KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu

Kahveci Soruyor?

KAPI KOMŞULARIMIZ

Xasiork Dergi

Üç Nokta Anlam Platformu


Anneler Gününüz Kutlu Olsun
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 259

 9 Mayıs 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Eli Öpülesiceler


Merhabalar,

Çocukken, anlamsız bulduğum uyarıları için nefret ettiğim, uyurken kaldırıp zorla içirdiği süt yüzünden düşman olduğum, kardeşime kızıp bana bağırdığı için hınç duyduğum annemi ancak baba olduğumda anladım. Beni adam etmek için harcadığı çabayı, gösterdiği özveriyi, çocuklarımı kucakladığımda farkettim. Karşılık beklemeden sevmenin erdemini keşfettiğimde yaşım ilerlemişti. Olsun, bunu hiç farketmeyenlerle yada farketse bile artık sevgisini gösterebileceği ana babası olmayanlarla kıyaslandığım da ben dünyanın en şanslı insanlarından biriyim. Hem, gerektiğinde özür dileyip, her fırsatta teşekkür edebileceğim annem, babam var, hem de benden sevgilerini esirgemeyen yavrularım. Hepinizi çok seviyorum.

Perşembe günkü radyo programı nedeniyle geç döneceğimi düşünerek bugünkü sayıyı önceden hazırlamıştım. Ancak size gönderebilme olanağı bulup bulamıyacağımdan emin değildim. Ama şu anda bu satırları okuyabildiğinize göre demekki sorun halledilmiş.

Bugünkü sayımızı mümkün olduğunca Annelerimize ayırmaya çalıştım. Sevgili Işık Etkin'in özlem dolu güzel yazısını mutlaka okumanızı rica ediyorum. Kendisine aramıza hoşgeldin diyor, güzel yazılarının devamını istiyoruz. Hepinize güzel bir hafta sonu dilerken, Pazar günü annelerinizi unutmamanızı, bir küçük çiçekle de olsa gönül alıp ellerini öpmenizi istiyorum. Hoşçakalın.

Bir gün değil, hergün hakkınız olan Anneler Gününüz kutlu olsun. Tüm eli öpülesice annelerimizin ellerinden öperim.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 KAHVE KREMALARI


Merhaba Sevgili Dostlar,

Umuyorum ki, geçen hafta baharın tadını gönlünüzce çıkarabilmişsinizdir.
Ben kendi adıma, size önerdiğim herşeyi yaptım. Açık havada uzun yürüyüşler, bitki araştırmaları ve elbette tango dersleri... Tango dersi umduğumdan çok daha keyifli ve güzel geçti. Çünkü tango; dansın ötesinde, büyülü bir beden dili öğretisi diyebilirim. Beni yakından tanıyanlar, dans ile ilişkimi çok iyi bilirler, çocukluğumdan ilk gençliğime tam 12 yıl klasik bale eğitimi, ardından değişik hocalarla gerçekleştirdiğim workshoplar benim tüm yaşamımda hep kendime ait bıraktığım bir oyun alanı olmuştur. Elbette rahmetle anacağım 12 yıl ders aldığım bale öğretmenim Madam Olga, gerçekten çok özel bir hocaydı. Bize yaşamın içinde beden-beyin ilişkisini öğretti. İşin esası da bu zaten, ben asla yetenekli bir dansçı filan değildim. Ama bedenimi farketmeyi, beden-beyin ilşkisinin bir bütün olduğunu dans ile keşfettim. Uzun aralar verdiğimde, dansetmediğimde, hareketsiz kaldığımda hep yine dans ederek bedenimle barışı sağladım. Dolaysıyla, mükemmeliyetçiliğe gerek yok, ister şişman olun ister zayıf, sadece tadını çıkarmanız için sizlere dansetmenizi öneriyorum. Gerçekten, kendiniz ile ilgili çok hoş keşifler yapacaksınız. İster önde, ister geride, duracağınız yada öne çıkacağınız yere siz karar verin ama mutlaka bu bahar ve yaz 'dansedin'... Ben tango ile ilgili gelişmeleri sizlerle paylaşacağım, dün daha ilk dersti...

Bu hafta bu bahar ve yenilenme konsepti üzerine giderken, geçtiğimiz günlerde çok popüler olan Dr. Osman Müftüoğlu'nun, 'Yaşasın Hayat' isimli sağlık kitabını inceledim. Ben, herkesin evinde bulunması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum. İnsan bedeni ile ilgili her türlü detaylı bilgi ve yaşlanmayı geciktiren faktörler ile ilgili detaylı bilgiler var. Ayrıca, kitabın içinde her sayfanın altında ruhsal iyileşmenizi sağlayacak öneriler var. Özet ile, size tıbbın tüm son yıllarda anti-aging diye adlandırdığı tüm bilgiler sunulurken, içsel gelişiminiz, huzurunuz içinde öneriler sunuluyor.

Geçen hafta bir iş toplantısı nedeniyle, Kadıköy'de geçtiğimiz aylarda açılan Naitilus alışveriş merkezini görme fırsatı yakaladım. Ben her ne kadar bir yıla yakın bir süredir Anadolu yakasında otursamda, hala kendimi Avrupa yakasında oturuyormuş gibi hissediyorum. Tüm alışkanlıklarım hala o tarafta, kopmasını da tercih etmiyorum. Şöyle belirtmeliyim, kasabımdan , kuaförüme kadar (ki hepsi ile uzun yıllardır dostuz) arama şehir mesafesi bile girse yine değiştirmem. Ama bu yakada da kendime alışveriş yapacağım, oğlumla ve eşimle keyifle yemek yiyebileceğim, film seyredebileceğim, üstelik bence mimari yapısı şu anda İstanbul'daki tüm bu tip merkezlerden çok daha sevimli ve ferah olan Naitulus ile tanışmaktan çok mutlu oldum. Galiba benim için çok ta sıradanlaşan sadece ihtiyaç için gittiğim Akmerkez'in yerini alacak. Bu arada Naitulus'uün içindeki Cinemaxx sinemaları'ndan bahsetmek istiyorum. Cinemaxx sinemaları, Avrupa'nın en önemli sinema zincirlerinden biridir. Ben kendi adıma, son yıllarda Berlin Film Festivali'nde hep filmleri Cinemaxx'larda izliyorum, koltuklar, koltuk arası mesafeler, büfesi, tuvaletleri her zaman tercih etmemdeki en önemli sebep olmuştur. İşte aynı mimari ve aynı stilde bu sinemala üstelik 8 salonla birlikte Naitulus'te var. Bu salonlar Adana ve Gaziantep'tede varmış, Türkiye genelinde 33 tane cinemaxx salonu varmış. Bence orada bu sıcaklarda bile olsa film izlemenizi bu haftanın 'krema'larından biri olarak öneriyorum.

Bu hafta görmenizi önereceğim 2 film var biri yeni vizyona çıktı, diğeri ise epeydir vizyonda ama kaçıranlar için tekrar önereceğim. Birincisi, Aki Kaurusmaki'nin, 'Geçmişi Olmayan Adam' isimli filmi, dünyada epeyce yankı uyandırdı. Diğeri ise Frida, görmeyenler için kaçırılmaz bir fırsat.

Bu arda Ankara'da 6.Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali başlıyor. Uzun zamandır çok beğendiğim bir organizasyon, dolayısıyla iyi bir propgram hazırlanmış, güzel filmler gösteriliyor...

Hepinize keyifli bir hafta diliyorum.

Zeynep Özbatur

Yukarı

 Misafir Kahveci : Işık Etkin


Özledim

Özledim . Özledim seni...

Teninin kokusunu, yanağının yumuşaklığını özledim.
Kapıyı açtığında yüzündeki gülümsemeyi, hoş geldin deyişindeki yumuşaklığı özledim.
Dizine başıma koyunca saçımı okşayışını, acıktığımda bana yemek hazırlayışını, sevgiyle bakışını özledim anne.
Pazarda domastes seçişini, her pazar alışverişinde kilolarca domates alıp yinede tatmin olmayışını, gördüğün her yeni domates tezgahında biraz daha alsak mı deyişini, hafta bitmeden biten domatesleri hatırlatıp "bak daha alabilirmişim" deyişini özledim.

Yataktan kalkmadan gözlüğüne uzanışını, sabah bana kahvaltı hazırlayışını, pencereden uğurlayışını özledim anne.

Giyinip süslenmeni, sanki dünyanın en önemli makyajını yaparmışcasına dudağına ruj sürüşünü, kırmızı-bordo ojelerini özledim.

İncecik topuklar üzerinde zerafetle yürüyüşünü, yeni bir şey aldığında ki çoşkunu özledim.

Firuzeyi severdin……

…..Bir gün dönüp bakınca düşler
İçmiş olursa yudum yudum yudum yıllarını
Ağla, ağla Firuze ağla
Anlat bir zaman ne dayanılmaz güzellikte olduğunu…

Sezeni çok sever ama anlamazdım bu şarkısını bir türlü. Şimdi sen yoksun ama şarkı çok net artık. Seninle Firuze dinlemeyi özledim anne.

İmtahan sabahları okunmuş pirinç yuttururdun, gülerdim ama onlarsız gitmezdim. Beni uğurlayışını özledim anne.

Mutfakta göz açıp kapayıncaya kadar bir zamanda yarattığın mucizeleri özledim.

Ramazanda orucun artık dayanılmaz anlarında akşamı hayal ederek büyük keyifle mantı çorbası yapışını seyretmeyi özledim. Arefe günlerini özledim anne… dolmalar, baklavalar, çörekler yapışını, akşamın geç saatinde bizi bayramlık almaya götürüşünü, bayram sabahı sevgiyle öpüşünü, bizi sıraya sokup hepimizden önce babamın elini öpüşünü özledim anne.

Sabahları seninle kahvaltı etmeyi, kahve içip fal bakmayı özledim.

Kızdığın zaman gözlerini kocaman kocaman açışını, bir tek kelime söylemeksizin bizleri gözlerinle idare edişini özledim.

Gümüşlerini sevgiyle parlatışını, halılarını tutkuyla anlatışını özledim.

Arabada babamdan önce elinle fren yapışını, piknige giderken sabah erkenden kavurduğun helvayı, çocukları sevişini özledim.

Öğrenmeye olan açıklığını, öğrencilerine olan aşkını özledim.
Nezaketini, öfkeni, sessiz sessiz ağlayışını özledim anne.
Enerjini, sesini, sevgini özledim anne. Sevgini,pırıltını özledim.
Hala babamdan her dönüşte dönüp cama bakıyorum, belki ordasındır diye….Her evden çıkışımızda el sallardın bize. El sallayışını özledim anne.

Anne demeyi özledim anne.

Tam arkadaş olmuştuk… artık ortak sorunların kadınlarıydık… ikimizde eş, ikimizde anneydik… artık birbirimizi anlayabiliyorduk… eşlerimiz odaya girince konuyu değiştirip birbirimize gülümseyebiliyorduk…
Neydi acelen anne?

Seni özledim Anne.

………Duru bir su gibi, bazen volkan gibi
Bazen bir deli rüzgar gibi
Gözlerinde telaş, yıllar sence yavaş
Acelen ne bekle Firuze……….


Işık Etkin
ietkin@compucom.com.tr

Yukarı

 Aklımda Gezintiler : Mehmet Emin Arı


Annem

Annemi tek bir cümle ile tanımlamam istenirse sanırım şöyle derdim; "annem bir alemdir". Yani gerçekten bir alemdir. Neredeyse fıkra olacak anektodları ile bizleri inanılmaz bir şekilde dumura uğratmaya pek sever. Yakında "bir ingiliz, bir fransız ve annem" diye başlayan fıkralar çıkarsa hiç ama hiç şaşırmam. Aklıma gelen birkaç olayını size aktarayım. Bunlar tamamen gerçek ve yaşanmış olaylardır.

"Lady Diana ve annem"
Annemin dördüncü evladı sayılabilecek üst komşumuz Nezaket'in amcası İngiltere'de yaşıyor. Her nasıl olmuşsa bu adam zamanın birinde Lady Diana ile bir hatıra fotoğrafı çektiriyor. Eh! Lady Diana bu, boru değil, fotoğrafların kopyalarından birer taneyi eşe dosta gönderiyor. Bunlardan biri de Nezaket hanıma geliyor, o da doğal olarak fotoğrafı sağa sola ve tabi ki anneme de gösteriyor. Buraya kadar her şey gayet normal. Annem, fotoğraftaki Lady Diana'ya uzun uzun baktıktan sonra Nezaket hanıma dönüp şöyle bir soru soruyor;
"Amcan bu fotoğrafı Lady Diana ölmeden önce mi çektirmiş?"

"Açma telefonu anne"
Eskiden oturduğumuz evde, ablamın oturduğu evle, bizim ev neredeyse cam cama olduğu için karşılıklı pencereden konuşulabiliyordu. Bu olanaktan faydalanmak için şöyle basit bir metod geliştirmiştik. Telefonu bir kez çaldırıp kapatıyorduk. Bu karşı taraf için "cama çık, konuşmak istiyoruz" anlamına geliyordu. Böyle bir kodlama olduğu için telefon en az üç kere çalmadan açmıyorduk. Bu basit fakat işlevsel iletişim sistemi oldukça iyi çalışıyordu. Neyse. Her şey yine buraya kadar normal. Bir gün annem ve kızkardeşim evde otururken telefon çalar. Annem üç kez çalmasını beklemeden ilk çalışta telefonu kaldırır. Daha ahizeyi kulağına götürmeden kız kardeşim "Anne niye açtın belki ablamdır" der. Bunu duyan annem telefona alo bile demeden hemen kapatır.

"Annemin Dişleri"
Hayırlı bir evlat olarak belirli aralıklarla annemi telefonla ararım. Telefon konuşmasında dişlerinin yapılacağından bahsetti. Annemin dişleri takma olduğu için değiştirilmesi gerekiyordu. Babamla birlikte hastaneye sevk çıkarmışlar. Üniversite hastanelerinde öğrenciler öğrensin diye emeklilerin dişlerini genelde öğrencilerin yaptığını biliyordum. Öğrencilerin hepsi tecrübesiz oldukları için, annemin dişlerinin öğrenciler tarafından yapılmasını istemediğim için telefonda sordum;

- - Anne dişlerini öğrenciler mi yapacak?
- - Yok, yok merak etme. insanlar yapacak.

Annemin dişlerinin Kripton gezegeninden gelen uzaylılar tarafından değil de insanlar tarafından yapılacağını bilmek bir evlat olarak beni epey bir rahatlattı. O gece huzur içinde uyudum.

"Sen evde değilsin di mi?"
Birkaç günlüğüne bende kalmaya gelen annem, akrabalarımızdan birini eve misafirliğe davet etti. Kadın kadına oturacaklar, çay pasta faslı yapacaklar vs.. Gelen akrabamız benim oturduğum evi bilmediği için annem telefonda kabataslak önce evi ardındanda durağı tarif etti ve sonra "ben seni duraktan alırım" dedi. Sonra evden çıktı misafiri karşılamaya gitti. Ben de şehre inmek için hazırlanıp çıktım. Bir baktım annem durakta bizim akrabayı bekliyor. Annemi görünce merakla sordum, " e, anne sen burdasın evde kimse yok, ya Gülşen abla gelirse, kimseyi bulamayacak" dedim. Annem bunu duyunca biraz şaşırdı. Sanki onu hayal kırıklığına uğratmışım gibi bana baktı ve "Sen evde değilsin di mi?" dedi.

"Hayır anne, ben evdeyim bu aslında sanal bir görüntü" diyecektim ama ses çıkarmadım. Anneler her zaman haklıdır.

"Defter-i Kebir"
Annemin tam olarak ne olduğunu bilmediğim ve çözemediğim bir defteri var. Aslında bu bir telefon defteri ama sağ olsun annem bu kendi halinde ve masum telefon defterini kendi amaçlarına hizmet eden çok işlevli garip bir deftere dönüştürmeye başardı. Defter değil sanki mahlukat. Defterin ilk sayfasında yani "A" harfinin olduğu kısımdan defter normal olarak başlıyor, Ayla hanım (kimse hatırlamıyorum) ve karşısında bir telefon numarası, sonra başka isimler ve numaralar. Defter böyle C harfine kadar gayet düzgün gidiyor ama C'den sonra birden her şey değişiyor. Ülkü hanımın telefon numarasından sonra (Ü harfi ile başlayan bir ismin C harfine nasıl geldiği ayrı bir merak konusu) bir kurabiye tarifi var. Kurşun kalemle yazılmış bir kurabiye tarifi, un, yağ, şeker vs. Allah allah deyip merakla defteri karıştırmaya devam ederken F harfinde Fehime halamın numarasının hemen üstünden Hz. Mevlana'dan bir alıntı var, "Neyi arıyorsan o'sundur. Zulmü arıyorsan zalim, aşkı arıyorsan aşık". İlerleyen sayfalarda şaşkınlığım daha da artıyor çünkü annemin herhangi bir bilgi kategorisi kaygısı taşımadan hemen not aldıkları arasında sabah erken vakitlerde yayınlanan sağlık programlarından alınmış püf noktaları var, örneğin yemekleri zeytinyağlı yapmanın faydaları ile ilgili uzun bir açıklama. Sonra muhtemelen Cuma sabahları yayınlanan bir din programından alınmış bir hadis ve hemen onun altında Leyla hanımın telefon numarası.

Bir paradigma şahikası olan bu harika defter hala aynanın önündeki telefonluğun üstünde, zaman zaman telefonun altında ama çoğu zaman annemin elinde durmakta. Aradan binlerce yıl geçince bu telefon defterini bulan bir arkeolog yada bir uzaylı tıpkı benim şu anda sorduğum gibi kendi kendine soracaktır;

"Bu nedir?"

"Romeo ve Müzeyyen"

Yine annem bir gün babamla bende kalmaya gelmişti (fıkra gibi oldu ama hiç farkı yok). Onun zamanında bir kızın okuyabileceği en son nokta olan ilkokulu bitirmiştir ama her zaman hayret ettiğim bir öğrenme isteğiyle doludur. Kitap okur, eğitici TV programlarını hiç kaçırmaz ve sürekli kendini geliştirmeye çalışır. Annem diye demiyorum ama eğer olanak tanınsaydı çok başarılı bir akademisyen olacağından adım gibi eminim. Neyse. Bende kaldığı zamanlarda kütüphanemde duran ve kendine hitap ettiğini düşündüğü kitapları alır okur. Öyle laf olsun diye okumaz, beğendiği yerleri ufak bir deftere not alır, sonra o notları temize çeker. Yani sıkı akademisyendir annem. "Tanrıyla sohbet" serisini tamamladıktan sonra benden kitap istedi. Seveceğini bildiğim için ufak bir Mevlana kitabını verdim. Mevlana'nın şiirleri ve sözlerinden yapılmış ufak bir şeçkiydi. Tabi çok hoşuna gitti ve hemen okumaya başladı. Aynı yayınevinin benzer bir şekilde çıkardığı Sheakspere kitabını da anneme uzattım. "Anne al bunu da oku". "Bu kim" dedi. "Sheakspere anne" dedim. "Bu da büyük yazardır". Açıkçası amacım biraz hafif dalga geçmek ve tepkisini ölçmekti. Okurken taktığı gözlüğü çıkarıp bana şüpheyle baktı ama kitabı da hemen aldı. Ben de süpermarkete gitmek için evden çıktım.

Eve geldiğimde bir baktım annem Sheakspere kitabını büyük bir dikkatle okuyor ve sık sık not alıyor. Ayağını bir sandalyeye uzatıp, zaman zaman pencereden dışarı bakarak, benim şaşkın bakışlarım arasında kitabı bitirdi. Aldığı notları temize çektikten sonra (to be or not to be) bana döndü, gözlüğünü çıkardı ve

"başka Şekspir var mı?" dedi.

"Oğluma akıl fikir ver Allahım"
Annem namazını aksatmaz, günde beş vakit kılar. Eskiden, namaz kıldıktan sonra dua kısmına geçtiği zaman eğer aynı odada ben de varsam duanın benimle ilgili kısmına gelince, o ana kadar bir mırıltı şeklinde olan duası birden yüksek sese erişir ve "OĞLUMA AKIL FİKİR VER ALLAHIM!" falan deyip bana gıcık gıcık bakar. Ben de hiç istifimi bozmadan "Anne, Allah kısık sesle de seni duyar" derdim.

"Dolmuşlar oradan geçer mi?"
Gitmek istediğim bir yerin dolmuşlarının nerden kalktığını bilmiyordum. Tahmin ettiğim bir yer vardı ama emin değildim. Annem gezmeyi sevdiği için ve orada bir akrabamız bulunduğu için bileceğini düşündüm. İçerde kitap okurken yanına gittim,
"Anne, Topraklık dolmuşları Ulusta nerden kalkıyor" diye sordum.
Annem bakışlarını uzaktaki hayali bir noktaya dikip pencereden dışarı bakmaya başladı. Baş parmağını da dudaklarına götürüp derin düşünme pozisyonu aldı. O dışarı ben de ona bakarak abartısız iki yada üç dakika geçti ve birden davranışçı psikolojinin "ah-ha" deneyimi olarak adlandırdığı şekilde yeni bir enerji ve coşkuyla dolmuş gibi silkinerek
"bilmiyorum" dedi ve kitabına geri döndü.

"Kırmızı noktalı film"
Annem ve babam bana geldikleri zaman televizyonu alıp kaldıkları odaya götürürler. Birkaç program dışında benim televizyonla pek alakam olmadığı için ses çıkarmam. Onlar durmadan seyredecek bir şey bulurlar. Gece vakti bilgisayarda çalışırken dur bakayım ne yapıyorlar bunlar diye odalarına gittim. İkisi, edi ile büdü şeklinde çay içip "Harem" filmini seyrediyorlardı. Filimde, saray, Osmanlı İmparatorluğu ve daha önce gördükleri harem dairesi olduğu için filme dalmışlar. Filmdeki birkaç çıplak sahne yüzünden mi yoksa ilgi çekmek için mi bilmiyorum TV kanalı kırmızı nokta koymuş. Normalde erotik filmlere konan bu kırmızı nokta filmle alakalı değildi ama yine de ben takılmak için "ooo bakıyorum kırmızı noktalı film seyrediyorsunuz, kolay gelsin" dedim fakat ikisi filmde geçen saray entrikalarına o kadar dalmışlardı ki hiç oralı olmadılar, istiflerini bile bozmadılar.

Aradan birkaç gün geçtikten sonra hep beraber ablamda otururken anneme takılmak için "abla" dedim, "annemle babamı bende kırmızı noktalı film seyrederlerken yakaladım" dedim.

Kırmızı noktanın ne anlama geldiğini bilmeyen annem "aaa! evet kırmızı noktalı filmler çok güzel" dedi.

Annemden mektup var
Bundan epey bir zaman önce ne olduysa şimdi hatırlamıyorum annemle kavga etmiştik ve küsmüştük. Annem, biraz yüreği küslüğe dayanmadığı için biraz da seyrettiği iletişim programlarının verdiği fikirlerle tekrar iletişimi oluşturmak için kendince harika bir yol bulmuş.

Kavganın ertesi sabahı uyandığımda, yorganın üstünde haşır huşur kağıt sesleri duyunca şaşırdım. Uyku sersemi ne olduğunu bir türlü anlayamadım. Yorganın hemen üstünde yastığa yakın yerde iki tane kağıt. "Allah Allah nedir? Bunlar" dedim. Hiçbir anlam veremedim. Baktım annemden bana gelmiş bir mektup. Annem kurşun kalemle oturup "Yavrum Emin" diye başlayan üç sayfalık mektup yazmış. Dili ve üslübuyla biraz diplomatik (kavga etsek bile ben onun son tahlilde evladıydım ve bu değiştirilemez gerçeğe dikkatimi çekiyordu), biraz duygusal (babamla şimdiye kadar ne yaptılarsa hepsi evlatları içindi, kendi adlarına yaşamdan istedikleri en ufak bir şey yoktu) ve uzlaşmacıydı (kendi evladıyla küs kalmak istemiyordu haliyle).

Mektubu okuyunca acayip pişman oldum. Gidip hemen elini öpüp, özür diledim ve barıştık.

Mektup diplomasisinin işe yaradığını ve etkili olduğunu gören Müzeyyen hanım sık aralıklarla bu türden mektuplar göndermeye başladı. Küs olmasak bile kendince önemli gördüğü konularda açıklamalarda bulunmak üzere mektup göndermeye başladı. örneğin bekar evimde beni yalnız görünce "senin evlenip çoluk çocuğa karışmanı yüce Allahımdan niyaz ediyorum" cümlesiyle başlayan mektuplar yazmaya başladı. Her bir mektubu dosyaya koyuyorum. En son çalışma masasının üstünde imza kısmında "Annen" diye biten mektup var. Zarfsız, pulsuz sevgi.

Bakmayın annemle tatlı tatlı dalga geçtiğime. Gittiği yemekli bir davette yediği köfteden birkaç parça alıp ekmek arası yapıp, annelerimiz dışında kim getirir. Kim bizi bu kadar sever, sevebilir ve düşünür?
Tek kişi:

Annem.

Mehmet Emin Arı
http://www.eminari.com

Yukarı

 Görmüş Geçirmiş Kahveci : Kemal Duykan


Eleştiri Üzerine Denemeler - Bölüm 1

Yaptığı eleştirilerle adını duyurmuş bir arkadaşıma sormuştum:

-“Türk aydını neden eleştiriye karşı batılı aydınlar kadar dayanıklı değildir?”

Şöyle yanıt vermişti:

-“Alt yapısı sağlam değildir de ondan.”

Net ilân edileli mertlik daha da bozuldu.Eli kalem tutan herkes kendini yazar-şair,yazdıklarına da şiir-eser diyor.Arada bir aşağıdan alıp “ben yazar değilim,benimkisi deneme,arkadaşlarla aramızda yazıp-çizip paylaşıyoruz” diyenler de yok değil ama, gerçekte onların da yüzde kaçı bu tür aşağıdan almaları içtenlikle yaparlar bilen varsa bana da söylesin…

Niye yanıyorum biliyor musunuz?
Gerçek anlamda yazar denecek olanların,yazdıklarıyla yaşama anlam katanların,ortaya eli yüzü düzgün bir yazı yada şiir çıkartabilmek için yürek teri dökenlerin,birbirlerini yağlama yıkama gereksinimi duymayan adam gibi adamların,kalemini dik tutan onurlu insanların da bu net deryasında kaynayıp gitmelerine yanıyorum.

Bir yerlere kaleminin gücüyle değil de, gücü elinde tutanlara yağlama-yıkama yaparak kestirmeden gitme meraklılarımızın biteceği tükeneceği yok.Birisinden yakanı kurtarmadan diğeri yapışıyor.

Peki bu kestirmecilere,yağlama-yıkamacılara çanak tutanlar yok mu?

Olmaz olur mu,onların sayelerinde dönüyor bu değirmen.

Sadece burada değil,daha başka sitelerde de forumlara mesajlar yazıyorum.Bazen de aklımdan geçenleri daha derli toplu biçimde yazıya dönüştürüp kabul gören sitelerin yöneticilerine gönderiyorum.Onlar da kendilerince uygun bulduklarını yayınlıyor,bulmadıklarını da gerekçeleriyle birlikte mail adresime iade ediyorlar.

Bendeniz az buçuk yazar kime denir,eser neye denir bilirim.Bildiğim için de ne kendimi yazardan sayarım, ne de yazdıklarımı eserden.

Her ne kadar ben kendimi yazardan,yazdıklarımı da eserden saymasam da,sağolsun bazı site yöneticileri benim gibi düşünmüyor olmalılar ki,kabul etmedikleri yazılarımı bana iade ederken şöyle klişeleşmiş bir ifade kullanıyorlar:

“Eseriniz sitemizin kurallarına uygun olmadığından yayına koyamıyoruz.Bundan dolayı özür dileriz.Sitemizin kurallarına uygun eserlerinizi gönderdiğiniz takdirde, yayınlamaktan kıvanç duyacağımızı biligillerinize sunarız…”

Şimdi buyurun cenaze namazına!

-“Ben yazar değilim”,diyorum,site yöneticisi:
-“Yazarsın!”diyor.
-“Yazdıklarım eser değildir” diyorum, site yöneticisi:
-“Eserdir”, buyuruyor.
-“Peki madem ki ‘eserdir’ “ diyorsunuz,”o zaman da yayınlasanıza”,dediğimde de yanıt hep aynı oluyor:
-“Maalesef eseriniz site kurallarımıza aykırı.”

Ben bu işin içinde çıkamadın,çıkan varsa hizaya gelsin…

Kemal Duykan

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_101.asp

Devamı var

Yukarı

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.242 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


ANNE

Zübeyde HanımBir yar için seni terkedip gittim,
Vicdanıma bir sor ne acı çektim,
Kendimi ben sana emanet ettim,
Eller kadir kıymet bilmiyor anne,
Senin kadar kimse sevmiyor anne...

Rastlarsan gözleri yaşı oğluna,
Suçunu bağışla,sarıl boynuna,
Bizbize yaşarken geldik oyuna,
Eller kadir kıymet bilmiyor anne,
Senin kadar kimse sevmiyor anne ...

Ne sevgiler geldi geçti kalbimden,
Kimse anlamadı garip halimden,
Senin hasretini duydum derinden,
Eller kadir kıymet bilmiyor anne,
Senin kadar kimse sevmiyor anne...

Halit ÇELİKOĞLU

<#><#><#><#><#><#><#>

BAŞKA BİR GÜN İÇİN

Bu gün bambaşka bir gün olsun ister misin...
Bahçeye çık öyleyse, çiçekleri sula.
Gökyüzüne bir bak, seyret bulutları.
Yarına gülümseyerek bakmasını bil.
Sakın elden bırakma umutları...

Bu gün bambaşka bir gün olsun ister misin...
Ağlayan bir çocuğa gülümse öyleyse.
Avuç açmış bir dilenciye para ver.
Yalnızlığı aklına getirme sakın,
Sana hayallerin, umutların yeter.

Bu gün bambaşka bir gün olsun ister misin...
Bir demet çiçek al öyleyse, götür annene..
Kulak ver tabiata, ahengi dinle.
Aynada yüzüne bir bak,
Saçlarını düzelt, barış kendinle.

Bu gün bambaşka bir gün olsun ister misin...
Öyleyse çılgınca özle beni,
Sadık kal anılara...
Sonra kaldır telefonu, dokun tuşlara
Ve beni ara...

Hasan Çiftçi

Yukarı

 Gereksiz Bilgiler : Derleyicibaşısı Bahçıgöz


ÇİNLİLERİN GÖZLERİ NİCİN ÇEKİKTİR?

Sadece Çinlilerin değil, Japonların, Orta ve Güneydoğu Asya da yaşayanların , hatta Eskimoların bile gözleri çekiktir. Aslında çekik gözlü olmak tanımı kesinlikle yanlıştır. Göz yapısı, dünyada bütün insanlarda aynıdır.

Farkı yaratan göz kapaklarıdır. Çekik gözlü diye nitelendirilen ırklarda, gözün üzerindeki göz kapağının ikinci kıvrımı, gözün üstüne doğru daha fazla inmiştir ve bu durumu, gözün , sanki daha darmış gibi görünmesine sebep olur.

Peki bu niçin böyledir ? Bir teoriye gore, göz kapağının üzerinde katlı olarak bulunan bu ikinci kıvrımı, bu insanların gözlerini yoğun olan kar tabakasının, göz kamaştıran ışığından korumak için, bir nevi kar gözlüğü gibi gelişmiştir.

Her ne kadar yukarıda belirtilen bölgelerin bazılarında kar hiç yağmıyorsa bile, bilim insanları bugün çekik gözlü diye nitelendirdiğimiz insanların atalarının , son buzul çağında Sibirya dan, yani Asya nın kar ve buzla kaplı en soğuk bölgesinden güneye, bugün yaşadıkları yerlere göç ettiklerine inanıyorlar.

Bu kadar soğuk iklimde yaşayanların vücutlarının iklime uyum sağlamaktan başka çareleri yoktu. Sadece gözler değil, burun da rüzgara en az maruz kalacak şekilde küçülmüş, burun delikleri, solunan hava ciğerlere gidene kadar ısınsın diye, daralmıştır. Ciltleri de bu nedenle yağlıdır.

Göz kapakları da daha yağlı olduğundan, daha sarkık durur ve bu oluşum , gözü ve iç tabakalarını , kara ve buza karşı korur. Yani "çekik gözlü" değil , " düşük göz kapaklı" deyimini kullanmak daha doğrudur.

Kaynak: Lüzumsuz Bilgiler Ansiklopedisi (Tamer Korugan )

aaltan@superonline.com

Yukarı

 Biraz Gülümseyin


TEMELCE

Trenlerin ilk ve son vagonları tehlikelidir demişler.
Temel "peki o zaman onları neden koyuyorlar" demiş..

<#><#><#><#><#><#><#>


Adam olacak çocuk!..

Yukarı

 Birlikte Oynayalım : Presented by Enishte


Yeni Soru : 6 - Sofraların vazgeçilmez ikilisi :-)

KAŞIK - ..1.. - ..2.. - ..3.. - ÇATAL

asesen@turk.net

Yukarı

Kahvenin Yanında

 Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun


 ELMALI SCONE

3 buçuk yemek kaşığı margarin
2 su bardağı un
1 paket kabartma tozu
1 çay kaşığı toz şeker
4 yemek kaşığı kuşüzümü
2 elma (rendelenecek)
½ su bardağı süt
1 çay kaşığı pudra şekeri
1 çay kaşığı haşhaş tohumu

Margarin, un ve kabartma tozunu ekmek kırıntısı halini alana kadar parmak uçlarınızla iyice karıştırın. Toz şeker, üzüm ve elmayı katın. Yoğurmaya devam ederken yavaş yavaş sütü ekleyin. (Üzerlerine sürmek için bu sütten biraz ayırın.) Hamurunuzu hafif unlu bir tezgahta 2,5 cm kalınlığında açın. Bir bardak ile yuvarlak şekiller yapın ve bunları yağlanmış fırın tepsisine dizin. Üzerlerine ayırdığınız sütü fırça ile sürün. Haşhaş tohumlarını serpin. Önceden ısıtılmış 200 derecelik fırında 10-15 dakika pişirin. Çıkarınca üzerlerine pudra keşeri serpmeyi ihmal etmeyin.
Parmaklarınızı yiyeceksiniz...
Afiyet olsun...

   Tarifi yazdırmak için tıklayın

Yukarı  

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.oranjclub.com/nisansergi.htm
...Ressam Beygü Gökçin, "Savaşa Karşı Renkler" adlı sergisini Teba Şirketler Grubu'nun desteğiyle düzenledi. "Biz Hepimiz Bir'iz" temasının işlendiği sergi, Noramin Art Galeri'de 3 Mayıs - 3 Haziran tarihleri arasında gezilebilecek... Bu adres resim sergisinin tanıtım sayfasına gidiyor.

http://www.tbb.gen.tr/turkce/index.html
http://www.clubkeyif.com/akt.asp?n=20&t=1 ...Klübümüzün amacı; Spor yapmak, kültür gezilerine katılmak ve sosyal yaşamak isteyen insanları biraraya getirerek, vakit bulamamaktan yada organize olamamaktan dolayı kendi kendilerine yapamadıkları bir takım aktiviteleri eğlenceli organizasyonlar haline getirerek bu kişileri biraraya toplamaktır... Keyifli anlar için bir alternatif.

http://www.maxionline.net/yemek/akdenizmutfagi.htm
Enginar severmisiniz. Sizi bilmem ama ben çok severim ve kayınvalidemin üzerine zeytinyağlı enginar yapan ikinci birini daha görmedim. Birde enginar dolması varki... mmmmmmmhhh. Ben en iyisi akdeniz mutfağından seçme yemeklerin tariflerini vereyim. Afiyet olsun efendim.

http://www.telepati.com.tr
Telepati dergisini ilk defa elime alıp incelediğimde, bu dergiye kim para verip alır demiştim. Ama ben de Türk milletinin bir ferdi olarak cep telefonlarının kıyaslamalı ve fiyatlı tablosunu incelemeye başlayınca fikrim bir anda değişti. Dergi sahipleri kusura bakmasınlar, halâ abone değilim. Ya gsm center'lardan ya da adreste olduğu gibi internetten okumaya devam ediyorum.

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


100xCD v2.7 [667k] W9x/2k/XP FREE
http://www.100xcd.com/100xCD_2-7.exe
CD Romunuzun çalışmasını hızlandırmak için güzel bir program. Tabiki CD yi daha hızlı çevirme yeteneği yok. Ama belli datayı bilgisayar üzerinde bir yere atarak, takılmadan düzgün müzik dinlemenize, film seyretmenize olanak tanıyor. Deneyin, beğenmezseniz kaldırıp atarsınız.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030509.asp
ISSN: 1303-8923
9 Mayıs 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com