KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 351

 24 Eylül 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Bana ha, rüşvet ha...


Merhabalar,

Sizin durumunuz ne bilmiyorum ama ben benden mesul olduğum için kendimi biliyorum. Vallahi de billahi de koptum ben. Memleketimin tepesinde neler olup bitiyor farkında bile değilim. Eskiden olsa, şöyle gürleyip esecek birşeyler bulurdum ama bu aralar bir sessizliktir gidiyor, hayırdır. Hani biryerlerde gözüme çarpmasa farkına bile varamıyacağım. Meğerse başbakanım dünya lideri olmuş, dışişleri bakanım Amerika'yı fethetmiş. Kırkbir kere maşallah, sekizbuçuğu kapmışız. Saksafoncu sabık başkan buyurmuş dünya liderliğini, varsın buyursun. Vardır bir bildiği, yakında duyarız beheri beşbin dolardan sabah kahvaltısı haberlerini. İş bilenin kılıç kuşananın. Kaz gelecek yerden tavuk mu esirgenir. Söylemiş lafını, kapmıştır rolünü. Hazır işlerde yolundayken nasılda kabarmıştır başbakanım. Dünya lideri olmak kaç kişiye nasip olmuş ki? O dünya lideri ise biz de dünya mı oluyoruz şimdi? Oh be dünya varmış, bugünleri de görecekmişiz, helali hoş olsun bize.

Sekizbuçuğa rüşvet diyenlere buşumuz başkanımız çok bozulmuş. 'Buna rüşvet diyenleri Türk askerinin önüne katıp Irak'a yollayacağım.' buyurmuş. Para akışını asker gidişine endekslemişler ama bunu teşekkür olarak bir kutu çukulata eşliğinde vereceklermiş. Kim buna rüşvet demişse halt etmiş. Biz rüşvet nedir bilmeyiz, teklif edeni döveriz, hııı!..

Ha bu para neremize merhem olacak diyenler haksızlık ederler. Bir kere bu iyi bir kıyak. Diyeceksiniz ki, bayram değil seyran değil buşum beni neden öptü. Öper tabi, bekliyor Mehmetimi ırak ellerde, çaresiz. Askerim gidecek nasılsa, giderken cebi dolu gitsin fena mı? Alırsın düşük faizli, uzun vadeli krediyi, ödersin yüksek faizli, kısa vadeli kredileri, vermediğin faizler yanına kar kalır. Bu hesabı yapan dünya liderim asker de gönderir, türkücü de!..

Bir de başımıza seçim iptali çıktı. Aman ha bir o eksikti. Bir yıl oldu, biz onlara onlar bize alıştı. Kalk şimdi gene oy ver. Verdiğin oy çöp, istemediğin kahraman olsun. Yapmayın yahu, işler hazır yoluna girmişken oynamayın bizimle. Alın parayı oturun işte!...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Yukarı

Nevzat Tarhan

 AKIL OYUNLARI : Prof. Dr. Nevzat Tarhan


   OBSESİF RUH HALİ

Toplum mühendisliğini veya başkasını yönetmeyi çok seven sevdiğinin ruhunu bile kontrol etmek isteyen bu kişilik özelliklerini önce kendimiz sonra yakın çevremiz için değerlendirelim.

Titiz, mükemmeliyetçi,kusursuzluk meraklısı, esnek olmayan, hep kızgın gözüken, gergin, sinirli, sonuna kadar dürüst, duygularını bastıran , işkolik, kararsız özellikleri taşıyan bu ruh halindeki insanların ortak özellikleri baskıcı ve ısrarcı olmalarıdır.

Kişiliklerini işleten arka planı düşünce hata yapma korkusudur. Yanlış yaptıklarında kendilerini savunmasız hissederler. Varoluşlar için savaşmak zorundadırlar.

Silahları daha çok çalışmak, ayrıntılara önem vermek, kurallara bağlılıktır. Mutlu olmayı sürekli ertelerler.

Eğer egoları güçlü, ben merkezci iseler herkese hükmetmek ve kontrol etmek isterler. Alçak gönüllü olmayı başarabilirlerse başarılı bir ikinci adam olurlar. Çalışkan, güvenilir, özel hayatları düzenli, tatsız işleri halleden bu kişilere ihtiyacımız vardır. Egosu büyük baskıcı ruh halindeki kişiyle beraber yaşıyorsanız enselendiniz demektir. Size peygamber sabrı gerekir. Çünkü sizi kendisi gibi yapmak için çabalayacak yapamazsa sürekli gerilim,tartışma çıkaracaktır.

Obsesif baskıcı kişilerin ruh hali şuna benzer: Masanız, not defteriniz, evdeki düzeniniz hepsi onlarca yapılması gereken işler var. Daha bunlar bitmeden yeni işler bekliyor, çocuklarınız bir şeyler istiyor. Siz bu haldeyken çevredeki insanlar gülüp eğleniyorlar. Çevredeki en işe yarar insan sizsiniz, başkaları ciddiyetsiz, sorumsuz. Ne kadar kendinizi yalnız hissedersiniz. İşte Obsesif baskıcılar bu haldedir.

Çalışma tutkunudurlar
Bir filozof "çalışmanın uşağı olmadan başarının efendisi olamazsınız" diyor. Gerçekten de zorlanmadan, emek vermeden, çabalamadan güzel şeyler elde edilmiyor. İnsan güzel yaşamak istiyorsa biraz obsesif olmasında fayda vardır. Daha bütün ve iyi düzenlenmiş dünya anlam kazanır. Başarılı kişi çok çalışan kişi değildir, Doğru çalışan kişidir. Obsesif baskıcı kişi eğlenmek yerine çalışmayı koymuştur. Bunun için kendisine psikolojik şiddet uygular. Korku, suçluluk, cezalanma tehdidi ile kendisine baskı yapar. Eğer bu baskı amaca yönelikse olağanüstü başarılar çıkarır. İlimle uğraşırken uyumamak için saçlarını tavana bağlayan veya arkasına çivi koyan filozoflar gibi.

Şehveti çalışmak olan, çalışmaktan uyuşturucu kullanır gibi zevk alan bu kişiler kendilerini yalnızlığa iterler. Gerektiği için değil, zevk aldıkları için çalışan bu kişiler sadomazohistikler. Acı çekmek ve çektirmek onlara zevk verir.

Kusursuzluk meraklısı olmak
Mükemmelliyetçiliği amaç edinen bu kişiler bir şeyin ne olduğundan çok nasıl yapılacağına önem verirler. İş yaparken önemi ve ne için yapıldığı ve başka insanların duygularını pek düşünmezler. Herşeyin tam yapılması onların aşkıdır. Bunun için deli gibi çalışırlar. Kazandıkları parayı son kuruşuna kadar hak ederler. 100 üzerinden 97 aldığı için ağlayan kişiler bunlardır.

Ayrıntıcıdırlar
Olaya kuşbakışı bakmakta zorlanırlar. Ağaçlarla uğraşmaktan ormanı görmemeleri ile ünlüdürler. Amaca yönelik olmayan ayrıntıyla uğraşırlarsa işi bitiremezler. Onlara göre başarı ayrıntıdadır. Ayrıntı aşkı ile bütünü göremiyorlarsa onlar için şeytan ayrıntıda saklanmıştır.

Tutucudurlar
Hayat stratejileri kazanmak ve gelişmek değil kayıbı azaltmak olduğu için statükocu olurlar. Eski şeyleri atmak istemezler. Her kararlarında mevcudu koruma stratejisi ön plandadır.

Esnek olamazlar
Ya siyah ya beyaz griyi kabul etmezler. Her şeyi köşeli düşünürler. İnatçılıkları meşhurdur. İnatçılıktan zevk alan bu kişilerle yaşayanlar köprünün üzerindeki iki keçi gibi olurlar.İkisi de kaybederler veya güçlü olan taraf kazanır ama gizli bir öfke, zayıf anında öç almak için fırsat kollama başlar. Toplumda ailedeki kavgalarda ideolojik kutuplaşmalarda inatçı kişilerin katılığı önemli rol oynamaktadır. Eğer bir lider bu kişiliğe sahipse dünyaya düzen vermek, belirsizliği silmek için çok kimsenin canını yakacaktır. Adalet ölçüsü olmayan, doğrularda sabırlı olmaya yönelmemiş inatçılık kavga sebebidir.

İnatçı kişi ile yaşamak zorunda olan onun inatçılığına inatçılıkla cevap verirse zevk almasını arttırmış olur. İnatlaşmadan onları egolarını tatmin edecek başka bir inatçılık alanına yönlendirmeyi başaramazsanız sizi çıldırtabilirler.

Dürüsttürler
Sözünün eri olan, sapına kadar dürüst olan bu kişilerin sözleri yazılı anlaşma kadar sağlamdır. Kılı kırk yarar, adaleti terazi ile dağıtırlar. Yasaları satırlarına öyle takılırlar ki ruhunu unuturlar. Bunun için kalıbın dışında düşünemezler. İçtihat yapamazlar. Çok çalışır ama özü bulamazlar. Yorum zorlukları nedeniyle dürüstlükleri boşa gidebilir.

Kararsızdırlar
Ayrıntıcı, mükemmelliyetçi yapıları nedeniyle "Sıfır hata" peşindedirler. Sıfır hatayı bulamadıkları için kararı ertelerler. Basit iş saatlerce sürdüğü gibi bir alışveriş işkenceye dönüşebilir.

Düşmanlık duyguları fazladır
Egoları kabarmış obsesif baskıcılar kendileri gibi çalışmayan, zorluklara göğüs germeyen insanlara kızarlar, öfkelenirler. Yakınları ise içerlerler. Kendilerinden başka herkesi kusurlu, beceriksiz, sorumsuz, ciddiyetsiz görürler. Eli ağır, zorlukları sevmeyen insanların kasten yaptıklarını düşünmeye başlarlarsa düşman görmeye de başlarlar. Böyle kişileri sinirlendirmekten özel zevk alırlar. Karşı tarafın tepkisi düşmanlık duygusunu arttıracak kadar onu aşağılayıcı ise kavga çıkar. Böylece kendilerini daha haklı görürler.

Duygusal kabızdırlar
Duygularını denetlemekte çok ustadırlar. Dünyalarında tek izin verdikleri şey mantıksız düşünceye sinirlenmektir. Duygularını bastırmak onlar için zevk veren bir olgudur. Bu durumdan son derece keyif alırlar. Aşık olan kişileri anlayamazlar.

Suçlayıcı ve yargılayıcıdırlar
Evet demeyi sevmezler, her şeyin olumsuz yönünü düşünme eğilimi ve kusursuzluk meraklılığı nedeniyle olayın sorumluluğunu üzerlerine almaktan kaçarlar. Sorumluluk alırlarsa taşıyamayacaklarını düşünüyorlarsa hep savunma halindedirler. Çıkış yolunu topu başkalarına atmakta bulurlar. Eleştiricilikleri başkalarını çıldırtır.

Olumsuz senaryo yazarlar
Kusursuzluk meraklılığı nedeniyle ve sıfır hata beklentisi nedeniyle sürekli eksik, noksan kusurları görürler. Kendilerini rahatlatan yanı görmeyi suç ve tembellik gibi algılarlar.
Maalesef erken yaşta kalp krizi, mide kanaması geçirenler bu kişilerden çıkıyor.

SAVAŞ STRATEJİSİ

Obsesif baskıcıların ellerinde oyuncak olmamak onların açtıkları savaşta yenik düşmemek için neler yapmalıyız

1-Birinci şart onları tanımaktır.
2-Sıkıntılarını size bulaştırmasına izin vermeyin. Bunun için ne yapacağınızı ne zaman yapacağınızı söyler ve yaparsanız o canını yakacak başka birine yönelir. Aksi takdirde sürekli üzerinize gelir. Kontrol etmek ister. Açık ve dürüst olmak ikinci şarttır.
3-Kutsal kitaplardaki bağışlama, merhametli olma tavsiyelerini unuturlar. Bunları sık sık hatırlayıp bu kişilere hatırlatmalısınız.
4-Eleştiriye eleştiri ile karşılık vermeyin; iki taraf da kaybeder. Önce övgüyle yaklaşın. Fakat övgünüz yalan ve abartılı olmamalı. Zaten olumlu özellikleri fazla olan kişilerdir övülerek yön bulursunuz. Çok çalıştıkları, çok iş yaptıklarını fark etmeniz onları rahatlatır. Kendilerine güvenleri artar. Bu özelliklerine dikkat ettiğinizi hep vurgulayın.
5-Sizin iyiliğiniz için size acı çektirmelerine izin vermeyin. Onlar gibi yapmazsanız ve düşünmezseniz felaket olacağı duygusunu taşırlar. Acı çektiğinizi ve incindiğinizi açıkça ifade edin. Sevgisiz değillerse üzüleceklerdir. Eğer inatlaşarak kasten acı ve ızdırap verdiğini ona söylerseniz ve ikna etmeye çalışırsanız çok öfkelenebilirler, sizi çiğ çiğ yiyebilirler. Çünkü niyetleri öyle değildir, iyi niyetle farkında olmadan acı verirler. Anlaşılamadıkları için köpürürler.
6-Hukuk edebiyatı yapın. Dürüstlüğe önem verdikleri için sizin de önem verdiğinizi bilmeleri onları rahatlatır. Bu konulara bolca girin.
7-Ölümcül hata riskini hatırlatın. İyi niyetlidirler, iyi işler yapmaya çalışırlar fakat kullandıkları yöntem yanlıştır. Yanlış adımlarla doğru hedefe gidilemeyeceğini, cehennemin bazı duvarlarının iyi niyet taşlarından örüldüğünü onlara kibarca anlatın. Sonuca ikna olurlarsa riske girebilirler.
8-Kendilerini keşfetmenin önemini vurgulayın. İnsanlar dünyayı değil kendilerini değiştirirlerse gerçek mutluluğu bulacaklarına dair kutsal metinleri beraberce okuyun.
9-Tartışmak yerine soru sorun. Onun stratejisi ile ona karşılık verirseniz kavga çıkar. Onun size soru sormasına fırsat vermeden siz ona sorular sorup onu anlamaya çalıştığınızı belli edin. " Ne yapmamı istiyorsun, neden anlatıyorsun?" gibi sorularla kendisi ile yüzleştirmeye çalışın.
10-Tek silahları bağırma ve abartılı eleştirilerdir. Bu silahlarını ciddiye alırsanız yandınız demektir. Kim olduğunuzu biliyorsanız sizi incitemez. "Ben kim olduğumu biliyorum" diyebilmelisiniz. Gülerken bile ısırabilirler. Kendilerini ahlaklı ve cüretkar olarak algılarlar. Siz onları övün ama onlardan övgü beklemeyin. Onların onayına ihtiyacınız varsa işiniz zordur. Onların onayı olmadan mutlu olmanın yolunu aramalısınız.
11-Sizi yönetmelerine izin vermeyin. Size yardımcı olsunlar yol göstersinler ama kontrol etmesinler. Kontrol duygularını başka şeyi yönetmeye çevirmelerine fırsat verin. Eve, eşyaya, resme yönelebilirler. Teslim olup sınırları çizmesine izin verirseniz kişiliğiniz paspas olur.

SİZ BASKICI OBSESİFSENİZ?

1-Yargılayıcı ve suçlayıcı düşündüğünüzde hemen onun iyi iki özelliğini düşünün. Siz iyi yön göremiyorsanız birisinin anlatmasına izin verin. Yargılayan yargılanır, unutmayın.
2-İçinizdeki sansürle dalga geçin. Rahatlamaya ayırdığınız zamanın başarınızı kolaylaştıracağını bilin.
3-Hedef piramidinizi iyi belirleyin. En önemli konular en üste, ikinci ve üçüncü dereceyi aşağıya doğru koyun. Hedef piramidi tepesinde : Mezar taşınızda neyin yazılmasını istediğiniz olmalıdır. Her işe başlarken birinci özelliğiniz bu olmalıdır.
4-Kendinize hata yapma hakkı tanıyın. Büyük mağazalarda bile % 10 hırsız payı vardır.
5-Herkesin içinde eleştiri ve yanlışı hiç olmazsa günde bir defa kabul edin. Yoksa egonuz yanlışı avukat gibi savunacaktır.
6-Sonucu düşünün. Alıştırmaları mükemmel yapan ama hiçbir şey öğrenemeyen öğrenci gibi olmamak için olaylara kuşbakışı bakma talimatını kendinize verin.

BASKICI OBSESİF RUH HALİ TESTİ
                                                                          Evet            Hayır
1. Kararsızdır veya zorlukla karar verir
2. İnatçıdır Nuh der peygamber demez
3. Eleştiricidir, kolay beğenmez
4. Alışverişte müşkülpesenttir
5. Kendisini rahatlatmakta zorluk çeker
6. Kendi işini kendi yapmayı sever, işi delege edemez
7. Kontrollüdür ama kabul etmez
8. Kızdığı kişiyi düşmanca test eder
9. Rutin iş aksarsa sinirlenir
10. Tuttuğunu koparır, ısrarcıdır
11. Çalışmaktan keyif alır, ama belli etmez
12. İşleri yetiştirmekte zorlanır
13. Sıklıkla geç kalır
14. Sözü uzatır, amaca geç gelir
15. Dürüstlüğe çok önem verir
16. Ahlak, iyi kötü vurgusu çok yapar
17. Biriktirmekten zevk alır, hesapçıdır
18. Hataları abartır
19. Temiz ve düzenlidir
20. Hayır kelimesini evet ten daha çok kullanır

Beşten fazla soruya cevap "evet" ise dikkatli olun. On soruya cevap "evet" ise Derviş veya filozof olmaya hazır olun

Nevzat Tarhan
ntarhan@kahveciyiz.biz

Yukarı

Rana Aslanbay

 Mektebişahane : Rana Aslanbay Aydın


   PORTRELER : İKİNCİ BAHAR

Sezen Aksu çalıyor yavaştan, "ikinci bahar yaşıyor ömrüm, gel benim yarim oluver şimdi........." Her duyduğumda aklıma düşüyorsun, yüreğim sızlıyor derinden. Yirmi yılı çoktan devirdi yokluğun ama her Sezen Aksu'da anıyorum seni, özlüyorum seni...

Yirmili yaşların heyecanlı, coşkulu, karmaşık duyguları ile boğuşurken, kendimi tanımaya çalışmanın yorgunluğunu yaşarken, seni tanımak ne kadar iyi gelmişti be Nevin... Sen yirmili yaşlarını bitirmek üzereyken, yaşına göre çok fazla yaşamışlığınla, pırıl pırıl bir zihin ve aydınlık bir kafa yapısı ile, idolüm olmuştun hemen. Seni tanımak bir ufuk açıvermişti önümde, kolaylaştırmıştı kavgamı.

Kararlarıma, yolumu çizmeme yardımcı olan, yoğun ve olaylı yaşamının bu kadar kısa olacağını, seninle ancak bir kaç senemi paylaşabileceğimi bilseydim, belki daha çok sarılırdım sana. Daha çok yorardım seni, çaylı kahveli sohbetli günleri-geceleri benimle daha çok paylaşmaya zorlardım seni.

En kötü anılarını bile anlatırken, pırıl pırıl gözlerindeki yaşama sevincini görmemek olanaksızdı. Kıvırcık saçların ve yeşil pantolonunla yer etmiştin yüreğime. Can arkadaşım kardeşinle birlikte, bizleri de kardeş gibi benimsedin sen, o küçücük bedenin ama kocaman yüreğinle. Hiç büyüklük taslamadın, hiç kafa tutmadın, hiç nasihat vermedin bunaltarak. Sıcacık ve samimiydin, bizden biriydin her zaman. Bizden fersah fersah uzak acılarını kendine sakladın, hissettirmedin. Biz de anlıyoruz sandık ama hiç anlamadık senin o çınlayan yalnızlığını.

Yanlış bir evlilikti yaptığın belki ama çok doğru bir evlattı sana kalan. Çok sık görmüyorum kızını Nevin, ama inan ki "yeniden Nevin" var şimdi hayatta. Hayata bakışıyla, tükenmez enerjisiyle, kıvırcık saçlarıyla ve en önemlisi pırıl pırıl gözleriyle "yeniden Nevin".

Düşündüm de; müzikten hiç konuşmadık seninle, birlikte dinledik belki ama konuşmadık hiç. Oysa kimbilir ne farklı notalar vardı sende, bana da verirdin belki bir kaç do,re,mi... Sadece o şarkı kaldı; ikinci bahar.

Sen ikinci baharı yaşayamadın Nevin. Ben yirmilerimde sen otuzlara yakınken ikinci baharı sen sandık, sen de öyle sandın belki ama şimdi kırklarımda ve kır saçlarımla anladım ki "ikinci bahar" o değilmiş Nevin. Sen ilk baharmışsın o zaman, ikinci baharı biz sensiz yaşıyoruz ama senin için de yaşıyoruz tadına vara vara.

Çabuk gittin be Nevin...

Rana Aslanbay Aydın
rana@kahveciyiz.biz

Yukarı

Tarkan İkizler

 Bir öyküm var anlatacak!.. : Tarkan İkizler


   Bilmem mi ben o sendikacıları?

Hasene odadan çıktı, elinin tersiyle terli alnına yapışan saçlarını arkaya iterek, olması gerektiği gibi saçlarının üstüne yapıştırdı. Kocası Dursunali bir elinde çaybardağı diğerinde sigara, sırtında atlet camdan dışarı bakıyordu...

-Bu böyle olmayacak! En kısa zamanda küçükte olsa çekmeceli bir dolap almak lazım. Hergün denklerle uğraşmaktan bıktım.

-Ne diyorsun yine vıdı vıdı kendi kendine?

-Dolap... Dolap diyorum, hergün, hergün bıktım artık? Böyle aç çarşafı, koy içine yastık kılıfını, kapa çarşafı, aç çarşafı koy içine atletleri donları, kapa çarşafı...

-Nerden para bulupta alacağız, biliyorsun durumumuzu.

-Ne bileyim ben işte, nereden bulursan bul valla! Tak etti canıma. Eskiciden alınma kırık dökük bir şeye bile razıyım artık. Bizim gibi çarşaf denkleriyle uğraşanmı kaldı bu devirde.

Karısının sızlanmaları karşısında çaresiz kalan Dursunali, durumu kabullenip bu parlak "Eskici" fikrini önceden kendisinin düşünememiş olmasına hayıflanarak en sonunda "Tamam. Bakarız bir çaresine bugün" dedi. Zaten 1 Mayıs'ta "tatil edilme" kararına aklı takılmış bir vaziyette sabahtan beri evin içinde sıkıntılı bir şekilde dolaşıp duruyordu. Kolay mı bir günlük yevmiyeden vazgeçmek? İşçiler tatil diye yine parasını alacaklardı ama ya kendisi? O da çalışıyordu ama onun diğerleri gibi maaşını veren biri yoktu. Bir de bu sendika hep işçinin yanında, çalışanın arkasında derlerdi...

Bunları düşündükçe içine daha bir sıkıntı bastı Dursunali'nin... Gündüz evde oturmaya alışık olmadığı için camlarının altında oynayan çocukların sesinden çıldırmak üzereyken, şu dolap işi yetişmişti imdadına. Gidip bakayım hem biraz da hava almış olurum diye geçirdi içinden. "Başka bir şey lâzım mı?" diyerek çocukları da öpüp evden çıktı.

Hasene şimdiden heyecanlanıp dolabı nereye koyacağını hasaplıyor, hayalinde kırtasiyeden çiçekli kağıtlar alıp dolabın gözlerine yerleştiriyor sonra dolabın yerini beğenmeyip bütün odanın şeklini değiştiriyor en sonunda karar verince ütülenmiş temiz çamaşırları bir bir gözlere düzgünce sıralıyor. Bütün bu mutluluğu kendisine yarattığı için kocasına dualar etmeyi unutmuyordu...

Dursunali, böyle bir tatil gününde, bu kadar kalabalığın nasıl toplandığını düşüne düşüne meydanın az aşşağısındaki ara sokakta gözüne kestirdiği bir eskici dükkânından içeri girdi. Önce içerdeki eşyalara şöyle bir göz gezdirdi. Aradığını bulunca yüzüne yansıyan gülümsemeyi belli etmemeye çalışarak pek de ilgilenmiyormuş gibi bir tavırla dört çekmeceli eski dolabı işaret etti.

-Kaça bu?

-Valla beyefendiciğim bu dolap öyle sağlam, öyle itinayla, özene bezene yapılmış ki artık böylesini bulmak mümkün değil. Aslında satmaya gönlüm elvermiyor ama geçim derdi işte. Zaten işlerde artık eskisi gibi değil, millet tümden gitti gidiyor, yoksa kim böyle kaliteli bir eşyayı gözden çıkarıp satmaya kalkar?

Dursunali pek öyle başkalarının sahip olduklarına özenerek son moda şeyler peşinde koşan biri değildi. Pahalı-ucuz, iyi-kötü demeden ihtiyacı olan şeyleri almaya çalışırdı, ama ilk kez parasızlıktan, başkasının kullandığı eski bir eşyayı almak üzereyken küçümsenecek bir şey yapıyormuş gibi çekinip utanmıştı. Sanki satıcı onun bu durumunu anlıyormuş gibi, üstüne üstüne gidiyordu. Hem de içeri giren şu süslü hanımın yanında ikide bir "Yenisini almak çok zor tabii... Bende durumunuzu anlıyorum..." demiyor muydu. Yoksa adama "Zaten pek öyle yeni bir şey aramıyorum, eski uyduruk bir dolapta olsa yeter. Fabrikada çay ocağı işletiyorum da, maksat herşey yerli yerinde olsun" diyerek durumu gizlemeye çalışacaktı.

Satıcı dolabı öyle bir anlatıyor, öyle bir övüyordu ki konuşması bir türlü bitmek bilmiyordu. En sonunda adamın ağzından "Senin hatırın için son fiyat kırk olur" lafı çıkınca, Dursunali bile bu kadar anlatılanlardan sonra böylesine ucuz olmasına şaşırdı. Olayı takip eden süslü bayanın, kendisinin ne diyeceğini merak eden bakışlarından çekinerek "Otuzbeşe olmaz mı? diye pazarlıktan bile vazgeçerek adamın yardımıyla dolabı kapıya kadar taşıdılar.

Parayı çıkarmak için elini cebine atmıştı ki, kapının arkasında duran beyaz bisiklete ilişti gözü. Bisiklete doğru yürüdü, çocukluğundan beri hep bir bisikleti olsun istemişti, şimdi onun çocukları da arasıra tutturmuyor değildi ama o hep geçiştirip duruyordu, işte şimdi tam sırasıydı. Hem çocuklara aldım bahanesiyle kendim de binerim diye düşündü.

-Kaça bu bisiklet?

-Yetmişe olur, o da sana...

-Sen ne diyorsun ustam? Zaten bir tekeri yok. Yarım bisiklete çok istiyorsun diyince satıcı adamla birlikte kendini tutamayan süslü kadında gülmeye başladılar.

-Ne var bunda bu kadar gülecek, komik bir şey mi söyledim?

-Ya valla sen çok yaşa hiç güleceğim yoktu. Bu bisikletler zaten tek tekerlekli olur... Şehir yerinde böylesine cahillik olsun...Şaştım valla... Orjinali böyle bunların. Senin bildiğin bisikletlerden değil bu... Bu zayıflama bisikleti.

-Zayıflama bisikleti mi?

-Zayıflama bisikleti yaa... Bunu evde bir yere koyarsın, binersin üstüne sür babam sür. Bir de bakarsın ki bir ay sonra tığ gibi olmuşsun. Hem bisiklete binmeyi bilmene de gerek yok, öyle sabit yerinde durur bu... Dursunali şöyle bir karısını düşündü, hep kendinden, şişmanlığından yakınıp duran karısını, kim bilir böyle bir şeyi duyup görse böyle bir bisikletleri olmasını ne kadar da çok isterdi. Kararını vermişti karısının buna bayılacağını düşündü, sonra evde çocukların anneleriyle bisiklete binmek için, nasıl sıra kavgasına tutuşacakları geldi aklına, kendi de el ayak çekilince biraz binmeyi denerdi. Zaten hiç bir zaman gerçek bisikleti olmadığı için bu güne dek bisiklete binmesini de öğrenememişti. İşte bunda iyice alışırdı... Dolabı almaktan vazgeçti, bisikleti kapının arkasından çekip şöyle bir alıcı gözüyle inceledi, süslü kadına da kaçamak bir bakış attıktan sonra adama döndü.

-Aldım gitti.

Kimi zaman omuzuna alarak, kimi zaman kucağında taşıyarak, bisikletle yokuşu tırmandı. Sokaklardan çıkıp ana caddeye vardığında ter içinde kalmıştı soluklanıp terini silmek için kaldırımın kenarında durduğunda o güne dek hiç görmediği kadar bir kalabalıkla karşılaştı. Kalabalığı oluşturan insanlar aynı askerde olduğu gibi yürüyüş kolu oluşturmuşlardı ve neredeyse herkes eline kazma sapı gibi bir tahta çubuk alıp üstüne de bir karton takmıştı. Merakla kalabalığa bakarken içlerinden biri gülerek ona doğru seslendi.

-Ne o hemşerim, bisikletin bir tekeri düşmüş...

Dursunali kendisinle alay edilmesine çok içerledi, bu kendini bilmeze haddini bildirmek için "Ne düşmesi, bunun orjinali böyle" diye cevap verince gülenler daha da neşelenerek birbirine bakıp gülmeye devam ettiler.

Dursunali dudaklarını dişlerinle sıkıştırıp gözlerini kısarak cevap vermek için kendi kendine düşünmeye başladı. Düşündükçe kızgınlığı büyüdü, sanki düşündüklerini hepsinin karşısına geçmiş yüzlerine bağırarak söylüyormuş gibi geldi.

Gülün siz gülün, bilmem mi ben sizi, sendikacısınız hepiniz işte. Sizden ne beklenir, işe gitmeyip böyle caddelere doluşun... Ohh nasıl olsa maaş çalışıyor, ben de olsam ben de dalaşacak birilerini bulur gülerdim. Zamanında ne çok ocağa gelip çayımı içti bu sendikacılar, beni de üye edeceklerdi de ben yanaşmamıştım. Bilmiyorum mu sanıyorsunuz böyle işten kaytarıp yok toplantı yok yürüyüş diye ne isterseler yaptırıyorlar, bir de üstüne polisten bir araba sopa yiyip rezil olması cabası...
Dursunali kendini tutamayarak kalabalıkta kendine gülenlere doğru bağırdı.

-Gülün siz gülün, şehir yerde bu kadar cahil kalmışız diye üzüleceğinize... Daha bir zayıflama bisikleti görmemişsiniz hayatınızda...

Kalabalık içinden cevap gecikmedi
-Açlıktan imanımız gevredi, ne yiyeceğiz de bir de zayıflayacağız diye düşüneceğiz?

Dursunali gittikçe sinirleniyordu, kalabalığın içinden kalın sesli biri durumu anlayıp işi başladıkları noktaya döndürmek için şakayı devam ettirdi.

-Hemşerim arkadaşa ne kızıyorsun? Esastan da tekerin biri yok galiba.

Çevresindekileri eğlendirmek için Dursunali'ye takılan adam, kalabalıktan gördüğü ilgi üzerine yeniden laf atmaya başladı.

-Aynen bizim hükümet gibi, gören bir işe yarıyor sanır. Sen istediğin kadar çabala hep aynı yerde kalır... Böyle bir işe yaramayanların peşinde koşan kerizler de var tabii, memleketin kerizi biter mi?...

Adama çevresindekiler kahkahalarla gülerken, bu kadarına dayanamayan Dursunali'nin elindeki bisikleti havaya kaldırmasıyla gülenlerin içine dalması bir oldu. Çıkan kavgayı ayırmaya çalışanlar oldukça zorlansalar da, üstü başı yırtılıp saçı başı dağılan Dursunali'yi ite kaka kaldırımın üstüne fırlatıp yollarına devam ettiler...

Dursunali o hırsla bisikleti sırtlanıp yarım saatte evine vardı. Kapıyı önce kızı açtı arkasından hiç ses çıkmayınca geleni merak eden Haseneyle onun peşine takılan oğlan geldi. Merakla gelecek olan dolabı bekleyen ev halkı, bir tekerleği eksik bisikleti görünce önce bir şaşırdılar ama Dursunali onların üstüne başına ne olduğunu sormalarına fırsat vermeden bisikleti yere koyup içeri geçerken sinirle söyleniyordu... -Bu bisiklet nerden çıktı, niye bir tekerleği yok diyen, dolap nerede diye soran ,bana ne oldu diye merak eden olursa, çok kötü olur bak karışmam...

Tarkan İkizler
tarkan@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu


Merhaba,

Bugün sizlerle ilk olarak bizim biraz geç keşfettiğimize inandığım, new age'in dünyaca ünlü ismi Yanni'nin son albümü "Ethnicity"i, ardından Jim Carrey'den Tanrı olsa böyle olur dediğimiz "Aman Tanrım"ı ve son olarak tüm dünyada büyük bir izleyici kitlesine ulaşmış olan Simpson ailesinin felsefi gözlem ve analizlerini yapan "Simpsonlar ve Felsefe"yi paylaşacağım.

Keyifle dinlemenizi, izlemenizi ve okumanızı dilerim.

ETHNICITY / YANNI :

Komşumuz Yunanistan'ın dünya müzik piyasasına sürdüğü, new age müziğinin önde gelen ismi Yanni, son albümü ile karşımızda. 1980 yılında ilk albümü "Optimystique" ile büyük bir çıkış yakalayan Yunanlı sanatçı, 1986-1994 yılları arasında her yıl bir albüm çıkartarak en verimli yıllarını yaşamıştı. 1994'ten sonra üçer yıllık periyotlarla albüm hazırlayan Yanni, 2000 yılında çıkarttığı "If I Could Tell You"nun ardından bu geleneğini bozmayarak üç yıl aranın ardından "Ethnicity" albümü aracılığıyla dinleyicileri ile buluşuyor. Türkiye'de, daha çok senfoni temelli albümlerinden 1994 tarihli "Live At Acropolis" ve 1997 çıkışlı "Tribute" ile tanınmaya başlanan ve pek çok program jeneriğiyle reklam cingılında aşina olduğumuz Yanni, best of'lar çıkararak bütün albümlerini yakalayamamış olan hayranlarına bir kolaylık sunmaya çalışmış ancak yine de arada kaçan bazı şarkılar olmuştu. O nedenle sizlere best of albümlerden ziyade biraz zorlanarak da olsa orijinal albümlerini almanızı öneriyorum.

1954 yılında Akdeniz sahilindeki liman ve sayfiye merkezi Kalamata'da doğan Yanni'nin bu son albümü dünyanın dört bir yanından pek çok tat sunarak, bizlere multikültürel bir ortam yaratıyor. "Ethnicity", Avustralya'nın yerli halkı Aborjinlerden Avrasya'nın en köklü ırklarından olan Ermenilere, Britanya'nın gerçek sahibi Keltlerden, Asya'nın gizemli halkı Hintlilere kadar pek çok zengin etnik kültürü çok hoş sentezliyor ve büyülü bir şekilde önümüze sunuyor. Yerel tatları seven ya da yeni bir şeyler denemeye karar veren herkesin dinlemesi ve kaçırmaması gereken bir albüm.

AMAN TANRIM (BRUCE ALMIGHTY) :

Hollywood her zaman Yahudi ve Hristiyan inanç esaslarını, hikayelerini kullanmıştır. Kullandığı temalar daha çok tek tanrılı dinlerin temelini oluşturan kurallar ve Tanrı da dahil olmak üzere doğa üstü güçlerdir. Örnek olarak Nicholas Cage'in aşık olan bir meleği canlandırdığı "Melekler Şehri" ya da yeryüzüne inen Azrail'in insan olmayı öğrenmeye başlayışını anlatan "Joe Black" şu anda aklıma ilk gelenler. Belki de gelebilecek tepkilerden korkulduğundan dolayı özellikle Grek mitologyasındaki gibi bir antromorph (insanlaştırılmış) Tanrı teması Hristiyan kültür temelli bir filmde pek de fazla kullanılmamıştır. Ancak liberalleşen dünyada sinema sektörü bunu yapmaktan da çekinmiyor ve Morgan Freeman'ı Tanrı olarak karşımıza çıkartıyor. "Dream Catcher"da ilk defa zenci bir uzaylıyla karşımıza çıkan Hollywood, şimdi de bize siyahi bir Tanrı sunuyor.

Her insanın sıkıntılı günlerinde bütün kötü olaylardan sorumlu tuttuğu biri ya da birileri vardır. Kimimiz ebeveynlerimizi kimimiz de dünyayı suçlarız. Ancak bazılarımız işi biraz daha ileri götürerek bütün hatalarımızdan yaratıcı gücü, Tanrı'yı sorumlu tutar hatta isyan eder. Filmimiz "Aman Tanrım" işte tam olarak bu noktada başlıyor.

Bruce Nolan, New York'un yerel televizyon kanallarından birinde çalışan, çok güzel bir sevgilisi olan hırslı bir habercidir. Hayatını her düzeltmeye çalıştığında tekrar bir çıkmazla karşılaşan Bruce, bütün olanlardan Tanrı'yı sorumlu tutmakta ve onun dünyayı yönetiş biçimini eleştirmektedir. Bu isyanı Tanrı'nın kulağına gider ve Tanrı bu isyankar kuluna bir ders vermeye karar verir. Ona bir günlüğüne kendi güçlerini teklif eder. Ancak sanıldığı gibi Bruce, bu gücü Afrika'daki açlığı durdurmak, Ortadoğu'daki karmaşayı sona erdirmek için değil etrafındaki olayları daha komik hale getirmek ve hayatını düzenlemek için kullanacaktır.

"Truman Show" ve "Man On The Moon" ile iki Altın Küre Ödülü sahibi olan Jim Carrey'in isyankar kul Bruce Nolan'ı canlandırdığı "Aman Tanrım", Carrey'nin starlığa yükselişini müjdeleyen film olan "Ace Ventura"da da birlikte çalıştığı Tom Shadyac imzasını taşıyor. Jim Carrey'e, Brad Pitt'le evliliğinden sonra genç kızların kıskançlıkla izlediği, "Friends" dizisinin yıldızı, iki Altın Küre ve bir Emmy Ödüllü Jennifer Anniston ile bir Altın Küre Ödülü ve üç kez Oscar'a aday olmuş olan usta oyuncu Morgan Freeman eşlik ediyor. "Aman Tanrım" sıra dışı senaryosu ve ödüllü oyuncu kadrosu ile dogmatik fikirli olmayan herkesi sinemalara çekecek olan bir film.

SİMPSONLAR VE FELSEFE / WİLLİAM IRVİN, MARK T. CONARD VE AEON J. SKOBLE :

Amerika'nın en popüler çizgi filmlerinden olan Simpsonlar, kökleri insanlık tarihi kadar uzun olan felsefe ile birleşirse ne olur? İşte bu soruya yanıt buluyor kitabımız. Felsefe, pek çok kişiye göre sadece sanat, ahlak, siyaset gibi alanlara uygulanabilen popüler kültüre asla yaklaşmayan düşünce etkinliğidir. Ancak William Irvin, Mark T. Conard ve Aeon J. Skoble'dan oluşan bir ekip, bu yargıyı yıkmaya, felsefenin her alana uygulanabileceğini ispatlamaya çalışıyor. Bundan önce de 90'ların bağımlılık yaratan dünyaca ünlü dizisi Seinfeld hakkında "Hiçbir Şey Üzerine Bir Şov" adlı bir kitap çıkartmış olan ekip, "Simpsonlar ve Felsefe" ile felsefe ve popüler kültür çevrelerini hareketlendirdi. Bilindiği gibi Simpson ailesi, Amerikan aile modelini irdeliyor ve yer yer toplumdaki çürümeye dikkat çekiyordu. Bu ailenin her bireyi toplumun belli bir kısmını gösteriyordu. "Simpsonlar ve Felsefe" ise bu karakterleri derinlemesine inceliyor, onların analizlerini yaparak ünlü filozofların felsefeleri ile onların yaşam çeşitleri ve kişilikleri hakkında yorumlarda bulunuyor. Ailenin pek de zeki sayılmayan obur babası Homer Simpson ile Aristoteles'in dört karakter analizini, evin kötü çocuğu Bart Simpson ile Nietche'nin kötü kavramını, dini bütün iyi anne Marge ile Hristiyan Aristotelesçilik ve iyi insan olmayı, zeki küçük kız Lisa Simpson ile de Amerikan toplumunun entellektüellere bakış açısını yakaladığımız bu kitap, bir kült olan "Simpsonlar" hakkındaki görüşleri kökünden değiştireceğe benziyor.

serdar@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_168.asp

Devamı var

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Dost Meclisi


SABAH NE KADAR GÜZEL, ÜSTELIK HER GÜN VAR *

Sabah ne kadar güzel, üstelik her gün var!

Başyastığın olsa da, olmasa da.

Sabah ne kadar güzel, üstelik her gün var!

ANur

* Alper Maral (Sadece ses); Erol Büyükberber, Velvele adlı albümünden, Yapım. Ada Müzik

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.707 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


Babam İçin

Bir damla olup aktın gözümden
Sen süzülüp gittin
Ben yangın olup yandım
Ne sönebilirim
Ne durulurum
Ne kadar özlesem yoksun
Ne kadar seslensem duymazsın
Nasıl sarılayım
Nasıl öpeyim seni

Mine Yavuz

<#><#><#><#><#><#><#>

Seni tanırım ben...

Resimlerinden tanırım seni ben,
Badanası dökülmüş duvarımda asılı duran..
Kırık çerçeve ve çatlak camın arkasındaki resimlerinden..!!
Sesinden tanırım seni ben,
Gaipten gelen ama yüreğimi dolduran ..
Az duymuşluğumun yanık hasretindeki yankılanan sesinden..
Gözlerinden tanırım seni ben..
Hiç görmediğim ama güneş gibi ışıltılı hayalini kurduğum..
Karamı, mavimi, yeşilmi, elamı olduğunu bilmediğim gözlerinden...
Teninden tanırım seni ben..
Dokunamadığım; ancak düşlerimde dokunmaya cesaret bulduğum..
Sıcaklığıyla beni yakan, kadifemsi yumaşak teninden..
Seni her halukarda tanırım ben...
Ne duvarımdaki kırık çerçeveli resimlerinden...
Ne kulaklarımdaki yanık hoş seda sesinden..
Ne ışıltılı gözlerinden...
Nede yumuşak teninden..
Ben seni benliğimdeki sen olduğun için tanırım...

Osman Taplamacı

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Kedilere özel uyarı!..

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.nothingisreal.com/girlfriend/
Türkçe çevirisini yapmadan vermeyi tercih ettiğim bir kısayol. ...Why don't I have a girlfriend? This is a question that practically every male has asked himself at one point or another in his life. Unfortunately, there is rarely a hard and fast answer to the query. Many guys try to reason their way through the dilemma nonetheless, often reaching a series of ridiculous explanations...

http://farfar.2038.com/cow3/live/DswMedia/demo.dcr
Bateri solo konseri vermeye hazırmısınız? Ben denedim ve çok hoşuma gitti. Soloyu başlatmak için isim ve mail adresi istiyor ama vermeden de programı deneyebiliyorsunuz. Bir de istediğiniz vuruşlar için çok fazla tıklama yerine, tek tek ve sakince seçim yapmanızı tavsiye ediyorum, program kilitlenebiliyor. İyi eğlenceler.

http://www.microprizes.com/mp45.htm
Lunaparklarda küçük ağızlı cam bardak veya vazoların içlerine pinpon topları atıp vadedilen hediyeleri almaya çalışırdık. İşin hediye kısmını hiç hatırlamasam da, o vazolara nasıl olurda top sokmayı beceremediğime hep şaşırmışımdır. Şimdilerde ne zaman lunapark'a gitsem hep o günleri hatırlarım ama bu yaşta karizmayı bozmamak için, tekrar denememeyi tercih ediyorum.

http://www.thehungersite.com/cgi-bin/WebObjects/CTDSites
Dünyadaki aç çocuklar için ne yapıyorsunuz? Sadece üzülmek yerine bu link'e tıklarsanız, her bir tıklama ile, sponsorlar sayesinde bir aç insanı doyurabiliyorsunuz. Anlamsız gibi görenler için not: "Ne kaybedersiniz?"

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


WSIE v0.7 [360k] W9x/2k/XP FREE
http://iehelpers.sourceforge.net/wsie/
Tarayıcınıza son derece kullanışlı kısayollar ekleyen bir program. Kendi içinde hazır olan kısayolları kullanabildiğiniz gibi, kendi kısayollarınızı da yaratabiliyorsunuz. Örneğin 'km' diyorsaunuz tak karşınızda 'Kahve Molası'. Deneyin seveceksiniz.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030924.asp
ISSN: 1303-8923
24 Eylül 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri