KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu

Kahveci Soruyor?

KAPI KOMŞULARIMIZ

Xasiork Dergi

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 291

 25 Haziran 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Kaymaklı Şöbiyet


Merhabalar,

Bugün konumuz biraz farklı. İşin içine fanatizm bulaşmasın diye bunca zamandır sportif konulara pek giremedim. Oysa benim de renklerine aşık olduğum bir takımım, fanatizm boyutlarına varmasa da sallamaktan bıkmayacağım bayraklarım var. Bunları söylüyorum çünkü gizli kapaklı kinayeli laflar etmek istemiyorum. Bayrağımın rengi sarı lacivert ama sarı kırmızı bayrağı hançerem yırtılırcasına bağırıp sallamışlığım, siyah beyaz'a ise her daim saygı ve sevgi beslemişliğim vardır. Bu açıklayıcı girizgahtan sonra gelelim konumuzun aslına.

3 gündür bir projeden söz ediliyor. Şişli'yi kurtaracak, İstanbul'a nefes aldıracak, çağdaş ve planlı yapısı ile dünyaya örnek olacak bir proje. Pazartesi günkü yazısında Hıncal Uluç öyle güzel anlatmış ki benim daha fazla söz etmeme gerek yok. Proje, şu anki Ali Sami Yen stadının yıkılıp yerine iş, alışveriş merkezi kurulması ve altına 7 kat otopark yapılması işi. Projeyi hazırlatan Şişli Belediye Başkanı Sayın Mustafa Sarıgül, Şişli'yi adam edip yaşanılır hale getiren çalışkan başkan. Buraya kadar herşey harika. Projeyi akıl edenlerin de, hazırlayanarın da ellerine sağlık. Ammaaaa.....

Hiç alınmaca gücenmece yok. Bu proje Şişli'yi kurtarma değil Cimbom'u kurtarma, hidayete erdirme projesidir. Sportif başarılarının yanında diğer konularda bir o kadar kifayetsiz kalan sarı kırmızıların imdadına bir doğuştan cimbomlu, eski yönetici Başkan Sarıgül yetişmiştir. Senelerdir stadı adam etmeyi beceremeyip, bir stad parasını projelere harcayan yönetimleri kurtarmak ve cimbomu ekonomik açıdan erişilmez yapmak için Şişli ve İstanbul halkı figüran olarak kullanılmaktadır. Örnek olarak alınan takım da Real Madrid'tir. Benzer bir projeyle paraları çuvalla taşır, istedikleri her futbolcuyu parayı bastırıp alabilecek hale gelmişlerdir. Bakınız David Beckham örneği. İsterseniz biraz daha detaya inelim.

Öncelikle Türkiye'de stadlar takımların malı değildir. Hepsi Türkiye Cumhuriyeti'nin dolayısıyla hepimizin malıdır. Tüm takımlar sembolik bir kira ve bakım karşılığında bazı stadların kullanma imtiyazını almışlardır. Durum böyle olunca yıllık 25 milyon dolar gelir beklenen iş merkezinin mülkiyetini bir takıma verebilmek için aynı takıma gene Devlete ait arazilerden bir başka yeri yeni stad yapımı için vermek, buraya inşa edilecek stadın parasını iş merkezinden karşılamak hakkını ancak Devlet verebilir. Ve bu Devlet bizim, hepimizindir. Herkese eşit koşullarda hizmet götürmek zorundadır. Bir takım kendi olanaklarıyla kiraladığı stadı 2 yılda eşine az rastlanır bir hale getirirken, dibindeki liseyi bir başka yere taşımak istemiş ve "Hayır" yanıtı almıştır. Bir diğer takım, stadını adam etmek için kendi olanaklarını zorlarken devletten yardım istememiştir. Bunlar daha tazeyken, sarı kırmızılı kardeşlerimizin kendilerine peşkeş çekilen bu fiili durumu sindirmeyeceklerini ummak istiyorum. Bir diğer umudumda, Devlet'in eşitlik ilkesinden yola çıkarak akılcı bir kararla, bu paha biçilmez araziyi bir zümreye vermeyi reddetmesidir. Ya da gene aynı gerekçelerle tüm stadları tamamiyle takımlara terketmesi, makul arazi isteklerine sırt çevirmemesi gereklidir. İkinci şıkkın doğuracağı vahim sonuçlar göz önüne alınarak birinci şıkta karar kılınmalıdır.

Futbol artık endüstridir. Bacasız fabrikalarda milyon dolarlar üretilip harcanmaktadır. Bu kadar paranın döndüğü bir alanda imtiyaz devirleri söz konusu olunca kötü kokularla karşılaşılması kaçınılmazdır. Bakınız enerji sektörü örneği. Benim malımı benden izinsiz bir başkasına peşkeş çekmek isteyen başkanları da, bunu insanlık için atılmış bir adım olarak nitelendirip, gerçek yüzünü örtbas etmeye çalışan köşe yazarlarını da kınıyorum. Cimbom'lu yöneticilere diyecek bir lafım yok. Böyle pişirilmiş önüme konulmuş baklava tepsisi bulsam bende başına çöker yerim. Ama bilirim ki yediğim baklavalar birgün gelir beni gıdıklar.

........

Yazıyı yazdıktan sonra bir daha dikkatlice okumak gereği hissettim. Zira Sevgili Aslı dün haklı bir uyarıda bulunup, yazılarımızdaki imla hatalarına dikkat çekti. Ençok hatayı benim yaptığımı bildiğimden daha bir dikkatli olmaya karar verdim. Bana yolladığı mesajı "Dost Meclisi"nde aynen yayınlıyorum. Yazar ve yazar adaylarımızın okumasında yarar var.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Yukarı

 Mektebişahane : Rana Aslanbay Aydın


HADİ GEL...

Hadi gel;
- Bugün farklı olsun, açalım yüreklerimizi, ne varsa dökelim ortaya, birlikte seçelim güzel olan herşeyi, kovalım kötüleri, sıkıntıları, üzüntüleri

Hadi gel;
- Bugün farklı olsun, atalım maskeleri, içimizden geldiği gibi somurtalım, bağıralım, ağlayalım gülelim sonra, kahkahalarla hem de, gözümüzden yaşlar gelinceye kadar

Hadi gel;
- Bugün farklı olsun, koşalım, yarışalım rüzgarla, ıslansın ayaklarımız, kirlensin giysilerimiz, kalplerimiz çarpsın son hızla

Hadi gel;
- Bugün farklı olsun, atlayalım denize, tuz yapışsın saçlarımıza, güneş kavursun tenimizi, kumlara yatalım sere serpe

Hadi gel;
- Bugün farklı olsun, konsere gidelim, avaz avaz bağıralım, eşlik edelim şarkıcıya, sesimiz çatlayıncaya kadar şarkı söyleyelim korkunç seslerimizle

Hadi gel;
- Bugün farklı olsun, yemyeşil çimenlere yatalım, gözümüzü kırpıştırarak güneş ışığını kirpiklerimizle süzelim, nefes alalım derin derin, çekelim mis gibi çimen kokusunu ciğerlerimize

Hadi gel;
- Bugün farklı olsun, akarken taşlara çarpıp şıkırdayan bir dere bulalım, buz gibi olsun suları, paçalarımızı sıvayıp sokalım ayaklarımızı, parmaklarımız büzüşünceye kadar kalalım orada

Hadi gel;
- Bugün farklı olsun, bir at arabası bulalım saman yüklü, takılalım arkasına, zıplayıp oturalım, sallayalım bacaklarımızı bir yandan da mırıldanalım türkümüzü

Hadi gel;
- Bugün farklı olsun, yalın ayak yürüyelim taşlı köy yollarında, sıcak taşlar yaktıkça ayaklarımızı, bir çeşme bulalım serinlemek için

Hadi gel;
- Bugün farklı olsun, ağaca tırmanalım hızlı hızlı, meyveleri de olsun ama, bir dala oturup kara dut yiyelim, ellerimiz boyansın mor mor

Hadi gel;
- Bugün farklı olsun, fırından yeni çıkmış ekmek alalım, biraz öteden de tulumdan çıkma bir peynir, tarladan domates de çalalım iki tane, kollarımızdan suları aksın ısırırken

Hadi gel;
- Bugün farklı olsun, yıldızları seyredelim pırıldayan, "bak bir yıldız kaydı dilek tut" diyelim, gülüşelim

Hadi gel;
- Bugün farklı olsun, akşam serinliği dolsun gömleklerimizden içeri, ürperelim temiz havadan, uykumuz gelsin sırtımız koca meşeye dayalı

Hadi gel;
- Yarın da farklı olsun, öbürgün de...

Ne dersin, olamaz mı ?...

Rana Aslanbay Aydın
rana@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Hariçten Gazel Okuyan Kahveci: Sait Elibol


BAYINDIR

Herkese merhaba,

Haftasonu Bayındır'daydım. İzmir'e yaklaşık bir buçuk saat Tire'ye yarım saat uzaklıkta şirin bir ilçe.Yıllardır içine kapanık,kendi halinde ve gelişme gösteremeyen yirmibin nüfuslu bir ilçemiz. Tarım ve hayvancılık yegane uğraşıları. Ancak son yıllarda kesme çiçek üretimi ve dışsatımı ile kabuğunu kırmaya çalışan ve bu potansiyeli ile de işsizliğin giderek azaldığı bir yerleşim merkezimiz. Eniştemin (ailede pek çok kimseye enişte dendiği için ablamın eşi olduğunu belirteyim) doğumyeri ve bu yüzden de yıllardır gittiğim bir yer.

Tarımla uğraşanlar yazın ilçeden 5 km. ötede Çayır denilen ve tarlaların arasındaki dar ve tozlu yollarla ulaşılabilen çoğu babadan kalma kagir evlerin bulunduğu yere göç ederler.

Yaşam burada bizim gibi haftasonu gelen konuklar için çok keyiflidir. Sessiz ve dingin ortam, hamakta sallanarak kitap okumak , dalından koparılıp yenen meyvalar, taze sebzelerle hazırlanmış nefis yöresel yemekler...Oysa ev sahipleri bir taraftan pamuk sulama, çapalama, inek sağma, ilaçlama gibi rutin ve yorucu işlerle uğraşırken diğer taraftan de bizleri hakkıyla ağırlayabilmenin telaşıyla akşamı ediverirler yorgunca.

Çiçeği burnunda anne Pakize kedi, Sivas kangalı Rambo, üç dört günlük buzağı Kamer, sıcaktan mayışmış halde kafalarını yemliğin altına sokmuş kuzular, koyunlar, doymak nedir bilmez tavuklar, horozlar, hiç susmayan cırcır böcekleri de kadim dostlarımız arasındadır .

Öğlen yemeğinde kabak çiçeği dolması ve kızartması var. Ana yemek ise karnıyarık. Tabii ki kendi zeytinlerinden elde ettikleri sızma zeytinyağı ile yapılmış. Bu tarafta zeytinyağı biraz kokulu olur, alışkın olmayana ağır gelir. Ama bir de alışınca başka zeytinyağı hiç kesmez insanı.

Kabağın iki çiçeği olur, erkek ve dişi. Dişi çiçek meyvenin ucunda açanıdır ve küçük olduğu için konumuzun dışında kalır. Sabah gün doğmadan toplanan-güneş çıktıktan sonra içine kapandığı için toplansa da bir işe yaramaz- erkek çiçek fazla hırpalanmadan güzelce yıkanır ve sonra içindeki tomurcuğu alınır. Evsahiplerimize tomurcuğu neden aldıklarını sorduğumda tatlı bir tadı olduğu için aldıklarını, böyle gördüklerini ve alıştıklarını söylediler. İçine hafif tuzlu çökelek, maydonoz ve karabiberle hazırlanmış harç konur. Kek hamurundan biraz daha sulu kıvamda un, tuz ve su ile hazırlanmış hamura bulanarak kızgın yağda kızartılır.

Dolmasına gelince; Zeytinyağlı dolma içi hazırlanır ve kabak çiçeğinin içine doldurulur. Yeteri kadar su,tuz ve zeytinyağı ile ağır ateşte pişirilir.

Bahçedeki traktör iç lastiğine takılıyor gözüm birden. Durup dururken değil elbette. Çünki evin büyüğü iç lastiği ince şeritler halinde kesiyor, ne olacak diye sorduğumda daha sonra hortumları bağlamak için kullanacağını söylüyor. Köy yeri burası, hiç bir şey atılmaz, entegre tesis gibi her malzeme, her nesne bitene kadar kullanılır. İşe yaramayan bir şey yoktur, her şey bir işe yarar. Bizde böyle olabilsek ama nerede. Başlıyor anlatmaya evin büyüğü. İç lastik Dunlop marka ve 1952 yılı yapımı, evet yanlış duymadınız 1952 yılı yapımı. Daha yeni kullanılamayacak kadar çatlamış, biraz açılınca çatlaklar görünüyor, ancak o zaman farkediyorsunuz eskiliğini. ''Nereden buldun bunu?'' diye sorunca karşıdaki hurda zannetiğim traktörü gösteriyor. ''Bundan çıkardım.'' diyor. Traktörün yanına yaklaşıyorum bir anda ve merakla. İnanılmaz bir güzellik. 1952 model Ferguson (Massey değil, o zamanlar sadece Ferguson Dexta). İlk çalıştırma benzinle, daha sonra ısınınca gazyağı ile çalışıyor. Tüm parçaları orijinal ve hala çalışıyor. ''Bunu versen sana hemen üç tane yeni traktör verirler'' diyorum. Kaşlarını hafifçe ve tatlı bir şekilde çatarak:''Katiyen olmaz'' diyerek kestirip atıyor.

Karnıyarık hem kabak hem de patlıcanla yapılmış. Kızartma olmadığı için son derece hafif ve hazmı kolay. Odun ateşinde güveçin içerisinde kabak ve patlıcanlar közleniyor. Közlenirken göveçin ağzı açık ve çatalla hırpalamadan çevriliyor. Yumuşayınca bir kenara alınıyorlar. Aynı göveçte zeytinyağı, tek çekilmiş kıyma, soğan, domates, biber, birer tutam karabiber ve tuz hafif kavruluyor. Daha sonra bu iç göveçe dizilen kabak ve patlıcanların ortalarına yayılıyor. Yeteri kadar su eklenerek ağır ateşte pişiriliyor.

Akşam yatısına Bayındır'a gidiyoruz. Malum çayır yeri, sinek, börtü böcek , hanımlar ve çocuklar rahat uyusunlar maksat. Eve geliyoruz. Evin karşısındaki şimdiye kadar hiç alıcı gözüyle bakmadığımız dama giriyoruz eniştemle, zeytinyağı doldurmak için. Yaklaşık iki yüz yıllık yığma taş bina. Han olarak yapılmış, üst katı ilçeye gelen konukların gecelediği kısım, alt kat ise hayvanlara ayrılmış olan barınak. Hayli bakımsız ve kendi halinde ayakta durmaya çabalıyor. Biraz kederli ilgisizlikten, biraz da kırgın. Gururundan da vazgeçmiyor ama. Karşı tarafında 1865 yılında yapılmış Tekel binası. Eski adıyla İnhisarlar İdaresi'ne ait öşür ambarı olarak kullanılan bina. -Öşür, aşar adıyla da bilinen ve Osmanlı döneminde tarım ürünleri üzerinden alınan onda bir vergi.-Tire Osmanlı İmparatorluğu ordusunun savaş dışı zamanlarda Küçük Menderes havzasında dinlenmek için kullandığı yerlerden birisiymiş. Aynı zamanda Osmanlı arşivi de Tire'de saklanırmış. Bayındır da Tire'ye yakın bir yer, o zamanlar uygun görüldüğü için olsa gerek öşür ambarı buraya yapılmış.

Lezzetli bir yemek yapmanın, güzel bir sofra hazırlamanın da ötesinde bazı şeyler olduğunu anlamaya başladım kırkından sonra. Sizlerle paylaşmak istedim bu güzel hafta sonunu.

Sevgiyle kalın.

Sait Elibol
elibol@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Misafir Kahveci : Sinem Demir


ASMALI KONAĞIN BOZULAN BÜYÜSÜ

Asmalı Konak dizisini eleştirmeden, sadece tadını çıkararak izledim. Son bölümlerinde edindiğim izlenim, büyüyü bozdu. Büyüsü bozulan sadece dizideki aşk değil, az sonra anlatacağım türden ilişkilerdi. Güç, masumiyet illüzyonu, güzellik ve temelini kendinden almadan gelişen aidiyet hissinin bedeli… Bu yazıda, dizideki karakter ve ilişkilerinden yola çıkılarak değinilecek konular bunlar.

Fark ettiğim şuydu: Kıymetli olan Seymen. Seymen güçlü ama masum bir ‘erkek’. Parası olduğunu sonuna kadar hissediyoruz ama bir yandan da bunu önemsemiyor gibi, ayrıca cömert. Yakışıklı ve bir tarzı var ama bu da gündeminde değil. Ailenin gözdesi, cazibe odağı o. Erkek kardeşinin sevgisi (aşk bile değil) alkış almadı, çok saygı da görmedi. Çünkü o elindekileri güce çevirme ama çevirmiyor gibi yapma konusunda başarılı değil. Kendini evsiz hisseden ve güzel bir kadın seçti Seymen. Ama kızın kabul edilebilir bir düzeyi vardı. Boynu bükük olmayan ama nereye ait olduğunu bilemeyen zengince-güzel bir kız. Kendine çılgın bir eş seçebilme lüksü vardı Seymen’ in. Onu zorlayacak, yanında şık duran ve asil birini seçti. Seymen isteyince, gelsin aşk. Bahar, Seymen sevdiği için Bahar. Aşk, Seymen aşık olduğu için aşk. Dizideki herkes (seyirci de) Seymen sevdiği için Bahar’ı çok seviyor, o yüzden kıymetli Bahar. Onun nitelikleri de var ama diyelim Seymen vazgeçti, herkes vazgeçer ondan. Çünkü ilişkiye eşit başlamadı, başlıyor gibi yaptı. Bu yüzden, kendisi gibi olma çırpınışları inandırıcı olamadı. Erkek istiyor, büyük olasılıkla kazanıyor kadını. Kadın, çok uç bir durum söz konusu değilse aşk nesnesi olmaya dünden razı.

Diyelim erkek kadının dobralığını, çılgınlığını veya hanımefendiliğini sevmiş; kadın o özelliğini vurguluyor da vurguluyor. Diyelim adam bu özelliklerden sıkılıyor, kadın çaktırmadan onun istediğine bürünüyor. Ama kendisi istiyormuş gibi yaparak. Bahar, arada bir delilenip gittiğinde bile geri döneceğini biliyor. Gitmesi de kendi rolünü pekiştirmesi. Zaten Seymen onu çok seviyor ya, gelir alır. Ne olur ne olmaz diye -mümkünse çılgın- bir yolla geri döner; cinsel yaşamları heyecanlanır, sevilme nedeni sağlamlaşır. Her şey erkeğin aşkının imkan verdiği sevgi-tutku selinde olabildiğince nefes alabilmek için. Yaman’ı sonuna kadar yanında tutması da başkasının dünyasında ballı kaymak gibi yaşayıp da yaşamıyor gibi davranması için bir araç. Zira o kadar iyi arkadaş olduklarını hissedemedim. Çoğu zaman ona sıradan bir arkadaş olarak bile duyarsızdı. Yaman’ın varlığı tehlikesiz bir hal aldıkça, onunla daha az ilgilenir oldu. Ama kendisine ne şekilde olursa olsun ilgi göstermesinden de memnun. (En sevilen olmak, alışıldı mı, bırakılması zor şey). Yaman’ı görümcesiyle birleştirme çabaları da, pek çok durumda sağduyulu olma çabaları da Seymen’ i memnun etmek için. Buna benzer itirazları olan kankası Duygu, önce Seymen (ve seyirci), sonra Bahar tarafından def edildi. Sonra Bahar’ın eniştesiyle yasak ilişki yaşayarak neredeyse kötü yola düştü. Yani aşkı anlamayan, entelektüel ayaklarıyla içindeki fenalıkları gizleyen kadın olarak idam edildi.

Bizler güçlü erkekleri sever, kollarız. Anneler koç gibi oğullarını, kaynanalar güçlü-yakışıklı damatlarını, akademisyen kadınlar yakışıklı-çılgın erkek öğrencilerini ışıldayan gözlerle severler. Hem duyarlı-hem duyarsız, hem sorumlu-hem sorumsuz, ama mümkünse gücünün (parasının, kariyerinin, yakışıklılığının, karizmasının..) farkında ama farkında değilmiş gibi davranan erkekler… Onlara hayranlıkla bakar, en süperi tarafından kollanma hayalleri kurarız. Seçen erkek iyi çıkarsa, şanslı olur kadın. Kendine bir düzen kurmuş, çalışan, hatta kariyer yapan kadın bile, koruyucu bir erkek kurarsa kendini ait hissedeceği evi arar.

Bu aşamadan sonra söyleyeceklerim özellikle bu kadınlara ithaf edilmiştir. Kendi evine aidiyet besleyemeyen, özelliklerini sanki hobi olarak geliştiren kadın, en ait hissedeceği erkeğin evine çağrılmayı bekler. Yaptıkları zamanında çok ödüllendirilmemiştir, sonrasında bir şekilde geldiği nokta da kendisini pek tatmin etmez. Tatmin olur gibi yapar. Ele geçmiş bir fırsat, en başından kaymış gitmiştir: evinin güzelliğinin, kendinin biricikliğinin farkında olarak, bunu paylaşacağın bir diğer kıymetliyle ‘birlikte olma’ şansı. Erkeğin evinin içine kabul edilmek, yani onun midesinde olmak değil: el ele ama dışarıda, yan yana olmak. Kadın, erkeğe aidiyeti kavgalarla sürdürmeye başlamışsa, sıkılmaya başlar erkek. Kadın, eşit olarak başlamadığı bir ilişkide, eşit gibi davranmaya başlama yolunun yıpratıcı olanını biliyordur. Erkek ya yorulur, ya sağlam zemine oturtamadığı sevgisini, yeni aşklara yönlendirir. Çünkü o da her şeyi kendi doyumuna göre yapma lüksü kabul edilerek yetişmiştir. Bu kadın veya erkekler, kendilerine olduğundan az veya çok verdikleri kıymetin kurban adayları olurlar. Sonuçta adalet her zamanki gibi, işler. Adalet, başkasına yaslanmanın afrodizyak etkisini yaşayanların farkındadır. Yani, aslında her şeyin farkında olan o kişilerdir; aymazlığın sonucunda ya ilişkiden ya kendilerinden, bir şekilde darbe yerler (eğer şanslılarsa).

Başlangıcında durduğun yer sana aitse, onunla yan yana buluşursun. O da senin yanındadır haliyle. Kıymet verdiğin diğer kişilerin de yanında olduğu gibi. Eşit olmadan başlayan ilişkinin ve yerden kesilen ayakların cezasını, kuma gömülmüş kafa çekebilir. Mideden yarılıp sapasağlam çıkartılmak Kırmızı Başlıklı Kız’da vardı; gerçekte, asitlerden görülen zarar da, karın sahibinin çekeceği hasar da masaldakinden vahim olabilir.

Bu sözlerim, dizinin başarısını bağlamıyor tabi. Karakterler ve ilişki kurma tarzlarından yola çıkıp farklı bir süreç yorumladım. Karakterler bu kadar iyi çizilmemiş olsaydı, bunca yorum da üretilemezdi. Dizi yalnızca aşktan da ibaret değildi. Erkekler dünyasını iyi tanıyan ve seven bir kadının yazdığı, masumiyete (Salih, Zeynep, dizideki çocuklar, Dicle) şefkatle yaklaşan bir erkeğin yönettiği, güzel bir diziydi.

Sinem Demir
sinem@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu


Merhaba,

Bugün sizlere Türkiye'de de başarılı isimlerin ve kaliteli çalışmaların olduğunu hatırlatacak üç eseri ele alacağım. Gayet güzel işler ortaya koyan bir televizyoncumuzun, Sedef Kabaş'ın röportajlarından derlediği kitabı "Sesli Düşünenler"i, ardından çıktığı günden beri hayranı olduğum ancak Teoman gibi son yıllarda popülerleşmeye başlayan Şebnem Ferah'ın albümü "Kelimeler Yetse ..."yi ve son olarak Cannes'dan iki ödülle dönen Nuri Bilge Ceylan'ın "Uzak"ını tanıtacağım.

Umarım beğenirsiniz.

Sedef Kabaş / Sesli Düşünenler (Doğan Kitap): CNN International'da yapımcı olarak başlayıp, Türkiye'de Olay TV / NTV'de "Portreler" ve ATV'de "Dönence" ile kendine elit bir hayran kitlesi oluşturan Kabaş, televizyon yolculuğuna TV8'de "Sesli Düşünenler" ile devam ediyor. Usta televizyoncu, kitabının adını "sesi yüksek çıkanların değil, düşüncelerini seslendirenlerin programı" olarak tanımladığı "Sesli Düşünenler"den almış. Kabaş, programlarında röportaj yaptığı Ara Güler, Turhan Selçuk, Ahmet Altan, Orhan Pamuk, Ali Kırca, Cem Yılmaz, Mustafa Altıoklar, Tarkan, Yıldız Kenter gibi farklı alanlarda öne çıkmış isimlere kitabında yer veriyor. 6 yılda 600'ü aşkın isimle yapılan söyleşiler arasından 38'ini seçen Sedef Kabaş, kitabını on bölüme ayırmış: "USTALAR", "EVRENSEL SESLER", "BAŞKÖŞEDEKİLER", "KÖŞE BAŞLARI", "EKRANIN HABER ASLARI", "YEŞİLÇAM'IN HALEFLERİ", "TİYATRONUN DİVALARI", "MÜZİĞİN PRENSLERİ", "KOMEDİNİN DÖRT ATLISI" VE "TÜKENMEZ KALEMLER"

Yazın da rahatlıkla okunabilecek bir eser yaratan Kabaş'ın kitabında en çok dikkat çeken şey gelen konukların röportajlardaki samimi ve hiçbir yerde yayınlanmamış açıklamaları.

Şebnem Ferah / Kelimeler Yetse... : Her zaman kaliteli müziği olan ender şarkıcılarımızdan Şebnem Ferah, "Perdeler" albümüyle başlayan yükselişine (popülerleşmesine) "Kelimeler yetse..." ile büyük bir ivme katıyor. Üzerinden yıllar da geçse diskografisinde çok iyi bir albüm olarak anılacak bir çalışma. Kariyerine 1988 yılında Bursa'daki (sonradan Özlem Tekin'in de katıldığı) Volvox grubuyla başlayan Ferah, "Kadın" adlı ilk solo albümünü 1994 yılında çıkardı. Başarılı çizgisini her albümünde kanıtlayarak yükselen bir grafiğe sahip olan şarkıcımızın bu son albümü de en az öncekiler kadar başarılı. Aradaki fark yaşanmış ve bitmiş olan bir ilişkinin Şebnem Ferah üzerinde bıraktığı kırgınlıklar, kızgınlıklar. Bence bu albümde en çok öne çıkan şarkılar: "İyi-Kötü (Dans Pisti)", "Ben Şarkımı Söylerken", "Gözlerimin Etrafındaki Çizgiler"ve "Mayın Tarlası".

İlk parça olan "İyi-Kötü (Dans Pisti)" günümüz insanın kendine ve dünyaya yabancılaşmasını, yalnız hissetmesini anlatıyor. Bu şarkının sözleri içinde aynı zamanda albümün adı olan "kelimeler yetse" de saklı. "Ben Şarkımı Söylerken" ise albümde hakim olan kızgılığın en iyi vurgulandığı parça. "Gözlerimin Etrafındaki Çizgiler" bütün bir ilişkinin bıraktığı izleri, kırgınlığı ve tükenmemiş duyguları simgeliyor. Aşk olarak hissedilen şeyin aslında mayın tarlası olduğunun farkına varılan "Mayın Tarlası", herhalde albümde en çok dikkat çekecek çalışmalardandır.

Alınması ve dinlenmesi gereken her dinleyişte insanı tekrar tekrar hayran bırakan çok güzel bir albüm.

Uzak / Nuri Bilge Ceylan: Altın Portakal ve Ankara Film Festivali'nde "En İyi Film", Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) Türk Sineması 2002 Ödülleri'nde "En İyi Yönetmen" ve "En İyi Görüntü Yönetmeni" ödüllerini kazanan Uzak, dünyadaki en prestijli sinema festivali Cannes Film Festivali'nde ikincilik ödülü olan "Büyük Jüri Ödülü" ile "En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü aldı. Filmin konusu, kasabada takılıp kalmış genç bir adamın iş buluncaya kadar bir akrabasının yanında kalmak durumunda olması ancak akrabasının onu istememesinden oluşuyor. Şehir hayatının insan üzerindeki etkisini çok güzel bir dille ifade etmiş olan film, gerçekten de görülmeye değer.

Bu filmden sonra "Ülkemizde pek rağbet görmemiş bir film olan Uzak'a Türk halkının "uzak"lığı neden?", "Uzak gerçekten de bize çok mu "uzak"?" şeklinde eleştiriler yapıldı. Ancak bir gerçek göz ardı edildi. Dünyanın yaklaşık her tarafında sanat filmleri çok rağbet görmez. Örneğin 90'lardan itibaren sinemada yükselen çizgisini Cannes Film Festivali'nde kanıtlayan İran'da da bu filmler izlenmiyor. Şimdi hepinizin katı rejim yüzünden dediğinizi duyar gibiyim. Ama değil. Bazı filmlerin vizyona dahi girememesinin nedeni halkın sanat filmlerine ilgisizliği. Çünkü onlar "Hollywood"un özel efektler ve aksiyonla soslandırılmış filmlerini izlemekten hoşlanıyorlar. (Bizler gibi)

Mustafa Serdar Korucu
serdar@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_131.asp

Devamı var

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Dost Meclisi


Merhaba Cem Bey,

Kahve Molası' nın eski bir abonesi ve devamlı takipçisi olarak, uzun süreden beri dikkatimi çeken ama yorum yapmakta biraz da geciktiğim bir konu üzerinde durmak istiyorum. İster takıntı deyin (belki çook önemli olmasa da), ister kusursuzluk arayışı ama ben gördüğüm dilbilgisi hatalarını söyliyeyim, ne olur siz de bundan sonraki yazılarda düzeltmeyi yapın.

Mola' daki yazılarda (ki farkettikçe beni çok rahatsız ediyor, takıntılıyım işte napayım:)) "de - da eki" hatalı yazılıyor. (Mesela bugün sevgili Cumhur Aydın' ın yazısından bir örnek : "Eğitim de örneğin.. ") Bu eklerin doğru kullanımı ile ilgili bakın nasıl bir açıklama yapılıyor :

Hal eki olan "de" kelimeye bitişik yazılır. Özel isimlerin sonuna geldiğinde kesme işaretiyle ayrılır. Kendisinden önce gelen kelimenin son ünlüsüne göre büyük ünlü uyumuna uyar.
Ayakta durmaktan canım çıktı.
Otomobil bozulunca yolda kalmışlar.
Yurtta sulh cihanda sulh!
Dolabın anahtarı Ali'de olmalı.


Bağlaç olan "de" ayrı yazılır. Kendisinden önce gelen kelimenin son ünlüsüne göre büyük ünlü uyumuna uyar.
Onları da gördünüz mü?
Kerem de çalışmasını tamamlamış


İşte böyle.... ben sonunda bu konuda birşeyler yazabildim size. Bundan sonrası siz sevgili editörümüze kalıyor, di mi?

Sevgiler

Aslı Alptekin Taşkın

Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.362 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


BALKONDA SAATLER III

Arka mahallelerde kızgın bir yaz öğlesi
Tabak tıkırtıları duyuluyor evlerden
Uzakta bir satıcı, yahut çocuk sesi.

Susuzluktan bunalmış uçamazken serçeler
Tozlu sokaklar gibi tutuşup alevlerden
Bodur ağaçlar ile bomboş kalmış bahçeler.

İşte karşıdakini de güneş çerçeveledi
Demin duvar dibinde uyuklayan bir kedi
Sıyrılıyor yavaşça mutfağın loşluğuna.

Bayıltıyor hararet otu, taşı, böceği
Fazla güneş içmiş de ortada ayçiçeği
Ayaküstü uğramış ışık sarhoşluğuna.

Halit Fahri Ozansoy

<#><#><#><#><#><#><#>

DEDİKODU

Zaman bir böcek gibi sinsi, kenarda
Koltukların didikler durur kadifesini,
Hain bir kedi gözü parıldar lambalarda.

Şom ağızlar buz gibi üflerken nefesini,
Bir beddua halinde uzatarak sesini
Saat hırıltılarla can çekişir duvarda.

Halit Fahri Ozansoy

Yukarı

 Şarap Fıçısı (Petrus'a nazire)


Hangi şarap hangi yemekle içilmeli?

Aperitif:
Köpüklü sek şaraplar, Şampanya, Spumante Secco, Cava ; iştah açan, taze, meyvemsi, çok aromatik olmayan beyaz sek şaraplar; klasik aperitif-şaraplar: sek Sherry, sek Porto, yıllanmış Madeira.

Soğuk ön yemekler:

İstiridye
Tam sek, genç, çok asitli ve meyvemsiliği ön planda olmayan bir beyaz şarap. Öneri: Muscadet, Chablis, Sauvignon Blanc.

Havyar
Alkolü az olmayan, olgun ve daha çok yarı sek beyaz şaraplar, kuvvetli ve eskitilmiş köpüklü şaraplar. Öneri: İyi bir Şampanya veya Sekt Brut (Almanya).

Somon Balığı
Sek ve yarı sek beyaz şaraplar (özellikle füme somon; ayrıca limon sıkılmaması ve yumurta yenilmemesi tavsiyedir).

Alabalık
Asidi ahenkli yarı sek beyaz şaraplar

Ezmeler (örnek: Kaz ciğeri ezmesi)
Kıvamlı beyaz şaraplar ve genç olmayan, yarı sek ve yumuşak (daha tatlı) şaraplar. Öneri: Alman Spaetlese und Auslese beyaz şarapları, değerli Sauternes'ler.

Kavun (jambonla)
Kavunun tatlılığına göre yarı sek veya yumuşak beyaz ve roze şaraplar.

Av etiyle yapılmış çorbalar
Hafif tatlı ve kıvamlı beyaz şaraplar veya roze şaraplar; hiç birisi yoksa genç bir kırmızı da içilebilir.

Midye
Beyaz sek ve yarı sek şaraplar.

Istakoz, langust
Kıvamlı ve sek beyaz şaraplar. Öneri: Chablis, Chardonnay, Şampanya, Pinot blanc (Weißburgunder), Pinot gris (Grauburgunder).

Devamı var

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Bindiği dalı kesmiş diye buna denir işte!...

Yukarı

 Kıraathane Panosu


CATS MÜZİKALİ

CATS Ege Üniversitesi Çesme Meslek Yüksekokulu Turizm Animasyonu Bölümü'nün bu yıl için hazırladığı proje olan "CATS" müzikali, bir yıl boyunca verilen eğitimin uygulama çalışmasıdır. Üniversite ve özel sektör işbirliğiyle hayata geçirilen bu tür projelerin eğlence anlayışına yeni bir soluk getireceğine inanıyoruz. Rock bar da şov izlemenin tadına ilk kez "Tarla Kuşuydu Juliet 2002" ile varan İzmir seyircisi, şimdi de dünyanın en önemli müzikallerinden biri olan "CATS" ile tanışıyor. Her ne kadar sürç-ü lisan edersek affola... Sonuç olarak; biraz hakikat, biraz atmasyon işte karşınızda Çesme Animasyon.

Yöneten: Yonca ERDENK-Candan GÜNAY
Koreografi: Gencay CÜCE
Dekor-Kostüm: Yonca ERDENK-Candan GÜNAY

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://toolbox.advisa.fr/formulaires/www.brasserie-kronenbourg.ch/micro_akro.htm
İşte sizlere şirin bir oyun daha. Bir barda tezgah üstünde mikro ebatlarda bir barmen'e yön tuşlarını kullanarak yardımcı oluyorsunuz. Tezgah üstünde kültablası ve benzeri kirli şeylere dokunmadan gezinerek 50 sn. içerisinde en yüksek puanı toplamaya çalışacaksınız. İyi eğlenceler.

http://www.wowwee.com/biobugs/biointerface.html#
Bionik böceklerle ilgili farklı bir deneme sayfası, ...B.I.O-Bugs are Bio-mechanical Integrated Organisms, a new breed of artificial intelligence! Take command of the B.I.O-Bugs using the hand controller or just leave them to roam independently and discover their new environment!..

http://www.eyeenvision.com/litterbox/litterbox.html
Yine kediler ve yine müzik. Bu defa heavy metal tarzıyla hayranlarını coşturan müzisyen kedimiz sahnelerin tozunu attırmaya devam ediyor. Çığlıklar içerisinde stres atmaya hazırmısınız. Hadi öyleyse oturmayın yerinizde, bırakın tembelliği ve başlayın bağırmaya :))

http://www.canli.net/fikra/index21.html
...Dört kişilik bir eğitim uçagı bilinmeyen bir nedenden ötürü düserek mezarlıga çakılmış. Akşam haberlerde kurtarma ekibinin başı olan temel açıklama yapıyormus: -Şimdiye kadar 33 ölü çıkardık. Ölü sayısının artmasından endişe ediyoruz... Bol bol fıkra, animasyon ve resimler.

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


SavePicNoAsk v1.0 [550K] W98/2k/XP FREE
http://www.unhsolutions.net/SPNA/
İnternette dolaşırken kopyalamak istediğiniz bir resim olduğunda üzerine gelip sağ tuşa tıklar, sonra "Save as" komutuyla bilgisayarınıza depolarsınız. Ancak Windows bu komutu aldığında default olarak "My Pictures" klasörünü açıp resmi oraya kopyalamanızı ister. Başka bir klasör için epeyce tıklamanız gerekir. Bu ilginç program bu probleminizi kökünden çözüyor. Baştan ayarladığınız programla, istediğiniz klasöre resimleri kopyalayıp, sayısal olarak artan isimler verebiliyorsunuz. Dilerseniz her resim yada web sayfası için ayrı klasör kullanmasını da isteyebiliyorsunuz. Şiddetle tavsiye olunur.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030625.asp
ISSN: 1303-8923
25 Haziran 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com