklarından, öğretmenler gözetiminde her on dakika bir sıraların iç kısımlarında kalan çocuklarla yer değiştiriyorlar.

Haber geldi, İsmet Paşamız bir saat gecikecekmiş. Adana-Gaziantep yolunun Gâvur Dağı kesimi zorlukla aşılıyormuş. İsmet Paşa konforlu, ısıtmalı,lüks arabasının içinde ne haldedir bilinmez ya, biz sıfırın altındaki soğukta, her tarafı açık alanda, tipi suratımızı kamçılarken sıfırı tüketmekteyiz ki, durumumuz düşman başına…

İsmet Paşa’nın bir saat geç geleceği haberi yayılınca, dayanma gücünü tüketen bazı öğrenciler arka tarafımızdaki tarlalara doğru kaçmaya başladılar. Öğretmenlerin tüm çabalarına, bağırıp çağırmalarına, “sınıfta bırakılacaksınız” tehditlerine rağmen, kaçanların sayısı her an biraz daha çoğalıyordu.

O bir saat nasıl geçti bilmiyorum. Öğrencilerin çoğu kaçıp kurtulmuştu. Kalanlar donmak üzereyken İsmet Paşa’nın Siyah renkli kocaman arabası uzaktan görüldü. Hemen toparlanıp tekrar hazırol vaziyetine geçtik ve bize öğretilen cümleyi paşanın arabası önümüzden geçerken haykırdık:

İSMET PAŞA ÇOK YAŞA!!!

Biz İsmet Paşa’nın cemalini camları kapalı siyah arabasının içinde önümüzden geçerken görememiştik ya,o bizim haykırışlarımızı duymuş muydu bilemiyorum. Çünkü halk arasında kullanılan bir adı daha vardı Paşanın: “Sağır İsmet”

Kemal Duykan
18 Nisan 2003

Yukarı


 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_94.asp

Devamı var

Yukarı

 Dost Meclisi



Kuşlar - Teşekkürler Sevgili Berrin Cerrahoğlu


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.217 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


MEMLEKET İSTERİM

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun
Kuşların, çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun
Olursa bir şikayet ölümden olsun.

Cahit Sıtkı TARANCI

<#><#><#><#><#><#><#>

PAYDOS

Paydos bundan böyle çılgınlıklara
Sert konuşmaya başladı aynalar
Yetişir koştuğum aşkın peşisıra
Bitirdi beni bu içki, bu kumar.

Ne saklayayım gaflet ettiğimi
Elimle batırmışım gençliğimi
Binip bineceğim en güzel gemi
Aldığını geri vermez dalgalar.

Meyhaneler, sabahçı kahveleri
Cümle eş dost, şair, ressam, serseri
Artık cümbüşte yoksam geceleri
Sanmayın tarafımdan ihanet var.

Yaş ilerliyor... Artık geçti bizden
Kişi ev bark edinmeli vakitken
Gün gelince biz değil miyiz ölen
Cenazemiz yerde kalmasın dostlar.

Cahit Sıtkı TARANCI

Yukarı

 Gereksiz Bilgiler : Derleyicibaşısı Bahçıgöz


'Zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü' lafı nereden gelmiştir?

Burada sözü edilen 'Zürefa' bildiğimiz hayvan değildir. Zürefa 'Zarifler' demektir. Zariflerin yoksul olanlarının kış zamanı beyaz giydiğine gönderme yapılmış. Zürafa kelimesinin ingilizcesi 'giraffe' telaffuz olarak her ne kadar 'Zürafa' kelimesine benzerse de bu sadece bir tesadüf olabileceği gibi hayvanın beden yapısının zarifliğinden yola çıkarak bu ismin verilmiş olması da kuvvetle muhtemeldir.

aaltan@superonline.com

Yukarı

Kahvenin Yanında

 Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun


 PELTE PASTA

3 limon
4 su bardağı su
4 yemek kaşığı nişasta
2 su bardağı toz şeker
1 buçuk paket sade bisküvi (pötibör olabilir)

Limonların kabuklarını rendenin ince tarafıyla rendeleyin. Ardından limonları sıkın. 4 su bardağı suyu, nişastayı, toz şekeri, az önce rendelediğiniz kabukları ve sıktığınız limon suyunu bir tencereye alın. Kısık ateşte sürekli karıştırarak pişirin. Pelte kıvamına gelince 2 dakika daha ocakta karıştırdıktan sonra ateşten alın.

Düz ve derin bir kalıbı hafif ıslatın. Hazırladığınız pelteyi kalıba 1,5 cm kalınlığında dökün. Üzerine bir kat bisküvi dizin. Pelte dökün. Bisküviler ve pelte bitene kadar bu işleme devam etmenizde fayda var.

Bitti mi? Peki...
Şimdi 4 saat bekleyin. Bu arada pastanız da buzdolabında dursun.
4 saat sonra (ama peltenin katılaşması gerek) pastanızı ters çevirerek kalıptan çıkarın. E mevsim meyveleriyle üzerine azıcık renk katın...

Afiyet olsun...

   Tarifi yazdırmak için tıklayın

Yukarı  

 Biraz Gülümseyin


TV'DEN SEÇMELERE DEVAM

"Şimdi siz karnınızda kaç aylık hamilesiniz?" = Yasemin Bozkurt

"10 puanlar kırmızı masaya..." = Ece Erken

"Hocam, neden öldürdün?" = Bir gazeteci (Hakan Balkaner'in katil zanlısına soruyor)

"Adam çok milimetrik konuşuyor, zannedersin konuşma mühendisidir..." =Mahmut Tuncer (Mustafa Yıldızdoğan için)

Mağdur: Öküz altında dana arıyorlar...
Reha Muhtar: Buzağı arıyorlar!...
Mağdur: Evet dana, buzağı arıyorlar...

Spiker: Ahh Nihat kale boş, kale boş!..
Ömer Üründül: Tüh keşke boş olduğunu görüp kepçeleseydi...(İngiltere-Türkiye maçindan)

"Ben değil hayranlarıma, normal insanlara bile küfredemem!.." = Haluk Levent


<#><#><#><#><#><#><#>


Resimdeki hayvanı gösterebilir misiniz??!!

Yukarı

 Birlikte Oynayalım : Presented by Enishte


Sevgili Dostlar,

Soru 2 : ŞARAP'dan KADEH'e gidelim mi ? Süremiz Çarşamba akşamı sona eriyor.

ŞARAP - ..1.. - ..2.. - ..3.. - ..4.. - ..5.. - ..6.. - KADEH

Sevgilerimle,

asesen@turk.net

Yukarı

 Kıraathane Panosu



DUYURU

Sevgili Kahve Molası Okuryazarları,

Hem 1.yaşımızı kutlayalım, hem de hasret giderelim diye; 26.Nisan.2003 - Cumartesi akşamı buluşuyoruz. Herkes kendi kesesinden yiyecek, saltanatımız var biliyorsunuz :-) Sizleri de bekliyoruz, gelin okur-yazar birlikte olalım, neşe dolalım, eğlenelim...

- 10 çeşit soğuk mezelerden oluşan Ordövr Tabağı,
- Çin Böreği, Patates Kroket ve Mitite Köfte'den oluşan Ara Sıcak,
- Karışık Mevsim Salata,
- Et, Tavuk veya Balık ( Çipura veya Levrek ) seçmeli Ana Yemek,
- Tatlı veya Meyve,
- Limitsiz Yerli İçki,

menüsünden oluşan, Anadolu Yakası'nda nefis Boğaz manzaralı ve kaliteli canlı müzik eşliğinde unutulmaz bir akşama ne dersiniz ? Üstelik; Editör'ümüz ile 900'lü hatlara para ödemeden bedava canlı sohbet olanağı :-)

Evet derseniz herşey dahil 30 000 000.- TL. Biriktirmeye ve/veya yakınlarınızın elini öpmeye başlayın, bahaneniz 23 Nisan bayramı olabilir :-)

Not : 40 kişilik ön rezervasyon yapılmıştır, çok daha fazla olmayı, hatta orayı kapatmayı düşünüyorum :-)

Bir mail göndermeniz yeterli, elbette size erişebileceğim telefon numaralarınız ile birlikte...

asesen@turk.net

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.tdk.org.tr/imla/
De, da bağlacının yazılışı konusunda taşıdığınız endişelere son vermek için işte sizlere en sağlam kaynak... TDK... Da, de bağlacı ayrı yazılır; ancak, kendisinden önceki kelimenin son ünlüsüne bağlı olarak büyük ünlü uyumuna uyar ve da, de biçimini alır: Kızı da geldi gelini de. Orhan da biliyor. Oğluna da bildirdi. Sen de mi kardeşim? Güç de olsa. Konuşur da konuşur...

http://www.tigerhomes.org/blemur.htm
Lemur nedir? a) Ayranı yok içmeye tahtırevanla gider gezmeye. deyimindeki tahtırevan minderine verilen ad, b) Lazcada dağa tırmanış yapanların kullandıkları ipin ucuna takılan metal kanca, c) Şarap açacağının ispanyolcadaki karşılığı, d) hiçbiri, e) Şef garson da Lemur kelimesinin Madagaskar adalarında yaşıyan siyah/beyaz kürk renginde bir hayvan'ın ismi olduğunu bilmiyor. Sizden öğrenmeye çalışıyor.

http://www.mathpuzzle.com/
Matematik bulmacaları konusunda kendinizi denemek isteyenlere özel bir çalışma daha... Burada göreceğiniz örnekler matematik ile gerçek hayat arasında ne kadar çok benzerlik olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. iyi eğlenceler.

http://zone.msn.com/soccerchallenge/soccer.asp
Lego markası çocukluğumuzdan bugüne hep aklımızdadır. İtiraf etmeliyim ki oğlumu Legolarıyla oynarken görünce hemen yardım teklif ediyorum. Verdiğim kısayol aynı klavye üzerinde iki oyuncunun birlikte oynıyacakları futbol oyununa ait. Bence basit ama zevk alınabilecek derecede güzel hazırlanmış bir oyun...

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


GrafixCat v1.0 [271k] W9x/2k/XP FREE
http://chesterway.co.uk/software/gxCat.zip
Bilgisayarınızdaki değişik formattaki resimleri, ikonları görerek indekleyebildiğiniz minik bir yardımcı program. Bazı ufak modifikasyonalrıda yapmanız mümkün. İsim değiştirmek, kopyalamak, yerini değiştirmek gibi. İçinde birde tam ekran çalışabilen bir resim gösterici de mevcut. Elaltı programlarından biri daha.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030422.asp
ISSN: 1303-8923
22 Nisan 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com