KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 452

 2 Mart 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : KaytarıYorum!..


Merhabalar,

Suyu çekilmiş portakalla, camı kırdığı için anasından okkalı bir tokat yemiş çocuk arasında bir yerdeyim. Son zamanlarda epeyce nanemolla oldum. Buluttan nem kaptım desem yeri. Başladım hapşırmaya. Kıl diplerim ağrımaya başladı. Teşhis nevazil başlangıcı. Klasik revir dopingi 2 aspirini yutup yatağa yatma zamanı. Yarın epeyce iş var dinç olmak gerek. Bugün de kaytarma günümdeyim, kusura kalmayın. Yarın görüşmek üzere kalın sağlıcakla.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Ayşenur Güven

 Noktasız : Ayşenur Güven


   Hayali Bile Güzel

Öğle tatilim öylesine uzun, tam bir buçuk saat ! Bana kalsa "Erken gelelim işimize, tez dönelim evimize" derim ya, kim dinler ki ?

Her gün, saat onikiyle bir buçuk arası, iş yerime yakın alışveriş merkezine gider, varsa evin mutfak ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra, ya bir banka kurulup sandviç atıştırır yada restaurant'dan çok fabrika kantinini andıran, oldukça sevimsiz bir mekanda, sıcak bir tabak yemek yer, önümden geçen, yanımda, karşımda, çaprazımda oturan insanlara hayat senaryoları icat ederim. Örneğin, komşu masada karşılıklı susup oturan şu yaşlı çiftin düşüncelerine ses veririm. Ve ben bu oyunu pek severim...

"- Otuz senedir aynı adam, otuz senedir aynı asık surat !
- Susuyor... Ne dedim acaba yine ?
- Eskiden arkadaşlarıyla çıkardı, gece geç gelirdi, artık onu da yapmıyor. Hep ayağımın altında...
- Yatağı toplamasına yardım etmedim ondan mıdır ?
- Tanrım bir daha dünyaya geleceksem eğer, başka şey olmak isterim. Sivrisineğe bile razıyım. Yeter ki yine otuz sene dadılık yapmayayım, hiç bir şeyden memnun olmayan bir adama."

Derken toparlanıp, ibadethaneme geçerim. İbadethanem... Adı ve sanı "Club" olan kitapçı... Bazıları gider namazını kılar, kimileri mumunu yada tütsüsünü yakar, bense her gün kitapçıya gider kitapları ellerim.

Teftiş turumu atarım önce... Özenle yerleştirilmişler, gelişi güzel yığılmışlar, henüz fiyatları yapıştırılmamış olanlar, son çıkanlar, bu ayın en iyi satanları, raflarda unutulmuş diğerleri... Adını bildiğim, bilmediğim, bir vakit öğreneceğim ve asla bilemeyeceğim yazarların kitapları arasında gezerim. Derin bir huzur ve mutluluk kaplar içimi. Sonra gözüme çarpan bir kitabı özenle elime alır, gelişigüzel bir sayfa açarım. Paragrafın ilkini değil sayfanın orta yerinden bir cümle okurum, sonra başka sayfada başka cümle... Eğer kanım kaynarsa kitabın ilk cümlesine geçerim. Derken kitabı kapar cildinde elimi gezdiririm incelikle, hassasiyetle ama tutkuyla... Onlar bilmez ama ben bilirim ki, hiç bir erkeğe böylesi büyük aşkla dokunmuşluğum yoktur. Elimden cildini okşadığım kitabı bırakır başkasına geçerim, bu kitapla diğerini aldatırım bir müddet, derken merak ederim... Nasıl şeydir ? Nasıl histir ? "Yazmış olduğunuz kitabı diğerleri arasında bulmak ve birilerinin açıp sayfalarında sizi okuduğunu görmek". Yalan mi söyleyecegim ? Nasıl da imrenirim !

Arka kapakta resim varsa eğer, kameraya tam cepheden bakmış ve en derin bakışını fotoğrafçıya yakalatmış yazarı incelerim. "Neye benzer ?" diye değil, "O anda aklından ne geçer ?" diye...
- Offf ulan, bir de resim derdi çıktı. Kaç tane çekti bu adam ? Saatlerdir buradayım. Şu işkence bitse eve gitsem artık!.... gibi bir şey mi ?
Dikkat ettiniz mi ? Genelde hep bir el dayanmıştır o başa. Resimlerden, el yazılarından kişilik çözümlemeleri yapanlar nasıl yorum getirirler acaba ?
- Yazarın kafasına dayadığı el kullandığı eldir ! 'Bu kitabı işte bu elle yazdım' demek ister. Yoksa çok düşündüğü için, tek başına taşınılmayacak kadar ağır mıdır o baş ?

Merak ederim bu dünyayı, yazarlar dünyasını. Nasıl olur bu işler ? Sıradan bir iş basvurusuna mı benzer ?
- İyi günler beyefendi, gazetede ilanınızı gördüm, yazar arıyormuşsunuz...
Kapı kapı gezip yazdıklarınızı beğenip yayınlayacak editörü bulmaya çalışmak, iş veren bulmaya çalışmaktan farklı mıdır ki ? Yoksa gerekli olan tanıdık vasıtası mıdır ?
- İyi akşamlar beyefendi, ben üst kattaki komşunuz Nadir. Dün akşam hanımınız yarım bardak un istemeye gelmişti hani. Editör olduğunuzu duydum. Bizim oğlan sürekli birşeyler yazar. Senelerdir bir baltaya sap olacak diye ümitlendik durduk. Bir baksanız, yazık günah, belki beğenir yayınlarsınız.

Hadi diyelim editörü bulduk, peki kimin tarafından yazılır kitabın başındaki öz geçmişler ? Yazarın kendisi, başkasının ağzından, ansiklopedik dille mi yazmıştir, yoksa gerçekten bir diğer el mi kaleme almıştır ? Belki de yazar kitabını editöre yollarken Cv'sini de iliştirir. Ya da editörün şöyle bir talepte bulunduğu hayal edilebilir mi ?
- Şimdi hakkında araştırma falan yapabilirim de, bu senin ilk kitabın. Hangi kaynaktan bulacağım seni ? Sen iyisi mi elin deymişken özgeçmişini de yazıp şu numaraya fax'layıver.

Ve soyunur yazar kendini tanıtmaya, "Falanca, şu senede şurada doğdu, burada okudu, şunları yaptı, bunları yapıyor, ve onları yapma ihtimali var"... gibi. Ve ben bu tanıtımlarda neye bakarım ? Yazarın doğum tarihine ve ilk kitabının basılış tarihine... Hani büyüyünce yazar olacağım ya, ne kadar geç kalmışım bilmek isterim. Zannedersiniz, tecrübesi olan insan yazar, yazmıştır ve yazacaktır. Ama dikkat edin bakın, yazarların büyük kısmının ilk kitaplarının gencecik yaşlarında yayınlandığını görürsünüz. Çünkü sanıldığı gibi tecrübe işi değildir ( kaldi ki tecrübe, senelerle değil yaşananlarla ölçülür ). Yazmak bir dürtüdür, nefes almak, yemek, içmek, uyumak, sevişmek gibi doğal bir dürtü... Bir yaşam biçimi, yaşa, başa, mesleğe, geldiğiniz ve gittiğiniz yere bakmaz...

İlahileştirdiğim bu meslek ( ki buna meslek demek bile hakaretmiş gibi gelir ), işin içine reklam girdi mi pek gözümden düşer ya, eğer geçimini yazım yoluyla sağlayacaksa yazarın bir şekilde reklamını yapması maalesef gereklidir. İmza günlerine gitmesi, röportaj yapmak isteyen varsa kabul etmesi. Belki de o röportajı yaratmak durumundadır kim bilir ?
- Abicim, beni röportaja çağırsana gözünü seveyim, son kitabım satılmıyor, çocuğun okul taksidi geldi. Evlere şenlik, tam benlik !
Ve derken yazar kameraların karşısına çıkacak, satırlarını çeşit çeşit algılamış okurlarına laf anlatacak.
- Kitabınızdaki postmodern akımın etkisi, soyutlamalarınızdaki özen... diye başlayınca zaten, kitabı okumuş bu çok bilirkişi... ne diyecek ?
- Yok kardeşim akım makım, yazasım geldi yazdım. Hangi soyutlama anlamadım ki ! O bahsettiğiniz bölümde yağan yağmur, çakan şimşek, bunlar olmuştur... Somuttur bunlar somut !... demesi mümkün müdür ? Valla ben derim de, kitabımın satılmaması uğruna, herkes diyebilir mi ?

Peki ya imza günleri...
- Ben rica etsem bu kitabı kuzenim, yeğenim, baldızım, kankardeşim, canım ciğerim için imzalayabilir misiniz ? Sizi ve yazdıklarınızı çok sever. Bütün kitaplarınızı okumuş.
- Kardeşim bu benim ikinci kitabım...?
- Aaa evet, işte bunu da okudu mu hepsini okumuş olacak. İsmi Nazife...
Bu imza işini hiç anlamam. İnsan tanımadığı birine ne yazar ?
"Nazife'ye sevgilerle."
Peki ama ne belli bu Nazife'yi seveceği. Ya illet, cadı bir şeyse...
- Sadece imza atsam olmuyo mu teyze ? Yani Nazife'nin huyunu suyunu bilmem, laubali olmayalım şimdi durup dururken...

En iyisi kitabın kapağına yazarın ismi olarak üç harf tek hece "nur" yazdırtmak. Hem erkek, hem kadın olabilir. Okuyucu nasıl hissetmek isterse. Geçmişime de gerek yok, yazdıklarımda benden kırıntılar olacaktır nasılsa. Resmim de bana kalsın. Beni bilmesinler. Beni ben olduğum için değil, sadece yazdıklarımı okusunlar isterim. Kitabımı da istedikleri için alsınlar, biryerlerde kritiğini, televizyonda, dergide röportajımı gördükleri için değil. Editörümden rica ederim arka kapağa özet de koydurtmaz. Kalmasınlar etki altında, anlamak istediklerini anlasınlar diye. Röportajlar, imza günleri için de tekrar rica ederim, zorlamaz beni editörüm. Bilir çünkü, gelemem, yapmacıklara, zorakilere. Hem ben gizemi de severim. Hep iddia eder ve şu teorimi ileri sürerim. İki sandık yanyana dursun. Birinin kapağı içindekileri gösterecek şekilde ardına kadar açık. Diğeri kapalı, kilitli. Anahtarı yan odadaki dolabın iç çamaşırların bulunduğu çekmecesinde, çoraplardan birinin içinde saklı olsun. Hangisi daha çok ilgi çeker ?

Bütün bu teknik sorunlara çözüm bulduktan sonra, geriye kalır küçük bir detay : Adı geçen kitabı yazmak...

Gözüm saate kayar derken, artık işe dönmem gerekir... Eğer elimdeki kitabın ilk paragrafını da okumuşsam, kasaya yönelirim, yüzümde tebessüm. Kasiyer beni görmeye alışkın, gülümseyişime cevap verir. Oysa güldüğüm hayallerimdir. Kitabı uzatır, ödememi yapar, kitabın içinde olduğu o küçük sarı torbayı tezgahtan alır, hemen okumaya başlamak arzusuyla sabırsız, arabama yönelirim. Ve büyüyünce ben de yazar olmak isterim...

Ayşenur Güven
Belçika

Yukarı

 PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım


EŞEYSEL KARAKTERLERİMİZ

Biyoloji derslerinde eşeysel karakterleri anlatmaya başlarken, öğrencilerimin dikkatlerini derse toplamak için sağ ellerini, sıranın üzerine koymalarını rica ederim. İstekliler kadar olmasa bile isteksizler de çıkar. Sanki onlar da,"şu dağı bu tarafa devirin" demişim gibi bana bakarlar ve hadi sana bir kıyak yapalım bakalım gibilerinden ellerini lütfen sıralarının üzerine koyarlar. Hemen "ellerimiz görsel olarak bizim cinsiyetimi belli eder; bir erkek eli bir kadın elinden farklıdır" dediğimde bir kısmı alaycı alaycı "aman tanrım ne büyük sürpriz" derken; bir kısmı da götürmek istediğim istasyona doğru bir hızlı adım daha atarlar. "Cinsiyet olarak erkeklerin işaret parmakları, yüzük parmaklarından biraz daha uzundur. Bu da bizim dış görünüşümüzle değerlendirmeden, cinsiyetimizi belli eder ve kesin bir sonuçtur" dediğimde ortalık birden buz keser. O ana adapte olamayanlar hemen yanlarındaki öğrenciyi dürtükleyerek "Hoca ne dedi yaaaaa ?" derken diğerleri sessiz bir şekilde, gizliden gizliye parmaklarını incelerler. Kız öğrenciler daha rahat erkekler tedirgindirler. Karizma vardır ortada, işaret parmağım kısa ama ben halis muhlis bir erkeğim deme ve bunu kanıtlama şansı yoktur. Gizli bakışlar sürerken öğrenciler sessizdir ama iddiamın doğruluğunu parmaklarında görenler hemen zafer nidaları ile sınıf içinde çığlık atarken, iyi gözlem yapamayanlar ve göz yanılgısı çekenler ellerine bakmayı bırakıp, doğru gözlem yapmış arkadaşlarının parmaklarına bakarlar. Hatta şimdi bu satırları okuyan sevgili KM'lilerin çoğunun aynı gözlemi yapmaya başladığını görür gibiyim.

Erkeklerde de parmaklar sıranın üzerine bırakıldığında yüzük parmak, işaret parmağı ile eşitmiş gibi hatta kısaymış şeklinde gözükür. Bu çoğu erkekte, bir sessizlik şoku oluşturur. Bazıları "hadi ya, doğru değil" deseler de yüreklerini o anda bir kurtçuk kemirmektedir. Ne olur hocam bunun doğru olmadığını söyleyin dercesine, dağları deviren ama parmaklarında istenilen sonucu göremeyen çocuklar, süt dökmüş kedi gibi yalvaran gözlerle bana bakarlar. Ben iddiamda ısrarlı davranırım "evet çocuklar, tamamen doğrudur. İşaret parmağının uzun oluşu erkeksi bir karakterdir, yoksa diğer olasılık geçerlidir" dediğimde çoğunun kalbindeki kurtçuk resmen koca bir kurt haline dönüşür. Gönlüm bu oyunu sürdürmeye razı olmaz ve "Yalnız, bazı arkadaşlar yanlış bir gözlem yapıyor" dediğimde ise, sanki bir can simidi görmüşçesine bakışlar yumuşar, kurt ise bir mola verir. "Evet bazı arkadaşlarımız, parmakların başlangıç yerinden değil de, uç kısımdan ölçüm almaktadır" dediğimde, I. Parmak Savaşı'nın yenikleri daha dikkatlice parmaklarına bakarlar. "Bingo!", evet ben erkeğim, zaten hepte erkektim, bakın, bakın….

Evet parmaklarımızdaki yapısal farklılıklar kadar uzunluk farklılıkları da eşeyler arasında farklıdır ve bu anlamda yukarıda anlattıklarım da tamamıyla doğrudur. Bunlar bizim yapısal eşey karakterlerimizdir. Eşey kimliğimizi oluşturan temel gelişmeyi ise sekonder eşey karakterleri sağlamaktadır. Şöyle genel bir bilgiyle başlayalım: Dioik (erkek ve dişi organlar ayrı fertlerde olanlar) olan fertlerin bir grubunda dişi organlar, bir grubunda da erkek organlar gelişir, iki farklı eşey arasında, bu önemli farktan başka farklar da bulunmaktadır. Bunlara sekonder eşeysel farklar denir. Böyle farklar sayesinde birçok canlılarda ilk bakışta erkek ve dişi fertleri birbirinden ayırt etmek kolayca mümkün olmaktadır. Örneğin koca ibiğiyle horoz, tavuktan kolayca ayrılabilir. Ergin insanlarda erkek ve dişide pelvis bölgesinin, süt bezlerinin ve daha birçok vücut kısımlarının gelişmesinde ve seste görülen farklar sekonder farkları teşkil ederler. Birçok yüksek organizasyonlu hayvanlarda, özellikle omurgalılarda ovaryum ve testislerin sekonder ürünü olan eşey hormonları sekonder karakterleri önemli derecede değiştirebilir. Örneğin kümes hayvanlarında genetik bakımdan dişi olan bir fertten, erken safhada ovaryumların çıkarılması tüylerin ve teleklerin erkek fertteki gibi gelişmesine, erkekteki gibi davranışlara ve hatta testislerin belirmesine, yani diğer eşeyin belirmesine sebep olmaktadır.

Bu safhada, bütün canlılar eşeysellik yönünden çift potansiyelli olarak görülür genellemesine bir göz atalım. Yani doğduklarında döllenme anındaki gonozomun cinsiyete yönelik olarak ta katılımı sonrasında, canlı dünyaya geldiğinde birincil olarak oluşmuş eşey organlarına rağmen, cinsiyet olarak bir temsil özelliği yoktur. Örneğin insanlar her iki eşeyi de meydana getirecek genlerin tümüne sahiptir. Bir kadın tam bir sakalı, erkek kasını ve erkek organlarını; bir erkek de dişi üreme organlarını, büyümüş memeleri yapacak ve çocuk emzirme, bakma ödevini yürütecek genlerin hepsine sahiptir. Bu işlevsiz genlerin bir kısmını uyarmak suretiyle etkisini açığa çıkarmak mümkündür, örneğin, erkek kedilere uygun dişilik hormonları verildiğinde, süt vermeye ve yavruları emzirmeye başlar. Bu nedenle eşey saptanması, bir bireyde bulunan her iki eşeye ait gen takımlarından yalnız bir tanesinin işler hale getirilmesini ifade eder. Ancak eşeysel yönelim tamamıyla tesadüfi bir olay da değildir. Ayrı eşeyli canlıların büyük bir kısmında, eşey saptanması oldukça kesin olarak yapılabilmektedir. Bu canlılar embriyonik gelişmenin oldukça erken evrelerinde, doğal olarak her şeyin optimal seyrettiği gelişmelerde yalnız bir eşeye ait genlerin işlerliğini ve diğer eşeye ait genlerin bastırılmasını sağlayacak yeteneği kazanmıştır. Bu da, yaşamı oluşturan temel bir dengedir.

Ancak yaşamda eşey değişmelerine ovaryumların, tümör teşekkülü veya tüberküloz gibi hastalıklar sebebiyle tahrip olması yol açar. Geri kalan ve testislere benzeyen dokular erkeklik hormonları meydana getirir. Bu sebeple hayvan kısmî eşey değişmesi gösterir. Eşey hormonlarının etkisine ait iyi bir örnek sığırlarda görülmektedir. Eğer bir dişi dana ile bir erkek dana ikiz kardeşler olarak dünyaya gelirse ekseriya dişi steril olur ve buna frimartin adı verilir. Bu olay şu şekilde gelişmektedir. Kan damarlarının kaynaşması dolayısıyla bu İki ferdi verecek olan embriyoların kan dolaşımı ortak olur. Bu yolla erkek embriyonun erkeklik hormonları dişi embriyoya geçer ve hem dişilik bezlerinin gelişmesine engel olur hem de onda sekonder erkek eşey karakterlerinin gelişmesini hızlandırır. Sonunda frimartin, bazı erkek karakterlere sahip bir interseks olarak dünyamıza ayak basar. Bitkilerde böyle bir durum ortamın etkisiyle görülmektedir. Dioik keten bitkilerinde erkek çiçeklerin meydana geldiği gün uzunluğu değiştirilince erkek bitkilerde dişi çiçekler açar. Aynı işlem karşısında bırakılan dişi bitkilerde de erkek çiçekler hasıl olur.

Bir anlamda yaşamda eşeysel farklılıklar siyah ile beyaz farklılığını göstermez. Örneğin sığırların süt verme özelliğine bakalım. Ortam şartlarının büyük ölçüde etkilediği bu özellik genlerin kontrolü altındadır. Süt oluşumunu sağlayan genler, şüphesiz inekte olduğu gibi boğada da vardır. Fakat erkeklik hormonlarının bulunduğu ortamda bu genler çalışamadığı için boğalarda, ve diğer memelilerin erkeklerinde süt bezleri gelişemez ve süt oluşumu görülmez. Fakat bu babalar taşıdıkları süt yapan genlerini döllerine verdiklerinden bol süt veren ineklerin elde edilmesinde, bu yönden istenen genlere sahip boğalar rağbet görmekte ve suni döllemeler için kullanılmaktadır. Görüldüğü gibi birçok genler eşey kromozomları üzerinde bulunmamakta, fakat onların faaliyeti eşey hormonlarına bağlılık göstermekte, yani eşey tarafından sınırlandırılmaktadır. İnsanda ovaryumlar, dişi hormonları kana salar ve vücudun birçok kısımlarının dişi yönde farklılaşmasına sebep olur. Testislerin kana saldığı erkeklik hormonları da erkek yönde farklılaşmaları kontrol eder. Eğer bir erkeğin testisleri çıkarılarak yerine ovaryumlar implante edilirse onun körelmiş halde olan memeleri gelişir ve hatta süt salgılar. Ortamda dişi hormonlar bulunduğu zaman, genetik bakımdan erkek (XY) olan hücreler de, dişi (XX) olan hücreler de bir dişi vücut meydana getirebilirler. Erkek hormonların bulunduğu bir ortamda aynı hücreler bir erkek vücut hasıl ederler. Bu gösteriyor ki sekonder eşey karakterleri eşey hormonlarının etkisi altında meydana gelmektedir. Hatta genital organlar gibi primer eşey karakterlerinin de eşey hormonlarının etkisi altında olduğu bilinir. Hormonların etkisiyle eşey karakterlerinin tayin edilmesi genetik bir mekanizma ile eşey tayinine aykırı gibi görünebilir. Fakat aslında böyle bir aykırılık yoktur. Çünkü olay, genlerle başlar, hormonlarla devam eder ve eşeysel farklılaşma ile sona erer.

Fiziksel ve kimyasal koşullar da eşey saptanmasında oldukça etkendirler. Yaşam süresince göre eşey farklılaşması gösteren yani yaşamının belirli evresinde erkek, daha sonra dişi olabilen bir çok hayvan türü vardır. Yine aşağı organizasyonlu canlılarda erselik lik (hermafroditizm: Hermes + Afrodit) yani her iki eşey organına sahip olma özelliği oldukça yaygındır.

Toparlarsak kromozomlar, insan eşeyinin saptanması için en önemli faktör olmasına karşın, eşeysel özelliklerin ortaya çıkmasını eşeysel hormonlar denetler. Eğer ergenliğe ulaşmadan bir çocuktan testisler çıkarılırsa normal erkeği karakterize eden sakal, ses kalınlığı, kas oluşumu ve dişilerle eşeysel ilişkiler ortaya çıkmayacaktır. Erkeklik hormonlarının yaşamın ilk evrelerinde normalden fazla salgılanması, o kişinin eşeysel olgunluğa çok erken ulaşmasını; kısa ve tıknaz olmasını sağlayacaktır. Dişilik hormonları da dişiler üzerinde aynı rolü oynar. Bazı erkeklerin testisini çıkarmak ve dişilik hormonları uygulamak suretiyle bir eşey değişikliği meydana getirmek olasıdır. Normal koşullar içerisinde insanlarda da eşey değişimi olmaktadır. Bazı insanlar görünüş bakımından dişi olmalarına karşın, kromozom yapıları XY'dir. Bu kromozom yapısını taşıyan görünüşte kadınlar spor müsabakalarına kabul edilmezler. Çünkü kas yapısı bakımından erkektirler. Epitellerinden alınan bir parçada yapılan boyamada çekirdeklerinin içinde kromatin lekesi görülmez. Kadınların XX kromozomlarından biri her zaman inaktif olduğundan normal zamanda boyanabilir ve böylece dişi hücrelerin çekirdeğinde kromatin leke görülür. Halbuki erkeklerde bir X olduğundan her zaman aktiftir ve normal zamanda boyanmazlar. Tek bir gen insanlarda bu eşeyselliğin değişimini sağlayabilir. Bu gen ilk olarak sıçanlarda gösterilmiştir. "Androjene-duyarsızlık geni" olarak bilinir. XY kromozom kombinasyonu, yaşamın ilk evrelerinde testostron üretimine neden olur. Fakat vücut hücreleri bu hormondan tam anlamıyla yararlanamaz. Çünkü, hormonu hücre içerisine taşıyan mekanizmada bir bozukluk meydana gelmiştir. Bu bozukluk da tek bir genin değişimiyle ortaya çıkar. Böyle bir bireyin dişi görünüşü kazanmasının nedeni de tüm erkeklerin belirli bir oranda dişilik hormonları çıkarmasından dolayıdır. Normal zamanda, bu hormonlar, bol miktarda bulunan erkeklik hormonları tarafından bastırılır. Bu durumdaki hücreler erkeklik hormonuna tepki göstermediğinden ve yalnız dişilik hormonlarını alacağından, dış görünüşleri yönüyle dişilere benzerler. Bu şekilde olan dişiler kısırdır ve rahimleri yoktur. Fakat normal çiftleşme işlevini yapabilirler.

Androjen hormonun vücuda enjekte edilmesi, özellikle kaslardaki protein sentezinin uyarılmasına ve dolayısıyla vücut ağırlığının artmasına, keza bunun yanında karaciğer ve böbreklerin hacimce küçülmesine neden olur. Kemiklerin irileşmesini ve kalsiyum birikmesini sağlar. Testosteron ve diğer androjenler, büyümeyi uyarır ve ikincil erkeklik Özelliklerinin oluşumunu sağlarlar. Bunlar dış eşey organlarının büyümesi, seminal vezikül ve prostat gibi yardımcı bezlerin büyümesi, sakalın ve göğüs kıllarının çıkması, sesin kalınlaşması, psikolojik olarak erkeksi davranma, vs. gibi değişikliklerdir, ikincil eşey özellikleri, diğer hayvanlarda, değişik şekilde ortaya çıkar; örneğin, geyiğin boynuzunun çıkması, kuşlarda ibiğin oluşması veya eşeyin tüylerinin kendine özgü olarak renklenmesi, bazı hayvanlarda yele oluşumu vs. gibi özelliklerle kendini gösterir. Erkek eşey hormonları, her iki eşeyde de kısmen çiftleşme için arzuların ve kavuşma davranışlarının artmasına neden olur. Olgunlaşmamış bireylerde testislerın çıkarılması (kastrasyon = buruki ikincil eşey özelliklerinin gelişimini önler. Kısırlaştırılmış insanlarda, yani hadımlarda, ses perdesi incelir, sakal çıkmaz, eşeysel organlar ve eşeysel bezler küçük kalır. Keza kemiklerin sertleşmesi azalır ve kemik epifizinin belirli yaşlarda uzaması durdurulamadığı için, tipik bir boy uzaması görülür. Metabolizma ve uyarılabilme yeteneği düşer; dövüşme ve saldırganlık eğilimleri azalır Kaslar ince lifli ve yumuşaktır, yağ birikimi alışılagelmiş yerlere değil de, genellikle dağınık bir şekilde depolanır. Bu nedenle buruk edilmiş hayvanların kas lifleri arasına dağılmış durumda yağ toplanır; bu da, yumuşaklığı sağladığı için, etin değerini yükseltir. Erkeklerde, özellikle kalçalara yağ toplanmasına neden olur. Bazen bu yağ toplanması aşırı şişmanlıklara neden olur

Cinsel yapı ve cinsel kimlik oluşumu üzerine yaşamda çok sayıda ilginç gözlemler bulunmaktadır. Örneğin sosyal yaşam gösteren bazı maymun türlerinde çok güçlü ve erkeksi özellikleri öne çıkmış liderin olduğu topluluklar içinde çiftleşebilme şansını kaybeden erkeklerde kendi kendini tatmin etme davranışları yanında, homoseksüellik ve diğer sapma tercihler sıklıkla görülmektedir. Yine benzer bir eğilim sert babaya sahip maymun ailelerin çocuklarında rastlanılmıştır. Bu tip gelişimlere insanlarda da rastlanması hiç te sürpriz değildir. Örneğin bir kız gibi giydirilen erkek çocuklarda, erkek gibi davranması istenen kız çocuklarda cinsel kimlik bulanımı gözükmesi ve düzgün bir cinsel yaşama sahip olamamaları hiçte şaşırtıcı değildir. Bu bağlamda çevresel faktörler, yetiştirme ve eğitim belirli oranlarda etki yapan faktörlerin başında gelmektedir. Bu faktörler içine marjinal olma ve başkaldırma davranışları da belirli şekillerde dahil edilebilirler. Çocuk yetiştirme zorunda kalan ailelerin katiyetle çocukları üzerinde sürekli bir kontrol mekanizması oluşturması bir zorunluluk olarak gözükmektedir. Tabi ki bu kontroller çocuğu boğacak, ters tepki vermesini sağlamayacak şekilde; özgür, seviyeli, bilinçli ve demokratik olmalıdır. Çocuklarımızın bu bakış açısı içerisinde kendini, gereksinimlerini, problemlerini ve bunların karşılıklarını bilecek şekilde özgürce yetiştirilmesi talepleri bir temenniden öte bir zorunluluk olarak biz yetişkinlerin boynuna asılmış olan en önemli veballerdendir.

Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Kahvecigillerden: Ayfer Arman


KM

Bir dosttum tavsiye etmişti siteyi. " Gel, rahatlarsın. Seversin sen yazı yazmayı, tam sana göre bir yer" demişti.Girdim..
Ana sayfayı inceledim önce, hoş bir yere benziyordu. Sonra duvar panasuna takıldı gözüm, espriler seviyeliydi. Eh ilk izlenim olumlu baktım, ya Allah deyip daldım sohbet odasına. "Selam" dedim, nabız yokluyorum aklımca.
Selamlar geldi, kuru yalın. Bir süre konuşmaları izledim sessizce maksat, bir uçtan yakalayıp muhabbeti balıklama dalmak içine. İlk fırsatta daldım balıklama. Çok balıklama dalmış olmalıyımki, notumu verdiler hemen. Sazan!..
İçimden ya sabır çekip, kollamaya başladım ikinci fırsatı. Çok geçmeden biri sordu..
-Yenimisiniz burada?
-Evet.
Hoş geldin yazıları geldi tek tük, sonra kesildi yazılar. Çırpınıp duruyorum makinenin başında ne yapsam diye. Ve buldum!..
-Nasıl pembe yazmayı başarıyorsunuz acaba?
Hay sormaz olaydım!.. Biri atladı oradan.
-İki dolar ver söyliyeyim..
Ne oluyor dememe kalmadı açıkladı birileri " Burada kuraldır, yok öyle parasız soru sormak. Her soru için iki dolar vereceksin arkadaşa. Kural böyle".
Uyanıklık yapıp beynimi gösterecegim ya göya..
-Buyrun yüz dolar. Soru sordukça düşersiniz iki dolar içinden..
Gülüşme sesleri geldi her yandan. Para üstü yok burada gitti yüz doların diyen basıyor kahkahayı. Morardım makinanın başında resmen. "önemi yok"
yazarken onlara söyleniyorum kendi kendime. "Sinir şeyler ne olacak". Derken yeni biri geldi odaya "Selam" yazdı. Aman efendim ben dururmuyum (sazanlık harbi yakıştı bana) atladım hemen.
-Selam hoş geldiniz.
-Bu kim, yenimi?
"Evet" diye yanıtlarken bir yandanda gülümsüyorum aklımca sevimli görünücem.
-Komik olan ne?
Buyur buradan yak, ukala şey ne olacak!.. Güler yüzlüyüm falan diyecek oldum ama ne mümkün. Yazımın sonuna "canım" kelimesini eklemişim vay senmisin ekliyen. Bir dövmediği kaldı beni hatun'un. Yok efendim sevmezmiş öyle kelimeleride bu ne samimiyetmişte, nereden canı oluyormuşumda.. Sıkıyorum makine başında resmen dişlerimi. "Bir daha dikkat ederim pardon" yazarken ona, bir yandanda yüksek sesle söyleniyorum. Canım.. Canım..Canımmmmm..
Tam sakinleşmeye başladım, yeni biri girdi odaya neşeyle.
-Selam arkadaşlar:)
Hemen üzerime alınıp atladım, hiç dururmuyum..
-Selam sizede..
Tınmadı bile... Konuşup, gülerek hatır sordu herkese, bana kuru bir selam bile yok. Geldiği gibi çıkıp kayboldu acil kapısından. Son bir gayret topladım cesaretimi, yaşımı yazayımda görsünler dedim. Utansınlar, büyükle dalga geçmek ne demek?
-Yaşım kırkbeş, ya sizlerin yaşları kaç acaba?
Hay yazmaz olaydım.. Yahu yeni yetme sandıklarım neredeyse akranım, gülüşme sesleri geliyor her yerden. Sindim makinanın başında yüzüm mosmor. Tam umutlarımı yitirme noktasına gelmiştimki, yüz dolarımın üzerine yatan arkadaş geldi özelime.
-İsmi yazılan, Pembe görür yazıları. İki dolarsa aramızdaki bir espiri sadece hoş geldiniz aramıza.
Aceleyle, teşekkür edip elim ayagım bir birine dolanarak derin bir oh çektim içimden. O kadarda sinir degiller yahu..
Aradan bir hafta geçtiğinde ilk yazım yayınlandı sitede. İlk gün selamımı almayıp, acil kapısından giden yollamıştı üstelik yazımı editor'e.. Aman efendim bende bir sevinç. Görende "Sefilleri" ben yazdım sanır. Sonra yayınlanan ikinci yazımla resmen kendime gelmiştim artık. Ve her yazıyı okumaya başlamıştım sitede yayınlanan. Ne kadar güzel yazıyorlardı. Duygu taşıyordu her bir yazıdan. İlk gün haklarında düşündüklerimi hatırlayıp utanıyordum, okudugum her yazıda.
Bu gün yirmin'ci günü siteye girişimin. Canım dememeyi ögrenip, dahası yüregini gördüm ilk gün ukala dediğim hatunun ve sinir oldugum diğerlerinin.
İki doları peşinen hazırlıyorum soru sormadan ve yeni gelenlere ben hatırlatır oldum kuralı. Ha gayret yazıyorum durmadan. Siteye kırkbeş yaşında gelen ben on yıl gençleştim sanki. Evet seviyorum burayı ve seviyorum yüzlerini hiç görmediğim ikinci evimin yaşayanlarını. İyi ki varsınız ve ben iyi ki buradayım...

Ayfer Arman

Yukarı

 Kahvecigillerden : Nurgül Eryeşil


KIRMIZI OKYANUS...

Seni en çok çocukluğuma, aşkımızı çocukça bir hataya benzetirdim.
Çocukluğumun kırmızı okyanusuydun sen, aklımın yırtık haritasında, bütün mavilerden sıyrılan.
Renk körü balıkları her şeye rağmen mutlu olan.
Renk körü balıklar nasıl bilinçsiz kabullendilerse kırmızı okyanusu, bende öyle kabullenmiştim seni.
Körü körüne...
Nereden bilebilirdim ki, kırmızı okyanusumda vurgun yiyeceğimi.
Seni en çok çocukluğuma, aşkımızı çocukça bir hataya benzetirdim.
Çocukluk kahramanımdın sen benim.
Nereden bilebilirdim ki, şah damarımı çocukluk kahramanımın mat edeceğini.
Çocukken şiir bir heceydi benim için.
Farklı hecelerin anlamı hep aynıydı işte!
SEN!
Tek bir hece...
Şiirin ta kendisi olmayı başarıyordun eninde sonunda.
SEN! Tek heceli bir kahramandın...
Sen benim çocukluğumdun, sen kahramanıydın heceleyen bir çocuğun.
Heceler "büyüdükçe" kelimeye,
Kelimeler "büyüdükçe" cümleye dönüştü.
Oysa ben heceleyen bir çocuktum,
Sen bana okumayı öğretecek, sabırlı bir kahraman....
........
Yalan!!!
.........
Heceleyen bir çocuğun heyecanına ortak olamayan korkak kahraman...
"Kırmızı okyanus olmaz" diyerek bütün hayallerimi yıkan.
Renk körü balıklarımı kurnazlıkla suçlayan.
Hecelerim seni ele verir diye korkup,
Saklanmak için yine benim deniz kabuklarıma muhtaç olan.
Sen! Korkak kahraman.
Hecelerim bir çocuk kurnazlığında gülümseyerek
Verecekler seni ele.
Ben saklasam da geveze şiirlerim söyleyecek sırrımızı herkese...
Heceleyen bir çocuk değilim artık ben.
Bütün aynalara anlattım yaptıklarını, benim kadar tanıyorlar seni.
Üstelik kandıramazsın beni,
Çünkü heceleyen bir çocuk değil artık aynalardaki.
Geveze şiirleri yazanın ta kendisi.
Aklımın haritasını çizdim yeniden, rüzgar benden yana esmekte.
Kağıttan bir gemi yaptım kendime, "Kırmızı Okyanusa" açılacağım.
Şiirlerim bir çocuk kurnazlığında gülümseyip ele verecek seni.
Zor olacak her şey senin için, belli ki!
Hayal etmektir en kolay firar.
En iyisi!!!
Sen de aklındaki eski haritayı yırt at.
Çocukluğuna geri dön ve kırmızı bir okyanus yarat,
İçine gözleri sana benzeyen balıklar koy.
Kağıttan bir gemi yap,
Açıl yarattığın kırmızı okyanusa.
Bu sana ders olsun!
Bir daha da,
Heceleyen bir çocuğun hayallerini yıkma...

Nurgül Eryeşil
nurgul@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Misafir Kahveci: Hakan Şevket Telkes


Kuni'ye Mektup...

Sevgili Kuni. Öncelikle memleketimizi ziyarete gelen bir yabancı olduğun için geleneklerimize uygun olarak sana bir "hoşgeldin"demek istiyorum.Sanırım bu hengamede bunu akıl eden birileri olmamıştır. Ama bu seni yanıltmasın. Biz türklerin en büyük özelliklerinden biri misafirperver olmamızdır.

Kusura bakma, gazetedeki"koca arıyorum" ilanını görmedim. Gerçi görsem de farketmezdi, çünkü bir kız arkadaşım var. Neyse, adına ilk kez bir kaç gün önce haber bültenlerinden birinde rastladım. Eskiden gerçek haberler verirlerdi o saatlerde.Olsun ben de alıştım artık magazin dolu haberlere ve "haber" diye sunulan saçmalıklara.

Ne diyordum? Hah, haber bültenlerinde bahsediyorlardı senden. Gazeteye ilan vermişsin ve evlenecek birini arıyormuşsun. O gece benzer haberleri bir sürü kanalda defalarca izledik milletçe. Sonradan gazetelerde de çıkmaya başladı haberlerin (acaip meşhur oldun yani) ve hakkında daha başka bilgilere de sahip olmaya başladık hep beraber. Seninle öyle haşır neşir olmuşuz ki senin yüzünden "Biri Bizi Gözetliyor" un sona ermesi ve Sulugöz Edi'nin birinci olması bile kaynadı gitti arada.

Kusura bakma hep konudan sapıyorum bir daha olmayacak söz.Bu haberleri okudukça seni daha iyi tanımaya başladım ben. İsmin Kuni Nakazano'ymuş.

Sizin oralardaki bir TV kanalının " Kim bir Türkle evlenmek ister?"
Çağrısına uyarak girmişsin bu işe. Üstelik zengin ve köklü bir ailenin mensubuymuşsun.
Gazetede yazılanlara göre ilanın okuyan 150 Türk genci Türkiye'nin dört bir yanından bambaşka hayallerle İstanbul'a gelip form doldurmuşlar ve fotoğraflarını bırakmışlar. Bu adaylar kendilerini sana beğendirmek için Elmadağ'daki Spica Bar'a gelip uzun kuyruklar oluşturmuşlar. Sen de bunlarla Boğaz'da tekne gezisi yapıp geziden sonra 10 kişiyi seçmişsin. Ama yine de kararsızmışsın.

Veee bugün merakla gazeteleri açıp baktık ki bu 10 adaydan hiçkimseyi seçememişsin. Çünkü hiçbirisini beğenmememişsin adayların.

Bak Kuni, umarım sana böyle samimi davranmama kızmazsın. Sen bizden biri oldun artık. biz Japonları severiz. Hatta bir zamanlar Japonca öğrenmeye başlamıştık. "Shogun" diye bir film vardı. "Hay toranaga sama, Anjinsan" en sevdiğimiz kelimelerdi. Kusura bakma o zamanlar çocuktum hatırladıklarım bu kadar. Ama Allah seni inandırsın bu diziden öğrendiği Japoncayla Japonya'ya giden, ya da en azından Japon turist bayanlarla başarılı bağlantılar kuran nice büyüklerim vardı o zamanlar.

Bu yüzden kafama takılan bazı soruları sormak istiyorum sana. Bu şaklabanlığa neden alet oluyorsun? Uzakdoğulu erkekler genelde kısa boylu, sarı tenli, kılsız olduğu için Uzakdoğulu kadınların kıllı, esmer, yapılı Türk erkeklerini çekici bulduğu gibi söylentiler duymuştum eskiden. Hatta bunu Avrupalı kadınlar içinde söylüyorlardı ya neyse. Bu söylentiye sen de mi inandın yoksa? E madem öyle gelen adaylar içinde olmalıydı bunlardan.

Neden seçmedin birini? Seni paran için istediklerini söylüyorsun. Kusura bakma da bu tür ilanlarla ortaya çıkarsan alacağın cevap budur. Bu ülke burayı terketmek arzusuyla yanan insanlarla dolu. Hele işin ucunda hazır para varsa.

Yanlış anlama. Bunu bir üyesi olduğum "Türk Erkeği Popülasyonu"nu kötülemek için söylemiyorum. Dünyanın neresine gidersen git, -kendi ülkende bile- karşılaşacağın şey budur. Fazlasını bekleme.

Gençsin (kusura bakma güzelsin diyemiyorum) ve hayallerin var. Hayatını birleştirebileceğin bir eş arıyorsun. Ama bunun yolu bu mudur sence? Siz Japonlar'da da mı kayboldu artık bazı değerler?

Benim bildiğim kadarıyla Japonlar gururlu ve onurlu insanlardır. Bunun için ölürler bile. O yüzden gerçek bir Japon'un yapması gerekeni yap. Kendini daha fazla küçük düşürmeden ülkene dön. Burada yaşadıkların bir anı olarak kalsın hafızanda ya da istersen unut gitsin hepsini.

Ama şunu unutma. Sevgiyi ve sevgi dolu bir hayatI arıyorsan bunu sana sağlayacak kişiyi bu şekilde bulamazsın. Bulsan bile mutsuz olacaksın.

Sevgisiz kalmak, onsuz yaşamak zordur bilirim. Ama sevgiyi bulmak ta zordur.
Sevgi kolay çıkmaz karşına. Çıktığını düşündüğün anda yakaladın, yakaladın.
Yoksa tekrar beklemektir yapacağın. Bu yüzden sana tavsiyem Kuni: kalbini hep açık tut, sevgi seni bulacaktır.

Sevgili Kuni;
Umarım yazdıklarımla seni üzmemişimdir. Mektubun başında da dedim ya: Biz Türkler misafirperver insanlarızdır. Sana "hoşgeldin" demiştim ya şimdi sen giderken arkandan su döküp "güle güle "diyeceğim. Umarım hayalindeki adamla tanışırsın. O zaman O'nu alır buralara gelirsin de sana şöyle davullu zurnalı bir düğün yaparız dillere destan.

O zamana kadar güle güle Kuni. Kendine dikkat et olur mu? Japonya'daki dostlarımıza da selam söylemeyi unutma Bir Dost...

YAZARIN NOTU:
İlhan Mansız'ın Japonya'ya transferinden sonra, birkaç sene önce yazdığım bu öykü tekrar aklıma geldi. (O zamanlar İlhan bu kadar popüler değildi.) Acaba Kuni şu anda ne yapıyordur, nerelerdedir, evlenmiş midir? Kuni'ye selam söyle İlhan....


Hakan Şevket Telkes

Yukarı

 Kahvecigillerden : Funda Güven


NAMUS CİNAYETLERİ

Gencecik bir kızdı, 20 yaşında bile yoktu. Ümitleri vardı, beklentileri vardı hayattan. Belki birine sevdalıydı kim bilir ? Belki de hayatının aşkını arıyordu. Gelin görün ki genç kızın babası ve ağabeyleri kızın hayallerine önem vermediler, kendilerinin uygun bulduğu 60 yaşındaki bir adamla evlendirdiler. Ama kız istemiyordu işte kendisinden yaşça çok büyük bu adamı. Zorla evlendirilmişti, aile büyükleri öyle emretmişti, söz hakkı yoktu. Genç kız bir mal gibi verilmişti 60 yaşındaki adama. Kim suçlayabilirdi onu zorla evlendirildiği adamın yanından sürekli kaçıyor diye? Hiç sevmiyordu ki bu adamı, korkuyordu bu koca adamın kendisine dokunmasından. Onun hayattan başka beklentileri vardı, pembeli beyazlı hayalleri vardı.

Yazık ki kocasından sürekli kaçan bu kız için kaçınılmaz son gecikmedi. Aile meclisi toplandı. Kocasının evinden kaçtığı için genç kızın ağabeyleri tarafından öldürülmesine karar verildi. Ağabeyleriyle birlikte tırmandığı yüksekçe bir yoldan aşağı atıldı. Belki de o kız ömründe ilk ve son defa uçarken tadına vardı özgürlüğün...
Ardında belkiler bırakarak ölüme gönderildi o tazecik can…

Bu sabah gazeteyi elime alır almaz gördüğüm ilk haber Bitlis ilimizde yaşanan bir yasak aşk sonucu hamile kalan 22 yaşındaki genç kadının biri 20 diğeri 24 yaşındaki iki erkek kardeşi tarafından İstanbul'da sokak ortasında vurulmasıyla ilgiliydi. Babası, kuzeninin eşinden hamile kalan kızının, ilişkiye girdiği adamın yanına kuma olarak gitmesini istemiş ama adam bunu kabul etmeyince kız İstanbul'a akrabalarının yanına gönderilmiş. Çok geçmeden de aile meclisi toplanarak genç kadının erkek kardeşleri tarafından öldürülmesine karar vermiş. İki erkek kardeş İstanbul'da buldukları kız kardeşlerine yol ortasında kurşun yağdırmışlar, genç kadın orada ölmemiş hastaneye kaldırılmış ve bunu gören ağabeyleri hastaneye gelerek infazı orada tamamlamışlar. Kız kardeşlerini vururken nasıl bir öfke ile doluydular ki ölmediğini anladıkları kardeşlerine bir kurşun daha sıkmak için hastaneye kadar gelip işlemi tamamlama kararlılığı içindeler?

Hatırlarsınız, geçenlerde gazetelerde ve televizyon kanallarında namus cinayeti (!) ile ilgili bir habere yer verildi. Çorum'da bir baba bakire olmadığını öğrendiği 17 yaşındaki öz kızını öldürmüştü. Üstelik nasıl öldürmek ! Ölümün iyisi yoktur derler ama bence pek de öyle değil. Bu baba kızını yere yatırmış ve boğazını kesmişti. Bir baba nasıl olur da öz kızının boğazını kesebilirdi, nasıl bir ruh hali içindeydi ki kendi yavrusunu kurbanlık bir koyun gibi acımadan kesebiliyordu? Acaba babası tarafından öldürülürken o gencecik kızın aklından geçenler neydi?

Bir baba düşünün ki bir insanı, üstelik kendi canından bir insanı bıçakla doğrayabiliyor. Tabi, kızın suçu büyüktü! Ölmeyi hak etmişti! 17 yaşındaki Esra Nur, kendi mahallesinden 22 yaşındaki İsmail'e aşık olmuştu, iki genç sık sık buluşmaya başlamıştı. Vicdanlarının rahatlığından şüphe ettiğimiz birileri Esra Nur'un İsmail'le cinsel ilişkiye girdiği konusunda kızın babasına laf taşımaya başlamıştı. Baba da kızını hastaneye götürüp bekaret testi yaptırmış ve bakire olmadığını öğrendiği kızını yere yatırıp boğazını keserek öldürmüştü. Baba namusunu temizlemişti sonunda! Şimdi ise temizlenmiş namusuyla cezaevinde gün sayıyor.

Bu haberi okuduğumda aklıma hemen Zülfü Livaneli'nin "Mutluluk" adlı kitabı geldi. Kitapta, Van Gölü civarında tecavüze uğramış 17 yaşındaki bir kızın aile meclisinin kararıyla öldürülmesine karar veriliyor, bir canın kendi canından bir başkası ya da başkaları tarafından öldürülmesine! Bir kavga, bir cinnet, bir kriz sonucu işlenmiyor bu cinayet, şuurunu kaybetmiyor insan, bir araya geliyorlar, oturup düşünüyorlar, konuşup bir karar alıyorlar. Akıl alır gibi değil!

Bunlar ne ilk kez duyulmuş olaylardı ve ne de son olacak. Görünen o ki bu tip olaylar uzun bir süre bitmek bilmeyecek. Gazetelerde sürekli namus cinayetlerine kurban giden genç kızların haberlerini okumuyor muyuz ? Bırakın sevdiği erkekle ilişkiye girdiği için öldürülenleri, tecavüze uğrayan kız çocukları bile aile meclisi kararıyla öldürülüyor. Hatırlarsanız, bir süre önce de yine bir baba kızına kendi hazırladığı zehirli pideyi yedirerek ölümünü izlemiş ve sonra cesedi yol kenarına bırakıp gitmişti. Böyle bir cehalet, böyle bir vicdansızlık olabilir mi? Bir kız bir şekilde bekaretini kaybediyor ve aile meclisi toplanarak kızın öldürülmesine, kimin öldüreceğine, nasıl, nerede ve ne zaman öldürüleceğine karar veriyor. Yani ailenin erkekleri oturup bir cinayet planı hazırlıyor, kendi kanlarından canlarından birini öldürmek için...

Yazık ki bunlar gerçek! Kim bilir haber olarak bize yansımayan kaç namus cinayeti işleniyor her gün. Kim bilir kaç genç kızın gözlerindeki ışık üç beş cahil insanın kararıyla sonsuza dek söndürülüyor?

Maalesef bazı zihniyetler için bu işler böyle yürüyor. Yapılan araştırmalar özellikle Doğu illerimizde kadın üzerindeki "namus" baskılarının ve kadın intiharlarının göz ardı edilemeyecek oranda yüksek olduğunu gösteriyor. Bu intiharların başlıca sebebi de zorla evlendirme ve bekaret. Zaten kendileri intihar etmeseler aile meclisi kararıyla öldürülüyorlar. Bu canavarların elinden kaçmayı başarabilenler izlerini kaybettirip kadın sığınma evlerine yerleştiriliyorlar ama bir çoğu maalesef gencecik yaşta vahşice öldürülüyor; boğazları kesiliyor, silahla vuruluyor, nehre atılıyor...Bu ölüm şekilleriyle ilgili onlarca olay hatırıma geliyor "namus cinayeti" adı altında işlenmiş.

Bütün bu haberleri okurken de hep dikkatimi çeken bir kelime oluyor: Cehalet!

Bu tip olaylara sadece kendi ülkemizde rastlanmıyor, namus cinayetleri birçok ülkede işleniyor yazık ki, ülkemizin özellikle doğu kesiminde ağırlıklı olması akla ilk önce eğitim sorununu getiriyor. Ama bütün ülkeleri göz önüne aldığımızda bu cinayetlerin özellikle Arap ülkelerinde ağırlıklı olduğunu görmek de akla dini sebepleri getiriyor. Aslında bu cinayetlerin işlenmesinde iki etken de ciddi derecede ön planda sanırım. Gelin görün ki yapılan araştırmalar erkeğin kadın cinselliği üzerindeki bu baskıcı tutumunu çok daha eskilere dayandırıyor. Yani bir bakıma bu bir töre. Ve bir törenin değişmesini istemek, özellikle ataerkil aile yapısının egemen olduğu toplumlarda bu değişikliği istemek uzun ve zorlu bir mücadelenin de başlangıcıdır. Değişen ve gelişen koşullar bu mücadelenin en kısa sürede neticelenmesi açısından olumlu etkiler göstermiştir. Eğitim olanaklarının yeterli olduğu, kadının toplum içinde yerinin arttığı şehirlerimizde bu gibi olaylarla karşılaşmak Doğu illerimize oranla pek de mümkün değil.

Bu konuda sayfalarca yazı yazılabilir, vakit ayırmak mümkün olup da ciddi bir araştırma yapmaya kalkılsa elinize geçecek veriler tükenmek bilmez. Bense burada bu konuya zamanım elverdiği ölçüde kıyısından dokunmak istedim. Hani toplumun "kanayan yaraları" vardır ya işte o yaraların birinden bahsetmek istedim. Diliyorum ki bu yara çok uzun süre kanamaz. Bu kara cahil zihniyet insafa gelir ve kendi kanından insanların canını almaktan, gencecik kızların pembe beyaz hayallerini yıkmaktan, yüreğindeki hayat ateşini söndürmekten vazgeçer.

Funda Güven

Yukarı

KIRKYAMA

 KIRKYAMA HİKAYELERİ : KMKYHT

   HİÇ YARA ALMADAN, GEÇEMEZSİN AYNADAN :    Hakan Güler

Suna'ya kafamdan geçenleri bir solukta anlatıp, Aysel'e gideceğimi söyledikten sonra O'nun bana tek bir kelime bile cevap vermesini beklemeden koşar adımlarla sokak kapısına doğru yönelip, kendimi sokağa attım. Umarsızca Yürüyordum.
Beni artık; hiçkimse, hiçbir düşünce.... etkilememeliydi. Belki bu bir kaçıştı..
Ne belkisi... Bal gibi kaçıştı.
Tüm yaşadıklarım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyordu.
Kalbimde; Aysel, beynimde ise; Suna.
Aslında kendi içimde bile çelişki halindeydim. Ayaklarımın götürdüğü yere kalbim eşlik ederken, mantığım tüm bu zaaflarıma inanılmaz bir biçimde karşı koyuyordu.
Neler oluyordu bana? vicdan azabı dedikleri bu muydu acaba?
Nasıl bir gündü bu böyle Yarabbim ? Neydi bu yaşadıklarım?
Nasılda yara alıyordum sürekli...
İçinden mütemadiyen geçtiğim bu ayna, beni paramparça etmişti. Eee ne de olsa boşuna söylememişler; "Hiç yara almadan, geçemezsin aynadan" diye.
İçimdeki fırtına, dışarıda da bana eşlik ediyor, dışarıdaki kasvetli yağmur havası, yüreğimi daha da esmerleştiriyordu.
Öyle bir ruh haliydi ki bu; Ne ben kalbimi taşıyabiliyordum. Ne de yorgun bedenim beni...
Herşey birbirine girmişti adeta...
Kafamdaki bütün bu denklemlere, bir çözüm bulamadan ne kadar yürüdüm hatırlamıyordum ki, çalan cep telefonum beni kendime getirdi.
Arayan Müşerref Hanım'dı;
-Sana verecek emanetim var.Yarım saat sonra bizim sokağın bitimindeki kurumuş çeşmenin önünde buluşalım.
Bekliyorum seni mutlaka...
Sersemlemiştim bu beklenmedik telefon çağrısında. Şaşırdım;
-Emanet mi ...? Ne emaneti Müşerref hanım?
Kalbimde ki çarpıntı adeta konuşmamı engelliyordu.
Müşerref Hanımın sert ses tonuyla bir kez daha irkildim.
-Ne emaneti olacak koca aptal... günlük... Aysel'in günlüğü. deyip benim daha fazla konuşmama fırsat bile vermeden telefonu suratıma kapattı.
Bir soru halkası daha aydınlığa kavuşacaktı sonunda. Büyük emanet, Aysel'in Günlüğü yani,
Şu sır dolu olduğu söylenen, adeta bir şehir efsanesi haline dönüşmüş olan "meşhur yazıtlar" birazdan benim elimde olacaktı.
Kafam daha da bir karıştı... Adımlarımı daha hızlı bir şekilde atarak bir an önce büyük buluşmaya doğru yol aldım. Çeşmenin önüne geldiğimde yarım saatlik periyodun dolmasına daha beş dakika vardı.
"Nasılda erken gelmiştim buraya ben, başka zaman olsa, bu sapa yolu değil yürüyerek, arabayla bile gelmeyi gözüm kesmezdi" diye içimden geçirirken, Müşerref hanımın silueti uzaktan belirdi.
O yaklaştıkça yüzündeki donuk ama sert ifade daha da belirgin hale gelmişti.
Elindeki gazete kağıdına sarılı paketi sımsıkı tutmuş vaziyette yanıma geldi. Elleri titriyordu Göz göze geldik. Ağlamıştı. Soru bile sormama fırsat vermeden gazete kağıdına sarılı olan paketi elime tutuşturdu.
Yine ağlıyordu. Dudakları titreyerek;
-Artık zamanı geldi, vakit bu vakittir.'diyerek hızlıca yanımdan uzaklaştı.
Kalakaldım mı ben elimde bu paketle tek başıma
Elimdeki paketi alelacele hiç kimse görmesin diye, montumun içine atıp, fermuarı son hızla gırtlağıma kadar iyice çekip, kendimce koruma altına alarak, koşmaya başladım. Bir an önce eski okulun yanındaki yıkık barakaya; hiç kimsenin beni bulamayacağı o küf kokulu gizli barınağa ulaşmaktı şu andaki tek amacım.
Günlüğü bir an önce okumanın vereceği heyecanı düşünerek, mahallenin arka sokaklarında, bu izbe yerlerde bilinçsizce koşuyordum...

Eski okul ve yıkık baraka görünmüştü. İçimdeki heyecan daha da bir arttı. Kendimi barakaya attım. İçeri süzüldüm.Ter içinde kalmıştım. Ayaklarım adeta iflas etmişti. Yere çömelerek oturdum. Önce derin bir nefes aldım. Sırtımı küflü duvara yaslayarak montumun fermuarını aşağıya doğru hızlı bir şekilde indirip, saklamış olduğum; gazete kağıdına sarılı olan paketi çıkardım. Dış kapağı eflatun renkli bir defter çıktı. Defterin çok eski olduğu besbelliydi. Cildin üzerindeki yazılar silinmişti.

İşte günlük elimdeydi artık. Aysel'in.... Aysel'imin günlüğü elimdeydi işte....
Okumaya hazırdım. Derin bir soluk alarak günlüğün ilk sayfasını çevirdim.
Okuduğum satırlar daha beni ilk anda şok ederken, gözüm yan taraftaki boş sayfaya yapıştırılmış olan fotoğrafa takıldı.
Okuduklarım ve gördüğüm fotoğraf karşısında adeta donup kalmıştım.

Meğerse....

Hakan Güler

Devamı varrr...

KIRKYAMA Hikayelerinin tamamını aşağıdaki adreste bulabilirsiniz:

http://www.kmarsiv.com/xfiles/ozel/kirkyama.asp

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.

http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Berrin Cerrahoğlu

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir.
Kahve Molası bugün 4.142 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


Saturday Night Fever

BERRU açınca Beyoğlu'nda fotoğraflarından güzel bir SERGİ,
Toplaşıp gidiverdik, nasılsa ödemeyecektik herhangi bir VERGİ...

Bir de kokteyle denk gelmişiz ki balıklama ATLADIK,
Kanepe, çerez, içki derken adeta tıka basa PATLADIK...

Siyah-Beyaz fotoğraflarda anıları TAZELEDİK,
Kimbilir acaba bizlerde unumuzu mu ELEDİK ?

Üst kata çıktığımda çöreklenmişti bir masada Kahveci TAYFASI,
Masaya açılmıştı bile Kahve Molası'nın 28.Şubat.2004 SAYFASI...

Her ihtimale karşı garsona soralım dedik Acil Servis'in KAPISINI,
Sanırım Seda DEMİREL'e de vereceğiz İstanbul'un TAPUSUNU...

TALAY şarabını GÜLCAN getirmişti bile MASAYA,
Bir de Gülümse'yince hesabı bile ödemedik KASAYA...

Tavşancıl dediğimiz yer Hereke ile Gebze arasına SIĞARMIŞ,
Meğerse sessizce masada oturan bir KAYA okur'umuz VARMIŞ...

Fasulye'den iricesine kimimiz dese de BAKLA,
Kardelen FATMA bu, eşine atıverdi bir TAKLA...

GÖK üstüne oturdu Gültekin, çalımı yiyince EŞİNDEN,
Geceye devam edemedi Jaws gelir diye PEŞİNDEN...

Yine formunda idi, nazar değmesin Sevgili LEYLA'ya,
ANDON ile idare edecektik gidemezdik LAİLA'ya...

Şifacı Ayşe Nur'umuz gelince kadroyu TAMAMLADIK,
Kalabalık İstiklal Caddesi'ni aşıp Andon'a DAMLADIK...

Sevinmiştik Finansbank'tan taksitleri atlattık DİYE,
Hale ve Ufuk da katılıverdiler son anda aramıza HEDİYE...

Yedik, içtik, eğlendik, yan masayla bile epeyce KAYNATTIK,
Sadece onları değil neredeyse tüm Andon'u biz OYNATTIK...

Yoruldum artık buraya nokta koyup DURACAĞIM,
17 Nisan'a gelmeyenleri kesinlikle VURACAĞIM...

Enişte 28.Şubat.2004

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Allah sizi inandırsın, içleri dolu!...

Yukarı

 Kıraathane Panosu


Berrin CerrahoğluANKARA'NIN KÜLTÜR VE SANAT İNSANLARI BİR ARADA...

Fotoğrafçı Berrin Cerrahoğlu'nun ikinci kişisel sergisi 'CUMARTESİ PORTRELERİ/ANKARA', sanatseverler ile buluşuyor.

28 Şubat - 12 Mart 2004 tarihleri arasında Fotografevi Koç-Allianz Galerisi'nde devam edecek sergide, yolu Ankara'da kesişen, şiir, edebiyat, resim, müzik, tiyatro ve bilim dünyasından 52 ünlü sanatçının siyah beyaz portreleri yer alıyor.

Karikatürist Nezih Danyal, ressam Nuri Abaç,şair Şükrü Erbaş, yazar Vus'at o Bener, Baskın Oran, Müşfik Kenter, Neyran Fişek, Selva Erdener, kendi evlerinde ve doğal ışıkta fotoğraflanan 52 isimden sadece bir kaçı.



Berrin Cerrahoğlu,

'CUMARTESİ PORTRELERİ/ANKARA'
sergisini onurlandırmanızı diler.

Sergi: 28 Şubat - 12 Mart 2004
Fotografevi - Koç ALLIANZ Sanat Galerisi
Tütüncü Çıkmazı Sokak No 4
Galatasaray / İstanbul

Bilgi İçin : Berrin Cerrahoğlu
Telefon : 0312 255 78 57
e-mail : info@berrincerrahoglu.com





Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.tema.org.tr/tr/index.htm
Toprağımıza sahip çıkalım ya da sahip çıkmaya çalışanlara destek verelim. ...TEMA Vakfi, artik bir karis topragimizi daha erozyonla kaybetmemek için, 7 Mart Pazar günü ülkemizin önde gelen TV kanallari ATV, Kanal D, Show TV, TRT, TGRT, STV, Kanal 7, Sky Türk , Digitürk ve Lig TV'nin destegi ile “ Toprakla Dayanisma Için Bir Milyon Fidan Kampanyasi” düzenliyor...

http://www.oguzkaganaslan.com/bel-agrisi.html
...Geçmişinde bel fıtığı veya başka bir sebebe bağlı bel rahatsızlığı bulunan bir hasta ister operasyon geçirmiş, isterse geçirmemiş olsun, günlük hayatında yapılması ve yapılmaması gereken hareketleri bilmek zorundadır...

http://www.hamsicik.com/
...Martıların gölgesinde iki balıkçı motoru, Süratle yaklaşıyorlar kalabalık limana, Yorgun ve uykusuz geceden arta kalanlarla, Tutmuşlar, Kasalar dolu. Hamsi mi dersin, istavrit mi, Deniz göstermiş yine cömertliğini. Ama işleri acele, Yıllardır onları besleyen denize dönmesinler mi? Kaşla göz arasında oluyor her şey, Bir anda satılıyor, yükleniyor ve gidiyorlar, Kasa kasa can çekişen balıklar, Martılar ağları gagalıyor, Almışlar bir kere kokusunu balığın. Balıkçılarsa hep aynı yüz ifadesiyle, Bakıyorlar...

http://www.ferryhalim.com/orisinal/g3/starry.htm
Şirin, sempatik, mini mini, sevgi dolu bir oyun. Görsel olarak pastel renkler kullanıldığı ve sakin müziği ile stress topu olmaya aday görünüyor. İyi eğlenceler.

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040302.asp
ISSN: 1303-8923
2 Mart 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri