KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yeni Yılınız Kutlu Olsun
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 416

 5 Ocak 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Her işin başı sağlık!..


İyi haftalar,

Yeni yılı karşılamaya hazırlanırken umutlu, mutlu, şanslı olduğumu söylemiştim ya, iyi halt yemişim. Ya duymaması gereken birilerinin kulağına gitti, ya da duyması gereken duydu da "Yaa öyle mi?" dedi bilmiyorum. Her halikarda muhteşem bir yeniyıla merhaba partisi geçirdim, geçiriyorum. Evet ya benimkisi öyle bir gecelik değil, beş gün beş gecelik maaşallah. Hani bir laf vardır. Bir türlü aklıma gelmedi ama şuna benzer birşeydi, siz ne denmek istendiğini anlarsınız. "Şanssız kirpiyi çölde kutup ayısı ezermiş." İyi attım değil mi? Neyse artık siz lafa değil lafı söyletene bir de söyleyene bakın.

Tamam anladık keselim bu muammayı da sadede gelelim değil mi? Efendim bende hepiniz ya da birçoğunuz gibi 31 Aralık'ı 1 Ocak'a bağlayacak gece yarısında kirli çamaşırlarımdan arınmış pirupak 2004'e girmenin hayali ile yanıp tutuşuyordum. Demiştim ya, bir el omzuma dokunacak ve ben bir yılbaşı meleği olacaktım. 2,5 trilyon hayali kurmak için bilet bile almıştım. Yılbaşı öncesi size son sayıyı hazırladığım akşam, gece saat 2:30 sularında elimi yanımdaki sigara paketine atmış, bir tane çekip yakmıştım. Çıkan dumandan gözlerim dolmuş, sigaraya da, yakana da, içene de rahmet okumuştum. İşte tam o an aklıma geldi. Bu yıl kendime bir hediye vermeliyim dedim. Bu öyle bir hediye olmalıydı ki hem ben hem çevremdekiler sevinmeli, etinden sütünden ziyadesiyle yararlanılmalıydı. Sigaradan bir nefes daha aldım, sonra okkalı bir öksürdüm, dumandan sararan perdeyi aralayıp, leş gibi kokan odadan dışarı kafamı çıkardım. Gecenin ayazı donk diye vurdu kafama o an "SİGARAYI BIRAK DANGALAK". Ayaz haklıydı ve karar verildi. Yeni yılın selfservis hediyesi "Dumansız Günlere Merhaba" başlığı altında özetlendi. Evvet arkadaşlar, o saattir sigaraya elveda demiş bulunuyorum. Ve o dakikadır bu kararımı önüme çıkan herkesle paylaştım, paylaştım ki caydığımda yiyeceğim dayaklar canımı acıtsın. Ve bu karar hiç ertelenmeden hemen o dakika başladı. Yılbaşı geçsin öyle başlarım diye düşünmek bile geçmedi içimden inanın.

İşte şanssız kirpi hikayesi bu sıralarda başladı. Yılbaşı günü hafif hafif gıcıklanmaya başlayan boğazım, sızlasam mı sızlamasam mı diyen eklem yerlerim sinyal vermeye başlamıştı. Saatler 23:00'ü gösterdiğinde benim pil bitmiş, suyu çekilmiş vaşington portakala dönmüştüm. Bir gayret yeniyılı ayakta karşılayıp birkaç havai fişeği seyrettikten sonra devrilip yattım. Yatış o yatış ta kalkış 3 gün sonraya denk geliyor. 39 derecelik sürekli bir ateşle yerleyeksan etti beni bu grip denen illet. Meğerse salgınmış. Alın size çölde ki kutup ayısı. Ulen hazır bir efendilik edip çevreye ve kendime zarar vermekten kurtulmuşum. Bırak ta grip sonraya kalsın. Ne mümkün...

İşte böyle arkadaşlarım, yeniyıla kutup ayısının çölde ezdiği, sigarayı bırakmış kirpi olarak girdim. Yılboyu bu böyle devam eder mi? Umarım etmez. Ben Falcınur'a inanmak istiyorum. O bu yılın benim yılım olacağını söylüyor. Ben başlangıcı yaptım bakalım yıldızlar da sözlerinde duracaklar mı?

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Kahvecigillerden : Ferhat Unsu


Aynadaki Yüzler(im) !!

Sabah erkenden uyanır uyanmaz beynimin yoğun ısrarlarına rağmen ayaklarım beni resmen bir sarhoş endamında lavaboya sürükler hep; her zamanki sarhoşluğumdan pek farkım yoktu...

Genellikle çok az uyurum, uykuda fazlaca geçirilmiş saatlerin boşa gittiğine inanırım, o yüzden genellikle zor kalkarım yatağımdan. Bu sabahın da her zamanki sabahlardan pek farkı yoktu...

Lavaboya eğilerek ilk soğuk su damlacıklarını yüzümle buluşturmaya başladım. İşim bitmiş ve diş fırçasına uzanırken aynada kendimle karşılaştım. Her zamanki kendimden pek farkım yoktu...

Bu kez yürüyerek gitmeye karar verdim işyerine. Sokaklar biraz ıslak ve en az insanlar kadar yorgundu. Durmadan ağlayıp duran gecenin bütün derdini çekmişlerdi anlaşılan. Ama her zamanki hallerinden pek farkları yoktu.

Ofisim, masam, kalemlerim, çizimler, yazılar, tasarımlar ve hatta notalar. Yoğun bir hafta ve masalar dolusu iş beni bekliyordu. Masama oturur oturmaz kahvemin o içimi ısıtan kokusuyla kendime gelir gibi oldum. Her zamanki ofisimden pek farkı yoktu.

İnsanlar geldiler ara ara, değişik yüzde, lisanda, kiloda ve boyda, kiminin aklı namı endamında, kiminin ise son öpüş ertesi zoraki koşturmalarda. Bir içeride bir dışarıda... Her zamanki insanlardan pek farkları yoktu.

Telefonlar çalmaya başladı sonra, gürültüler çoğalmaya, şehir huysuzlanmaya.. Caddeler huzurlu bekleyişlerini korna feryatları eşliğinde bir temaşaya yatırmaya... Her zamanki caddelerden pek farkları yoktu.

Televizyonlar bangır bangırdı yine, sanat fakiri ucube şarkıcı sürüsü ekranlarda, paparazzi yalakası postmodern orospular her zamanki gibi boyalı, şahşahalı ve bol spotlu televole yokuşlarında... Dalgalı döviz, parçalı bulutlu hava, Konya'da trafik kazası, İstanbul'da kapkaç, Ortadoğu'da savaş, Uzakdoğu'da Sars, Hükümet açıklamaları, Hortum mağdurları... Bugünkü gündemin de her zamanki gündemden pek farkı yoktu...

Akşam oldu sonra evimde buldum kendimi. Aynalı dolabın karşısında kendimle karşılaştım yeniden. Sonra başka başka siluetler oluşmaya başladı yanı başımda. Dur dediler bana. Korkma ve izle. Farklılaşmaya başlamıştı yüzler(im), sonsuz bir değişim aksetmeye başladı. Çocukları gördüm sonra ve anneleri, bizim mahalledekilere benzemiyorlardı, ağlıyorlardı. Anne - Baba - Arkadaş - Evlat ağıtlarında, ya da kopan ve neden olduğunu bile bilmedikleri savaş ve savaş oyuncakları artığı, kollarında bacaklarında, ya da bilmem hangi uzuvlarında.

Ormanlar yanıyordu aynaların yansımasında. Bir yerinde dünyanın insanlar, diğerinde bir canlı türü daha son ferdini ağırlıyordu son bir kaç dakikalığına, belki bir fabrikanın atığı, belki de bir avcının namlusunun ucunda...

Acılar resmetmeye başladı kendini gece yarılarına dek, ne tuval tükendi ne fırça ne de boya... Durmadan aynadaki yüzler(im)e yalvardılar, avuç açtılar, umutlandılar. Ama bir tutam umut veremedim onlara. Direnemedim uykularıma.

Bugün yatağımda değil aynanın karşısındaki koltuğumda uyandım yeni sabaha, lavaboya gittim sonra, aynada kendimle karşılaştım. Her zamanki kendimden pek farkım yoktu ve her zamanki kendilerinden pek farkları yoktu... Umursamazlığımdan da...! Umutlarından da ...!

Ferhat Unsu

Yukarı

 Misafir Kahveci : Fatma Toprak Gök


UMUTLAR SARARIRKEN

Onu ilk gördüğümde o kadar gizemli gelmişti ki bana. Vakfın lokalinde arkadaşlarıyla oturmuş, sohbet ediyorlardı. Gözlerindeki ışıltıyı, görür görmez farkedip hayran kalmıştım. Konuşmalarıyla etrafındakileri sarmıştı ve insanlar onu gerçek anlamda dinliyorlardı. Bu çok önemli bence, çünkü insan gerçek anlamda bir dinleyici bulmakta zorlanıyor. İnsanlar ya ilgilenmiyor, ya da dinliyormuş gibi gözüküyorlar. Biz dinlemek istediğimizde ise iyi bir anlatıcı bulmakta zorlanıyoruz çoğu zaman.

İkinci görüşümde her zaman olduğu gibi yine aynı ışığı saçıyordu çevresine. Ortak tanıdıklarımızdan biri beni masaya davet ettiğinde, masadaki insanların gözlerine bakıp, ortamın onları ne denli hoşnut kıldığını gördüm. Bir şekilde insanları bağlıyor ve hep güzelliklerden bahsediyordu. Hayal değildi anlattıkları, umut dağıtıyordu ve insanlar seviyordu onu. Gitgide derinleşen sohbetin içinde buldum kendimi. Gözlerindeki ışıltı, sohbetiyle o kadar bütünlük sağlıyordu ki, o kadar içtendi ki, konuşmaları insanın içini ısıtıyordu. Dudaklarındaki gülümseme tüm yüzünü hatta vücudunu sarmış, gözlerine eşlik ediyordu. İlerleyen sohbetle birlikte daha iyi tanımaya başladım onu. Mesleğiyle bir bütündü o. Tevekkeli psikolog olmamıştı. Ali abi... Cansın, candın...Hayat veriyorsun, hayat veriyordun...

O günlerde maddi açıdan sıkıntı içerisindeydim. Şehir dışında okumanın diğer zorlukları bir yana, maddi açıdan güçlüğünü yaşıyordum fazlasıyla. O da benim konuşmalarımdan etkilenmiş olmalı ki "gel, bizim okulda çalış" dedi. İşitme ve zihin engelli çocuklar için rehabilitasyon ve araştırma merkezi vardı kendisine ait. Oradan bahsedince, hemen olur dedim. Çok sevindim. Maddi açıdan rahatlama düşüncem bir yana, onunla çalışacak ve oradaki çocuklarla ilgilenecek oluşum müthiş heyecanlandırmıştı beni. Belki bundan dolayı işin ücret kısmı hiçbir zaman konuşulmadı.

Okulumdan dolayı hafta sonu yapıyordum işimi. Hafta içi de sıklıkla uğramaya çalışıyordum. Tamamiyle çocuklar için dizayn edilmiş bir yer. Ve onlarla sürekli ilgilenen, çoğunluğu üniversitede ilgili branşlarda eğitim alan iyi bir öğretmen kadrosuyla, şirin bir yer. İşim hakkında gerekli bilgiyi aldıktan sonra çocuklarla ilk yalnız kaldığımda çok heyecanlandım. O kadar farklı bir dünyada yaşıyorlar ki, o kadar sevgi dolular ki...Onların bakışları bile farklı, gülüşleri bile, sarılmaları bile, öpüşleri bile. O kadar mı içten olur insan. 5 ile 15-16 yaş arası, birbirinden farklı, işitme ve/veya zihin engelli çocuklar, gençler. Ve hepsinde aynı içtenlik...Onları başka bir gün Porsuk Nehrinin kenarında görmüştüm. Uzaktan gözlemledim bir süre. Bu kadar mı güzel sohbet edilir...Bu kadar mı güzel bakılır...Etrafındaki insanları görmüyorlar bile. Geçip giden insan ordusu onlar için sadece dekor ve o dekorun içerisinde dans ediyorlar mutlulukla. Onlar için duyamamak, konuşamamak anlamını yitirmiş. İçlerindeki sevgiyi büyütmüşler; umutlar kulakları olmuş, sevgi ise dilleri. İçtenlikle sarılıyorlar birbirlerine. Bu kadar mı hayat dolu olur insan. Onları izlerken aklımdan neler geçti...Tanrım!...Ben duyabiliyorum ve konuşabiliyorum. Fakat, hayata onlar gibi sarılabiliyor muyum!.. Bunun bir açıklaması olmalı. Bu müthiş bir güç... Sonradan öğrendiğime göre; ilk zamanlar bu denli yansıtmıyorlarmış duygularını. Rehabilitasyondan çok etkilenmişler. Müthiş bağlılar onlar da Ali öğretmenlerine. Görmeden edemiyorlar, hayata onunla birlikte bağlanmışlar sanki...Onun gözleriyle bakıyorlar sanki... Ah Ali abi, ne güzel şeyler yapıyorsun sen.

Zamanla müthiş kaynaştık öğrencilerimle. Bilgisayar eşliğinde rakamları ve kavramları, şekiller ve oyunlar yardımıyla öğretmeye çalışıyordum. Ne güzeldiniz çocuklar... Ali abi sen ne güzeldin.

Bir sevgilisi vardı Ali abinin. Ve ilk evliliğinden iki tane çocuğu. Heyhat, herkesin derdine ilaç olan Ali abi kendi sorununa çare bulamıyordu. Eski eşi zorluk çıkarıyor, çocuklarını göstermiyordu ona. Ama o pek bahsetmezdi bunlardan. O ışık saçardı hep, o can olurdu hep, hayat verirdi. İntiharın eşiğine gelmiş birçok insanı hayata tekrar bağladı o sımsıkı. Sadece gözlerinin içine bakarak o insanın. Sadece o ışık saçan gözleriyle bakardı ve umut verirdi insana. Onunla konuşunca huzur dolardı insan. Ali abi cansın sen...

Her yıl yapılan uçurtma şenliğini anımsıyorum. O yıl birlikte hazırlanmıştık. Çocuklar için bir sürü uçurtma yapıldı. Büyük küçük hepimiz bir şeyler yaparak hazırlamıştık uçurtmaları. Ertesi gün şehrin en yüksek noktası olan, şenliğin düzenleneceği yere gidilecekti. Herkes orada olurdu. Şehrin tüm çocukları uçurtmalarını havada yüzdürürken, müthiş bir valse evsahipliği yapardı gökyüzü, rengarenk olurdu. Bu muhteşem gösteri, çocuklar için büyük mutluluktu. Bizler de, hazırlık esnasında geçen günlerin tüm yorgunluğunu atardık onların gözlerine bakarken ve uçurtmaların dansını izlerken. O yıl yaptığımız uçurtmalardan en büyüğü birinci seçildi ama gökyüzünden bir daha geri dönmedi. Tesadüfen Ali abinin doğum günü, uçurtma şenliğine denk gelmişti. Biz ertesi günkü telaşı düşünerek bir gün önceden kutlamıştık. Ne güzel gülüyordun sen. Hala gülüyor musun!...

Ertesi yılki uçurtma şenliğinde seni görememek ne büyük bir acıydı bizler için. Sevgilinle gözgöze geldiğimizde birbirimize uzun bir süre hiç konuşmadan bakakaldık, gözlerimiz dolu dolu...Onun ilk cümlesiyle, yaşlar dökülüvermişti yanaklarımızdan.

- Bugün onun doğum günü... Hatırladın mı?


Ahh canımın içi... Bir şeyin hatırlanması için onu önce unutmak gerekir.

Bir yaz akşamıydı. Şehirde olmamam sebebiyle bir süre görüşememiştik Ali abiyle. O akşam uzun uzun sohbet ederek özlem giderdik. Bana yeni hedeflerinden bahsetti hiç durmadan. Başka şehirlerde şubeler açacaktı. Böylelikle oradaki çocukların yüreklerine de ulaşabilecekti. Elini uzattığında onlara da dokunabilecekti. Anlatırken o kadar heyecanlı ve sabırsızdı ki... Sen de bizimlesin dedi bana. Bizimle devam et, çok güzel olacak dedi. Ertesi gün işyerinde devam edecektik konuşmamıza. Ne kadar da hayat doluydu, nasıl da umutluydu. Gözlerindeki ışıltıyı nasıl oluyor da kaybetmiyordu hiç...

Ertesi gün gitmeden telefon edeyim dedim. Telefona tanımadığım biri çıktı ve ısrarla kendimi tanıtmamı istedi. Tanıttım. Kısa bir sessizlikten sonra, "O artık yok" dedi..... Nasıl ya, ne... Ne demek yok artık... Mümkün olamazdı bu. Yok canım, hemen öyle kötü bir fikre kapılmamalıyım... Doğru mu acaba, olabilir mi... Ama nasıl olur daha dün akşam bana umutlarından bahsetmişti... Yok yok bu olamaz..... Ben bunları düşünürken, karşı taraf benden cevap alamayınca telefonu kapatmıştı bile.

Hemen yola çıktım. Bu yol... Ah yollar... Hiç bitmeyecek mi Tanrım!... Her gün gittiğim yol, neden bu kadar uzun sürdü bu kez...Yok canım. Olamazdı, kötü düşünmemeliyim. O hep umut dağıtır etrafına, olamaz bu... Trafik kazası falan mı... Yok... Değildir... Onu düşünemiyorum... Ona yakıştıramıyorum ölümü... Yo yo başka bir Ali'dir o.. Ama orada başka Ali yok ki... Hadi daha hızlı lutfen, daha hızlı.... Hadi!...

..............

Ah be Ali abi. Bu nasıl bir bitmişlik, bu nasıl bir yok olma isteği. Neydi ki aklından geçenler. İçinde dolup da taşan, etrafına yansıtmadığın şey neydi? Neydi seni çıkmaza sürükleyen şey? Sen ki intiharlardan döndürdün insanları, şimdi sen mi yaptın bunu... Oldu mu be Ali abi... Yapılır mı... Nasıl da zorlamışsın kendini yok olmak için. Nasıl çabalamışsın...

Peki ya bir gün önce konuştuklarımız, peki ya bugün bana anlatacakların. Peki ya bana anlattığın o güzel hedeflerin... Peki ya umutlar, sarardı mı... Döküldü mü yapraklar... Umutlar ölmeden insan ölmezmiş... Ah be Ali abi. Yine yaptın yapacağını. Onlar yine mi senin umutların değildi.. Yine bana mıydı o umutlar. Ölüme giderken, onu planlarken bile yine ışık saçtın ya... Ne denilir ki.. Ey büyük insan, senin yokluğun ne kadar acı verdi bilemezsin...Peki ya çocuklar... Onları görmeliydin... Onların gözlerine baktığımda inandım artık seni bir daha göremeyeceğime...

Peki ya yarınlar Ali abi... Peki ya çocuklar... Porsuk Nehrinin etrafında, yine o güzel tabloyu çizecekler mi...Etrafa senin gözlerinle ışıklar saçarak...

Fatma Toprak Gök

Yukarı

 Misafir Kahveci : Doğan Sovuksu


AŞK ÖLDÜ...

Bir şey yapmanın zamanı gelmişti. Kimin ve neyin iyi veya kötü olduğunu anlayamıyorduk. Seçim yapamıyorduk. Her şey birbirine girmişti. Korkaklaşmıştık. Birbirimizi çok kötü etkiliyorduk. Dünyayı eski haline döndürmek gerekiyordu. Becerememiştik. Aşık olamamıştık. Bir aralar olur gibi olmuştuk ama yapamadık. Hani medeniydik? Hani değişmiştik. Bir türlü içgüdülerimizi yenemedik. Demek ki doğamızda aşk yoktu. Sonradan öğrenmiştik ve bedenimiz ruhumuza engel oldu. Yaralı birkaç ruha söz vermiştim oysa. Değiştirecektik gidişatı.... Seksi aşkla karıştırmıştık. Aşkı bulamadık. Tanımlayamadık. Yaratmaya çalıştığımız duygu oluşamadan yok oldu. Madem aşkı yaratamadık o halde son kozumuzu oynamanın zamanı gelmişti. İnsanların aşk zannettiği şeyi yok edip baştan yaratmak son şansımızdı. Amacımız dünyayı güzelleştirmek değildi. Sadece yok olmasını engellemekti. Aşk için ölmemeliydik. Zaten olması muhtemel aşıklar birkaç kişiydi. Tükenmemeliydiler. Son şansımızı kullandık. Önce aşkı yasaklatmayı denedik, olmadı. Kimse bizi ciddiye almadı. Gazetelere "AŞK YOK ARTIK" ilanları verdik, duvarlara yazılar yazdık, broşürler bastık kimse bizi anlamadı. AŞK GERÇEKTEN DE ÖLDÜ dedik, kimse inanmadı. Ünümüz yayıldıkça, zehirlerini bize akıtmaya çalışan aşkzedelerle boğuşmak zorunda kaldık. Hepsi bize aşık oldu. En azından olduklarını söylediler. Onlara aşkın bu olmadığını defalarca söyledik, söyledikçe daha da bağlandılar. Bağlandıkça zayıf düştüler. Aşkın -eğer ölmediyse-güç gerektirdiğini, hormonlarına yenik düşmemelerini öğütledikçe, hormonları tarafından kovalandık. Güçlü olmalıydık. Birkaçımız sinirlerine yenik düştü ve saatlerce ağladı ama bunlar aşk gözyaşı değildi. Sadece güç topluyorduk. AŞK deniz kıyısında sevdiğinle aynı noktaya bakmak değildi, tutkuyla sevmek değildi, iyi kötü günde birbirine destek olmak değildi, kayıtsız şartsız sevmek değildi, birbirinin gözlerinin içine bakıp "seni seviyorum" demek değildi, sana çirkin veya dengesiz gelen birine bağlanıp kendini olduğuna inandırdığın şey değildi, reddedilmiş bir ruhun yatağında ağlayıp beynini toparlamaya çalışırken suçladığı şey değildi.....Keşke ne olmadığının tümünü yazabilseydim ama tek anlamı olan bir kelimenin ne olmadığını yazmak çok uzun sürecek bir uğraş olacaktı. Ama deniz yıldızı için fark eder değil mi? Ne yazık ki aşkzedeler deniz yıldızı değildi. Binlerce şiir yazdılar, aşkı tartıştılar, gözyaşı döktüler (gözler için faydalı olduğunu duymuştum, o yüzden bunun için üzülmemize gerek yok...) bir işe yaramadı. Bedenlerinde bile iz bırakabilecek kadar büyüttükleri acı da onlara bir şey öğretemedi. AŞK ÖLMÜŞTÜ ve YAŞAMAYAN BİR DUYGU BİZE BİR FAYDA GETİREMEZDİ. Binlerce aşık olduğunu söyleyen kişiyi ziyaret ettik (bunlar arasında köpeğine(kedileri pek sevmediğim için sadece köpeğine aşık olanları ziyaret edebildim) aşık olanlar, babalarına tapanlar, din aşkıyla yananlar..vs..de dahil) aşık iddialıları önümüzde seviştiler, birbirlerini yaraladılar, şarkılar söylediler ......vs....vs.... Aramızdan birkaç kişi, tek küpeyi aynı anda kullanan çifti ve öpüşme rekoru denemesi sırasında aralarından biri kusan başka bir çifti ziyaretimiz sırasında fenalık geçirdiler ama "AŞK HALA YAŞIYOR MU ACABA"sorusu kafamızdan silinmediği için sonuna kadar dayandık.

Şu ana kadar yaptığımız ziyaretler sırasında aşık olduğunu söyleyen kişilerdeki ortak tek özelliğin, iddialıların aşırı HASSAS (NAİF mi demeliydim acaba?) olmaları olduğunu gördük. Bazen iddialıların ikisinin ruhları iflas etmiş oluyordu bazen birinin. Tüm aşığım iddiasında olanlar birbirine korkunç derecede bağımlılardı. Neye ve neden bağımlı olduklarını onlar anlatamadıkça biz daha da üzüldük. Bir şeye inanıyorlardı ve onun aşk olmadığını duymak onları çok kızdırıyordu. Biz sadece yardım etmeye çalışıyorduk ruhlarının kalan sağlam parçasına.....

Birçok yerde saldırıya uğradık, duygusuzlukla suçlandık, kafamıza yüzlerce kalp şeklinde pastalar atıldı (atmak için alınmış pastalardı, ucuz olduğu her tadından belliydi......)ama yılmadık.

En güzel sorular yaşlı bir amcadan geldi:
-Evladım siz manyak mısınız? Başka işiniz yok mu? Biz de biliyoruz aşkın olmadığını , farz edin ki var ne olacak? Olmasa ne olacak? Olsa ne olacak? Peki ya olmasa ne olacak? (bir de yaşlı amcanın hafızası iyi olsa ne yapacaktık?) Cevap verin bakayım...

Çok güldük ama işlerimiz vardı, bir de bu sorularla uğraşamazdık, hızla kaçtık.......

Ziyaretlerimiz hala devam ediyor...

Amacımız şu ana kadar AŞKI TEKRAR YARATMAK İÇİN TAKLİTLERİNİ YOK ETMEK......

Şu ana kadar başaramadık....

Bir gün AŞKI TANIMLAYACAĞIZ VE YARALI RUHLARA VERDİĞİMİZ SÖZLERİ YERİNE GETİRECEĞİZ....

Umarım..........

Doğan Sovuksu

Yukarı

 Kahvecigillerden : Nilay Bozok


Bataklıkların kuruması dileğiyle..

Gün ışımaya başlamıştı ama onun kafasında zihnini yoran kurcalayan yığınca düşünce vardı . Neden herkes gibi değilim diye düşündü, neden boşveremiyordu birşeylere, İşyerinde yapılan haksızlıklar , dönen dolaplar artık oldukça fazla mutsuz etmeye başlamıştı Onur Yılmazı . Oysa oda birçok insan gibi bu çarkın bir dişlisi olmayı kabul etse hiçbir sorun kalmayacaktı. Hatta kariyer merdivenini üçer beşer atlaması içten bile değildi. Ama olmuyordu işte bu onun hayat felsefesi değildi ,hiçbir zamanda olmamıştı. Ama hayat tıpkı diğer insanlara yaptığı gibi onunda bu saf ruhunu baskılıyor ve bulanık suların akıntısına onuda almak için sahip olduğu tüm gücü kullanıyordu. Kıvrak bir zekası vardı , kriz zamanlarında hızla çözüm geliştiriyor ve şirketi zor durumlardan kurtarabiliyordu. Tepe yönetim de onun bu yeteneğinin farkındaydı , fakat onun dürüst , azimli ,onurlu çalışma tarzı yeteri kadar güvenemeyecekleri hissini verdiği için bölüm müdürlüğüne terfi ettirmekte tereddüt ediyorlardı. İlk anda böyle bir kişiliği yönetimin özellikle desteklemesi gerektiğini düşündünüz değil mi? Nede olsa erdemli bir insan her zaman kabul gören takdir ve teşvik edilen olmalıydı. Evet olmalıydı, ama olmuyordu. Buda hayatın gerçek ve görünen , fakat sürekli hasıraltı edilen yüzüydü.

Okuduğu bir kitabın arkasında yazan şu sözler zihninden akıp geçti bir an; "Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir başladı mı, artık hiç bitmez" Tam olarak bu savaşın içinde olduğunu fakat bu mücadelenin artık onu bile zorladığına inanıyordu. Üniversite eğitimi boyunca çok çalışmış kendini her yönde geliştirme çabası içinde gelecekte yapacağı işlerin ideallerinin hayaliyle yaşamıştı. Kimya mühendisi olarak mezun olduğu yıl içinde çok büyük bir ilaç firmasında iş bulmuştu. Başlangıçta herşey çok güzel gidiyordu. Hem de tam istediği gibi bir iş bulmuştu, bu toplumun insanlarının bozulan sağlıklarının düzeltilmesi için çalışacaktı. .

Gerçekten başarılıydı, yan etkisi, daha az daha etkili yeni ilaç formları oluşturuyor ve büyük bir coşkuyla yönetime kabul ettirmeye çalışıyordu. Bu algılayış içinde daha istekli daha mutlu olarak işine gidiyordu Üniversite yıllarındaki eğitimine karşı göstermiş olduğu özen ve ilginin meyvalarını topluyordu. Çok kısa bir zamanda yaptığı işin uzmanı haline gelmişti. Tabi bu durum diğer çalışanlar arasında rahatsızlık yaratıyor, kendi aralarında onu alaşağı etmek için kulis yapmalarına neden oluyordu.İki kişi bir araya geldiğinde hemen ondan laf açılıyordu " Neden bu kadar çok çalışıyor , onun yüzünden biz sanki hiç çalışmıyormuşuz gibi düşünecek amirlerimiz ,kesin kasıtlı yapıyor, kendini beğendirebilmek için yaptığı herşey. Yoksaa kim sahibi olmadığı bir yer için böyle çalışır gece gündüz."Bu dedikoduların önü arkası kesilmiyor tabi birçoğu da Onur Yılmazın kulağına fısıldanıyordu. Öte yandan yönetim de onun yaratıcı zekasının farkına varmış ve şimdiden onu bir para makinası olarak görmeye başlamışlardı bile. Firmanın misyonu vizyonu herşeyi buydu işte daha çok , daha çok para...

Bunun için insanların sağlığını düzeltmek bir tarafa bozmak bile bu uğurda göze alınacak hatta oldukça önemsiz birşeydi. Kapalı kapılar ardında yapılan toplantılarda hep aynı noktaya varılıyordu. Kar marjı düşüktü ve birşeyler yapılmalıydı. Çözüm olarak belli bir grup ilacın etken maddesi azaltılacaktı ve daha ucuza satılarak sürümden kazanılacaktı . Düşünsenize bir kazak veya bir buzdolabı gibi sürümden kazanmak , böyle bir sektör için ne trajikomik bir kelimeydi. Bu ilaçların standardı bu şekilde değiştirildiğinde insanların vücutlarında tehlikeli reaksiyonlara yol açabilirdi. Sonuç olarak bu bir ticaretti ve ticarette her yol mübahtı. Bu insanın midesini bulandıran düşünce şekli sonunda bu alana da el atmıştı. Burada acı olan doğrudan insanların hayatını, sağlığını etkileyen bir durum sözkonusu olmasıydı.

Onur Yılmaz'ın dışında, bu işin içinde olan her düzeydeki çalışan bu değişikliği onaylıyor ,kendilerine göre oluşacak başarı için kadeh kaldırıyor , birbirlerini tebrik ediyorlardı. İşte bu ,hırsın keskin , kanatan yaralayan yüzüydü . Öyleki gözlerinin önündeki şu gerçeği bile görmelerine engel oluyordu .Bu ilaçları kullanma durumunda olanlar birgün kendi anneleri , çocukları , eşleri, dostları olabilirdi. Ama ne önemi vardı ki maaşlarına artı zam ,satışların artması sonucu prim vs vs vs.. Fakat Onur Yılmaz bunu bir türlü hazmedemiyordu , kabul edemiyordu. Hele hele bu yeni ilaç standardının oluşturulması işinde onu sorumlu mühendis olarak seçmeleri . Neydi bu bir tür kabusmuydu yoksa?? Bu fikri düşünürken bile gözlerinin içi yanıyor birşeyler boğazını tıkıyor, boğuyordu .Gözlerini tekrar kapattı işinden ayrılmak hiç problem değildi ama ya bundan etkilenecek insanlara ne olacaktı? Bu değişime engel olmalıydı ama bir türlü çözüm bulamıyordu Bütün hayatı geçti gözlerinin önünden babasının elinden tutup onu ilkokula yazdırmaya götürürken ki yüzündeki gururu , umudu en çokta sevgi dolu gözlerini hatırladı. Hayatı boyunca babasının yüzündeki o ifadeyi hiç unutamamıştı. Yıllar geçti ve bu sistem onuda preslemeye , benliğini yok etmeye çalışıyordu. Zihninden iki kelime geçti" engel olacağım". Bir an gözü saate takıldı yavaşça yatağından kalktı üzerini giydi ve sokağa çıktı . Sanki bir an dünyadaki herşey durmuştu. Fabrikaya doğru sakin , soğukkanlı adımlarla yürümeye başladı. cebinden bir sigara çıkardı ve derin derin içine çektikten sonra yere attı. Günün her saatinde onu fabrikada görmeye alışık oldukları için bekçilerde, bu zamansız ziyaretini hiç garipsememiş , şüphelenmemişti.. Zaman kaybetmeden, Arge bölümüne doğru ilerledi içerdeki ağır ilaç kokusunu hücrelerine kadar nüfuz etmiş gibi hissetti. Uzun uzun etrafına baktıktan sonra cebinden çıkardığı çakmakla önce kendi masasındaki ilaçlar için gerekli kimyasalları ateşe verdi. Daha sonra diğer bölümleri tutuştumaya başladı. Şans eseri tam zamanında fabrikadan çıkmıştı Zaten bu saatten sonra içerde veya dışarda olması arasında pek bir fark yoktu.. Kısa zamanda alevler yayılmaya başladı.

Nasıl olmuştu da böyle birşeyi yapabilecek bir insan haline gelmişti. Şimdiye kadar tanıdığı hiç kimse onun böyle birşey yapacağına inanmazdı, Öyle hayat dolu, neşeli , insan sevgisi ile doluydu ki. Belki de bu kadar çok insanları sevdiği ve kendini onlara karşı sorumlu hissettiği için gözü böylesine kararmıştı .Fabrikanın önüne çıktığında dumanlar gökyüzüne yükselmeye başlamıştı bile. Kısa bir zaman sonra göz gözü görmez olmuştu kalabalığın şaşkın ,ne olduğunu anlamaya çalışan bakışları arasında ,itfaiyenin siren sesleri , etrafı saran yanık kokusu ve tamamen kendi iç dünyasına çekilmiş orda öylesine kalakalmıştı Onur Yılmaz. Doğru birşey yapıp yapmadığının iç hesaplaşmasını yapıyordu belkide. Toplumda bir çok insan bir çok grup gibi mücadelesini sürdürebilmek için "bataklığı kurutmak yerine sivrisinekleri öldürmeyi seçmişti " Bir an kendine doğru koşarak gelen iki genç polis memuruna takıldı gözleri. Ne kadarda heyecanlı , görev aşkıyla dolu bakıyorlardı. Yaş ortalamalarından dolayı göreve yeni başlamış olacaklarını düşündü .İşe ilk başladığı günü hayalledi. Tuhaf ama tatlı bir heyecan vardı içinde. İçini ısıtan gözlerini yaşartan bir mutluluk hissetmişti o gün....

Hiç tiraz etmeden ellerini kelepçelemeleri için uzattı . Etraf iyice aydınlanmıştı. Arabaya doğru ilerlerken gözlerini havada uçan beyaz bir güvercine çevirdi , yüzünde acı bir tebessüm belirdi ve yavaş yavaş yürümeye devam etti.....

Nilay Bozok

Yukarı

 2004 ÖZEL - TERAZi ve AKREP


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
(Sabır ve Metanet - Kararlılık - İnanç )
Sevgili teraziler yeni yılınız da Satürn yepyeni sorumlulukları yüklenmenize önayak olmaya geliyor. İleride şüphesiz gurur duyacağınız başarılarınız için herzamankinden daha çok çaba göstermeniz gerekecek dersem inanın abartmış olmam teraziler.. Satürn'ün zorlayıcı etkileri hayat yolunda manen ilerlemek isteyenlere büyük olgunluklar verir herzaman.. Şartlar bazen ağırlaşsalar bile yapıcı oluşunuz ve hedeflerinize sımsıkı sarılışınız sayesinde kazanan mutlaka sizler olacaksınız... Eylül ayına kadar sürecek olan (Satürn eşliğinde elbette!) yolculuğunuz esnasında karamsarlıkları, bitmeyen soruları, karmakarışık duyguları hep bir arada yaşayabileceksiniz. Kendinizden veya yaşamlardan feragat etmeyin sevgili terazilerim, artık muazzam bir kabuk değiştirme safhasında olduğunuzu kabul edin, rahatlatın kendinizi, bünyenizi, beyninizi ve dolayısı ile çevrenizi, sevenlerinizi... 2003 haziranından beri hayatınızı diken diken ettiren şu Satürn'ün derdi ne ola ki allah aşkına değilmi teraziler.., ağır sorumluluklar, boşa kürek çekmeler ve frenlemelerle dolu geçen zamanların anlamları vardır mutlaka... Kabuklarınızdan sıyrılarak yeni yepyeni yaşamlara korkmadan geçebilmeniz için sizleri hallaç pamuğu gibi atmaya kararlımı kararlı Satürn.. Büyük ama çok büyük bir şans aslında sizlere bu sallantılar. Arzularınız ile bunları gerçekleştirme yolundaki samimiyetiniz ve çabalarınız arasındaki hassas ayarları ya siz şimdiden yapmaya koyulun ya da Satürn 2004 yeni yılında inleyen nağmeleri sizlere söyletmeye bahane arıyor bunu bilin...Ocak ayında olası direnişlere, blokajlara kulak asmayın. Mart ayı ise güzel heyecanları getirmekte terazilere..

Mayıs ayında manevi bağımlılıklar yavaş yavaş çözülmelere başlıyacaklar. Sonbahardan itibaren Satürn yerini Jüpiter'e bırakacak. Satürn ile yaşamış olduğunuz zoraki ama bereketli birlikteliğin semerelerini eylül- ekim aylarından itibaren toplamalara başlayacaksınız.. Bu ise, silkelenmiş ve tozlarından arındırılmış yapılar ile motivasyon dereceleri yüksek atılımlara hazır olarak 2005 yılına merhabalar diyeceksiniz demektir... Evet sevgili terazilerim, muazzam bir elektroşok yaşayacaksınız bu sene. Bilerek veya bilmeyerek(!) yıllardır kazdığınız kuyularınıza külliyetli şekilde Satürn'ün sayesinde fakat yine de cesaretle ineceksiniz, bu kesin. Çıkışlarda ise maneviyatların sağlamlıkları orantılarında kendilerinize yeniden doğmuş olacaksınız. 2004 hazırlık yılı terazilerim.. Kanatları gözden geçirelim. Gelecek uçuşların uzun vadeli olabilmeleri için. İradeleriniz sağlam evet bunu asla unutmayın, yaşamlarınıza frenlemeleri değil uyumları getirin çünkü bu sene bir başka insan olacaksınız.. Sancılar ise bunun gerçekleşmesi anlamlarını taşıdığından daha da cüretlenin, hayatın sizleri sevdiğini düşünerek, inançla ve yılmadan sevgili teraziler...

AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
(Yeni Doğuşlar - Daimi Değişimler - Kısmetler Okyanusunda Yüzmeler )
Sevgili akrepler 2004 yılı sizler için yaratıldı desem elbette bu mecazi anlamda olacak ama gerçek anlamda varolan bir şeyi söylemeliyim sizlere ! Yeni yılınız da semalardan muhteşem ışınlanacaksınız... İnanın bu kadar gezegenin ve yıldızların burcunuz üzerinde halkalar oluşturup sizlere olağanüstü enerjiler bahşetmeye kararlı oluşları beni bile şaşırttı, ne yalan söyliyeyim.. Rehavetlere kapılmamanız için bir yandan yazacaklarıma dizginlemeler getirme kaygım ile kısmetleriniz ne yönlerde olacak ise onları yazmak dürtüleri arasında gittim geldim ve en sonunda ikinci şıkkı seçtim akrepler... Fırsatlar başdöndürücü (Jüpiter), oluşumlar hep uzun vadelere kilitli (Satürn), profesyonel ve özel yaşamları silkelemek isteyenlerinize beklenmedik deneyimler, sürprizler (Üranüs) ve neler neler... Aslına bakarsanız 2003 yılından başlayan kıpırdamalar artık bariz şekilde kendilerini hissettirmekteler. Geçen sonbahardan beri gönül ilişkilerinizde haz verici anları bir daha derinden yaşamaktasınız. Sevgilere bakış açılarınız değişmekte dolayısıyle bir başka değerlendirmektesiniz duygularınızı. 2004 yılında içinizden geçen ve aileleriniz ile ilgili projelerinizde büyük atılımlara hazırsınız artık. Hele senenin son çeyreğinde öylesine ateşli olacaksınız ki sevgililerinizle hatta dostlarınızla bile sanki rüyalar aleminde yaşayacaksınız..

Atılımları seven kuvvetli karakterleriniz ile nisan- mayıs ayından itibaren atağa kalkıyorsunuz. Önümüzdeki üç aylarda bekleyişler muhtemel, bir nevi planları gözden geçirme safhaları bunlar ve gayet normal.. Projeler yenilenebilirler hatta olası ortaklar değişebilir, bazı sözler tutulmayabilirler. Elbette her şeyde bir hayır vardır diyerek yolunuzdan milimetre sapmadan ilerleyeceksiniz ve kesinlikle mayıs ayı sizlerin miladınız olacaktır akrepler.. Doğacak stresleri müthiş dinamikleriniz sayesinde fazla etkileri altında kalmadan hemen dağıtacaksınız. Tüm dualarınız, arzularınız, hayalleriniz bu yeni yıl içinde bir başka anlam taşıyacaklar.. Sizleri koruyan bir kuvvetin varlığını inanın hissedeceksiniz..

Bir kaç sene sonra geriye baktığınızda, 2004 yılının onu izleyen seneler üzerindeki etkilerini daha açık seçik müşahede edeceksiniz... Veee yine de itidalle şunu söylemek istiyorum akrepler ; bu seneden itibaren yaşamlarınız da yapılması gereken atılımları yılmadan gerçekleştirirseniz size esas talihlerin ve olağanüstü çarpıntıların vuku bulacakları 2005 ekim ayını yazın bir kenara. Bu aydan başlayarak sizlere içinizden geçirip de bir türlü gerçekleştiremediğiniz emellerinizi yaşatma fırsatları verilecek ve inanın çok bahtiyar olacaksınız... Eh etrafınızda hasım, kıskanç ve yıkıcı duygularla yüklü insanların fazlalaştığını da göreceksiniz ama ne yazar siz şaha kalkmışsınız bir kere.. Alacağınız yeni angajmanlarda risk faktörünü kılı kırk yararcasına tartın sorumluluklar arttıkça tökezlemenizi bekleyenlerde pusulara yatacaklar. Kontratlarınız betonarme yapılı olsunlar, garantiler hele kendiniz gibi sağlam olsunlar, özellikle paragraf aralarını ihmal etmeyin tuzakların en sevdiği yerlerdir biliyorsunuz.. Evet akrepler seneniz muhteşem ve bu muhteşemliği olumlu hedeflere kilitlenerek kullanırsanız inanın muazzam başarılara imzalar atacaksınız. Ne istediğinizi biliyorsanız ve yıldızların nimetlerini çarçur etmeden rehavetlere kapılmadan olası yavaşlamaların anlamlarını es geçmeden azimle yolunuza devam ederseniz 2004 senesinde köprüleriniz som altından olacaklar... Sizlerde birer şövalye veya prenses edalarıyle bu köprüleri aşma zevklerini doyasıya yaşayacaksınız ve ne kadar kıymetli insanlar olduklarınızı kabul ettireceksiniz.. Önce kendinize.. Sonra gerekiyorsa eğer, dostlara, düşmanlara...

Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Berrin Cerrahoğlu

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir.
Kahve Molası bugün 4.011 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


BİR DELİ MAVİ...

Ali Haydar Timisi Zaman ömrümün en büyük haini
Bir sır gibi akıyor avuçlarımdan
Sen bilmem hangi iklimlerin çiçeği
Kim bilir hangi güneşe sevdalı
Açıyorsun bulutsuz gülüşlere
Gözlerinde okyanusun en güzel mavisi
Sarılıyorsun
Boyundan büyük düşlere...

Biliyorum
Her sevda bir oyun
Bu limanlar saklamaz artık beni
Gelsen bir fırtına gibi üstüme
En derininde denizlerin
Sevda ülkelerine savursan
Ve bahara hasret bedenimi
Gözlerinle avutsan...

Keşke diyorum
Keşke dağlardan bir çığ gibi kopup da
Üzerime düşsen bir gece vakti
Ve ben kar altında öyle soluksuz
Senin sevdanla boğulsam
Gözlerin bir serin ateş
Yüreğim her yandığında
Bakışlarına sarılsam...

Ali Haydar Timisi

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Tam bize göre değil mi?

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.drderya.com/index1.htm
Hiç kimse istemez hasta olmadan hastalıktan bahsetmeyi. Hele acı tecrübeler yaşayanlarımız asla anmak istemezler. Ama sağlık varsa hastalık da var. Bilinçsizce çabalamak ve gelişmelere seyirci kalmak yerine kontrolü ele almanızı sağlayabilecek bir çok sağlık bilgisi için tıklayınız lütfen.

http://www.efsaneler.com/
Hani bazı hikayeler vardır, gerçek olmadığını bildiğiniz halde "hadi ya" nidalarıyla dinlersiniz. Siz yine de inanmayın ama; bu güzel hikayeleri okumadan da geçmeyin derim. Şehir Efsaneleri için buyrun buradan tıklayın.

http://www.tayproject.org/
...Tarih, Arkeoloji, Sanat ve Kültür Mirasını Koruma Vakfı, TASK, ülkemizdeki tarihi, arkeolojik, etnografik, ekolojik, mimari, sanatsal ve kültürel varlıkların belgelenmesi, envanterinin çıkarılması, kurtarılması, korunması, onarılması, tanıtılması; bu alanlarda bilimsel etkinliklerin, sanatsal ve kültürel yaratıcılığın ve yeni çalışmaların geliştirilmesi ve teşvik edilmesi; bu emanetlerin gelecek kuşaklara kalabilmesi için her türlü eğitim ve çalışmanın yapılması; bu amaçlar doğrultusunda ulusal ve uluslararası kamuoyunun bilgilendirilmesi, bilinçlendirilmesi ve bu konuda faaliyet gösteren ulusal ve uluslararası kuruluşlar ile işbirliği içerisinde kamu yararına hizmet vermektir...

http://www.sehirtiyatrolari.com/
En son ne zaman tiyatroya gittiniz? Hangi oyun, hangi sahnede, hangi tarih ve saatte gösterimde olacak bilmek istermisiniz? Ya oyunlar, oyuncular ve hatta bilet paraları hakkında bilgi almak? Perdeler açılıyor ve sizleri bekliyor. Tiyatroları yakından takip etmek için bu sayfaları inceleyebilirsiniz.

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


Ability Server v2.18b [66k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105529
Kendi web sunucusunu en basit şekliyle kurup çalıştırmak isteyenler için ideal bir program. Bu küçücük program içinde HTTP, SMTP, POP3 ve FTP sunucularının hepsini barındırıyor. 2 alan adını rahatlıkla host edebileceğiniz bir yapısı var. İnternet işinde biraz derine inmek isteyenler için ideal bir uygulama. İlgililere şiddetle tavsiye edilir.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040105.asp
ISSN: 1303-8923
5 Ocak 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri