KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 477

 6 Nisan 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Kepçe kulaklarım!..


Merhabalar,

Sağolun yani. Biriniz de çıkıp 'vallahi ben de Yalın'ı Candan sanmıştım.' demedi. Alacağınız olsun. Kulağımdaki arızanın boyutlarıyla ilgili şaka yapanlara da teessüflerimi fırlatırım. Olabilir, her vatan evladı gibi benim de sağır olma hakkım var. Hatta bu arızayı yok sayıp karşımda laf anlatmaya çalışanları deli etme hakkım da baki. Napalım bu bana babadan miras. Babamın bir lafı var 'Vallahi ben rahatım, rahatsız olan sizsiniz, o da sizin probleminiz.' Doğru. Duyurmak için bağıran çağıran biziz. Benim durumum henüz o kadar vahim olmasa da eli kulağında. Bendeki problem esas anlamıyla bir ekolayzer arızası. Alet bozulmuş, bas ayarı en yüksekte, tiz ayarı da en altta takılmış kalmış. Üstüne üstlük sub woofer da açık. Bu durumda ses var ama bir gümbürtüdür gidiyor. Sözleri anlayabilene aşkolsun. Anlaşıldı, dişten kuştan sonra sıra kulağa gelecek. Vay benim kepçe kulaklarım vay.

Tamam kulaklarda bir sorun var ama bu beni Popstar, Türkstar yarışmalarını izlemekten asla alıkoyamaz. Bu sefer ki Popstar olmuş bir İMÇ Geleneksel Şarkı Yarışması. Güzel ama. Hele bir ırgat var. O adamı iyi belleyin. Müslüm Baba'ya gerçek bir rakip. Bir 'Geri Dön' söyledi. Yanında Bayhan halt etmiş. Başkaca da beni 'Hah işte' dedirten bir ses olmadı. Ama Türkstar, 1.Popstar'ın bıraktığı yerden deevam ediyor. Hepsi çok iyi. Önümüzde ki hafta oyları kime yollayacağınızı söylerim. Şimdilik haybeye harcamayın mesajları.

Ama bu star seçmeleri bir yana 'Türkiye'nin Yıldızları' bir yana. Mükemmel işler çıkıyor mutlaka izleyin. Canlı yayında, onca ekranın karşısında hepsi birer yıldız. Ve bu iş her babayiğidin harcı değil. Hepsine helal olsun. Evet bu konuda objektif değilim. Poyrazoğlu'nun başında olduğu bir işe kötü gözle bakma olanağım yok. Olmadığı gibi yan bakanları da dövme hakkımı saklı tutuyorum, ayağınızı denk alın. Hıııı!..

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Tarkan İkizler

 Bir öyküm var anlatacak!.. : Tarkan İkizler


   Buluşma

Gecekondu semtindeki, "apartman demeye bin şahit isteyen" evimizde, kalkıp kahvaltı edeli çok olmuştu. Banyo kapısının önündeki, yer yer yaldızları dökülmüş ucuz aynada ıslık çalarak traş olurken, sıradan bir gün olmadığını, ruhumun her haliyle belli ediyor olacaktım ki annem, "Ne o bugün çok neşeliyiz, anlayalım?" diye takıldı.

Evet çok neşeliydim ve bunu hiç birşey bozamazdı çünkü; bu gün "olgun bir hanım"la randevum vardı. Her ne kadar iki haftadır, bu hanımı şahsen tanıma şerefine nail olamasam da, anlatılanlardan çıkardığım kadarı ile, belki bugün şeytanın bacağını kırabilecektim...

Birden, dudaklarımdaki ıslık, yaralı bir kuşun ilk uçuş denemesindeki gibi, traş kabındaki köpküleri sönük suya düşüverdi...

Belki mi? Evet, durum yine 'belki'ydi... Beni umutsuzluğa iterek, neşemin, sobalı odanın açılan kapısından bir anda kaçan sıcaklık gibi, kaçmasını sağlayan, işte bu 'belki'ydi... Ümitsizliğe kapılıp telaşlandım, ama aynada gördüğüm yeni traş olmuş yakışıklı yüz sayesinde tekrar cesaretimi topladım. Bir tek "Şu buluşma gerçekleşsin yeter" di.

Kendisini hiç görmediğim hanım, beni daha önceden nasıl olupta görmeyi beceremediğine için için yanacak, binbir pişmanlık duygusuyla utanıp sıkılarak beraberliğimizi uzatabilmek için birşeyler daha içip, içemeyeceğimizi soracaktı. Yeter ki şu buluşma gerçekleşipte beni birkez görmesi mümkün olsun... Hiç adetim olmamasına rağmen yine de olasılıkları düşünerek, bilmemne marka çamaşır tozundan iki kutu alana, parasız verildiği için, annemin bakkal bakkal arayıp, zor bulduğu "Mersi" parfümünden de sürerek, hazırlağıma son noktayı koymuştum...

"İki dirhem, bir çekirdek" denilen durum, bundan öte birşeyi ifade ediyor olamazdı, kendime güvenle yola çıktım... Epeyce bir yürüdükten sonra, gelecek otobüsü beklemek üzere durakta yerimi aldım. Belki elli yıldır elden geçmeyen, Haliç boyunca uzanan, kaderine terkedilmiş, yamuk yumuk taşlarla döşeli yolda, düşe kalka ilerlemeye başladık. Yarım saatte ancak Eyüp Sultan'a vardığımızda anladım ki, bu şekilde gidersek yetişmem mümkün değil. Yavedut'a geldiğimizde, dilenci vapuru gibi, her durakta bekleyen, eski kamyon bozması otobüsten kendimi aşağıya zor attım. Hemen bir taksiye atlayarak, yarım kalan yolu tamamlamak üzere "Gülhane'ye çek abi" dedim. Tabii bir kez işler ters gitmeye görsün. Ben, "Bu sıcakta da camları niye sonuna kadar kaparlar bilmem ki" diye düşünerek elimi atınca , elimde kalan kapı kolunu yerine oturtmaya çalışırken arabayı bir polis durdurdu.
"Niye yolu tıkıyorsun kardeşim geçsene."
"Gideceğim de memur bey... Yani...Şimdi..."
"Hadisene kardeşim... Bak yine iyi günüme denk geldin..."
"Tamam abi..."
"Tamam da, ne?...Yürü..."
"Bir dakika"
Şoförle trafik memurunun tartışmasındaki gerilim gittikçe artıyor, beklemekten ve gecikme ihtimalim yüzünden sinirlerim gittikçe yıpranıyordu. Fakat bu duruma rağmen şoför, araba heveslisi çocukların yaptığı gibi, iki eliyle kavradığı direksiyonu olduğu yerde, hayali bir yarıştaymışcasına, hiç bir amaca hizmet etmeksizin, sağa sola hızla çevirip duruyordu. Bu durumu dışarıdan izleyen polis de görmüş olacak ki, ara sıra, geçen trafiğe eliyle, koluyla talimatlar yağdırmayı bırakıp, şoföre hiddetle bağırdı "Yürüsene be kardeşim!" Umduğumun aksine bizim şoför, daha da baskın çıkıp, açık camdan, elindeki direksiyonu polisin eline verdi ve kestirip attı "Kolaysa sen yürü"...

Hayatım boyunca, lastiği patlayan, motoru bozulan, hatta aksı kesen arabaya dahi denk gelmiştim ama, direksiyonu çıkanına ilk kez rastlıyordum...

Derhal indim ve başka bir araca binerek, milimi milimine, Gülhane'de beni sabırsızlıkla bekleyen arkadaşımın yanına vardım.

"Gelmiyeceksin sandım."
"Olur mu hiç öyle şey, bilmiyor musun beni? Gelemiyeceğimi haber vermek için bile olsa, gelirim... Neyse, sen onu bunu bırakta, kızlar nerede?"
"E, daha erken."
"Hani 'iki' demiştin?"
"İki dedim ama, biz buluşuruz diye dedim. Kızlar saat üç gibi gelecek. Hem kızların yanında ayı gibi, haldır huldur yemek yiyecek değiliz ya, onlar gelmeden, önden bir şeyler atıştırırız, onlarla da hepberaber bir şeyler içeriz diye düşündüm..."
"İyi o zaman."
" 'İyi o zaman' da, bende beş kuruş para yok, sırf sana söz verdim diye geldim, otobüs parasını bile zor denkleştirdim valla"
"Daha iki saat önce haftalık almadın mı sen?"
"Aldım da, geçen haftadan kesintim vardı, avans."
Bu sıkıntılı havayı dağıtıp normale dönmek için, "N'apalım, boşver" dedim.

Evrensel boyutlarda nam salan bir çok şair ve yazarın, eserlerini, buradaki manzaradan etkilenerek yazdığını düşünecek olursak, İstanbul'un en güzel yerinde, bulunuyorduk... O anki duygularımla benim bunları görmem, her ne kadar mümkün olmasa da, bir iki saat sonra yaşayacağımız güzellikleri düşünerek hayallere dalmış, boş gözlerle, boğaza doğru yol alan gemilerin ardına takılmış martılara bakıyordum...

Orta okul ve lise yıllarında, birçok kız, gerek teneffüslerde, gerekse okul yolunda yanıma yaklaşarak, gizlice, kırmızı tükenmez kalemlerle, benim terli avuçlarımın içine de, o hoş kokulu, minik notlardan sıkıştırmışlardı. Mutlaka isimlerin baş harfleri yazılan ve ortasına bir ok saplanmış, oldukça düzgün elyazılarıyla yazılan bu mektupların sahipleri, her ne kadar gönlümü çelmeyi becermişlerse de, o masum tavırların yerine doğanın emrettiği azgın duygularımdan pek bihaberdiler... Okul yıllarındaki çocukluk artık geride kalmış, fiziğimize de iyice bir, genç adam havası yerleşmişti... O yılları yaşayan herkesin bildiği gibi, artık benim hayallerimi de, pembe sözcüklerle oyunlar yaparak, peşinden koşacağım kızlar değil, gerçek duygular yaşatabilecek olgun bayanlar süslüyordu... Bu maceralara pek meraklı olan arkadaşım Erhan'la, en az iki yıldır, kardeş kadar yakındık. Erhan başından geçenleri anlattıkça, kudurmuş derelerin, yataklarına sığmadığı gibi, kanım damarlarıma sığmaz içim bir tuhaf olurdu. Ne hikmetse, onun yaşadığı maceralara ortak olmayı hep, ya bir otobüse binme payıyla, ya bir tatil günüyle, ya da -şimdi, şimdi emin olduğum- onun yanlış anlamalarıyla kaçırırdım...

Kızlar da gelirse, paranın mühim olmadığını görsünler diye, neredeyse "Ramazan sofrası" kadar görkemli kurulmuş masada, eline geçirdiğini ağzına tıkan Erhana sordum...
"Ya, şu benim için ayarladığın kız, gerçekten kel mi?"
"Bir tek tel yokmuş kafasında"
"Böylesini de ne gördüm ne işittim"
"Sana ne canım saçından, nikâhına almayacaksın ya, altı üstü, bir gece... Takma kafana"
"Yok, hani, insan ilk kez olacağını düşününce...
"Başında öyle bir peruk var ki, görsen inanamazsın. Aslında ben de bazen inanamıyorum. Acaba diyorum, bizim kız, ben arkadaşına asılmayayım diye mi uyduruyor, şunun saçlarını tutup bir çekeyim, ama olacak iş değil."
"Nasıl bari yüzü güzel mi?"
"Eh, pek fena sayılmaz, artist gibi değil ama, yine de güzel sayılır"
Erhan'ın bu sözleri yüreğime su serpiyor ve kendi kendime "Hiç olmazsa yüzü güzelmiş." diye düşünüyorum...

Erhan, hemen hemen, hiç acele etmeden, masayı silip süpürüyor, çaylar geliyor, kolalar gidiyor, hesap kabarıyor. Ben ise sadece hayal kurarak, yolun ucundan görünen kızlara bakıp, içlerinden kızıl saçlı olmayanları hemencecik eliyorum... Bazen çok beğendiğim bir sarışına, anında orada gönlümü kaptırıyorum, sonra benim payıma düşen 'kel'i aklıma getirip kaçmayı bile düşünüyorum...Fakat kız gözden kaybolunca hayallerim dağılıyor, daha da bir bilenip inatla beklemeyi sürdürüyorum...
Derken saatler ilerliyor neredeyse akşamüstü olacak.
Ümitsizce "Erhan, senin kızlar bizi ekti, bu sefer de gelmeyecekler." diyorum.
"Vardır birşey, yoksa mümkün değil." diyor.
"Telefonları falan yok mu bunların, ara bir, sor?"
"Var da dükkânda."
"Kızın telefonunun dükkanda ne işi var? diyorum."
"Sen de ne çabuk unutuyorsun, telefonda tanışıp buluştum dedim ya, geçen hafta."
"İyi de, insan yatıp kalktığı kızın telefonunu, almaz mı yanına?"
"Ne bileyim işte, not alırken yazıverdim oraya bir yere."
"Allahtan iş yeri yakın, kalk hemen çıkalım şuradan Sultanahmet'e"

Hararetle yokuşları tırmanıp, Erhan'ın iş yerine vardık. Hemen giriş kapısının karşısındaki çay ocağı boş. Bu yüzden hanın odacısı alkolik Ragıp'tan Erhan'ın patronu Levent bey, yukarıda mı, değil mi öğrenemeyeceğiz. Bir cesaret çıktık yukarı, artık geri dönmek olmaz. Erhan gayet pişkin, "Merhaba Levent abi, bir şey unutmuşum da, onu almaya geldik" diyerek bana dönüyor, "Hani dondurma alır, biraz da Levent abiyle laflarız demiştin, sen gidip gelinceye kadar ben de işimi hallederim" diyor. Ben hemen mevzuyu anlayıp, doğru bakkala, dondurma almaya gidiyorum. Sıcaktan eriyen dondurmaları yetiştirmek için, dönerken koşa koşa geliyorum. Biraz dinlenip nefes alırım diye, asansöre binip düğmeye basıyorum. Ortada bir yerde asansör zınk diye duruyor. Elimdeki üç külahla zar-zor asansördeki imdat ziline basıyorum. Seslerden anladığım kadarıyla biri geliyor... "Merak edilecek bir şey yok, elektrikler gitti, şimdi Ragıp'ı bulurlar çeker seni" diyerek gidiyor, ardından merdiven boşluğunda anlaşılmayan konuşmalar, bir kapı kapanıyor... Durumu haber alan Erhan yakın bir yere gelip "Ragıp kahveye gitmiş bulup geliyorum." diyor. Ben artık, bir günde başıma bu kadar şeyin gelmesine dayanamayarak, neredeyse ağlayacağım. Oturup hırsımdan 'nasılsa burada kaldık, çıkınca bir daha alırım' diye, iyice erimek üzere olan üç külah dondurmayı, terli terli yiyorum...

Eve döndüğümde bizimkiler, sinir ve öfkeden burnumdan soluduğumu anlamış olacaklar ki, kuduz köpeğe yaklaşır gibi etrafımda ses çıkarmadan, çekinerek dolaşıyorlar... Bir dahaki sefere mi? Tövbe! Sırma saçlı olsa kaç yazar, değil ki kel bir karı peşinde koşacağım. Kesin kararlıyım, bir daha da Erhan'ın tek lafına inanmam. Akşam yatarken hiçbir şeyim yoktu, sabah dondurmalar yüzünden su bile içemedim, yine de iyi sayılırım...

Bir de odacı Ragıp'ın, Levent abi'nin kapısında "Güya seninki, bizim keriz için 'Yemek ısmarlatmak birşey mi? Üstüne de, getirip size dondurma ısmarlatmazsam, bütün han suratıma tükürsün' diyordu, hani dondurmalar?" demesini duymasaydım...

Tarkan İkizler
tarkan@kahveciyiz.biz

Yukarı

Cumhur Aydın

 Ankara'dan : Cumhur Aydın


   Osmanlı çökerken meğer biz Avrupa Birliğine daha    yakınmışız!

Yerel seçimlerin sonuçları üzerine yazılıp, çiziliyor. En değerli yorumlar kuşkusuz bizim "toplum davranışı okuma" uzmanı "yeni dünya düzeni şövalyesi" kimi medyacılardan geliyor. Onlar diyorlar ki, halkımızın tercihi değişime arka çıkmak ve statükoculuğu istememek şeklinde gerçekleşti.

Onların tanımlamalarına göre; bir yandan çağdaş eğitimden, düşünme ve şüpheciliği geliştirme yerine, daha çok mutlak kabullenmeyi anladığı tartışılan, böyle yetişmiş insanları toplumda öne çıkarıp, çoğalmalarına çabalayan, diğer yandan Avrupa Birliği ile ABD'nin isteklerini, ekonomi reçetelerini neredeyse tartışmasız yerine getirmekte olan siyasetçiler 'değişimi'; güncel Kıbrıs konusu da dahil olmak üzere bu kabullenmişliklerle "Türkiye"nin, kamu yönetimi ve benzer tasarılarla "sosyal ve üniter devlet yapısının" yitirmekte olduğunu savlayanlar 'statükoyu' temsil ediyorlar.

Bu kuşkusuz öyle bir değişim ki ne iri egemen ülkelerin ne de çok uluslu şirketlerin bundan zerre kadar çıkarları var! Ulus devleti ve yurttaş kimliğini ortadan kaldıracağı düşünülen bu değişim yalnızca ülkecikler ve insanlık yararınadır.

Yine öyle bir değişimdir ki bu, Türkiye'nin göreceli eğitimli hiç bir bölgesindeki çoğunluk bunu anlayamıyor ve ancak iki yıl önce ekonomik olarak dibe vuran ülkenin yoksul, eğitimsiz, medya ile beyinleri uyarılan kimi biçare yığınları algılayabiliyor.

Düşünmenin gereksizliğini, köşe dönmenin cazibesini, ülke bağımsızlığının 'zırvalığını' dizilerle, yorumlarla, talanlarla siz yıllardır insanların kafasına, yaşamına sokacaksınız, sonra da onların tercihlerini övüp göklere çıkaracaksınız. Üstelikte 'statükocuların' ancak 'değişerek' 'alternatif' olabileceklerini de buyuracaksınız.

Uyanıklığa bakın siz.

Cumhuriyetin temel değerlerini ve hakça bölüşümü savunanların örgütsüzlüğünü, insana ulaşmalarındaki eksiklik ve beceriksizlikleri ile kendi medyalarının sistemli biçimde bu girişimlere duvar örüp, tersi çabaları ambalajladığını anlatmıyorlarda, kuşkusuz bilerek çıkan sonucu cilalı söz ve yorumlarla 'değişim' diye sunmaya çalışıyorlar, akıllarınca.

Aslında bazılarının marifetleri ve dehşetli yorumları bunlarla sınırlı değil. Bu arkadaşlarımıza göre, eğer bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kurtuluş Savaşı sonrası kurulmasaymış, neredeyse biz bugünkü 'ricalara' bile gerek kalmadan Avrupa Birliği'ne kapağı atıyormuşuz.

Yok; Sevr sonrası İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan işgalinin sürmesiyle Anadolunun onların toprakları oluşu ve bizlerinde önce bu ülkeler vatandaşlığına geçip, yüzyıl sonunda doğrudan Avrupa Birliğine ve batıya kapaklanmış olabilirliğimizi henüz açıkça dile getirmiyorlar.

Ancak başka savları var. Diyorlar ki, güya Osmanlı son döneminde bile üç temel açıdan bugün erişmek için çırpındığımız özelliklere, dahası açılımlar yapılabilecek ortamlara sahipmiş. Bakın hele…

Ankara Üniversitesi, Dil Tarih'ten Osmanlı Uzmanı Prof. Dr. Özer Ergenç'e göre, bizimkilerin bu üç kategorik savı ve karşı yorumlar şöyle özetlenebilir:

1) Osmanlı Devleti farklı ırklardan, mezheplerden ve dinlerden insanların kardeşlik içinde yaşadıkları bir toplum ve yönetim kimyasını oluşturabilmiş; bugünde zaten insanlığın temel uğraşı bunun sağlanması yönündeymiş.

Doğru. Bütün yönetim erklerinin sultanda toplanması ve sultanın tanrının dünyadaki temsilcisi ve onun emrettiği din kurallarının uygulanmasını sağlayan kişi ve yurttaş yerine kul ile teba'nın bulunduğu gibi "ayrıntıları" saymassak, bu gerçekten bugün için de formüle edilebilir bir yönetim, birlikte yaşama şekli olabilir. Belki bizim coğrafyada yeniden 'yönetilen sultanlıklar' hedefleniyordur, kimbilir? Bize yaşatmak istediklerin bir başka ortaçağ olduğunu düşünüyorduk bizde!

2) Osmanlı'nın toplum yapısı, sivil toplum örgütlenmelerine daha fazla olanak tanıyormuş.

Bu da doğru, tabii. Osmanlı'da insanların farklı gruplarda, yerleri değişmeksizin mutlak bir aidiyet içinde yaşadıklarını, her grubun giysisinin neredeyse uniforma yerine geçtiği kompartımanları bir 'yaşam ve örgütlenme özgürlüğüne' basamak sayarsak, ikinci saptamada da gerçeklik payı var! 17. yüzyıldan itibaren bu yapının, dünya değişimleri karşısında bozulmaya başladığını, 'İslamcılık' ve 'Osmanlıcılığın' son dönemde yeni tutkallar olarak denenip, işe yaramadığının izlendiğini ve nihayet Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün bu labaratuvar sonuçları üzerine "üniformasız birey"i yaşama geçirmeye çalıştığını filan da görmezden geleceğiz kuşkusuz.

3) Osmanlı 18. yüzyıl ortasından itibaren, Dünya Ekonomi'sini yönlendiren ağa entegre olmaya başlamış.

Herhalde en doğru saptama bu olsa gerek. Kapitilasyonları, borçlanmaları saymaz, ağa düşmeyi, eklemlenme olarak görürsek, sorun kalmıyor. Avrupa'nın aydınlanma ve dünya söğüşlemesine bağlı olarak sıçramalar yaptığı sanayi devrimine karşılık, ticari kapitali sanayi kapitale dönüştüremeyen, loncalar içinde hem tarımda hem de sanayide ilerleyemeyen Osmanlı'nın çökmüş maliyesi, her köşesinin batının mamul ürünlerine açık pazar haline gelmesi de dikkate alınmayacak elbet.

Özer Ergenç Hoca'nın aklına takılan en önemli husus şuymuş: Hoca diyor ki, "1960'larda 70'lerde Türk akademisyenler, aydınlar farklı bakış açıları ile ancak bize ait özgün tartışmalarla Osmanlı Dönemini değerlendirirlerdi. Bugün ise hiç bir yeni araştırma yapmadan, farklı ya da önceden erişilemeyen olası kimi verileri kullanmadan, hemen hepsi atlantik ötesi üniversiteler patentli bu yorumlara nasıl sarılınılabiliyor, anlayamıyorum."

İlahi Hoca. Ne var anlamayacak bunda? Arkadaşlarımızın Osmanlı'ya övgüler düzmeleri, başta kendilerine görev bildikleri ('görevlendirildikleri' de olabilir mi ?) Türk Devrimi'ni eleştirme gereksinmelerinden doğuyor. Onların bağımsızlık gibi bir dertleri olmadı ki hiç. 'Büyük ülkelere' baş kaldırmanın anlamsızlığını olasıdır ki kimilerinin dedeleri geçen yüzyıl başında dile getiriyorlardı, onların torunları bizimkiler ise bu yüzyıl başında savunuyorlar. Dedeleri 'mandacılık' peşindeydi, torunları 'rica minnet' Avrupa Birliği'ne kapaklanma koşusunda !

Birlikte yaşamanın bir bilinç, bir kültür birikimi üzerine yükseldiğini, batıyı değil medeniyeti hedef almamız gerektiğini söyleriz tınmazlar. Onlara göre tüm bu söylemler, hamaset, tüm bağımsızlık haykırışları kabuk, ceberrut devlet devamına övgüdür. Sanki biri diğerinin mutlak sonucuymuş gibi. Altmış yıllık yönetim hatalarını ve dış etkileri ise herhalde devlet kendiliğinden yaratmış ve davet etmiştir.

Türkiye'deki adaletsiz bölüşümün mekanizmalarını tınmazlar. Üretim ve kişi başına milli geliri dillerine dolarlar ama asker ve savunmadan vazgeçersek neredeyse egemenlerin ve küresel finans sisteminin bu canlanmayı, bütün dünya insanlarına olduğu gibi bize de bahşedeceğini varsayarlar. Yeni bir binyıla girerken, dünya nüfusunun yüzde onbeşini oluşturan 24 ülkenin dünya hasılasının neredeyse yüzde seksenini götürdüğünü; ABD'nin, Japonya ve Almanya ile birlikte dünya hasılasının yaklaşık yarısını sahiplendiğini bilirler bilmesine, yeni küresel sistemin bu dengesizliği derinleştirerek sürdürdüğünü de görürler, ancak bunu sömürü değil de 'uygarlaşma masalı' olarak anlatmayı severler. Dünya nüfusunun kalan yüzde seksenbeşinin iki parçaya ayrıldığı, 'orta gelirliler' diye gruplananların hasılanın yüzde onsekizine, kalan neredeyse dünya toplam nufusunun yarısının ise, hasıla da yalnızca yüzde dörtlük bir payla yetinmek zorunda kalışlarını da buradaki insanların kafasızlıklarıyla iliştirirler. Amerika'nın gelirinin yüzde 30'nun, en zengin yüzde on tarafından kontrol edildiği de bir ayrıntıdır kuşkusuz.

Türkiye Cumhuriyetine övgü hamaset. Osmanlı'ya övgü değişim. Planlı ekonomi 1930'lar zırvası, 19. yüzyıl liberal politikalar destekli yeni küresel emperyalizmi alkışlamak çağın gereği.

Kıbrıs'ta ve ikili ülke ilişkilerinde kendi haklarını savunmak statükoculuk. Kimi uyanık taşralıların yeni talanlar; yoksul, eğitimsiz yığınların haniyse bir kul davranışı içinde büyük küresel güçlere elverişli ortamlar sağlama yönünde de işlev görebilecek oyları değişim.

Ya kendi düzenleri bozulmasın diye dünya egemenlerinin ve bizim tuzu kuruların değirmenine su taşımak ve bunu 'değişim' diye yutturmak?

Bu ne bu?

Cumhur
cumhur@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Kahvecigillerden: Ayfer Arman


GERÇEK SEVGİ

Ne yapacağını bilemeden, saate aldırmadan çarpıp kapıyı çıktı. Öfkeyle. Gecenin ayazında, yağmurun altında yürümeye başladı nereye gideceğini bilmez bir halde. Bir yangın vardı yüreğinde, canı yanıyordu, içi sızlıyordu adeta. Bu kaçıncı hüsran, bu kaçıncı veda, bu kaçıncı hayattan bir sayfa kapayışıydı tanrım!..

Duygusalsan aptalın birisin, demişti ona ve belki de haklıydı kimbilir. Hissedilen duygular, delice sevmeler, paylaşılan ve yaşanılan anlar.. Ya sonrası; kaybedilmişlik, yalnızlık, hiç olma duygusu, tükenen heyecan ve çarpılan kapı, konulan son bir noktaydı belki bir diğerinin. Beklenen ama gelmemesi için dua edilen son. Bir yağmur başladı gözlerinde yağan yağmura eşlik edercesine, yürüdü sadece yürüdü ıslak sokaklarda...

Güneşin ilk ışıkları aydınlatırken şehri, bir parkın bankında oturuyor buldu kendini. Gece boyunca öylesine otururup düşüncelerinden arınmaya çalışmıştı. Ürperdi!.. Yangın olanca şiddetiyle sürüyordu içerisinde. Koskoca bir boşlukta yapayalnız olduğunu farketti, yağmur yeniden başladı gözlerinde ama gözyaşları içine akıyordu bu kez...

Gece yağan yağmur yeni doğan günle birlikte yerini sıcak bir güne bırakmıştı, sonuçta her karanlığın ardından doğan yeni bir aydınlık misali... güneş ısıtmaya başlamıştı bedenini. Tek tük insanlar dökülmeye başladı sokaklara, bir koşuşturmaca başladı dört bir yanda, oturdu kımıldamaktan korkarcasına.

-Teyze paran var mı?

Döndü sesin geldiği yana baktı boş gözlerle. On yaşlarında olmalıydı sesin sahibi, kirli sarı saçlı, cılız bir kız çocuğuydu kendisine seslenen.

-Ne yapacaksın parayı?
-Karnım aç be teyze!.
-Ekmek alacağım
-Evin yok mu senin?
-I ıh, yok.
-Nerede yaşıyorsun peki?
-Sokakta.

Elini çantasına uzattı.. Tam para çıkartacakken vazgeçip ayağa kalktı, sonra çocuğa döndü.

-Birlikte kahvaltı yapalım mı seninle? Bende çok açım..
-Birlikte mi?
-Evet..
-Nerede peki?
-Bak şurada bir pastahane var sokağın başında orada. Ne dersin olur mu?
-Olur...dedi çocuk gülümseyen ve gerçekten iç acıtan cılız bir sesle

Hiç konuşmadan yanyana yürüyüp çıktılar parktan.. Az ilerideki pastahanecinin şaşkın bakışları altında, karşılıklı oturuyorlardı bir masada.

-Ne yersin?
-Ne olursa.
-Olurmu oyle şey, istediğini söyle.
-Sen ne yiyeceksin?
-Bilmem!.
-Bak gördün mü sende bilmiyorsun işte.
-Haklısın!.

Sustular.. Sonra gülümsedi kadın.

-Hadi gel şu küçük pizzalardan söyleyelim, birer tabak.
-Tamam.
-Ne içersin? Ben çay içecegim.
-Kola..
-Sabah sabah kola ha? Peki..

Az sonra siparişleri gelmiş, kahvaltıya başlamışlardı. Çocuk öyle bir iştahla yiyiyordu ki tabağındakileri, özendi kadın oda yemeye başladı. Aniden başını kaldırdı çocuk.

-Senin evin var dimi teyze?
-Var.
-Neden evinde yapmadın kahvaltını peki?

Ne cevap vereceğini bilemedi bir an, sonra güldü.

-Kahvaltı edecek birini arıyordum.

Gülümsedi çocuk, kolasından kocaman bir yudum alıp devam etti konuşmaya.

-Senin de mi kimsen yok teyze?
-Yok.
-Ama evin var.
-Var.
-Ne güzel.

Düşündü.. Evet haklıydı çocuk bir evi ve sürdürdüğü bir yaşamı vardı. Bir çocuk gözüyle bile düşünememişti elinde olan imkanları. Kendini hayatta çok yalnız hissettiği bir anda, şimdi iki kişilik bir kahvaltı sofrasındaydı. Sımsıcak bir kalp taşıyan kahvaltı arkadaşıyla. Çocuğa baktı.

-Bak ne diyeceğim,arkadaş olalım mı seninle?
-Olalım.
-Arada buluşup kahvaltı ederiz ne dersin? Hem belki arada bana da gelirsin kahvaltıya
-Olur...

Pastahaneden çıkarken saatler sonra... İçindeki yangının söndüğünü hissetti, değişik bir duygu gelip yerleşmişti gönlüne. Farklı bir sevgi aldı yangının yerini rahatladı bedeni. Evini öğretmek için yanyana yürürken o küçük bedenle, farketti dünyanın ne denli güzel olduğunu, ve aslında yıllardır aradığı gerçek sevgiyi bulmuş olduğunu farketti ve gülümseyerek döndü çocuğa.

-Her gün yeni bir başlangıçtır ve hayat süprizlerle dolu pes etmek yok degil mi?

Gülüşüp elele yürüdüler kaldırımda mutluluklara doğru...

Ayfer Arman

Yukarı

 Kahvecigillerden : Zeycan Irmak


SEVGİLER SANA...

Koca bir yaşamı sözcüklerden inşa edebileceğimize inanacak kadar saf çocuklardık. Yüreğimizde yeşeren karşılıksız ve çıkarsız sevgilerimizi fakirlere ve kimsesizlere dağıtacak kadar cömert ve de yürekli... ''Yere oturma! Sırtını duvara yaslama! Zemin, duvar nemdir çeker ciğerlerin...'' derdi, sokağımızın ihtiyar bilgesi... Söz dinleyecek kadar akıllıydık, uysaldık... Masal kahramanlarının aramızda dolaştığını düşünecek kadar da hayâlperest...

Sonra her birimiz, bir bir dağıldık... Geriye bir ben kaldım, yel değirmenleriyle savaşan. Bir de vaz geçemediğim sözcüklerim. Çok sonra diğerlerine rastladım teker teker. Yolda izde karşılaştık işte. Hepsi büyük adam olmuştu, cebi para dolmuştu. Yani, senin anlayacağın; hepsi yaşamak için bir yolunu bulmuştu. Bir ben kalmıştım sözcüklerle arası iyi olan. Lakin, gel gör ki hayat oyununda repliğini en çok unutan, ne yana döneceğini şaşıran... yine bendim. Fakir fukaraya sevgi dağıtmaya devam eden, cebindeki üç kuruşu onlarla bölüşendim. Kim daha kazançlıydı diye soracak olursan "ben" derim göğsümü gere gere. Hiç değilse gece yastığa başımı koyduğumda dağılmıyor uykum, kâbuslarla uyanmıyorum vakitsiz. Hırsız değilim, aç açık hiç değilim. Hepsi hepsi günümün derdindeyim.

Yine de sen; uzak dur benden, -sahteysen-. Çünkü ben bu kadar yalan dolanın içinde fazla gerçeğim... Tabii, görecelidir gerçeklik. Benimki sana düş, seninki bana sudan sebep gelebilir.

Tedbirini al sen gene de neme lazım; yürek bu, benim yüzümden sıkışıp kalmasın çeperlerinde...

Ruhumun karasına dokunmaya kalkma sakın! Gördün mü bak, daha sözümü bitirmeden bulaştırdığın parmaklarındaki aklığı şimdi ömür boyu ellerinden çıkartamayacaksın. Hayır, sandığın kadar temiz değil belki ruhum, bazen ben de kötü ve ikircikli şeyler düşünebilirim. Şu gördüğün, eline bulaşan açıksözlülüğümün toplardamarından sızan kandır. Bir kaybım varsa şu hayatta, -derde girse de başım- sözümü sakınmadığımdandır.

Gözlerimin derinine bakmaya çalışma sakın! Gözlerimdeki hüznü, hüznün bulutlarını belki de taşıyamazsın. Ağır gelir zifir gecelere döktüğüm gözyaşlarım. Boşuna uğraşma, gözlerimdeki anlamı okuyamazsın.

Ellerimi dost bilme kendine, sakın! Ellerim ki, bir tek kalemi tutarken ısınır. Sözcüklere değdiğinde parmakuçlarım yalnızlığından arınır. Geri kalan tüm zamanlarda yüreğimin aynasıdır ellerim. Öylesine soğuk, üşür kalır.

''Ne yani, kimsin sen?'' diye düşünme, yorulma boşuna! Sözcüklerden ebemkuşağını başına taç yapmak isteyen biri say. Say ki kendi yalnızlığına çare bulamazken seninkine yoldaş. Bir efkâr dağılımı hicaz bestenin son notası say... ne fark eder? Hiç bir şey diyemiyorsan "yaşadığı çağa koşaradım yetişemeyen bir garip yolcu" say... -illâ gerekiyorsa tabii-...

Korkma, yaralarımı göstermeyeceğim sana. Dertleşmeye gelmedim. Yaralarım, benim geçmişimin izleridir. Onları sadece ben iyi edebilirim. Bana kalırsa sende benim gibi yapmalısın. Öyle bir devirdeyiz ki, kimse kimsenin kahrına şahit değil. Başarabiliyorsan hemen en yakın ACİL kapısına kadar dayan; kalp yarası için iyot, yürek burkulmaları için saf alkol, sırt darbesi için neşter (sırttaki izleri kazıtmak için gerekli) pansuman yaptır gel. Yok olmadı, gözün kesmedi oralara gitmeyi, otur evinde kendi acı temizliğini kendin yap... Sar, sarmala yat uyu sonra. Ha, unutmadan! Ola ki yattığın gibi uyuyamayacağını anlarsan, aman derim sıkma dişlerini, çenen kangren olur! Yapacağın en iyi şey; koyver gözyaşlarını yastığın yorganın göl olsun. Böylelikle sızarsın zaten. Sabaha birşeyciğin kalmaz. Demem o ki; duvarı nem, insanı gam... boşver bunları, hayata nasılsa başka rezervasyon şansımız yok. Yaşa dilediğince, neymiş o histeri nöbetleriye, arbede sonrası yara berelerle helak etmek kendini? Kime faydası var, sana mı, bana mı? Geçiniz bir kalem... Şimdi aç kulağını da beni iyice bir dinle, bir kelâmım olacak şahsiyetine;

Sana; bilmediğin köylerden, gitmediğin şark illerinden, Diyarbekir'den, Van'dan, Ardahan'dan; yumak yumak, rengârenk sevgiler getirdim. Kar ne kadar beyazsa, ağaç o kadar nefti idi, toprak o kadar kavruk... Yürek o kadar sevgi yükü... Biraz ondan, biraz bundan derken sırtımdaki küfeyi taşıyamaz oldum. Öyle içten sundular ki sevgilerini, sözcüklerimi ve yüreğimin bir parçasını bıraktım onlara bende. Kara tahtalara adımı yazdım, adını, şehrimin ışıklarını, yalnızlık akşamlarımı...

Dediler ki "yüzün gülen ayva, gözlerin ağlayan nar. Niyedir?"
Dedim ki "yaram derindir."
Dediler ki "ne etsek de, iyi etsek?"
Dedim ki "gülen gözlerinizin pınarı değse,"
Dediler ki "istediğin pınar olsun"
Dedim ki "biraz da yüreğiniz, yüreğime sevgi ekse"
Dediler ki "gani gani, tek arzun tohum olsun"
Dedim ki "tek ben değilim, geldiğim yerde binlercesi var"
Dediler ki "al öyleyse, onlar gelemiyorsa sen götür onlara, tohumlar yüreklerinde gonca gül olsun."

Kaybettiğim çocukluk düşlerimi, Dedem Korkut hikayelerini buldum orada... Bir de bitmeyen horoz şekerimi...

İşte şimdi buradayım. Tam karşında! Gözlerinin dokunduğu ayrıntıda, ellerinin uzandığı boşlukta, toprağın tav'ında, ağacın bahar dalında... rengârenk, burcu burcu, ebruli, dağ kokulu sevgiler getirdim sana. Al bak, bundan kaşkol örersin, zemheri ayazında sarar sımsıcak. Bundan istersen kazak... Bak, bu daha ince, mevsimlik hırka yap. Şu dipteki eşsiz küçük parçayı görüyor musun? Yüz yıllık ninem atmış bohçaya. Bence en kıymetlisi o. Bana sorarsan muska yap onu, as cevşen niyetine boynuna. Kötülük dokunmaz, kem gözden korur, tüm yozlaşmış duyarsızlıklardan uzak kalırsın. Yüz yıllık bakışlar, göz nuru, hayat ve ilim ve de ilmek ilmek sevda var o kilim parçasında.

İşte böyle... Yoruldum biraz, yol yorgunuyum, yavaş yavaş toparlansam iyi olacak, buradaki vazifem tamam sayılır. Gittiğin yerde fazla eğleşmeyeceksin ki, tadı çıksın. Misafir konuk olduğu evde üç günden fazla kalırsa ev azalarından sayılır. İyisi mi, gideyim ben. Hem ne demişler "yolcu, yolunda gerek" Bak, sen sevin mutlu ol diye, yüreğinin boş kalan yerleri ısınsın diye kucak kucak, cümbür cümbüş sevgiler taşıdım sana... istediğinden istediğin kadar alabilirsin... kalanları da ihtiyaç sahiplerine dağıtmayı unutma... başka bir zaman diliminde tekrar görüşmek dileğiyle... haydi, kal sağlıcakla...

-Ne?! Duymamış olayım! Karşılığında mı?...

Sevgi karşılık beklemez ki, gönüllü esaretidir o yüreğin. Başarabiliyorsan, sende çoğalt sevgini, binlere, milyonlara böl. Fakirin ekmeği suyu olsun. Böylece çorbada senin de tuzun bulunsun...

Zeycan Irmak

Yukarı

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
Ilkbahar geldi yaşasın aşklar ve o içler kıpırdatan heyecanlar… Cuma günü siz koçlar için çok özel bir gün olabilir !.. Birçoklarınız için bu hafta mesleki uğraşlarda başarıların ve yepyeni atılımların miladı olabilir..
Yalnız bir şeyi unutmayın koçlar, uzun vadede kazançlı çıkacağınız yatırımlarınızda ihtiyatlı olun. Önce mantığınız konuşsun..


BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Her ne kadar ateşli ilişkilerde bir nevi durulma gözetlense de sevgilerde derinlik ve samimiyetler daha da ağır basacaklar bu hafta sevgili boğalar.. Eğer yeni mekanlara taşınmak istiyorsanız şimdiden başlayın aramalara.. Kendinizi o kadar hafiflemiş hissediyorsunuz ki üstünden gelemiyeceğiniz hiçbirşey yokmuş hissini vermektesiniz.. Vallahi bravo sizlere.. Para konularında aşırılara kaçmayın ayın altısında..

İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Bu hafta maşallah keyfinize diyecek yok ikizler ! Tam bir ışık hüzmesi halinde bulunduğunuz ortamları canlandırıyorsunuz.. Venüs'ün o sizleri ateşleyen didiklemelerine fazla kanmayın yinede.. Aksi halde ceremesini sonra çekmeniz işten bile olmayacak. İnsanları kalplerini kırmadan, incitmeden de sevebilirsiniz unutmayın.. Cuma gününe özellikle dikkat..


YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Bu ne hareketlilik böyle yengeçler yahu ?.. Hiperaktifliğiniz mi tuttu durduk yerde ?. Herşeye akabinde parlamayın, sinirlerinize hakim olun özellikle.. Duygularınızın esiri olmayın.. Mesleklerinizde görevlerinizi yerine getirmekle yetinin bu hafta.. İhtillaller bir daha ki haftalara kalsın, birşey olmaz..


ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Ağustos ayının ilk yarısında doğan aslanlarım bu hafta oldukça hareketlisiniz.. Ve bilhassa geçmişten yadigar ne kadar pürüz varsa onların bir çokları önlerinize gelecekler ve umarım sizlerde bu fırsattan istifade gereken temizlikleri yapacaksınız.. Gerçekleri kendi toz pembe dünyalarınıza adapte etmeye kalkışmayın, benden söylemesi.. Ceremesini siz çekeceksiniz en nihayetinde…

BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
İçleriniz kaynamakta, ama nasıl !… Sakinleşin azıcık, derinden bir nefes alarak önceleri.. Sonra Venüs'ün sizlere getireceği kozmik enerjilerle uçuşun sevgili başaklar.. Ama içleriniz afakanlardan arınmış olarak.. Yolculuklara çıkma şansı olanlarınız hiç düşünmeden valizleri hazırlayın çünkü patlamak üzeresiniz resmen…


TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
İşlerinizi ivedilikle yoluna koyun sevgili teraziler bu hafta.. Mayıs ayına kadar engebeli yollara katlanmak zorundasınız bunu bilin.. Yeni diyarlara ziyaretler söz konusu olabilir önümüzdeki günlerde.. Ailelerinizde olası kuşaklar arası çarpışmalarda yıkıcı değil yapıcı olmaya gayret edin.. Beklenmedik ve heyecan verici tanışmalar söz konusu olursa eğer evli olanlarınız bir adım geriye çekilsinler… Yani !…

AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Kalbiniz kış uykusundamıydı sevgili akrepler ?.. Ne alakası var canım, siz çoktan hassas dengeleri ayarlamakta üstad olmuşsunuz, o kadar… Ne kavga, ne gürültü, çekişmeleri ise hepten geç !… Maşallah diyelim biz de.. Profesyonel uğraşlar da gecikmeler, son vermeler hatta geçen sonbahardan yapılmış planlamalarda revizyonlar söz konusu olsalar da, unutmayın mayıs ayından itibaren dümenler yepyeni heveslerle elinizde olacak ve uzun vadelerde başarılara inançla koşacaksınız..

YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Ne kasvetli ortamlar bu böyle sevgili yaylar değilmi.. Vallahi uçurumlardan elbette atlayacak değilsiniz ama kaçın bir yerlere, bir an evvel.. Kırmızı gezegen Mars'ın ve köpüren hırsların temsilcisi Jüpiter'in arasında sıkışmış kalmış bir haliniz var sizin bu hafta.. Haydi hareketlenin yaylar, atlayın, zıplayın, tatillere çıkın ama birşeyler mutlaka yapın..


OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Bu hafta gayrımenkul alım satımlarında istekleriniz gerçekleşebilirler sevgili oğlaklar.. Ailevi ilişkilerinizde dantellemelere son verip bir de gerçeklere kulak verseniz herşey daha güzel olacak.. Böyle devam ederseniz sağlık ve ruh ayarlarınızda dengeler karman çorman olabilirler.. Dikkatli olun ve kendinizi durduk yerde hırpalamayın oldumu oğlaklar..

KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
O ne güzel haftaymış öyle sevgili kovalarım !.. Son anda alınan kaçamak kararları, o hareketlilik, o cilveler neler neler !.. Parlıyorsunuz resmen !.. Evet evet bunlar bir gerçek, siz resmen bu hafta yıldızların gözbebeklerisiniz.. Eh, Allah versin… Ne diyelim başka !… Çok güzel anlar yaşayacaksınız ve bu yalnız duygusal değil profesyonel anlamda da geçerli olacak. Her türlü yolculuklar da ise kısmetleriniz tam gaz..

BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
Siz siz olun sevgili balıklar bir karar alacaksanız bu hafta benden söylemesi iyice düşünün, hatta derin derin düşünün… Bu hafta balıklara tansiyonların doruklarda dolaşacakları günlerden türlü çeşitleri sunulacaklar.. Ama size birşey olmaz iradeleriniz ve mayalarınız sağlam mı sağlam… Bu da geçer ne yapalım… Provokasyonlara, kritiklere bulaşmayın, cevap vermeyin. Ha şurada mayıs ayına ne kaldı ki canım.. Ya sabır..

Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi


GELEMEM, AÇ DEĞİLİM ÇÜNKÜ...

Serin bir bahar akşamüstüsü adam soruları mekan seçti kendine, kadın sözcük bulmaca oyununa alet olmayı tercih etti... Mekan seçimi kadına aitti, fazla sorumluluktan kurtulmak için adama bıraktı sorguçluk görevini...

Kendi kendine güldü kadın sorguçluk ve zangoçluk sözcüklerinin benzerliğine. Adam her soruyla çanın iplerine asılıyor, kadınsa sanki bu işareti beklercesine önceden çalışmadığı, ezberinde olmayan bir ilahiyi aceleyle okumaya başlıyordu. Aceleyle çünkü; hızlı söylenince ardından gelen sözcük oyunlarıyla telafi edilebilirdi hatalar...

Kimse susma taraftarı görünmedi o ana kadar; geri dönüş zamanı...

Ya tek başınalıklarına yürüyeceklerdi ya da aynı adrese aynı anda ulaşıp, üstüste konmuş iki mektup olacaktı yalnızlıkları...

Adam kadına baktı,tüm o suskunluk içinde çığlık gibi çıktı sesi;

-Ben acıktım...

Kadın posta kutusunda birbirlerine yakışmadan üstüste duran su faturasını ve sevgilisinin yeni gelmiş mektubunu getirdi aklına. Kedi tırmalaması sesiyle;

-Ben hiç acıkmam. Dedi.

Ebruli KEDİ

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir.
Kahve Molası bugün 4.295 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


AŞKA SiTEM

Ay, karanlık gecede sahte bir ışıktır,
Kalbin karanlığını aşk aydınlatır,
Aşkın tanımı her gönülde başkadır,
Dostum, senin sitemin ay gibi aşkadır.

Ayın suçu ne, güneşi gecede yaşatır,
Güneş görmeyen kalbi söyle ne ağlatır,
Kalbe akmayan gözyaşı ancak yalandır,
Dostum, senin sitemin yalan bir aşkadır.

Şahidim karanlık odamın ağlayan duvarlarıdır,
Duvardan akan su değil, göz yaşlarımdır,
Yaptıklarına gülüm, gönlüm çok yaralıdır,
Dostum, senin sitemin yaralı bir aşkadır.

İbrahim Demirel

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Powell birşey demek istiyor. Acep ne?!...

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.1moregame.com/1skijump/
"Ski jump". Şimdi bu olay Türkçemizde nasıl tarif edilir bir düşünelim. "Abicim önce karda kaymak için olan kayaklardan ayaklarına takıyorsun. Sonra abicim yokuş aşağı düz bi yoldan hızla kayıyorsun. Yokuşun bittiği yer biraz tümsek, aman abi oraya dikkat ediyoruz. Geldik şimdi olayın en hassas noktasına. Tümsekten sonrası uçurum gibi bişey. Düşerken daha dikkatli olalım abi, ters bir harekette çanak çömlek patlar mazallah". Şimdi bu tariften sonra hala ski jump oynamak isterseniz buyrun.

http://www.nga.gov/
"National Gallery of Art" tarafından hazırlanan ve sanatı genel anlamda sevdirmeye yönelik hoş bir site. Sadece büyükler için değil, çocuklar için de özel bir sayfa ayrılmış. "NGAkids" link'ini tıklayıp ulaşabileceğiniz sayfalarda çocuklar için hazırlanan çalışmaları görebilirsiniz.

http://www.ornekkod.com/archive.php
C ve C++ için örnek kod uygulamaları. ...Bu web sitesinde sunulan örnek kaynak kodlar, kullanıcının problemlerle ilgili bilinç düzeyini artırmayı, kendi kaynak kodunu yazarken kullanıcıya yol gösterecek fikirler vermeyi amaçlıyor...

http://www.sevginehri.net/ruyatabirleri.asp
Rüya tabirleri konusundaki bu sayfayı ilgililerin ilgisine sunuyorum. Web sayfası kötü amaçlı kopyacılara karşı korunduğu için örnek sunamıyorum. Ayrıca "hazır aşk mektupları" bölümünü herkese tavsiye ediyorum. Okuyun, ibret alın ama asla konserve aşkları tercih etmeyin.

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


KeyTweak v1.12 [160k] Win2k/XP FREE
http://webpages.charter.net/krumsick
Klavyede Insert, Caps Lock, ve Scroll Lock tuşlarını hiç kullanıyor musunuz? Belki Caps Lock. Bunun gibi hiç elinizin gitmediği tuşlara değişik görevler yüklemek ister misiniz? Tek tuşla hesap makinesine ulaşmak yada tek tuşla Internet Explorer'ı açmak gibi... Cevaplarınız evetse bu programı yükleyip keyfine varın. Bilgisayardan az biraz anlayanlar için:-))

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040406.asp
ISSN: 1303-8923
6 Nisan 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri