KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yeni Yılınız Kutlu Olsun
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 419

 8 Ocak 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Vallahi benim suçum yok!..


Merhabalar,

Araya hastalık girince, epeyce aksattığım birkaç işi yetiştirmek için yoğun çalışmalara gark olmuş durumdayım. O nedenle köşe yazılarıma ara vermek zorunda kaldım, kusura bakmayın artık. Yalnız bir konuya değinmeden geçemiyeceğim. Daha önce birkaç kere sözünü etmiştim ama son zamanlarda artan şikayetler nedeniyle tekrar gündeme getirmek gerekti. Kahve Molası 2 yıla yaklaşan süredir Türkiye'de alışılmadık birşey yapıyor. Hergün eposta olarak 50-60KB'lık bir gazete yolluyor. En doğal haliyle, hile hurdaya sapmadan sadece gazete yayınlıyor. Etik kurallara sonuna kadar uymak için elinden geleni de yapıyor. İsteyen istediğinde derhal abonelikten çıkıyor, dileyen abone oluyor. Her eposta kişiye özel tek bir posta olarak direkt ve tanınan bir posta sunucusundan yollanıyor. SPAM kurallarına riayet etmeye azami gayret ediyor. Zaten gönüllü bir abonelik olduğundan SPAM olduğu konusunda en ufak bir şüpheye dahi olanak bırakmıyor. Gelgelelim bazı işgüzar büyük posta sunucuları KM'yi bilerek ya da bilmeyerek SPAM listesine alarak reject ediyor. Hergün 200-300 kadar postanın sırf bu nedenle geri döndüğünü üzülerek söylemek durumundayım. Bizi kara listelerine alan sunucular arasında Akbank, Koçbank gibi büyük posta sunucuları olduğu gibi ttnet gibi işgüzar bir servis sağlayıcı da var. Sizlerden şikayet gelmese geçinip giderim ancak KM'yi neden alamadıklarını soran dostlarıma bir açıklama yapmak durumundayım. Bu durumda olan arkadaşlarımızın sistem yöneticileri ile bir temas kurmasında yarar olabilir. Alışkın olmadıkları bu uygulamayı onlara bizzat anlatmak gerekebilir. Umarım başarılı olursunuz. Çünkü benim yapabileceğim çok fazla şey kalmadı.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Café Azur : Suna Keleşoğlu


Leblebi Tozuna karışan İç Dökümü...

"Aynı sözcükleri kullanarak farklı cümleler kuruyorduk."

Yeniden yazabilmenin mükafatı bir leblebi tozu anısıyla yeni bir yıla başlıyorum...
Zor olan geceleri penceremin önünde uçuşan tüm öykülerin sabaha bulutlara karışması. Yakalayabildiklerim tembel ellerimin sözcükleri arasında benim yüzümü gösteren cümlelerle başlayanları...
Şimdi çocukluktan ödünç alınan eski sevinçlerle ağzı dolu dolu gülmenin keyfini çıkarmalı. Yılbaşı gecesi kurulan büyük aile sofralarında dalınan tatlı hayallerin peşinde bir yıl daha büyüdük diye sevinmenin heyecanı ile hızla sayfaları doldurulan ödev defterleri gibi tüketmeli yapacaklarımızı...
Deri kapaklı yeni bir ajandanın ilk sayfasına yılın son günü sıralanan hayallerim ve yapacaklarım listesi. En ince yazan dolmakalemle madde madde kendimi düşerim ilk beyaz sayfaya, oysa yüzüm aynada...Paltomun cebinde eski yılın son günü için güzel sofraları kurma listesi. Biraz çerez eklemeli listeye, fıstıklı çikolataları da unutmadık değil mi?

Yılın son ve ilk günleri kendimle hesaplaşmalarla meşgul olurum. Yılın tükenmesinin acısı mı bilinmez bir buruk başlar yeni yıl. Oysa ajandamdaki sayfa hep bembeyaz açılır önüme...Çocukluğumdan daha bir uzaklaştıkça mahalle bakkalından kuruş paralara alınan leblebi tozlarının tadını daha çok özlerim. Sarı leblebileri toz haline getirip içine şeker katsam dahi o tadı yakalayamam.

Çocuktuk, çocukça oyalanırdık. Bakkaldan aldığımız leblebi tozlarının küçük kağıt kaplarını atmaz, evde annelerimizin havanlarında leblebi tozu üretimini gerçekleştirir, sahicisi gibi olsun diye de o zamanlar bazen tozların içinden çıkan kuruş paralardan koyardık diplerine. Saklambaç oyunlarımız arasında birbirimize ikram eder, bakkal amcanın müşteri kaybeden kızgın bakışlarına aldırmadan kaşık kaşık o tozlardan yerdik. Sonra birbirimizi güldürmeye çalışır, ağzımıza doldurduğumuz tozları gülmekten kırıla kırıla üflerdik birbirimize, en sonunda boğazımız kurur, terli terli su içerdik annelerimizin sözünü dinlemeden...Dedim ya çocuktuk daha.

Bu yıl sonu yine telefon defterimi, adres ajandamı yeniledim her yıl sonu yaptığım gibi. Sonra yeni bir ajanda aldım yine, yeni beklentileri doldurmak için. Evdeki takvimleri yeniledim ve tüm beyaz sayfaları açtım...

Daha okuyamadığım kitapları, izleyemediğim filmlerin DVD'lerini birbir gözden geçirdim. Yeni müzikler keşfetmenin zamanı gelmiş en kısa zamanda yeni CD'ler almalı...Faturaları ve birikmiş evrakları yerlerine yerleştirdim, albümlere sığmayan fotoğraflara yer buldum. Bilgisayarımdaki düzensiz dosyalardan kurtuldum, favori internet sayfalarımı ekledim. Hem evi, hem de kafamı şöyle bir elden geçirdim. Zaman ne kadar çabuk geçiyormuş aslında...

Tüm bunları yaparken elimden geçen eski yıldan bir fatura, geçen sene başında çekilmiş bir fotoğraf, daha iki ay once alınan bir kitap aslında hem çok uzak hem çok yakınmış. Tıpkı hiç unutulmayan çocukluk anıları gibi...

Eski mektuplar ve kartları da unutmamak lazım. Yeni bir yıla başlarken çoğunu birer birer okudum. Fotoğraflarda gitgide değişen yüzlerimiz gibi zamanın değişimini tüm çıplaklığı ile önümüze seriveren eski mektuplar...

Dedim ya geceleri penceremin önünde uçuşan öykülere yetişemiyorum diye, yine eski yıldan, eski yıllardan kalan ağır bir palto üzerimde...Dışarısı parlayan güneşe rağmen soğuk ve yeni yılın ilk parlak mavi gökyüzünde kendi yüzüm, aynadaki geçmişte unutmuşum bir kopyasını. Şimdi toparlanmak zamanı, iş zamanı, yeni umutların peşinden koşup ertesi yıllara düşünecek hissedecek birşeyler bırakabilme zamanı...Avucumda eski yıldan kalan biraz bayatlamış beyaz leblebiler, hayallerimde leblebi tozu tadı...

Herşeyin gönlünüzce olması dileğiyle...

SunA.K. Grasse
sunak@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Pratisyen Kahveci : Seda Demirel


ACİL KAPISI-SUS

Offf.. yine mi be canım, neyin var senin böyle? Saat 03:35, diktin bütün gece beni ayağa yine..

Dur bakayım.. Yoo.. altın da temiz zaten, daha yeni emdin be güzel kızım, neden bir huzurlu gecemiz yok ki seninle.. Gel bakayım bana.. Sanki canından can kopuyor edepsiz.. Seliiiiimmmm! Ya hayatım, insan bir kımıldanır ya, apartmanı ayağa dikiyor kız sende tek bir hareket yok..

Gel bebeğim, gel birtanem, nesi de varmış benim güzel bebeğimin?

Ya şu sabahlar ne çabuk geliyor kışın ortasında .. Nöbetler sanki uzadıkça uzuyor, bitmek bilmeyecek bu Pazar nöbeti yine.. Hay allahım, ben hangi elimle tıp yazmıştım o forma.. Offf, kapı da olabildiğince kalabalık yine, allah bu nöbetin sonunda sağ salim çıkmayı nasip etsin cümlemize. Ekip de fena değil aslında ama şu Kemal yine poliklinik yapar gibi hasta karşılarsa sabah gelmez ha..

Tühh.. Yine yanıma kalem almamışım, hemşirelerden birinden çalmak gerekecek ..

Günaydın güzel kızıma benim.. Gel bakalım babanın kucağınaaa.. Çok mu yaramazlık yaptın sen bakalım dün gece, sabah sabah yedik fırçayı anne sultandan senin sayende.. Birseeeen.. Çay oldu mu hayatım? Biz kızımızla geliyoruz bak mutfağa.. Bugün çok gergin olacak Birsen’ciğim, ihale kıran kırana geçecek bak.. Akşam biraz takılırım arkadaşlarla, haberin olsun..

Hım.. Şu kapıdan içeri giren hoş gözükmüyor hemşire hanım, ben kabindeki amcanın tansiyonunu ölçerken sen onun bir EKG sini alıver hemen.. Dudakları mosmor, yüzü çok terli, çok ağrısı var belli.. Amcaaaa.. Sen aç bakalım kolunu, çıkar o kalın kalın şeyleri üstünden, lahana gibi giyinmişsin vallahi..

Bebeğim babasına gülücük de atarmış.. Güle güle hayatım.. allah işini rast getirsin.. Akşam takılacaksın da bari yemek yeme, dün akşam seviyorsun diye fasulye ıslattım bak, mutfağın ortasında fasulye ağacı yetiştirmenin bir alemi yok yani.. Kızııımmm.. At bir gülücük daha şu babaya.. Aaaaferiimm canım benimm.. Ya hayatım, nereye gideceğiz, tabii ki evde oluruz.. Senin sultan izin verirse, anne sultan biraz kestirir belki.. Hadi canım, hayırlı işler..

Hemşire hanım, hemen damar yolunu açalım amcanın, ben rutinleri yazıyorum, hemogram da alacağız.. Acil personeline seslenin, bir de sedye alalım buraya, amcam bayağı sıkıntıda, Dahiliye konsultasyonu açmak lazım, gözlem odasına çekelim sonra da.. Evet, geçmiş olsun, sizin neyiniz vardı?

Çok şükür uyudun birtanem ya.. Anamdan emdiğim süt burnumdan geliyor sayende.. İlerde bebeğin olunca senden de gelir nasılsa.. Hava da serince, yanmıyor ki şu kaloriferler adam gibi.. Bana bak, sakın uyanayım deme.. Bana bir banyoluk zaman tanı!! Kokuyorum kız sayende.. Zaten şu süt kokum beni deli ediyor..

Ellerinize sağlık hemşire hanımcım, çay ilaç gibi geldi vallahi.. Öğleni atlattık, ziyarete gelmişken bir de oramı buramı göstereyim bari ekibini başımız derde girmeden savmış bulunuyoruz.. Şu Acil Servis adabını bir türlü öğrenemeyecekler bunlar.. Biraz önceki kız nasıldı ama.. Büyük abdestinde kımıldayan şeyler görmüş, 3 aydır da kımıldıyorlarmış hemde.. Hay allahım.. Arkadaki bronşit hastası havasızlıktan mosmor sıra beklerken bir de neler ile uğraştırıyorlar insanı.. Haaa.. 3. ve 6. kabinlerdeki tansiyon aletleri bozuk. Oksijen kanülü hiç kalmamış.. Bir sesleniverin teknisyene..

Çok şükür hala deliksiz uyuyor zilli.. Bende azıcık kıvrılayım şöyle kenar köşeye. Banyo da rehavetimi arttırdı vallahi. Gözlerim kapanıyor. Kızım, ne olur bana şöyle deliksiz 2 saat daha ver olur mu birtanem?
.....
Hemşire hanım.. Çabuk koş.. Resüstasyonda ki çocuk setini çıkar, içeri giren kadını gördün mü?

Hanımefendi verin bana.. Lütfen verin çocuğu bana.. tamam.. Siz dışarıda kalın..

Hemşire hanım çabuuukk!! Anesteziyi arayın, solunum yok!!!

Kelebek set bulun, çocuk ambusu nerede? Hadi, çıkarın çabuk üstünü, entübasyon seti yok bunun içinde, anesteziyi ara, çocuk setlerini indirsinler.. Yok, yok.. Çocuk deme, süt çocuğu seti, 6 aylık için.. Nabız da yok, lanet olsun!! Ben masaja başlıyorum, monütöre de nasıl bağlanacak ki bu.. Aspire etmiş kustuğunu sanırım, ağız içini aspire edelim hemen..

Ben uyuyordum, bir baktım ki yatalı dört saat olmuş.. Sevindim deliksiz uyudu diye... Sonra.. Baktım.. Rengi tuhaf.. Kucağıma alayım dedim, emme zamanı geçmiş.. Kucağıma aldım.. Kucağımda.. Kucağıma... Kucağımm..

Hadi kızım, hadi güzelim.. Bak bebekler çok dirençlidir, dönmen lazım..

Kucağımda.. alınca.. Sanki ağırdı.. Çok ağırlaşmıştı.. Çok... çok ağırdı..

Hadi kızım, yapma bunu bana.. Allahın pazarını bütün ekibe dar etme işte.. Hayır efendim, bırakamam.. Kırkbeş dakika dolduysa bana ne.. siz de ağlamayı bırakın da kafamı iyice attırmayın hemşire hanım.. 0.5 lik adrenalin, direk entübasyondan içeri.. Hadi canım, hadi kızım, ben annenin yüzüne bakamam dışarıda..

Sonra soğuktu elleri.. Uyanmadı..

Dudaklarının arasından süt gelmişti.

Kusmuş yine benim zilli.. Aylardır kusuyor zaten zilli kızım, papatya çayı rezene.. Aaa.. bakın rezene karın ağrısını şıp diye kesiyor..
....
Sonra kucağıma aldım.. Çok da ağırdı.. Kucağımda..
....
Tamam.. Bu sonuncuydu.. Birbuçuk saat mi oldu???? Ne çabuk..
....
Çok geç kalmış, çok geç..
....
Neden!!! hemen bulmadılar ki.. Nasıl!!!! bu kadar dikkatsiz olurlar ki..

Üstünü örtün, ben dışarı şu anda çıkamayacağım..

Lütfen onu oyalayın dışarıda.. Biraz yalnız kalmam lazım..

Hemşire hanım, kes artık sende ağlamayı, tamam, senin de kızın neredeyse aynı aylarda, ama lütfen ya, sus..

Ben koparsam, ne nöbet kalır, ne de başka hasta.. Allah aşkına suuuussssss hemşire hanım ya...

Suuuuuuuuuuus!!!!

Seda Demirel

Yukarı

 Kahvecigillerden : Bahadır Bosna


BİR "SEYİR"İN ANATOMİSİ

Hayatım hayaller çizip onları hayata getirme çabası ile sürüyor. Daha doğrusu, şimdiye kadar böyle geçti ve bu gidiş artık nerede nihayete erer bilemiyorum, kelimeler kifayetsiz kalıyor.

Ziyadesi ile bu yaşıma kadar pek çok mutluluğu yaşadım, "afiyet de" karşılaştım boyumdan büyük dertler ve yüklerle. Şahsıma münhasır bir kader gibi zannetmiştim "hayatımın senaryosunu" ama başkalarını dinledikçe ne kadar da çok aynılık yakalayıverdim "başkalarının kaderleri" arasında…

Aynanın karşısına gelip her sabah yada her ne zamansa… "Aynıların arasındaki farklılıksın koçum sen" gibi kendime "mor inek" vari yakıştırmalarım olmuştur. Ama maalesef kral çıplakmış da ben bunu söylemeye korkarmışım. Artık bu çıplaklık ayan beyan ortaya çıktı… Meğer etrafımdaki herkes de benim gibi, yarın senaryolarını yazıp sonra vücuda oturtmaya çalışıyormuş, bunun içinmiş meğer bu yer küre üzerindeki koşuşturma

Gene şehir değiştiriyorum, çok ama çok uzaklara gitmiyorum lakin uzak görünen hayallere yaklaşıp, bir an önce "kara göründü" çığlıkları atabilme hevesiyle yanıp tutuşuyorum. Üstüme kimse vazife etmedi, kimse beni atamadı, zorlamadı yada göndermedi… Tamamen kendi kendime kaleme aldığım bir cümleyi gene kendim telaffuz edercesine yaptığım, hayata getirdiğim bir eylem bu "gidiş"…Şimdiye dek çizdiğim yada çizdirdikleri rotaları da sıyırdım attım harita masasının üzerinden…
Düne kadar "dümenin yönü" olanlar, sanki hiç yoktu artık. Dünü bırakıyorum ve yarın heveslerine koşuyorum, hızla, sevinçle ve içimde oluşan yüksek enerji ile… Pusula benim kuzeyimi gösteriyor gene benim zorumla…Venüs bile her sabah oluşunda benim istikametimde doğmak zorunda. Senaryoyu da kaleme alan, rotayı da belirleyen benim ya!

Gene eski dümen suyunda çok dalgalar, çok çırpıntılar bırakıyorum. Geride kalacaklar, olmayacaklar yeni rotanın dümen suyunda, artık yeni "küçük çırpıntılar" olacak ezdiğim millerin ardında kalan. Aştığım yeni sularda; çok üzüleceğim "geride kalanlar" olacaktır ya neyse, bunu düşünüp motivasyonu dağıtmanın da bir anlamı yok. Sadece gideceğim "bütün aşklar yüreğimde" misali…
Evet öngörülen "arkada" kalacaklar olduğu gibi, "karşıma" çıkacaklarda olacak elbette. Sığ sular, dar boğazlar, fırtınalar, ve adı akla gelmeyen ama zihnin arasında "…vs" olarak tanımlanacak pek ama pek çok bilinmeyen. Zaten bu yeni rota ile çizdiğim "gidiş" yolunda en önemli olan ve rotanın sonunda, hedefe ulaşabilme hazzını hak etmemi sağlayacak şeylerde bu senaryonun kötü ve yorucu kısımları. Zorluklara karşı verilen mücadele olmasa mutluluğun ne anlamı var ki? En büyük mutluluk en zoru başarınca tadılır olduğu için belki de bu kadar zor bir rota çiziyorum "gidişime".

Gene yalnızım yeni seyirde. Ne makine dairesinde bir çarkçı var tam yol emrini alacak, ne bir serdümen var, nede halat alacak birisi. Tek süvari ve çok emek ve çok eksilen kalori olacak köprü üstünde. Yalnız ve her yere koşuşturuyor olacağım, Süpermen gibi olacağım yada hiç demir almayacağım. Amma çok olumsuzluk olacak diye ağlamayacağım ama. Çünkü "Üstüme kimse vazife etmedi, kimse beni atamadı, zorlamadı yada göndermedi" bu seyire, bu tamamen "en büyük mutluluğu elde edebilme yarışım." Yalnız olmak zorundayım bu seferde, yalnız olmalıyım çünkü varılacak olan limandaki "büyük mutluluk" maalesef hiç ama hiç kimse ile paylaşılamayacak kadar güzel ve önemli. Aynı gemide yoldaş olmaz bu seyirde… bu mutluluk yakalayabilme olasılığına ortak kabul edilmez, bu uğurda yetemeyip gemiyi batırma ihtimali hep var olsa da, bir ikinci kişi olmaz.

Gene vira bismillah ile alınan demirin ardından çalışan makinelerin sesi ve ufak bir sarsıntının ardından çıkılan rotada "yalnız gidişimin" verdiği burukluk ile "büyük mutluluk" beklentisinin yüzüme yapıştırdığı tebessüm ile liman ağzından çıkışta gördüğüm "kralın çırılçıplaklığı" Alargadan demir almış bir sürü gemi, farklı yönlere dümen kırmış yalnız süvariler, "ne makine dairesinde bir çarkçı var tam yol emrini alacak, ne bir serdümen var, nede halat alacak birisi." "En büyük mutluluğu elde edebilme yarışına" çıkmış "yalnız" başkaları. Farklı rotalarda, farklı karaları bulup, kendi varışlarında yakalayacakları mutluluklar için "gidenler." Her biri farklı süvari, hepsi farklı gemi. " Meğer etrafımdaki herkes de benim gibi, yarın senaryolarını yazıp sonra vücuda oturtmaya çalışıyormuş." Meğer herkes bir mutluluk rotası peşinde "gidiş" yapıyor.

Bir an önce "kara göründü" çığlıkları atabilme hasreti ile yanıp tutuşan sadece ben değilmişim. Kendi senaryomda yalnızmışım ama gidilen yolda bordamda seyreden pek çok "şahsına münhasır" senaryosu olan ve şehir değiştiren yapayalnız süvariler varmış.

Kral çıplakmış maalesef, bu hayatta en marjinal ben değilmişim.

Bahadır Bosna

Yukarı

Nedret Türer

 Telveli Paylaşımlar : Nedret Türer


   Yüz' de Yüz...

Asırlık bir çınar ağacının gölgesindeyim.
Sıcak, yeşilsiz ve gölgesiz ortamlar insanları cehenneme mahkum etmişçesine bunaltıyor.
Böyle günlerde ne evde kalabiliyorum ne de güneşle temas eden her hangi bir mekanda.
Tek sığınağım ulu bir çınar ağacı ve onun cömert gölgesi.
Asırlık yaşamında ferahlatan varlığını her gün onlarca insanla paylaşmaktan zerre şikayeti olmayan mütevazı bir ağaç.
Bir sürü geleni gideni var.
Kimisi rüzgarına, kimisi yeşiline, kimisi gölgesine, kimisi heybetine tav.
Her yaz daha bir büyütüyor sanki dallarını, dostları gölge mutlulukları kapabilsinler diye.
Konuş(a)maz zannedilir ağaçlar.
Oysa çınar ağacım konuşur, dalları ve yapraklarıyla. Elçisidir rüzgar.

Hışır.. hışır.. hışır...

Bazen rüzgara kızar, bazen kuşlara, bazen yağmurla ıslanır ama gene de ıslatmaz varlığında huzur bulanları.
Duyguludur o. Anlayışlıdır, sevecendir.
Gövdesine ellerimi dokundurduğumda, parmaklarıma temas eden katılığı altında sevgiyle çarpan yüreğinin yumuşaklığını hissederim.

Ne zaman bunalsam ya kendimden ya ötekinden, mutlaka koşar giderim gövdesinin bir ucuna tutunabilmek için.
Başımı kaldırır bana asla elletmediği yapraklarını seyrederim uzun bir zaman.

Hışır..hışır..hışır...

O kadar çok ve o kadar aşılmazlardır ki...
Ürperirim.
O sadece bir ağaç görünür ama ben onu insan gibi hissederim.
Anlatır o gün bana neler yaşanmış gölgesinde.
Dinlerim.
Hiç mutsuz ve umutsuz olmamış! Övünür durur bununla.
Hiç bir karşılık beklememiş verdikleri için ve de verdiklerinden.
Tek ihtiyacı varmış. Besin; Yağmur ve güneş.
Tek verebildiği varmış. Hayat; oksijen ve gölge.
Bir de sevgi'si sonsuzmuş, kiminin fark edip kiminin edemediği... Ama 'olsun'muş, karşılık beklemeden yaşamanın güzelliğini ve zorluğunu anlaması için Tanrı onun bir ağaç olmasını buyurmuş.

Anlamsız yere şikayetçi olmak yapraklarını sarartmaya yararmış sadece. Oysa o yemyeşil olmaktan çok memnunmuş.

Ben bazen sessiz çığlıklar atarım gölgesinde.
"Başın gökyüzüne erişecek kadar uzun. Benim için de dua et ne olur. Belki hayallerim gerçek olur..." diye.

Sığınırım sevgisine.

Hışır..hışır..hışır...

Bugün yine deli bir sıcak var İstanbul'da.
Bir de bir çok şey, bir çınar ağacından öğreneceğimiz...

Kuvvetli bir rüzgar da azimle dimdik durmak,
ölmek pahasına eğilmemek,
Almadan vermek,
Ve "gölge etme" diyene bile huzurun gölgesini sunabilmek, gibi.

Biliyor musun ağacım,
bugün fazlaca değiliz senin gölgende...
Sadece üç - beş kişiyiz.
Ahşap masa ve sandalyelerde tek tek oturmaktayız.
Ben her zamanki yerimdeyim.
Tam gövdenin yanındaki masa da.
Adeta her gün bekliyormuşçasına kimseleri oturtmuyorsun ya o yere. İnan ki farkındayım bana sunduğun bu sevgi'sel mucizenin.

Kuşları konduruyorsun üzerinde ben gelene kadar irili ufaklı, beklesinler diye. Birde tahta bacaklara sığınmış yaşlı bir kedi'n var! İnatla kalkmıyor ben gelene kadar. Hepsi ağlatabilir beni biliyor musun? Kahreden bir şirinlik bu. Ah sessizliğim. Düş yakamdan. Hiç birini anlatamıyorum!

Tam ben geliyorum, onlar gidiyorlar desem, sanki fısıldıyormuşsun gibi...
Yok, anlatılır gibi değil.
Anlatsam da zaten kim inanır ki?

Çınar ağacının en kadim dostları onlar diye düşünüyorum.
Seve seve yaşatılan bir dostluk.
Ölene kadar sadık kalmak...

Anlaşılır gibi değil.

Bir ağaç olmak lazım...belki de, anlayabilmek için!

Ne çok şey var, senden öğreneceğimiz...

Yüreğimi titretiyor yarattığın bu tablo...

Doğallık...

Hayran hayran seyrediyorum.

Oysa seçimlerimizden sadece bizler sorumluyuz.
Doğallıklar içerisinde sunileşmeyi seçen bizler değil miyiz?

Aynı nakarat.
Tekrarlıyorum;
Evet, evet, evet.
öğreneceğimiz çok şey var bütün ağaçlardan.

İnsanlar!

Aniden aklıma geldiler!

Çevremdekilere bakıyorum birden.

Düşüncelerimi okuyanlar var mı dercesine, sorgulu.

Doğanın doğallığını acaba yüzlerinde görebilecek miyim diye süzüyorum kaçamak.

Sadece bir kaç kişiler, topu topu.

Görevimmiş gibi izlemeye niyetlendim.

Hışır..hışır..hışır...


Tamam, tamam kızma sevgili çınar!
Sadece izleyeceğim, yüzlerini seyredeceğim o kadar.
Ben de insanım ve insanları anlamaya ihtiyacım var.
Sana söz kulak kabartıp dinlemeyeceğim.
Biliyorum saygılı olmalıyım en az sizler kadar...

Gölgenin Konukları;

Sarışın bir yüz, kıvır kıvır, isyankar saçlar, her şeye tepki veren sert kıvrımlı kaşlar, minik bir burun, kararlı bir ağız.
Gülüyor... ama bakışlar donuk. Sanki parmaklarında tutup içtiği sigara değil de hoşnutsuzluk. Yaş, tahminimce 18.

Kumral bir yüz, düz kahverengi saçlar, derin bakışlı gözler, bütün yüzü kaplarcasına uzatılmış sakal ve hiç susmayan bol tepkili bir ağız. Belli ki her şeye karşı.
Ama önce kendi menfaatine ters düşen her şeye! Karşısındaki genç hanım burnunu çeke çeke ağlarken bir şeylere, onun sevgiyi aksettirmeyi unutan gözlerinde merhametten eser yok. "İşte öylesine bir ilişkiydi kızım" diyordu sanki. Duygular öldürülmüş, kelimeler umarsızlaştırılmıştı belli. Bir trajedi yaşanıyordu. Peki paylaşılsaydı o bir trajedi olur muydu? Belki! Yaş mı? hadi diyelim 25 bilemedin 27.

Kırış kırış bir yüz, kalın mercekten yapılmış gibi duran gözlükler, isyankar siyahların söz geçiremediği ağarmış saçlar, buram buram terleyen iri bir burun ve belli ki hep gençliğini anlatmaktan yorgun düşmüş bir ağız. Yapayalnızlığına çare bulmak için gelmiş anladığım. Belki de geçmişte kırıp incittiği, sonrada geri gelmemecesine yitirdiği insanları arıyor son bir umutla. Pişmanlık için geç olsa da gözleri yaşlı. Kimbilir belki de kendisi olabilmek için verdiği mücadele de çektiği teslimiyet bayrağının beyazlığında kirletiyor artık intikam alırcasına ömrünü. Şimdi yanılgılarının bilançosuyla hesaplaşmakta. Yaş 75 gibi.

Çok süslü, boyalı bir yüz.
İri iri küpeler, boyana boyana doğallığını yitirmiş saçlar, kırmızının yakıcılığında güneşle inatlaşan bir ağız ve arada atılan şuh kahkahalarla şenlenen, laf olsun türünden üretilmiş bir gevezelik. Karşısındaki kaytan bıyıklı adama kendini beğendirebilmek için bürünülen sahipsiz kişilikler.

Of! Açıkçası hasta bir ruhun bedene yansımasını izlemekten yorgun düştüm.
Yaptığı, yaşadığı, sergilediği her şey sahte.
Yine de saygı duymalıyım. Duydum. Öyle ya, hangi azapları sırtlanıp da gelmişti bugünlere? Yaş? Tahminim... 50.

Çok ilginç...

İzlediğim insanlardan hiç biri 'kendisi' değil.

Ya bir şeyleri dayatmanın
Ya ispatlamanın
Ya zorla kabul ettirmenin
Ya da ikna etmenin derdindeler.

Amansız bir savaş bu!

Yok hiç birinin yüreğinde, huzur veren bir çınar ağacının gölgesi...

Yüz'lere başka yüzler takılmış.

Bir yüz'de bin yüz görür gibiyim.

Baş döndürücü düşünceler tırmalıyor beynimi.
Soruyorum düşündüklerimden ürkmüşçesine, peki benim yüzüm kimde ya da kimlerde?

Her yüz kendisine bakan bir diğer yüzün aynası gibi.
Bakıp da göremeyişimiz, sırla kaplı oluşumuzdan.

Kendimizi görememek büyük bir tuzak., bin bir yanılgı içinden....

Kaptırmış gidiyoruz "yüz'de yüz", bir çınar ağacının gölgesindeki masumiyetten medet umarak...

Hayatlarımız çalınmış başkaları tarafından.
Tıpkı bizim de çaldığımız gibi başkalarından...

Hışır..hışır..hışır...

Dalından bir yaprak kopuyor, çarparak yüzümden avuçlarıma konuyor.

Hışır..hışır..hışır...

Üzerinde sadece bir kaç su damlası.

"Yoksa ağlıyor musun Çınar ağacı?"

Hışır...hışır...hışır...

Kaldırıyorum başımı, seyrediyorum benden gizlediği yapraklarını...

Sessizce mırıldanıyor yüzüme;

" Kendine dürüst olmayı unutma sakın.
Seyret aynalarda yüzünü, ama sırlı olmayan aksinde.
Her zaman paylaş yüreğindekileri yalansız.
Tek bir yüzün olsun kendi yüzünde..."


Peki Çınar, seni duydum...
Söz, daha fazla uzaklaşmayacağım kendimden.
Ben ben değilmişim artık biliyorum.
Şimdi sahipleneceğim bir yüzüm olmasa da,
Yarınlara öğrettiğin yüz'ümle gidiyorum.

Bence: Yüzümüzdeki makyajı, ruhumuz yapmalı...

Nedret Türer
http://www.ucnokta.com / A N L A M Platformu
Düşündüren her cümlenin sonunda "Üç Nokta" vardır...

Yukarı

 Kahvecigillerden : Nurgül Eryeşil


KAPALI GİŞE

Sonu seyirciye bırakılmış bir film gibiydi seninle aşkımız.
Film bendim, seyirci sen.
Sonu sana kalmış bir aşktı bizim yaşadığımız,
Kolaya kaçmıştık,
Çok kolay kaçmıştın.
İkimizin de herbiri ayrı bir film olacak kadar çok hikayesi, bir o kadar kahramanı vardı oysa........
Ne bir figüran olabildim kendi filmimde en küçük rolü,abartıyla oynayan,
Ne de bir yıldız; kırmızı halı kaprisi yapan....
Kapalı gişe oynamıştı hep aşkımız seyirci yokluğundan....
Galaya ikimizde davetliyken ben eserimizi seyretmeye gittim,
Sen ona bile tenezzül etmedin....
Oysa çok az bir bütçeyle çekmiştik bu filmi; anımsa!!!!!!!!!!
En yalan aşk filmlerini bile sollamıştı bizim ''gerçeğimiz.''
Ve bu hatalı sollama sonucunda,
Sen başka bir aşka çarpıp kurtulurken, ben ağır yaralanmıştım.....
İnsanlar yuhaladı beni günlece kabuslarımda.......
Devamlılık sorunu yaşıyorduk...Durmadan.....
Kaldığımız yerden her başlamaya çalıştığımızda bir şeyler eksik oluyordu.
Çalıntı bir senaryoyla çekilmiş bir film gibiydi aşkımız....
Ruhsuzdu,
Ahlıydı,
Bas-bayağı- !!!! alıntıydı.
Aşık kadın, cesur adam rolü biçilmiş kaftan olamadı bir türlü üstümüze.
Hep sökük kaldı bir yanı, hep hava aldı...
Aynı yerden kopuyordu film ''sayende''
Hani şu dramatik kavuşma sahnesinde.
Bizim korkularımız arasında , ceryanda kalıp üşüttü aşkımız.
Ağır soğuk algınlığı teşhisi koydu doktorlar,
''İtinalı bakacaksınız,iyi beslenmeli,istediği hiç birşeye hayır denmemeli'' dediler.
''Şimdi çok yormamak kaydıyla biraz yaşayabilirsiniz aşkınızı'' dediler.
Bana baktın,ben dayanamam şimdilik sen yaşa dedin,
Ve o arada
Sen bir daha dönmemek üzere, bir haber vermeden gittin,
Gidişinle
Aşkımız önce ağır bir koma yaşadı, sonra yatalak kaldı.
Filmin sonunda
Sonra sen cesur adam taklidi yapıp ayakta alkışlandın ,
Bense yatalak bir aşkın bakıcısı olarak yaşadım.

-SON-

Nurgül Eryeşil
nurgul@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Misafir Kahveci : İlhan Ediz


SADDAM YAKALANDI !

Yakalanan sanırım sadece ''Saddam'' olmadı bu insan avında…
Bir halkın kaderini çizme hakkının kendisinde olduğunu düşünen bir diktatördü aynı zamanda yakalanan… Bazılarının umudu, onu destekleyenlerin suçu, değişim isteklerinin sindirilmiş tutkusu, ezik ve fakir bir halkın korkusu… Hatta onların da ötesinde, yıllar boyu soğuk mahzenlerde ölüme gönderilenlerin acı çeken ruhu… Ülkesi için düşünen, yazan, çizenlerin kurgusu, petrolün daha çıkartılmadan, işlenmeden, satılmadan canlar yakan ''peşin'' kokusu… Geri dönülmez sonlarına doğru sürüklenen ulus - devletlerin globalizme karşı son dem mücadele duygusu, vatanı için savaşanların umutsuz, soluk, ama hala haklı, ölümüne sevdalı ve tüm zamanlarda göz yaşartan gururu… Fırsatçılığın ve işbirlikçiliğinin işgalciyle olan ilke tanımaz dostluğu…

Sadece ''Saddam'' değil, hepsi bir bir yakalandı, çoktandır kullanıldı, işgalcinin kıt vicdanında ve vizyonunda sadece siyah - beyaz ayrımıyla damgalandı. Beyaz siyah olarak, siyah beyaz olarak adlandırıldı… Kavramlar yerlerinden oynatıldı, gerçek ile yalan karıştırıldı… Tüm dünya buna seyirci kaldı… 11 Eylül bir dönüm noktasıydı belki ama, ona tepki onu solladı, yüzyılların derinliğinden gelen sömürme hırsı yine yılmaz bir kararlılıkla uğraştı, sonunda muradına ulaştı… ''Dünyayı tehdit eden cani Saddam'la'' birlikte, haksızlıklara direnen gönülleri, sorgusuz sualsiz kilitleyiveren ''anahtarları'' da yakaladı… ''Güçlü haklıdır'' söylemini ta burnumuzun dibine kadar dayattı…

''Saddam'dan'' çekenler bu işe sevindi. Sokaklarda sevinç, silah sesleri, lanet okumalar içiçe geçti. Tarihi anın görüntüleri Iraklı muhalefet tarafından hezeyanla izlendi. Halepçe katliamında ölen bebeklerin fotoğrafları ardı ardına dizildi… O akşam caninin günah dolu hayat hikayesi, tüm ''medeni'' ülkelerde ''number one'' idi. İşin ilginç yanı, canı yananların da haklı olması gerçeğindeydi. Haksız olan ise yine işgalciydi. Zira bulunmadan unutturulan kimyasal silahlar, sözüm ona savaşın sebebiydi… Televizyonda ne onlar gösterildi, ne de savaşta işgalci tarafından öldürülen direnişçinin binlercesi…

''Saddam'' yakalandı. Evet, ama onunla birlikte yakalanan aynı zamanda yetmişlik bir dedeydi. Sorgusuz sualsiz infaz edilen iki oğlunun tabutuna el süremeyen birisi… Hayatı boyunca peşinde koştuğu vahşi ve acımasız hırsının içine hapsolan benliği… Katlettiği insanların ahı yüzünün ifadesine yansıyan bir ihtiyarın perişan hali… Uzun sakallı, kirli saçlı haliyle, işgalciye işkence öncesi muayene olurken filme alınmış, iç burkan ibret sahnesi… Aynı zamanda ülkesinin yeraltı zenginliklerini uluslaştıran bir Anti - Emperyalistin uzaklarda kalan geçmişi… Ortadoğu'nun Paris'i olarak adlandırılan yetmişlerin Bağdat'ını yaşamış, dünya zevklerini belki de fazlasıyla tatmış bir fani… Ülkesini bir daha hiç ''gerçekten bağımsız'' olarak göremeyecek bir mücadeleci… Atatürk'ün anti - emperyalist çizgisini, zamanında yakalara takılan rozetlerle ikonlaştıran ulusçu Baas geleneğinin ya son, ya da sondan bir önceki temsilcisi…

İşte bunlar da yakalandı ''Saddam'la'' birlikte. O, dramatik bir biçimde dahi olsa, yakın geçmişe damgasını nasıl vurduysa, şimdilerde bu kez onun sakallı bebekleri, işgalci evlerindeki şifoniyerlerin üzerinde yerlerini almaya hazırlanıyorlar… Altı simsiyah ortadoğu çölünden çıkan hesapsız Arap Milliyetçisi'nin ibret dolu öyküsü, ''siyahın'' ve ''koyu kırmızının'' kokusunu taa ''eski'' çölün kuru sıcağından, ''yeni'' kıtanın tarihten ve yüzyılların sömürüsünün acı dolu hikayelerinden bihaber büyütülen yeni yetmelerine kadar taşıyor ve onlara ''oyuncak'' olmaya hazırlanıyor… Sevinenlerin er ya da geç yüzlerinde donup kalacak gülümsemeleriyle, üzülenlerin çaresiz dövünmeleriyle, uzaktan bakanların bir gün yüzleşecekleri ilahi adaletle ve ''zayıf - haklıların'' bitmek tükenmek bilmeyen umutlarıyla birlikte…

Bizler ise kah kararsız, kah içimiz cız ederek, bazen de ''oh olsun'' diyerek izliyoruz olup biteni… Hangi suçla ve nerede yargılanacağı dahi, kanunsuzlaştırılan bir dünyanın tek süpergücüne bırakılmış ''Saddam'ın'' yakalanmasından öte, her şeye rağmen yüzyıllarca komşu olduğumuz bir ulusun talihsiz yazgısı burkuyor belki de içimizi… Bununla birlikte sadece ''bir insanın'' o biçare görüntüleri… Bir de gözlerimize takılan, Saddam'ın kafasında bit arayan arkası dönük işgalci subayının neredeyse saçsız ensesi…
Sanki zıtlık her ikisinin saçına, sakalına kadar yansımış gibi…
Sanki Saddam'la birlikte ''zayıf - haklıyı'' da yakalayan işgalci, yüzünü utancından saklarmış gibi…

İlhan Ediz

Yukarı

 2004 ÖZEL - KOVA ve BALIK


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
( Bulutlu Havalar - İçgüdülere İnanç - Kuvvetli Sezgiler )
Sevgili kovalar yeni yılınız genel anlamda oldukça sempatik ve bereketli sizlere.. Yalnız bu sene Neptün gezegeni kovaları sisli ortamlara sürükleyecek. Nedir bu acar misafirin fonksiyonu diye soruyorsanız hemen söyliyeyim, Neptün hassasiyetlerimizi bileyen ve dolayısıyle duyarlı olmamızı sağlayan bir gezegendir.. Ama hassasiyetleri aşırı şekilde yaşarsak bizlere kronik manevi çalkantıları miras bırakması kaçınılmaz olur. Sevgili kovalar geçen yedi seneden beri çok karışıklıkları yaşadınız. 2004 senesi bu kadar çileden sonra sizlere sakin ve hafif gelebilir. Sakın ama sakın bu yüzeysel sakinliklere kanmayın.. Şubat ve mart aylarında yeni tansiyonlar baş gösterecekler. Gereksiz yere bilek güreşlerine kalkışmayın, enerjilerinizi harcıyacak öylesine bol yer varken...Nisan ayından ağustos ayına kadar kaygan zeminlerde dans edeceksiniz. Bu demek oluyor ki sevgilileriniz ile aralarınız da bağımsızlık çığlıkları yükselecek, didişmeler hatta savaşlar vuku bulabilecek.. Temmuz ve ağustos başında keskin virajlara hazırlıklı olun yinede.. Belki de bu mini krizlerden kuvvetlenerek çıkacaksınız ve bir sonra ki etapta en mükemmel anları yaşamalara geçeceksiniz. Özellikle sonbahar aylarında ise aşkları yeniden doyasıya yaşayacaksınız. Nisan ve mayıs aylarından itibaren iş hayatlarınız da sürprizler sizleri bekliyorlar. Yeni yeni iş imkanları, projelerde yeni ortaklıklar, başka şehirler veya ülkelerde yeni iş kurmalar gibi heyecan verici her türlü beklenmedik hoşluklara hazırlıklı olun sevgili kovalar.. Ama şunu da söyliyeyim ele alacağınız proje hangisi olursa olsun, kendinizi ne kadar işinize verirseniz verin esas ateşlenmeler eylül ayından itibaren başlıyacaklar.. Bu yüzden temmuz ayında ani kararlar almaktan sakının.. Aralık ayında aynı şekilde çıkabilecek tansiyonları körüklemelere yeltenmeyin.. 2005 yılı daha güzel, bir başka şans karavanı ile burçlarınıza misafir olacak.. Jüpiter tam bir sene boyunca sizlere bereket dağıtacak.. Yazıma başlarken yine şanslardan bahsetmiştim kovalar. Evet bu yeni yılınız şansları sizlere elbette getiriyor ama süzgeçlerden geçirerek, hemen uçuşmayasınız diye. Kısa vadeli atılımlarla avuntular yaşamaktansa uzun soluklu projelere sakin kafalarla karar verip sonra planlarınızı uygulamalara geçirebilmeniz için.. Şans faktörü bence burada işte kovalar. Neptün'ün sizleri hülyalarda uyutmasına mahal vermek istemiyorsanız o güzelim atılımlarınıza sonuna kadar sahip çıkın.. Bıkmadan, feragat etmeden, kaygılara ve şüphelere kendilerinizi kaptırmadan sevgili kovalarım.. Şanslısınız unutmayın asla..

BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
( Yeni Yaşamlar - Fırtınalar - Bambaşka Yapılanmalar)
Evet balıklar bu yeni yılınız müthiş yüksek voltajlı geçmeye namzet.. Hiçbir şey ve bunu üstüne basarak söylüyorum hiç bir güç derinlerinizde oluşan değişimleri engelleyemiyecek.. Önce o değişimlere ve enerjilere olan ihtiyaçlarınız doğrultusunda siz istekli olacaksınız derilerinizi değiştirmelere.. Hayatınızın en önemli safhalarından birisini yaşamaya hazırlıklı olun balıklar. Tam yedi sene sürecek bu yepyeni yaşam süreçlerinde öylesine beklenmedik ama sizlere bir o kadar da gerekli transformasyonları yaşayacaksınız ki.. Üranüs burçlarınız da bu yenilik rüzgarlarını estirecek. Toparlayıcı ama bazen boğucu etkiler gösteren Satürn bile sizleri kucaklarında taşımaya kararlı, ayakları sürtseniz bile... Yeni doğuşların yılı olacak 2004' ü altın harflerle yazacaksınız yaşam defterinize.. Kendine doğuşlar, artistik çalışmalara yönelmeler, yeni evlatlara kavuşmalar, mekan değiştirmelere kadar varacak bu oluşumlar aslında geçen senelerden beri süregelen uğraşlarınızın sonuçlarından ve gerçekleşmelerinden başka birşey olabilirmi balıklar.. Göze göz dişe diş diye bir söz vardır bunu aklınızdan sakın çıkarmayın.. 2008 yılına kadar Pluton gezegeni yapabileceğiniz haksızlıkları, ihanetleri burnunuzdan fitil fitil getirtebilir.. Yaşamın sizlere dayatmak istediği ilerlemeleri, maneviyat dolu zenginlikler kazanmanızı siz istemeseniz de seçim şansınız yok balıklar, bu sene çok şeyler sizlere rağmen yine olacaklar.. Olaylara karşı pozitif duruşlarınız büyük avantajınız olacak yinede.. İlişkilerde hem mesafeli duruşları ama aynı zamanda yeni aşklara atılım arzularını yaşayacaksınız. Bir ayak geçmişlerde öbürsü geleceklere adım atma kaygılarında akrobatik pozisyonlarda enerjilerinizi harcamalara sakın kalkışmayın. Merak etmeyin Satürn gezegeni olası bu durumlarda kulaklarınızı hatta ayaklarınızı çekmelere hazır beklemekte.. Nisan ayına kadar çok projeler yeniden gözden geçirilecekler. Mayıs ayından itibaren ortalık biraz daha aydınlanacak, başarılara imzalar atabileceksiniz.. Ama bir şart var bunların gerçek olması için balıklar. Tek yönde, sağa sola sapmadan, enerjileri dağıtmadan, sebatla uğraş vermelisiniz bu güzelim ve bereketli seneniz içinde.. Unutmayın herşey mayıs ayından itibaren başlıyor. Risklerden çekinmeyin, içinizden gelen seslere kulak verin kesinlikle.. Eğer ilkbaharda gereken kararları alamaz ve karamsarlıklarda kaybolursanız yine hatırlatayım gelecek sonbahar aylarında hayat sizin yerinize gereken radikal kararları alacak ve acımasızca uygulamalara koyulacaktır.. Üranüs böylesine ancak bir defa geçmektedir yaşamda. İkinci şansınız olmayacaktır bunu unutun.. Fırsatları ve alınması gereken gereksiz yere sürüncemede bırakılmış kararları heba etmeyin artık.. Gelecek senelerin temelini şimdiden atın sevgili balıklarım.. Korkmayın yaşamdan, yaşanacak ne varsa şimdi zamanı. Sonra diye bir şey olmadığına göre...Cengaver ruhlarınızı canlı tutun daima sevgili balıklarım..

Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir.
Kahve Molası bugün 4.011 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


MEHMET

Ali Haydar Timisi İstasyonların kaderidir ayrılık
Ne bir gölge ne de nefes
Zamana borçludur kaldırım taşları
Ve saatler boyu yankılanan

İnce bir sızıdır hasret
Çok uzak diyarlarda
Belki tanımadığın birini beklercesine
Elleri iki yanında
Hüzünlü
Ceketinin astarına filketeyle tutturulmuş harçlığı
Taşranın çatık kaşlı
                    ezgin bakışlı
Bir tomurcuk umududur Mehmet

Nasır tutmuş elleriyle
Saramaz içindeki yarayı
Bir zelzeledir sallar yüreği
Taş üstünde taş kalmaz
Ve toprağın kızılına boyanır umut
Kanın sızısına...
Çiçeğe durmuş dal gibidir
Yaralı kuşlar gibi can çekişir
Ve alaca bir şafak vakti
Gül doğurur yurduma...
Uyanır uykudan Mehmet
Kahır çeker tetik çekmez elleri
Usul usul akan bir deredir
Mehmet yıkar,
Yur,
Avutur bedenini
Toprak gebedir
Mehmet telaşlı
Ve derman avuçlarının içinde tuttuğu
Bedeldedir...

Ali Haydar Timisi

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Şansa bak yahu!..

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.infonegocio.com/xeron/bruno/yesno.swf
Trafikte nasıl davranılacağı konusu hep sorun olmuştur. Aslında Türkiyede kanunlar tartışmaya yer vermeyecek kadar net kurallar koyduğu için, bize düşen sadece bu kurallara uymaktır diyorum. Bu animasyon sayesinde, trafik kurallarına uyarsanız başınıza neler gelebileceği konusunda fikir edinebilirsiz.

http://www.katpatuka.org/tr/index.shtml
...Katpatuka Hellen ağzında Kappadokia edilmiş adın, Med'lerce kullanılan ve Pers'lerce de aynen alınan biçimi, Herzfeld'e göre, sonundaki -uka, Ermeni dilinde halk adı, ulus adı türetmek için kullanılan ukh'un Med ağzına uydurulmuş biçimi dir; Med'ler bu bölgeyi IÖ 585'de kendi ülkelerine katmış ve onu, Ermeni dilinde taşıdığı adı (Kat-paduk) benimseyerek adlandırmışlardı...

http://worldzonepro.com/webdude/kozo.html
Edi sağolsun, bizim VADAAAAAAA'nın dayısına benzettiği hippo'cuğun başrolde oynadığı hoş bir reklam filmi. İyi eğlenceler.

http://www.denizce.com/mutlulukdersi.asp
...Eşimle birlikte önünden geçtiğimiz büyük bir alışveriş merkezinin vitrinindeki "Boşaltıyoruz" yazısını görünce, eşimi unuttum kendimi merkezin spor eşyalar bölümüne atıverdim birden. Eşim arkamdan her zamanki "huysuz koca" tavrıyla seslendi: "Hiçbir şeye gereksinimimiz yok ki" dedi...

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


BrowseTo v1.0 [43k] W9x/2k/XP FREE
http://www.straightnochaser.org/goodies/aboutbrowseto.html
Bir metin içerisinde herhangibir şekilde geçen bir işlemez linki işler haline getirebildiğiniz bir mini program. Metni seçip sağ tuşa tıklamak dilediğiniz linke sıçramanız için yeterli oluyor.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040108.asp
ISSN: 1303-8923
8 Ocak 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri