KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?






Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Bir Ekart = 1 Gün
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 495

 3 Mayıs 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Off ki ne offfff!!..


İyi haftalar,

Güzel bir haftasonun ardından gene işe güce döndük. Hoş ben pek tatil moduna giremedim ama umarım sizler güneşin tadını çıkartmışsınızdır. Cumartesi günü için yaşanan endişelerin de mesnetsiz çıkması yüreklere su serpti. Ancak Edirne'den gelen bir fotoğraf bana ve eminim sizlere derin bir off çektirdi. Dünya, Amerikan ve İngiliz askerlerinin Irak'lı esirlere uyguladıkları işkencelerin resimleri ile çalkalanırken, ve biz 'ulen biz bile bu kadar ileri gitmemiştik' deyip ohh çekerken, bir kendini bilmezin 17 yaşındaki gencin kafasına basarak sözde onu etkisiz hale getirmesinin resimlenmesi büyük talihsizlikti. Bizim için değil, tabi ki o dangalak için. Faturayı da o değil biz ödeyeceğiz, o gene kafa ezmeye devam edecek. Hey Allahım heyy....

Kusura bakmayın ben gene kaçmak zorundayım. Bu arada hotmail adreslerine bugün de KM'yi yollayamadığımı bildirmek isterim. Lütfen adreslerinizi değiştirin, olur mu? Hepinize güzel bir hafta diliyor ve uzuyorum. Kalın sağlıcakla...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

 PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım


Elimi Bırakma

14 Ocak 1994 tarihli bazı gazetelerin Akdeniz bölge ekinde 5 yaşlarında dünya güzeli ikiz kız kardeşlerin resimleri yer alıyordu. Resim altında da "Elim bir kaza" başlıklı bir yazı vardı ve devam ediyordu. "Dün gece aşırı yağan yağmur iki can aldı. Burdur Antalya Karayolu'nda Burdur nüfusuna kayıtlı Okutucu ailesi Döşemealtı mevkiinde yolculuk yaparken sele kapılmış, yukarıda resmi görülen çocukları Leyla ve Seda kurtulurken, anneleri Selma ve Babaları Mehmet kurtulamamıştır. Haber hazırlandığı sürede, çocuklar Döşemealtı Jandarma Karakolu'nda misafir edilmekteydiler. Babaları Mehmet ve anneleri Selma Okutucu'nun cesetleri henüz bulunamamıştır. Olayın baraj kapaklarının açılmasından kaynaklandığı düşünülmektedir….. "

Selma sabah erken kalktı o gün. Ocak aynın yarısı olmasına rağmen ılık bir kış günüydü. Kara bulutların ardından zaman zaman çıkan güneş ortalığı az da olsa ısıtıyordu. Eşine kahvaltı hazırlayıp onu işyerine yolcu ettikten sonra, çocuklar uyanmadan evi bir güzel temizledi. Pek yaramazdı ikizler, üstelik tam meraklı köfteci oldukları dönemdeydiler, dur durak bilmiyorlardı. Sonra çocuklara kahvaltı hazırladı, sonra onları uyandırıp birlikte neşe içinde kahvaltı ettiler. Hep birlikte masayı topladılar. Selma yavaş yavaş bu afacan kızlara ev işlerini öğretmeye çalışıyordu; birine kaşıkları toplatırken, birine çatalları toplatıyordu. Selma bütün işleri bitirdikten sonra, çocukları alıp kendi annesini ziyarete gitti. Uzun bir süre sudan sebeplerle arası açılmış, yeni yeni düzelmeye başlamıştı. Annesi ve ablasıyla sudan konularda konuştular ve erkenden evlerine geri döndüler.

Yavaş yavaş gelen akşam bir ocak gününü bitirmeye hazırlanıyordu. Zil çaldı, üçü birden kapıya koştular, gelen Mehmet'ti. Ayakkabılarını çıkarırken "Hadi çabuk bir şeyler atıştırıp hazırlanın Antalya'ya gidiyoruz" dedi ve sonra kapıyı kapatıp içeri girdi. Selma ile konuşup bu ani yolculuğun nedenini anlattı, ama bu konuşmayı ve bu yolculuğun gidiş nedenini hiçbir kimse, hiçbir zaman öğrenemedi.

Yola çıktıklarında karanlık çökmüştü. Yavaş ve dikkatli sürüyordu Mehmet. Arka koltukta oturan çocuklar neşe içindeydiler, hoplayıp zıplıyorlardı. Rampalardan inip Bucak ilçesine yaklaşırken hafif bir yağmur başladı. Selma Mehmet'e biraz daha yavaş sürmesini rica etti. Yaşlı bir Kartal'dı arabaları, üstelik lastikleri de eski sayılırdı. Antalya-Korkuteli yol ayrımına geldiklerinde yağmur hızında belirgin bir artış gözüküyordu. "Çubuk mevkisini geçtikten sonra rahatlarız" dedi Mehmet. Döşemealtı Köyü paraleline geldiklerinde yağmur çok şiddetlenmişti, silecekler hızlı düzeyde çalışmasına rağmen, camı silmeye yetişemiyordu, daha da yavaşladı Mehmet. "Az ileride çift yol başlıyor, daha rahat gideriz" dedi Mehmet. Çift yolda yine yavaş yavaş ilerlediler. Büyük virajı geçip daha düz bir alanda giderken az ileride sağa çekmiş insanlar dikkatlerini çekti ve yavaşlayıp durdular. Mehmet indi, arabaların yanına gitti, "az ileride sel var " dediler "isterseniz bekleyin biraz sel de geçsin, yağmur dindi sayılır nasılsa". Mehmet "bizim biraz acelemiz var, geçmeyi bir deneyeyim, benim Kartal'ın altı biraz yüksek". Arabasına döndü yavaş yavaş sürmeye başladı. Dümdüz yola dağdan gelen seli gördü, yaklaşık 20 cm yüksekliğinde ya vardı ya yoktu. Selin içine doğru sürdü arabasını. Araba biraz ilerledikten sonra durdu. Bir iki defa marşa bastı ama araba çalışmadı. "Bu gitmeyecek, en iyisi inelim. Yağmurda iyice azaldı ama burada durmamız riskli olabilir" dedi. Kızları güzelce giydirip arabadan dışarı çıktılar. Yavaş yavaş park etmiş araçların yanına geldiler çocukları bir kamyonun kuytusuna bıraktılar. "Ben arabaya gidiyorum" dedi Mehmet. Mehmet'in yeniden niçin arabaya gitmek istediği de, bir sır olarak kaldı. Para çantasını mı almaya gitti, yoksa arabayı bir kez daha çalıştırmayı mı denemek istedi, o da anlaşılamadı. Sadece "Selma'nın çocuklara "bekleyin kızlarım biz hemen geleceğiz" dedikten sonra Mehmet' "bende geliyorum, bekle" dediği duyuldu. "Hayır gelme, sen çocuklarla kal !" dediyse de, dinlemedi Selma koşup Mehmet'in elinden tuttu. Mehmet önde Selma arkada arabanın sağ ön kapısı önüne geldiler. Mehmet kapıyı açmaya çalışırken birden kuvvetlice gelen hızlı bir su akıntısıyla yere düştü, toparlanamaya çalıştı, beceremedi. Selma'nın elini daha sıkıca kavradı. Selma şans eseri sağ ön tekerin önünde durduğu ve selinde tekeri yararak ilerlemesinden dolayı daha az etkileniyordu. Selma bir eliyle kocasını tutmaya çalışırken bir yandan da hızlı bir şekilde arabanın üzerinde tutunacak bir yer aradı. Radyo anteni geldi eline hemen tuttu. Sel gittikçe daha yükseliyor ve hızını artırıyordu. Mehmet selin içinde ayağa kalkmaya çalışıyordu, defalarca denemesine ragmen bir türlü başaramıyordu. Selin getirdiği çamur ve mil asfaltı iyice kayganlaştırmıştı. Kurtulma şansının bittiğini gören Mehmet selin içinden bin bir zorlukla "bırak benim elimi Selma, kendini kurtar" dedi. "Hayır canım bırakamammm, sen sakın elimi bırakmaaaa" diye bağırdı durdu Selma. (Olaya 15-20 metre ileriden tanık olan şoförler ve diğer bekleyenler karı ve kocanın sel ile boğuşmalarının ne kadar sürdüğünü ve onlara nasıl yardım ettiklerini asla söylemediler, biz günahlarını almadan hiç kimsenin yardım etmeye zamanı olmayacak kadar çok kısa bir süre öyle kaldıklarını düşünerek devam edelim). O anda bir eliyle tuttuğu anten kırıldı ve Selma'da kocasının üstüne doğru yuvarlandı "İmdaaat !" diye bir ses duyuldu en son kez. Karanlığa doğru sürüklenip gittiler, ağzın selin sesinden başka hiçbir şey duyulmadı artık.

Selin içinde Selma ve Mehmet'in kaybolmasından epey bir süre sonra şoförlerden biri çocukları kamyonuna bindirdi ve Döşemealtı Jandarma Karakolu'na teslim etti, kısaca olayı anlattı ve "ben izninizle yola devam etmeliyim" dedi. Jandarmalar çocukları yanmakta olan sobanın yanına oturtup, havlularla kuruttular. Komutanları çocuklara sorular sorup kim olduklarını çözmeye çalışıyordu. "Dedem var Burdur'da" dedi, içlerinden biri. Komutan "telefonu var mı dedenin ?" diye sordu. "var" deyip telefon numarasını verdiler. Komutan telefonun başına geçip numarayı çevirdi. Zaman gece yarısını çoktan geçiyordu. Uykulu bir ses "Alo" dedikten sonra komutan çok üzgün bir ses tonuyla anlayabildiği kadarıyla olayları anlatarak ve kızıyla damadından haber alınamadığını söyledi ve ekledi "sizin telefon numaranızı şu an misafir ettiğimiz Seda ve Leyla'dan aldık".

Saat üç civarlarında Antalya'ya doğru içerisinde şaşkın ve ağlamaklı insanların olduğu bir araba hızla ilerliyordu. Dört civarlarında Döşealtına gelen iki kadın bir erkek karakola hızla girdiler. Küçük vücutları daha fazla yorgunluğa ve uykusuzluğa dayanamamış çocuklar uykuya dalmışlardı. Komutan üzgün ama serinkanlı bir şekilde olayı bir kez daha anlattı. Kadınların hıçkırıkları karakolu inletiyordu. Askerler aileyi teselli etmeye çalışıyorlar, bir yandan da "işallah, bir şey olmamıştır, şafak söker sökmez aramaya çıkarız" diyorlardı.

Sabah ezanı ile birlikte, karanlıklar azaldı ve jandarmalar ile birlikte gözü yaşlı aile Selma ile Mehmet'i aramaya çıktılar. Jandarma aracı önde olduğu halde, tarif edilen yere geldiklerinde şafak söküyor ortalık ağarıyordu. Kadınlar arabanın içinde kaldı, erkekler çevreye belirli aralıklarla dağılarak aramaya başladılar. Gözü yaşlı baba yoldan yaklaşık otuz metre aşağısında çalılara sırtını yaslamış ve gülerek bakan kızını gördü. "Kızım, Selmam, geçmiş olsun" diye bağırarak koştu. Yanına geldiğinde Selma'nın yüz ifadesinin hiç değişmediği fark etti, dokundu buz gibiydi. Yaşlı adam kızının cansız bedeni üzerine kapandı hıçkırıklarla bağırmaya ve ağlamaya başladı. Sesi duyan askerler hemen koşup kızının üzerine kapan babanın yanına geldiler. Koluna girip, zorlukla ayağa kaldırdılar. Askerlerden biri bağırdı "komutanım çocukların annesini bulduk". Diğer askerler hemen battaniye getirerek Selma'yı içine dikkatlice aktardılar. Baba "bırakın ben taşırım" dedi ve göz yaşlarını sel gibi akıtarak battaniye ile sarılmış kızını kollarında arabaya kadar taşıdı.

Saatler boyu aramaya karşın Mehmet bulunamadı, komutan gözü yaşlı babaya kızını götürmesini istedi, damadı için ise aramalara devam etme sözü verdi. Selma'nın cansız bedeni anne ve babasının mahallesine geldiğinde ortalık ağlama seslerinden yıkılıyordu. Bir müddet sonra aile büyükleri cenazenin bir an önce defin edilmesi gerektiğini söylediler. Selma'nın cansız bedeni son kez yıkanacaktı. Cenaze yıkayan kadınlar Selma'nın iki elinin de sıkı sıkı kapalı olduğunu gördüler. Sağ elinin içindeki metal parçasının arabalarının anteni olduğunu anladılar. Diğer elini de hafif hafif sıcak su dökerek açmaya çalıştılar. Uzun bir süre sonra eli içerisinde bir gömlek parçası olduğunu gördüler. Üç gün sonra Mehmet'in cenazesi bulundu, gömleğinin bir kısmı parçalanmıştı.

Yıllar geçti, o günün cimcime Leyla ve Seda'sı bu gün lise öğrencisi olarak öğrenimlerine devam ediyorlar. Yaşamaya annesiz ve babasız devam edebilmenin gücünü göstererek. Hep bu güçlerini, annelerinin yaşamını ortaya koyarak ve kaybedeceğini bile bile umutsuzca, babalarını kurtarmaya çalışma azminden aldıklarını düşünmüşümdür. Öyle ya kaçımız sele kapılırken bile eşimizin gömleğini kavrayıp, öncelikle ona destek olmaya çalışır ? Bu cevabının doğruluğu asla bilinemeyecek bir sorudur. Selma ve Mehmet şimdi yan yana ebedi istirgahlarında sessizce uyurlarken, kızları bu büyük aşkın sihirli gücüyle yaşama daha bir sıkı sarılıyorlar…

Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Yukarı

Tuba Çiçek

 Rengarenk: Tuba Çiçek


   ŞEYTAN DA BENDEN YANA MELEK DE

Nedense, kendimiz için ne anlam ifade ettiğimizden çok, birileri için ne anlam ifade ettiğimizin peşine düşeriz.. Belki de bu yüzden gerek duyarız üstümüze eğreti duran show'ların başrol oyuncusu olmaya.
- Ağır ol, molla desinler...
- Peki niye?
- E öyle... Mollalık iyi bir şeydir.
- Kime göre iyi?
- Genel kabul budur.
- Peki ya benim kabullerim ve olmak istediğim kimlik?
- Salla şimdi onu..
- Peki, şimdi sallayayım da; ya sonra?
- Sen hele bir toplumda kabul gör de, sonra yaparsın bir güzellik kendine..
- Olduuuuu! Hayatımın yarısını kimliğimi bulmak için geçireyim, kalan yarısını da toplum tarafından kabul edilmek için! Ne anladım peki ben bu hayattan?
- Şunu anladın: 'Ağır oldun, molla sandılar.' Selametle efendim.. Arkanızdan "rahmetli çok mollaydı" diyecekler...

"Kendi hakkımızda bildiklerimiz, belleğimizin hatırda tuttukları, yaşantımızın mutluluğu için sanıldığından daha az kesindir. Bir gün gelir, bu yaşantıda başkalarının hakkımızda bildikleri (ya da bildiklerini sandıkları) şeyler çıkıverir ortaya; o zaman onların fikirlerinin daha güçlü olduğunu fark ederiz. İnsan adının kötüye çıkmasındansa bildiklerinin yanlış çıkmasına daha kolay katlanır" der Nietzsche...

Yaşantımız 'olduğumuz, olamadığımız ya da olmaya çalıştığımız kimlikleri' birilerine onaylatmak üzerine kuruluysa, o kimliklerin onaylanmamasındansa, bildiklerimizin külliyen yalan çıkmasını tercih ederiz. ("Bu kız böyle tumturaklı şeyler yazmazdı ama.. kafası karışık olmalı" diyorsunuz değil mi? Panik yapmayın, örnek üzerinde açıklayacağım şimdi.)

Birey: Seks, her iki cins için de ihtiyaçtır.
Toplum: Kadınlar seks yapmadan da yaşayabilir ama erkekler asla.
Birey: Bu görüş, erkek hegemonyasının ve eğitimsizliğin ürünüdür.
Toplum: Böyle düşünen kadınlar hafif kadındır.
Birey: Adımın 'kötü kadına' çıkmasındansa, yanılmış olmayı kabul ediyorum.
Toplum: Hah şöyle, hanım kız ol bakiiim!

Bakın, üç yaşındaki bir çocuğa anlatır gibi anlattım. Sanırım artık anlamayan kalmadı.

Herkes bir parça günaha yakın durur aslında... Yasakların her zaman insana daha cazip geldiği klasik bir düşüncedir ama doğru olduğu için klasikleşmiştir zaten. Yani en azından şimdiye kadar aksi ispatlanamadı.

Kimileri iç yasaklarına uyar, şeytanı kapının önüne koyar.. Kimileri her daim şeytanla dosttur.. Kimileri de iki arada, bir derede yaşar.

Kimileri şeytanla ahbaplığını teoride sürdürüp, tatbikata dökmez; kimileri hem teoride, hem de pratikte şeytanın avukatlığını yapar.

Peki kimdir bu şeytan denen yelloz ya da deyyus?

Metafizik ve mahsulleri bana pek gerçekçi gelmediğinden, şeytanın, insanın ta kendisi olduğunu düşünürüm.

Herkesin şeytanı, kendi içinde gizlidir. Geçmişimiz, eğitimimiz, genetik kodlarımız, yaşadığınız sosyal çevre, ukdelerimiz, kimliğimiz vs... Hepsini toplayın, işte şeytan da melek de o karışımda duruyor.

Kolayını bulmuşuz. Bütün suçları 'şeytana uydum, şeytan dürttü' gibi üçüncü türden yaratıklara atfederiz.. Olmadı 'kader-kısmet' gibi ilahi düzeneklere sığınırız. Ammaaaaa bütün erdemler, iyilikler, yetenekler, sevaplar, güzellikler bizim eserimizdir!

Sevgilisini ya da eşini aldatan kişi şeytana uymuştur.. Aslında yapası felan da yoktur ama olmuştur bir kere. Peki ya kimsesiz bir çocuğun eğitim masraflarını karşılayan birisi için neden 'meleğe uydu canım, yoksa yapmazdı' demeyiz de hemen iltifatlara başlarız?

Bize, bütün kötülükleri şeytan ve türevleri yaptırır ama iyilikleri kendi irademizle, bir başımıza, BİZZ yaparız. Pek adilane değil, ne dersiniz?

* * *

Şeytani duygular her zaman ayıp ve yasak olmuştur. Ancak son zamanlarda, melekler de pek prim yapmaz oldu.

İnsanlar yalnız, insanlar güvensiz, insanlar kendilerini kurban olarak görüyorlar... Hal böyle olunca da birileri tarafından onaylanmak, 'özel insan' olarak addedilmek ve kabul görmek, histeri boyutlarına ulaşıyor tabii.

Bu yüzden, herkes kendi meleğini sahiplenme moduna giriyor. "Sen sadece benim meleğim ol, kalanların da şeytanı ol ki, kendimi özel hissedeyim..."

- Sen herkesi seviyorsun...
- E ne var bunda sevecen bir insanım.. Sevmesem kalpsiz, ruhsuz derdin.
- İyi ama herkese sevecen davranıyorsun. Bu beni rahatsız ediyor.
- Nasıl yani ya?
- E bana da öyle davranıyorsun.
- Haa diyorsun ki yani: "Ben bi başkayım, beni bi başka sev. Ya da, boş ver diğerlerini sadece beni sev."

İnsanlar, mesafeli davranmaktan sevgisizliği anlıyorlar artık. Ya da aslında demek istedikleri şu: "Herkese mesafeli ol ki prensip sahibi sansınlar. Ve üstüne bir de benimle olan mesafeleri en aza indirge ki, ben de özel olduğumu hissedeyim.."

Peki diyelim ki sen benim gözümde özel bir insan değilsin. Bu, senin gerçeğini değiştirir mi? Sen özel bir insansan zaten özelsindir, benim onayıma neden ihtiyaç duyarsın be adam ya da be kadın?

Durum budur ey okur. İnsanlar ömürlerinin yarısını birileri için ne anlam ifade ettiğini sorgulamakla geçiriyor.

Hepiniz tanık olmuşsunuzdur şöyle konuşmalara:

- Baba şimdi ben bu hatuna hemen yazılsam adım çapkına çıkar. Önce dost ayağına yatayım, biraz romans yapayım, sonra yazılayım. 'Sarkıntı adam' demesin... (Kardeşim sen bu hatundan hoşlandın mı? Bırak oyun oynamayı, takla atmayı da anlat derdini. Sen kendini bildikten sonra...)

- Daha ilk tanıştığımız gün onunla yatarsam benim hakkımda ne düşünür? (Güzelim, bugüne kadar senin kendi hakkında bir fikrin yoksa ve bu adamın görüşleri senin kalitene ölçüt olacaksa, sen ne işe yararsın?)

Ölüp gittiğimizde, birileri için ne ifade ettiğimiz de silinip gidecek nasılsa... Hiç olmazsa şimdiki zamanı yaşayalım yahu!

Hem kimiz ki biz, birileri için 'çok mühim anlamlar' ifade edelim? E hadi ettik diyelim; biz yok olunca bu anlamlar bir yerlerde kalacak mı? Ansiklopedilere, anıtlara, literatüre felan geçecek mi? Yoooo!

Yaşam içinde 'sanatçı duruşunda' olmamıza ne gerek var? Kime bu sorumluluk? Kendine saygı mı? Peeeh! Kimliğini, başkalarının kendisine yüklediği anlamlara göre ayar eden birisinin, kendisine saygıdan bahsetmesi olsa olsa budalalıktır...

Yemeyin beni de; içinizde ki şeytanı da meleği de azat edin artık. Salih Ecer'in de dediği gibi:

"Söz Ağızdan çıktı bir kere
Şeytan da senden yana melek de..."


Tuba ÇİÇEK
tuba@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Kahvecigillerden : Doğan Sovuksu


İMKANSIZ AŞK

-Herkes kendi aşkının gerçek olduğunu düşünür bilirsin, buna rağmen cesurca söylüyorum ki yaşadığımız şey aşk.Yaptığım her resimde aşkımızın renklerini görebilirsin.Yüzündeki ifadeler o kadar güzel ki ellerim bunu aynen yansıtacak beceride değil. Klimt’ in tablolarındaki gibi, tek parçayız. Aşkın içinde...

-Biraz abartmıyor musun?

-Böyle şeyler söylemeyi sevmem biliyorsun. Saçmaladığımı düşünüyor olmalısın ama bu kez abartmıyorum.

-.......

-Yıllardır bir türlü bulamadığımız sevgilinin hasretini çekmiyor muyduk karşılaşmadan önce? Eski sevgililerime yazdığım tüm şiirler, çizdiğim resimler...Hepsi emanetti ve bu emaneti artık birisinin alması gerekiyor. Aşık olduğum kişinin...Diyeceğim şu ki...

-Anlamıyorum ...??

-Evlenmeliyiz.

-Neeeee?

-Evlilik?

-Ama ben daha 23 yaşındayım.

-Ben de 27 yaşındayım ne olmuş?

-Şeyyy...

-İstemiyor musun yoksa?

-Hiç düşünmedim ki. Ne istediğimi bile bilmiyorum. Bu beni korkutuyor.

-Benimle evlilik mi?

-Hayır! Evet, yani hayır...Beni korkutan sensin. Üniversiteyi bitirdiğinden beri.....

-Eeee?

-Sende hiçbir ilerleme yok.

-Nası..???

-Tanıştığımız 3 yıldır sende bir değişiklik yok. Saçını taramandan, sabah kahvaltıda yediğin reçele kadar her şey aynı. Hala aynı arabayı sürüyorsun, aynı kotu giyiyorsun.

-O reçeli sen de çok seviyorsun. Ayrıca arabamın nesi var??

-Geçen hafta köprünün ortasında bozulduğunu unutmuş olamazsın.

-Sonsuza kadar bozulmayan araba var mı? Hakkını yeme, içinde az mı sabahladık Akdeniz’de?

-Aynı araba, aynı kot, aynı tablolar, aynı cüzdan, aynı eskilikte paletler, aynı solmuş kadife koltuk, aynı çaydanlık, çay bardakları, aynı perdeler, aynı renkler.....Ben bu sıradanlıktan sıkıldım...

-Sıradanlık ha!! Sen değil miydin evimdeki salaşlığı çok seksi bulduğunu söyleyen? Her sevişme sonrası devrilen boya kutularını günlerce bana toplattırmayan? Dökülen boyaların üzerinde kayarken sıradanlıktan şikayetçi değildin....

-Anlamıyorsun. Çevrende olup bitenler umurunda değil. Daha iyi bir yaşam için hiçbir çaban yok!

-Daha iyi bir yaşam mı? Yaşadığımızdan daha iyi bir yaşam olabilir mi? Televizyon izlemiyoruz, aptal barlara takılmıyoruz, geri zekalı arkadaşlarımız yok, sokaklarda sürtmüyoruz, her gece şarap içip sevişiyoruz, köpeğimiz Dali var.....

-Hev!!

-......resimlerden yeterince para kazanıyoruz, birbirimizi deli gibi seviyoruz. İstediğin ne olabilir ki başka?

-Dünyadan haberin yok! Sana göre senden farklı herkes geri zekalı...Kendini herkesten üstün zannediyorsun ama seni kimseye beğendiremiyorum. Annemler habire senin nasıl geçindiğini soruyorlar bana. Nasıl evlenebiliriz ki? Babam gibi, her ay sonu hesaplara boğulması muhtemel biriyle evlilik fikrinden korkmam normal değil mi?

-.......??

-Bakma bana öyle!!

-İnanamıyorum. Bu kadar klasik bir konuda boğulacağımızı hiç düşünmemiştim. Hani kızlar babası gibi erkeklerle evlenmek isterlerdi? Offf!! Kabul iğrençti!! Seni ikna etmeye çalışmayacağım. Geleceğim hakkındaki güvensizliğin beni yeterince sarstı. Sen bana inanmazken ben kendime nasıl inanayım?? Unutma mükemmel hayat arayışı her zaman yıkıntı getirir. Arayıştasın, gençsin ve dünyanın sadece senin için döndüğünü zannediyorsun ama yaşın ilerledikçe anlayacaksın ki......

-Çok yaşlıymışsın gibi konuşuyorsun.

-Yaşlı değilim ama bazı şeyleri şimdiden düşünmekle ilerde çekeceğim sıkıntılardan kurtuldum. Benden iyisini bulacağını düşünmeni sağlayan ne varsa onun peşine takıl hiç durma! Nasıl olsa benim değerimi anlayacaksın zamanla.

-Kendine çok güveniyorsun, bir elinde fırça, bir elinde sigarayla 2’mizin ruhunu doyuracağını mı sanıyorsun? Ruhumuzu boş ver, karnın şimdiden zar zor doyuyor.

-Vayyyyyy. Senden beklemediğim derecede edebi sözler bunlar. Ferrari hayaliyle, tablolarım arasında gidip geliyorsun anlaşılan. Karnım benden şikayetçi değil. Mutluyum ben. Dali’ ye baksana ne kadar neşeli. Benim gibi onun da büyük hayalleri yok çünkü! İstediğim işi yapıyorum. Çiziyorum. Dışarıdaki karanlığın üstüne rengarenk renkler çizerken evimde, sen renksiz dünyaların hayalinde boğuluyorsun. Ben hayallerimi gerçekleştirdim. Artık hayal kurmuyorum çünkü hayalin ta kendisiyim. Senin de hayalinin...İmrendiğin dünya gerçek değil ve seni çiğneyip dışına atacak. Bugün var, yarın yok o renkler, oysa benim renklerim sonsuza kadar taşıyacak mutluluğumu... Yıllar sonra yıpranmış ve yenilmiş halinle bana gelirsen eğer, şimdiden söyleyeyim; gözlerine bakabileceğimi sanmıyorum. Bu beni kahredecektir. Tüm bunları biliyorken neden....?

-Her şeyi bildiğini zannediyorsun.Birkaç felsefik cümleyle tüm dünyanın sırrı sende zannediyorsun. Hiçbir şeyi bilmiyorsun!! Çizdiğin resimler kimin umurunda? Binaları boyayan amelelerden fazla para kazanmıyorsun emeğine karşılık. Ressamsın, sözde özgür ruhlu bir sanatçısın ama gidip çocuk odalarının duvarlarına ayı ve kirpi resimleri yapıyorsun, belediyenin boruları senin çiçeklerinle dolu...

-Bu kez beni gerçekten üzdün. Kızmayacağım. Eğer bu işleri yaparak küçülüyorsam ve aşağılanıyorsam bunu içtiğimiz şarapların parası hatırına....Sana hediye ettiğim 1200 dolarlık gitar.....

-İstersen geri verebilirim. Parasını söylediğin hediyeyi ne yapayım?

-Söylememeliydim haklısın ama o kadar acımasızsın ki! Neden her şeyi berbat ediyorsun?Beni tanımıyor musun? Nasıl söylersin bunları? Bir daha kapanmayacak yaraları nasıl açarsın? Her şeyi mahvettin, bu aşk kolay mı kuruldu zannediyorsun? Beni anladığını sanıyordum, ideallerimin arkasındaydın sen de. Şu anda tamamen savunmasızım ve söyleyeceklerine hiçbir cevabım yok...Konu daha fazla paraysa eğer...O konuda kimseyle yarışamam, zaten birileriyle yarışarak yaşayamam. Sadece birkaç erdemim var, bunlar seni doyurmuyorsa eğer......

-Bak biliyorum kırdım seni ama hep uyardım. Bu düşünceler aniden oluşmadı. Değişmemekte direniyorsun hala.....

-Resimlerim bir gün 100 milyarlar edecek. O zaman değişmiş olacak mıyım? İnandığım şeyi yapıyorum. Bir gün birileri beni anlayacak, sen olmasan da.....

-Bak seni üzmek istem.......

-Sen değiştin de ne oldu? Başlarda birbirimizi tamamladığımızı düşündürdün bana, oysa ne kadar farklıymışsın..... Her şey ralli kursuna gitmenle başladı. Beni hep o içi boş yuppie’ lerle karşılaştırdın. Bende olup da onlarda olmayan şeyleri umursamadın, onlarda olup da bende olmayan şeyleri istedin. Çünkü kalabalıkların hayallerini onların yaşamları belirliyordu. Yenildin ama onurunu tut ve bırakma!! Doğanda yok bu yenilgi biliyorum...Sen erdemli biriy......

-Hakaret etmeyi bırak, tanımıyorsun hiçbirini, hepsi iyi eğitimli çocuklar. Bırak artık bu fakir edebiyatını! Önyargılı ve kabuğunda gizlenmiş inatçı ve korkak bir adamsın!!

-Korkak ve inatçı mı?? Sende bir türlü gelişimini tamamlayamamış bir Barbie bebeksin!!

-Sen de iktidarsız bir maçosun......

-Seni aşağılık.........

-Dur yapma!!

-Resimler ne kadar da çirkinmiş oysa!! İktidarsız bir maçonun yaşamayan sevgisinin zavallı resimleri bunlar!! Aşkın resimleri bugün bedava ama 50 yıl sonra 100 milyarrrrrrr edecek .......Almak ister misiniz?

-Resimlere dokunma.....!!! Durrrrrrrrr..........

İktidarsız maço ressamın üzüntüsü, hayal kırıklığı ve isyanı tam 24 resim ve 4 Apollon kafasının 15 dakika içinde paramparça olmasına neden olur. Yaklaşık 3 trilyon lira biten bir aşk uğruna boşuna harcanırken aynı anda bir TV kanalındaki yarışmada bir zavallı daha elenmiştir. Herkes ağlamakta veya ağlama taklidi yapmaktadır. Jüriden biri sahne arkasında, eleneni teselli ettikten sonra kahve makinesine doğru yönelirken, yarışmacılardan dünya güzeli bir kız yanına yaklaşır:

-Tarık Bey, biraz konuşabilir miyiz?

-Ne oldu Çiğse? İyi misin?

-Size bir şey söylemek istiyorum.

-Tabii, söyle.

-Aşığım size.

-Ne?

-Size aşığım. Oh be söyledim. Geceleri rüyalarımda sadece siz varsınız, gündüzleri çalışmalarda nefes alamıyorum sizi görünce...

-Sakin ol, birileri duyacak. Bana aşık olduğunu sanıyorsun ama değilsin!! Hay aksi ya! Dur sakin ol! Bak...! Zamanla çok güzel ruhlu insanlarla karşılaşacaksın ve bu söylediklerin için üzüleceksin. Unutalım bunu OK? Ben hiç duymadım, tamam?

-Sizden daha güzel ruhlu insanlarla tanışamam. Çok güçlüsünüz, olgunsunuz, siz.....Siz süpersiniz ya!! Sizin karşınızda konuşabilmem bile bir mucize.

-Lütfen sakin ol. Benim senden hiçbir farkım yok, ayrıca ben evliyim, buna saygı duymalısın ve bu konuda bir daha tek laf etmemelisin. Rica ediyorum.

-Siz çok.....çok iyisiniz ve çok güçlü..çok......güç.. ayyyyy........

Çiğse bayılır...Kameramanlar Çiğse’ ye yönelir ve bayılmasını, elenen çocuğa üzülmesine yorup güzel bir haber yakalamanın mutluluğuyla işlerini bitirirler ve HayatBu-34 Kebabım’ a çorba içmeye giderler. Çorbacıda kameramanlardan birinin bakıştığı kadının sevgilisiyle, kameramanlar arasında kavga çıkar. Kameramanlar, aralarından birinin çalıştıkları programı söylemesine kadar bir güzel dayak yerler. Onlardan özür dilenir ve hesap dayak atanlar tarafından ödenir. Kadın kameramanlardan birine gizlice telefon numarasını verirken saat sabahın 5’idir.

Ve ülke bir daha uyanmamak üzere yattığı uykuya devam eder......

Horlama sesi sadece uyuyamayanları rahatsız etmektedir.......

Doğan Sovuksu

Yukarı

 Vergeet me niet* : Nur Aykanat

* Beni Unutma Çiçeği (Hollandaca)

Sevgiliye Mektup

Sevdiğim,

Merhaba bugün ikinci kez merhaba diyorum. Ne güzel dün de merhaba diyebilmiştim sana. Sesini duydum yüzünü gördüm ya birtanem yaşadım sanki seni, bir ömre değer. Şu an başım dönüyor biliyor musun? Sanki iki üç bardak şarap, bir bardak cin tonik ya da bir duble rakı içmiş gibiyim. Oysa, bugün içecek olarak sadece bol miktarda çay içtim.

Bugün, herşey güzel, herşey.. Evimiz güzel, hava güzel, gökyüzü güzel, penceremden görünen meşenin yeşilden koyu kırmızıya,koyu kırmızıdan kahverengiye dönüşmüş yaprakları çok güzel, ben kendimi güzel hissediyorum, sen çok güzeldin. Herşeyinle, saçsız halinle bile.
Kütüphanenin bir köşesinde küçük bir toprak vazoda top kadifeler, yıldız çiçeği bana gülümsüyorlar, masanın üzerinde cam bir vazoda kırmızı güller tüm güzellikleriyle vakur duruyorlar, balkonda üzerinde kır çiçekleri olan koca bir saksı içime sevinç dolduruyor.

Kahvaltı yapmış dünkü ve bugünkü gazeteye dalmıştım ki, kapının çalınışıyla irkiliverdim. Kardeşimin arkadaşıymış, tekrar gazeteye döndüm. Bir kapı çalışı daha ve bu kez de aşağıdaki komşunun kızı İngilizce çalışmaya gelmiş. Kalemimi defterimi alıp geleyim dedi, bir daha da gelmedi.

Kalktıktan iki saat kadar sonra posta kutusuna bakmak üzere aşağıya inmeye karar verdim. Henüz merdivenlerden aşağıya kadar inmeden posta kutusunun içindeki mektupları gördüm. Biri mutlaka benimdir deyip hızla açtım posta kutusunu. Biri değil, ikisi benimdi üç mektuptan. Hemen açmadım yukarı çıkıp bir sigara yaktım. İkisini de zarftan çıkardım. Okudum, güldüm, yüreğim çarptı, coştum, güldüm, sevindim, mutlandım, güzel günleri anımsadım.
Canım benim, herşeyi öyle güzel anlatmışsın ki, her türlü duyguyu okuma süresi içinde birden yaşadım. Sevgiyi hissettim. Başım dönüyor başım..

Sevmek bir sanat mıdır gerçekten? Evet bence öyle. Herkes sevmeye muktedir değil gibi geliyor bana. Sevmeye yeteneği olmayan, üstelik sevmeyi öğrenmek için çabalamamiş abartılı olmasın ama, tonlarca insan var sanki. Sevmeyi tıpkı bir sanat dalını, tıpkı bir mesleği öğrenir gibi öğrenebilir insan. Bir sanat dalını bir mesleği öğrenme sürecinde insan önce bilgi depolar, o dalla ilgili kuramı öğrenir, bu birinci adımdır. Sonrada ikinci adım olarak, pratikte ustalaşır.Ama bir üçüncü şart daha vardır, o da ustalasmayı istediği alanı en önemli işi olarak kabul etmesi, dünyada ondan daha önemli hiçbirşeyin bulunmadığını düşünmesidir.İnsanoğlu kendine gerekli olan her konuda müthiş atılımlar yapmış tıpta, teknikte, sanatın pek cok dalında gelişmiş ve gelişmekte olmasına rağmen sevmeyi öğrenme konusunda büyük atılımlar yapamamıştır.Nedeni acaba sevginin sonucunda başarı, itibar, para, güç gibi bugün ve insanliğin tarihinde hep önemli olmuş öğelerin bulunmayışı mıdır?

İşte sevda, işte sevinç kaynaklarımdan biri yaşamıma zevk, neşe, tad katan, sevdiğim, bana güzel duyguları yaşatan adam, diyorum. Yürek çoskulu, yürek sevgiyle dolu olunca herşey ne güzel oluyor. Canım benim, kalem durdu. Yürek yeniden mektupları istiyor yeniden oku, yeniden oku diyor. Önce bir kahve yap, sonra oku,teybe Joan Baez kaseti koy öyle oku, diyor.
Yüreğimin istediği herşeyi yaptım. Joan Baez` ın buğulu sesi yayıldı odaya. Koca bir tas kahve de içtim ama nafile ayılamadım.
Sevda şarhoşluğu alkoldan oluşan şarhoşluğa benzemiyor ki. Ne açık hava, ne kahve kendine getirmiyor insanı. Aslında pek de kendine gelmek istemiyor insan galiba..
Şimdi 18 - 21 Eylül tarihli mektubunu açtım önüme. Kimi yerlerini bir kez daha okuyorum iyice içime sindirmek için.
" Hem alabildiğine sevebildiğin bir insanın var oluşunun mutluluğu, hem de ayrılığın hüznü karışıyor gibi geliyor bana.." diyorsun gönderdiğim 'biz' için.
Evet canım, o bizim için çizilmiş resim grafik türü şey kızın gözyaşından oluşan erkek kafası yani iç içe geçmiş iki kafa, bütünleşmeyi anlatıyor. Aşkımızı yani.
Tıpkı Erich Fromm` un Sevme Sanatın `daki aşk tarifi gibi " ... birbirine yabancı olan iki insan aralarındaki duvarı birden yıkar birbirlerine çok yakın olur tek bir kişi gibi hissederlerse o an yaşamın en heyecanlı en başdöndürücü anıdır."
İşte o "biz" kızın gözyaşından oluşan erkek kafası çektiğimiz acıyı, özlemi, ama daha da önemlisi bir bütün oluşumuzu, herşeye karşın mutluluğumuzu anlatıyor. Gözyaşı hem acıda hem de mutlulukta yok mudur?
Sonra, sadece benden sen doğmuyorsun aşağıdan yukarıya bakıldıgında sen de beni doğuruyorsun. Dediğin gibi 'iç içe geçmişiz.'
Bu olayın en güzel yanlarından biri de çizenin algılama yeteneği. Demek ki, bizi çok iyi anlamış, bizim duygularımızı paylaşabiliyor. İkimiz için de çok güzel bir armağan. Dostluk, güzel duyguları paylaşabilmek güçlendiriyor beni.

Yazmaya öyle dalmışım ki telefonun çalmasıyla yerimden fırladım. Telefon eden, kapıyı çalan, gelen kim olursa olsun okumam ya da yazmam yarıda kesilince kızıyorum...
Sarhoşluğum geçti canımın içi, artık yazmaktan daha çok düşünmek istiyorum. Filmi başa alacağım dünkü gibi o kanaldan diğer kanala geçmeyeceğim. Seninle olacağım, sadece seninle.. Kucaklıyorum öpüyor, öpüyorum.

Nur Aykanat

Yukarı

 Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan


BEN BU İŞİN KİTABINI YAZMIŞTIM -1-

Ağrımayan dişe kerpeten vurdurmak, dertsiz başıma dert almak konusunda uzmanımdır. İş işten geçtikten sonra boş yere dövünüp durmak, salya sümük ağlamak konusunda da kimse benimle boy ölçüşemez. Bir işte dikiş tutturmayı, bir baltaya sap olmayı da beceremedim. Yaşımı başımı aldım ama dersimi almadım. Hala aklım iki karış havada. Pazarlamacılıktan taksi şoförlüğüne, gece bekçiliğinden pazarcılığa kadar yapmadığım iş kalmadı. Şans bir kerecik bile olsa yüzüme gülmediyse benim suçum ne? Elimi neye attıysam kurudu. Allah “Yürü ya Erkan!” demedi. Can çıkmadan huy çıkmazmış. O kadar şamar yedim bir türlü uslanamadım, durulamadım. İlla her yere burnumu sokacağım. Kambersiz düğün mü olur?

Arkadaşım Veli’yle birlikte emlak işine soyunduk. Aha, bakın şuraya yazıyorum, bu işte kesin yırtacağız. Köşeyi dönmemize çok az kaldı. Hele bir yaz gelsin. Emlak işi şöyle iyice canlansın. Eşek yüküyle para kaldıracağız.

Okulundan arkadaşım Veli ayarsızın biridir. Kırşehir'in köylüğünden olduğuna bakmadan her türlü ortama girer çıkar. "Akşama bendensin. Gelip seni evden alırım. Üstüne adam gibi bir şeyler giy."deyip telefonu trak diye kapattı. Bana bir yalan uyduracak kadar zaman tanımadı. Gak guk edecek kadar, işim var, misafir gelecek demeye bile fırsat bırakmadan emri vaki olarak olaya son noktayı koydu. Keşke "Ben gelemiyorum." diyebilseydim. Hadi o ne halt isterse yesin. Bana ne oluyor? Madem ki biliyorum ...mün huyunu, niye içiyorum turşunun suyunu? Adını aklımda tutmayı hiçbir zaman beceremeyeceğim güzide bir kulübümüzün yaza veda partisi varmış. Oraya gidecekmişiz.

Sanki yaz gelirken bize mi sormuş? Uğurlamasak, vedalaşmasak hürmette kusur mu edeceğiz? Oldu olacak minibüs durağına kadar geçirseydik bari. Tamam, Veli ile ben birer kazmayız diyelim. Bu olayda yaza veda partisi veren kulübün hiç mi suçu yok? Kardeşim, her önüne gelene niye davetiye dağıtıyorsunuz? Biraz seçici olun. Davetiyenin altına iki küçük cümlecik ekleseniz geberir misiniz? "Eli pantolon cebinden sürekli şeyini karıştıran, dam budalaları ve damı olmayanlar giremez." yazsanız olay bitecek.

Bizim kırkayak söylediği gibi akşam üzeri gelip arabasıyla beni evden aldı. Kulübe vardığımızda saat dokuza geliyordu. Kapıda karınca gibi görevli kaynıyordu. Veli, kapıdaki oğlana bir beşlik toka edip arabanın anahtarlarını uzattı. Girişte yedi sekiz kadar izbandut gibi korumalar vardı. Girişin her iki yanında kocaman iki meşale isli dumanlar kusarak yanıyordu. Davetiyelerimizi kapıdaki İngiliz Lordu kılıklı görevliye uzattık. Saygıyla eğilip “Hoş geldiniz efendim” diyerek bizi selamladı. Bahçedeki kalabalığa doğru yürüdük.

Konuklar bahçedeki kocaman havuzun etrafında toplanmışlardı. Havuzun etrafı bodur ağaçlar ve çiçeklerle süslenmişti. Ahşap bir çardağın altında havuz boyunca uzanan bir yiyecek büfesi hazırlamışlardı. Büfenin hemen arkasında dört barmen konuklara içki servisi yapıyordu. Büfenin üzerinde küçük sandviçler, kanepeler, meze sayılabilecek ve atıştırılacak yiyecekler değerli bir tablo gibi masaları süslüyordu. “Ölmeden cennete düşmek bu olsa gerek.” diyerek soluğu büfenin önünde aldık. Görünüşü ile ilgimi çeken her şeyin tadına bakmaya başladım. Adını bile bilmediğim, daha önce hiç görmediğim yiyeceklerle birer birer ilgilendim.

Bodur ağaçların üzerlerine, havuzun dibine ve binanın duvarlarına yerleştirilmiş lambalarla bahçede yumuşak bir aydınlık yaratılmıştı. Işıklar ortamı boğmadığı için gökyüzündeki yıldızlar pırıl pırıl görünüyordu. Manzara gerçekten çok etkileyiciydi. Şık giyimli beyefendiler, birbirinden güzel iki dirhem bir çekirdek kadınlar havuzun etrafında birbirleriyle sohbet ediyordu.

Veliyle birlikte kıtlıktan çıkmış gibi yiyeceklere ve içkilere saldırdık. O gece ilk kez adını filmlerin bar sahnelerinden anımsadığım martini, malibu, blodymaryi (Çok sonra bir arkadaşım bana kanlı marynin bir bayan içkisi olduğunu söyledi.) bile denedim. İşin içinde para pul, hesap, kitap falan olmayınca kendimi kaybetmiş olmalıyım.

“Veli!! Aslan arkadaşım. Seni yirmi yıldır tanırım. İlk defa kedi olalı bir sıçan tuttun. İtiraz istemem. İçimden geldi. Dur, vallahi öpçem.”deyip arkadaşıma sarıldım. Hafif şapırtılı ve alkol katkılı bir içtenlikle onu öptüm.

Karnım ve gözüm doyunca elimde şarap kadehi ile etrafı kolaçana çıktım. Karnı tok her hemcinsim gibi diğer davetlileri özellikle de bayanları süzmeye başladım. Beş kişilik bir davetli öbeği kendi aralarında keyifle sohbet ediyorlardı. Onların yanında ama onlarla alakası iğreti duran bir fıstığa gözüm ilişti. O konuşmuyordu, sadece dinliyor ve gülüyormuş gibi yapıyordu. Arada bir gülme taklidini ustalıkla sürdürürken bakışlarını davetliler üzerinde gezdiriyordu. Belki de henüz gelmemiş birini bekliyordu. Onu göz hapsine alıp, bu gece için çalışma alanım olarak seçtim. Tanışma girişiminde bulunmadan önce biraz daha bekleyecektim. Eğer bir beklediği varsa ve yarım saat içinde gelirse ondan vazgeçecektim.

Karnı tok, hafif alkollü, girişimciliği ve medeni cesareti tavan yapmış bir çapkın olarak kendim için seçtiğim yeni hedefe kilitlendim. Fıstığım esmer, orta boylu, balık eti hoş bir kadındı. Kısa kesilmiş saçları boynuna kadar uzamış, erkeklerin yaptığı gibi ön tarafı yana taranmıştı. Yuvarlak yüzü, simsiyah gözleri, kalemle çizilmiş kadar biçimli kaşları ve çok güzel dudakları vardı. Bir afet sayılmasa da çekici ve güzel biriydi.

Bir süre bekledikten sonra artık onunla tanışmak için harekete geçmem gerektiğini düşündüm. Fazla gecikirsem bir başkası elini çabuk tutabilir, bana da sadece arkasından bakmak kalabilirdi. Kendi eserim olanı On Derste Manita Araklama Stratejileri kitabımın ilk dersini uygulamaya başladım.

Ders 1: Gözünüze önceden kestirdiğiniz bayanla tanışmak için çok aceleci davranmayın. Yerden biter gibi karşısına çıkmak bayanlar tarafından itici bulunmaktadır. Bir süre göz hapsine alıp davranışlarını gözleyin. Yanına gitmek için uygun zamanı seçin. Örneğin tuvalete giden bir bayanın önünü keserek onunla tanışamazsınız. Çünkü acil durum gereği size ayıracak zamanı olmayabilir. Tanışmak için bayanın yanına gittiğinizde sakın heyecanlanmayın. Heyecanlansanız bile belli etmeyin. Yapılan bilimsel araştırmalar, tanışma aşamasında yapılan girişimlerin yüzde doksan oranında başarısızlıkla sonuçlandığını gösteriyor. Ölmüş eşek kurttan korkmaz. Eğer yüzde onluk dilimdeki şanslı erkeklerden biri olmak istiyorsanız kendinize güvenin. Uzun ve anlaşılması zor cümleler seçmeyin. Esperili ve doğal olun. Tanışmaya çok hevesli gibi davranmayın. Çünkü kadınlar çok hevesli olduğunu hissettiren erkeklerin işini özellikle zorlaştırırlar. “Nasılsa bu kolay vazgeçmez; biraz eğleneyim, tadını çıkarayım” diye düşünürler. Özellikle içten ve açık sözlü olun. Herkes açık sözlü insanlara karşı hoşgörülüdür. Ucuz esprilere gülün. Küçük aksiliklerin keyfinizi kaçırmasına izin vermeyin.

Yanına gidip elimi uzattım.
- İyi akşamlar, benim adım Erkan.
- Memnun oldum. Benimki de Songül…
- Bana yazık ama, bir saattir sizi kesiyordum.
- Zamanınızı boşa harcamışsınız.
- Ne yani, benimle sohbet etmek istemiyor musunuz?
- Buna mecbur muyum?
- Evet, çünkü benim işim bu.
- Nasıl yani?
- Davetteki yalnız kadınlarla ilgilenmek için ücret alıyorum.
Güldü, gülerken elindeki kadehten yere biraz şarap döküldü. Kitabın birinci dersini geçmiştim.

Gülmesi bu işin gizli şifresinin çözmek gibi kabul ediliyordu.
- Birazdan arkadaşım gelecek. Benimle fazla ilgilenmeniz gerekmiyor.
- Olsun, gelinceye kadar ben size arkadaşlık ederim.
- Dudağınızın kıyısında bir şey mi var?
- Vardır. Biraz evvel masalarda ne var, ne yoksa hepsini silip süpürdüm.
- Çok mu açtınız.
- Hayır, bedava diye yedim.
- İsterseniz sizin için de bir şeyler getirebilirim.
- Hayır, rejimdeyim.
- Hadi canım, ne rejimi? Bence hiç ihtiyacınız yok.
Yalan söyledim. İnsanların çoğu güzel yalanlara hemen hemen hiç itiraz etmezler..

Ders 2: Tanışma eylemi gerçeklenmişse başarınızı ödüllendirin. Bayan için de mutlaka bir şeyler yapın. Örneğin bir partide tanışmışsanız içki, yiyecek falan alın. Orkestraya bahşiş verip onun için bir şarkı çalmalarını sağlayın. Hava serinse omuzlarına atılacak bir şal bulun. Yağmurluysa şemsiyenizi onun üzerine tutun. Her zaman yapılacak bir şey vardır. Yaratıcılığınızı kullanıp bir çözüm yolu bulun. Cömert ve özverili biri olduğunuzu gösterin. Onun için bir şey yaparsanız kendini size borçlu hissedecektir. En azından kolayca çekip gitmesini önlemiş olursunuz. Hiçbir iyilik karşılıksız bırakılamaz. Ona karşı ilginizi davranışlarınıza yansıtın. Onun her davranışında kendisine ilişkin ip uçları verdiğini unutmayın. Onunla samimiyetinizi arttırmak için muhabbeti iyi bağlamalısınız. Konuşmanızı karşınızdakinin ilgileri doğrultusunda sürdürün.

- Kendime bir içki alacağım. Siz de ister misiniz?
- Bana da beyaz şarap alın. Lütfen.
- Sevdiğiniz bir marka var mı?
- Yok, ne olursa olsun.
Gidip bardan iki kadeh beyaz şarap aldım. Büfeden büyükçe bir tabağa önüme gelen her şeyden doldurdum. Çerez tabağı ve şarap kadehlerini taşırken çok salak göründüğümü biliyordum. Ona ilerideki boş masaya doğru gelmesini başımla işaret ettim. Hiç itiraz etmedi. Artık yelkenler yavaş yavaş suya inmeye başlamıştı. Beklediğini söylediği o arkadaş her kimse artık geleceği yoktu. Hatta ben onun hiç gerçek olmadığını düşünüyordum. Bir yandan çerezlerden atıştırıp, bir yandan laflayarak şaraplarımızın keyfini çıkarmaya başladık.

İlgisiz tavrına rağmen beni ona çeken tanımlanamaz bir sıcaklık vardı. Ayrıca bu kendinden emin hali, burnu havada tavrı da hoşuma gitmeye başlamıştı. Onunla burçlarımızdan başlayarak daldan dala atlayıp onlarca konudan konuştuk.

Arkası Yarın

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz

Yukarı

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
Sevgili koçlar bu hafta başınız göklere değecek ve kendinizi o kadar güçlü hissedeceksiniz ki.. Yine de siz siz olun temkinleri elden bırakmayın. İçinizden gelen sese ve sevenlerinizin uyarılarına kulak verin. Yoksa maddi konular da aşırı harcamalar ufuklardalar. 4 mayıs günü çok önemli bu hususlar da.. Mesleki uğraşlarınız da yeniliklere açık olacağınız bu hafta sakın çarkıfeleği baş aşağı ettirmemeye gayret edin.. Yani is- tek- li olun..

BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Boğalar inanın, sizlerin de koçlardan aşağı kalır tarafınız yok bu hafta !.. Hatta uçuşuyorsunuz resmen.. Çok sevdiğiniz maddi dünyalardan kopuklukları yaşayarak rüyalar alemine dalışlara geçmektesiniz. Ya okyanuslara sığmayacak aşklara yakalandınız ya da uzun zamandır hasretiyle kıvrandığınız bir şeyi elde etmenin tesiri ile kanatlandınız.. Her tarafınızdan enerji fışkırıyor, güzel de onları bir kanalize edebilseniz.. Yine de siz bilirsiniz..

İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Bu haftanız sizlere bazı komplikasyonları da beraberinde getirmek üzere sevgili ikizler. Projeler, ortaklıklar yepyeni fikirler oluşacaklar. Doğacak tansiyonlar sizleri gereksiz fevri davranışlara, kalp kırmalara kadar götürebilecekler.. Cuma gününe kadar bazı ikizlerin gönülleri çıra gibi yanmaya devam edecekler. Yok öyle bir şey deseniz de… 5 ve 6 mayıs günleri gönüller bayrakları yarıya indirebilirler.. Sebeblerini siz biliyorsunuz..

YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Yengeçler bu hafta sizlerin haftası dersem abartmış olmam bu kesin.. Şanslarınızın doruklar da olacağı günlere hazırlanın.. Hafta sonlarına doğru etkisi giderek artacak olan bu kısmetler geçidinden sonuna kadar yararlanın. Salı ve özellikle cuma günlerini yazın bir köşeye, oldumu.. Gizli aşklara meyillenmeyin, içinden çıkamazsınız sonra. Her parlayan nesneyi de yıldız addetmeyin…

ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Dolunay bu hafta sizlere biraz ağır gelecek sevgili aslanlar.. Parasal konular da kantarın ayarını tutturabileceksiniz ama zor mu zor.. İnsanlar üzerinde uyandırdığınız pozitif elektriklenmeler de abartılara kaçmayın… Bazılarını kıskandırabilirsiniz.. En iyisi bu hafta hiç bir şeye angaje olmayın.. Sadece ve sakin sakin kendinizi yaşayın. Kitap okuyun, gezin dolaşın.. Hani evinizle ilgili bir projeniz var ya, işte o çok güzel ilerliyor.. Yetmez mi canım..

BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
Sevgili başaklar bu hafta yenilikler, stajlar ve yolculuklar haftası sizlere.. Haftanın ilk günlerinde planlamalara sonrasında ise uygulamalara geçeceksiniz.. Hele şu cuma günü gelsin, projelerinize desteklerin çoğaldıklarını seve seve göreceksiniz.. Ailevi problemlere kendinizi fazla kaptırmayın, dolunayın bir iki cilveleri haliyle olacaktır. Ama önemli değil. Yolunuza devam edin metanetle.. Kendinizi duygularınızın esareti altına sokmadan bilhassa...

TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Evet teraziler, haftanız sizlere tam anlamı ile bir dönemeç noktasında olduğunuzu istemeseniz de hatırlatacak.. Artık karar aşamasındasınız ve zaten bu da sizlerden beklenmekte her an.. Vakit kazanmak istiyordunuz ama vaktiniz kalmadı sevgili teraziler.. Her şeyi de karşınızdakilerden beklemeyin.. Tavsiyem, bir an evvel kararları verin ve kurtulun şu muallakta yaşamlardan.. İradelerinizin muazzam güçlü olmaları gerektiği dönemlere girmektesiniz.. Bekleyenleriniz var da..

AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Son derece uyanık olmanız gereken bir hafta sizleri beklemekte sevgili akrepler.. Birileri sizlere madik atmaya çalışacak yani sözün kısası manipulasyonlara pür dikkat kesilin.. Evet profesyonel uğraşlarda şanslı bir dönemdesiniz ancak bu şans rüzgarları beraberinde parazitleride getirebilmekteler.. Hafta sonuna doğru bayağı neşeleneceksiniz nedense… Romantizm dolu saatlere az kaldı akrepler..

YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Sevgili yaylar haftanız güzel haberlerle açılıyor.. Özellikle parasal konular da başarılara koşmaktasınız.. Ama öyle armut piş ağzıma düş misali de değil elbette.. Çabalamadan pastayı yemek yok.. Verdiğiniz bir miktar paranın geri gelişi ve/veya istekte bulunacağınız bir kredinin kabul edilmesi gibi konularda olumlu neticelere hazırlıklı olun. Haftanızın güzelliği vereceğiniz emeklere endeksli olacak sevgili yaylar. Bol şanslar tümünüze..

OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Sevgili oğlaklar haftanız oldukça olumlu geçecek yeterki siz yapmanız gerekenlere konsantre olun. Hatta bazı oğlaklar olası anlaşmazlıklarda arabuluculuk yapabilecekler. En azından kendilerinden bunlar beklenecekler. Merih yıldızı haftanıza bir canlılık getirecek ki sormayın. Ailevi ilişkilerinize samimiyetle sahip çıkın, meseleleri oluruna bırakmadan. Harcamalara ve sahte dostlara bu hafta dikkat edin..

KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Ya siz ne istediğinizi tam bilmiyorsunuz sevgili kovalar ya da kabahat dolunay da… Ne olursa olsun bu hafta kendinizi durduk yerde streslere bindirmeyin. Gerçekçi olun ve bazılarının gizli niyetlerine kurban gitmeden yapacaklarınızı metodik bir şekilde halledin. Içinizden gelen sesi dinleyerek. Aşkları doyasıya yaşayacaksınız ve hiç olmazsa bu yönden ferah bir hafta sizleri bekliyor..

BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
Perşembe gününden itibaren ortalık kızışmakta ama herşey sizin yararınıza olacak elbette. Kendiniz ile iftihar duyacağınız günlere bu hafta kavuşmak üzeresiniz sevgili balıklar. Uzun vadeli projeleriniz de başarılar sizleri beklemekteler. Çevreniz ve ailelerinizde ki gençlerle bitmeyen tartışmalara alet edilseniz bile önemli değil haftanızın en olumlu yanı gelecek ile ilgili projeler ve ekip çalışmalarında kısmetlerinizin açık olması

Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Süha Derbent (www.suhaderbent.com)

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir.
Kahve Molası bugün 3.533 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


Yıldıramazsın

Yıldıramazsın güzelim beni bu oyunlarla
Sahte gözyaşlarıyla yalancı tavırlarla
Ben kararımı verdim senden ayrılacağım
Artık herkes gibi ben de mutlu olacağım

Yıldıramazsın güzelim beni bu tehditlerle
Duygu sömürüsü yapıp sahte üzülmelerle
Sen benim dünyamı kararttın, ateşimi söndürdün
Yaptığın hatalarla beni deliye döndürdün

Yıldıramazsın güzelim artık herşey bitti
Gitmez sandığın sevgili seni terkedip gitti
Halbuki o kadar bağlanmıştım ki sana
Adeta cehennem azabı yaşattın bana

Yıldıramazsın güzelim, artık senden bıktım
Kendime bakıyorum, seni sonunda bıraktım
İçimdekileri bir Allah, bir de ben bilirim
Hiçbir şey düşünmeden meçhule güderim

Hasan Selçuk Güler

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Bizim köşebaşlarına bunları koysakta çocukları oralardan kurtarsak ne iyi olur değil mi?...

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.ferryhalim.com/orisinal/g3/starry.htm
Şirin, sempatik, mini mini, sevgi dolu bir oyun. Görsel olarak pastel renkler kullanıldığı ve sakin müziği ile stress topu olmaya aday görünüyor. İyi eğlenceler.

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


JuggleSaver [98 KB] Win9x/2k/XP FREE
http://www.jugglesaver.co.uk/
Epeydir ekran koruyucu önermemiştim. Ama bunu önermeden geçemedim.Küçük ama epeyce güçlü bir üç boyutlu ekran korucu. Halkalar, toplar ahenkli bir şekilde dans ediyorlar. Deneyin, beğenmezseniz çıkarır atarsınız.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040503.asp
ISSN: 1303-8923
3 Mayıs 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri