KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 381

 6 Kasım 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Aman kendinize mukayyet olun!..


Merhabalar,

Ekran bana ben ekrana bakarken gözüm yandaki televizyona takıldı. O da ne? Sayın başbakanım gürlüyor doktorlara, hani eline bir tane geçirse sıkıp suyunu çıkaracak. Sorun ne? Sağlık çalışanları daha iyi ücret, koşul, daha fazla bütçe isteğiyle bir günlük iş bırakma eylemi yapmış. Gürlemenin bir yerinde 'Biz biliyoruz bunların kim olduğunu, bunlar muayenehaneden hastahaneye randevu verenlerdir.' diyor. Aslında söylemek istediği tam tersi ama ne demişler 'lafın doğrusu adamın aptalına söylenir.' Eee biz aptalmıyız anladık tabi. Aman sinirlenmeyin sayın başbakanım siz bize lazımsınız. Canım memleketim sağlıkta çağ atlamışken nedir bu isyan anlaşılır gibi değil yahu. Dünyanın en kötü sağlık hizmeti verilen 20 ülkesinden biri olmuşusuz da haberleri yok doktorların. Reklamın iyisi kötüsü olur mu? Alın size dünyanın ilk yirmisine girme onuru!.. Bütçeden sağlığa ayrılan pay
%2.4'e düşmüş daha ne istiyorsunuz sizi gidi kendini bilmezler. Millet işsizlikten kırılırken size adam başı 4500 hasta düşüyormuş, buldunuz da tüylüsünü arıyorsunuz öyle mi? Maaşlarınız 10 yılda yarı yarıya düşmüş, ya dörtte bire ineydi daha mı iyiydi? Maaşınız yetmiyorsa, sabah hastahanede gece doktorsuz yüzlerce sağlık ocağından birinde çalışamaz mısınız sanki. Para vardı da başbakanım mı yedi? Yok canım yok, siz adamı sinirlendiriyorsunuz. Titreyin de kendinize gelin ayol. Sayın başbakanım aman siz sukünetinizi muhafaza edin, bakın sadece doktorlar eylem yapmış, mazallah ya hastalar eyleme karar verip hastane yerine Meclis kapısında sıra numarası almak için geceden yatarsa nolur haliniz? Aman diyeyim kendinize mukayyet olun, bu gidişle siz bize gürleyecek daha çok mesele bulursunuz. Allah sizi başımızdan, sesinizi kulağımızdan eksik etmesin.

.........

Nuray İnöntepe ve Ahmet AltanDün Kahvecistan Konsolosumuz Sevgili Nuray bizimleydi. Avusturya'dan kalkmış gelmiş, bahçıvan ve ben de hizmette kusur etmemek için elimizden geldiğince hoş tutmaya çalıştık. Anlattığı anılarla güle oynaya, önümüzdeki yoğurdu kaşıklayarak birkaç saat geçirdik. Birkaç gün daha burada, inşallah tekrar biraraya gelebiliriz.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Yukarı

 Kahvecigillerden : Ayşen Tekşen Kapkın


YANGIN KADINLAR

denizin köpüklerini yatak edinmiş sevgilim uyuyor
dalgalara yalvarıyorum,
uyandırmayın onu

I
Her gün yinelenen buluşma için pencerenin hemen önündeki koltuğuna yerleşti, içini hazırlamaya durdu. Yaşlı bedeni sızılar içindeydi Beatrice'in, yüreği ise aldırmazlıklar. Smyrna'nın Punta kesiminde olanca mağrurluğuyla yükselen yalının duvarları ve parke taş döşeli yolun ardında uzanan deniz, yaşlı kadının ömrünün sessiz tanıklarıydı. Ömürlerimizin tanıklarını hep dilsizler arasından seçmez miyiz zaten? Onun yerine yerleştiğini görünce deniz de hazırlıklarına başladı. Üstüne başına çeki düzen verdi önce. Sonra dönüp kıpırtılarına vaktin geldiğini işaret etti. Kıpırtılar dinginliğe çekildi. Deniz, gözlerini yukarıya, o sonsuz sevgiliye çevirdi. Bir saat kalmıştı.

Ahşap oyma, sarkaçlı saatin, sessizliği hoyratça yırtan ding-dongları çalmaya durduğunda hafifçe irkildi Beatrice. Dönüp denize baktı; deniz hazırdı. Arkasına yaslanıp gözlerini yumdu ve beklemeye başladı. Tüm kenti gün boyunca yakıp kavurmuş olan güneş, denizin ve yaşlı kadının hazırlıklarını tamamladığını görünce yavuklusuna rastlamış yeni yetme kızlar gibi uysallaştı. Alev alev dökülen saçlarını bir firketeyle toplayıp çekti kentin üstünden, allıklarını süründü, denizin kokusuna büründü.

Saatin ding-dongları bitmeden açıldı odanın kapısı. En az Beatrice kadar yaşlı, en az onun kadar aldırmaz olan emektar Eleni, çarpılmış bacaklarının güçlükle taşıdığı karalara bürünmüş bedeninde kalan son yaşamsal enerji damlacığını baston ederek getirdi hanımının kahvesini. Bordo zemin üzerine varaklı güllerle bezenmiş kahve fincanının eve geldiği günü anımsadı. Yine böyle bir Eylül sabahı kapıya gelen adam hanımına verilmek üzere mühürlü bir zarf uzatmış, kendisiyle görüşmek isteğini belirtmişti. Eleni kıs kıs güldüğünü hatırlıyordu. Bre densiz adam, benim hanımım kapıya her gelenle görüşür sankim! Zarfı Beatrice verdikten sonra şaşıp kalmıştı hanımının "içeri al" komutuna. Adam içeride üç dakika bile durmadı. 21 yıl öncesinde kalan o günden beri hanımı kahvesini yalnızca adamın getirdiği bu fincanla içerdi. Fincanın kırılması düşüncesinin kendisini kaç kez tatlı uykusundan kara kabuslarla uyandırdığını anımsayıp güldü Eleni. Bugün ise kabusların bittiğini biliyordu. Artık kırılabilirdi lanet fincan. Tepsinin içindeki kahveyi, gümüş kaşık batırılmış sakız reçelini ve bir bardak suyu sedef kakmalı sehpanın üzerine bırakıp, döküp saçtığı sızılarını toplayarak çıktı odadan.

II
Beatrice, uzanıp almadan önce uzun uzun seyretti sehpaya yerleştirilenleri. Bu kadar kuruyakalmasaydı ağlardı herhalde. Yılların, savaşların, ayrılıkların defalarca avuçlarının içine hapsettiği ellerine baktı ama ellerinden yüzüne geri yansıyanlar yıllar, savaşlar, ayrılıklar değildi.

Giraud'ların Tepekule çiftliğindeki köşkün salonundaydılar. Çam ağaçlarıyla oynaşa oynaşa gelirken yakıcılığını yitirmiş olan güneş koruya bakan salonun üç cephesini saran pencerelerden uysal bir kedi gibi içeri giriyordu. Anakaradan kısa bir ziyaret için gelmiş olan general Alexis onuruna düzenlenen toplantıda Beatrice'in eşi Hiristo da söz almış, Smyrna üzerine hayalleri dile getirmiş ve ateşli konuşması çok beğenilmişti. Beatrice etrafında olup bitenlerle ilgilenmiyordu. Burada doğmuştu, bu kent onundu, o bu kentindi. Sahip olduğu şeyleri fethetmeye durmaz ki insan. Alexis'in hiç konuşmadığını, tıpkı kendisi gibi kayıtsızca dinlediğini farkettiğinde anlam veremedi. Çünkü bu kentten olmaması bir yana, bir kente savaşlarla sahip olunabileceğini sanan anakaralı yöneticilerin temsilcisiydi. Yakın bir gelecekte sardunyaları kırma pahasına bahçemize girmenin düşüyle uykularına sarınan anakaralıların. Sıkıntıyla pencerelerden birinin yanına gidip güneşin yorgun elleri saçlarını okşarken koruluğu seyre durdu.

Elleriyle birlikte üşüyen yüreğini de kavrayan o güçlü sıcaklığın nereden geldiğini anlamadı önce. Daldığı düşlerden sıyrıldığında hemen yanı başında, etrafını saran küçük kalabalığı sessizce dinleyen Alexis'in durduğunu ve ikisinin arasında duran yüksek arkalıklı sandalyenin ardından ellerini ve yüreğini sımsıkı kavradığını anladı. Kendisi de aynı güçle onun ellerini kavradığında zaman, sesler, renkler, kokular, düşünceler ölüme çekildi. Birbirini sımsıkı kavramış eller önce yokluğun önünde secdeye durmuş, yeterince arındıktan sonra secdeden kalkıp ilahi yükselişe doğru yola koyulmuşlardı. Alexis'i bir daha hiç görmedi. O kısacık zaman dilimini anlamlandırmayı da hiç denemedi. Bilinen tüm sözcüklerin geçerliliğini yitirdiği, tüm kavramların yoklukta eridiği, bedenlerin ışık olduğu o ilahi rakstan sonra bu gezegendeki yaşamı sürdüren şey yalnızca kendisinin bir yansımasıydı.

Ertesi sabah Eleni'nin getirdiği zarfı açtığında içinden "fiat lux"1 yazılı bir not çıkmış, notu getiren çocuk zarif ambalajın içindeki kahve fincanını masaya bırakıp gitmişti.

1 Işık olsun

III
Kahvesinin son yudumunu içip gözlerini dışarıya çevirdiğinde buluşmaya az kaldığını gördü. Güneş iyice uysallaşmış, kendisini bekleyen denizle bütünleşmenin tadını çıkarmak için ağır devinimlerle ona doğru yaklaşmaya başlamıştı. Güneş, deniz ve Beatrice yıllardır her akşamüstü önce içlerini bu buluşmaya hazırlar sonra da buluşma anında birbirlerinin ve ışığın içinde eriyip yeniden doğarlardı.

Bugünün diğerlerinden farklı olduğunu üçü de biliyor gibiydi. Ama bilmek ne zaman işe yaramıştır ki. Beatrice "o lanetli akşam gibi" diye düşündü.

Oğlu Flammis karşısına dikilmiş heyecanla konuşup duruyordu: "Zamanı geldi anne. Bu esarete son verecek, bizim olanı geri alacağız. Kutsal Meryem'in yardımıyla atalarımın yattığı toprakları kutsal suyla vaftiz edecek, Pagos tepesine bayrağımızı dikeceğiz. Saygıdeğer babam da bu ülküye adamadı mı ömrünü? Oğlunla gurur duy, duanı esirgeme benden."

Beatrice'in hâlâ çok güzel olan bedeni önce keskin bir acıyla kavruldu, sonra buz kesti. Kocası Hıristo'nun oğullarını kendi ülküleriyle büyütmesini engelleyememiş ama söylediği ninnilerin, yaktığı ağıtların, adagio'ların, andante'lerin, anlattığı söylencelerin onu ışıkla yıkamasını ummuştu. Oysa ki umutların söndüğü günbatımıydı bu.

Flammis'in o güzel yüzünü avuçlarının içine alıp gözlerinin ta derinlerine baktı. Sözlerin asla yeterli olmayacağını öğreneli çok olmuştu. Yavrucuğunun gözlerinin içinde eriyerek, kendi bedeninde barındırdığı bilgeliği ona aktarabilmeyi umuyordu. Tükenen ruhunun son cılız soluğuyla "Alev bakışlı kopilim. Deniz bukleli yavrumim. Dünya üzerindeki hiçbir şey senin değildir. Kimsenin değildir. Senin gibi düşünenler çok oldu. Ama onları hep aynı hüsran sarıp sarmaladı. Kendilerini yakmakla kalmadılar, insanlığı da yaktılar çağlar boyu. Senin gibi bakanlar için bu kent elde edilmez, hoppa bir kızdır. Bugün sana gülümser yarın başkasına. Ama doğru bakanlar için Kibele'dir, koynuna aldığı herkesi emzirir. Bunları görmüyor musun?"

Görmedi Flammis, duymadı. Bir günbatımında son kez ardına bakıp kapıdan çıkarken Hiristo gururla sırtını sıvazladı oğlunun. Beatrice'in bedenindeki tüm sıvı denize akıp gitti. Hangi düşlerin gerçekleşebileceğini hangilerinin düş kalmaya yazgılı olduğunu öğreneli çok olmuştu. Bu kentin, evlatlarından birini diğerine yeğlemeyeceğini, oğlunun ve kocasının düşlerinin düş olarak kalacağını, yavrusunun acısının yüreğini dağlayacağını, bir daha hiç ışık olmayacağını, ilahi buluşma anına dek alevler içinde kavrulacağını biliyordu. Pencerede son kez oğlusunun ardından bakarken, küçükken kulağına fısıldadığı o eskil şarkının ezgisi zito i hellas çığlıklarının ayakları altında bir kez daha kanıyordu:

Oğlum, seçilmiş ve sevgili oğlum
Paylaş yaralarını annenle
Seni hep yüreğimde taşıdığım için sevgili oğlum
Ve daima sadakatle hizmet ettiğim için
Konuş yavrum, mutlu kılmak için anneni
Terk edip gidiyor olsan da
Benim aziz umudum.

IV
Tüm bedenini saran bir ürpertiyle gözlerini açtı Beatrice ve tam o sırada saatin ding-donglarının gecenin üçünü vurduğunu duydu. "Uyuyakalmışım, ne kadar da geç olmuş" diye mırıldanırken o törensel buluşmayı 20 yıldır ilk kez kaçırmış olduğunu fark etti. İsteksiz bedenini doğrultmaya çabaladı ama başaramadı. Yalnızca gözlerini dışarıya çevirebilecek kadar güç bulmayı diledi Son bir kez denize, denizle güneşin buluştuğu noktaya, ufka bakmak istiyordu. "Bu dünyanın, bu kentin, bu yaşamın bendeki son emaneti bir damla gözyaşı, onu da yanımda götürmeyeceğim" diye homurdandı ve denize çevirdi gözlerini. Ama gördüğü şey yıllar sonra ilk kez şaşırttı Beatrice'i. Yıllardır izlediği günbatımlarının en görkemlisi denizin üstüne yayılmış, karanlık gece allara bürünmüş, sokaklar seslerle dolmuştu. Birden, o kızıllığın, o cümbüşün içinde kör olası savaşta yitirdiği oğlusu ilişti gözüne. Alev saçlı bir kızın elinden tutmuş kendisine doğru koşuyordu. Gülüyordu Flammis, gülüşü tüm yüzüne yayılıyordu. Boğazından son bir çığlık olarak "oğlumi" sözcüğü çıkarken sokakların korosu bazıları acılı, bazıları korkulu, bazıları heyecanlı "flammis" sesleriyle Beatrice'e eşlik etmeye başladı.
Smyrna yanıyordu.......................

V
Alevlerin ulaşamadığı Tepekule çiftliğinde, ince hastalıktan muzdarip Ayşe Belkis hanım kanununu dizlerine yerleştirip zarif elleri ve titreyen sesiyle sevdiceğini karşılamaya hazırlanıyordu:

Kimseye etmem şikayet.
Ağlarım ben halime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime...


Ayşen Tekşen Kapkın
aysen@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan


KALAYCI RAMİS’İN HATÇE

Halden bilmeze çatmışsın yazık. Bu senin çektiklerine dağlar dayanmaz. Sabah Dıgililerin Osman’ın minibüsüne denk gelmenden belli. Yazılmış anam bir kere alnına ne çare. Ne yaparsan yap gelir başına. Alın yazısı bozulmaz. Osman’ın arabacılık neyine. Dalına tüfeğini asıp o bağ senin, bu fındıklık benim gezmekten sıkıldı. Mahallede kedi ,köpek, tavuk bırakmadı. Neymiş yanlışlıkla vurmuş. Nerede bir eski ayakkabı bulsa, bir teneke kutu dan dun nişancılık. Babası almancı tabi. Ekmek elden su gölden. İlle de arabayla kasabaya gidip gelecekmiş. Şüförlük öğrenecekmiş. İki günde verdi parayı bir ehliyet alıverdi. Ehliyetle şüförlük olamaz ya. Her kes biliyor Topal Ibramların Mevlüt’e özendiğini. İlle de sidik yarışı.

Neymiş efendim kuzuyu kucağımda götüremezmişim. Araba ahır gibi kokarmış. Komşumuz Meryem’le, Ferat üsteledi de bereket. Kadın kişi yolda mı bırakılırmış. Hiç utanma sıkılma da kalmamış. Zar zor aldı beni arabaya. Bu seferde tuttundu ben bundan yolcu parası alırım demeye. Yol boyunca dedi durdu. Bozuk teyip gibi. Ne yapayım veririm dedim de zor kurtuldum dilinden. Hay diline eşek arısı sokasıca.

Arabası da partal bişey. Gürültüsü, velvelesi bütün köyleri ayağa kaldırdı. Kağnı gibi bir gider bir gitmez. Değirmenci Memed’in evinin önünde saplanmaz mı çamura. Haydi inin itelim dediler aklı evveller. İteledik, çamur içinde kaldık nafile. Nuh dedi peygamber demedi. Bir adım gitmedi. Değirmenci Memed görmüş çilemizi. Evden koştu geldi. Araba yerinden kımıldamaz. Kömüşleri koşalım bağlayalım bir ip olsun bitsin dediler. İnat sırası onda. İki milyon vermezse Osman olmaz diye tutturdu. Osman ne yapsın. İyice bunaldı. Zaten burnundan soluyor. Veririm be emmi dedi. Pazarlık güç bela sona erdi. Değirmenci kömüşleri boyunduruğa koştu. Bir ip bağladılar. Kömüşler çeker, araba çalışır. Çıktı en sonunda. Biz de üst baş kalmadı. Partal minübüse arkadan ha dayan de dayan. Her tarafımız çamur içinde kaldı. Ferat’la Meryem benim gibi pazara değil misafirleğe gidiyormuşlar meğer. Adamlık urbalarını giymişler. Ne yeni ayakkabılarda hayır kaldı. Ne urbalarda.

Şaka olsun diye valla şaka olsun diye dedim. Bizim bu üst baş ne olacak. Yol paralarından sabun parasını keserim diye. Osman zaten kızgın.demediğini komadı. Yine bizim kuzu düştü dile. Ben biliyom. Değirmenci Memed’in kömüşlere verdiği iki milyona kızdı. Benden çıkardı öfkesini. Verdim kuzuya da bi adam parası zor kurtuldum çenesinden. Binmem bida o meymenetsizin arabasına. Büyük yemin ettim.Araba da araba olsa bari. Ne o öyle hır hır hır hır.

Çekilecek çilemiz varmış. Yürüdüm gittim mal pazarına. Benim kuzuya dönüp bakan yok. Ortalık çakal dolu. Biri geldi kaça veriyorsun bunu dedi. Ben on iki dedim. Dalga geçti her hal benimle altıdan fazla etmezmiş. Beni enayi sandı besbelli. Verirmiyim. On ikiden bi kuruş aşa olmaz. Bekle babam bekle. Ne gelen var ne soran. Pazar yeri vızır vızır insan. Hepsi öylece dolanıp duruyo. Bi şey almaya niyetleri yok. Aklıma koymuşum. Kuzuyu on ikiye vericem :Biraz tursil, mintak,sabun alıcam. Çay, şeker, bir iki ekmek, Evdekiler pazardan geleni şahin gibi bekler. Birkaç kilo mandalinle, portakal da almak lazım. Benimkilerin en ufanı biliyon. Bu yıl üçe gidiyo. Sabah tutturdu fülüt diye. Sanki deftere, kelame gücümüz yetiyo da. Bi de düdük. Neymiş, öğretmen istemiş. Zaten oyundan başını kaldırmaz. Okumakta gözü yok. İllede ana fülüt. Ayanda pabuçu kalmamış, pantulu yok. İlle de fülüt. Allahım sen sabır ver.

İşte böyle Hamide. Kuzu gördüğün gibi elimde kaldı. On ikiden de vaz geçtim. Alıcı yok. Şimdi dönüşte bi de tekrar kuzu parası isterlerse. Vay başıma gelenler. Kusura kalma. Kendi halımızdan seninkini soramadık. Sende ne var ne yok. Kaynanan hasta diyorlardı. Adam sende hepimiz ölmicez mi?

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz

Yukarı

 EUDAMONIA BY LAVINIA : Mine Korkmaz


MUTLU OLMAK HİÇ ZOR DEĞİL ASLINDA

-Etrafımda insanlar varsa yada onları düşünebiliyorsam yaşıyorum demektir.
-Faturaları ödeyebiliyorsam para kazanabildiğim bir işim var demektir.
-Sabah kahvemi yudumlayabiliyorsam hayattayım demektir.
-Anneme iyi geceler diyebiliyorsam hayattayım demektir.
-Yemekten sonra hiçbir şey yapamaz hale geliyorsam, çok yemişim ve aç kalmıyorum demektir.
-Baharlık kıyafetlerle dışarıya çıkıp üşüdüğümü hissedebiliyorsam yaşıyorum demektir.
-Sabahları çalar saatimi kapatmak için uzanıyorsam, gitmem gereken yerler var demektir.
-Akşamları kendimi yorgun hissediyorsam, işimi yapmışım demektir.
-Eski bir arkadaşımı görüp hüzünlenebiliyorsam bir geçmişim var demektir.
-İş çıkışı arkadaşlarım beni bir yerlere davet ediyorsa önemseniyorum demektir.
-Yıldönümümüzde evime bir buket çiçek gönderiliyorsa beni her şeyden çok önemseyen bir sevgilim var demektir.
-Veee tüm bunların ayrımına varıyorsam yaşıyorum ve mutluyum demektir...

GÜN BOYUNCA,
-Paraya ihtiyacınız yokmuşçasına çalışın
-Hiçbir zaman incinmemişçesine sevin
-Ve kimse bakmıyormuşçasına dans edin.

FRIEND!
Yesterday is a history.
Tomorrow is a mystery.
Today is a gift.
That's why it's called the present!

Unutmayın ki her zaman –siz onu görmeseniz bile- yanınızda koruyucu bir meleğiniz vardır!!!

Mine Korkmaz
minekorkmaz@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Kahvecigillerden : Seda Esen


SUYU TAŞIRMAYAN GÜL YAPRAĞI

Uzakdoğu'da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu.
Burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti.
Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi.
Yabancı, kapıda öylece durdu ve bekledi.
Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu.
O yüzden kapıda herhangi bir tokmak veya çan, zil yoktu.
Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki budist, kapıdaki yabancıya baktı.
Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı.
Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.
Budist bir süre kayboldu; sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla geri döndü ve bu kabı yabancıya uzattı.
Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeycek kadar doluyuz demekti.
Yabancı, tapınağın bahçesine döndü.
Aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı.
Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı.
İçerdeki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı.
Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı...

Bir hikeyenin gerçekçi! çözümü (kendimce)

Ne çok meraklıyızdır günlük olayları gizemli bir hale getirmeye. Dosdoğru söylediğimizde biliriz başımıza gelecekleri. O yüzden küçük yaşlarda kaparız bu çevikliği.
Yukarıdaki müthiş derin hikayede olanlar gibi.

Şimdi bu budist tapınağındaki insanlar neden konuşmadan anlaşma yoluna gitmişler? Benim bildiğim insanlar konuşa konuşa anlaşır. Anlatıcağın bilgin varsa anlatırsın. İşe gizem katıcam diye sessiz sinema oynamanın manası nedir? İncelik bunun neresinde. İnsanları "acaba ne demek istiyorlar?" diye düşündürmenin anlamı ne? Sen söyle ne diyeceğini, sonra bırak insanlar sölediklerin üzerinde düşünsün. İnsanların enerjilerinin %80 i zaten "ne demek istiyolar?" sırasında heba oluyor.

Tapınağa bir yabancı gelmiş. Sezgisel buluşmaya inanılıyormuş. Kapıyı çalmadan bekliyor yabancı. İşte bir problem. Ya içerdekilerin sezgisi benimkilerden zayıfsa? Sabahtan akşama kadar kapıda sezgilerinin güçlenmesini mi beklicez. Hadi kapıda tokmakdı zildi vs yok. Elin ne güne duruyor a yabancı. Kibarca çalsana kapıyı. Öyle karşılıklı niye bekleşirsiniz. Ya içerdeki budistler. Bütün gün kapıya "şimdi biri gelir" diye konsantre olmak kolay mı? Yormaz mı insanı. Koysunlar kapıya gizemli bir kapı zili. Herkes zaman kazansın.

Neyse, nasıl oluyorsa oluyor. Sezgisel buluşma vuku buluyor. Yabancının tapınağa girme isteği varmış. E budist, direk "yerimiz yok" desene. Niye kıvırıyorsun. Yerimiz yok demek için su dolu kaba ne gerek var. Hani eskiden misafir çay/kahve içmeye gelirdi de, evdekiler sesini çıkartmadan beklerdi. Evde yokuz durumu. Yabancı sana kalmaya gelmiş. Hem de bilgiyi aramak için. Sen bi tas su verip kovalıyorsun adamı. Hiç açma madem öyle kapıyı. Yakışıyor mu sizin gibi bilginlere.

Ne yani şimdi bu? Öncesinde yapılan Ö.S.S. sınavı mı? bakalım yeterince akıllı mısın? Dahiyane bir fikir bulursan kurtardın. Bir köşede tek ayak üstünde durursan sana da yer açarız. Ama önce göster bir kendini. Yabancı da terbiyeli adam. Demiyor ki; kardeşim benim dahiyane fikirlerim olsa bilgi edinmeye size niye geliyim? Donanımım olsa oturur kendim öğrenirim.

Tıpış tıpış tıpış...

Yanlız yabancı dahi değil ama aptal da değil. Anlamış durumu. Yememiş (suyu) içmemiş gitmiş bahçeye. Yolmuş bir gülün yaprağını, atmış su dolu kaba. Bakmış ki taşmamış su. (Şaşılıcak birşey yok. Fizik kuralları, insanlar keşfedilmeden önce de vardı. Çok normal.) Tekrar gitmiş budistlere.

Yabancı gül yaprağının suyu taşırmıcağı fikrini keşfediyor ya! Budist napsın. Köşeye sıkışmış tabi. Var mı öyle bilgi için gelen adamı kapıdan çevirmek. Eminim içinden "keşke suyu kafasından aşağı dökseydim" diye düşünmüştür. Boş bulundu herhalde. Mecburen alıyor yabancıyı içeriye. Ee hani yer yoktu. Hani doludunuz. Nolduu..

Yabancı "Abi ben bi köşede kıvrılırım. Az yerim hiç içerim. Masraf etmem, yük olmam" demeye getirmiş olayı. E yabancı e yabancı.. istediğin bilgi bile olsa insan bu kadar taviz verir mi. istemiyorlarsa istemesinler. Tapınak mı kalmamış koskoca Uzakdoğu'da. Hiçbiri kabul etmezse seni bana gel. Sana bu hayatın acı gerçeklerini ben öğretirim. Söz...

Not: Duyduğuma göre bu hikayenin öncesi de varmış. Biri sevabına bana yollarsa o kısmı da ayrıca analiz ederim.

Seda Esen
sedaesen@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Misafir Kahveci : Nesli Sencer Tufan


Çocuk Kalbim Unutmaz

Başlık "Çocuk Kalbim" ama merak etmeyin ben 32 yaşındayım. Hayatımdan da mutluyum, öyle ciddi acılar da çekmedim çok şükür ama her insan gibi unutamadığım bazı olaylar varmış demek ki..Nasıl mı anladım. Geçen günlerden birinde "sırf yazması kısa sürüyor diye tüm öğrencilerini iyi ile geçiren " bir öğretmenin itirafını okudum. Birden aklıma kendi yaşadığım bir olay geldi. İlkokul 3. ya da 4.sınıftaydım. Okulumuzda ara karne diye bir sistem vardı.Yılın ortasında verilen bir karneydi.Dolayısı ile hocalar sanıyorum çok da önem vermezdi. Cuma akşamı son dersimiz müzikti ve dersin sonunda karneler dağıtılacaktı. Sayın hocamızın ise sınıfta kimin okuduğundan bile haberi yoktu muhtemelen. Yoklamanın ilk sırasında olduğum için tabii beni kaldırdı ilk önce. Ömrümde hiç görmediğim 1/4'lük nota ile 1/8'lik nota arasındaki farkı sordu. Hatta eli ile sıraya tempo vurup bunu tahtaya nota olarak yazabilir misin gibi şimdi bile gülüp geçtiğim bir soru daha sordu. Bilemeyince sınıfa yöneldi. Tabii ki onlardan da ses çıkmadı. Beni bir güzel azarlayıp, otur yerine dedi.Tam o sırada sınıf hocamız sınıfa gelip müdürün karneleri istediğini söyledi. O da aceleyle herkese pekiyi kutucuğunu çekledi. Ben ise çoktan zayıfımı almıştım. Karnemde ise müzik dışında tüm derslerim pekiyi idi. O karneyi aileme gösterirken gurur yerine hayal kırıklığı vardı tek hatırladığım. Ailem ise bu zayıfa zere kadar önem vermedi, beni öptüler sadece .. Peki benim müziğe yeteneğim mi yoktu. Alakası bile yok. Okul bandosunda bile çaldım çünkü orda öğreten birileri vardı. Bu okul Ankara'nın en iyi özel okullarından birinde oldu. Yıllar geçti. İyi bir üniversite okudum, iyi bir işe girdim, evlendim,kızım bile oldu ama o hocayı unutmadım ve daima nefretle andım. Şimdi bu olayı anlattığım zaman arkadaşlarım -doğal olarak- katıla katıla gülüyorlar. Bunun bir çeşit şımarık kız kaprisi olduğunu düşünenler de var. Bir başkasından dinlesem sanırım aynısını düşünürdüm. İnsan hayatında bu kadar önemsiz bir detayın yıllarca bu şekilde "unutulamaması" gerçekten çok gülünç ama tek bir savunmam var. Ne diyeyim " Çocuk kalbim unutmuyor işte".

Dolayısı ile sınıfını sırf yazması kolay diye iyi ile geçiren bir ögretmenin duyarsızlığına hayretler içinde kaldım. Maaşı, yaşam standardı ne olurda olsun umrumda değil. Öğretmenlik tıpkı doktorluk gibi. Başkalarının hayatından sorumlusun ve boşveremezsin. Onun gibi insanlara yazıklar olsun diyebiliyorum ancak. Ödev defterinin üstüne atılan uyduruk bir yıldızın bile bir çocuğun hayatında neleri değiştirebileceğini göremeyecek kadar saygısız bu tip insanlar. Umarım onu ve onun gibileri bu meslekten men ederler, böylece kendileri gibi adamlar yetiştirmezler ve soyları tükenir.

Nesli Sencer Tufan

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Berrin Cerrahoğlu

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.685 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


Günah Yazıt

Ve bu bin yılın hikayesisin,
Peşinde altı atlı,
Anlatılan ama okunamayan,
Gömük yazıtlardasın.

Çöl seraplarıdır sevdaların.
Kandırılıp susuzluktan ölenlerin soyusun.
Vaha ateşleridir ellerin,
Hükümran olacakların boyusun.

Bin yılın atasısın,
Büyük göçlerle yayılan;
Binlerce obanın,
Ve savaş meydanlarının,
Korkulu hikayelerinde senin aklın.

Seni yazıyor ellerim.
Çağlar devriliyor.
Bir hiçin yarım parçası gibi,
Hiçbir zaman tam olmuyor.
Tüm kütüphanelerdeki tek kayıpsın.
Bu bin yılın,
Sen günah yazıtısın.

Mete Serdar

<#><#><#><#><#><#><#>

ONÜÇ GECE

Ben onu kitaplarda okudum.
Mihnet edenlerden değildim,
Ayrı bir kavimdim.
Kitaplarda okudum.

Acılar katibi,
Kimsesizler muhafızıyım.
Seni korkarken buldum,
Dile geldi beyan edemedim.
Ben onu kitaplarda okudum.

Ben beni kitaplarda okudum.
Yazanları olmayan,
Yağma edilen köylerde unutulan,
Mezepotamyanın kanlı tanrılarının,
Adıyla başlayan kitaplarda...

Aşkı kitaplarda okudum.
Gölgem düşerken saçlarına,
Gecem cehennem yamaçlarında.
Ben savaşçıların oğluyum.
Seni yalnız kitaplarda okudum.

Mete Serdar

Yukarı

 Biraz Gülümseyin


Temel İş Başında

Temel bir gün kahveye girer sağ gözü mosmordur..Arkadaşları sorar;
- Hayırdır Temel ne oldu??
Temel anlatmaya başlar..
- Ulaa sinemaya gittim.. Film çok güzeldi..Biter bitmez ışıklar yandi herkes Ayakta alkışlamaya basladi..Birde baktım önümde bir şişman bayan eteğide kıçının arasına sıkışmış.. Centilmence çekip eteği oradan çıkarttım. Kadın bir döndüü güüüümmm. Gözüm ondan böyledir...

Ertesi gün Temel yine kahveye gider bu sefer diğer gözde mosmooorr...
Tabii yine sorarlar..
- Şimdi ne oldu??
Temel anlatır..
- Hani film güzeldi yaaa..Dün İdrus ile yine aynı filme gittik.. Işıklar yandı.. Herkes yine alkışlıyor.. Yine aynı kadın etek yine kıçının arasında..
- EEEEEEEEEEE?????
- İdrus centilmence eteği kıçının arasından çıkardı... Bende olay çıkmasın diye eteği yerine iteledim.........

<#><#><#><#><#><#><#>



Bu maymun kesin erkek!...

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.denizfeneri.org/
...Her şey 1998 yılında bir çatı altında yardıma muhtaç insanlara biraz olsun destek olabilme umuduyla başladı. Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği her geçen gün büyüdü, daha geniş kitlelere ulaşmaya başladı. İnsanlarımızın gözünde öyle bir güven oluşturdukki, bağışçılarımız akıllarında hiç bir soru işareti kalmadan, gönül huzuruyla yaptılar yardımlarını...

http://www.herseyiletisim.com/tt/14/119_2_tr.htm
...Sultan Orhan devrinde (1324-1362) Bursa’da Ulucami inşa ediliyor. Fakat demirci ustası Kambur Bâli Çelebi (Karagöz) ile duvarcı ustası Halil Hacı İvaz (Hacıvat) arasında geçen nükteli konuşmaları dinlemek isteyen işçiler işi gücü bırakıp onları dinlediklerinden inşaat yavaşlıyor. Bunu öğrenen padişah her ikisini de idam ettiriyor. Sonra da o kadar pişman oluyor ki, onu teselli etmek isteyen Şeyh Küşterî başından beyaz sarığını çıkarıp geriyor ve arkasına bir ışık yakarak ayağından çıkardığı çarıkları ile Karagöz ve Hacivat’ı canlandırıyor...

http://www.bigideafun.com/penguins/arcade/hop/default.htm
Şirinmi şirin bir flash oyun. Çocuğunuzun oynayabilmesiyle ilgili bilgiler için, info for parents kısmını okuyabilirsiniz. ...Help Kevin change the color of all the squares on the board! But watch out for bad guys, and don't jump off the edge...

http://www.jellygames.com/cars3D.htm
Hani sonsuz işareti şeklinde bir yarış pisti vardır. Pist üzerinde iki mini yarış aracı kıyasıya yarışırlar. Eğer hızı ayarlıyamazsanız özellikle virajlarda pistten fırlayabilirler. Mouse yardımıyla sadece hız ayarı yaparak aracınızı kontrol ediyorsunuz. İyi eğlenceler.

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


Galleroo.V2.41 [1,6MB] 2k/XP FREE
http://www.xyster.net/galleroo/
Yetenekli bir resim galerisi yaratıcısı. Diğerlerinde pek görülmeyen video kullanımı da programın içine dahil edilmiş. Seçilmiş resim ve videolardan bir kolaj yapılarak ister webe uygun isterseniz dahili kullanım için galeriler yaratabiliyorsunuz. Resimlerle oynayanlara şiddetle tavsiye edilir.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20031106.asp
ISSN: 1303-8923
6 Kasım 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri