KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 357

 2 Ekim 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Bu kaçıncı maşrapa?!..


Merhabalar,

Elde olan olmayan, söylenebilen söylenemeyen bir sürü nedenden dolayı bugün sizlere seslenemiyeceğim. Affımı diler hepinize mutlu, huzurlu güleç bir gün dilerim.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

    Yukarı

Leyla Ayyıldız

 Yazı-Yorum : Leyla Ayyıldız


   AYNADAKİ AYNA

Yine başı zonkluyordu, hırıltı bir sesle uyuyordu yanındaki. Tavana ilişti gözü, badana üzerinde oluşmuş küflü desenlere... Sendeleyerek yataktan kalkmaya çalıştı. Yatağın karşısındaki aynaya yaklaştı. Pufun üzerine bir külçe gibi yığıldı. Fırçayı aldı, saçları üzerinde gezindirdi. Gözlerinin etrafındaki mor halkalara baktı, dudaklarının soluk rengine... Gözlerinin kenarındaki çizgileri dikkatle inceledi. Parmakları ile gözlerinin kenarına dokundu. En derin ve en belirgin olanı üzerinde bir kez daha gezindirdi parmaklarını. Yaklaştı aynaya... Yaklaştı... Biraz daha...

Haykırıyordu kızı, ‘Git başımdan, defol... görmek istemiyorum seni, git başımdan lanet olası, defol, defol diyorum sana’... Yine bir nöbet geçiriyordu, arkadaşları getirmişti hastaneye, onu aramış haber vermişlerdi. Üzerine ne bulduysa geçirmiş, hastaneye doğru koşmuştu. Titreyen, haykıran kızını izliyordu. Az sonra sesler azaldı. Hemşireler odadan çıktılar. Yatakta öylece yatan kızına baktı. Dağılmış saçlarına, titrer gibi kımıldayan dudaklarına... Ona yaklaştı... Ellerine dokundu, kollarına... Kollarındaki morluk ve yaralara... Saçlarının aralarında dolaştı parmakları. Ara ara sıçrayan bedenine baktı kızının. Zayıf, güçsüz bedenine... Uzun süre öylece kaldı yanında...

Banyoya doğru ilerledi. Eğildi, yüzüne bir kez daha su çarptı. Bir kez daha... Lavabonun kenarına tutunarak kafasını kaldırdı, bakışları ile karşılaştı. Aynaya yaklaştı, sanki çoktandır görmemişti... Daha da yaklaştı. Daha da... Biraz daha...

Bulaşık yıkıyordu, tabakların üzerindeki salça lekelerine takıldı gözü. İçerden gürültülü konuşmalar, ara ara yükselen kahkaha sesleri geliyordu. ‘Hala bitmedi mi bulaşık, cacık bekliyoruz’ diyen kocasının sesiyle sıçradı. Ensesinde rakının kokusunu hissederek... Buzdolabından salatalıkları çıkardı, bıçağı eline aldı. Kabuklarını soymaya başladı... Yine kahkaha sesleri geliyordu salondan. O sırada ince, acı bir sızı fark etti, eline baktı, kanıyordu. El bezini aldı, kanı durdurmaya çalıştı. Banyoya gitti. Elini musluktan akan suya tuttu. Başını kaldırdı, aynaya baktı, gözleriyle karşılaştı. Aynaya doğru biraz daha yaklaştı... Biraz, biraz daha... Biraz daha...

Annesi bağırıyordu babasına... ‘Okuyacak diyorum kızım sana, okuyacak, vermeyeceğim o koca adama kızımı... Bana çektirdiklerinizi çektirtmeyeceğim yavruma, vermeyeceğim diyorum...’ Babasının tokat sesini fark etti, yatağından sıçradı. Titriyordu... Seslerin kesilmesini bekledi... Usulca çıktı yatağından, bir hırsız hafifliğinde açtı odasının kapısını... Gözyaşlarını kolu ile sildi. Banyoya girdi. Lavaboya yaklaştı. Musluğu açtı, bir avuç suyu yüzüne çarptı. Aynaya baktı, gözlerine takıldı gözleri... Yaklaştı aynaya, yaklaştı... Biraz daha... Az daha...

Yemyeşil çimenlerin üzerinde, ılık ılık esen bir rüzgarla beyaz elbisesinin etekleri dans ederek, ip atlıyordu. Saçları uçuşuyordu... Minik yüreği hızlı hızlı çarparken şu şarkıyı mırıldanıyordu;

Yağacak yağmur,
Vuracak cama,
Yağmurun sesiyle uyanacağım,
Pencereyi açtığımda,
Gökkuşağını göreceğim.

Pencereyi açtığımda
Gökkuşağını göreceğim........

Leyla Ayyıldız
ayyildiz@kahveciyiz.biz

Yukarı

Rana Aslanbay

 Mektebişahane : Rana Aslanbay Aydın


   PORTRELER : SESSİZ GÜZELLİK

Bir kahvaltı masası, her türlü iştah açıcı yiyecekle donatılmış. İnce ince doğranmış çarliston biberler, iri yapraklı maydanozlar ve kıpkırmızı domateslerin yanında, içi tıka basa doldurulmuş mini tostlar, üstelik üzerleri davetkar bir biçimde kızarmış. Masanın hemen arkasında sıcacık yanmakta olan bir soba, adı da Şakir. Çaydanlığın fokurdama sesi bir yandan, soba maşasının üzerinde kızarmakta olan ekmek dilimleri diğer yandan koku ve ses olarak anılarıma yerleşmiş.

Onunla olan anılarımın baş rolünde hep kahvaltı sofraları var. Nasıl bir zevkle, nasıl bir özenle ve nasıl bir sevgiyle hazırlanır ki sıradan bir kahvaltı sofrası, bu denli anılarda yer eder.

5-6 yaşlarında küçücük bir çocukken hatırlamaya başlıyorum onu ve onun bana uzattığı rengarenk reçelli ekmek dilimlerini, hiç sevmediğim halde, nasıl da onun hatırı için, şevkatle bakan gözleri için yiyişimi. Korkuyorum yemem demeye, ya kırılırsa, ya gücenirse... Biliyorum, hissediyorum beni ne kadar sevdiğini, söylemeye çalıştıklarını anlamakta çok zorlanıyorum ama korkuyorum "anlamadım" demeye, ya üzülürse, ya o şefkatli bakışlarında hayal kırıklığı oluşursa birden...

Biraz daha büyüyorum, Anadolu Lisesi sınavlarını kazanıyorum, nasıl da gururlanıyor benimle. Sahaflarla tanışıyorum sayesinde. Bir yabancı dili yeni yeni öğrenmeye başladığım günlerde, Beyazıt'ta sahaflarda onun eline sıkı sıkı yapışmış ingilizce hikaye kitaplarına bakarken anımsıyorum kendimi. İncecik ciltler, iri harflerle yazılmış hikaye kitaplarımı hep o aldı bana. Hiç üşenmezdi buna, Kadıköy'den yola çıkıp, vapurla karşıya geçerken simit yerdik birlikte vapurda. Sonra otobüsle Beyazıt ve sahaflar. Mini kitaplarımı alır, üniversitenin karşısındaki çay bahçesinde birer çay içerdik, benimki çok şekerli tabii ama onunki de çok şekerli. O sevgili çocuk ruhunu taşıdı hep içinde. "Bir gün sen de üniversiteli olacaksın bak nasıl heybetli bir kapı değil mi?" derdi sanıyorum, tüm söylediklerini anlamazdım ama hissederdim. Belki de onun sayesinde kazandım bu isabetli tahmin yeteneğimi. Onun bana söyleyeceğini önceden bilip de onu üzmemek için.

Sonra daha da büyüdüm, lise, üniversite derken koca bir kız oldum ama o hep bana aynı sevgiyle aynı şevkatle baktı her zaman. Aynı kahvaltıları, aynı tostları hazırladı hep, özene bezene.

İlk işime yine onun harika kahvaltısıyla başladım, eve dönüşümde elinde tost ve çayla karşıladı beni hep. Evliliğe ilk adımı atarken de yanıbaşımdaydı sıcacık sevgisi, bebeğim doğduğunda da... Oğlumu da en az benim kadar sevdi, biliyorum. Yerlerde yuvarlandı onunla birlikte, ama hep sessiz sessiz.

O neşe dolu, o sevgi dolu, o içtenlik dolu harika adam ses tellerine gelen felcin esiri olmadı hiç bir zaman. Her gün Kadıköy pazarına alışverişe gitti, esnafın tuhaf bakışlarına hiç aldırmadan, içine kapanmadı hayata küsmedi hiç bir zaman. Çevresiyle irtibatını hiç kesmedi, anlaşılmamaktan yılmadı hiç bir zaman.

Harika insan rahat uyu, şimdi sen yoksun ama burada olsaydın söyleyeceklerini tahmin edebiliyorum yine. Seni hala çok seviyorum, güzellik dolu tontonum benim.

Rana Aslanbay Aydın
rana@kahveciyiz.biz

Yukarı

Tarkan İkizler

 Bir öyküm var anlatacak!.. : Tarkan İkizler


   KAR TANESİ

Daha şimdiden, soğuktan donmak üzere olan kulaklarını atkısıyla şapkasının üzerinden sıkı sıkı kapamıştı. Traktörün arkasına bağlı römorkta, karları küremişler kendilerine seçtikleri köşede iyice birbirlerine sokulmuşlardı. Kasabaya giden yol kısa olmasına karşın, kar yüzünden yolculuk, yürüyerek çok zordu. Elif'in babası bunu bildiği için, muhtarın Cemal'le ortak bir traktör tutup yola çıkmışlardı. Kasabaya vardıklarında ihtiyaçlarını almaya başlamışlardı, babası "Şimdi sıra en önemlisine geldi.... Kuş, evet, kuş" dedi, Elif doğru duymuştu. Köşeyi dönüp de caminin karşısına geçtiklerinde kuşçuyu gördüler...

Adam kalın paltosunun üstüne, içi kürklü deri yelek giymiş, kafasına da küçük kardeşininki gibi kırmızı-mavi kalın çizgili yün bir şapka takmıştı...

Adamın şapkası Elif'in komiğine gitti, kuşçu sanki bir yolunu bulup küçük kardeşinin şapkasını aşırmıştı...

Kuşçu, Elifin başını okşadı "Hoşgelmişsen küçük bacı"...

Elif gülümsedi...

Elif, at arabasının üstündeki kafeslerde duran kuşlara bakıyordu, acaba kuşlar da onun kadar üşüyorlar mıydı? Babası kuşçuyla konuşmaya başladı...

"Bak şimdi, bana öyle bir kuş vereceksin ki, taaa vilayette salsan geri gelecek haa ona göre. Bak, biz yabancı değiliz iyisinden seç, tam okulluk olsun..."
"Madem öyle, nah işte tam sana göre bir çift, çifti yüzbin lira olur"
"Yok iki tane fazla, hem de pahalı"
"E! Sen demedin mi, iyisinden olsun, taaa vilayetten bıraksan geri gelsin diye"
"Dedim amma..."
"Sen al bunları, al. Vilayetten tek başına benim kocakarı bile evi zor buluyor, değil ki tek başına bu kuş bulsun..."
"Çift mi olacak illaki?"
"Çift olacak tabii ya, erkeği alacan yanına, dişisini yuvada bırakacan, bırakacan ki erkek dişisine dönmek için evin yolunu bulsun..."

Gelirken bindikleri kırmızı traktör, caminin yanındaki yoldan göründü. Muhtarın Cemal, traktörün arkasında yerdeki çuvallardan bacaklarınla destek alıp, hiç bir yere tutunmadan, ayakta durmaya çalışıyordu. Kısa mesafeyi hızla katedip kuşçunun önünde sert bir frenle zor durdular. Yolun kenarından camiye giden yaşlılar, etrafa çamurlar sıçratan traktörün şoförüne "Burayı İstanbul belledin herhal!" diyerek, dik dik baktılar. Muhtarın Cemal traktörün arkasında düştüğü yerden kalkıp, Eliflerin yanına gelirken üstünü başını temizliyordu...

Elifin babası kuşçuya;
"İyi, olsun bakalım, yemleri senden ama" dedi.

Elifi kucağına alıp çuvalların üstüne oturttu babası. Elif'in elinde altıyla üstü tahtadan, tel kafes, minik yüzünde acımayla karışık bir gülümseme, yola koyuldular...

Elif ne yapıp edecek, gözünü dört açıp yolları ezberleyecekti. Yaz gelince büyük oğlanlarla birlikte kuşlarını azad edecekti...

Eve geldiklerinde annesi Elif'i baştan aşağı soydu, sıcak sıcak giyindirip sobanın yanında, yemeğini önüne koydu.

"Ah benim Elif'im büyümüşte, okulluk kuş mu bakarmış?"
"Yolları iyice belleyecem ana, her seferinde dolu kafesle gelecem"
"İnşallah Elif'im, İnşallah"
"Yazında Azad edecem, görürsün bak."
"İnşallah yavrum, yaza kadar abinde gelir nenenlerin yanından, beraber gidersiniz azada... Adları ne bunların?"
" 'Kar tanesi', şu beyaz olan... ötekideeee 'Kınalı' olsun..."
"Olsun yavrum, olsun. Kuşlar senin değil mi, adını da sen koyacan elbet"

Sabah oldu kalktılar, Elif'le babası kuşları sınamak için, kuşçunun dediği gibi dişisini kafeste tutup, erkek olanı, yani 'Kar tanesi'ni saldılar... Kar tanesi sanki bu evde doğup büyümüş gibi, evi tanıyıp geri geldi. Dişisinin yanında, kafesin etrafında dolanmaya başladı. Bir kaç kez daha denediler, Elif önce böyle bir şeye inanamamış, sonra alışıp, kuş geri geldikçe sevinip, hoplayıp zıplamaya, kendince oyunlar yapmaya başlamıştı.

Elif'in babası "Bunlar hep yakındandı, bir de uzaktan sınayalım" diye, 'Kar tanesi'ni aldı yanına. Dediğine göre, taaa köyün dışındaki ormanlıktan salmış kuşu 'Kar tanesi' yine bulmuştu evin yolunu. Kuşçunun dediği gibi "Her geri geldiğinde" yemlediler 'Kar tanesi'ni...

Babası "Yarın okula gidince de, sen sınayacan, hadi bakalım hayırlısı" dedi... Elif o gece rüyasında, sabaha kadar hep 'Kar tanesi'ni gördü, önünde, kolunu uzatsa tutacak kadar yakın, sağa-sola, yukarı-aşağı, oynaya oynaya, Elif'in etrafında döne döne, Elif'le birlikte okul yolunda eve dönüyorlardı...

Sabah olupta gün ışıyınca heyecanla kalktı yatağından Elif, çantasını hazırladı, annesinin çevirdiği çorbanın, iştah açan kokuları, evin içini sardı... Okul vaktine kadar zor sabretti Elif... Saatin küçük kolu, abisinin işaretlediği yere gelince sıkı sıkı giydirdi Elif'i annesi... Elif yola koyuldu, bir elinde üstü iple bağlı tahta çantası, bir elinde kafes, karlara bata çıka, düşe kalka okula vardı... Bütün çocuklar gibi o da, yakmak için, çantasında tezek getirmişti, üstünü başını çıkarmadan, çantasından tezeği çıkardı, sobanın yanında yığılı diğer tezeklerin üstüne koydu.

Çocuklar, Elif'in sırasına bıraktığı kafesinin etrafında toplanmış, ellerinde tuttukları kafeslerdeki kendi kuşlarıyla 'Kar tanesi'ni kıyaslıyorlardı...

Öğretmen gelince, bütün sınıf yerine geçti, derse başladılar... O gün de, ders bitiminde öğretmen, her zamanki gibi tek tek hepsini giydirdi, evlerine yolladı. Farklı olan tek şey, Elif'in 'Kar tanesi'ni sınayacak olmasıydı... İyice uzaklaşıp, okul görünmeyecek kadar küçülünce, açtı kafesin kapısını Elif, elinle şöyle bir okşadı 'Kar tanesi'ni "Haydi 'Kar tanesi' var git 'Kınalı'nın yanına" diye, avazı çıktığı kadar bağırdı uçan kuşun ardından... 'Kar tanesi' göz açıp kapayıncaya kadar, uçarak kayboldu karların üstünde... Elif her zamankinden daha hızlı, neredeyse koşa koşa düştü evinin yoluna... Annesi kapıya çıkmış, uzaktan görsün diye, elinde salladığı örtüyle, kızına müjdeyi veriyordu; 'Kar tanesi' evi bulmuştu...

Minik Elif'in sıcak evi ve güzel okulu arasındaki bu zorlu gidip gelmeler, böylece devam etti, taa ki aradan bir iki ay geçipte, havalar iyiden iyiye bozmaya başlayıncaya kadar. Artık kar sabah akşam dinlemiyor, saatli saatsiz hiç durmadan yağıyordu. Kar yağdıkça okula gidip gelmek zorlaşıyor, okula giderken bırakılan izler, okul dönüşü tamamen kayboluyordu. Elif, o gün yine erkenden kalktı, ahıra gitti, inekleri sağdı, sütü güğüme boşalttı. Annesinin ekmek pişirmesini bekledi çorbasını içti, kardeşinle oynadı, giyindi ve çantasını, kafesini alıp yola koyuldu.

Hava çok soğuktu tipi başlamadan okula varsa bile, dönerken yakalanacaktı, biliyordu, bugün sabahtan beri içinde bir korku vardı ama, kendine bile söylemeye cesaret edemiyordu. Binbir zorlukla okula vardı, bütün çocuklar onun gibi üzgündü, herkesin derdi aynıydı... Vakit ilerledi, dersler bitti, öğretmen sessizce sınıfı süzdü. Elinle, alnını saçlarına doğru sıvazlayıp, derin bir nefes aldı, sonra "Yamaçlılar, Öğütlüler, Kesenceliler beklesin" dedi, der demez de çocuklar hüngür hüngür ağlamaya başladı...
"Tamam çocuklar, tamam biliyorum, ben de çok üzülüyorum ama, yapacak başka bir şey yok. Zaten bunun için almadınız mı kuşları, yine alırsınız, hem de daha güzellerini." Öğretmen çocukları yatıştırmak için konuştukça çocuklar olacakları gözlerinin önüne getirip daha da üzülüyor, üzüldükçe daha da kuvvetli, hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı...

Yolu en uzak olan Elif çıktı önce bahçeye, kendi ellerinle teslim etti kafesi öğretmenine. Öğretmen küçük kafesin içine elini zorla soktu, tuttu 'Kar tanesini' iyice kavradı, elindeki bıçakla minik bir çentik attı kuşun bacaklarından birine, sonra attı havaya kuşu, Elif'e de "Üzülme, baharda telafi ederiz eksik derslerini, yarından sonra da havalar iyice açıncaya kadar gelme artık" dedi. Sarıldı öptü Elif'i "Haydi bakalım yolun uzun, kar kapamadan izleri, düş kuşun ardına, derslerini tekrar etmeyi unutma sakın" diye de tembih etti...

Elif 'Kar tanesi'nden damlayan kan izlerini kaybetmemek için, hızlı hızlı yürümeye başladı. Dört bir yanında, bembeyaz, uçsuz bucaksız ovalar vardı... Arkasına baktığında, okul artık görünmüyordu, evinin yolunu biliyordu ama, kardan, yolu görmek inkânsız hâle gelmişti, Nereye bakarsanız bakın her yer bembeyaz bir boşluktu. Elif'in aklı 'Kar tanesi'nde , 'Kar tanesi', 'Kar tanesi'... Bir eve varayım bak sana nasıl bakacağım, önce yaranı sarıp iyi edeceğim seni, sonra bol bol yem veririm, yeter ki sen ölme, azada gideceğiz senle, salacağım hem seni, hem kınalıyı. Söz sana yeter ki bir eve var sen, bakarsın nenemde iyileşir, abim de gelir bizlen o zaman azada...

Bir yandan da soğuk artıyor, rüzgâr şiddetleniyor, rüzgâr şiddetlendikçe soğuk artıyordu...Alışıktı böyle şeylere Elif ama, yine de kaybolma korkusu taşıyordu. Yoksa kurttan, kuştan korkmazdı o... Uluyan bu kurtların hiç birini görmüşlüğü olmasa da, kendisine ulaşan seslerin daha en başında sesin tonundan, kurdun ne kadar ve nasıl uluyacağını anlayabiliyordu. Sanki duvarın kenarından kendini biraz gösteren birinin, görünmeyen kısmını tahmin eder gibi, aklından sesleri tamamlıyordu. Sesler gittikçe yaklaşıyor, sesler yaklaştıkça, Elif karların içinde koşuyordu...

Ev görünmeye başladığında 'Kar tanesi'nin kan izleri de gittikçe kaybolmaya başlamıştı. Ter içinde sırılsıklam eve vardığında, kapıda, karların içinde, dizlerinin üstüne çökmüş vaziyette ağlayarak, Elif'i bekleyen annesi, Elif'i görünce iki avucunun içinde tuttuğu 'Kar tanesi'nin cansız bedenini yere bırakarak, kendisine koşan kızına sarıldı, artık ana kız birlikte ağlıyorlardı...

Tarkan İkizler
tarkan@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Misafir Kahveci : Nilay Bozok


SORUMLULUK NEDİR?

İnsanlar doğdukları an insan olmanın bir gereği olarak bir çok sorumluluğu yerine getirmekle görevli ve bu sorumlulukları yerine getirebilecek güçle donanımlı olarak doğar. İnsanoğluna dünyayı etkileme, değiştirme, geliştirme misyonu tanrı tarafından verilmiştir ve sahip olduğumuz gücü iyi yada kötü yönde kullanmak da bizim elimizdedir. Sorumluluklarımıza şöyle bir baktığımızda iyi bir evlat olmak, iyi bir öğrenci, iyi bir arkadaş , iyi bir çalışan, iyi bir eş, iyi bir anne baba, sonra iyi bir vatandaş nitekim varoluş amacımıza uygun olarak insan gibi insan olmaktır temel sorumluluklarımız.

İyi bir ebeveyn olmak sadece onu büyütmek masraflarını karşılamak okutmak demek değildir. Sorumlu olduğumuz çocuğun kendi kişisel gelişimini destekleyecek geliştirecek yönde eğitmeli dünyadaki en önemli besin kaynağı olan sevgi ile onu beslemeliyiz. Bireyin sağlıklı bir ortamda yetişmesi sorumluluklarının farkında olan ve bunları yerine getirmeye istekli bir kişi olması yönünde en büyük etkidir. Ebeveynin en büyük sorumluluğudur sevgi. Sevgiyle büyüyen, düşünmesi, kendini ifade etmesi engellenmeyen, bir hata yaptığında eline vurulmayan insan öncelikle kendini sever sonra çevresindeki insanları, ülkesini ve nitekim dünyayı sevgiyle kucaklar ve ilgilendiği her konuda üretken ve yaratıcı olur.

Çok büyük icatlar yapan bir profesöre bütün bunları nasıl başardığı sorulduğunda kendisinin diğer insanlardan farklı yada daha zeki olmadığını sadece sevgi dolu bir evde yetiştiği, başarılarının ödüllendirildiği ve henüz yapmaya muktedir olmadığı işleri yaparken, bilinçsizce ortaya çıkan hatalarında kızılmadan sadece gülümseyerek doğru olanların gösterildiğiydi verdiği cevabı.. Ve ortaya müthiş icatların yaratıcısı bir insan çıkmıştı. Bana göre yukarda saydığım iyi kelimesiyle başlayan diğer tüm sorumluluk alanları bu temel atılarak ortaya çıkabilir. Evet günümüzde böyle keskin bir rekabetin olduğu iş dünyasında firmaların ihtiyacı olan insanlardır bunlar. Kişisel kıskançlıklardan, şiddetli ihtiraslardan ,hırslardan uzak yaptığı işin en iyisini yapma çabasında, yaratıcı, iletişimi güçlü insanlardır. Bana göre böyle çalışanlara sahip bir firma hem bugüne hemde geleceğe güvenle bakabilir. Her konuda değişimin çok hızla geliştiği bu yüzyılda, sorumluluklarının bilincinde, değişime direnç göstermeyen, kolaylıkla adapte olabilen insanların varlığı çok önemlidir.

Teknolojinin ve küreselleşmenin bir sonucu olarak hızla gelişen değişen dünyada bizimde bu değişime ayak uydurmak zorunda olduğumuz yadsınamaz bir gerçektir. Önceden devasa bir büyüklük olarak algıladığımız dünya artık küresel bir köy niteliği kazanmıştır. Bu değişim her konuda kendini göstermekte ve hayatımızın her alanında etkili olmaktadır. Dünya dönerek ikibininci yıllarda ilerlerken hem vatandaşlar olarak bizler hem de iş dünyası nelerin bizi beklediğini tahmin edemiyoruz.

Değişimin kendini gösterdiği en belirgin alanlardan biride ekonomidir. Gelişmiş ülkelerde eski ve yeni ekonomi olarak iki farklı ifadenin kullanıldığı ekonomi bilimi her geçen gün kapsadığı konular olsun içerdiği kavramlar olsun değişimin en çok hissedildiği bilim dallarından biridir. Yeni ekonomi değeri; sadece ürün üreten firmadan alıp, çözüm üreten düşük maliyette yüksek müşteri tatmini sağlayan firmalara veriyor. Şirket evlenmelerinin arttığı, tek gecede şubelerin açıldığı çoğu işin elektronik cihazlara kaldığı, girişimci ruhuna sahip kişilerin hızla yayıldığı yeni ekonomi değişime duyarsız olan firmalar için büyük bir tehlike arz etmektedir. Böyle bir rekabet ortamında firmaları bu anlayış ve algılayış düzleminde oluşturacak ve yaşatacak insanlar, doğdukları andan itibaren sorumluluklarının bilincine vararak büyüyen gelişen insanlardır.

Hayatta hiçbir şey için geç kalındığına inanmayan biri olarak söylemek istediğim son şey ; ülkesine çevresine duyarlı bir şekilde, sorumlu olduğu alanları, insanları en iyi şekilde geliştirme ve yetiştirme amacını hedef alarak yaşamamızdır.

Nilay Bozok

Yukarı

 Şifacı Kahveci : Ayşe Nur Doksat


ÇETREFİL

Beni izliyorum. Beni izlerken seni izliyorum. Beni, seni izlerken bizi, sizi gözlüyorum. Bizi, sizi gözlerken bize, size söz ediyorum. Ben sen diyorum. Sen ben diyorsun. Ben sen derken seni, beni çiziyorum. Sen ben derken beni, seni diziyorsun. Geriye bir o kalıyor. Bir o kalmakla kalsa iyi, binbir o vardır odan içeri.

Mesele eseledi beseledi, unu eledi, eleği ipe serdi. Seri göğe erdi. Er elden ele, el dilden dile, dil selden sele üflendi. Sel selintiye, selinti çisentiye, çisenti çiçeğe esinledi. Beş hal esti esti nağmelendi.

Yok, bu böyle olmayacak. Diyeyim derken aşırıya kaçacak. Kaçan dolu dizgin taşacak. Taşan tamzaraya duracak.

"Söyleyesi bir keleci bulımaz" *

İnsanlık ben, sen, o, biz, siz ve onlardan oluşan bir varlıktır. İnsanlığı çetrefilleştiren ben, sen, o, biz, siz ve onlardır. İnsanlığa dair ne varsa insanın kendi içindedir. İnsanlıkta insanın insana söylemesi elzemdir. İnsanlıktan umulan tek mükemmel şey halli halidir.

"Kaldı aciz neylesin bilimez" *

Bir ben vardır beni bana düşüren bende benden.
Bir sen vardır seni sana düşüren sende senden.
Bir o vardır onu ona düşüren onda ondan.
Bir biz vardır bizi bize düşüren bizde bizden.
Bir siz vardır sizi size düşüren sizde sizden.
Bir onlar vardır onları onlara düşüren onlarda onlardan.

Nafile.

"Vara vara vardık hamama
Çaldık kapıyı girdik hamama
O bana dedi ki
Ben ona dedim ki
Hadi neyse uzatmayalım
Vara vara vardık hamama
Çaldık kapıyı girdik hamama
O bana dedi ki
Ben ona dedim ki
Hadi neyse uzatmayalım
Vara vara... " **

* Garibname (keleci: sözcük)
** İlkokul birinci sınıfta (1967), Adapazarı'nda izlediğim bir tiyatro oyunundan aklımda kalmıştır. Maalesef ne oyun yazarını ne de oynayan tiyatroyu hatırlayabiliyorum.

ANur
anur@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_174.asp

Devamı var

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.753 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


UMUTTU İSTEDİĞİM

Ben sana, beni sev demedim!
Ben sana, gel beni avut demedim!
İstediğim yalnızca umuttu...
Gökteki yıldızları istemedim ki ben senden
Bana güneşin özgürlüğünü ver demedim!
Denizin coşkusunu, hırsını istemedim!
Yalnızca, biraz umuttu istediğim...

Sula Özpromodos

<#><#><#><#><#><#><#>

YALNIZLIĞIN DUDAĞINDAKİ TEBESSÜM

Hüznün o en gri yerinde yaşadım seni.
Orda hep başı eğik umutlar vardı
Çölün derin suları kadar imkansızdı gözlerin
Alabildiğine sığdırdım içime o amansız yalnızlığı
Çünkü orda yıllarım vardı...
Oysa zaman dediğin neydi ki?
O geçmek bilmeyen gecelerin kuytuluğunu yutan zaman
Seni bana getirmedi
Öyle çok bekledim ki seni...
Sonunda içimdeki sen tükendi.
Ve anladım ki sen
Denizde yanan ateşler kadar zamansız
Yalnızlığın dudağındaki tebessüm kadar imkansızsın...

Sula Özpromodos

Yukarı

 Biraz Gülümseyin


KOCA PİŞİRME REHBERİ

Kocaların çoğu pişirilme sürecinde "yanlış işlem" gördüklerinden yumuşaklıklarını ve iyi niteliklerini kaybederek bozulurlar. Gerçek odur ki, bazı kadınlar onları sıcak suda haşlıyarak, bazıları ilgisizlikleriyle dondurarak, bazılarıda basıp, ezip turşusunu kurarak ve yine kimileri de savurganca harcayarak bozulmalarına neden olurlar.

Özenilerek hazırlanan her kocanın iyi ve yumuşak olacağı söylenemez. Ancak iyi pişirilenin gerçekten tadına doyum olmaz. Koca seçiminde ne lüferin alımındaki gümüş pırıltısı, ne barbunyanın altın yaldız görünümü geçerlidir. Bunun için çarşı pazar dolaşmaya da gerek yoktur. Genellikle en iyileri kapınızın önüne gelenlerdir.

Beğeninin kişisel olduğunu düşünerek koca seçimini yalnızca kendiniz yapınız. Kendiniz sabırla pişiremeyecekseniz almaktan vazgeçiniz. Kocayı pişirmek için en iyisi porselen bir kap ise de, elinizde toprakçanaktan başkası yoksa özenle kullanıldığında aynı işi görebilir. Kocalar da karides ve istakoz gibi canlı pişirilirler. Bazen pişerken tencerenin dışına taşıp yanabilir yada kenarları sertleşerek kabuk tutabilirler. Onları tencerelerinde tutmak için "görev duygusu" adlı zayıf iplikten çok "huzur" adlı sağlam sicimle sıkı sıkıya bağlanmalıdır.

Sevgi, sıcaklık ve neşeden oluşan sürekli bir ateş yakılır. Kişiliğinde uygun bir ısıya ayarlanarak ateşe oturtulur. Köpürerek taşması halinde kaygılanılmamalıdır. Pek çoğu iyice pişinceye kadar sık sık köpürebilir.

Özellikle sirke ve karabiber yerine tatlıcıların "öpücük" adı altında sattıkları şekerden biraz konulabilir. Tadına bakarken hoşgörü, iyimserlik ve neşe benzeri baharatdan birer tutam katmanız önerilir.

Ancak bunlar diger baharatlar gibi azar azar ve dikkatlice kullanılmalıdır. Yumuşaklığını kontrol ederken sertleşmesinden kaçınılmalıdır. Fazla yayılmasını ve kabın dibine oturarak işe yaramaz hale gelmesini önlemek için arada bir hafifçe karıştırılmalıdır. Kıvama geldiğini anlamamak olanaksızdır.

Böyle pişirildiği zaman size çok uygun ve sindirilmesi kolay olacaktır. Dikkatsizlik nedeniyle ev ateşini soğutmazsanız, bozulmadan istediğiniz süre dayanır. Bu yolda hazırlanmış "koca" mutlu bir ömür boyunca tadını korur!

(Bu yazı 1800 yıllarında basılmış bir yemek kitabının ön sözünden alınmıştır.)

<#><#><#><#><#><#><#>



Tam bize göre. Ha yarım saat ha 1 saat gelmişler ne farkeder?
Kalan canlar bizimdir:-))

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.wired.com/animation/collection/dusan_kastelic/perk/
İşte sizlere tam anlamıyla eğlencelik bir animasyon, hatta bir video klip. İnternet bağlantı hızınıza göre seçim yapıyor ve gelecek olan süper animasyonu zevkle seyrediyorsunuz.

http://www.fotopt.net/uk/
Portekizden fotoğraflar. Çalışmalar hiç fena değil; yani görülmeye değer. Özellikle resim galerisindeki, "historical moments" kısmını tavsiye ediyorum.

http://matchhouse.narod.ru/
İlkokul'a giderken öğrenmiştim, kibrit çöplerinden ev yapmayı. Daha doğrusu önce mukavva kullanarak ev yapmayı, daha sonra da üzerini kibrit çöpleriyle kaplamayı. Bahçesine yeşil orlon iplikle çimen yapmayı da öğrenmiştik o yaşlarda. Bu işin farklı teknikleri olabileceği hiç aklıma gelmezdi o zamanlarda...

http://www.boerke.be/game/game.html
Kısayolunu verdiğim oyun için iki yorum yapacağım. Öncelikle eline tüfek almış ve cinnet geçiren bir şahıs ne yapar merak ediyorsanız tam size göre bir oyun. İkincisi ve en garip olanı ise fon müziği. Ekranda ne yaptığınızı bilmeyen biri sadece bu müziği duysa, sanırım müzik zevkinizden dolayı sizi tebrik eder. Sürpriz sonuç sizi bekliyor.

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


PIXresizer v1.0.4 [2.8M] W98/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=107077
Resimlerinizi web'e ve email ile yollanmaya uygun hale getirmeye yarayan güzel bir program. Boyut değiştirmekten sıkıştırma oranları değiştirmeye ve değişik formatlara dönüştürmeye kadar pek çok işlevi kolayca yapabiliyorsunuz. Özellikle dijital fotoğraf makinesi sahiplerine şiddetle tavsiye olunur.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20031002.asp
ISSN: 1303-8923
2 Ekim 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri