KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 398

 8 Aralık 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Popertesi!?..


İyi haftalar,

Anlaşıldı, Popstar bitene kadar ben Cuma ve ertesilerini ekran başında geçirip her Pazartesi de bu çocukları anlatacağım. Zevkle, merakla izlenen bir yarışma haline geldi. Reyting rakamları benim bu konuda yalnız olmadığımı gösteriyor. Aslında bunun bence çok insani bir nedeni var. 'Elimde büyüdü' diye bir deyişimiz vardır bilirsiniz. Tanımaktan zevk aldığımız insanlardan söz ederken gururla söylenen bir laftır. Hele konu müzik olunca evveliyatını biliyor olmaktan sonsuz bir haz duyarız. Mesela Ebru Gündeş bende bu türden duygular uyandıran, dolayısıyla çok daha sempatik ve hoşgörülü yaklaşmamı sağlayan biridir. Bundan yıllar önce Fatih Erkoç ustanın bir konserinde henüz yerinde duramayan, yetenekli ama tanınmayan sıradan bir mahalle çocuğuyken tanımıştım onu. Hasbelkader o konserde sahneye çıkıp bir şarkı söylemişti. Ve o salonda bulunan yüzlerce kişi gibi ben de bu kızda iş olduğunu ve ileride çok iyi işler yapacağını düşünmüştük. Haksız da çıkmadık. Kısa süre sonra bir patladı, patlayış o patlayış. Şimde ne zaman rastgelsem aklıma hep o sıradan genç kız gelir ve onu dinliyor olmaktan büyük zevk alırım. 'Ben bunun hiç olduğu zamanları bilirim.' diyerek. Popstar da bu insani tatmini milyonlara yaşatacak kuşkusuz. İçlerinden birkaçı ileride çok ünlü olduklarında için için gururlanacağız. 6 aylık doğum sürecini an be an takip etmiş olmanın haklı gururunu yaşayacağız, en azından ben yaşayacağım, sizi bilmem tabi.

Firdevs'e dikkat ediyor musunuz? Ürkek bir kuaför kızdan neler çıktığını izliyor musunuz? Hayranı olduğum Barbara Streisand'ın gençkızlığına benzeyen yüzü, günler geçtikçe artan performansı ile benim gönlümde şimdiden taht kurdu bile. Oylarının az olmasını erkek izleyicilerin vurdumduymazlığına bağlıyorum. Ama Barış'ın hayranı genç kızlar onu uzak ara birinci yaptılar. Laf aramızda hak ediyor yani. Yalnız önümüzdeki hafta benden 2 oy Firdevs'e yoksa kızcağız kalp sektesinden gidecek. Ya Elena'ya ne demeli Allahaşkına. Ann Mary David'leri, Adamo'ları bağrına basıp kendinden bilen bu memleket eminim bu kızı hakkettiği yere getirecektir. O bence zaten popstar. Serkül popstar olamayacak ancak önümüzdeki yıllarda adından sıkça sözettirecek bir yorumcu ve besteci olacağı kesin. Bayhan'a gelince; o pop müziğin değil ama fantazi müziğin popstarı. Geçmişte yaptıklarının ortaya çıkması da bana kalırsa tamamen medyatik bir planlamanın ürünü. Bu bilgilerin ancak şimdi öğrenilebilmiş gibi davranılmasını anlamakta güçlük çekiyorum. Bu memleket kimlere kucak açıyor Bayhan'a mı açmayacak. Daha dün mafya bozuntusu bir süper starın gazeteci dövmek için gazete bastığını duymadık mı? Eğer özel yaşantıları ile star değerlendirmesi yapsaydık elimizde kala kala kaç tane kalırlardı hiç düşündünüz mü? Bırakalım bu işleri çünkü onlar devlet su işleri, akana bakılmaz kokana bakılır.

.........

Milli Eğitim yönetmeliğinde kör gözüm parmağına yapılan değişikliği görmezden gelmeye olanak yok. Yapmaya çalıştıkları bu açıkgözlüğün sandıkları gibi onlara puan getirmeyeceğini aksine çuvalla götüreceğini ileride anlayacaklar. Sekiz yıllık eğitimin anafikrine aykırı olarak demokratik hak ve özgürlükler adına yapılan bu yeni Kuran kursları yönetmeliği, hükümetin beyin damarlarında dolaşan kanın rengini gösteren en önemli belge niteliğini taşıyor. Şimdi kimse kalkıp bunun hoş karşılanması gerektiğini, herkesin din eğitimi alma hakkı olduğunu söylemesin komik olur. Elden kaçabileceği kaygısıyla, arka bahçeyi bıraktıkları nadastan uyandırmayı amaçlayan bu tutarsız ve gereksiz karar mahkeme kapısından dönecektir hiç kuşkunuz olmasın. Tabi bir babayiğidin çıkıp mahkemeye vermesi kaydıyla. Zira 98 de ANAP tarafından benzer şekilde gündeme getirilen bu konu kapıdan döndüğü için içtihat yaratmıştır. Üzerini kaymakla kaplayıp aslını saklamaya çalışsanızda hakkı olan yere yani arşivdeki tozlu raflara iade edilmesi gerekir.

.........

Cuma günü bizim meşhur ankete yeni bir soru koydum. Pek ilgi olmasa da anlaşılan o ki bu kampanyamızdan haberdar olan epeyce az. Efendim geçen sene yılbaşına yaklaşırken bu kampanyayı düzenlemiş ve yaklaşık 150 kahveciyi birbirlerine yılbaşı hediyesi verir hale getirmiştik. Sloganımız 'Tanımadığınız birine hediye vermek ister misiniz?' idi. İşlem son derece basitti. Yayınladığımız formla kahveciler sisteme katılmak istediklerini bildirdiler, ben de bir kura çekerek onları eşleştirdim. Gerekli bilgileri ilgililere ulaştırdık ve hediyelerin yerlerine ulaşmasını sağladık. Sanıyorum 1 fire ile hepsi yerine ulaştı. Hediye dediğimiz öyle pahalı şeyler değil, maddi değerden çok anı değeri taşıyan şeylerdi. Bugün sizlerden gelecek tepkiye göre bu kampanyayı yenilemeye ya da unutmaya karar vereceğim. Bizleri okul yıllarına döndüren bu hediye kampanyasına olan ilginizi gerek ankette gerekse bana yollayacağınız epostalarla belirtebilirsiniz. Hepinize karsız ve donsuz (yanlış anlaşılmasın lütfen!) bir hafta diliyorum. Sıkı giyinmeyi unutmayın olur mu?

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan


ŞAŞI SATICININ KÖR ALICISI - III -

Ertesi sabah daha yataktan çıkmadan telefonuma mesaj geldi. “ Seni çok özledim, ne olursun bu gün görüşelim, mutlaka Naşit’in oraya gel, lütfen ama...” Dün bir, bu gün iki. Ne özlemesi bu bilmem. Zehra, sözümü kesmesene şekerim, anlatmam ama bak.. Biraz sabırlı olsana canım. Sonra ne oldu, eee sonra denir mi? Aklımı karıştırıyorsun, ama şekerim ... Neyse az sonra da telefon etti. “Bu gün vaktin varsa gelsene. Konuşuruz, seni görmek istiyorum” dedi. Yataktan çıktım, duşumu aldım. Hiç acelem yok, nasılsa bekleyecek it gibi. Bilmiyor muyum? Krallara layık bir kahvaltı hazırladım. Radyoda şarkılar, nefis bir kahvaltı, güzel bir gün.. Daha ne isteyim. Geçtim aynanın karşısına, bütün elbiselerimi tek tek denedim. Aklını başından almazsam o avanağın benim kadınlığıma yuh. Taktım takıştırdım, yaptım yakıştırdım evden çıktım. Naşit’in Yeri’nin kapısında beni karşıladı. “Gel bu gün başka bir yere gidelim” dedi. Sesimi çıkarmadım. Arabaya atlayıp sahilde bir yere gittik. Bir ağızlar, bir laflar aklın durur. Bu kadar lafı nerden bulur bilmem. Sevmeler, yoluma ölmeler, uykusuz geceler, yemeden içmeden kesilmeler. İnanılır gibi değil. Arabada otur otur ruhum sıkıldı. Bunun bir şey yapacağı yok. Ha bire laf salatası. Dudağına bir öpücük kondurdum. Sevincinden kafası tavana vurdu. Aklı yerinden uçtu gitti. “Hadi artık gidelim” dedim. Beni aldığı yere getirip bıraktı.

Allah’ın hakkı üçtür derler öyle mi Bekir? Birincisinde tanıştık, ikincisinde konuştuk, üçüncüsünde ne olcaksa olsun artık. Bu sefer eve götürmeyi aklıma koydum. Gelmezse kendi bilir. Fazla naz aşık usandırır. Yok eğer gelemem derse tavrımı koyarım. Benden bu kadar... Tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna. Aynen, bir telefona çıkıp geldi. “Evimi görmek ister misin “ dedim. “Pul koleksiyonun da var bari” demez mi? “Yok ama, senin için bir şeyler düşünürüz” dedim. Atladık arabaya, doğru benim fakirhaneye. İyi ki akşam ortalığa çeki düzen vermişim. ”Rahat ol çekinme, ben bir çay koyup geleyim” dedim. Onu salonda bırakıp mutfağa geçtim. Sessizlik insanı gerer, bilirsin. Müzik setinin düğmesine dokundum. Salonu Sezen’in Yaz şarkısı doldurdu. Sonrasını hiç hatırlamıyorum, film kopmuş. Kendime geldiğimde yatak odasındaydık. İkimiz de nefes nefese, ter içinde... Oda savaş alanı gibi olmuş. Yorgan bir yana gitmiş, çarşaf bir yana. Üzerimizden çıkardıklarımızın her biri ayrı bir yerde. Mutfağa koştuğumda çaydanlıkta bir parmak su kalmıştı. Kaynaya kaynaya buhar olup uçmuş. Zaten çay kimin umurunda? Beni gözü açılmamış sığırcık yavrusu sanma sakın Bekir. Bu bambaşka, akıl alacak gibi değil. Uçmuşum, bir acayip olmuşum. Hava kararmış, akşam olmuş biz hala yataktayız. Nerde olduğumuzu, zamanı unutmuşuz ...

Evde canım sıkılıyordu, bunun telefonu geldi. Kimin olacak Zehra, kimi anlatıyorum sanki? Sen beni dinlemiyorsun yoksa şekerim? Her zamanki yerde buluştuk. “ Eve gidelim, rahat ederiz,” dedi. Sohbet falan zaten iyice baymıştı. “Gidelim bakalım, ama pul koleksiyonun yoksa sıkılırım” dedim. Ne de olsa yabancı yer, çekindim tabii biraz. Sende bir alemsin yani Zehra. Ayol nesinden korkacağım. Hiç mi erkek görmedik, güldürme beni... Fazla patırtı gürültü yapmadan içeri girdik. Uyanık, evi önceden hazırlamış. Her şey yerli yerinde, tertemiz. Kapıyı kapatınca sarılır diye bekledim. “Ben gidip bir çay koyayım” demez mi? Resmen dangalak ayol bu... Madem çekiniyorsun ne diye beni evine getirdin? Onu beklersem iş uzayacak. Salona dönünce ayağa kalkıp ilk hamleyi ben yaptım. Acemi çaylak, tir tir tiriyordu. Yiğidi öldür ama hakkını yeme. Beklediğimden çok daha iyiydi. Valla nasıl söylesem Zehra, her aklıma geldiğinde bir hoş oluyorum. Akşam olmuş, hava karamış farkına bile varmamışız. Eve geldiğimde benim öküz kapıda bekliyordu. “Bu saate kadar neredesin? Ne biçim kadınsın sen” diye ağzına geleni esti savurdu. Yalan uyduracağım diye göbeğim çatladı. İstediği kadar bağırsın, umurumda sanki.

Zamanla samimiyetimiz iyice arttı, birbirimize de çok alıştık be Bekir. İki yada üç gün ara ile görüşüyoruz. Bizimki görüşmek de değil. Birlikteyken sadece sevişiyoruz. Geçenlerde yine eve gitmiştik. Tam iş üstündeyken kapı çaldı. Dürbünden baktım, benim eski dalgalardan Selma... Tam da zamanını bulmuş. “ Sus” dedim benimkine. “Sakın senini çıkarma, evde yok sanıp gider nasılsa.” Karının derdi rezalet çıkarmak. “İçerde olduğunu biliyorum” demez mi? Yataktakinin gözleri fal taşı gibi açıldı, ben apıştım kaldım. Takip etmiş demek kaltak. Yarım saat oldu hala kapıda. “İçerde olduğunu biliyorum, kapıyı aç” diye avazı çıktığı kadar bağırıyor. Bütün apartmana rezil oldum. Ne yapsam ne etsem diye düşünürken aklıma Cavit geldi. Telefonla aradım, “gel oğlum, durum böyle böyle...” Cavit geldi, Selma’yı kapıdan alıp götürdü. Bu işler böyledir Bekir... Karı milletine akıl ermez. Şeytan diyor sokakta geç önüne, ağzını burnunu kır. Gerçi o da kendine göre haklı. Az kahrımı çekmedi. Selma’dan kurtulduğuma sevinemedim ki, bu sefer yataktaki açtı ağzını yumdu gözünü. “Hani başkalarıyla görüşmüyorum demişim. Ona niye yalan söylemişim. Eğer yalan söylersem bir daha gelmezmiş...” Ne sözü vereceğim, kimseye minnet etmem, arkadaş...

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz

Yukarı

Leyla Ayyıldız

 Yazı-Yorum : Leyla Ayyıldız


   Kopkoyu Bir Yalnızlık Demledim Kendime

Kopkoyu bir yalnızlık demledim kendime. Yanında ne kızarmış ekmek kokusu, ne de annemin yağlı, reçelli ekmekleri... Kopkoyu, bir yalnızlık demledim kendime...

Önce bir eşik yaptım, en soğuk mermerden. Yetmedi... Ardından bir sıra duvar ördüm, en kalın taş bloğu ile, sadece bir sıra... Yine yetmedi... Ardından bir sıra, bir sıra daha. Ben bir koydukça, beş koydu yaşam. Örüldükçe örüldü, yükseldikçe yükseldi...

Duvarlarından ışık sızmıyor surlarımın. Kopkoyu bir karanlık ördüm kendime...

Şimdi güneşin ne doğuşu, ne batışı görünür oldu buralardan. Grubun turuncu, sarı rengi yok artık. Yok artık mavinin yeşile çalan tonları. Yok artık pembe, beyaz pastel bir bahar...

Çok zamandır kumdan kale yapıp, bir dalganın alıp, götürüşünü beklemedim. Çıplak ayakla kumsalda koşmadım. Deniz kabuğu toplamadım. Çok zaman oldu, nilüferlerin yaprağından, tırtılın umuduna kanat açmayalı...

Çok zamandır yağmura yakalanmadım. Saçlarımdan süzülmedi damlalar. Çok zaman oldu, gökkuşağı görüp, çığlık atmayalı. Çok, çok zaman oldu pencerenin buğusunda bir resmin kayboluşunu beklemeyeli...

Çok zaman oldu fotoğraf makinemle yaşamın bir karesini dondurmayalı... Bir bahar dalından düşen çiğ damlasını yakalamayalı. Bir şelalenin sesini resmetmeyeli.

Çok zaman oldu tüm çocukları toplayıp, yaz okulu açmayalı... Akşam iş dönüşü onlara şeker almayalı. Bahçede saatlerce zıplamayalı. Yaz bitiminde onlara sözde karnelerini dağıtmayalı. Çok, çok zaman oldu...

Çok zaman oldu, minik ellerle beraber dev bir kardan adam yapmayalı. Kar topundan kaçmayalı. Kara yatıp, iz çıkarmayalı... Çok, çok zaman oldu...

Çok zaman oldu bir şarkı tutmayalı, yüksek sesle bir şarkıya eşlik etmeyeli. Kahkahaların sığmadığı bir odada bulunmayalı, sessiz film oynamayalı... Çok, çok zaman oldu şen şakrak bir şarkının notalarına tutunup dans etmeyeli...

Yüreğim bir serçenin kanadı üzerinde atmıyor uzun zamandır...

Kopkoyu bir yalnızlık demledim kendime. Yanında mı? Sadece kalemim ve göz yaşlarımla ıslanmış satırlarım...

Leyla Ayyıldız
ayyildiz@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Misafir Kahveci : Doğan Sovuksu


HERKES AYNI...

1.
Kamyona aldığı kadın gideli tam yarım saat olmuştu. Terlemeye devam ediyordu. 'Neden tüm eğlenceli şeylerden sonra yorulur ve terler insan anlayamıyorum ....... ......yım!' diye söylendi. Teri, acıyla ve başkaldırıyla anlam kazandırılmaya çalışılan terlerden değildi. Herkesin bildiği pis kokan tuzlu suydu. Bunu bir kamyon direksiyonu, bir felsefecinin yaşadığı kabuslar veya bir silahın namlusu değiştiremezdi. Herkesten farksızdı yaşamı. Yolculukları gece yapması da hayatını bir o kadar çekilmez kılıyordu. Her gece duygusuzca ona bakan binlerce, milyonlarca sarı göz onu yoldan çıkartmaya çalışıyordu ama önemli bir kaza yapmamıştı. Önemsiz kazaları ise adından anlaşılacağı gibiydi. Yine dayanamamıştı. Yolda geçirdiği veya geçireceği tam 2 günün karşılığını, kadınla olduğu 20 dk.ya harcamıştı. Zaten 10 dk.sı giyinmek ve soyunmakla geçmişti. 'Allahın o....... benden kaç kat fazla kazanıyor acaba' diye söylenip hesaplamaya çalışırken vazgeçti ve bitmemiş sigarasını camdan fırlattı. Yorgundu. Sadece çocukluğunun ilk 4 yılı çalışmamıştı. Hep bir şeyler taşımıştı sırtında veya kamyonunda. Kavun, demir, acı, su, sabır, inanç, ölüm korkusu, gece aynı görünen şehirlerin ışıklarının ruhsuzluğuna kattıkları.....24 yıl boyunca taşıdıklarını yoldaki kadınlara boşaltmak bir işe yaramıyor,bir de iş bitince para kaybetmiş olma stresi yaşatıyordu. Sabah lastiklerini yenilemek isteyen tamirci, kadının aldığı paranın sadece 2 katını istemişti, ama buna gerek görmemişti. 'Tekerlekler daha 500.000 km. gider sen kafanı yorma' diye de camdan bağırmıştı. Keşke öyle demeseydim, nazar değecek' diye söylenirken aklına birden karısı Aliye geldi. Ne yapıyordu acaba? Yattığı kadının kocası o olsaydı nasıl hissedeceğini düşünmeye çalıştı ve küfrederek gaza bastı. Karısına ve çocuklarına ulaşmaya sadece 13 saat kalmıştı. Anasını sattığı kamyon bu hızla giderken kafayı yememesi ve sonunda eve ulaşması, iki mucizeydi. Ona ve çoğu insana göre insanın evi gibi yoktu. Duygulanarak dikiz aynasındaki oğlunun vesikalık resmine baktı ve gülümsedi:

- Oğlum, kimin için sürüyorum ben bu enkazı? Annen olacak o kadının çenesi kadar g... çalışsaydı eve biraz daha para getirebilirdim!! G....... k........ kaderi beni bu kamyona tıktı kendi kendime konuşup delirmek için!! Hooooopp yavaş o........ evladı!!!

Yanından hızla bir Lotus geçti. Hızlı arabalar geçerken direksiyonu sola kırmamak için kendini zor tutuyordu. Yaşam yanından hızla geçerken, o her saniye hem parasal olarak hem de ruhsal olarak doğru dürüst işi olan insanlardan uzaklaşıyordu.

- a...... k........ y......., biraz yavaş gitse karısını evde daha fazla düdükleyecekler anlaşılan!! Hehehehe?? Ne diyom ben yahu....!?

2.
Ant yapacağı konuşma için 2 saattir düşünüyordu? Farklı bir evlilik teklifi yapmak için Duygu' yu Tuz Gölü'ne çağırdığı 2 gün önceden beri aklında sadece o an vardı. Arabanın bagajı büyük gün için hazırdı. Havai fişekler, mumlar, şarap şişeleri, kadehler, babasının adamlarının hazırlattığı yemekler, deniz yatağı, pompa, iç çamaşır, 1 erkek, 1 kadın mayosu, içi dolu bir prezervatif kutusu, dijital fotoğraf makinesi, evlilik teklifi yaparken kullanacağı mp3 çalar.....Ne olur ne olmaz diye her şeyi almıştı yanına. Tek sorun Duygu' nun kabul etmeme olasılığıydı. Olamazdı. Kabul etmeme olasılığı olamazdı.

- Ant, niye gidiyoruz gecenin bu saatinde Tuz Gölü'ne manyak mıyız biz? Yoksa evlenme mi teklif edeceksin bana hı?
- Duygu saçmalama ne evliliği? 24 yaşındasın!! Bu yaşta senden birşey olmaz.
- Bunu bildiğim için söyledim zaten. Ne yapacağız o korkunç yerde o zaman? Yoksa beni öldürecek misin?
- Daha kötüsünü düşün....
- Anladım çırılçıplak soyunup tuzların arasında sevişeceğiz.
- Uzaklaştın! Yine de iyi fikir, olabilir...

Ant, bir an evlilik teklifinden vazgeçme fikri üzerinde kafa yordu. Bu kız yarı deliydi. Çocukları olunca düzelir miydi acaba? Çırılçıplak Tuz Gölü?? İlginç olabilirdi. Evlilik teklifine olumlu yanıt alırsa zaten yapılması muhtemel bir şeydi bu. Vazgeçmeyecekti. Lotus' un farları karşıdaki arabaları rahatsız ettiğinden, arabalar habire uzun farlarını açıp Ant' ın beyninde uzun süreli düşüncelerin oluşmasını engelliyordu.

- Sence saçma mı olur?
- Ne saçma mı olur?
- Evlenmemiz...
- Biraz...... - Neden? Seneye 29 olacağım...1 sene sonra 30...11 sene sonra 40...71 sene sonra 100..Düşünsene çok değil 71 sene sonra ölebilirim.
- Beni ilgilendirmez. Ben 200 sene yaşayacağım için ölenlere üzülerek kendimi yıpratmak istemiyorum, üzüntü kırışıklıklarımı arttırabilir. O yüzden umursamam ölümünü sanırım.
- Demek sadece sanırsın ha! En iyisi seni burada indirmek galiba.
- İndirmek mi? Bunu yapacak cesaretin olsaydı, sana 1000 kat fazla aşık olurdum.

Ant birdenbire frene bastı ve arabayı pek de emniyetli olmayan emniyet şeridine çekti. Duygu pek şaşırmış görünmüyordu. Araba stop eder etmez, teybi tekrar çalıştırdı.

- Sun Roof' u açsana...
- İnmiyor musun?
- Sence iniyor gibi mi görünüyorum? Aç şunu!!

Duygu gömleğinin düğmelerini çözerek açılmakta olan Sun Roof' tan kafasını çıkardı ve bağırmaya başladı.

- Çok mutsuzuuuummm. Çünkü sevgilim çok beceriksiz, beni sevemiyooooooorrrr........
- İçeri gir Duygu! Seviyorum tabii ki.
- Laf bunların hepsi....!! Herkesin yapabileceği gibi bir şey değil istediğim, aşkımdan delirmen gerek! Ve beni delirtmen!! Hadi delirt beni!!
- Saçmalama Duygu içeri gir. Bu saatte seni bu halde gören olursa önce sana sonra bana tecavüz eder, sonra da tuzlayıp yer. Gir içeri, seviyorum seni, hem de çok...
- Offfffff, anlamıyorsun.....
- Gir de içerde anlat maket deli!!!
- Maket deli mi? Mükemmel espri, bravo Ant!! Oofffff, senden adam olmaz!!

Duygu içeri girdi ve sun roof' u kapattı. Ant, bir kez daha kaybettiğini düşündü ama Duygu' yu değil savaşı....Arabayı çalıştırdı ve tekrar gecenin karanlık yüzüne döndüler. Duygu yine de hayata tutunmaya çalışmıştı.

- Çok sıkıcısın! Neyini seviyorum bilmiyorum...
- Sevmediğim bir şeyimi bulmaya çalışarak boşuna yorulma bence!
- Tam tersi neyini sevdiğimi düşünerek zaman kaybetmemeliyim aslında.
- Kes artık yeter! Gelmemize sadece 15 dakika kaldı.
- Dayanamayacağım, burada sevişelim.
- Çıldırdın galiba!
- Çıldırmadım. Yeter korkaklık yaptığın! Çek arabayı kenara. Işıkları kapatırsın olur biter.
- Arabayı yeni çalıştırdım daha.
- Hadi dayanamayacağım artık!!
- OK...Sen kaşındın.

Ant işlerin planladığı gibi yürümemesinden rahatsızdı ama sevgilisiyle birleşmenin zamanını hesaplamanın da salakça olduğunu biliyordu. Arabayı kenara çekti ve farları kapattı. Duygu hızla arabadan çıkarak üstündekileri çıkartmaya başladı.

- Peşimden gel.
- Duygu kes artık deliliği. Arabaya gel. Burası daha rahat değil mi?
- Rahat ama sıkıcı. Hadi artık yaşayalım. Uyan artık gece oldu!!
- Bu kadar saçmalamasan da geleceğim zaten. Kendine gelsen biraz?
- Çıldıracağım ya. Sen eskiden bu kadar sıkıcı değildin.
- Sen de daha az deliydin.

Duygu koşmaya başlamıştı. Tuz Gölü'ne ulaşmamış olsalar da ortam Ant' ın teklifi için uygundu. Bulundukları yerden tüm dünya görülebilirdi ama dünyaya bakacak zamanları yoktu. İkisi de bütün güçleriyle koşuyorlardı. Ant Duygu' yu yakaladı ve kavga ederek sevişmeye başladılar. Duygu bir Tanrıca' nın ruhuna sahip olduğunu hissettirdi tekrar Ant' a...İkisi de yaşamaya ve dünyayı döndürmeye başladılar tekrar. Dünya dönünce, bir yerlerde yağmur yağmaya başladı ve damlalar intihar etmeyi düşünen birinin evinin camına acımasızca saldırdı. Savaşlar bitti, 1000 çocuk doğdu, 20 köpek vurularak öldürüldü, 100.000 evde tuvaletlerin sifonu çekildi, milyonlarca kişi ofislerindeki saate tekrar baktılar, dünya değişmeye çalıştı ama beceremedi.

3.
- s......... kaderi bari çocuklar için değişse.... Acayip uykum geldi. Kenara çekip uyusam mı acaba? Biraz daha sabredeyim en iyisi...

Akad, kamyonda bir gariplik hissetmeye başladığında düşünmeyi bıraktı. Dünya kısa bir an için durdu ve tatsızlaştı. Direksiyon yıllardır yaşadıklarının öcünü almak istercesine verilen emirleri reddetmeye başladı..

- Tekerlek mi patladı , tekerlekkkkkkk.!! Allllllaaaaaaaaaahhhhhhhhhhhhhhhhh.....................

4.
- Neden insan eğlenceli bir şey yaptıktan sonra hep terler? Acaba bunu düşünmüş müdür kimse Duygu?
- Ant sen bu kadar salakça şeyler sormazdın sevişmeden sonra? Gerçi bir keresinde ilkokulda kimsenin beni elleyip ellemediğini sormuştun.
- İlk dokunuş önemli o yüzden sordum....Şimdi gecenin en önemli anına geldik. Bak Duygu! Biliyors.....Hey, bu da ne?

Büyük bir patlama sesi duyuldu. Çıkan ateş Ant' ın tüm planlarının bittiğini haber veriyordu. Ateşin içinden kurtulmak isteyen kamyon parçaları çevreye kaçmaya çalışıyorlardı.

- Duygu uzaklaşalım buradan, gece berbat olacak yoksa...!! Dikkat et......!!

Duygu uzaklaşmıştı zaten. Gökyüzünden milyonlarca tekerlek yağsa bir tanesinin bile Duygu' ya çarpacak cesareti yoktu. Çünkü o medeniyete rağmen ayakta durabilmiş birkaç Tanrıça' dan biriydi. Ant' ın 28 yıllık düşleriydi. Ressamdı, müzisyendi, doktordu, filozoftu, yazardı, mimardı, ne olmak isterse O'ydu...Ne yazık ki tekerlek yağmuru gökyüzünden yağmıyordu ve Tanrıca' yı savunmasız yakalamıştı. Ona çarpan ruhsuz bir küçük Dünya' ydı. Onurunu patlamada yitirmişçesine umursamazca dönen Dünya' nın küçük bir kopyasıydı. Çarptıktan sonra yoluna devam etti ve gözden kayboldu. Belki de Duygu' nun enerjisini de aldığından durmayacaktı hiç. Dünya döndükçe insanların duygularını kaybetmesinin bu olayla benzerliği tamamen bir tesadüftü ve bu hikayenin ses oyunlarına alet olmaya hiç niyeti yoktu.

Tanrıça öldü ama Dünya umursamadı. Savaşlar tekrar başladı. Milyonlarca insan başarısız oldu. Bir daha hiç Cumartesi olmadı. Depremler keyif sürmeye devam ettiler. Aşk birkaç kez insanlara görünüp yok oldu. Tonlarca gözyaşı boşu boşuna aktı. Ve hiç kimse Ant'ın o gece baktığı gibi bakamadı...

Doğan Sovuksu

Yukarı

 Arap olayım ben de kahveciyim... : Beyhan Duffey


Araya Giren Garip Yazı

Merhabalar... Bugünkü keyfimi sormayın gitsin. Sabah her zamanki enerjimle saat 11'de ancak uyandım. Yaptım fincanın dibinde çok açık bir kahve ( Af buyurun 4 aylık hamileyim de içindeki kafeinden dolayı benim ve içimde büyüyen veledin kahve içmesi yasak. Ben yine de ara sıra yasak masak tanımıyorum vesselam ) Açtım internetimi, okudum gazetemi. Yine pek beğendim neme lazım. Bir de şu yazılarıma gelen yorumlara bir bakayım dedim. Ay.. heyecandan az daha kalbim duracaktı. Yalan yok, bir yorumu defalarca okudum. Ben böyle güzel sözlere alışık değilim bilmiş olasınız. Bir gün kalpten gidecek olursam sebebi Kahve Molası gediklileridir, şimdiden bildirmiş olayım. Ben bütün öğrenim hayatım boyunca, özellikle de üniversitede, hep şu sözleri işittim; Iyyy... Bu ne böyle, hiçbir şeye benzememiş, otur bir daha yaz... I-ıh... Gene olmamış.... Sende iki satır yazacak kapasite yok... Bir Allahın kulu da çıkıp deseydi ya "umut vadediyor, fena sayılmaz" felan fıstık... Sonra dedim ki kendi kendime, yazma lan, yazma. Hem kendi sinirlerini yıpratma hem de su gıcık hocaların ve çok bilmiş sınıf arkadaşlarının sana laf söylemesine izin verme. O gün bugündür kağıt ve kalemle küsümdür. Ama Kahve Molası Edit'ine fena yakalandığım günden beri beni bir heyecan sardı sormayın. "Aman ne şirin dillerin var senin. Yerim ben o dilleri... " Edit'im böyle dediğinden beri gözümü bilgisayar ekranından, ellerimi de klavyeden alamaz oldum. Hem sadece gazeteye değil, eşe dosta, tanıdığa, tanımadığa herkese yazıyorum. Yazılarımı orada okusunlar diye gazeteyi her bir kimseciklere tavsiye ediyorum. Yakında okuyucu sayımızda bir patlama olacak gibime geliyor. Bizim bütün sülale ve eş-dost çevrem...

Bugün de yazılarım hakkında yazılan yorumları bir okudum pir okudum. Koltuklarım kabardıkça kabardı. Burnumun yükseltisinden bilgisayar ekranını göremez oldum. Kalp atışlarımın dengesini hala tutturabilmiş değilim. "Aman efendim ne iyi ettin de yazdın, aramıza hoş geldin, bir sonraki yazını dört gözle bekliyoruz" Ay sevinçten şimdi düşüp bayılacağım. Ben, yani üstün yazarınızda sebebi bilinmez bir kalp sektesi başladı. Yanında da bir burnu havalarda dolaşma hastalığı. Gazete manşetlerinde şimdiden adımı görüyorum "Büyük Yazarımız", "En Büyük O", "Başımızın Tacı"... Ahmet Altan felan da kim oluyormuş benim yanımda ? Şu kuyruğa girsin de bir hele ona da şu meşhur kitabımı imzalayayım. Edit sen de okuyucularımı bekletme bir an önce yazılarımı yayınla, yoksa elimi sallasam ellisi gazete sırada. İki de dörtlük döktüreyim bari ;

Bu akşam yazarım
Beni kimse tutamaz
Sen bile tutamazsın edit, Ahmet Altan tutamaz...
Bu akşam yazarıııııımmmmm...... niy..niy...niy...

Ay... Sonra bir silkinip kendime geldim. Hey bana bakın okuyucular ve bilumum yorum yazanlar; siz ağız birliği edip topluca benimle dalga geçmiyorsunuz değil mi ? Cok kırılırım valla... Şurda Arabistan'da yaşayıp, farklı şeyler görüp, kendi çapımızda iki laf edelim dedik. Öyle bilirim, yazarım, benden iyisi can sağlığı gibi dertlerim yok bilesiniz. Aksine kabuğuma çekilip oturmayı tercih ederim. Kırmayın şu arap narin kalbimi, geçmeyin dalga şu fakirle. Vurmayın yüzüme yüzüme kusurlarımı. İncitmeyin beni ya habibi...

Arabistan anılarına devam edeceğim de, bir türlü kendimi bizim gazetemizde olup bitenden alamıyorum. Şunu da anlatayım ne olur; geçenlerde bir gün de hiç dolaşmadığım bir sayfamızda, yorumlar sayfasında dolaştım. Şimdiye kadar da bu sayfayı ziyaret etmemis olduğum için bir hayıflandım bir hayıflandım... Tavsiye ederim. Henüz bu sayfayı ziyaret etmeyeniniz varsa , bir satırını dahi atlamadan gezinti yapsın. Başka bir tavsiye, mümkünse çok üzgün ve umutsuz, kırgın bir halinizde okuyun. Acayip enerji ve keyif deposu. Komik mi komik. Bütün kirli çamaşırlar da orada. Sanki herşey gizli ve kilitli bir kutunun içindeymiş de, kilit kendiliğinden kırılmış içindekiler de birer birer ortaya çıkmış ve henüz kimse bu durumu farketmemiş misali bir sayfa... Ben bu sayfalarda en çok Melih Sakin'in atıflarına güldüm. Hem de ne gülme. Mideme kramplar girdi. Ne maço abilerimiz okuyormuş gazeteyi de haberimiz yokmuş be ! Maskeli balo benzetmesi ve Ahmet Altan'in dişi avcılığı bölümlerinde artık koptum. Çok gecikmiş bir cevap olacak biliyorum ama sevgili Melih Abi, ben Ahmet Altan'a hastayım. Madem böyle bir yakınlığın ve tanımışlığın var bir büyüklük yap da abi aramızı bir yapıver be...! Neredeyse ve kaç paraysa o maskeli baloya da gideriz icabında.... Gerçi ben Ahmet Altan'ın ilk yazısıyla karşılaştığımda Kahve Molası'nda, İzmir Alaybey İlkokulunda sınıf arkadaşım vardı adı Ahmet Altan. Konumuzla ilgisi yok ama bir de Ahmet Kaya ve Ayhan Işık vardı. Yalanım varsa iki gözüm önüme aksın. İnanmazsan gir bu okulun 80'li yıllar arşivine araştır. Neyse, işte o benim sınıf arkadaşım Ahmet Altan pek tembel, haylaz ve pek tabii çok yakışıklıydı. Bütün kızlar, ağzımızın suyu akardı onun için. Sonradan öğrendim ki İzmir to sanayiinde araba tamircisi olmuş. İşte bu gazetede de Ahmet Altan ismini görünce "vay, bizim Ahmet'in de eli kalem tutar olmuş" dedim kendi kendime. Meğersem o Ahmet bu Ahmet değilmiş. Seninki de böyle bir isim yanılması olabilir mi acep ? Hayallerimi yıktın be Melih Abi... Alacağın olsun.... Ben de hani şu "Kılıç Yarası"nın Ahmet Altan'ından bahsediyorsun sandım...

Yalvarırım Editörüm güzelim, beni cezalandırma. Bir daha boş konuşmayacağım -yazmayacağım söz. Biliyorum boş yere zamanını alıyorum ve yayınlarsan eğer, yer kaplıyorum ama şu koca Arabistan'da da oturup bunları paylaşacak çok insan yok ya iki gözüm. Anlayışlı ol biraz. Bak bütün okuyucuların önünde söz veriyorum artık böyle boş boş zırvalıklar yazmayacağım. Cilt cilt kitaplar okuyacağım. Alıntılar yapacağım. Dipnotlar düşeceğim. Parantez içinde büyük adamların büyük sözlerini büyük büyük harflerle yazacağım. Memleketime ve milletime hayırlı bir evlat olmaya çalışacağım. En büyük bizim Edit, başka büyük cim bom... Yaşa be habibi... Anlayışlı adam mışsın vesselam...

Sonunda adamı kandırdık. Adam nazi subayı gibi. Dediği dedik. Siz beni dinleyin suyuna gidin. Kafasını kızdırmayalım, yoksa gazeteyi de bizi de dağıtır sonra ayda görürüz birbirimizi... En kısa zamanda Arabistan Anıları 3'de görüşmek üzere... Yallah bye habibi...

Beyhan DUFFEY - Cidde / Suudi Arabistan
duffey@kahveciyiz.biz

Yukarı

 HOBİ : İlker Demir


AKP'nin CUMHURİYET AŞKI..

Adamın sinirleri tepesinde değil, ağzında:" Açık gözlülük değil, açgözlülük bu! Yeni yapışmış afişlerin üstüne nasıl afiş yapıştırırsınız! Bu hiç centilmenliğe sığar mı? " Miting alanında nutuk çeker gibi bağırıyor. Sanki etrafında onu duyup gelecek varmış gibi birilerini çağırıyor. "Beyefendi, nedir sorun, bir afiş için kendinizi helak ediyorsunuz? Değer mi? Hele bir soluklanın, hele bir yüze kadar sayın içinizden, ortaya ne sonuç çıkacak?" Ama nafile, kimseyi dinlemiyor, bağırıyor da bağırıyor. "Anlamıyorum, bu memelekette, bu dilde sözcük mü bitti, sözlüklerimiz mi kurudu, neden İngilizce afiş, anlaşılır gibi değil! Diline, siyasetine sahip çıkan yok mu! Arapça düşün, İngilizce anlaş. Arabesk, müzikten siyasete mi sıçradı? Burası köpeksiz köy mü! Buna mutlaka bir çözüm bulunmalı!." ve benzeri soru cümlelerini ardarda sıralayıp duruyor. "Birader, bu ne milliyetçilik, İngilizce afiş yapıştırdılarsa ne olmuş, tabelası İngilizce olmayan mağaza, işyeri, şirket mi var?" diye akıldan geçebilecek şeyleri biliyormuşcasına, yanıt veriyor avaz avaz; sesinin çıktığı kadar bağırıyor: "Ne milliyetçiliği, küçük, en beğenmediğiniz küçük bir beldeli olurum ama asla milliyetçi olmam! Kerevizköylü olurum, milliyetçi olmam! Beni o kadar geri biri mi görüyorsunuz! Görüntümden öyle bir sonuç mu çıkarıyorsunuz? Görünüşe aldanmayın. Su, dünyanın her yerinde h2o'dur, gözdeki retina dünyanın her yerinde retinadır, aynı dilde ağlar, aynı dilde güleriz. Dünyada güzel olan her şey evrenseldir. Eşitlik özlemi evrenseldir. Kanser her yerde kanserdir. Kanun, tüzük değil, hukuk, adalet evrenseldir. Bu olgular ne zaman ulusal içine girer, eşitlik ve adalet birbirine girer. Her ulus göreceli olarak yakındır evrensele.. Bir tane güzel bir şey gösterebilir misiniz, milliyetçi olan! Bir tane gösterebilir misiniz, evrensel olup da güzel olmayan! En kutsal dediğinizi, en yüce dediğinizi gösterin, gösterin bir tane ki, uğruna kan ve göz yaşı akıtılmamış olsun. İçinde, içeriğinde ve oluşumunda şiddet olan bir şeyin nesi güzel olabilir!. Evrenselin şiddet ulguladığı görülmüş müdür? Aynı denkte, eşdeğerde bir olguyla kıyaslandığında karşımıza çıkacak olan nasıl evrensel olabilir! Barış gibi evrensel doğru varken, ulusal yada uluslararası ortaklığı olan bir ulusal şirketin çıkarı için ya da nedeni ne olursa olsun, başka bir şey için, başka ulusun insanlarına saldırıyı, bir insana, canlıya saldırıyı niye savunayım ki! Ölüm bile evrenseldir; dünyanın her yerinde ölüm insanlara acı verir. Siz hiç yakını öldü diye göbek atan bir kültür duydunuz mu? Tüm damarlarımı analiz etseniz, milliyetçi olan bir kılcal damar dahi bulamazsınız ." Bu ne iddialılık, bu ne öfke, dizginlenir, tutulur değil.. Olayın başında, sanki duyacaklarmış gibi çağırıyor dediklerimiz, yavaş yavaş alana toplanmaya başlıyor.. Bir önceki dönemde parlamentoya girip de şimdi girememiş partilerin mitinglerde topladığı sayıdan çok fazla. Davetsiz dinleyiciler.. Kuru kalabalık.. "Arkadaş, söyle önümüzde seçim var, aday mısın, nesin, anlaşılsın yani?"

Biraz sakinleşmiş, etrafındakileri görmeye başlamıştı. Artık tane tane anlatabilirdi herhalde.. "Söze hayır aday değilim." diyerek başladı, şöyle devam etti, "Sabahleyin oturduğumuz beldeyi güzelleştirmek için kurduğumuz çevre derneğimizin afişlerini, mahalleliyle beraber yapıştırdık. Geldim eve kahvaltıya başladım, o arada bazı pasifistlere caka satmak için, afişleri gördünüz mü diye telefon açtım ki, helal, bravo vb güzel laflar duyayım. Kim hoşlanmaz bunları duymaktan. Ama telefonda, ne afişi, afiş mafiş görmedik deyince konuştuklarım, kafama kaynar kazandan sular dökülmüş gibi oldu. Hemen sokağa fırladım. Ben oldum olası sokaklarda rahatlarım; içine kapanmak ya da meyhane değildir tarzım. Tüm insanlar güzeldir bana göre. Önyargıyla yaklaşılmadığını gördüğü ve buna inandığı müddetçe insan, insana dosttur. Her insanın dosta ihtiyacı vardır. Çünkü, insan denen canlı, sosyal olabildiği ölçüde insandır, insan kalabildiği ölçüde de mutlu.. Neyse lafı uzatmayayım. Önce açtım telefonu, Ak Parti İl Başkanlığını aradım. Onlara, özetle olanları anlattıktan sonra yapılan yanlışı, eski kıssas kültürümüzü devam ettirirsek, onların afişlerini de yarım saat içinde kapatabileceğimizi, ama bizim mahalleden geçmez misin, iadeli taahhütlü gönderirim, rüzgara karşı kaç metre gibi ilkel dönemleri aşmak gerektiğini söyledim. Onlar da belde gençlerinin yaptığı yanlıştan dolayı üzgün olduklarını, daha başka da yapacak bir şeyleri olmadığını, önemli olanın tekerrür ettirmemek olduğunu söylediler. Söylediler ama sözleri beni kesmedi. İçimde tutamazdım, kahvaltı masasında oturup kalamazdım; apar topar dışarı çıkıp başladım haykırmaya. Siz ne zaman, konuşmanın neresine yetiştiniz farkında değilim. Ak Parti Gençlik Örgütünün 'I love Cumhuriyet' afişi yapıştırdığını çıkarabildiniz mi, şu ana değin konuşmalarımdan? Tabi love denmemiş de love yerine yürek amblemi koymuşlar. Her neyse anlatmış oldum böylelikle. Laf aramızda yürek resmi bayağı iyi fikir. Zira gençlik, ağaçlara sevgilileri için yürek kazımasının yanı sıra siyasete de yüreklerini ayırsın anlamında yorumladığım için beğendim. Yüreğin parçalanmasını güzel bulurum ben; sevginin dağılımını ifade eder.

Nerede kaldık? Haa İngilizce, neden İngilizce? Beldemizde İngilizce konuşan bir nüfus yok ki! Dünyamızda bir milyar civarında Ingılızce konuşan insan var, uluslararası bir propaganda için İngilizce afiş hazırlasalar, İngilizce kurs vermek için olsa, aferin bile derdim, ama bu belde için İngilizce anlamsız. Rumca, Ermenice hazırlasalar afişi, diyeceğim ki, demokrasi azınlık haklarının korunduğu rejimdir, üç beş aile bile kalmış olsa, onları unutmamış, politika kitlelere dayanmalıdırı biliyorlar, uyguluyorlar, bravo derdim. Keza Kürtçe afiş hazırlasalar gene desteklerdim. Niye İngilizce, bir türlü dayanaklı bir cevap bulamıyorum. Bush bu afişi duyup ta, hibe kredi filan açmaz adama. O halde niye? Arapçadan İngilizceye dönerek, Doğudan Batıya yöneldiklerini mi anlatmış olacaklar? Değiştik mi diyecekler? Üstünde konuşulsun da propagandamız olsun diye mi yapıyorlar?" Sorular soruları kovalıyor, ardı arkası kesilmiyordu. Dayanamadı, "Amaan sana ne yaa, niçin yaptıklarını onlardan iyi mi bileceksin! Aka Parti açıklasın. Bu eski solculuktan ne zaman kurtulacaksın? Başkası adına düşünüp, başkası adına konuşmaktan kurtulamayacak mısın! Cık, cık, bu kadar da müzmin, muhafazakar muhaliflik olmaz ki! Hadi sana güle güle; git, yarım kahvaltını bitir." dedi. Gitti. O gidince insanların oradaki varlığı sanki işlevini yitirdi, anlamsızlaşıverdi. Yine içinden, birey olun, kuru kalabalık değil, dedi. Sonra, evet sonra, acaba bu afişi astırtan eski bir solcu mu? Sakın Aka Parti'ye danışmanlık yapıyor olmasın? Niyeti ne acaba? İrticaya mı danışmanlık yapıyor? Onca yıl savunduklarıyla nasıl barışık hissediyor kendini? İşin doğrusu, onların varlığını da kabül etmek mi ki? Bu adam, evet bu adam, sakın partinin adamı olmasın, canlı canlı nabız ölçmek için?" O da soru girdabından nasıl çıkacağını bilmiyordu. Etrafına bakındı; kuru kalabalık olduğu gibi oradaydı. Hayret, hepsi aralarında grup, grupçuk oluşturmuş, ellerini kollarını sallayarak tartışıyorlardı. Ne yapacağını bilemeden baka kaldı. Duyabildiklerine kulak kabarttı: Biri, " Bu oportunist tutumlar ...", diğeri," Bütün revizyonist tutumlar..", öbürü," Sosyal faşist geleneğinizin..", bir başkası, " Terörist solcudur diye haklı ola.." , "Mustafa Kemal ile Atatürk arasında.." ve daha birçok bildik cümle havada uçuşuyordu.. Bunların kim olduğunu anlamak için alt yazı geçmeye gerek yoktu...

İlker Demir
ilkerdemir@kahveciyiz.biz

Yukarı

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
Amaan yarabbim yine cızırtılar başladı iyimi... Halen çözülememiş problemli ilişkilerde takılı kaldık değilmi koçlar !.. Yaşam değişikliklerine balıklama atlamak isteyenleriniz varsa veya bunu en azından içinizden geçiriyorsanız vay sizin hallerinize koçlarım.. Düşünün taşının iyice, son pişmanlıklar fayda vermez.. Başka mekanlara da taşınsanız bir an gelecek yine dertlerinizle başbaşa kalacaksınız.. Yücelmektesiniz yaşamlarınızda.. Sabırla, inançla..

BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Aşklar tanrıçası Venüs' ün sıcak temaslarını hissediyormusunuz boğalar ? Birçoklarınızın son zamanlarda ki takıntıları aşkları da aşkları .. Evlilik, bebecik, yepyeni mekan ve dekorasyon uğraşıları derken hayat öylesine renklendi ki!.. İş hayatınızda yollarınıza bereketler saçılmakta sanki. Muazzam perspektiflerin sizleri doruklara taşıyacakları bir haftaya girmektesiniz.. Basın, yayım, reklam sektörlerinde çalışanlarınız şaha kalkıyorsunuz bilin..

İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Derinden bir nefes alın ikizler !.. Bu hafta nispeten rahatlıyorsunuz, bu demek değildir ki sizleri çıldırtan dertleriniz çözümlendi.. Açık sözlü oluşunuz çevrenizde ki insanları rahatsız etsede önemsemeyin bunu.. Kafalarınız karışık ta olsa, bazen kendi kendinizin düşmanı da olsanız, organizasyonlar da tutarsızlıklar da yaşasanız, olayları ve insanları anında analize etme kabiliyetinize şükredin ikizler. Kredilere ve harcamalara özellikle dikkat edin. Açılmayın fazla. İlişkileriniz de yangınlara her zaman ki gibi körükle gitmeyin oldumu...

YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Sakın ama sakın bu hafta kendinizi veya ailenizi kabuklarınıza çekilerek yaşamak maceralarına sürüklemeyin yengeçler.. Monoton yaşamlar kapıda hazır bekliyorlar ! Sizleri daha çok ateşleyebilecek, heyecan verecek mesleki uğraşlara, hedeflere kilitlenin.. Hemen herşeye parlamayın, dünya mutlaka sizlerin istediği şekilde dönecek diye bir şart yok bunu da kabul edin artık.. Bitmez bilmeyen sorularla zihnen kendinizi hırpalamanın alemi yok vallahi.. Yılbaşı tatillerine bir organizasyon düşünseniz, rahatlatsanız kendinizi biraz..

ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Amaan ne güzel bir haftaymış bu böyle arslanlar ! Heyecanlanmayalım ahım şahım şeyler yok ufukta... Sakin ama gayet tatlı ve gürültüsüz günlere tu kaka diyecekte değilsiniz herhalde ! İlişkilerinizde açık sözlü ve samimi olun arslanlar.. 17 aralıktan itibaren iş görüşmelerinde kazanacağınız puanlar ocak ayını dahada bereketli kılacaklar. Karizmatik kişilikleriniz sayesinde dostlarınızca bir başka sevileceksiniz.. Projelerde temkinli olun canlarım.

BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
Burcunuzda bulunan Venüs sayesinde gergin olan ilişkileriniz rahatlayacaklar ve sizlerde beraberlerinde.. Hiç olmadık yerlerden problem çıkarmanın alemi yok vallahi. En ufak bir eleştiride, beklenmedik bir davranışta hemen havalara sıçramayın. Duygularınıza hakim olun biraz.. Herşeyi de üstünüze almasanız olmazmı allah aşkına ? Sinirli halleriniz olası iş görüşmelerini elektrikli kılabilirler.. 21 aralığı bekleyin önemli kararlar için. Şansınız açık başaklar ama kesinlikle sakinleşin, ailevi ilişkilerde de durumlar aynı ...

TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Aah teraziler, eğer kalpleriniz paslanmaz çelikten değilseler çetrefelli günler sizleri bekliyorlar... Birgün süpersiniz doruklarda fik atıyorsunuz, öbürsü gün diplerde nefes darlığından gidip gidip geliyorsunuz.. Hangi bünye dayanır yani buna teraziler ! Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş, tamam anladık ta üfleye üfleye kendinizi bile soğuttunuz nerdeyse yaşamdan yahu.. Bedenen kendinizi gayet formda (!) hissetseniz de zihinlerinize aşırı yüklenmeyin derim terazilerim..

AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Aralık ayının ikinci yarısı sizlere ilaç gibi gelecek akrepler.. Mekanlarınızla ilgili projeler ağırlık kazanmaktalar. Zaten aralığın son haftalarında kendinizi öylesine formda hissedeceksiniz ki, her alanda bir girişimim olsun, öyle ki şu sıralar canavar gibiyim diyeceğiniz günlere kavuşmak üzeresiniz !!. Borsa ve diğer yatırım alanlarında temkinli olmanız şartı ile kabul edelim ki canavar gibisiniz akreplerim. Farkedileceksiniz.

YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Geçen gök gümbürdemelerinin ardından bu hafta ki hava durumları biraz daha ümit vericiler. Ama fırtınalar her an kopabilirler, ailevi, dost ve aşk ilişkilerinizde.. Halatları yeniden kontrol edin, geri dönüşü olmayacak yolculuklara çıkmanın sırası hiç değil yaylar.. Disiplinli ve inançlı davranışlarınız mesleklerinizde de olabilecek lodoslarda limanlara sıkı sıkıya bağlı kalmanızı sağlayacaklar. Rahatlatın kendinizi mümkün mertebe ve enerjilerinizi heba etmeyin gereksiz yere..

OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Tamam Venüs sizin burcunuza da misafir oğlaklar ama her şeyi böylesine içinize atmaktan vazgeçin artık ne olur. Venüs' ün gönülleri sıcak tutan ışınlarından faydalanmaya bakın. Sevgililerinizle gelecekle ilgili projeler yapmanın tam sırası şimdi inanın.. Gönlünüzce isteyin, dileklerinize inançla sarılın, 2004 güzelliklerle geliyor burçlarınıza oğlaklar..

KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Alın sizlere sakin mi sakin bir hafta kovalar !! Acayip geldi belki değilmi !.. Öylesine alışmıştınız ki artık stresli ortamlara ve yaşamlara.. 2004' te bariz rahatlıklar söz konusu kovalar bunu da bilin oldumu.. İlişkilerinizde problemler hasıl olursa bu sefer suçu kendinizde arayın ve bunuda şüpheci oluşunuza bağlayın.. Kendinize resmen fren oluyorsunuz. Ateşlenmenizin gerektiği ve ortamın da buna müsait olduğu halde ! ...

BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
Oof ki of !! Derindeen bir nefes alın balıklar, bu hafta içinizdeki fırtınalar dinmekteler en nihayetin de.. Herşeyin güllük gülistanlık olduğundan değil elbette bu.. Sizlerden kaynaklanan manevi güçlerinizin sayesinde kaynayan kazanların ateşlerini dindirdiniz. Her türlü gecikmelerin bu hafta çözümleneceği kesin. Yanlış anlaşılmalara ve alınganlıklara son vereceksiniz. Angaje olduğunuz projelerden feragat etmeyin, pişmanlık fayda vermiyor biliyorsunuz balıklar.. Karizmanız yeniden müthiş, güneş gibi parlayın. Özlendiğinizi bilin..

Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Berrin Cerrahoğlu

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.859 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


SUYUN RESMİ

Yağmur sonrası ufukta aradım düşümü.
Boşluk sardı kumu, bir kuşağa dokundum.
Yedi renk bulaştı elime..
Sonra güneşi batırdım, ışığın gölgesi düştü denize.
Islık çaldım, bir martı çağırdım.
Ağıt yaktı bir dalga mercana.
Yunuslar anlamlarını saldılar içime.
Susuzdum, sustum. Susunca geldi.

Yağmurunu aradı ufukta sonra.
Boşluğu düşledi, derine dokundu.
Yedi kuşaktır renk döküldü yere..
Ayı kaldırdı, yakamoz düştü denize.
Gülümsedi, bir martı yolladı yarına.
Bir mercana daldı, ağladı.
Yunuslar anlamlarını saldılar içine.
Susuzdu, sustu. Susunca duydum.

Suyun resmini yap dedi. Yaptım.

Buket Bekaroğlu

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Sevinsin mi üzülsün mü bilememiştir herhalde!..

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.metropolteknoloji.com/asp/index.asp
Metropol Teknoloji tarafından hazırlanmış olan sağlam bir e-ticaret sitesi. Aslında ağırlıklı olarak bilgisayar teknolojilerine yönelik ürünler var; fakat sadece bilgisayar ve yan ürünleri değil, bilgi teknolojilerine yakın diğer bir çok ürünü de bu sayfalarda inceleyebilir, hatta sipariş verebilirsiniz.

http://www.bilyap.com.tr/index.php
...akvaryumun bakımı fazla çaba gerektirmez. Fakat balıklarınızın sağlıklı ve akvaryumunuzun güzel kalması için düzenli bir bakımın gereklerini yerine getirmelisiniz. Bu konuda yapılabilecek en iyi şey, aksatmadan uygulanacak bir bakım takvimi oluşturmaktır. Her iki haftada bir %25 oranında su değiştireceksiniz, diyelim. Haftanın belirlediğiniz bir gününde , örneğin her ikinci pazar günü bu kısmi su değişimini yerine getirmelisiniz...

http://www.screensavershot.com/
Uzun zamandır ilgilenmediğim bir konu, screensaver'lar. Arkadaşlarınızın bilgisayarlarında görüp, defalarca yalvardığınız halde bir türlü size verilmeyen ekran koruyucuların en alasını bulabileceğiniz sağlam bir arşiv.

http://www.fikraci.net/show.asp?grup=3&fikraNo=5546
...Oğlu, Kayseriliden para istedi: - "Baba 500 bin lira verir misin?" Kayserili : - "400 bin mi? Naapcan lan 300 bini. 200 bin neyine yetmiyor. Al sana 100 bin yeter." der ve çıkartıp 50 bin lira verir. Bunun üzerine oğlu pişkin pişkin güler: - "Baba bana zaten 50 bin lira lazımdı." Kayserili : - "Bak kerataya, sahte para vermesem kazıklayacaktı beni.." ... Hep laz fıkrası olacak değil ya.

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


LAN File Searcher v1.0 Beta 10 [609k] W9x/2k FREE
http://www.aezay.dk/aezay/lanfs/
Lokal ağınız üzerinde bir dosya aramak istediğinizde kaşılaştığınız sorunları bu programla kolaylıkla aşıyorsunuz. Sadece ağ üzerinde değil, kendi makinanızda da arama yapabiliyorsunuz. Ayrıca güvenlik ayarları sayesinde makinanıza istenmeyen erişimleri de önlemeniz mümkün. Ağ üzerinde çalışanlara önerilir. Henüz beta versiyonu olması dezavantajı ama son hali mükemmel olacak eminim.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20031208.asp
ISSN: 1303-8923
8 Aralık 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri