KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu

Kahveci Soruyor?

KAPI KOMŞULARIMIZ

Xasiork Dergi

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 296

 2 Temmuz 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Ses ayarsız, Kıvrım kıvamında!


Merhabalar,

Güzellikte birbirleriyle yarışan 3 genç kadın biraraya gelince seyrine doyum olmaz. Onları ilk kez birlikte Zaga'da gördüm. Kendilerine "Adrenalin" adını takmışlar. İyi de yapmışlar. Transparan giysilerle sahnede salınan üç güzeli görüp damarlarında akan kana hakim olabilecek erkek var mı aramızda sorarım. Buğulu boğuk bir sesle şarkı da söylemeye çalışıyorlar. Varsın öyle söylesinler. Sahneyi doldurmaları yeterli sese ne hacet. Show dağarcığımıza yeni katılan bu hatunsal gruba aramıza hoşgeldiniz, gözlerimize zevk verdiniz diyorum. Vallahi de billahi de ciddiyim. Sözlerimde ne bir kinaye ne de bir dalga var. Ben keşke bu tür cesaretliler çoğalsa aramızda diyenlerdenim. Asıl işlerinde oldukça başarılı olan bu 3 güzel kadın, Sony'nin yaz ayları için planlayıp hazırladığı bir proje aslında. "Ya tutarsa" diyerek biraraya getirilmiş ve önümüze "Al da ye bizi" der gibi konulmuş bir lokma tatlısı kıvamında. Mankenden şarkıcı olur mu? Ritmden haberiniz yok ne demeye şarkı söylersiniz? Siz kendinizi ne sanıyorsunuz? gibi içiboş, temelinde haset içeren deyişleri duymamazlıktan geliyorum. Dünyanın heryerinde bir adım öne çıkmış, gözlere seyir zevki sunmuş herkesin asıl işleri dışındaki alanlarda da kendilerini göstermeleri için olanaklar yaratılır. Kimi bu şansı iyi değerlendirip hoş kazanımlar elde ederler, kimileri de balon gibi zamanı gelince patlar, unutulur giderler. Memleketimizde ise sanatta kariyer tekeldir. Okullu olmalı, ondan başka işi olmamalı, yaptığı işte başarılı olmalı, gibi kıstaslarla değerlendirilir bizde sanat icra etmeye çalışanlar. Oysa her kör satıcının bir kör alıcısı vardır. Sen ne demeye tepelere çıkıp benim hakkımı gaspettin demek yerine, kendine başka yollar arayıp hakettiği yerlere gelmeye çalışmalı insanlar. Bakın Tarık'a, çok başarılı bir besteci ve yorumcu olduğunu ancak BBG gibi nevi şahsına münhasır bir programda öğrendik. 30 yaşından sonra gelen ününü hala en mütevazi haliyle sürdürmeye çalışıyor.

Devran değişti. Artık parsayı kendini en iyi şekilde pazarlamayı başarabilenler topluyor. Okulunda da okusan, bülbüller gibi de şakısan, oturduğun yerden şöhret olmayı beklersen ayvanın çöpüne bile hasret kalma olasılığın yüksektir. Show dünyasında sanat icra etmek isteyenlerin cesur, atak ve şanslı olmaları şarttır, böyle biline. Bu şansı yakalamış insanları, mankensin manken kal diyerek aşağılamaktan kimseye yarar gelmez. Güzel memleketimin insanları Arto gibi, Cenk Eren gibi detone şarkı katliamcılarını bile bağrına basmışken, 3 güzel genç kadını elinin tersiyle itmek delikanlılığa sığar mı? Hem onların kaset satmak, konser vermek gibi bir arzuları da yok. Tek arzuları aldıkları ekstraları en iyi şekilde değerlendirmek. Medyada yer almak pazarlamanın gereği. Ne kadar çok görünürsen o kadar ekstraya gidersin. Geleneksel sanat eleştirmeni normlarında eleştirilerle bu kızları sindiremez aksine ekmeklerine yağ sürersin. Çünkü işin raconu bu. Reklamın iyisi kötüsü olmaz. Satanı satmayanı vardır. Şu mankenlerle ne alıp veremedikleri var anlamıyorum. Manken dediğin 5-10 yıl podyumda salınır, yaşı otuzlara gelince de eline pasaportunu veriverirler. Bu güzel insanlar en olgun ve dolgun oldukları zamanda sokakta kalınca yok olup gitmeyecekler ya. Aklını kullananlar emeklilik günlerine yatırım yaparlar. Tıpkı bu 3 genç güzel kadın gibi. Kimsenin de bunları yermeye, görmemezlikten gelmeye hakları yoktur.

BBG, ONO gibi programlarda 3 gün önce televizyonda tanıdıkları 10-15 gencin pespayeliğe varan kavgalarını 24 saat izleyen güzel memleketimin hoş ama boş insanları, bu televole yıldızlarına hayda hayda kucak açacaklardır. Paçalarından tutup alaşağı etmeye çalışmak yerine sizde onlar gibi kendinizi gösterecek şansları yaratmaya çalışın benim sevgili okullu müstakbel sanat icracılarım... Ben kendi adıma hafif demli vaziyette, arkadan vuran spot ışıklarında transparan giysilerle raks eden güzel insanları izlemekten zevk alıyorum. Beğenmiyorsanız kısın televizyonun sesini, beyninizde canlandıracağınız Safiye Ayla sesi üzerine Doğa, Gizem ve Nigar'ın kıvrımlarını yerleştirin olsun bitsin.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Yukarı

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


   Yıldızlar

Pek güzeldir Altınova'da yıldızları seyretmek. Hani; "Balıkçı Kral" filminde çimenlerin üzerine çırılçıplak uzanıp seyrediyorlardı ya yıldızları, işte onun gibi deniz kenarında bir küçük iskelecik var burada ve ben el ayak çekilince kaptığım gibi açılır kapanır ve de ayarlanabilir koltuğu ver elini deniz kenarı.. İskele bozuntusunun en ucuna konuşlandığım gibi, nerdeyse yatar poziyonda bir koltuk ayarı ile; ayak uçlarımda denizin hafif meşrep hışırtısı ve gökyüzünde güzelim yıldızlar.. Bekle bekle bakalım kaykayına bindiği gibi kayan bir yıldıza denk gelebilecek miyim ? Olmuyor işte, bugün nedense hepsi sadece yürüyüş gibi hafif sporları tercih etmişler kaykay yerine ! Ama yine de çok güzeller, seyrine doyum olmuyor, neden İstanbul'da yıldızlar bu kadar güzel değil ?

Karşıda Midilli Adası'nın ışıkları, merak ederim adanın arka tarafı da bu kadar ışıklı mı diye ? Bence değil, bize gösteri olsun diye Yunanlı dostlar özellikle adanın bize bakan taraflarına yerleşmişler, kalabalığız havası yaratmaya çalışmışlar diye düşünüyorum. Aslında gerçek memleketine o kadar uzak bir adada yaşamak neden ? Bana İstanbul'un adaları bile zor geliyor, uzak geliyor yaşamak için, Yunanlı olsam Midilli'de yaşamazdım herhalde.. Sitede hayat gece 12:00 dedim mi biter, sadece gençler kalır, nüfusun yaş ortalaması 60'ın üzerindedir, erken yatar, erken kalkarlar. Sabah 2 adım uzaklıktaki deniz muhteşem güzeldir ve onlar kahvaltı öncesinde denize girerler mutlaka. Bitişik nizam 2 göz evleri onları komşuculuk oynamaya yöneltmiştir. İkindi vakti çay sofraları kurulur, birbirlerini davet ederler, pişirilen yemeklerden bir tutam ikram edilir akşamleyin balkonlardan.. Güneş müthiş güzellikte batar Kaz Dağları ile Midilli Adası'nın arasından. Denizden batan güneşi de pek severim yıldızları seyretmek gibi. Az önce seyrettim sizler yerine de..

Yıldızlar; hem özgürlüğü hem de tek başınalığı yansıtıyorlar gibi geliyor, biz buralardan onları bir ordu gibi kalabalık görsek bile, onların kendi aralarındaki mesafesi kimbilir kaç km ? Sanki komşu gibi duruyorlar ancak çat kapı birbirlerini ziyaret bile edemiyorlar sanırım.

"Huu Komşu ! Zeytinyağlı dolma yapmıştım, bir parça da sana getirdim" diyebilen kaç yıldız var acaba ? Acaba; Küçük Ayı, bayramlarda el öpmeye Büyük Ayı'yı ziyaret ediyor mudur ? Sanmıyorum. Hele onların bizim pek sevdiğimiz kahveleri yaptığımız cezveye benzediklerini biliyorlar mıdır ? Hiç sanmıyorum. Tersten düşünsek, yani o yıldız takımlarına bakıp bakıp duran birisi mi icat etmiştir cezveyi acaba ? Bu mümkün. Diğerleriyle arası gördüğümüz kadar uzak olan Kutup Yıldızı, kutuplar kadar soğuk mudur ? Ya da kutuplara daha mı yakındır ? Oralarda atasözleri de değişmiş midir ? "Komşusu Eskimo olanın burnu İglo'dan kurtulmaz !" mı olmuştur acaba ?

"Sevişmek ah ne hoştur, yıldızların altında" demişler, denemedim, bilmiyorum. Yıldız oluveriyorlar bir gecede, televoleciler sağolsun. Adam, Yıldız TV demiyor Star diyor, hoş televoleciler de star diyor ya ! Sanki Avrupa veya Amerika burası, imaj denen şey bu olsa gerek işte ! Chicago Bulls diye restaurant açarsın kapılarda kuyruk olur, Afyon'un Mandaları diye açarsan sinek avlarsın, böyle bir ülke işte ülkemiz ! Eğlence yeri mi açacaksın ? Laila, Reina gibi isimler vereceksin star olmak için, Leyla desen Reyhan desen kime ne ? Alt tarafı yıldız olursun, o da bir halta benzemez ! Gerçi yıldız olmak önemli birşey, özellikle askerlikte, biliyorsunuz rütbeler bile yıldızlarla ölçülüyor. Hatırlarım, ilkokulda öğretmenimiz iyi birşeyler yapınca yıldız verirdi defterimize. Karnen nasıl ? "Yıldızlı Pekiyi !" derdik, umarım "Starlı Süper !" demez yeni kuşaklar..

Deniz bugün çok güzeldi, güneş de nefis battı, sırada yıldızları seyretmek var, hepimizin başta kendimiz olmak üzere yıldızlarımız var. Kahve Molası da yıldızlar topluluğu; okuruyla, yazarıyla, Cem'in dediği gibi; bir adım öne çıkınca star değil yıldız oluyorsunuz, korkmayın..

asesen@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Misafir Kahveci : Ebru Kargın


BEBEK OLUYORUM...

Adına yaşam dediğim ve yürüyüp de bitiremediğim, bitmezmiş gibi yolları olan insanlardanım ben. Bazen yokuş aşağı, bazen tepe takla, bazen deli bir dalga, asırlık dingin bir çağlayan gibi... Yürürken gözyaşları ile ıslattığım yağmur sokaklar, kulak yırtarcasına attığım kahkahaların yankılandığı en güzel köşe başı. Bazen, tepeden bakarken at kendini şu boşluğa dediğim, yarı deli yarı zeki ve çok deli... Ben...

Her hissettiğimi, ya dibe vurmuş gibi, ya kıyassız bir zirve gibi yaşarım ben. Ağlarken içimi parçalarım, yırtarım, fırlatırım kendimi dilsiz karanlıkların içine. Gülerim, gülmekten öte çığlık çığlığa, kendimden geçerim. Unuturum, sanki hiç olmamış gibi, hiç yaşamamışım gibi yada yaşayan ben değilmişim gibi.

Hayallerim gerçek gibidir, gerçektir. Burjuva prenses olurum, tüylü terlikler giyerim, kabarık kabarık elbiseler. Milli piyango dan bir trilyon kazanırım, gezerim Hindistan' ı, Mısır' ı, Çin'i. Gez gez bitiremem.Ama hiç piyango almam ve tarzımda değildir tüylü terlikler, kabarık elbiseler. Hayallerim beni değil, aslında ben hayallerimi yaşarım en uç noktada.

Deli gibi tahammül ederim. Peygamber sabrı derler hani.... Ama, en uca varınca çivisi çıktı bunun der, tahammülüme bu kadar değer şeyi bir anda unutur, vazgeçerim, geri dönmeksizin. İnatlaşırım keçi gibi. Galip olurum. Severim beş bin senedir seviyor gibi, tam tamına aşk gibi.

Tüm bunlar karışık mı ? Belki öyle... Ama ben kendimi yaşıyorum aslında. Hayatı kullanıyorum bunun için, her haliyle. Her defasında yenileniyorum, yeniden doğuyorum. Nasır tutmasına izin vermiyorum yüreğimin. Sanki ilk defa yaşıyormuşum gibi, çaylak, tepkilerimi ayarlayamıyormuşum, anlayamıyormuşum gibi tutarsız...Ya dip ya zirve yapıyorum. Dedim ya yenileniyorum. Her şeyi yeniden keşfediyorum, yeniden anlıyorum ve hemen unutuyorum. Sihir bozulmuyor...Yeniden doğuyorum. Ve her defasında Bebek oluyorum yeniden büyüyorum.

Hayat benim, dilediğim gibi yaşarım. Buda benim oyunum. Kurallarım yok benim, prensiplerim. Kıstırmam hiç kimseyi köşeye, istemem her şeyi kendime. Alkışlamam yalama olmuş hiçbir şeyi. Gerek yok ki hiçbir hileye, benim işim kendimle...

Ebru Kargın
ekargin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan


GECEYE DÜŞTÜM

Rutubetten boyaları pul pul dökülmüş, mavi badanası rengini unutmaya çoktan yüz tutmuş bir odadayım. Gündüz perdeyi açıp baktığımda yan penceresinden deniz görünüyordu. Akşam çökünce karanlığa karıştı, kayboldu. Bıraktı, gitti beni. Kasaba saatler önce derin bir uykuya daldı. Rüzgar uğultusunun kasabayı ele geçirmesinden az önce kapanan dükkanların kepenk sesleri sokaklarda son kez yankılandı. Akşam el yordamıyla sokaklara, ağaçlara, denize ve kudurmuş dalgalara dokunduğunda, otomobil kornaları, motor sesleri de kayboldu. Bütün kasaba ağzı köpük köpük kudurmuş bir rüzgara ve karanlığa boyun eğdi.

Deniz, bu amansız, bu deli, evlerin çatılarına pençelerini geçirmiş, kiremitleri sökmeye, sokaklara fırlatmaya kararlı rüzgarın kollarında, kendini kayalara vuruyor, sahile atıyordu. Ardından sisle iyice karanlığı katmerlenmiş geceye ince damlalar halinde bir de yağmur eklendi. Yakın sokak lambaları bile seçilmez oldu. Karşı ki evin ışıkları yandı. Belki bir bebek uyandı. Yada son demlerinde bir hastanın üzerine karanlıktan kocaman bir sıkıntı yuvarlandı.

Dalgaları daha iyi duyabilmek için penceremi açtım. Yakın evlerin birinin bahçesinden inlemeler geliyor. Evet şimdi daha iyi duyuluyor. Yavru bir köpek olmalı. Üşümüş zavallıcık. Gidip alsam onu. Odama getirsem. Can yoldaşım, geceme arkadaş olur. Beni hırsız sanırlar. Yabancıyım. Hırsız sanmasalar bile böyle bir karanlık korkuları çoğaltır, insanları tedirgin eder, başkasının bahçesine girilmez ki. Aklım bu sese takılı kaldı. Penceremi kapattım. Şimdi artık o sesi duymuyorum. Böyle kurtulamam ki; duymasam bile o köpek yavrusu hala inliyor.

Gecenin en ıssız dalgasındayım yine. Kaç bininci uykusuz gecenin kollarındayım? Neredeyim ben? Ne yapıyorum? Neden bu kadar yalnızım? Hani nerde sevdiklerim? Neden hasretim bir cana bu kadar ? Yazgı denilen şey mutsuzluktan halsiz düşmek mi? Uykusuz sabahları beklemek mi?

Bana bırak bu karamsarlığı, uykusuz geceleri, ayrılık öykülerini demiştin. Günlerdir bunu düşündüm. Çok zor oldu biliyor musun? Düşüncelerimde mutluluğa dair bir resim çizdim. Sabahın ilk ışıklarında okula giden bir çocuk gördüm. Mavi önlüğü tertemiz, babasının eline teslim etmiş küçücük, kar gibi beyaz, yumuşacık, tatlı ellerini. Yüzünde billurdan bir gülüş vardı. Arada bir sekerek okul yolunu oyuna çeviriyordu. Diğer elinde ise yarısı yenmiş bir simit... Bana baktı, dikkatsizce, rasgele gözleri geçti yüzümden. Gözlerinde yeni bir günün coşkusu, okul bahçesinde oynayacağı oyunların sabırsızlığı vardı.

Haberin geldi. Bir kızın olmuş. Gözleri babasına, burnu sana benziyormuş. Analı, babalı büyüsün. Bir çiçekle, yanağına bir öpücük borcum olsun. Sana kocaman bir söz veriyorum. Oraya geleceğim, biraz sabırlı ol emi. Kızın yirmisine gelmeden borcumu öderim. Bahçedeki dut ağacına bir salıncak kurun. Sallansın doyuncaya kadar. O’na Pamuk Prensesi anlat, ama kötü kalpli cadıdan söz etme. Ona ninniler söyle, masallara uyurken, bostana giren danaları çıkar ezgilerinde.

Hayırsız çıktı, bizi unuttu gitti demişsin. Haklısın, hayırsız olduğum doğru. Ama hala hatırladıklarım var. Ninen bize masallar anlatırdı. Pamuk kozalakları açardık ellerimizle. Hep cadılar olurdu, hep bir dudağı yerde, bir dudağı gökte devler. Sizden çıkınca sokağı geçip evimize gitmeye korkardım. Buna rağmen yarın akşam yine kozalak açmaya gelirdim. Ninen yine masallar anlatırdı. Baban kahveden dönerken bize leblebi alırdı. Her akşam korku dolu masallar, her akşam korkudan fal taşı gibi açılmış gözler, her akşam leblebi, kuru üzüm ve badem. Boş kozalaklar yanardı teneke sobada. Her akşam kötü kalpli cadı öldüğünde gece biterdi.

Hayırsız çıktığım doğru. Ama hala hatırladıklarım var. Sümbül İsmail’in bahçe duvarında, acemi bir yazıyla Ali Ayşe’yi seviyor. Biz Ünver’in bisikletine binmek için sıra bekliyoruz, yazlık sinemanın köşesinde. Her mayıs geldiğinde bekçi Ekrem çağla çalan çocukları ağaçta yakalıyor. Her yaz Sülük Gölünde yüzen haytaların Recep Çavuş elbiselerini topluyor. Bisikletinin peşinden koşuyoruz, ellerimizle ayıp yerlerimiz kapalı. Yalvarışlarımıza dayanamıyor, halimize gülüyor ve yine giysilerimizi vermeye razı oluyor. Verdiğimiz sözü en fazla iki gün tutacağımızı bile bile. Yazlık sinemada gazozlarımızı köpürtürken filmin sonunda sevgilisini kötü adamlardan kurtaran kahramanı alkışlıyoruz. Kanal boyundan çaldığımız topatan kavunlarını, önce taşa vurup parçalıyor, yine yiyoruz avuç avuç. Bütün zamanları seninle yaşıyorum, sende durdu saatlerim, söyleyemedim. Ben anılarımda hala okul yıllarındaki gibi hep öğretmen olmak istiyorum. Sense subay karısı. Usanmadan bıkmadan artist fotoğraflarıyla alt mı üst mü oynuyorum. Annelerimiz yemeğe belki onuncu kez çağırana dek.

Belki bu yaz gelirim. Gündöndü üzümlerine leke düşerken. Nasılsa bir düğün olur ince çalgılı. Kucağında kızınla seni görürüm. Ne sen sitemini söyleyebilirsin. Ne de ben anılarımı yada gizlediklerimi. Sana bir çiçek, bir öpücük borcum kalır. Veremem, kızın analı, babalı büyüsün.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu


Merhaba,

Bugün sizlerle ilk olarak benim gözümde gerçekten çok büyük değeri olan, yarısı Fransızca şarkılardan oluşan bir albümü, "Taxim / Beyoğlu"nu, ardından dünyadaki yankılarını ülkemizde de hissettiğimiz, Matrix üçlemesinin ikinci filmi olan "Matrix Reloaded"ı ve son olarak yazılarını büyük zevkle takip ettiğim Mine Kırıkkanat'ın son kitabı "Bir gün, gece"yi paylaşacağım.

Zevkle okumanızı dilerim.

TAXİM/BEYOĞLU (UNIVERSAL MÜZİK):

Bu albümde Beyoğlu'nda dinlemeye alıştığımız şarkılardan bir demet bulacaksınız. Buram buram kalite kokan bu eser, Beyoğlu'nun "francophone" havasından nasibini almış. Şarkıların yarısına yakını Fransızca. Noir Dessir'den "Le vent nous portera"yı, Enrico Macias'tan "Aux talons de ses souliers"i (Biz bu şarkıyı Türkçe olarak "Ah ne bir kürk ister şu şen gönlüm" diye başlayan 70'lerin ünlü şarkısı olarak tanıyoruz), bir insanın umutsuz bir sevdada sevgilisinden ayrılmamak için yalvardığı "Ne me quitte pas"ın iki yorumunu (Jacques Brel'in yorumu orjinaline ve sözlerine daha uygunken benim daha çok beğendiğim Yuri Buenaventura'nın yorumu arada çok farklı tonlar içeriyor), Dario Moreno'dan "Istanbul" şarkısını, kaldırım serçesi Édith Piaf'tan "L'accordioniste"i, François Feldman'dan "Les Valses de Vienne"i ve benim en beğendiğim parça olan Marc Lavoine'ın mükemmel şarkısı "J'ai tout oublie"yi barındıran bu albümde ayrıca popüler parçalar da var. Örneğin; Dalida'dan "Salma ya Salama"yı, Modjo'dan "Lady"i, Goran Bregoviç'in herkesçe bilinen "In the deathcar"ı ve bizim daha çok Nilüfer'den duymaya alıştığımız aslında bir Loreena McKennitt bestesi olan ve Kayahan'ın yazdığı sözlerle "Caddelerde rüzgar" diye başlayan şarkının Haris Alexiou'nun muhteşem yorumuyla "To tango tis nefelis"i de bulabilirsiniz. Unutmadan aralarda Beyoğlu'nun büyülü atmosferinin sesleri olduğu bu albüm kaçırılmaması gereken bir yapıt.

MATRIX RELOADED:

Felsefe, din ve teknolojiyi birleştiren bir film olarak ilk çıktığında da dünyada büyük yankı uyandırmıştı Matrix. İlk film çok izlenmiş ve çok eleştirilmişti. Eleştirilerin nedenlerinden biri ise Matrix'in dini de kendine alet etmesiydi. Bazılarınca Matrix, Amerika'nın baştan beri olan en büyük idealini gerçekleştirmek için kurduğu bir projeydi. Bu projenin amacı, bütün dinleri birleştirerek, kendi hakimiyeti altında olacak olan yeni bir dünya dini geliştirmekmiş. Ve bütün dünyayı, bu din etrafına toplamakmış. Tabii ki burası şu anda bizi pek de ilgilendirmiyor. Bizim için önemli olan ortaya görsel açıdan çok zengin bir film çıkması.

Neo, ilk filmde bir seçim arayışındaydı. Ya o güne kadar yaşadığı şekilde yaşayacaktı ya da gerçeği arayacaktı. O ikinci şıkkı seçmişti. Seçilmiş olan kurtarıcı olduğunu ise ancak filmin sonunda fark ediyordu ve bizler birinci filmde bunun nimetlerinden faydalanamıyorduk. Ancak ikinci filmde Matrix'in daha da derinlerine iniyoruz. Neo gelişen yetenekleriyle daha da kuvvetleniyor. İlk filmde de olan Morpheus ve Trinity bu filmde Neo'ya Mekanik Ordulara karşı savaşması için yardım ediyorlar. Dünya üzerinde kalmış son insan sığınağı olan Zion'a onları yok etmeye programlanmış 250,000 Sentinel saldırıyor. Bu savaşı sona erdirebilecek tek kişi Neo. Sürgünde olan Ajan Simith de yine ortaya çıkıyor. İzlemesi zevkli, insanı düşünmeye zorlayan bir film.

MİNE KIRIKKANAT / BİR GÜN, GECE:

"Sinek Sarayı", "Gülün Öteki Adı", "Kadın Kafesleri", "Pandispanya", "Topuk Tıkırtıları", "Yalnız Kalem", "Bir New Varmış York Olmuş", ve "Aşk Hikâyeleri" kitaplarından tanıdığımız aynı zamanda Radikal yazarı olan Mine Kırıkkanat, bu sefer önümüze İstanbul depremini ve sonrasında oluşacakları getiriyor. En kötü durum senaryosunu kuran kitapta, İstanbul'da bir dakika süren 7.4 şiddetinde bir deprem oluyor. Deprem sonucu Marmara'nın suları Karadeniz'e çıkıyor; Boğaz Köprüleri ve İstanbul'un yarısı yıkılıyor. Zaten borç altında ezilen Türkiye ülkenin en güçlü şehrinin başına gelenlerden sonra depremin altında da eziliyor. Bir yandan AB, diğer yandan ABD, Türkiye'yi işgale hazırlanıyor. İktidar Ankara'nın elinden kayıp gidiyor. Halk ayaklanıyor, bazı siyasetçiler linç ediliyor. İşte böyle bir ortamda gelişiyor kitabımız. Kitap aslında deprem korkumuzun depreşmesi ve içimize korku salması için değil, olabilecek bir olaya hazırlanmamız için uyarıyor.

Mustafa Serdar Korucu
serdar@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_136.asp

Devamı var

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Berrin Cerrahoğlu


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.382 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


Alişim

Kasnağından fırlayan kayışa
kaptırdın mı kolunu Alişim!
Daha dün öğle paydosundan önce
Zileli’nin gitti ayakları.
Yazıldı onun da raporu:
“İhmalden!”
Gidenler gitti Alişim,
boş kaldı ceketin sağ kolu...
Hadi köyüne döndün diyelim,
tek elle sabanı kavrasan bile
sarı öküz gün görmüştür,
anlar işin içyüzünü!
Üzülme Alişim, sabana geçmezse hükmün
Ağanın davarlarına geçer...
Kim görecek kepenek altında eksiğini
kapılanırsın boğazı tokluğuna.
Varsın duvarda asılı kalsın bağlaman
beklesin mızrabını.
Sağ yanın yastık ister Alişim,
sol yayın sevdiğini.
Ama kızlar da, emektar sazın gibi,
çifte kol ister saracak!

Rıfat Ilgaz

<#><#><#><#><#><#><#>

YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEY VAR

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana

Ataol Behramoğlu

Yukarı

 Biraz Gülümseyin


Kadın ve Erkek

Kadının Güncesi:
Bugün üç yıl bitti. Onun karşısına gelinlikle çıktığım günkü kadar mutluyum. Tanrım, onu ne kadar seviyorum. Mükemmel bir erkek, cazibeli, yakışıklı, anlayışlı,sevecen, her şey var. Bugün Cumartesi, bıraktım arkadaşlarıyla eğlensin. En sevdiği yemek olan pastırmalı kurufasulye ile pilav yapıyorum. Pişti, demleniyor. Banyo yaptım, en sevdiği kıyafeti giydim. Yemekten sonra, şöminenin karşısına bir şişe kırmızı şarapla uzanacağız..
Eve geldi sonunda.
Beni öpüşü biraz soğuktu, aklı başka yerde sanki.
Aman Tanrım, yoksa? Tüm cilvelerime rağmen, bana saldırmadı. Arkadaşlarıyla ne yaptığını sordum, ağzında bir şeyler geveledi. Yemekte biraz keyfi yerine gelir gibi oldu, ama hala dalgın, hala uzak, hala kabuğuna çekilmiş. Herhalde ÖTEKİNİ düşünüyor. Benden genç mi acaba? İşyerindeki sarışın pazarlama temsilcisi olmasın? Şöminenin karşısında şarabımızı yudumlarken, artık dayanamadım "neyin var?" diye sordum. Gülümsedi, zoraki bir gülümseme, acı dolu, uzaklık dolu.. "Yok birşeyim" diye geçiştirdi. O gürül gürül yanan aşkın bu kadar çabuk biteceğine inanamıyorum, daha dün bana ebediyete kadar benimle olmak istediğini söylüyordu.
Bugün aramızda iletişim kopukluğu başladı bile. Belki de kilo alıyorum. Çok mu vır vır yapıyorum? Elini tuttum. Elimi okşadı, ama eller hissiz, parmak uçları soğuk...Stepe başlasam? Çocuk istesem? Yalan, yalan, yalan. Kendimi kandırmaktan başka bir şey değil bunlar.
Bitti...Bittti...Bitti. Tanrım, ölmek istiyorum. Kendimi son kez onun kollarına attım. Ağlaya ağlaya uykuya dalmışım.

Erkeğin Güncesi:
Öf be, Cimbomdan haybeye 2 yedik.. Ama, kurufasülye güzeldi...

tantana.net


<#><#><#><#><#><#><#>



Sular da kesik biliyor musunuz?...

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.anadolubjk.net/dernek/mars.htm
...Bu marş hiçbir iddia ve ticari kaygı taşımaksızın Anadolu Beşiktaşlılar Derneği tarafından Büyük BJK taraftarına armağan edilmiştir. Sunuşumuzu ve marşımızı bilgisayarınıza kayıt etmek için "indir" yazısını farenizin sağ tuşu ile tıklayıp "Hedefi Farklı Kaydet" (İngilizcesi: "Save as.." ) tuşuna basıp bilgisayarınıza kayıt edin...

http://www.geocities.com/penthesilae/kahire4.htm
... neyse konuya döneyim, öncelikle şunu söyleyerek başlayayım ki, Türkiye'de yaşayan kimse Kahire trafiğini görmeden trafikten şikayet etmemeli, Türkiye'de trafik Mısır'ın yanında resmen zemzemle yıkanmış gibi!!! Ben Mısır'ı göreli yıllar olmasına rağmen hala İstanbul trafiğini oldukça sakin ve düzenli buluyorum ve asla ama asla şikayet etmiyorum...

http://www.icep.com.tr/burslar.asp
... Yurtdışı bursları için doğru başlangıç sizin kendinizi tanımanızdan başlar. Yurtdışında burslu okumak için, öncelikle kendinizi gerçekçi bir şekilde tanımanız gerekir. Empati sınırınızı zorlayın ve kendinizi burs verecek kişi-kurumun yerine koyun. Siz, bu kurumun yerinde olsaydınız, kendinize burs verir miydiniz sorusuna gerçekçi bir cevap bulmaya çalışın...

http://www.arkitera.com/haberler/2002/08/19/test.htm
... Depreme hazır değiliz. İstanbul’da yaklaşık bir milyon 200 bin bina, 2 milyon 400 bin konut var. Yarısından fazlası gecekondu, yani ruhsatsız ve kayıtsız. Prof. Dr. Mustafa Erdik’in hazırladığı İstanbul Deprem Raporu’na göre İstanbul’da olabileceği varsayılan 7,5 büyüklükteki bir depremde 600 bin aile barınaksız kalabilir. Yangınlardan dolayı oluşacak kayıpları hesaba katarsak bu sayı müthiş derecede artabilir...

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


PPPCD v1.0.51 [4.8M] W98/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=106557
Email ile gönderilemeyecek kadar büyük Power Point Prezantasyonları hazırladığınız olmuştur herhalde. Tutkunları için biçilmez kaftandır. Peki bu dosyaları kendiliğinden çalışan bir CD içine kaydetmek ve onu dağıtmak ister misiniz? PPPCD Power Point 97/2000 dosyalarınızı CD ye yakacak halde hazır edip işi bitiriyor. Yapmanız gereken tek şey örnek dosya ile kendinizinkini değiştirmek. CD takılınca kendiliğinden çalışıyor, eğer bilgisayarda Power Point yüklü değilse, kendi içinde yüklü olan Power Point Görüntüleyicisini kuruyor. Gerçekten işe yarar bir program. Ücretli versiyonu 2002/XP versiyonlarını da destekliyor. Bilginize.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030702.asp
ISSN: 1303-8923
2 Temmuz 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com