KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 333

 29 Ağustos 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Ben davulcuyum...


Merhabalar,

Bu yazı helak olmadan atlattık derken hain sıcak bastırıverdi aniden. Maçın doksan dakika olduğunu unutmuşuz. Eylül'e girerken güneş yüzünü iyi gösterdi sağolsun. Ayıptır söylemesi 3 gündür tuvalet ihtiyacımı masa başında çaput mendilimin yardımı ile gideriyorum. Alınan sıvının şişede durduğu gibi durmayıp gözeneklerden fışkırması ve anında mendille tokalaşması sonucunda tuvaletsiz yaşama yatay geçiş yapabiliyorum, ne mutlu bana.

Biz buralarda yanaduralım, Irak'ta, arada üzerine su dökülünce çıkan dumandan gözün gözü görmediği ama için için yanan bir mangal kömürü yakıp kavuruyor ortalığı. Düzenin sıfır, başıboşluğun yüz olduğu ortamda bir koca ülke halkı çıkış yolu arıyor. O koca ülke ki, Osmanlı'nın yapıştırıp teslim ettiği mozaiği allak bullak etmenin telaşı içinde. Yeni sahip Amerikalıların ne şiş yansın ne kebap politikası ile bir arpa boyu yol gidemeyişini fırsat bilen çapulcu sürüsü peşmergeler, onların çeribaşısı Talabani ve saz heyeti, at oynattıkları dağlarda mülkiyet sevdasına düşmüşler. Biti kanlanan pekaka-kadek vurkaç operasyonlarına yeniden başlamış. Sevgili Coniler bir türlü başedemedikleri bu belayı biran önce defedip eve dönüş planları yapıyorlar. Tek başlarına boy hedefi olmaktansa hedefi büyütüp kurşundan sakınma hesabındalar. İşte şimdi ocağımıza düştüler. Bir ara, sizden gelecek yardım gelmez olsun demiş olsalarda şimdilerde biran evvel köşebaşlarını bizim tutmamız için yalvar yakar oldular.

Güzel memleketim için acaba bu konu bu kadar basit mi? Yani sanal müttefiki istiyor, Coni'nin kanı yerde kalmasın diye hazır kıta orda mı olmalı? Olmalı olmasına da, farklı pencereden bakarak olmalı. ABD'nin arzusuna binaen değil, memleketimin dirliği için olmalı. Büyüklerim, alelacele, Sivas yangınından mal kaçırmak için çıkarttıkları "Ş(P)işmanlık Yasası" sinek avlayınca anlamış olmalılar anyayı konyayı. Sürünün pişman olmaya niyeti yok ama hapisteki kundakçılara, bebe katillerine ihtiyaçları var. Sen askerlerle japon kalesi maç yaparken onlar "Dağda da davar güderim" türküsünü tutturuyorlar. Yıllarca besleyip büyüttüğün leşkergelerle işbirliği yapıp kuzeyden dibimizi delmeye çalışıyorlar. Türkmen'leri bertaraf edip Kerkük'ü Musul'u hacamat etmeyi planlıyorlar. Biz n'apıyoruz? El el üstünde, top MGK'da diyerek yaldızlı davetiye bekliyoruz. Neymiş Irak mütevelli heyeti bizi davet etsinmiş. Ne daveti paşam. Adamlar içerden dışardan "Aman Türk askeri gelmesin." provakosyonundalar. Ha belki Coni silahı başlarına dayarsa bir ihtimal davet ederler, yoksa sen hesabı çarşıya göre yapmaya şimdiden başla. Barış çığlıkları ile, vatan sınırları ile uğraşma dönemini çoktan aşmış olmalıydık. Orada savaş yok artık. Yada olanın adı savaş değil. Belki terör, biraz yağma ama çokça gözüdönmüşlük. 6 ay evvel üç beş çadırdan ibaret şehirlerinde egemenlik taslayan, bizden gelecek ianeleri dört gözle bekleyen leşkergeler şimdi kalkmış koca Irak'ın sahipliğine oynuyorlar. Buna seyirci kalacak kadar aymaz ve sorumsuz olmayı hiçbir memleketimin insanı içine sindiremez. Öyle değil mi Hakkı Albayım?

Höt dedinmi sinecek yaradılışdaki bu dangalakların işin ciddiyetini anlamaları için bizim artık orada olmamız farz. Lamı, cimi, MGK'sı yok bu işin. 1 Mart'ın üzerinden çok sular aktı. Korkunun da ecele faydası yok. Eğer sınırlarımızın ötesinde 30 kilometrelik alanda güvenliği sağlama hakkını almak için Barış Gücü'nde yer almamız gerekiyorsa, verin bu kararı ve arkasında durun sayın büyüklerim. Meşruiyet arayışları ile geçirdiğimiz her an kanlanan bitlerin yavrulamasına neden oluyor, bilesiniz. Hem unutmayın bu sayede vatan savunması için gerekli altyapıyı hazırlarken öbür tarafta haklı nedenlerle çizdirdiğimiz karizmamızın yaralarını da sarmış oluruz fena mı? Bu iş artık biraz namus belasına dönüştü galiba, gitsen bir türlü gitmesen başka türlü. Ama bu kararlar duygusal ve müttefiksel kaygılardan arınıp alınmalı ve sonuna kadar da ardında dimdik durulmalı arkadaş. Ben davulcuyum, bunu çalar bunu söylerim.

..........

Dün sitemiz ile ilgili çok garip sorunlar olduğunu duydum. Olmaması gereken bu türlü sorunlarla karşılaşanlar lütfen bana hataları bildirsinler. Örneğin ana sayfanın görünmemesi, sayfa içinde linklerin görünmemesi,vb. Elimden geldiğince çözmeye çalışacağım, söz. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Yukarı

Yankı Yazgan

 İnsan'ca : Yankı Yazgan


   Delikanlı siyaset

Çizgisel Yankı'lar Türkiye nüfusunun neredeyse yarısı 20 yaşının altında. Gençlikten çıkışı, sadece yaş ile değil, kişinin elinin ekmek tutması ile simgeleyelim. İşsizlik delikanlılıktan çıkışı iyice geciktirmekte... Belki delikanlı siyaseti dışında kalanlar, delikanlıların anne-baba sözü dinleyecekleri umuduyla anne-babaları hedeflemeyi sürdürüyorlar.

Türkiye, bilineni tekrarda yarar var, delikanlı bir toplum; yaş ölçütü ile bakarsak, nüfusunun neredeyse yarısı 20 yaşının altında. Gençlikten çıkışı, sadece yaş ile değil, kişinin elinin ekmek tutması ile simgeleyelim. İşsizlik delikanlılıktan çıkışı iyice geciktirmekte. Bağımsız, kendi kendine kalabilen, kendi kendine kalmaktan çekinmeyen bir “er kişi” olmak (dilin çağrıştırdığı cinsiyet farkını gözetmiyorum şu noktada) ise, ekonomik olarak tanımlanandan daha karmaşık olsa da, onunla ilişkili.

“Büyümenin bir tür bedeli” (Auden) olan olgunlaşmanın henüz eşiğinde, belki de epey uzağında olan milyonlarca delikanlı var. Seçimler öncesinde gençlerin varlığını hesaba katarak hareket edenler ise genellikle gençlerin olgunluk dönemecini dönmeyip, ilelebet “delikanlı” kalmalarında yarar uman siyasi gruplar. Söylemleri ve ulaşma yolları delikanlılara has yollarla.

Oysa, delikanlılar hakkındaki bu yazı bile delikanlıların okumayacağı türden çatılıyor; onların yüzüne bile bakmayacağı yerlerde yayımlanıyor. Belki delikanlı siyaseti dışında kalanlar, delikanlıların anne-baba sözü dinleyecekleri umuduyla anne-babaları hedeflemeyi sürdürüyorlar. Delikanlıların öylece kalmasına dolaylı bir katkı da bu cenahtan geliyor.

Delikanlı siyaset, sadece “asalım-keselim” ya da “gurur duyalım” veya “en büyük filanca”dan ibaret kalmaya yazgılı mı? İlk akla gelen, kibarca “radikal sağ” diye adlandırılan akımlar olmakta ama, delikanlılar başlarında esen yellere bağlı olarak, ezen kadar ezilen tarafta da saf tutabilir.

Ölüm yaşlılar için

Heyecan sever. Hareketsizlik ona ölümle eşdeğer gelir, ölüm de yaşlılar içindir. Yarın ise çok uzak; dün biraz daha yakın ve bildiktir. En azından hatırladığı kadarıyla. Genellikle doğru hatırlamaz. Diğerlerinin arasından kendini belli eden anılar, heyecan verici olanlar, bilhassa, korkutan, inciten, ürküten ve üzen heyecanlardır. Korku ile öğretilenler ne yazık ki çok kalıcıdır. Tehlikelerden, umacılardan, başımıza gelebileceklerden, varlığımızı tehdit edenlerden söz ettiğimizde, beyine salgılattığımız peptid ve hormonlar, o andaki düşüncenin istemesek bile zihnimize yerleşmesini sağlar. Düşmana karşı o andaki dayanışmamız, bizi kopmayacak bağlarla birbirimize bağlar. Düşmanın eline düştüğünüzde ise, yeterince ürkütücü şeyler yaşarsanız, düşmanınıza bağlanıvermeniz (“taraf değiştirmeniz”) işten bile olmaz. Stockholm sendromu diye bilinen olaya bakın; banka soyguncusu tarafından rehin alınan kadın, kendisini öldürmek üzereyken yakalanan soyguncuya (olası katiline) delice âşık olur. Bir an bile peşinden ayrılmaz, hapisteyken, çıktığında....

Kötü muamele gördüğü ilişkilerinden bir türlü kurtulamayan, pek kurtulmak da istemeyenlerimiz yok mu? Bize zarar veren bir çok şeye müptelâ olmuyor muyuz? İnsan dışındaki canlılar âlemi, bilhassa evcilleştirme tümüyle bu ilkeye dayanıyor gibi. Korkutma, ölümle tehdit, canını fena halde yakma; neyi öğretmek istiyorsanız ideal bir yöntem gibi! Başta “itaat” olmak üzere... Boyun eğmek kötü bir şey mi; neye boyun eğeceğine karar verebilen için bir beceri diye bile düşünürüm. Ama boyun eğdirildiğinizde, başkaldırma ihtiyacınız da o denli yoğunlaşacak, ve dizginlenemez bir hal alacaktır.

Delikanlı boyun eğmez, daha doğrusu, boyun eğmez görünmek marka tişört giymek gibidir onun için. Kendi rızasıyla boyun eğme, kabullenme fırsatı yaşamamış delikanlı, başkasına boyun eğdirme yoluyla giderek artan başkaldırma ihtiyacını karşılar. Kime boyun eğdireceğini, kimin canını çıkaracağına ise, bırakalım da, “sistem” karar versin. Sistem keşke toplumsal düzen olsa; aksine toplumsal düzenin bu işi iyice beceremediği, kuralların tam oluşmadığı, bizimki gibi toplumlarda, düzen koyucu rolüne yeltenen “coach” siyasetler ne yapılacağını söyler delikanlıya... Ne yapılacağını birisinden duymaya ihtiyaç duyacak kadar çocuktur delikanlı.

Ne severse...

Delikanlı düzen sever; pasaklıdır, ama başkasının bardağından su içmez. Yere tükürür, ama abdestsiz gezmez. Düzeni sevmez, düzene ihtiyaç duyar; çeşitlilik ve seçenek bolluğu onu rahatsız eder. Yemek seçer, bildiğinden şaşmaz, bellediğinin dışına çıkmaz. Farklılıkların çoğalması ile başa çıkacak zihinsel olgunluğa ulaşma çabası 2-3 yaşında başlar. Beynimizin düzenleme ve tasniften sorumlu önbölgelerinin ciddi bir kalkınma hamlesi yaptıkları yıllardır bu yıllar. O zamandan bu yana aynı zihinsel tutuklukta kalmasını uygun bir eğitim ile sağlayabilirsiniz, ayıklamacı, dışlayıcı, küçük düşürücü... Sağlamış olduğunuzu görebilmek için mevcut siyasi oy bloklarına bakmak yeterlidir. Sol ya da sağ olmanın ötesinde, bloklaşmış olmayı kastediyorum.

Delikanlı insan sever, iyilikçidir. Kendisi için iyi olanın, kendisine iyi gelenin başkası için de iyi olacağını, başkasına da iyi geleceğini düşünür. “Bak, çok seveceksin” diye ağzına yemekler sokuşturularak büyütülmüş, sonunda nefret ettiği yemeği sevmiştir. O sigara içilmesinde bir mahsur görmüyorsa, çevresindekilerin de rahatsız olarak onu rahatsız etmemesini bekler. Kendisi maç seviyorsa, başkaları da sevmelidir. Ne zararı vardır ki? Bir şeycikler olmaz. Yeterince yaşamamıştır diye onun bu sevecenliğini sevimli bulabiliriz. Bir süreliğine... Kendisi dindarsa başkaları da dindar olmalı, kendisi oruç tutuyorsa başkaları da tutmalıdır. Kendisi rakıyı buzsuz içiyorsa, başkaları da rakıyı öyle içmelidir.Eğer diğerlerinin tercihleri başka yöndeyse, üstüne alınır, hakaret kabul eder.

Hayattaki yerini aramakla meşgul

Hassasiyetleri vardır. Bilhassa bakışlara karşı. Dik bakılmasından, yan bakılmasından, kötü kötü bakılmasından hoşlanmaz; kavga çıkarır. Ülkemizde kavgalar genellikle “ne bakıyorsun ulan” nidasıyla açılış yapar. Bakışlara hassasiyet boşa değildir. İnsan dışı canlılar âleminde de “gözüne bakmak” tehlikeli bir harekettir. Altı saniyeyi geçen sabit bakışlar, genellikle kavgaya davet anlamına gelir. Başınızı başka tarafa çevirmekte geç kalırsanız, delikanlı üstüne alınır. O, bakabilir; çünkü kötü bir niyeti olmadığını kendisi bilmektedir. Sizin niyetinizi ise Allah bilir.

Delikanlıya dudak bükmeyin. Herkes ona dudak büktüğü için bu kadar hassaslaştı. Tanpınar’ın sözünü ettiği “talihinin şuuruna” henüz ermedi, hayattaki yerini aramakla meşgul. Ona yol gösterilmeye ihtiyacı olduğu sırada nutuk attıysanız, yol gösteren birisinin eline kalması kaçınılmaz olur. Gittiği yolun nereye gittiğini bilmek ihtiyacı hissetmez, yeter ki bir yolda gidiyor olsun. Gittiği yolun “iyi bir yol” olduğuna inandıran onun yolunu çiziverir. İyi yolda giden iyi insan olur. Delikanlı iyi insan olmak ister, nasıl olunacağını öğrenememişse, ona kızmayın.

Yankı Yazgan
yanki@kahveciyiz.biz

Yukarı

Cumhur Aydın

 Ankara'dan : Cumhur Aydın


   Çocuklarınıza Keşif Heyecanları Miras Bırakın

"Bahar bulaştı ya hayata, ağaca, suya, içimde öyle bir seyahat kımıldıyor ki, diren direnebilirsen...

Yüreğim bavulunu toplamış çoktan; ruhum sırtlamış çantasını..

Uzaklar çekiyor içimdeki seyyahın tasmasını... Marianne Faithful sanki şarkı değil, derdimin nedenini söylüyor radyoda :

Saçlarında ılık rüzgarlarla spor bir araba sürerek, Paris'e hiç gitmediğini 37 yaşında fark etti ? Buket Uzuner, yaşayageldiği hayatın anlamsızlığını 37. yaşgününde idrak eden bir kadının öyküsünü anlatıyor Karayel Hüznü'nde.. Bıkkın kadın, doğum gününün sabahında, büyük boy bir beyaz kağıda kırmızı rujla şu notu yazıp bırakıyor evdekilere :

'Bugün benim doğum günüm. Değisiklik olsun diye bu kez, size domuz kanından nefis bir çorba hazırladım. İçine de zehir kattım. Ben Alpler'e gidiyorum. Çünkü, 37 yaşıma girdim ve hala Alp Dağlarına gidemediğimi ayrımsadım. Kalırsam, düslerimi, arzularımı hep ertelemek zorunda kalacağımı da... Hoşçakalın... "

Hem Can Dündar'dan iki yaz önce okuduğum bu yazıyı saklamışım. Hem de aynı yaz bu yazıyı okumadan, haniyse hoş bir rastlantı, her parçasını biz yaratarak yaptığımız sevimli 'trenle Avrupa turunun' kısa ve uzun gezi notlarını bir kenara koymuşum. Eh, bu makaleyi anınca, bizim geziden de söz etmeden, kısaca paylaşmadan olmayacak!

40 yaşımı doldururken eşim, 10 yaşındaki oğlumuz, gecikmiş bir "interrail" Avrupa turu yaptık.. İlk planımız, Edirne'den aracımızı da taşıyacak bir trenle Avusturya'ya ulaşmak, oradan da aracımızla Prag-Berlin-Kopenhag ve Stockholm'e uzanmaktı. Ancak trene bineceğimiz sıra Yogoslavya vizemizdeki sorun nedeniyle, iki gün gecikince, benzer güzergahı tamamen trenle yaptik. 16 günde 8000 km raylarda. Kuşkusuz bu kısacık notlara, bu pek keyifli yolculuğun tüm detaylarını sığdıramam. Ancak, her birine ünlü kişilerin adları verilmiş (H. C. Andersen, Franz Lizt gibi.) Avrupa trenleriyle yolculuk gerçekten mükemmeldi. Avusturya, Alpler, trenimizi de içine alan feribotla Danimarka'ya geçiş, İsveçlilerin hızlı trenleri 2000 ile yeni yapılan mühendislik harikasi köprü ile Kopenhag'tan, Malmö'ye atlama, dönüşte bu kez farklı yoldan iki Danimarka adasını birbirine bağlayan 8 km'lik denizaltı tren tünelinden Odense'ye ulaşma, olağanüstü ilgi çekiciydi.

Boyle bir geziyi kalkıştığınızda, sanki sizi gayrete getirecek beklenmedik hoş surprizlerde eksik olmuyor. Gezi hazırlıkları sırasında, tamamen rastlantı eseri telefonla tanıştığımız Viyana'daki Türk arkadaşların Viyana kraliyet sarayının dibindeki tarihi binada yer alan dairelerinde -buzdolabında çocuğumuzun sütü bile düşünülmüş, boş ancak eşyalı kullanıma hazır- bizi konaklatmaları, Viyana'daki National Museum'da Arda'nın dev boyuttaki dinazor ve binbir çeşit taş kolleksiyonu karşısında şaşkınlıktan dili tutulması, yine Viyana'da tarihi Belediye Binası'inın önünde binlerce kişinin kadehlerle gece yarılarına kadar klasik müzik dinlemesi, Danimarka'da, en yakın komşumuzun beş km. uzakta olduğu 170 yıllık bir çiftlik evinde konaklayışımız, Stockholm'de denizin gölün birbirine karışması, dönüş treninde Danimarka'li bir öğrenci çiftle küçücük kompartımanı paylaşmamız hemen ilk akla gelen ayrıntılar.

Bu tür gezilerin maliyeti kuşkusuz beklentilerinizle ve size yardım edebileceklerin sayısı ve yaklaşımlarıyla da ilintili. Ancak bir kısmımızın yapageldiği çok yıldızlı otel tatilleriyle rahatlıkla kıyaslanabilir düzeyde. Hele bir de arabalı denerseniz, onların bile altına düşmek olası. Hayalleri ertelememek gerekli. Bizler için. Ya çocuklar? Çocuklara gelince, sanırım bu tür kalkışmalar daha özel, daha boyutlu ve kalıcı anlamlar kazanıyor, izler bırakıyor onların üzerinde. Türkiye'de yaptığımız gezilerle de pekişen gözlem, yeni yerleri tanıma ve araştırma tutkusu bizim ufaklığın kalıcı özelliklerinden biri olacak gibi görünüyor. Belki de yeşermekte olan bu raylı seyahatin tohumu.

Bunu yalnızca yeni coğrafyalarda bir koşuşturma olarakta sınırlamamak gerekli; beynin, yüreğin, kuşkusuz ruhun durağanlıktan sıyrılması, hareketliliğe alışmasının gelecekte hangi güzelliklere kapı açabileceğine düşlemek bile yeterli..

Sanırım yıllar once bir makalesinde Balbay yer vermişti, o günden bu yana okuduğum şu satır hiç usumdan çıkmadı:

"Çocuklarınıza keşif heyecanları miras bırakın!"

Cumhur
cumhur@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Başüstüne : Em.Piy.Kıd.Alb. Hakkı Mert


Torunum bende kaldı.

Efendim malumunuz olduğu üzere dünyalar tatlısı bir torunum var. Adı Zeynep. Allah bağışlasın pek şeker bir şeydir. İsmi de, toprağı bol olsun rahmetli zevcemin ismiyle aynı. Yaşı benzemesin. Torun malum evladın faizidir, yeri ayrı.

Neyse, geçenlerde kızım tel etti, "baba bizim akşam Ahmet ile bir yemeğe katılmamız gerekiyor, bakıcı kadınında işi varmış, Zeynep'e beş saatliğine sen bakabilir misin?" dedi. Kabul ettim, torun deyince akan sular durur netekim.

Akşam damadım, kızım ve torunum geldiler. Damadın elinde kocaman bir çanta, torunun teçhizatıymış meğerse. Ben bu işi anlamadım efendim, torun altı kilo teçhizatı 12 kilo. Biberonlar, bezler, mamalar, özel pijaması, önlüğü, ayakkabısı, çorabı, terlik, emzik, yedek emzik, oyuncakları, özel mama cezvesi, şapkası (yaz vakti), termometre, ufak ilaçlar, özel kolonyalı mendili, pudrası, kolonyası, küçük yorganı vs.

Allah sizin inandırsın, Kıbrıs çıkartmasında vallahi benim bile bu kadar teçhizatım yoktu, yanımda. Piyade askeriyenin bel kemiğidir. Bakmayın siz bitli piyade diye dalga geçen densizlere. Piyade kazanmadan savaş kazanılmaz. Bakın Irak'a, öyle havadan bomba atmakla olmuyor bu işler netekim.

Efendim naşirin dediği gibi konuyu dağıtmadan devam edeyim. Kızım beni bildiği için iki sayfalık bir talimat hazırlamış. Asker kızı netekim. Talimat gayet açık ve sarih. Vuku bulabilecek emercensi durumlar için hareket planlarını da içeriyordu. Netekim, alt değiştirmeyi de tatbikatlı gösterdi.

Efendim damat ve kızım elimi öpüp gittiler. Ben de torunla kaldım. Biraz oynarız sonra da uyur, bende kompüteri açıp İnternetteki neşriyatlara bakarım, sahife tararım dedim ama nerde. Ağzında emziği, evin içinde mütemadiyen hareket halinde. Sürekli, elini uzatıp, "mu ne?" diyor. Efendim, torun önde ben arkada tüm bir evi gezdik netekim. Yani askeriyede o kadar teftiş gördüm, NATO standartlarını geçtim ama böyle sıkıntı çektiğimi hatırlamıyorum.

Sonunda torun biraz yoruldu televizyonun karşısına geçti. Cihan ve memleket haberlerini dinleriz dedim ama küçük hanım beğenmedi. Mecburiyetle başka frekansa geçtik. Sonunda Kral TV adlı bir baldırı çıplak frekansta kalmamıza hükmetti. Bir sürü zırtapoz, adına musiki dedikleri garip seslerle oynuyorlar ve zıplıyorlar. İyice azıtmışlar efendim, mart kedileri gibi sürekli öpüşüyorlar. Densizlik almış başını gitmiş. Musiki değil, T 16 tankı eksoz sesi mübarek. Başka frekansa geçeyim dedim ama torun hemen ağlamaya başladı. Mecburen bu densiz frekansta kaldık netekim.

Torun televizyona bakarken, kızımın verdiği talimatlara uygun olarak mamasını hazırladım. Sonra da tabağa koyup, yanına gittim. O da ne? Gazi madalyamı nasıl olduysa yerinden almış boynuna takmış. Kızım ver dedim, vermedi, zorla alayım dedim ama netekim yine ağladı. Boynunda benim madalya, mamasını yedirmeye başladım.

Fakat efendim yemiyor işte. Annesinin yazdığı talimatı tekrar okudum, mama yemediği zaman oyun oynayarak, yedirilecek diyor. Netekim ben de öyle yaptım. Kaşığı mama ile doldurup, aç kızım ağzını diyorum ama açmıyor. Başladık oyun oynamaya. Kaşığı gösteriyorum, bak bu uçaklar, bak bu amfibik kuvvetler, bak bu piyade alayı. Şükür ki mamasını yedi.

Önüne oyuncaklarını koyup oynasın dedim. Korktuğum emercensi durum oluşmadı diye dua ederken, kesif bir koku evi kapladı. Malumunuz olduğu üzere bir numaralı emercensi durum zuhur etti.

Efendim kızımın gösterdiği gibi yapacağımı umuyordum ama nerde. Ne kadar müşkülat çektim anlatamam. Tabi küçük hanımın keyfi yerinde, elinde benim madalya bana gülerek bakıyor. Neyse efendim, NATO standartlarında olmasa da, bu emercensi durumundan üstesinden geldik. Çok gayri nizami bir durum.

Sonunda kucağımda yatarak uyudu. Torun uyanmasın diye kıpırdayamıyorum. Kompüter açık olduğu için damadımın enstalle ettiği ICQ adlı programda İzmirli emekli muallime Leyla hanımdan mesaj gelmiş ama cevap veremiyorum. Televizyonun kumandası da uzakta olduğu için başka frekansa geçemiyorum. Bu popçuların hepsini Ali mektebine göndermek gerekli.

Elinde benim madalyam, başını göğsüne yaslamış, emziği ağzında pek şekerdi efendim. Torun gibisi yok. Çapraz ateşte, aç, susuz dört gün Rumlara teslim olmamış ve kuşatmayı kırmış şahsım, torunun karşısında hemen beyaz bayrak salladı netekim. Ne müşkül bir işmiş bu çocuk bakmak. Allah hanımlara sabır versin.

Neyse kızım ve damadım geldiler Zeynep'i götürdüler. Madalyayı almak istedim ama uykusundan uyanmasına kıyamadım.

Bizim madalya gitti ama ne yapalım, torun sağ olsun.

Baki kalın muhterem okurlar.

Hakkı Mert
piyade@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Misafir Kahveci : Zeynep Banur


Tiramisu

Oldukça uzun zamandır kafamı kurcalıyor olmasına rağmen yapımı konusunda henüz net bir fikir sahibi olamadım. Or'da ya da bur'da gördüğüm tarifler ya da birkaç tanıdığın kendileri için yaparken kullandıklarını anlatmaları, aklımı çelip de "işte bu!" dememi sağlamadı henüz.

Mekân: Caddebostan Paul. Şen kahkahalar atarak muhabbet eden orta yaşlı kadınların gürültüleri arasında şarkısını duyurmaya çalışan: Enrique Iglesias. "All I need is the look in your eyes..." Burada daha önce de tiramisu tatmış olmama rağmen sanki hayalimde izleri kalmış olan tat daha lezizdi. İçine biraz fazla şeker katmış olduklarını düşündürtecek kadar annemin kekini hatırlamama sebep oluyor. Acaba şimdiye kadar yediğim en başarılı tiramisu hangisiydi diye aklımdan geçirmeye çalışırken çalan cep telefonuma verdiğim yanıt, sorumu cevaplamıyor. Bir anda tüm tiramisu hatıraları siliniyor kafamdan. Oysa ki o kadar da etkili bir telefon konuşması değildi bu. Hatta belki de sadece kafamdaki düşünceleri bölmeye yönelikti.

Telefon numaramı bilen insanlardan birinin, "işte şimdi düşünmeye başlamış olmalı" demesiyle tetiklenen bir düşünce suikastliği olabilir ancak bu! Yine de kremasındaki peynir oranını yüksek tutmaları iyi olmuş diyerek kaşıklamayı tamamladığım tiramisu... Yine de her şey onun etrafında dönüyor gibi. Tadını bir süre daha ağzımda korumak isteyip istemediğimden bile emin olamadan, kahve fincanımın kenarında umutsuz bekleyişine devam eden sevimli kurabiyeyi ısırmamla fark ettiğim tarçın tadı beni memnun ediyor.

Tarçın ve tarçınlı kurabiyeler üstüne de söyleyebileceğim pek çok şey var belki. Ama bu an sadece tiramisuya ait. Ama sanki bir keresinde yediğim tiramisunun içine tarçın da eklemişlerdi. Ya da bu düşünce sadece bu anın bir yanılsaması mı acaba? Kahve fincanının yanında bulunan kurabiye dışında, bir de sadece kahve fincanının üstünden görülebilen bir trafik kazası eklenmiş servise. Neyse ki tiramisunun üstüne ağır geleceği düşünülerek -üstelik kurabiyeden de sonra- tadında bırakılmış ve hasarsız geçiştirilmiş bu sahne. Yine de oldukça yaratıcı bulduğumu düşünüyorum.

Artık kahve fincanıyla ben yalnız kaldık. Paylaştığımız tiramisunun anısının onu da etkilediğini görebiliyorum. Tiramisunun üstündeki kakaolu parçalar benim dudağım şeklinde onda da izler bırakmışlar. Kahve fincanında tiramisunun bıraktığı iz, caddeden gelen minik bir esintinin de yardımıyla içimin ürpermesini sağlıyor ve bir yudum kahve içiyorum. Ne yazık ki o da tiramisunun ayrılığının yarattığı hüzünden kurtulamayarak soğumaya yüz tutmuş. Beni onun da birazdan bırakacağının ilk sinyallerini veriyor, ne gerek varsa... Çok fazla umursadığımı söyleyemiyorum. Belki hepimiz için de en iyisi budur. Aslında belki o da tiramisuyla aynı anda bitmek istiyordu. Kim bilir? Bunun bilmek için artık çok geç. Zaten arkadaşım da gelmek üzere. Yani kalksanız iyi olur... Pardon... Kalsak? Sadece birkaç dakika daha? Yani kahvenin dibindeki tortuyu görme şansımız da mı olmaz? Hmm... Tortusuzmuş. Bu daha iyi. Filtrenin de halen iyi çalıştığını kanıtlar, değil mi?

Zeynep Banur
zeynepbanur@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Misafir Kahveci : İlker Şengün


BABA ACISI VE ASKER OCAĞI

Yine böyle sıcak Ağustos günlerinden biriydi,bir kaç gün önceden sanki bir şeyler sezmiştik.İşyerimden askere gitmek üzere ayrılmış ve ailemle beraber bir kaç gün geçirmek istiyordum.Babamın eve soluk soluğa geldiğini ve anneme bana bir şeyler oluyor,nefes alamıyorum dediğini hatırlıyorum,elim ayağım bir birine dolaşmış kendimi kontrol edemez olmuştum.Babamı kanepeye yatırdık ve biraz ferahlamasını sağladık.Daha oncede buna benzer bir kriz olduğu için biraz kendini iyi hissetmeye başladığında kesinlikle hastaneye gitmeyi kabul etmemişti.Ben ısrarla hastaneye gitmemiz gerektiğini söylüyordum ama o kabul etmiyordu.Hani insan hayatında bazı anlar vardır ya basiretin bağlanması şeklinde bilinir hepimiz öyle olmuştuk,bir şey yapamadık ve babamın hiç göstermediği otoritesine boyun eğdik.

O gerçek bir beyefendiydi,konuşmalarını her kez saygıyla dinler ve müptelası olurdu.Babam emekli bir askerdi ve kendini cok iyi yetiştirmiş gerçek bir entelektüeldi.Coğrafya bilgisi hayatımda tanıdığım tüm öğretmenlerden daha fazlaydı,tarihi çok iyi bilir,felsefeyi çok severdi.Matematik onun için çok önemliydi,ingilizce öğretmenliğinde okuyan akraba ve tanıdıklara ders çalıştırır,çevresine çok destek verirdi.

Bu satırları okurken kafanızda ya herkez babasını çok sever ve onun özelliklerini en üstün görür gibi bir düşünce oluşabilir,onun için şunu belirtmeliyimki,bunlar benim düşüncelerim ama onu tanıyan her insanın arkasından söylediklerini bildiğimden,bu konuda pek mütevazi olamıyorum.

Canım çok sıkılıyordu,üç gün sonra askerlik için birliğime teslim olacaktım ve evde bazı şeyler iyi gitmiyordu.Babamın sağlığının yerinde olmaması beni kaosa sokmuştu.O akşam nedendir bilemiyorum,babamla aynı odada oturamadım,bu duyguyu tarif edemiyorum.İçeriden bana annemle haber göndermişti,gelmemi istiyordu ve çok üzüldüğümü biliyordu.Kendimi hala affedemiyorum,neden gidip onun kollarına sarılıp daha çok,hala unutamadığım kokusunu içime çekmedimki sanki,neden? neden?

Sakin sakin geceyi gecirmisti,sabah birtakım gürültülerle uyanmıştım,koşup baktığımda babam yere yığılmış,istem dışı hareketlerde bulunuyordu.Ambulans ne yazıkki evi geç bulmuş,müdahale geç olmuştu.Hastanede yoğun bakımda başında bekliyorduk tepkileri her geçen zaman daha da azalıyor,gözümüzün önünde bir ömür eriyip bitiyordu.Köpekleri çok severdi,hastanenin dışından gelen havlama seslerine dönüp bakmaya çalışıyor ama boynunu çeviremiyordu,ha birde uçak sesi geldiği zaman ona küçük bir hareket yapıyordu emekli havacı olduğundan havacılık ve uçaklar onun ayrılmaz bir parçasıydı.

Hastaneye yatışının ikinci günü sonunda artık vücudu çoğu şeye tepki vermemeye başlamıştı,ızdırabımı kimselerle paylaşamıyordum,bu yazıyı yazarkende hayret aynı o günkü duygusallığı yaşıyorum.Annem ve ablam çaresiz ben çaresiz elimizden bir şey gelmeden bekliyorduk sadece bekliyorduk,durumumuzu bilen babamın doktorları bana dayanıklı olmam gerektiğini babamın durumunun hiç iyi olmadığını,çok uzunda yatabileceğini söylediklerinde bazı şeyleri anlamıştım zaten.

Hayat ilk defa o zaman bana çok anlamsız gelmişti.Hiç bir şeyden zevk alamama hissini ilk o zaman yaşamıştım,içim yanıyordu,çok seviyordum onu çok....

Hastanedeki üçüncü gündü,genel kanaata göre askerlik için son teslim günümdü ve bende babamın hastanede uzun süre yatma ihtimalinide göz önüne alarak,gidip birliğime teslim oldum.Ayrılırken onu bol bol öptüm kalbinde beni hissettiğini biliyordum,göremesede,çünkü gözleride artık göremiyordu, diyorum ya yavaş yavaş bitiyordu.

Birliğime teslim olmuş ve ilk gecemi geçirmiştim,sabah ilk işlemlerimiz için arkadaşlarla dışarda beklerken uzaktan koşa koşa gelen bir askerin varlığı dikkatimi çekmişti,bu askerin benim için geldiğini anlamıştım.Asker içeri girdikten bir müddet sonra komutanımız beni çağırdı ve bu çağrının aslında babamın çağrısı olduğunu anladım.

Beni eve götürdüler onun ayakkabılarını bahçenin duvarında gördüğümde reflekslerime artık hakim olamadım,anneme cok sarıldım cok,ablam,ben ve annem kaybımız çok büyüktü,o bizim herşeyimizdi. Bizi bırakmış gitmişti,küçük bir çocukken annemle babam ölünce ne yapacağımı düşünürdüm ve aklıma giren bu kötü düşünceden sıyrılmak için oyun oynardım,başka şeylerle ilgilenirdim.Sağ olsun anneciğim hayatta,zaten bizi ayakta tutan annemin üstün idareci yönü olmuştu.İşte artık babam yoktu hemde öyle bir zamandaki benim askerlik yapacak olmamdan dolayı,o an ailemizde neden başka erkek kardeşimin olmamasının eksikliğini ve zorluğunu duyumsadım.

Yapacak bir şey yoktu,''Şeytan azapda gerek''denilir ya...,ailemi bıraktım ve birliğime gittim teslim oldum.Her gece ağır eğitimlerden sonra dualar okudum,çok düşündüm,babamın yokluğunun bana ve aileme getirdiği zorlukları hissetmeye çalıştım,ama zaman gerçekten zor geçiyordu.Aklım annemde ve ablamdaydı,ne yapıyorlardı,bir anda hem babam hemde ben ayrılmıştık evden,babam uzaklara gitmişti dünya üzerinde bir daha buluşamayacaktık.,ben ise geçici olarak evden ayrılmıştım bu durumun annem ve ablamdaki etkisini halâ bilmiyorum bana hep iyi olduklarını söylüyorlardı.Geçen zaman içerisinde annemin çok hastalandığını,çok yıprandığını yakın çevremden duymuştum,elden bir şey gelmiyor.

Bu olayın üzerinden dokuz sene geçti,ben ise babamı hergeçen gün daha çok özlüyorum,onun yaptıklarının doğruluğunu,fikirlerinin hoşluğunu hep daha iyi anliyorum.Oğluma babamın adını verdim,İnşaallah onun ömrü uzun olur,dedesine de çok benziyor afacan,hani babamı doya doya koklayamamıştım dedim ya,oğlumu doya doya kokluyorum,babamı onda hissediyorum,değişik bir duygu bu.
Nur içinde yat sevgili babacığım.

İlk yazımda böyle duygusal bir olayı anlattım, bilemiyorum iyimi ettim? Sağlıkla ve sevdiklerimizle hep mutlu olalım,değerli kahveciler.

Sevgiler

İlker Şengün
ilkersengun@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_152.asp

Devamı var

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.585 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


İlkelerin olacak..
Müjdat GezenSeni satın alamayacaklar..
Aptalların uydurduğu atasözlerine inanmayacaksın:
"Paranın satın alamayacağı şey yoktur."
"Herkesin fiyatı vardır."
gibi sözlere kanmayacaksın..
Onurunla, kimliğinle ve beyninle akıllı yaşayacaksın..
Üreteceksin, seveceksin, sevileceksin, inançlarının arkasında duracaksın..
Sevgilerin karşılıksız, yardımların gizli olacak..
Seni attan, ottan ayıran özelliğin farkına varacaksın.
Çünkü sen insansın..
Ve bunu yakaladığın gün,
bembeyaz yaşayacaksın.

Müjdat Gezen

<#><#><#><#><#><#><#>

MUHASEBE

Neyin sahibiyiz ki şu hayatta
Sadece emanet bir bedenimiz var
Ona da hükmümüz ölene kadar.
Yitik anılardır gönüle zarar
Bir gün kor top olur sineyi yakar...

Neyin sahibiyiz ki şu hayatta
Kaç günün toplamı bir ömür yapar
Kim cesaret edip yüreği tartar
Bil ki dengede durmuyorsa kantar
Geçmişin gelecekle bir hesabı var...

Neyin sahibiyiz ki şu hayatta
Hep mutlu oluyor mu kazananlar
Kaderi şansla karıştıran şaşar.
Elini taşın altına sok ne var
Her kara kışın sonrasında bahar...

Özlem Torkul

<#><#><#><#><#><#><#>

Gecikme

Gecikme..
Kara, hava, deniz ve demir yollarının rötarları aklını çelmesin..
Yaşam ihmale gelmez bitanem bekliyorum..
Aman dikkat et biçare bedenim toprakla olan rendevusuyla buluşmadan gel...
İhmal rötar dinlemez ..
Acıma duyguları yoktur beklediğinin gelmesini beklemez..
Kucaklar çeker toprak aman gecikme..
Hesabını iyi yap modern matematikle çözülmez..
Günü saati belllidir ama bilinmez..
Hiç bir kuvvet ve kudret ile bölünmez..
Aşka bağdat ırak görünmez bitanem..
Sevgi zincir engel tanımaz güzelim..
Ölüm naz niyaz dinlemez toprak bağrında eritmeden yetiş gecikme..
Gecikme ki ruhum şad olsun..
Gönlüm ferah..
Gözlerim açık gitmesin...
Yetiş gecikme son buluşmamız olsada bitanem....
Arkamdan gelme birlikte elele gidelim dayanamam..
Gecikme.........

Osman Taplamacı
otaplamaci@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Biraz Gülümseyin


Doktorun biri!

Birgün doktorun biri kendine muayenehane açmış ve gazetelere ilan vermiş
"muayene ücreti 100$, iyileştiremediğimiz hastalıklarınızda muayene ücretinin 5 katını iade ediyoruz"
Gel zaman git zaman adamın şöhreti almış yürümüş... Bir gün uyanığın biri bu yoldan para kazanma düşüncesi ile doktorun yolunu tutmuş.. muayene ücretini ödemiş ve doktorun yanına girmiş.

Doktor hastayı şöyle bir süzdükten sonra, ne rahatsızlığınız var beyfendi diye sormuş.
Adam;
- Doktor bey sormayın benim ağzımın tadı kaçtı, ne yersem yiyim tadını alamıyorum demiş.
Doktor, hayhay demiş, hemşireye dönüp; hemşire hanım bana 8 numaralı kutuyu verir misiniz demiş.
Hemşire getirmiş kutuyu, doktor kutunun içindeki şeyden 1 kaşık adama yedirmiş.
Adam; -doktor bey ne yapıyorsunuz? bu bok! demiş. Doktor gördünüz mü hastalığınızı hemen tedavi ettik demiş..

Aradan aylar geçmiş... adam parasını geri almanın planlarını yapmış ve tekrar doktora gitmiş, muayene ücretini ödemiş ve doktorun karşısına çıkmış.
Doktor yine neyiniz var demiş, Adam doktor bey sormayın, hafızam çok zayıfladı, hiçbirşeyi hatırlayamıyorum herşeyi çabucak unutuyorum demiş.
Doktor, hayhay demiş, hemşireye dönüp; hemşire hanım bana 8 numaralı kutuyu verir misiniz demiş.
Adam;
-Ama doktor bey 8 numaralı kutuda bok var demiş.
Doktor, gördünüz mü bu hastalığınızıda hemen tedavi ettik demiş..

Aradan yine aylar geçmiş. Adam paralarını geri almak için çıldırıyormuş. Tekrar doktora gitmiş, muayene ücretini ödemiş ve doktorun karşısına çıkmış.
Doktor yine neyiniz var demiş, Adam doktor bey sormayın, iktidarsızım demiş.
Doktor, hayhay demiş, hemşireye dönüp;
- Hemşire hanım bana 8 numaralı kutuyu verir misiniz demiş.
Adam çok sinirlenmiş;
- Şimdi senin 8 numaralı kutunu da seni de ..... demiş.
Doktor:
- Gördünüz mü bakın iktidarsızlığınızda sona erdi.. :)))

<#><#><#><#><#><#><#>



Cambazın hası!..

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.aliagaekspres.com.tr/
Aliağa express isimli yerel ve sanal bir gazete. Doğal olarak yöreye ait haberlerin derlendiği güzel bir kaynak.

http://www.madblast.com/view.cfm?type=FunFlash&display=2526
Tanrı’nın dünyamız üzerinde yarattığı ve sanatsal bir gözle bakıldığında insan’ı hayretlere düşüren doğa güzelliklerine farklı bir bakış açısı. “The Art of God”

http://www.archetypal.com/light.htm
Görsel çalışmalarını gerçekten beğendiğim bir web sayfası ... Bir baykuş ötüp, gecenin boşluğuna yankısını bırakıyor, İşte başlıyoruz tekrardan, farklı ezgi, aynı ahenk. Gözlerimi kapıyorum, hafifliyorum, ruhum istekle karışıyor doğanın ritmine. Yaşamak ne güzel şey !.. Bu şiir başka bir siteden alınma fakat bu kısayol için daha uygun olduğunu düşünüyorum.

http://cryofanancientsoul.sitemynet.com/ASC/id1.htm
...Arkasında bir çıtırtı duydu. Kafasını yukarı doğru kaldırarak havayı kokladı. Bir güz tavşanı . Akşam yemeği . Avını yakalamak için harekete geçti yaratık. Tavşanın önünden geçişini gördü. Peşine takıldı. Gözünü boz renki yumuşak kürkten ayırmadan takip etti ormanın derinliklerine doğru. Takip uzadıkça yaratık bu tavşanın normalden hızlı koştuğunu farketti. Kendi de hızlı koşardı. Ama bugün avı ondan hızlıydı...

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


BatchTransfer v1.0 [285k] W98/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=106932
Hoş bir yardımcı program. Windows Explorer'ı açıp değişik yerlerden seçtiğiniz dosyaları sağ tuşa tıklayarak "BatchTransfer" e ekliyorsunuz daha sonra tümünü bir başka klasöre yada bölüme kopyalayabiliyor yada yer değiştirebiliyorsunuz. Bir güzel uygulamasıda seçtiğiniz kısayolları değil orjinal dosyaları kopyalaması. Denediğinizde hoşlanacaksınız. Her eve lazım yardımcı programlardan.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030829.asp
ISSN: 1303-8923
29 Ağustos 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri