KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 371

 22 Ekim 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Yaklaşabilsem sürücem elimi...


Merhabalar,

Geçen hafta kurultaydan sonra 'Allahın sevgili kulu' diye bir yazı yazmış, bazı kahvecilerin kızgın oklarına mazhar olmuştum. Haksız mıyım ama yahu? Baksanıza olanlara... Beybaba istedi, geçirmezsen yok sana para dedi ve tezkere geçti. Beybaba sevindi, biz köpürdük. Allahın sevgili kulu 'n'apsaydık yani' dedi. Sağa mı gidelim sola mı? Ortada kuyu var yandan mı geçelim? derken ev sahiplerinden yükselen 'istemezük' sesleri ayyuka çıktı. Beybaba ne halt edeceğini şaşırdı. Mehmetçik gelecek dertler bitecekten, gelirlerse burnumuz ..ktan kurtulmayacak galibaya yatay geçiş yapmak zorunda kaldılar. Yaklaşan Ramazanla birlikte yakalandıkları nezlenin gribe hatta zatürreye çevirme olasılığı karşısında tek umutları olan mehmetçikten vazgeçme zorunluluğu ile karşı karşıyayalar. Başlamışlar Conilere dini eğitim vermeye. Aralarında henüz Kuranı tanımayanlar olduğu varsayılırsa işleri bir hayli zor olacağa benzer. Beybabamız Bushumuz elinde tarak saçını bir o yana bir bu yana tarar, tarağa takılan saçlarını yolarken benim Allahın sevgili kulu başbakanım yüzünde açan gül gülücükleri saklamak için kas egzersizleri yapmakla meşgul. Nasıl yapmasın, koyverse zevten dörtköşe suratı bushumuzun kulağına felan gidecek mazallah. O zamanda ayıkla pirincin taşını. 'Ben hazırım, sen istemiyorsun, anlamam sökül paraları' derken suratının alacağı muzur tavır herşeyin sonu olabilir Allah korusun. Şans, kader, kısmet herşey adamın karizmasında mevcut. Mangır sevdasına asker yollama kararı al, sonra adam senin askeri istemesin, sen de hem paraya kon hem de asker yollama. Çizilen karizmaya lazer tedavisi gibi vallahi. Buna bizim memlekette adlı adınca deve şansı derler, deve. Bir yanına yaklaşabilsem sürücem elimi kolumu biryerlerine. Bakarsın şu benim düztabanlığa bir çare olur da bende yırtarım.

Bir kere çizilen karizmayı yamadılarya bu seferde 'ufak at civcivler yesin saz grubu' konsere gecikmeden başladı. Sekizbuçuktan vazgeçebilirlermiş... Bababah... Hangi makamda vazgeçebilirsiniz acaba? Nihavent? Kürdili hicazkar? Atmayın yahu... Neden, nasıl vazgeçiyorsunuz? Sanki alacağınız para memlekete gelipte bir işe yarayacak. O para şimdiden bütçeye irat kaydedilerek, ben yiyemedim sen ye hesabına kaydolmadı mı? Vazgeçeceklermiş. Hohoyytt.... Ama bu şans bunlarda olduğu sürece, o kredi hibeye de dönüşür, onsekizbuçuğa da çıkar, görürsünüz. Şimdi merakla 29 Ekim resepsiyonunundan nasıl bir fayda elde edecekler diye bekliyorum. Hoş ettiler bile. Devletin zirvesi zırvalayıp iki ayrı davetiye sipariş edince, eşli geleceklerle eşsiz gelecekler ortak tavır koyma konusunda anlaşmışlar. Rivayete göre, eşli gelecekler aile çay bahçesinde misafir edilirken, eşsiz gelecekler girişte kapı yanına hazırlanacak 'saplar bölümü'ne alınacaklarmış. Ortak tavır gereği, eşliler eşlerini çay bahçesinde bırakıp sapların safına katılacak ve hepberaber 'En büyük Cumhuriyet, başka büyük yok!' diye bağıracaklarmış. Haydi hayırlısı...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Yukarı

Tarkan İkizler

 Bir öyküm var anlatacak!.. : Tarkan İkizler


   KURTULMAK İÇİN

-----------Bugün / İlhan---------

Buradakiler, yıllar önce dereye yakın minik bir yamacı, mezarlık olarak ayırmışlardı ama mezarlık gecekondu semtindeki insanların fakirliği ve bakımsızlığı yüzünden hastalıklı bir vücutta genişleyerek, tüm bedeni ele geçirmeye çalışan kanser gibi, bütün insanları ele geçirmek istercesine yayılıp duruyordu...

Küçük mezarlığa ayrılan alan gittikçe büyümüş, çok önceleri de oturduğu apartmanın duvarına kadar dayanmıştı... Bu yüzden bekâr olmasına rağmen hiç sorun çıkarmadan düşük bir kirayla evi hemen vermişlerdi...

Buraya taşındığı ilk günlerdeki gibi olsaydı, bu mezarlığın yanından geçer, şöyle bir alışkanlıkla taşların üzerini okur, yorgun bedenine bir de üzüntüyle karışık belirsiz sıkıntılar ekleyerek eve ulaşırdı. Oysa şimdi mezarlığa her baktığında aklına sadece tavuklar geliyor ve gözünün önünde o günkü manzara canlandıkça ister istemez gülümsüyordu...

Gece vardiyasında öylesine yorulmuştu ki, ayağını kaldırıp kendini her ileri atışında sanki kaldırdığı ayağını ileriye atmıyordu da, yere basan ayağının altıyla dünyayı itiyordu...

Merdivenleri çıktı, mavi boyalı, uyduruk demir kapıyı açıp içeri girdi. İttiği kapının kapanmasıyla aynı anda ceketini çıkarıp yere attı...

Duvarları boydan boya fayansla kaplı banyoya girdi. Aynada kendine baktı ve kendisini hiç beğenmedi. Aynadaki görüntüsünün de arkasında, kendi arkasındaki duvarlarda duran fayanslar görünüyordu. Resim derslerinde, kağıtları karelere bölerek çalışan, yeni öğrencilerin kağıtlarındaki gibi, karelerin arasında yamuk yumuk bir yüz duruyordu, bu kendiydi ve hiç beğenmemişti. Hayatındaki her şey ne kadar tersti; herkes sabah kalktıktan sonra elini yüzünü yıkardı , o ise sabah yatmadan önce.

Bir süre daha böyle yaşamaya mecburdu, gündüzleri görünmemek için geceleri çalışmak zorundaydı... Yatak odasındaki dağınıklık, akşam nasıl bıraktıysa öyle duruyordu. Divanın öbür ucundaki bir şeye uzanırcasına, kendini yatağın üzerine bırakıverdi. Bu gün 21 Eylül'dü "yedi ay olmuş" diye düşündü. "Katkı olsun" diye bitişikteki eve kurulan halı tezgâhının sesi, taşta sürüklenen kazanın, itilince duvara çarpması gibi, kafasının içinde, bir o yana, bir bu yana gidip geliyordu...

Uyumaya çalışırken, kendini süslü kadife kutuların içine kaplanmış aynalar gibi çok yalnız hissetti, kendinden başka kimse, kendini göremiyordu... Az kalmıştı... Kağıdı alınca bunların hepsi bitecekti, her şey Atıf beye bağlıydı artık...

İşte o zaman, hiçbir şey yapmak zorunda kalmayacaktı. Bu iğrenç evi de, bu iğrenç semti de, işini de, okulunu da her şeyi geride bırakarak kurtulacaktı buralardan. Buraya ait ne varsa unutup gidecekti, bir tek o'nu unutması mümkün değildi.

İnsan kandırıldığını anlasa bile aşk unutulmuyordu...
Uykuya daldı... Boş bir arazide her yer tavuklarla kaplıydı... Ortalarında bir yerde Pervin gülerek ona bakıyordu, "Demek ben ne dersem, ama ne istersem yaparsın ha? Demek beni bu kadar çok seviyorsun? Şimdi de hepsini yakalar mısın benim için?"

-----------Üç ay önce / Avukat Atıf bey'in bürosu ---------

Babasının okuldan arkadaşı, Atıf bey, iyi bir avukattı.
"Tek yol bu, başka kurtuluşun yok." diyor, başka birşey demiyordu...
"Kaza falan desek?"
"Haydi üçü, beşi kaza, ellisinin de kaza olduğuna kim inanır?"
"Nasıl olur? Sonra nasıl yaşarım o halde?"
"Orasını yaparken düşünecektin. Hadi hadi üzme kendini, kim bilecek bizden başka? Babanın hatırı var, yoksa, asla böyle bir işe girmem, istedikleri tazminatı ömür boyu çalışsan veremezsin. Dua et sen, karşımızdakiler öyle çok kuvvetli değiller... Aman, bu arada sakın fazla ortalarda görünme, yapabiliyorsan geceleri çalış, hatta işe bile gidip gelme. Kağıdı alınca çeker gidersin buralardan... Dayan biraz, hastanede tanıdıklarım var, en fazla bir, iki ay sürer"
"İki ay nasıl beklerim, şimdi alamaz mıyız?"
"Öyle bildiğin gibi kolay değil bu işler, başhekimi bulacağız, derdimizi anlatacağız, böyle böyle olmuş, sırf sevdiği kız 'madem beni çok seviyorsun, ben ne istesem yapar mısın?' dediği için olmuş, gençtir, bir yardım edin artık, kandırmışlar bir kere, sizin sayenizde kurtulsun bu işten, biz de yarın öbürgün size lazım oluruz diyeceğiz. Dur bakalım bir sen, bekle biraz, hem kocaman adamsın, nasıl kalkar da küçük bir çocuk gibi, sırf bir kız 'yapar mısın?' dedi diye, çiftlikteki bütün tavukları serbest bırakırsın?"
"O sadece 'sırf bir kız' değil, çok seviyordum, gözüm hiçbir şeyi görmüyordu."
"İyi o zaman, madem şimdi gözün bir şeyleri görüyor, iyice anlaman lazım, o kağıdı almadan kurtulamazsın mahkemeden, bu senin iyiliğin için...

-----------Dört ay önce / İlhan'ın babası---------

"İt sıpası, ben seni oku diye göndermedim mi buraya?"
Babası bağırıyor, İlhan başını önüne eğmiş, dinliyordu...
"Sen yurttan taşın, ev tut, bir de sevgili, ooooh, böyle bir okul varsa beni de, yazdırın, ulan biz şimdi nasıl veririz onbin tavuğun parasını?"
"Onbin değil, yedibin"
"Başlatma şimdi yedine de onuna da... İnanamıyorum, sen nasıl böyle birşey yaparsın?"
"Ben de bilmiyorum işte, oldu bir kere"
"Oldu bir kere ha? Ulan benim salak oğlum nasıl böyle bir şeye kanarsın?"
'Yapar mısın?' dedi, yaptım."
"İyi ..k yedin... Karı seni daha ilk gün gözüne kestirmiş, daha şurda iki günde ben anladım, sen nasıl anlamadın ulan? Bu kadar mı safsın oğlum sen?.. Bütün kabahat ananda, ama ben ona dedim, girer bir karı kız bunun aklına, bilmez bizimki böyle şeyleri, daha ilk kuyruk sallayanın peşine düşer, kandırırlar, ama yok illa onun dediği olacak ya, ne bakıyorsun, na, anan orada inanmıyorsan aç telefonu sor. Dedi mi babam demedi mi de, de bakalım ne diyecek?

Yarın adam gibi giyin avukat geliyor, erkenden onun yanına gideceğiz, bana anlattıklarının hepsini ona da anlat, bir bir, hiç birini atlamadan, pastanede tanıştık, önce bana yaklaştı arkadaş oldu, aşık etti, yattık kalktık, beni kullandı, sonra ne isterse yaptırdı de... De de, ne salak olduğunu o da anlasın, acır da belki yardım eder, bulur bir şeyler..."
"Onların da tavuk çiftliği varmış, bunlar onların rakibiymiş bütün bunları nereden bilebilirdim baba? Ben de inanamadım ilk önce"

-----------Beş ay önce / Çiftlik---------

"Alo? Alo..."
"Buyrun alo... Ben bekçi ipraam"
"Altın kanat çiftliği değil mi orası?
"He! Altın ganat, ne vardı?"
"Bizim geciken bir siparişimiz vardı, müdüre bağlayabilir misiniz?"
"Bağlayaman, müdür bey yoğlar"
"İyi o zaman başka birini verin"
"Veremen, benden başkası yok."
"Bizim siparişler ne olacak beyfendi?"
"Valla sizin sipanişleri, yakalıyolar"
"Yakalıyorlar mı? Nerede yakalıyorlar?"
"Mezarlıkta"
"Ne? Hastalık mı sardı tavuklara?
"Yok beyim, firar ettiler, mezarlık yeşil ya, en çoğu oraya kaçmış"
"Mezarlığa mı kaçmış?"
"He valla, hem bizim çiftlikteki perisonel, hem yandaki pavrikanın gececileri, bütün ahali tavuk peşinde, geçenlerde itin biri bütün kapıları açıp tavukları toptan salmış, dağ taş tavuk oldu buralar, topla topla bitmiyor...
"Görüp durduran olmadı mı, bekçi yok muymuş orada?"
"Biz neciyiz beyim? Her daim vazifemin başındaaaa, bööööyle..."
"E! Sen niye görmedin?"
"Borç namazım vardı beyim, naapalım, namaz da mı kılmayaydık"
"Biz ne yapacağız şimdi, parasını da göndermiştik"
"Valla yakınsan atla arabaya gel, sen de topla..."
"Mezarlıktan alınan tavuk yenir mi artık, millet bir duyarsa..."
"Duymayan kaldımı ki, bütün mahalle kar yağmış gibi, bembayaz ortalık"

-----------Bugün / İlhan---------

Çok uzun zamandır çalan zili nihayet duymuştu. Aceleyle terden sırılsıklam olan gömleğini çıkardı.
"Geldim, bir dakika..."
"Merhaba. Bunu Avukat Atıf bey yolladı, fotokopiymiş, onda da bir tane kalsın, bakarsın lazım olur dedi..."
"Sağol"
Kapıyı kapadı, kağıdı okudu...Bir sigara yaktı...
Kendi kendine düşünmeye başladı....
Çocukken, arkadaşlarımızla yapacak hiç birşey bulamayınca, bir kağıda "kaçın delidir" yazar, sırayla içimizden birini seçer, sonra sokaktan geçenlerden, en masum görüneni gözümüze kestirip, kağıdı zorla eline sıkıştırırdık, adam neye uğradığını anlamadan "hebelebelebe" diye bağırıp kaçardık.

Bu küçük oyun bitip, biraraya geldiğimizde, adamın kağıdı açınca suratının nasıl olduğunu birbirimize anlatıp, deli gibi gülerdik....

Pervin burada olsaydın da yüzümü görüp gülseydin...
Yıllar sonra o kağıt dönüp dolaşıp benim elime geri geldi... Hem de resmen...

"Akli dengesi yerinde olmadığından, cezai ehliyetten muaftır..."

Tarkan İkizler
tarkan@kahveciyiz.biz

Yukarı

 PITIRCIK : Pınar Uslu


TOPALLADIĞINDA DUDAĞIM

Dünya olanca hızıyla dönüyor. Umurunda bile değilim. Toprağımı yadırgıyorum buralarda. Kanıksanmış, kabule yaltaklanmış yaşamlar hak ettiği küfrü yiyor benden.

Acil durumlarda kırılabilecek camekanlar olmadı hayatımda. Peki ya simdi ? Topalladığında dudağım, anlamalıydım beni sevmediğini.

Yoksunluğumun bilmem kaçıncı günü bugün. Senden ıradıkça korkunun eli ensemde. Dışarısı ayaz... Ruhum kırağıya çalıyor, kendi adımını unutmuş. Kendi yerinden kovulmuş sanki.

Gerçeğin yansıması hayaline vurduğunda sesini yüreğime sermiştin çoktan.

Üstüme çöken bu sessizliğin gülümseyişinin sonuna rastgeldiğini bilmeliydim.

Karnımda kıpırdanan bir hayata döndüm yüzümü ben de .Sancısını mavi sandım, güldüm. Mutlu olduğunda gözlerime akan maviydi teninin rengi, unutmadım gülüm.

Ölgün ruh nasıl sevilirdi ki aşkın oynak kokusu burnunda tüterken? Yakarıya kilitlenmiş dişlerimi gıcırdatırken sus dedin. Sus-tum.

Bende kaldıkça çoğalan bir ıssızlık gibi yazdıklarım. Şimdi onu sana verme zamanı. Okuduğunda bu günlüğüne, bir günlüğüne, beni unuttuğunu hatırlaman için.

Bilerek yaşadığın yazgına ağıtlar yakma. Askıda kalmış sevda sözlerimin;
rüzgara konuşan yapraklarda titrediğini düşün. Düşündüğünde gülümse.

Gülümsediğinde sus.

Şubattı 2003

Pınar Uslu
pitircik@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Rengarenk: Tuba Çiçek


İSTATİSTİK VE ESTETİK AYAR MESELESİ

İsviçre'de yapılan bir çalışmaya göre, evlenmeden önce flört dönemi yaşamayan çiftlerin evlilikleri, flört yaşayanlara göre daha uzun sürüyormuş. Bak sen şu işe! Bu araştırmacıların çalışma sonuçlarına göre hayatımızı yönlendirirsek, işimiz var.

Araştırmayı yapanlar bir de reçete sunuyorlar: Uzun süreli bir evlilik için flörtten uzak durulacakmış. Yani yıllardır yanlış diye bildiğimiz "görücü usulü ile evlenme" yöntemine geri mi döneceğiz? Peki aşk ne olacak?

Eyvallah istatistik bilimi de sevdiğimiz, etinden, sütünden faydalandığımız bir bilimdir. Ama bu kadar bilimsellik adamı yorar yahu! Bırakın yaşam doğaçlama sürsün, her bir haltın da istatistiği olmaz ki? Hele aşk bu kadar istatistiki veriyi, ilgiyi, bilgiyi, ıvırı, zıvırı hiç kaldırmaz.

Asıl benim merak ettiğim, bu araştırma sonuçlarına göre kendine ayar veren birileri var mı? Varsa bu birileri hakikaten mutlu mu? Yoksa da bu adamlar ve çalışmaları ne işe yarar? Ayrıca bu adamlar yaptıkları araştırmaları kendi yaşamlarında uyguluyorlar mı? Yoksa kötü bir evliliğin ardından kafayı sıyırıp "Ben şu evlilik kurumunun bir istatistiğini çıkarayım" deyip mi bu işe soyundular?

* * *
Bazıları yaşamı gereğinden fazla ciddiye alır ve bilimsel gerçeklere göre yaşamını idame ettirir. Doğrusu ben hiç bir zaman hayatı bu kadar ciddiye alamadım. Aman her şey mükemmel olsun, ideal bir eş, ideal bir vatandaş, ideal bir evlat olayım; sürekli kendimi geliştireyim, hep seviyeli işler yapayım, okuya okuya gözlerimi bozayım; etik, idealizm, bilimsel kaygılar, toplumsal yargılar, hebidi, hübüdü gibi çok ciddi meselelere fazla bulaşmadan yaşadım, yaşayacağım. Kendi çapımda benim de bir etik anlayışım, bir takım düsturularım vardır ama her an bozulabilirler ve duruma göre esneyebilirler.

Tamam, arada bir böyle deliler ve idealizmin doruklarına tırmanmaktan usanmayanlar da lazım bu dünyaya ama herkesten böyle olmasını beklemeyin. Mesela benim bu konuda hiç şansım yok. Ümidinizi kesin benden.

Benim aşiretin (beş kişilik kızlar / kankalar korosu) ben hariç diğer üyelerinde vardır mesela hayatı ciddiye alma ve idealizmle kırıştırma durumları. Onlar öyle pop müzik felan dinlemezler mesela benim gibi.. Efendime söyleyeyim, bir araya geldiğimizde ben bara saza gidelim diye tuttururken, onlar sinemaya tiyatroya gidelim diye ısrar ederler.. Filmleri, oyunları, seminerleri, festivalleri felan hiç kaçırmazlar..

Üstelik beni de peşlerinden sürüklerler bazen. Bir keresinde boş bulunup "kısa film festivaline" onlarla birlikte gitmiş; izlediğim her filmin ardından "eee yani?" demiştim. Hiçbir şey anlamamıştım. Festival sonrasında beni bara götürüp bir sürü içki ısmarlayarak dilimden ancak kurtulabildiler.

Festival filmlerini seyretmektense, anneannem gibi ben de mutlu sonlu ve ebleh işi Türk filmlerini severim. Bu yüzden bünye film açlığı hissediyorsa oturup Türk filmi izlerim. Hem beyni yormaz, hep ezberlediğiniz replikler vardır, arada markete felan gittiğinizde konuyu kaçırmazsınız, hem de hiç gerilmezsiniz. Zira esasoğlan ve esaskız, filmin önünde ve sonunda mutlu bir aşk yaşarlar. Türk filmlerinin klasik şablonu budur: Önünde aşk, sonunda aşk kazanır, aralarda da işte ya kötü kadın Suzan Avcı ya da tecavüzcü Coşkun'un ambiansları vardır. Ne mesaj verir ne de gerginlik. Mal gibi cipsinizi yersiniz, film bittiğinde bünyede hiçbir tesiri kalmaz. Etkisiz eleman gibidir.

* * *
Yazının sonuna geldik, hadi mesajımızı verelim ve hep beraber rahatlayalım: Ortamlar ve hayat zaten yeterince gerginken, bir de kendinizi etik, estetik veya istatistik diye germenin gereği yoktur. Siz siz olun, bünyenize iyi davranın.

Tuba ÇİÇEK
tuba@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Yaşamın Telvesi : Rita Ender


SORU İŞARETLERİ ÇENGEL BİÇİMİNDEDİR.

Soru işaretlerinin çengel biçiminde olması hayata tutunmamız içindir. Öyleyse " Neresindeyiz içinde bulunduğumuz yaşamın "?" " diyerek koca bir çengel koyalım cümlenin sonuna, çelişkilerin tam ortasına...

Yaşam Tanrı'nın evreni yaratmasıyla başladı ve Adem ve Havva ile süregeldi. Dünden bugüne dokundu, bugünden yarına uzanmakta...

Hayat hep içinde geçmiş-şimdi-gelecek kavramlarını barındırır. Hayatta mutlu olabilmeyi başarmak için ise zaman kavramlarının dozajlarını iyi ayarlamak esastır.

İçinde bulunduğumuz yaşamdan dünde veya yarında yaşayarak ya da yaşamayı hayal ederek soyutlanırız. Bugünü yaşamak ise tam ortasında yer almaktır hayatın! Dünde kalmak tehlikelidir, hem de çok tehlikelidir. Çünkü zaman zalimdir, düşüncesizdir. O, sizin trene binip binmediğinizi kontrol etmez. Sadece sürekli olarak yol alır. Belki de bu nedenle en zor kazanılan ve hiç şüphesiz en kolay kaybedilen tek gerçek zamandır.

İnsanoğlu anları yaşar. Günü yakalar, getirdiklerini saklar ve yarın kullanır. Böylelikle olumlu sonuçlar alır. Böylelikle şimdide yaşamış olur. Böylelikle içinde bulunduğumuz yaşamın tam ortasında yer almış olur.

Yarını yaşayabilmek için çabalamak da tıpkı dünde yaşamak gibi tehlikelidir. Bireyi gerçeklerden uzaklaştırır. Hayal aleminin renkli dünyasına sokar. Böylece yine yaşamın dışına itmiş olur insanı. Çünkü yaşam şeffaftır, ne hayallerin rengi pembe, ne iyinin rengi beyaz ne de kötünün rengi siyahtır sadece. Hepsi birdendir, hiç biri değildir. Sadece şeffaftır!

Genellikle yaşam kendini ya hep en mutlu günlerimizde ya da en hüzünlü günlerimizde fark ettirir, içinde bulunduğumuzu anımsatır. Duygular günlük hatta bazen dakikalıktır bu da bizi şimdide tutmaya yetecek bir gerekçedir.

Duyguların aşırı yoğun yaşandığı vakitlerde zaman treninden bir süreliğine inilir, mola verilir, günlük hayatın, yaşamın dışına çıkılır. Örneğin ölüm; öyle bir acıdır ki hayattan bir anda çeker sizi. Karşısında savunmasızsınızdır. Dün varoluşu bugün yokoluşu da, sevdiğinizden ayrılmanın burukluğunu da kabullenemezsiniz kolay kolay. Oysaki tırmanılacak bir dağ verildiğinde mutlaka onu aşacak güç de verilmiştir bizlere. Fakat bu güç yaraya merhem olmaktan çok trene tekrar binmek için koşmaya yönelik bir güçtür...

Soru işaretleriyle tutunalım hayatlarımıza; sonra da yaşama. Eski şampiyonluğun kupa getirmeyeceğini bilip; bugüne bağlı kalalım. Hayallerin şimdiyle bağlantısı kurulmazsa gerçekleşmeyeceğini bilip bugüne bağlı kalalım. Yenilmeyelim zalim zamana ve sık sık soralım kendimize yaşama sıkı sıkı tutunabilmek için...:

"Neresindeyiz içinde bulunduğumuz yaşamın"?" ".

Rita Ender
rita@kahveciyiz.biz

Yukarı

ÖzlemÖzdemir

 Ucundan Kenarından : Özlem Özdemir


   PROGRAMLANMIŞ HAYATLAR

6-7 yıl önce bir film seyretmiştim.
Yanılmıyorsam ismi, ''Bugün Aslında Dündü'' idi.
Bazen kendimi bu oyunun içinde bir oyuncu gibi hissediyorum.
Ufak tefek ayrıntılar dışında her günüm bir gün öncekinin aynısı.
Yattığım yatak, kullandığım banyo, bindiğim araba, gittiğim yol.
Yolda okuduğum tabelalar, servisde çalan şarkılar, bazen yanından geçtiğim arabalar bile aynı.
Gittiğim yer, yaptığım iş, konuştuğum insanlar.
Akşam tekrar aynı yol, aynı araba, aynı ev, aynı yatak.

Herkes birşeyler için koşuşturuyor.
Sanki bir hedef belirlemişcesine ya da beklediğimiz birşey varmışcasına koşuşturuyoruz.
Bazı dönemler ufak tefek beklentiler olsa da koşuşturma sebebi aslında sadece zamanla yarış.
Akşam olsun eve,
Sabah olsun işe gideyim,
Hafta sonu olsun dışarı çıkalım,
Aybaşı gelsin maaş alayım vs. vs.
Sürekli ilerideki bir zaman endekslenmiş hayatlar, birbirinin tekrarı günler, aylar, haftalar.
Ne zamana kadar koşacağız, ne zaman yakalayacağız peşinde koştuğumuz anı?
Yoksa yakalanacakmıyız ummadığımız bir anda.

Çalışan bir insansanız, özellikle de mesaili çalışan kesimdenseniz,
Haftaiçi herhangi bir saatte Ortaköy'de denize karşı oturmanın ya da yağmurlu bir havada pencere önünde çay içmenin nasıl bir zevk olduğunu bilemezsiniz.
Ben de bilmiyorum.
Bilmiyorum, hafta sonu arı kovanı gibi dolu olan mağazalarda hafta içi salına salına alışveriş yapmanın nasıl birşey olduğunu.
Benimkiler akşam iş dönüşü, eve geç kalma telaşıyla beş dakikada bir saate baka baka gerçekleşiyor çünkü.
Öğlen uykusu, ikindi çayı, sabah mahmurluğu gibi kavramları biz, haftada en fazla iki gün cümle içinde kullanabiliriz, belki bazılarımız bir gün......

Hayat bedel ödenmeden satın alınmıyor.
Saadetin bir kısmı maalesef para ile oluyor ve
Mühim olan insanlık olsa da paranın önemi var.

Sabahları mis gibi kokan bebeğim gözlerini aralayıp, yanıma yatarmısın anne dediğinde, dünyanın en reddedilemez yatak teklifine hayır demek zorunda kalıyorum, içim acıya acıya.
Yarış devam ediyor çünkü, finish çizgisi olmayan, rakiplerinin kim olduğu belli olmayan yarış olanca hızıyla devam ediyor.
Gitmem gereken yer, olmam gereken saat belirli.
Öğrencilik hayatımız boyunca duvarı süsleyen haftalık ders proğramları misali
Programlanmış hayatlar devam ediyor.

Özlem Özdemir
oozdemir@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu


Merhaba,

Bugün sizlerle ilk olarak Kara Kıta Afrika'nın ezgilerini taşıyan ve Avrupa'da en çok satan albümlerden biri olan Salif Keita'nın "Moffou" albümünü, ardından buram buram Akdeniz havası kokan bir filmi, "Son Öpücük"ü ve son olarak ünlü Alman filozof Habermas'ın insanın geleceğine ilişkin felsefi-siyasi görüşlerini içeren ve çok ilginç akıl yürütmelerin bulunduğu "İnsan Doğasının Geleceği"ni paylaşacağım.

Keyifle dinlemenizi, izlemenizi ve okumanızı dilerim.

MOFFOU / SALIF KEITA :

Küreselleşme günümüz dünyasının en büyük problemi. Bu problem dünya müzik piyasasına da taşmış durumda. Hangi ülkeye gitsek hayranı olduğumuz albümü bulmamız mümkün. Ancak bu imkan yanında bir dezavantajı da beraberinde getiriyor. İnsanlar artık aynı formattaki müzikleri tekrar tekrar dinlemekten sıkılıyor ve daha yerel tonlarla evrenselliği yakalamak istiyorlar. Bunun sonucunda ortaya hem yerel hem de evrensel melodileri barındıran çalışmalar çıkıyor. Kuzey-güney sentezini çok güzel bir şekilde ortaya koyan, Kara Kıta ile Avrupa kültürünü kaynaştıran içinde hem Mali'nin hem de Parisyen melodilerin bulunduğu bir çalışmayı sizlerle paylaşıyorum.

80'lerde bütün Afrika'da tanınmasına karşın 1987 yılında "Soro" (World Music tarihine mal olmuş en önemli albümlerinden) ile dünya çapında yıldızı parlayan Salif Keita'nın 1999 yılında çıkarttığı elektro bazlı "Papa" albümü Avrupa'da büyük beğeni kazanmış ve onu Avrupa listelerinde üst sıralara taşımıştı. "Moffou" albümü Mali'nin ünlü sesi için bir dönüşün işareti adeta.

Keita, son albümünde de Mali'nin geleneksel çalgılarını virtüöz derecesinde çalanlarla Paris'in neo-klasik ve nu-jazz ustalarını buluşturuyor ve ortaya çok hoş bir akustik çalışma çıkıyor.

Albümün açılış şarkısını olan "Yamore", akordionist Benoit Urbain ve vokalde Cesaria Evora ile Salif Keita'yı birleştiren muhteşem bir aşk şarkısı. "Madan"da Keita, Batı Afrika perküsyonu ve Kamerunlu Guy N'Sangue'nin elektronik baslarına karşın Mali'nin keman ve kopuzlarını kullanıyor. "Iniagige" ise Keita'nın solo performansını gitarist olarak da en iyi şekilde ortaya koyduğu bir parça.

"Moffou" aslında Mali'ye özgü bir köy flütünün adı. Ayrıca bu isim Keita'nın Bamako'da (Mali'nin başkenti) kurduğu klübün de adı olma özelliğini taşıyor.

Bu albüm etnik müzikleri dinleyen herkesin dikkatini çekecek ve kaçırılmaması gereken bir çalışma.

SON ÖPÜCÜK / L' ULTIMO BACIO :

İnsanlar hayatları boyunca farklı farklı sancılı dönemlerden geçerler. Örneğin, pek çok insan için bir kişiye bağlanmak en zor şeydir. Karşılarındakini ne kadar çok sevseler de bağlanma korkularından dolayı özgürlüğü seçer bu kişiler. Ayrıca iş steslerimiz de vardır. Yeni bir işe başlamak ya da bir işi devralmak da hayatımızın önemli dönemeçlerindendir. Bir de yaş krizlerimiz vardır tabii ki. Hem erkeklerin hem kadınların kendilerine özgü kötü dönemleri bulunmaktadır. Özellikle otuz ve elli yaş dönemleri. Otuz yaş gençlikten olgunluğa geçişi, elli yaş ise olgunluktan yaşlılığa giden yolu simgeler her iki cins için de. İnsanlar bu gibi dönemlerde bir çıkış noktası aramaya ya da kendilerini değiştirmeye çalışırlar.

En önemli dönüm noktalarından biri olan otuz yaşına basan, Guilia adlı güzel bir sevgilisi olan reklamcı Carlo'nun yaşamı oldukça düzenli gitmektedir. Ancak sevgilisinden gelen bir haber genç adamın hayatının akışını değiştirir: Guilia hamiledir! Carlo için hayatının en zor seçimini yapma zamanı gelip çatmıştır. Ya bağımsız genç bir erkek olarak kalacaktır ya da hayatını tek bir kadına bağlayarak sadık bir aile babası olacaktır. Tam da bu sırada bir arkadaşının düğününde 18 yaşındaki Jessica ile tanışır. Aklında önceleri hiç olmamasına rağmen sevgilisine bağlanma korkusu Carlo'yu bu sarışın genç kızla kaçamağa yöneltmektedir. Ayrıca üç arkadaşının da kendilerine ait sorunları vardır. Reklam ajansından arkadaşı Adriano, bir yandan yeni baba olmanın ağırlığını taşırken öbür yandan eşiyle ilgili sorunlar yaşamaktadır ve ilişkisinin günden güne tükendiğini hissetmektedir. Kız arkadaşı tarafından terkedilen Paolo da ölüm döşeğindeki babasının son isteği üzerine istemediği bir işi devralacaktır. Aralarında en dertsiz görünen Marco'nun ise başka sorunları vardır. Pek çok erkeğin hayali olan özgürlüğü yaşamasına ve bir sevgiliden diğer sevgiliye koşmasına rağmen Marco da yaşadığı hayattan sıkılmıştır. Bütün bunlar yetmezmiş gibi sevgilisi Guilia'nın annesi Anna da elli yaş bunalımına girmiş ve artık genç olmadığı gerçeği ile yüzleşmeye başlamıştır. Kısacası Carlo'nun hayatındaki herkesin irili ufaklı pek çok sorunu vardır ve hepsi de bir çıkış noktası aramaktadırlar.

"Son Öpücük", geçen yıl İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından düzenlenen "Filmekimi"nde büyük beğeni kazandı ve iki kez gösterildi. Akdenizvari diyaloglarıyla hızlı bir anlatıma sahip olan, İtalyan usulü aşkların ateşini taşıyan "Son Öpücük" yönetmen ve senarist olarak 1967 doğumlu Gabriele Muccino imzasını taşıyor. Ayrıca filmde Ferzan Özpetek'in gözde iki oyuncusu da başrollerdeki yerlerini alıyorlar. Özpetek'in "Cahil Periler" (Le Fate İgnoranti) adlı filminde de başrolü üstlenen ve "Nisan Devrimi" (Capitães De Abril) ile "Oğul Odası" (La Stanza Del Figlio) gibi filmlerinden aşina olduğumuz "Carlo" rolüyle Stefano Accorsi'ye 12 Aralık'ta Türkiye'de vizyona girecek olan "Karşı Pencere" adlı filmde de başrolde olan "Guilia" rolüyle Giovanna Mezzogiorno eşlik ediyor.

Hayatta karşılaşılan zorlukları yan rollere geniş yer vererek zengin bir anlatımla bizlere aktaran "Son Öpücük", izlenmesi gereken bir İtalyan filmi.

İNSAN DOĞASININ GELECEĞİ / JÜRGEN HABERMAS :

Biyo-teknolojik gelişmeler her zaman insanoğlunun ilgisini çekmiştir. Mendel'in bezelye deneylerinden bu yana genetik alanında çok büyük bir ilerleme katedildi. Günümüzde gelişmelerin ivme kazanması, özellikle Dolly'nin kopyalanması ve sıranın insana geldiğinin açıklanmasının ardından daha tartışılır bir durum halini aldı ve ilgileri üzerine çekti. DNA zincirinin çözümündeki gelişmeler ve genlerle oynanabileceğinin anlaşılması bu tartışmalara yepyeni bir boyut kazandırdı. Ancak bu tartışmalar sadece bilim çevrelerini değil felsefe otoriteleri tarafından da çokça irdelendi. Özellikle genetik deneylerin kişiler üzerinde uygulanabileceğinin ve bir bebeğin genetik şifrelerinin ebeveynlerce kararlaştırılabileceğinin iddia edilmesi etik tartışmalarını ve insanoğlunun geleceği konusundaki argümanları da beraberinde alevlendirdi. "İnsan Doğasının Geleceği", biyo-teknolojik gelişmelerin ışığında insana siyasi ve etik bir pencereden bakıyor.

Ağustos ayında İstanbul'da düzenlenen XXI. Uluslararası Felsefe Kongresi'nde ülkemize gelen, Virginia Üniversitesi'nden Richard Rorty'nin, ''Modern zamanların en sistematik filozofu'' olarak tanımladığı, son dönem Avrupa felsefesini en iyi yansıtan, Marksist felsefe ile yakından ilgilenmiş olan Habermas son kitabında insan doğası üzerine yazdığı kitabında olay yaratacak açıklamalarda bulunuyor.

Batı felsefesinde her insan bireydir ve özerktir. Ancak Habermas kitabında, genetik müdahaleler sonucu tasarlanmış bir insan modelinin bunu zedeleyebileceğine ve sonuç olarak özgürlükçü Batı felsefesinin temelinin sarsılması bir çöküş dönemini beraberinde getirebileceğine dikkatleri çekiyor.

Habermas'ın değindiği diğer bir nokta ise insanın tasarımcısının Tanrı gibi yüce bir varlık yerine yine insanın olması durumunda oluşabilecek kaotik ortam. Genlerle oynanmak suretiyle devletin istediği tarzda vatandaşlar yetiştirebileceğini, bunun insanın doğasını nasıl etkileyeceğini akıl yürütmeler ve örneklemelerle çok güzel anlatıyor.

Felsefeye ya da genetiğe ilgi duyanların kaçırmaması gerektiği, bilimsel gelişmelere felsefi bir bakış açısıyla yaklaşan, mutlaka okunması gerekn bir kitap.

serdar@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_187.asp

Devamı var

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.581 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


PEYNİR GEMİSİ

Bu paradır, anlıyor musun,
Arada geçer elime,
Et alırım, ekmek alırım,
Evime.

Bu paradır işte, yüzü tatlı,
Dünya dediğin üstünde durur,
Bir gece sayılır eline,
İnsan orospu olur.

Bu paradır, boru değil,
Gün kazanılır, gün biter,
Peynir gemisi bununla yürür,
Düdük bununla öter.

Bu paradır işte, kokla bunu
Her işin başı budur,
Seni katil etti bu,
Beni memur.

İlhan Demiraslan

Yukarı

 Biraz Gülümseyin


Elektrik

Bilirsiniz aileler çocuk yapmak konusunda zor karar verirler. Yine cocuk yapma arzusunda olan bir çift. Kocası eve gelince büyük bir sevinçle : "kocacığım biliyormusun tam bir ay geciktim" demiş kadın ..
"Yarın doktora gidip hemen testleri yaptıracağım".

Ertesi gün olmuş. Bu arada elektrik faturasını da yatırmayı unutmuş olsalar ki eve elektrik idaresinden bir memur gelmiş.
"Hanım efendi tam bir aydır geciktiniz" demez mi?
Bizim ki tabi şok olmuş bir şekilde :
"Neee!!! Siz nerden biliyorsunuz olamaz böyle bir şey" demiş.
Memur "Ama hanım efendi bizdeki tüm kayıtlarda tam bir ay gecikmeli olduğunuz görülüyor"

Kadıncağız şok olmuş bir şekilde "tamam durumu kocama anlatacağım o sizinle görüşür" demiş ve akşam olmuş, kadının kocası eve gelmiş. Kadın olup bitenleri kocasına anlatmış. Tabi ki adamda bu duruma sinirlenmiş. Ertesi gün sabah elektrik dairesine durum hakkında bilgi almak için memurun yanına gelmiş.

"Kardeşim dün bizim eve kadar gelip karıma tam bir ay geciktiğimizi söylemişsin bu ne küstahlık, hem siz nerden biliyorsunuz bütün bunları" demiş.

Memur "Beyefendi bu bizim işimiz, her şey bizim sayemizde oluyor ve biz burada yapılan her şeyin kaydını tutuyoruz ve sizin resmi kayıtlarınızda elimizde ve geciken bir ay için bize borçlusunuz" demiş.

Adamcağız da sinirli bir şekilde "ya ödemezsek ne olur"

Memur "Mecburen kesmek zorunda kalırız"

"Neeeee !!!!!!!" "Peki ya sonra"

"O zaman hanımefendi mumla idare etmek zorunda kalır"

<#><#><#><#><#><#><#>



Ne işin var ayak altında yahu?!..

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.populermedikal.com/ilkyardim.htm
...Hiçbirzaman karşılaşılmasını dilemediğimiz öyle durumlar vardır ki böyle bir durumda bu sayfalardaki bilgileri okumanız bir hayatı kurtarabilir... Özellikle ilkyardımın ABC'si olarak adlandırılan dökümanı okumanızı özellikle tavsiye ediyorum.

http://www.perakendegunleri.com/
22/23 Ekim 2003 tarihlerinde düzenlenecek olan Perakende günleri ile ilgili tüm detayları öğrenebileceğiniz faydalı bir kısayol. Bu kısayolu neden veriyorum? Çünkü ben de orada olacağım. Ne iş yaptığımı veya beni merak edenleri bekliyorum. Tabiki sadece bir merhaba demek isteyenleri de... (Stand no: 108B . BATU Ltd. Şti.)

http://www.hepsievcil.com/
Evcil hayvanlarla ilgili her türlü bilgiyi alabileceğiniz detaylı bir web sayfası. Kedinizin davranış problemi mi var? Yoksa köpeğinizin mutsuz ve yalnız olduğunu mu düşünüyorsunuz? Ya akvaryumunuzdaki balıklar, belki de eskisinden daha durgun görünüyorlar. Hepsi ve daha fazlası için...

http://www.milliyet.com.tr/ekler/vitrin/19990529/konu/konu9.html
...Lezzet kadar sağlıklı beslenmenin de önemli olduğu günümüzde Teldolap, her iki faktöre de dikkat edenlere sesleniyor. Fanatikliğe kaçmamak için et ürünlerinin de bulunduğu bu yeni mekanda vejetaryen yemekleri ağırlıkta...

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


IE Restrictions v1.0 [478k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105964
Kimi zaman internette dolaşırken bir siteye girersiniz, daha sonra her tarayıcıyı açtığınızda o siteyle karşılaşırsınız. Bunun nedeni sizin bilinçli izniniz olmadan tarayıcınızın ayarlarını değiştirilmesindendir. Bu küçük program birçok ayarı kilitmenizi sağlıyor ve istemediğiniz sürece üzerinde bir değişiklik yapılmasına izin vermiyor. Oldukça kullanışlı bir yardımcı program.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20031022.asp
ISSN: 1303-8923
22 Ekim 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri