KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu

Kahveci Soruyor?

KAPI KOMŞULARIMIZ

Xasiork Dergi

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 321

 13 Ağustos 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Kazan Kaldıran Tukaka Cemahiriye


Merhabalar,

Kuzey Kıbrıs'ta garip şeyler oluyor. Oysa 1,5 ay önce başlayan beyaz bayrak sallama, zeytin dalı uzatma ameliyesi nasılda gözlerimizi yaşartmıştı. Yıllardır şahin gözlülerin boyunduruğunda okyanus üzerinde fırtınaya yakalanmış kayık misali oradan oraya savrulup yanaşacak liman arayan KKTC sonunda ılımlı ve barışçı politikalara döndü diye sevinmiştik. Şaşıran Yunanistan'ın şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra zeytin dalını tutacağını, tavizlere tavizlerle karşılık vermesini ummuştuk. Gel görki beklenen olmadı. Hem neden olsun ki? AB Kıbrıs Cumhuriyetini KKTC'li yada KKTC'siz bağrına bastıktan sonra, geçti Bor'un pazarı, demekten gayri ne gelirdi ki elden. Memleketimin kendi dertleriyle boğuşan sayın yöneticileri, Kıbrıs şahinleri, nadasa bıraktıkları duygu ve düşüncelerini yeniden canlandırmak için ancak 1,5 ay bekleyebildiler. Bizden gayri yedi düvelin reddettiği KKTC'nin varlığını, orada yaşayan vatandaşların haklarını kendi dar ve bağnaz politikalarına kurban etmeyi seçtiler. Madem onlar güneyi AB'ye aldılar, biz de kuzeyi gümrük birliği içine dahil etmenin yollarını arayalım dediler. Neresinden bakarsanız bakın rezilliğin dik alası. Bir yandan bir devleti dünyaya kabul ettirmenin yollarını arayadururken, tek tanıyan olarak, o devlete devlet, vatandaşına vatandaş olma hakkını bile esirgemenin yollarını buldular. Daha 1 hafta önce bizzat Sayın Denktaş tarafından KKTC vatandaşlarına tanınan "Kıbrıs Cumhuriyeti Vatandaşı" olma hak ve özgürlüğünü tek kalemde silip atan gözü dönmüş şahinler dizboyu rezilliğe de önayak oldular.

Cumhurbaşkanına güvenip çifte pasaport edinen KKTC vatandaşının 2.pasaportunu Türkiye'de kullanma hakkını elinden almak, hangi aklın ve mantığın ürünü merak konusu. "Girdiğin pasaportla çıkarsın" demekle "Türkiye'den çıkarken illa benim pasaportumu kullanacaksın" dayatması arasında hiçbir fark yok. Şimdi kalkıp bu vatandaş kazan kaldırıp hakkını Avrupa mahkemelerinde arasa n'apacaksın? Devlet olarak tanıyacaksın, diğer ülkelere devletin varlığını kabul ettirmeye çalışacaksın amma sonra kalkıp o ülkenin vatandaşına tukaka muamelesi yapacaksın. Var mı böyle aymazlık. Hadi bizler bu gibi durumlara alışkınız ama muhatabımız ülkeler nezdinde düştüğümüz komik durum, biraz palazlanmaya yüz tutmuş karizmamızı çizdi bile. Eğer cesaretiniz varsa, Almanya'da yaşayan çifte pasaportlu Türklere aynı muameleyi yapın bakalım neler oluyor görelim. Ne yazıktır ki, memleketimin aldığı bu şahince kararı KKTC'nin Büyükelçisi de haklı bulabiliyor. Rauf Denktaş bu işe ne diyor yada ne diyemiyor bilemiyorum ama bildiğim ve gördüğüm bu kafa yapısıyla bizi değil AB'ye Zimbabwe'ye bile zor alırlar. 2044 te 257. uyum paketi mecliste görüşülürken, bugünleri hatırlayıp kıkır kıkır gülüyor olmaktan korkarım. Yahu yok mu şu koca memlekette bu şahinlerin gözünü bağlayıp kafeslerine koyacak bir Allahın kulu. Artık kol kırılıp yen içinde kalmıyor, yellensen yedi cihan kokusunu alıyor. İyi niyetle başlayıp ele yüze bulaştırdığımız işlerimize döndürmeyin şu Kıbrıs meselesini de Allahaşkına!...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Yukarı

 Günden Kalanlar : Ebru Kargın


BU BİR RÖPORTAJDIR...

Nasıl yapılır bilmiyorum ama, önce giriş yapmam lazım galiba...

Üniversite sınavlarına kadar hep gazeteci olmak istemiştim. Ani bir fikir değişimi ile 1996 yılında kendimi İşletme okurken buldum. Halbuki gazeteci olacaktım. Şöyle röportaj yapanlardan hem de. Neyse her işte bir hayır varmış ki vazgeçmişim. Fakat o yıla kadar herkes benim gazeteci olma fikrime, kendilerini yeterince kaptırmıştı. Ablam durumu abartıp, 1995 yılında bana doğum günü hediyesi olarak bir ses kayıt cihazı almıştı. Hediyemi verirken, " bu sana çok lazım olacak gazeteci olunca " demişti. Ama hiç lazım olmadı tabi. ( Pardon canım ablam )Tozlanmaya mahkum bir köşede durdu hep, ta ki bu güne dek...

İçimde kalmasın ben bugün gazeteci olup röportaj yapayım dedim. Önce onun tozlarını bir güzel sildim. Pillerini takıp test ettim, gayet iyiydi. Bir de bu iş için kendime kurban seçtim. Kurban diyorum, çünkü röportaj verecek kişiye durumu " hatıra kalması için yapıyorum " diyerek bir oyun gibi sundum. Yani hedef kişi, bu sayfalara konu olacağını şimdilik bilmiyor.

İlk ve son röportajım başlıyor...

E: İşe önce kendinizi tanıtmanız ile başlayalım isterseniz

Z: Adım Zehra. ( Çocuklarım Zeliş Diyorlar ) 27 Temmuz 1943 aslında 1945 İzmir doğumluyum.

E: Karar verseniz doğum yılınıza. Hem 1943 hem de 1945 doğumlu olamazsınız ya :)

Z: Kimlik bilgime göre 1943. Ama ben 1945 yılında doğmuşum.

E: Evet devam...

Z: Üsküp asıllı göçmen bir ailenin, üç çocuğunun ortancasıyım. Annem ve babam artık hayatta değiller. İki kardeşim ve ben ise hayatımızı birbirimizden çok farklı olarak yaşıyoruz.

E: Nasıl başladı hayat, kısaca aktarın.

Z: İlk ve orta okul eğitimimden sonra, İzmir Cumhuriyet Kız Kolejini bitirdim. Ardından Hemşirelik Yüksek Okulunu bitirdim. Kısa dönem İzmir Devlet Hastanesinde çalıştıktan sonra evlendim. 1966’ da en büyük kızım, 1969’ da ise oğlum dünyaya geldi. Ve ailecek Almanya’ ya gittik. Hayatımın 23 yıllık kısmı Hamburg’ ta geçti. Orada da hemşirelik yaptım. İyi standartlarla yaşadım. Yine oradayken 1979 yılında rahatsızlığımın nedeniyle yapılan incelemeler sonucunda mide kanseri teşhisi konuldu. Çok kötü bir andı, bunu öğrendiğim an. Aklıma ölmekten önce, henüz 10 ve 13 yaşında olan iki çocuğumu düşünüp perişan oldum. Ölmekten tam anlamıyla korkmuyordum ama çocuklarım ne olurdu. İşte tüm sorun buydu. Hemen gerekli tedavilere başlandı. Kendimi moral olarak çok güçsüz hissediyordum. Çocuklarımın hayatı için şimdi ölmemeliydim her şeyden önce bunu biliyordum.

E: Bakın Tanrı da bundan yana karar vermiş ki, hayatta ve oldukça da sağlıklısınız. Peki sonra ne oldu, yani nasıl gelişti hayatınız ?

Z: Sonra bir mucize oldu. ( Gülüyor )

E: Nasıl bir mucize ?

Z: Tedavim esnasında fark edilmeyen bir şey olmuştu. Bunu gerçekten görememişlerdi. Ben hem kanserdim hem de hamile. Bu durumu daha da berbat hale getirmişti. Dünya kadar ışın almış vücudumun içinde bir de masum minicik bir bebek vardı. Bu fark edildiğinde maalesef doktorların yapacak bir şeyi yoktu. Bebeğim sakat olarak dünyaya gelecekti. Üstelik neresinde sakatlık olacağı ise ancak doğum sonrası anlaşılabilecekti. Hayatımda kendimi bu kadar mutsuz hissettiğim anlardan en dikiydi bu. Tedavim olumlu sonuç veriyordu, kanserim iyileşiyordu ama sakat bir çocuğum olacaktı. Ve ben ona her baktığımda hep aynı şeyi hissedecektim ömür boyu; pişmanlık. Hamileliğim boyunca sürekli ağladım. Doğuma girerken gözlerim o kadar şişti ki artık neredeyse kapalı durumdaydı. Ve 15 Kasım 1979 yılında küçük kızım doğdu. Bu tarihi özellikle çok açık belirttim. Benim için asla unutulmaz bir tarih bu.

E: E gerisi...

Z: Kızım sakat değildi. Üç yaşına kadar hep kontrol edildi. Hiçbir rahatsızlığı yoktu ve yeterince sağlıklıydı. Ve çok güzel bir çocuktu. Ben ise onun bana verdiği güç ile yaşadığımı çok iyi biliyorum. Allah bizi birbirimize bağışladı. ( Gülüyor )

E: Düşününce bile zamansız bir ölüm insanı yeterince sallıyor.

Z: Evet. Allah herkese zamanlı ölüm versin.

E: Peki ya kocanız? Hiç konusu geçmedi.

Z: Artık yok.

E: Biraz daha açsak nasıl olur ?

Z: 1988 yılından beri bu konuyu kendime bile açmama kararı verdim.

E: İstisna olduğunu varsaysanız, belki hatır için ?

Z: Bu kuralımı bozacak.

E: Hadi lütfen, paylaşın.

Z: ( Derin bir soluk alıyor ) Aslında yanlış bir evlilikti benim seçtiğim. Gençlik e tabi biraz da aşk. Gerçi herkesin biten evlilikleri için geçerli mazeretleri vardır. Zaten yürütmekte çok zorlanıyordum. O zamanki şartlar kesip atmak için müsait değildi. Eğer gerçekten mümkün olsaydı çok önce bitirirdim bundan eminim.

E: Biraz daha detay lütfen.

Z: Kanser teşhisi konana kadar yürüttüm. Teşhis konduğunun ertesi gününde kendine bir eş aramaya başlamıştı bile. Benim öleceğimden çok emindi. Hiç unutmam " sen ölüyorsun artık. Ama ben yaşıyorum " demişti. Tamam zaten yolunda gitmiyordu ama insan düşmanına bile söyleyemez böyle bir şeyi. Çocuklarımın psikolojisini yeterince bozmuştu. Sorumluluk bilmez bir adamdı. Bankadaki tüm paraları çekip, başka bir şehre kaçtı.

E: Böyle mi bitti ?

Z: Hayır. Onunla uğraşabilecek gücüm yoktu. Bir an önce hayata geri dönmem gerekliydi. Döndüm de. O ise başka bir şehirde çalışıyordu. Ben iyileşince yaklaşmaya çalıştı yeniden. Ama artık çok imkansız bir şeydi. Çocuklarım yeni yeni kendilerini toparlamışlar, küçük kızım 5 yaşına gelmişti. Artık çocuklarımın Türkiye’ ye dönmesi gerektiğini hissettim. Ve çocuklarımı alıp Türkiye’ ye getirdim. İşten izin almıştım, Bir ay sonra geri dönmek üzere. Niyetim beş yıl daha çalışıp biraz daha birikim yapmaktı. O paraları alıp kaçtığında, Allah tan Türkiye’de bir ev almış ve harici biriktirdiğim paraları iyi değerlendirmiştim. Yoksa hepimiz açıkta kalırdık. Türkiye’de yerleşimi sağladım. Fakat dönüşüm 20 gün kadar uzadı. Sağ olsunlar işten gerekli hoşgörüyü göstermişlerdi. Bu esnada pasaportumun süresinin bitmiş olduğunu anladım. Uzatmak üzere konsolosluğa başvurduğumda, işlemlerin üç hafta süreceğini öğrendim. Ama bir çözüm varmış, eğer Almanya’da ki eşim başvurursa 2 günde hal olurmuş.

E: Oldu mu peki.

Z: Hayır. Eşimden bunu rica ettiğimde tabi yaparım demişti. Ama benden intikam aldı. Kanunlar karşısında evli olmamızın getirdiği avantajı kullandı. ( benim o zaman düşünemediğim ) Konsolosluğa, benim işi bıraktığımı ve artık dönmeyeceğimi kabul ettirmiş. Ve ben Almanya’ya dönemedim. Dolayısıyla oradan emekli olma şansımı da yitirdim. Hem bu durumu düzeltme şansım olsaydı da o zamanlar, benim gücüm yoktu hiç.

E: Anlıyorum. Neyse ki birikiminiz varmış.

Z: Evet. İyi ki varmış. Şimdiye kadar rahat yaşamamızı sağladı. Şimdiden sonrada sağlar. Allaha şükür.

E: Eşiniz şimdi, yani eski eşiniz?

Z: Hiç bilmiyorum. Türkiye’ye döndüğünü biliyorum sadece. Ama eminim ki çok fazla günahı var. Her şey bir yana, insan çocuklarını bile hiçe sayabilecek güce sahipse... Hiç aramadı, sormadı çocuklarını. Öldüler mi, kaldılar mı bilmiyor. O, öldü mü , kaldı mı bizde hiç bilmek istemiyoruz artık.

E: Şimdi her şey yolunda ama değil mi ?

Z: Evet hem de gözüm arkada kalmayacak kadar.

E: Peki siz ne yapıyorsunuz şimdi ?

Z: Gönüllü olarak kimsesiz çocuklarla ilgileniyorum.

E: Başka ?

Z: Bir de kitaplarım var yazdığım. Tamamlamaya çalışıyorum.

E: Yine kapalıyız yeterince...

Z: ( Gülüyor ) Daha açık konuşayım o zaman. İlk kitabımın adı, "Gençlerle Sohbet". Diğeri ise, " Paramparça ".

E: Ne anlatıyorsunuz ?

Z: İkisini de yazmak için 8 yıldır uğraştım. Esaslı bir şeyler olması için. Gençler ile ilgili olan çok zamanımı aldı. İçinde yüzlerce genç var. Hepsi gerçek. Hepsi ile konuştum. Sonuç olarak çok güzel bir şey çıktı ortaya. Diğeri ise, yani " paramparça " tamamen bana ait. Yaşadıklarım, gördüklerim ve hissettiklerim ile ilgili. İki kitabımda da finale yaklaştım. Tamamlamak üzereyim. Ama yinede bir yılımı alacak.

E: Yayım ile ilgili kısmı ne olacak peki ?

Z: Yayınevi hazır. Bitirmemi bekliyorlar. Ardından bir edit edilip baskıya verilecek.

E: Bu yazmak merakı da nereden çıktı ?

Z: Kendimden geriye bir şeyler bırakmak istedim. Benden bir şeyler... Eğer olurda tamamlayamazsam kızım sırtlar bu işi diye düşünüyorum.

E: Bunun sonucu sadece " benden bir şeyler kalsın üzerine kurulu " yani ?

Z: Hayır. Sadece bu değil. Kitaptan elde edilecek gelir kimsesiz çocuklara gidecek. Yani bu işten manevi olarak kazanacağım. Tüm gelir kuruşu kuruşuna önceden belirlenecek olan plan doğrultusunda yerine ulaşacak. Bununla ilgili başka bir şey söylemek istemiyorum şimdilik. Bu yeterli.

E: Peki, benim için bir şeyler söyleyin o zaman !
Z: Seni çok seviyorum papatyam, boncuğum benim, tekne kazıntım.
E: Bende seni çok ama çok seviyorum anneciğim. Ve seninle gurur duyuyorum.

Teşekkürler anneme, teşekkürler tüm annelere.

Ebru Kargın
ekargin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Anlık Duygular : Sedat Tuvar


KURABİYELER

Yine ceketimi giymeden çıkmışım, aklım hep sen de ya, uf bee, hooh, bunu hep yapıyorum, iliklerime kadar dondum.

Şu kurabiye yapmayı bir türlü öğrenemedim. Aslında denedimde bir kaç kere ama olmadı nedense. Üç sigara tüketmişim; sevdiğin kurabiyelerin fırından çıkışını beklerken. Ağzına layık bunlar, vallahi buram buram koktular. Dönüşte bağrıma bastım soğumamaları için, yol boyuncada sıcaklıkları içimi işledi.

Bir de çay demleyeceğim şimdi sana, bilirsin çay demlemek bir sanattır, (söylemesi ayıptır sanatçısı da benim tabiki...) yetiştirdim kendimi sayende. Geniş, beyaz bir tabağa tek tek dizeceğim bu kurabiyeleri, acaba ilk hangisini seçeceksin? Şunumu, bunumu? Yok bence bunu, evet evet kesin bunu. İnce parmaklarını öyle özledim ki! Bugün gelecekmisin acaba? Bir de çiğ köftemi yoğursam, yok be abarttım, hem sana banal gelir, hemde yazık olur o güzelim parmaklarına...

Her akşam iş çıkışı dakikalarını verdiğin vitrin mankenleri ya da aksatmadan uğradığın şu köşedeki barın kel ve gıcık barmeni kadar da değerim yok mu gözünde? Yahu ne bulursun şu adamda ? "Çaldığı müzik desem" müzik değil.. "Giydiği kıyafet desem" kıyafet değil.. Küpesini benim söylememe gerek yok, sen bile eleştirdin. Ne dedi sana? "Hadibe çok yakışıyor itiraf et" ba ba baaa.. Yav... tövbe tövbe..

Sanma ki alışkanlık olur da hep davet ederim seni, bir sefere mahsus gelsen diyorum.. Davet dedim de aklıma geldi, sahi ben seni şimdiye kadar hiç ama hiç davet etmedim ki, yani şey... tabi etmek istedim ama edemedimki.

Onca aydır boşuna demliyorum bu çayları, boşuna satın alıyorum bu kurabiyeleri.

Sedat Tuvar
tuvar@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Misafir Kahveci : Serpil Gül Paçal


3,5 KİLO - Oğluma -

9 ay.... Bu laf benim lügatımda sadece espriden maruzdu. "Birini sevdin mi 9 ay 10 gün sonra 3.5 kilo kadar bir fazlalığın olacak" derdim şakayla karışık her genç kıza... İşte bu 3,5 kilo kadar olan fazlalık canımdan çok sevdiğim dizeler yazdıran oğluma ait... Hastanede sancının vücuduma verdiği ağrılarla, yanıbaşımda bulunan aileme " ne doğum, ne evlilik bana göre değil" demişim. Bana göre değil dediğim yavrum şu an 12 yaşında. Ve ben her annenin o beylik sözünü söylüyorum.

"Seni iyi ki doğurmuşum"

Hayatın zor ve karmaşası içersinde olan bir arkadaşım "Dünyaya çocuk getirmek bence bencilliktir. Sevgi içgüdünü tatmin için çocukları dünyaya getiriyorsun" demişti. O gün olduğu gibi şimdide şiddetle karşı çıkıyorum. Bencillikte olsa ben bu 3.5 kiloya sahip olduğumu memnunum. Onun sıcaklığını, kokusunu ve sevgisini, eşdeğer tuttuğum anne sevgisinde buluyorum. Anneme olan bağlılığım ve sevgim oğlumla bütünleşiyor. Anne-evlat sevgisinin yuvarlanarak kocaman, kocaman olan bir kartopuna benzetiyorum. Yuvarlandıkça kenetlenen, sıkı sıkı sarıldıkça büyüyen, ama yok olmayan, kaybolmayan, kar gibi beyaz ve tertemiz.

Hastanede, 3,5 kilo ve bebek takma adıyla elden ele dolaşan öncelikle küçük burnu gözümün önünden gitmeyen bir canlıyı elime verdiler. Ağzını devamlı yiyecek isteyen balıklar gibi açan, kokusu dünyadaki en pahalı parfümde bile bulunmayan, içimden çıkıpta, içime sevgiyle sokmak istediğim bu varlık 12 senedir hayatımda...

Onunla her saniyem ve her dakikam birlikte geçmiyor. Bazen ömrümün geçen her gününü evladımla geçirmeliyim, onunla dolu dolu yaşamalıyım diye düşünüyorum. Anneme doyamadığım gibi aynı doyumsuzluğu yavrumda da hissediyorum.

Annemin evladı iken sevgim ölçülemezken, evladımın annesi olarak da bu sevgiyi ölçecek bir alet bulamıyorum.

Çünkü son sınırda durabilen ölçü aletleri benim bu iki varlığa olan sevgimi ölçmek için sınırı zorluyor, daha ilerisini istiyor.

12 yıldır birlikte olduğumuz yavrumla anılarımız birbirinden güzel ve o artık karşımda sohbet edebilecek genç bir erkek. Bu düşünce beni ileri yıllara götürüyor.

Onun yüzüne bakıyor ve beraber olacağımız günlerin emekli yıllarıma geleceğini düşünürken, hep onu siyah takım elbise giymiş bir damat ve bayramlarda çocuklarını ellerimi öptürmeye getirecek bir baba olarak hayal ediyorum.

İşte hastanede bana verilen bu bebek bir gün gelecek sevgimi teslim edeceğim, onu seven birine gidecek. O da evlenecek. Delikanlı olduğunda beraber olabiliriz, şimdi çalışmaktan görüşemiyoruz dediğim yavrum, ben onu beklediğimde o hayatın yollarına başlamış olacak. Ben geri dönerken....

Benimde gözümün önünde 3.5 kiloluk, balık ağızlı hastanede teslim edilen ile siyah takım elbisede içimde yaşattığım delikanlı siluetli yakışıklı bir çocuk kalacak.

Evladıyla övünen anne hazzını duyabilmeli insan...
Televizyonda, çocuğu üniversite sınavında birinci olan anneye tutulan o mikrofondaki kadının sevincini hissedebilmeli insan...
Kötünün annesi değil, iyinin annesiydim diyebilmeli insan...
Evladını teraziye koyduğunda ölçü bulamamalı insan...
Bakabiliyorsa doğurabilmeli insan...
Sevgisini verebiliyorsa, anne olmalı insan...
Anne kelimesinin anlamını iyi taşımalı insan..
Senin için ne zorluklara katlandım diye çocuğunu suçlamamalı insan.

Oğlumun oynadığı Tiyatro Oyununun bir kuplesinde ne hoş söylemişti...
"Ben Anne ve Babamın sevgisinin ürünüyüm" .

Evet... O istemedi. Onlar bize Allah'ın vermiş olduğu lütuf... Öyleyse en iyi şekilde onu yetiştirebilmek görevimiz..
Nasıl bir ressam eseriyle övünç duyabiliyorsa ya da bilim adamı yaptıklarından dolayı bir fayda sağlayabiliyorsa,
İşte bende Hastanede öpüp kokladığım 3.5 kiloyu yetişkin, olgun ve faydalı bir insan olarak yetiştirebilirsem mutlu olacağım. 3,5 kiloyu sevgimle büyütüp övüneceğim.

Serpil Gül Paçal
serpilgul@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu


Merhaba

Bugün sizlerle, şöhreti biraz geç gelse de çok hızlı yükselen ve kısa zamanda divalardan biri olan Anastacia'nın son albümü "Freak Of Nature"ı, Jack Nicholson gibi bir devle genç yetenek Adam Sandler'ı buluşturan "Asayibim"i ve son olarak Türk Tiyatrosu'nun divalarından Gülriz Sururi'nin "Kıldan İnce Kılıçtan Keskince, Bir An Gelir, Biz Kadınlar" kitap üçlemesini konu alacağım.

Zevkle dinlemenizi, izlemenizi ve okumanızı dilerim

ANASTACIA / FREAK OF NATURE :

İlk kez dinleyen herkesin güzel sesli bir zenci olarak hayal ettiği ancak beklenenin aksine bir sarışın olan Anastacia, son albümü "Freak Of Nature" ile karşımızda. 2000 Şubatı'nda piyasaya sürdüğü "Not That Kind" ile dünya çapında hızlı bir çıkış yakalayan Anastacia, 15 milyondan fazla satarak bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de kendi hayran kitlesini oluşturdu. Pop - Rock - R&B gibi farklı tarzları sentezleyerek kendine farklı bir stil yaratan zenci sesli sarışın, yaptığı "I'm Outta Love" single'ı ile yerini sağlamlaştırdı. Kısa zamanda Amerika'nın divaları arasında adı geçmeye başlayarak "Divas Las Vegas" albümünde de haklı yerini aldı. 2002 Dünya Kupası için "Boom" şarkısını da seslendiren Anastacia'nın son albümü gerçekten dinlemeye değer.

Hızlı parçalardaki performansını slow parçalarda da da kanıtlayan Anastacia'nın albümünde ilk öne çıkan parçalar "Why'd You Lie To Me?", "Paid My Dues", "One Day In Your Life", "You Never Be Alone" ve albüme adını veren "Freak Of Nature".

Hala dinleyememiş olanınız varsa mutlaka dinlesin.

ASABİYİM (ANGER MANAGEMENT) :

İncil'de geçen ölümcül yedi günahtan biri olan öfkeyi konu alıyor bu film. Amerikan hukukunda da yasak olan aşırı öfke, kanunlarla sınırlanmıştır. Çok öfkeli insanlar, terapilerle topluma kazandırılmaya çalışılır. "Asabiyim", "Analyse this" ve "Analyse that" paralelinde olan hatta bu seriye rakip olabilecek bir film. Başrollerini her daim, her yaşta karizmatik olan Jack Nicholson ve yeni yükselen değerlerden olan "Punch Drunk Love" ile sevdiğimiz Adam Sandler paylaşıyor. Dave Buznik (Adam Sandler) obez kediler için giysi tasarımları yapan kendi halinde biridir. Ancak bir yanlış anlaşılmadan dolayı bindiği uçakta kavga çıkartmaktan sorumlu tutulur. Bunun üzerine Amerikan yasalarına göre terapilere katılması gerekmektedir. Terapistse uçakta yanında oturan Dr. Buddy Rydell (Jack Nicholson)dir. Birbirinden çok farklı, enteresan insanlar katılmaktadır bu terapilere. Yine bu terapi seanslarının biri sırasında yanlış anlaşılmadan dolayı bir bar kavgasına karışır. Mahkemede kör bir adamı dövmek ve garson kızın burnunu kırmaktan yargılanır ve özel terapiye ihtiyacı olduğu inancına varılır. Özel terapiyi Dr. Rydell verecektir. Eğer bu yoğun terapi de sonuç vermezse Dave hapise girecektir. Bu nedenle Dr. Rydell, Dave'in evine taşınır ve komedi başlar. Ancak Dr. Rydell'ın terapi yöntemleri, bilindik terapilerden çok daha farklı ve normal bir insanın bile sinirlerini bozabilecek tarzdadır.

Filmde ayrıca Luis Guzman, Woody Harrelson, John Turturro, John C. Reiley gibi isimlerle kortların vazgeçilmezi John Mcenroe ve eski New York başkanı Rudolp W. Giuliani gibi ünlü ve renkli kişiliklere de rastlamak mümkün. Yaz aylarında büyük bir keyifle izlenebilecek olan tam Amerikan tarzı bir komedi.

GÜLRİZ SURURİ / KILDAN İNCE KILIÇTAN KESKİNCE, BİR AN GELİR, BİZ KADINLAR :

Haldun Taner'in "Nota olsa, do olurdu, Renk olsa, nar rengi, Kraliçe olsa, Nefertiti, İçki olsa, Fransız şampanyası, Tarihi kişi, Hürrem Sultan, Bilin bakalım, kimdir o?" diye tanımladığı, bir dönem mutfaklarımıza "A La Luna" ile konuk olan, "Keşanlı Ali Destanı", "Sokak Kızı İrma" ve Edith Piaf'ın hayatını anlatan "Kaldırım Serçesi" oyunlarıyla akıllara kazınan Türk Tiyatrosu'nun divalarından Gülriz Sururi, kitap üçlemesini çıkarttı.

Aziz Nesin'in isim babalığını yaptığı "Kıldan İnce Kılıçtan Keskince", Gülriz Sururi'nin yıllarca içinde bulunduğu Karaca'dan Dormen'e, Dormen'den Cezzar'a, Bulvar'dan Sanat Tiyatrosu'na kadar uzanan sanat camiasını, kendi anılarıyla birlikte sansürsüz, çırılçıplak bir şekilde bize sunuyor. 1977'de kaleme aldığı bu kitabında köklü ve aristokrat bir aileden gelen Sururi'nin tiyatroya olan aşkını, ihtiraslarını, ayrılıklarını, hayal kırıklıklarını, kaderin ona oynadığı oyunları, kısaca onunla ilgili herşeyi bulabilirsiniz. Bu ilk kitabını, hayat felsefesi olarak kabul ettiği "Varsa söylenecek sözün, açarsın perdeni" sözü ile bitiren divamız, adeta ikinci kitabını müjdeliyor.

Gülriz Sururi, ikinci kitabı "Bir An Gelir"i bir önceki kitabı "Kıldan İnce Kılıçtan Keskince"den 22 yıl sonra yazdı. Kapak resmini Avni Arbaş'ın yaptığı, "Bir An Gelir"de, Gülriz Sururi'nin haksız eleştiriler yapıldığına inandığı Muhsin Ertuğrul'dan Cahide Sonku'ya, aramızda olmayan bazı sanatçılarla ilgili gerçeklerden genç tiyatroculara öğütlere ve yaşanmış olaylara kadar pekçok şey var kitabında. Ayrıca dikkati çeken çok önemli bir olay da delilleri ile açıklanmış. Yıllarca Tiyatro sahnesine çıkan ilk Türk kadın sanatçının Afife Jale olduğunu bilmemize rağmen Sururi, tiyatro sahnesine çıkan ilk Türk kadının teyzesi Mevlüde Refik olduğunu iddia ediyor.

Üçlemesinin bu son kitabında çocuk tiyatrosundan itibaren bütün kadın tiplerini oynamış olan Gülriz Sururi, kadınların iç dünyalarını, sevinçlerini, hayallerini, umutlarını, kısaca kadınlara dair herşeyi gözler önüne seriyor. Sururi, herkesin sahip olamayacağı bu deneyimi sayesinde okuyucusu ile arasına kimseyi koymadan paylaşıyor herşeyini. Usta tiyatrocu bu eseriyle memleketin kadınlarını anlatıyor. Ancak bu kitap kadınları daha iyi anlamak isteyen erkeklere de yeni ufuklar açabilecek nitelikte.

Kullandığı mükemmel İstanbul Türkçesi'ni yazı diline de başarıyla taşımayı başaran Sururi'nin kitapları, yaz sıcaklarında da şezlongda okunabilecek olağanüstü bir biyografi.

Mustafa Serdar Korucu
serdar@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_141.asp

Devamı var

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.517 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


KAPAT GÖZLERİNİ

Kapat, kapat gözlerini ki,
Yalnızlık dünyan sana dar gelsin..
Dolaş,dolaş dar karanlıklarında ki ;
Tenine her dokunuşunda böğrünü haz delsin...
Her dokunuşun bir ah,
Her ah'ın bir çığlık,
Her çığlığın bir nağme olsun, olsun ki;
Yüreğin delip yerleşsin sevdiğin içine dolsun,
Yok olan özlemin yüreğine hapsolsun..
Sahile in usul usul ..
Otur yosun tutmuş bir kaya parçasına..
Dalgaların yalayıp düzleştirdiği kumlara ;
Dokun parmak uçlarına sevdiğin san..
Ve seni seviyorum yaz sevdiğini bilmediğine...
Dolunayla birlikte aç kapattığın gözlerini,
Tepende dolunayın kızıllığı,
Hırçın dalgaların kumları yalayış sesleri,
Yakamozları seyre dal,
Gecenin sessizliğinde sevdiğini yanında say..
Dönme, dönme karanlık yalnızlığına,
Saniyeleri dakika,
Dakikaları saat,
Saatleri gün say...
Yüreğine hapsolanla sohbete dal..
Sanki yanıbaşında,
Hatta başını gögsüne yaslamış gibi..
Yalnız ve karanlıklarda olmadığını hissedeceksin....

Osman Taplamacı
otaplamaci@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Aaa... Bırak oğlum ayıp:-))

Yukarı

 Kıraathane Panosu



Fındıklı Rotaract Kulübünün organize ettiği, organizasyonun tüm gelirinin deprem bölgesindeki öğrencilere kitap ve kırtasiye malzemesi yardımı olarak gideceği "Yaz Partisi" - 16 Ağustos 2003 Cumartesi, 21:00-04:00 saatleri arasında Open House - Maçka da yapılacaktır. Lütfen daha detaylı bilgi almak için yazpartisi@mynet.com adresine adınızı soyadınızı ve telefon numaranızı belirten bir e-posta gönderiniz.

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.yeen.net/KOMIX/DR_OSMAN.HTM#_Kalori
Hiç bu şekilde kalori harcayarak kilo vermeyi denedinizmi? ... Çalışırken bir yandan da kilo verebilirsiniz. Hem de kolayca! İşte, çalışırken yaptığınız aktiviteler sonucu yakacağınız kaloriler...

http://www.kalpsiz.net/sevgi/4mevsim.htm
...Her ilişki bir bahçeye benzer. Eğer yeşerip gelişmesi isteniyorsa, düzenli olarak su verilmelidir. Beklenmedik hava değişiklikleri kadar, mevsimleri de dikkate alarak özel bakım gösterilmelidir. Yeni tohumlar ekilmeli ve yabani bitkiler ayıklanmalıdır...

http://www.emtiacomputer.com/bedis/index.asp
Komik ve çokkomik bir site ...Polis arastirmalari sirasinda en az bir kez bir striptiz salonuna ugramak sarttir. Amerika'daki butun telefon numaralari 555 ile baslar. Biri sizi sehirde kovaliyorsa, senenin hangi gunu olursa olsun, genellikle St. Patrick gunu torenlerine rastlarsiniz ve kalabaliga karisirsiniz. Butun yataklarda L seklinde carsaflar bulunur ve bu carsaflar kadinin koltuk alti hizasina kadar uzanirken onun yaninda yatan erkegin bel seviyesine kadar uzanir. Butun market alisverisi cantalarinda en az bir somun Fransiz ekmegi bulunur. Kontrol kulesinde konusabilecek birini bulan herkes bir ucagi indirebilir...

http://www.webteknikleri.com/default.asp
Web sayfası oluştururken kullanabileceğiniz uygulama teknikleri. ...Eğer sayfanıza koyacağınız linklerin sayısı az ise, değişik efektler kullanılabilir. En çok tercih edilen menülerden birisi de, kayan menülerdir. Projemiz, menülerin yeraldığı fotoğrafları, yan yana dizerek bir movie clip oluşturmak...

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


SeqDownload v1.0 [33k] W98/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=106824
İlginç minik bir program. Sürekli değişen resimleri belirli aralıklarla, dilediğiniz isimlerle bir klasöre yükmenize yarıyor. Örneğin sürekli değişen uydu fotoğraflarını bu yöntemle saklayabiliyor ve dilerseniz bir java animasyonla hareketli hale getirebiliyorsunuz. Değişmeyen resimleri yüklememek gibi bir özelliği de var. Dedim ya ilginç bir program. Mutlaka birinizin işine yarayacağını düşündüğümden buraya koymak istedim.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030813.asp
ISSN: 1303-8923
13 Ağustos 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com