KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu

Kahveci Soruyor?

KAPI KOMŞULARIMIZ

Xasiork Dergi

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 270

 27 Mayıs 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Ah kablo vah kablo!...


Merhabalar,

Bu kablo arızası artık kabak tadı vermeye başladı. Kabloya ne olmuş? Patlamış mı? Çatlamış mı? Tamir edilecek mi? Edilmeyecekse önlem alınmış mı? bilmeden bir bekleyiştir gidiyor. Havaya çıkıp uydular arası yolculuk yapabilenler bir nebze olsun şanslı ama biz kablo mahkumları beklemekten orman olacağa benzeriz. Neyse uma uma dönmeden muma biz işimize bakalım.

Özellikle Yahoo ve Hotmail adreslerinde yaşadığım ulaşamama problemi nedeniyle kahvecileri "Yahucular" ve "Diğerleri" olarak ikiye ayırmak zorunda kaldım. 1178 Yahucuya diğerleri gittikten sonra yollayabileceğim Kahve Molası'nı. "tr" uzantılı adresi olupta yahoo yada hotmail adresi kullananlar geçici olduğunu umduğum bu dönemden etkilenmeden zamanında kahve yudumlamak isterlerse bana yeni adreslerini bildirmeleri yeterli olacak.

Bugün güzel bir sürpriz sizleri bekliyor. Sevgili Buket Uzuner "TUZ/BİBER" adıyla Sabah gazetesinde yayınladığı yazılarını bizlerle paylaşıyor. İçinde bulunduğu yoğun çalışma dönemi biter bitmez taptaze yazılarda buluşmak üzere sözleştik. Kendisine gösterdiği ilgi nedeniyle teşekkür ediyor ve yeni kitabının hakettiği övgüyü fazlasıyla almasını diliyorum.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Buket Uzuner

 TUZ / BİBER : Buket Uzuner


   İLK TÜRKONOT UZAY GEZGİNİ OLMAK İSTİYORUM

Büyüdüğümde astronot ve denizaltı kaptanı olmak isteyen bir çocuktum. Dünyanın göz kamaştıran bir nurla sonsuzluğa açılan kapısı ardında ve karanlık diplerinde saklanan sırlarını merak ederdim. Kız arkadaşlarım beyaz dantellerle süslü gelinlikler içinde dünyanın en güzel gelini olarak kendilerini düşlerken ben kendimi bir astronot olarak uzayın sonsuzluklarında, ya da denizaltı kaptanı olarak okyanusun karanlıklarında yaşamın sırlarını araştıran bir kahraman olarak düşlerdim. Jules Verne'in Denizler Altında 20 Bin Fersah romanını okuduktan sonra Kaptan Nemo'nun azimli ve cesur cümlelerini sesimi yükseltip, sert bir edayla arkadaşlarıma sanki kendiminmiş gibi sık sık tekrarladığımı anımsarım: "Herşey denizden geldiği gibi bir gün denize dönecektir Mösyü Aronnax!"

Uzaya gitmek benim çocukluk yılarımda denizaltı kaptanı olmaktan daha fantastik bir hayal gücü gerektiriyordu, çünkü henüz aya ayak basılmamıştı ama ne gam, ben gereken düşleri kurmakta hiç zorlanmıyordum. Önümdeki tek engel, hayallerimi süsleyen bütün mesleklerde kadın prototipi olmayışıydı ama babası ve annesi tarafından güvenilen ve desteklenen bir kız çocuğu olarak bunun da altından kalkacağıma inanmakta zorlanmıyordum. Hem benim çocukluk yıllarımda Türkiye'deki kız çocukları şimdiki gibi manken ve şarkıcılar yerine dünyanın ilk kadın savaş pilotu olan Sabiha Gökçen veya yazar Halide Edip Adıvar'a özendirilirdi. Öte yandan bir diğer çocukluk kahramanım olan Peter Pan'i kendisinden-onlarca kez- seyrettiğim müthiş oyuncu Işık Yenersu nedeniyle bir kız çocuğu olarak kabul etmiş (aslında etmek istemiştim) Takdir edersiniz ki, serüvene ve bilime meraklı kız çocukları için en büyük sorun bütün kahramanların erkek olmasıdır. İlkgençlik yıllarımda artık bir yaşam oburu olduğumu farkettikçe ve bunların tek bir insan ömrüne sığamayacağı gerçeği kafama çarptıkça, ancak bir edebiyat (kurgu) yazarı olarak düşlerimin bir kısmına yetişebileceğimi de anladım.

Ama düşlerimin peşini de bırakmadım. 5 Eylül 1991'de Dolunay denizaltı gemisiyle 50 m. derinliğe dalan ilk sivil kadın oldum ve Fahri denizaltıcı brövesi kazandım. Şimdi sıra uzayda!

UZAYDAN DÜŞ GETİRMEK

Bilmem sizin dikkatinizi çekiyor mu, ama ben heyecanla takipteyim: İlk Afronot Mark Shuttleworth ikinci uzay turisti ve uzaydaki ilk Afrikalı olarak 6 Mayıs 2002'de (Hıdırellez) tarihe geçti. İlki Amerikalı Denis Tito idi. Bu iki dolar milyoneri adam (yine kadın değil !) Rus Uzay Ajansı'na 20 bin dolar ödeyerek Soyuz uzay aracıyla uzaya gittiler ve salimen geri döndüler. Uluslararası uzay İstasyonunda sekiz gün geçiren ilk Afronot 28 yaşındaki Mark Shuttleworth (soyadında bile mekik sözcüğü olması bir tesadüf mü?) Kazakistan'daki Baykonur Üssü'ne yakın steplerde dünyaya geri döndüğünde: "Uzaydan düş getirdim. Benim bir düşüm gerçekleşti, bunun Afrikalı çocuklara ve öğrencilere ilham vermesini umuyorum." dedi ve uzayda kök hücre ve AIDS'le ilgili deneyler yaptı.

Yüzüme güller konduran bir başka haber de: kendisi de Afronot olmak isteyen küçük bir Afrikalı kızın Mark Shuttleworth'a evlenme teklif etmesiydi. Şimdi bunu zenginlerin şımarık fantazileri olarak, ya da başkalarına esin ve umut taşıyan bir kıvılcım olarak değerlendirmek size bağlı. Bana gelince, 20 Bin dolarım olsa, ilk Türkonot uzay gezgini olmak yerine, hayallerimden biri olan memleketin ilk edebiyat vakfını mı kurarım, bilmiyorum. (Haydi benim param yok ama Koç ya da Sabancı neden uzayı merak etmiyor acaba?) Ama davet aldığım takdirde, bütün deniz ve denizaltı tutma- yemyeşil yerlerde sürünme nöbetlerime aldırmadan, hemen atlar giderim. Giderim, çünkü insanın kendine çocukken verdiği sözleri tutması kadar zor başarılır düşler, artık yetişkinlikte kurulamıyor. Giderim, çünkü uzayın derinliklerindeki gizemi gözlerimle görmek, dünyayı bir mücevher gibi uzayda seyretmek hayali buna değer. Para konusuna gelince para konusunda hep şunu düşünmüşümdür: para, düşleri, hayalleri ve planları olmayanların elinde onlara sefahat ve rezillikten başka bir şey getirmiyor. Hiçbir yılgınlık ve bozgunun hayallerinizi ve düşlerinizi yoketmesine izin vermeyiniz. Türkiye'nin sağlam bir ekonomi, şeffaf bir siyaset, adil bir hukuk sistemi gibi ve kadar yaratıcı düşlere, umutlara ve hayallere de gereksinimi var. Hele böyle bir GENÇLİK BAYRAMI gününde.
19 Mayıs 2002

http://www.buketuzuner.com

Yukarı

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


   KOD'layabildiklerimizden misiniz ?

Bilgisayar dünyasına ilk adımımı attığım yıllarda tanışmıştım KOD ile. Zorunlu bir tanışma olmuştu benim için :
" Selam, benim adım Kod ! Ben olmadan bilgisayar yaşamın nanay ! "
- Selam Kod ! Memnun oldum... Hadi be !

Kısaca böyle tanıştırılmış ve neredeyse 20 yıldır yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez olmuştu. Olmuştu da yaşamımı da bir miktar katletmişti Kod Efendi ! Okuduğum kitaplarda hep bu kod denilen kısaltmalar var idi ve mecburen bir kenara açılımını yazmak zorunda kalırdık. Gitgide ezberledik, gitgide birlikte yatar kalkar olduk, iş yaşamının günlük konuşmaları ister istemez bu konuşmalar üzerine gidiyordu, kim şimdi uzun uzun Customer Information Control System battı, kapatıp açacağız der ? CICS kodlaması dururken.. Bunun gibi; NCP, VSE, OS/390, VTAM, vs.vs.vs. Tüm bu kısaltmalar iyice ruhuna işleyince insanın, günlük hayatında karşılaştığı başka malzemeleri de ya kodlar oluyor ya da aklını kodlara takar oluyor. Örneğin; arabaların plakalarını görünce beyni bir anda çözümlemeye başlıyor, size de oluyordur sanırım özellikle bu plaka işi, kim şimdi 34 GVZ 45 plakalı arabayı görünce GEVEZE demez ? Zaten bazı plakalara talep olmadığından hiçbir zaman etrafınızda göremezsiniz; PZV, PUS, BOK, HAS, HYR, OHA, CUS, TOP, YUH vb... Ama benim derdim daha da kötü, aklıma sürekli bir şeyler gelip durur, masumane olsa da plakalar. Beni bu dertten kurtarmak için sanırım içinde harf geçmeyen, sadece numaralardan oluşan plakalar gerekli; 34 321 5687 gibi plaka yapsalar ya örneğin...

Günlük yaşamın parçaları da var elbette hepimizin pek sık kullandığı; TV, CD, VCD, DVD, ATM, EFT, TL, USD, IMF, AB, PK, PBX, MR, DSİ, KK, TMO, TEK, .. gibi, hatta nostaljik PTT, ELT, İETT, EGO, .. gibi, hatta noktalı olanlar bile var, Prof., Dr., Av., Y.Müh., Yzb., .. gibi. Bunlar arasında da en çok illetimi çeken kısaltmanın söyleniş biçimi, Ti-Vi derler de Pi-Ti-Ti veya Ti-eL demezler veya E-Fe-Te derler de İ-Ef-Ti demezler, A-Te-Me diyen de vardır Ey-Ti-Em diyen de mesela. Bir de kim daha önce kapar ise kısaltmayı tamam, ama ya geriden gelenler ne yapsın ? Su ve Kanalizasyon İşleri kısaltması SKİ olmuş mesela, ama Ankara erken davranıp ASKİ demiş, eee Adana ne yapsın ? ADSKİ diyelim, ya Adıyaman ? Bunalım.. Geride; Afyon, Ağrı, Amasya, Antalya, Artvin, Aydın var daha ! Plakalar ne olacak mesela ? 81 tane İL oldu zaten ben 67'den sonra bunalım geçiriyorum, harf sırasına koyamıyorum bir türlü ! Peki, bu durumu sen düşün deseniz cevap verebilir miyim ? Zor elbette, ama hiç olmazsa 3 rakam kullanırdım yeni iller için diye düşünüyorum, mesela BARTIN il oldu diyelim, ilk defa plakaları basılacak, BALIKESİR'den (10) sonra geliyor diye 101 yapardım plakasını desem, DÜZCE için de DİYARBAKIR'dan (21) sonra gelecek diye 211 deseydim, YALOVA'da çuvalladım bile, YOZGAT'ın (66) önüne VAN'ın (65) arkasına geliyor, hadi bunu da 659 yaptık araya V'li bir şeyler gelir belki dedik, yok yok vazgeçtim, kafayı yemeye başladım gibi geldi ..!

İşte KOD dünyasına dalınca aklınız başınızdan yellenip gidiyor. Geçenlerde pek sevdiğim Candan'ın söylediği türkümüzü dinlerken de aklıma gelmişti ve yine kafayı yemiştim. Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar.. Çok güzel ama biraz uçuk kaçık geliverdi bana. Bir yerinde kopup gidiverdim, diyor ki; "Babamın bir atı olsa, binse de gelse". Güzel, demek ki at ile gelinip gidilebilen uzaklıkta yaşıyor kızcağız, özlediği ailesinden dedim, hatta arada karadan bir ulaşım var diye düşündüm, ama arkasından "Annemin yelkeni olsa açsa da gelse" diyor ! Yaff, deniz kenarından da ulaşım varsa, babası neden yelkenliye binmiyor da atı ile gidiyor ? dedim. En anlamadığım ise ailesinin iletişim problemi çıktı son satırda; "Kardeşlerim yollarımı bilse de gelse" dedi ! Ne hain anne-baba dedim, kızcağızın kardeşlerine ablasının yolunu bile söylememişler ..!

Yine de türkülerimiz bir başka güzel elbette, arada komik olanlar ( Manda yuva yapmış söğüt dalına ), ya da ille de kafiyeli olsun diye ( Masa üstünde TESTİ, Kemer belimi KESTİ ) söylenmiş olanlar yok değil hani !

Şimdilerde iyice fişlenmeye başladık zaten, MERNİS projesiyle vatandaşlık numaralarımız da verildi, ezberle ezberleyebilirsen ! İçimiz dışımız numara dolu zaten, Vergi Sicil No, Emlak Beyannamesi No, Sigorta Sicil No, Emekli Tahsis No, Banka Hesap No, Müşteri No, Elektrik Tesisat No, Ehliyet No, ... Şunun hepsini Vatandaşlık No altında birleştirseler olmaz mı ? TEK bir numara ezberleriz hiç değilse, bir kere KOD'lanmış oluruz, hemen bankalara da söylesinler mesela, filanca kişinin Müşteri No'su bundan sonra 123456789012 yani Vatandaşlık No'su neyse odur kardeşim, Sigorta Sicil No'da aynı, Emekli olunca Tahsis No'su da aynı. Kişinin birden fazla evi olursa diye haybeye düşünmesinler 3 digit kontrol numarası var ya onu kullansınlar, 999'dan fazla ev alacak hali yok ya ! Sonuç zaten aynı değil mi ? :

" Ey Ahali ! Nasıl tanırdınız 123456789012'yi ? "
- İyi tanırdık, helal olsun !
" Tamam, gömün öyleyse, 123456789012 no'lu ada/parsel/paftaya ! "

Ne dersiniz ? Siz de benim gibi; KOD'layabildiklerimizden misiniz ?

asesen@tnn.net

Yukarı

 Medyatik : Selcan Lafçı


Dalkavuk Esnafı

"Bugün dalkavukluk bir ruh haleti, tıynet meselesidir. Dalkavuk, toplum hayatında şerefsiz, haysiyetsiz, aşağılık bir tiptir. İnsani meziyet ve faziletlerden soyunmuş, çıkarları uğrunda iğrenç zillet ile iki büklüm eğilir, el, etek, ayak öper. Zamanımızın karikatüristleri dalkavuk tipini türlü şirin çizgilerle sık sık ele alırlar.

Tanzimattan evvel bu dalkavuk tipi elbette ki mevcut değildi, fakat o devirde, tanzimattan önce, ayrıca dalkavuk esnafı vardı. Loncası, kahyası, efradı, nizamnamesi ve nihayet dalkavukluk hüner ve marifetlerine İstanbul Kadılığı'nca konulmuş fiyatlardan oluşan bir narh defteri ile geniş bir müessese idi."


Yukardaki paragrafta bugün diye bahsedilen 1966 yılı. Yazar, yaşadığı dönemin dalkavuklarından o kadar bıkmış ki, tanzimattan önceki, kuralları konmuş dalkavuk esnafını sanki özlemle anıyor. Elimdeki 1966 baskısı Emniyet Sandığı Radyo Kültür yayınlarının kitabında tanzimat öncesi dalkavuk esnafı anlatılıyor, dalkavuk sözcüğünün nerden geldiğinden başlayarak: Dilimizde iki tane dal sözcüğü vardır. Biri isimdir; hepimizin bildiği ağacın kolları anlamında. İkincisi sıfattır, bazı isimlerin başına eklenir; sade, yalın, düz, çıplak anlamlarında. Örneğin dalkılıç, kınından çıkmış yalın kılıç demektir. Dalkelle, başı açık, herhangi bir başlık taşımayan baş anlamındadır. Daltaban, çorapsız, yalın ayak, çıplak tabanı ile kaldırım tepen, dolayısıyla serseri anlamındadır.

Dalkavuk ise, etrafına hiçbirşey sarılmamış, sade, çıplak kavuk, böyle kavukla dolaşan kişi demektir. Bilirsiniz, eskiden başa külah veya kavuk giyilir, bunların etrafına giyen kişinin halini, mesleğini, mevkisini bir bakışta anlatan yemeni, çevre veya tülbentler değişik şekillerde sarılırdı.

İşte dalkavukları her tabaka halktan ayırmak için onların bu dal-kavuk ile dolaşmaları zorunlu tutulmuştur.

Yine kitapta, bir belgeden sözediliyor. Topkapı Sarayı arşivinde bulunan, Sultan I. Mahmut devrine ait bir dilekçenin metni aşağıdaki gibi:

"Devletli, inayetli, merhametli efendim,
Kimsesiz dalkavuk kullarınızın arzuhalidir. Her sene Ramazanı Şerif geldiğinde davetli, davetsiz iftarlara gideriz, ulemanın, ricali devletin ve sair büyüklerin, mevki sahiplerinin sofralarında nefis çeşitli yemekler, şerbetler, türlü türlü reçeller, tavuk göğüsleri, elmaspareler, helvalar, kaymaklı baklavalar, ekmek kadayıfları, süzme aşureler, hoşaflar yer ve içeriz. Üstüne göbek tütünü ve kahve ile ikram görürüz. Lakin içimizde bazı terbiyesizler bulunup, edebe uymayan hareket ve tavırları ile velinimetlerimiz efendilerimizi gücendirmekte, zararı da hepimize dokunmaktadır. Dalkavukluk sağlam bir nizama bağlanmaz ise cümlemizin açlıktan öleceği aşikardır. Kadim nizam ve kanuna göre yeniden bir nizama bağlanmasını, uygunsuzların içimizden tarh edilmesini......."


"Dalkavuk kulları" diye imzalanan dilekçenin sonuna şu not konmuş: "Dalkavuklar kibar rical huzuruna getirildiklerinde etek öperler. Oturacakları yer trabzan yanındaki küçük minderdir. Vazifeleri hane sahibi olan zatın mizaç ve tabiatına uygun şekilde konuşmak, meclise neşe vermek, keder verici sözlerden, zikri müstekreh tabirlerden gayetle sakınmaktır. Hane sahibi ne söylerse fevkalade yardakçılıkla tasdik edecekler ve asla aykırısında söz söylemeyeceklerdir. Verilen ihsanı gizlice alacak, verilen paranın çokluğu ile meslektaşları arasında övünmeyecektir."

Yine bu belgede yer alan fiyat tarifesinden dalkavukluğun sadece 'söz ile yardakçılık' olmadığını öğreniyoruz. Vücutları da eğlence aracı olmuş bu zavallı insanlar için, çeşitli eğlencelere göre İstanbul Kadılığı'nın belirlemiş olduğu tarife şöyle:

Dalkavuğun burnuna fiske vurma/fiske başına: 20 para
Yüzünü tokatlamak/tokat başına: 20 para
Oturduğu minderden aşağı yuvarlamak: 30 para
Merdivenden aşağı yuvarlamak: 180 para
(Bir yeri kırılır veya incinirse tedavi ve doktor parasını şakayı yapan karşılar)
Çıplak başına tokat atmak/tokat başına 45 para
Yüzüne mürekkep veya kömürle kara çalmak: 37 para
Kuyruğu dışarda kalmak üzere bir fındık faresini ağzının içine kapamak: 400 para
Ellerini ve ayaklarını domuz topu denilen şekilde bağlamak: 40 para
Bir salkım üzümün sapıyla beraber yedirilmesi: 40 para


Liste uzayıp gidiyor. Örneğin bostan kuyusuna atmak konusunda, 'dalkavuk boğulup ölürse cenaze masrafı şakayı yapana aittir' maddesi unutulmamış!

Yazıyı okurken siyasetçileri, köşe yazarlarını, eğlence mekanlarında ceket yakanları, futbol klüplerinin yöneticilerini, tv spor programlarını, yozlaşmış sanatçı tayfasını, başkanının ceketini tutup, ayağına su dökenleri, iş hayatında karşılaştığım örnekleri tek tek hatırladım: Yardakçılık yapanlar ve bu yardakçılığı memnuniyetle kabul edenler...

Anlaşılan 1966'dan bugüne değişen pek bir şey yok. Kitapta yer alan son cümleye sonuna kadar katıldım:

"Ama unutulmamalıdır ki o bedbahtlar zamanımızın dalkavuk dediğimiz yardakçı ahlaksızları yanında çok temiz bir takım talihsiz kimselerdir."

Selcan Lafçı

Yukarı

 Aklımda Gezintiler : Mehmet Emin Arı


Zen ve Evlilikten Kaçınma Sanatı

Toplum denen örgütlü can sıkıcı topluluk yaşamınızı zehir etmek için elinden geleni yapar. Hele bir erkekseniz üstünüze daha da abanır. Öncelikle okul denen o sıkıcı yere tıkar sizi. Askerlikti filan derken sonunda bir işe girersiniz. Bu aşamadan sonra, yaşınız yirmi beşi geçince o meşum ve acımasız baskı başlar: "Hadi artık evlen!" Halalar, dayılar, teyzeler, anneniz, babanız ve evli arkadaşlardan oluşma bir şer cephesi sizi evlenmeye zorlarlar. İşin garip tarafı evliliğin neden gerekli olduğuna ya da sizin neden evlenmek zorunda olduğunuza dair en ufak bir tatmin edici açıklamada da bulunmazlar. Size sadece evlenmeniz gerektiği söylenir. Kafka'nın "Dava"sındaki gibi bilinmez bir kudret sizin hakkınızda son kararını vermiş gibi davranırlar (valla dürüst olmak gerekirse Kafka'nın Dava kitabını okumadım sadece filmi biraz seyrettim ve bir çok kitapta bir sürü referans veriliyor ki okumuş gibi oldum). Evlilik neredeyse tanrısal bir iradeye baş eğmek gibi bir şey olarak size sunulur. Kıştan sonra ilk baharın gelmesi ya da sabahleyin güneşin doğması gibi doğal ve üzerinde düşünülmeye değmeyecek kadar yalın bir şey olarak görülür ve gösterilir. Eh! Hadi artık evlen, yaşın geçiyor. Toplumun başarı dayatması gibi bir şeydir bu. İşte bu noktada akıcı bir strateji ve orta-uzun vadeli taktikler ile bu şer cephesine karşı kalıcı bir zafer kazanıp ömür boyu bekar kalıp, mutlu bir insan olarak yaşayabilirsiniz.

Evlilik sadece ve sadece çok çocuksadığınızda yapılacak bir şeydir, onun dışında çılgınlıktır. Çocuksamak duygusu susamak gibi bir duygudur. Nedensiz baba olmak istersiniz. Bir çocukla parklara gitmek ve onu kucağınızda uyutmak gibi özlemler duyarsınız. Böyle bir durumda, eş-dost ve tanıdığın çocuklarını sevin ve geçici baba simülasyonları gerçekleştirin. Böylece babalık genlerinizi yada hormonlarınızı geçici bir süre rahatlatmış olursunuz. Ama başkalarının çocukları da sizi kesmiyorsa geriye yapılacak bir şey kalmıyor; evlenin ve baba olun. Bu şart dışında, yaşlılıkta yalnız kalmak, hasta olunca bir tabak sıcak çorba ve sıcak aile yuvası gibi özlemlere ve kandırmacalara meyledip sakın ha evlenmeyin, saçmalıktır. Yaşlılıkta yalnız kalmamak için ömür boyu iki kişilik bir yalnızlığı yaşamayın. Hasta olunca sıcak çorba yapan servisler inanın çok yakında çıkacaktır.

Şimdi gelelim evlenmeniz yolunda yapılan baskılara nasıl karşı koyacağınıza. Doğrudan karşı çıkmaya çalışmayın. Bu azimli şer cephesi, "ben evlenmem, evlilik insanlık tarihinin bulduğu en aciz çözümlerden biridir, sürekli sevgililiği yaşamak istiyorum" türünden entelektüel laf salatalarına pabuç bırakmazlar ve daha da üstünüze gelirler. Halanız "özgür ilişki teorinizi" dinlemek istemeyecektir -en azından benimkisi dinlemiyor.

Unutmayın aşkta ve savaşta her şey mubahtır. Siz özgürlüğünüz için mücadele ediyorsunuz, o halde ne kadar iki yüzlü ve basit olursa olsun her yolu ve taktiği deneyebilirsiniz. Bu şer cephesine karşı iki yüzlü olmaktan kaçınmayın. "Evlen" diye tutturduklarında, derin bir iç çekip aslında evlenmek istediğinizi, sıcak ve mutlu bir aile yuvasının özlemini nasıl çektiğinizi, bekar evinizin duvarlarına bakmaktan nasıl canınızın sıkıldığını hafif acıklı ve buğulu bir sesle anlatın. Bu onları tabi ki coşturacaktır. Size kız bulmak için büyük bir hevesle kolları sıvayacaklardır (bu resmi ve onaylanmış pezevenkliğin niye bu kadar sevildiğini bir türlü anlayamamışımdır).

Sizin için buldukları kız genellikle sosyal statü, eğitim ve kültür düzeyi açısından ya sizinle eşit yada sizden aşağıda olacaktır. Ne yani size, Claudia Schiffer bulacakları yok ya! Kızın özellikleri genellikle biraz abartılarak yada süslenerek size aktarılır. Bu tanımlamalarda ve ifadelerdeki gerçeklik payını her zaman yüzde 50 olarak alın. Kız "çok güzel" diyorlarsa bunun anlamı kız güzeldir yada fena değildir demektir. Çok akıllı diyorlarsa, oturup iki çift laf edebileceğinizi anlayın ama big-bang teorisindeki tekillik açmazını tartışacağınızı beklemeyin (aslına bakarsanız bunu tartışacağınız erkek arkadaş sayısı da oldukça azdır. Genellikle Claudia Schifferr'in selülitsiz harika kalçası hakkında yorum yapmayı tercih ederler).

Kaderine razı olmuş bir şekilde buluşmaya hazır olduğunuzu belirtin. Muhtemelen ya size kızın telefon numarasını vereceklerdir ya da bir buluşma ayarlayacaklardır. Buluşmaya düzgün ve tertipli gidin. Asıl niyetinizi belli edecek şekilde laubali bir giyim olmasın üstünüzde. Bu tür bir buluşmanın tedirginliği içinde olan kız genellikle biraz yapmacık ve fazla "hanım" davranacaktır. Zaten ilk üç saniyede hem o hem de siz aranızda hiçbir şey olmayacağını anlarsınız. Bu tür bir buluşma tarzı zaten olayın tüm şiirini baştan öldüreceği için sakın ola ki aşk falan beklemeyin. Siz yine de adab-ı muaşereti elden bırakmayın ve bunu karşınızdaki insana hissettirmeyin. Buluşmaya gelen kız size nazaran daha samimi ve evlilik konusunda ciddidir. Onun kalbini kırmayın. Buluşmadan sonra olayı organize eden "resmi" pezevenk her kimse (halanız yada bir arkadaşınız- umarım halam bu yazıyı okumuyordur) sizi aradığında önce buluştuğunuz kızı uzun, uzun övün ve sonra zarif bir hareketle "Aranızda elektrik olmadığını ve birlikte evlilik gibi kutsal bir müesseseyi yürütemeyeceğinize kanaat getirdiğinizi" söyleyin (müessese ve kanaat getirmek kelimelerini özellikle kullanın). Bu türden tekrar eden bir kaç başarısız buluşmadan sonra karşınızdaki şer cephesi ve amatör pezevenkler ordusu yorulacak ve "kendin bul birini artık" deyip yakanızı bırakacaklardır. Şer cephesinden kurtuldunuz ama en büyük tehlike olan kendinize ve yalnızlığa karşı nasıl karşı koyacaksanız?

Valla insanlığın on bin yıldır bulamadığı bu cevabı İnternetten bir tıklamayla indirip, yazıcıdan çıktı almayı bekliyorsanız saflık ediyorsunuz bence.

Üstüne üstlük "kmarsiv.com", bırakın yarım ekmek arası köfte alacak kadar telif ücretini vermeyi, bana doğru dürüst bir tane Claudie Schiffer.jpg bile göndermedikten sonra siz cevabı zor bulursunuz.

Not: Yazıda adları geçen sevgili Claudie Schiffer, Edi ve Fehime halama teşekkür ederim.

Edinin notu: Nankör yazar, Karaköy'de ısmarladığım ekmek arası balık ve kolayı ne çabuk unuttun.

Mehmet Emin Arı
http://www.eminari.com

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_110.asp

Devamı var

Yukarı

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.276 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


BENİ AŞKA TERKETTİĞİN İÇİN SEVİYORUM SENİ

Haydar Ergülen bir sır- çocuksun, yalnızca aşk açık sende
ne sen kalıyorsun ne o, aşktan başka
biri yok, gel, aşk istediği için varsın
ne onu kurtarıyorsun ne kendini, aşktan başka
biri yok, git, aşk istediği için yoksun

ayrılıktan değil, taşıdığı saflıktan konuşursun;
ayrılık sana dönmektir, yeniden bana
ruhumuz öpüşür ya, başkasındayken ağzımız
gövde gözaltındadır, oysa ruhumuz sereserpe
seni senden beni benden bağışlar birbirimize

bir sır- çocuksun, aşkla açıyorsun kullandığın herşeyi
burda değilsin, çoktun çekilmişsin ve seninle
gitmiş senin olan, her zamankinden çoksun bu evde
çünkü aşk hepimizden çalışkandır, ben duruyorum
vefa aşk listesindeki ceza nöbetine

bu karanlıkta daha iyi görüyorum seni
aynı tünelden geçiyorsun gelişte ve gidişte
kavuşmaya, ayrılığa aynı yolu kullanıyorsun
beni büyüten aşktan söz ediyorum, yolculuğa övgü
zaman yok ki aşktan başka, uykusuzluğa övgü

bir sır- çocuksun, baştan çıkarır gibi açığa çıkardın beni
ayrılık mı; beni aşka terkettiğin için seviyorum seni!

Haydar Ergülen

<#><#><#><#><#><#><#>

ÇOCUKLARDIR GÖKYÜZÜNÜN BEKÇİSİ

Geceye karışmış bir yolcunun gözleri
Korkuyla uyanan çocuklar gibidir
Erkenci bir yıldıza rastlayınca
Düşündeki son büyüyü yitirir.

Gece yaşlanmış gökyüzüdür.

Özlem ağır uykular gibi çöker
Gezinir çocuğun coğrafyasında
Yüreğinde ışıltılı bir mevsim
Eski zamanlardan bir sabah çeker.

Sabah el değmemiş bir çocuk cakasıdır.

Ağacından bir portakal düşürür
Kana benzese de dağ yollarındaki izi
Taflan kokulu yağmurlar tarar saçını
Unuttuğu dostlukları anarak üşür.

Yağmur ilk kız arkadaşıdır.

Dağ menziline değer alımlı yüzü
Haylaz çocukların koşuştuğu göğsünde
Dağılır kederi mavi bir yıldız
Alıp getirir sonsuz ilkyazı.

İlkyaz içinin hoyrat atıdır.

Kentin kapısını bulduğu sabah
Yorgun bir atlı gibi düşer gece
Yeniden anımsansın diyedir
Sevinir çünkü çocuklar bildikçe.

Haydar Ergülen

Yukarı

 Biraz Gülümseyin



Şu fakire bi sadaka!...

Yukarı

 Birlikte Oynayalım : Presented by Enishte


Önce 19 Mayıs tatili ardından Cezayir hatları oyunumuzu biraz bozdu. Kaldığımız yerden devam ediyoruz, haftada 1 oynamaya karar vermek daha uygun olacak sanırım. Pazartesi'den Cuma'ya, bana da 2 gün değerlendirme ve yeni soru hazırlama olanağı kalıyor. Önceki sorunun çözümü :

ÇELİK - BELİK - BELEK - BİLEK veya
ÇELİK - ÇELEK - ÇİLEK - BİLEK

şeklinde idi. Doğru yanıtı ilk gönderenlerden; Erdem KANRA'ya ALTIN, P.Seval'e GÜMÜŞ ve Elvan GÖÇMEN'e BRONZ madalyalarını takdim ediyorum. Ayrıca; Berrin CERRAHOĞLU, Deniz Şevki KAYABAY, Güven MERCANKÖŞK, Aysel ALAÇAM OĞUR, Uğur ALİGÜLLÜ, Şükran AKÇADENGİ, Elif Şeref ARTUN, Çiğdem BİRGİN, Ayşe Nur DOKSAT, Bülent KUMRAL, Erdoğan GÜLBOY,Nurettin KARAKAŞ, Burhan ARBUŞ, Işık ETKİN, Hakan CELAYİR, Dilek A.Bishku, Mehmet Emin ARI, Yeşim ŞİMŞEK, Mert POLATAY, Mehtap YILDIZ, Sabite MÜFTÜGİL ve Sevin A.'ya alkışlarımı iletiyorum...

Yeni Soru : 9 - Şu HAMAM'a bir NATIR bulmamız gerekiyor.. :-)

HAMAM - ..1.. - ..2.. - ..3.. - ..4.. - ..5.. - NATIR

asesen@tnn.net

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://zefrank.com/lp1/
Flash animasyon ve hoş, ilginç çalışmaların olduğu bir site. Yukarıdaki linki tıklayın. Karşınıza çıkan yere istediğiniz bir şeyi yazın sonra"Go" deyin. Görün bakalım neler olacak? Sitede daha pekçok şeyi bulabilirsiniz.

http://slam.teluff.com/frameset.html
Böcek resimleri konusunda kapsamlı bir kaynak öneriyorum sizlere. Benim gördüğüm kadarıyla özellikle sekiz bacaklılar konusunda ciddi gözlemler yapmış arkadaşlar. Bazılarımız ürker veya korkarız; ama sadece esimden bakınca çok şirin görünebiliyorlar :))

http://www.anl.gov/OPA/rube/rubeolive.html
Rube Goldberg 1883-1970 yılları arasında yaşamış Pulitzer ödüllü ve çok yönlü bir sanatçı. Karikatürlerini gördüğüm zaman ilk aklıma gelen kişi zihni sinir olmuştu. Sizin aklınıza kim gelecek bilmem ama; bence mr. Goldberg oldukça başarılı bir sanatçı.

http://www.thesoundoflincoln.co.uk/freak.htm
Kibrit çöplerinden resimler, heykeller yapıldığını görmüştüm ama kibrit kutularıyla ilgili hiç bir çalışmaya şahit olmadım. Hele böylesine marjinal yaklaşımları hiç tahmin etmiyordum. Web sayfasının sahibi hiç üşenmemiş, her bir kibrit kutusuyla tek tek uğraşmış.

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


Asterisk Key v5.5 [275k] W9x/2k/XP FREE
http://www.lostpassword.com/asterisk.htm
Şu şifreleri unutma işi çokça başıma gelir. Eğer sizde bu dertten muzdaripseniz bu program bir nebze merhem olabilir sancınıza. (***) olarak gözüken şifreleri gerçek hallerine dönüştüren bir program. Epeyce iyi çalışıyor. Denemekte yarar var.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030527.asp
ISSN: 1303-8923
27 Mayıs 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com