KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?






Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Bir Ekart = 1 Gün
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 498

 6 Mayıs 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Bush'un askerleri...


Merhabalar,

Beni derinden etkileyen birkaç filmden biridir 'Er Ryan'ı kurtarmak'. Dün gece TRT yeniden yayınladı. Bir yandan KM'yi hazırlarken bir yandan da onu tekrar izledim. Belgesel tadında, savaş denilen illetin yüzünü gerçeğe yakın gösteren bir Spielberg yapımı. Detaylarda gerçekçi olabilmeyi başarmış ama Amerikan milliyetçiliğini de alışık olduğumuz üzere vurgulamadan geçememiş bir yapıt. Kahraman Amerikan yüzbaşısının görüntüleri, zap yaptıkça, diğer kanaldaki yeni nesil bushtların işkence fotoğrafları ile çakışıyor. Belki çelişiyor demek daha doğru. Her iki görüntü de savaşın kirli yüzünü sergiliyor. Ama birinde mertçe bir savaşın izleri varken diğeri karanlık, sapık davranışlar silsilesi. Bush'un askerleri bushtça elerinden geleni yapmışlar. Neyse ki bedelini ödemesine fazla kalmadı bushtun. Allah kurtarsın...

Bugün YÖK tasarısı komisyonda görüşülüyor. Dün arka bahçeyi harekete geçirmekten bahsettiğimizde mutad olduğu üzere gene insan haklarından dem vuran epostalar aldım. Ya ben anlatamıyorum ya da onlar anlamamakta direniyorlar. İşi insan hakları ile açıkladığınızda, ki RTE ve ekibi de aynı şeyi yapıyor, işin içinden çıkamazsınız. Konu bir dünya görüşünün sıradan vatandaşa empoze edilmesi, devlet yönetiminden başlayarak tüm stratejik kademelerde kadrolaşmanın yolunun açılmasıdır. Bunun açılımını geniş bir zamanda tekrar yapmak gerekir, biz de yaparız Allah'ın izniyle. Haydi kalın sağlıcakla...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

1 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

 Doğrultmacı Kahveci : Marvel Keystone


Arşimet Hamamdan Neden Çıktı?

Arşimet'in elinde suda yüzer bir cisim ile "Evreka!... Evreka!!..." haykırışları eşliğinde hamamdan fırladığı milattan önce 2. yy dan beri anlatıla gelmiştir.

Eski Yunan medeniyeti menşeili bağımsız bir şehir olan şimdiki çizme'nin topuk kısmında yer alan Syracuse'lu Arşimet de komşuları Romalılar gibi hamam müptelasıydı. İlkokul yıllarını Ankara'da geçirenler etnografya müzesi gezisi sonrası Roma hamamları kalıntılarına küçük bir tur yapmışlardır. Böyle bir hamam turu Romalılar tarafından Batı Hun İmparatoru Atilla'ya da yaptırılmıştır.

Roma İmparatorluğu'na yardımları nedeniyle bugünkü Macaristan içinde kendilerine toprak bağışlanan Batı Hun Türkleri askeri yönden giderek gelişmekte ve Roma için tehdit unsuru olmaktaydı. Çağının medeniyet doruklarında gezen Roma İmparatorluğu'nun askeri kuvvetleri generali Flavius Aetius, imparator Valentanian III den izin alarak Atilla'yı Roma'ya davet eder. Atilla'yı gelişmiş Roma medeniyeti ile etkilemek isteğindeki Aetius, bu amacına belki de en iyi şekilde Roma hamamı ile ulaşmıştır.

Atilla yurduna döner dönmez otağına bir hamam kurulması için emir verir ve nihayet sabır taşıracak bir zaman sonrası pompalar ve borularla sıcak suyun beslenebildiği bir hamam Atilla'nın hizmetine sunulmuştur. Hedonist Türk milletinin hamamı reddetmesi mümkün müdür hiç? Bilakis hamam sefalarını çağlar boyu Türk zevkleri ile işleyerek Ingres'in "Turkish Bath" isimli dünyaca ünlü tablosunda hamam sefası süren türk kadınlarını resmetmesine de neden oluruz. Renoir'in "After Bath" isimli usta eserine şöyle ufacık bir bakış atmak da "Turkish Bath"'in üzerine fena olmaz hani...

Kadın, duygu olarak dünyanın her yerinde aynı kabul edilse de, sterotip olarak Türk ve Amerikan kadınları arasında bir uçurum vardır.

Klasik kısa bacak, geniş basen, ayva göbek, kalın kol görüntüsünü bir miktar aşmış türk kızı kendisinin eşsiz bir cazibe merkezi olduğu sanrısında yaşar. Ona yaklaşmak hatta adres sormak dahi onun büyüsüne dokunur. Amerikalı bir kız için güzellik ile mütevazilik arasında inanılmaz bir doğru ilişki vardır. O dünya tatlısı kız, ki Turkiye'de değme mankeni tahtından edecek kadar güzel, en saçma soruna bile gülücükler içerisinde cevap verir. Dışarıda bir yerlerde karşılaşırsanız "bana sarılmayacak mısınn?" diye sana kucak açışı güzel bir jestidir. Yine de bu estetiği ve fiziği mükemmele yakın amerikan kızında eksik olan bir hava vardır, buna biz endam diyip geçelim. Bu güzellik ile yemeğe çıkmışsanız sünger gibi çektiği biranın yanında barbeque sosuna banmış parmakları ile tuttuğu tavuk kanatlarını hızlı hızlı yerken gözlerine bakmanız içinizi gıdıklamaz. Midesi bira ve tavuk ile şişmiş o güzellik karşınızda garklarken, düşüncelerinizde ne alttan ne üstten hiçbir şekilde gaz kaçırmayan, ağzina aldığı lokmasını kraliçe zerafeti ile çiğneyen türk kadını imajı ile hadi bu sefer öyle olsun diye geçiştirirsiniz. Zarefetten uzak amerikan kızı en hantal türk kızı kadar üzerinde bir etek taşıyamaz, taşısa dahi nasıl oturup kalktığını bilemeyeceği için bol bol frikik verir.

Türk kadınının çıktığı bir doktor, onun için başhekimdir, sevdiği mimar öyle sıradan evler felan çizmez alışveriş merkezleri holding binaları çizer, hödük arkadaşları dünyanın en hassas ve duyarlı insanlarıdır onun gözünde. Yani fanatiktir Türkiye'm kızları. Amerikalı kız bu pembe yalanları kendisi için kurar; stilist olduğunu ifade eden kız ya basit birkaç giysiyi ucuza alıp kesip, biçip, dikendir, ya da sanat ile uğraştığını söyleyen kız bir fotoğraf stüdyosunda çalışırken ayni zamanda sanat tarihi okuyan biridir. Türk kadını bu pembe rüyayı yalan olarak kabul etmez, Amerikalı kız onu biraz tanımaya başladığınızda yalanını kabul eder gerçeğine döner. Aslında gold-digger diye nitelenen özellikle Kaliforniya eyaletinde yaşayan kadınlar türk kadınlarının karakteristik özelliklerini büyük oranda taşır. Bunu paragözlük açısından çok hava ve endam olarak söylüyorum, ancak öyle kızların bakım gideri sıradan bir Amerikalı için çekilecek şey değildir. Bu yüzden Amerika'da yaşayan türk kızları Türkiye'de gösterdikleri klasik kaprislerinin hemen hepsinden sıyrılmak zorundadır.

Amerikan-Türk kızları için hayat başlı başına bir çelişkiden ibarettir, ailesinden verilen veya Türkiye'de görüp olmak istediği klasik türk kızını oynamaya alışırken Amerikan gerçeklerini iyi bilmesi onun büyük ölçüde bocalamasına sebep olur. Kendini geliştirmiş, eğitimine ağırlık vermiş türk kadını kendini ruhsal çalkantılardan kurtaramaz, onun beyaz atlı prensi ruhundaki bu çalkantıların önüne set çekebilecek gelişmiş ve rasyonel düşünebilecek bir erkek beynidir. Basit yaşamın güzelliğini bilir ama o basit yaşamın güzelliğini kendisine entellektüel seviyede yaklaşamayan kadınlara bağışlar.

Ev yapımı, içerisinde Chris de Burgh ile başlayıp Simply Red ile biten, "Lady in Red" ve orijinali portekizce olan Jobim'in "Girl from Ipanema" sını Sinatra'nın büyülü sesi ile devam ettiren bir müzik CD'niz var diyelim. Yanak yanağa dans ettiğiniz o az önceki sevimli amerikan kızın kulağına fısıldayacağınız; "tall and tan and young and lovely, the girl from İpanema goes walking, and when she passes each one she passes goes aa-aa-hhhh" mırıldanmasındaki o iç çekişli aa-aa-hhh, onu, EQ nuz hakkında emin kılar. Türk fıstığında ayni etkiyi yapacak bir hüner geliştirmek Schoder denklemini çözme zorluğunda bir olaydır. Türkiye'm kızları kolay kanmaz.

Irklar arası evlilik zor bir olaydır, birlikteliğin yürümesi için en mantıklı yol kadın veya erkekten birinin kendi kültürünü silip yabancı kültüre asimile olmasıdır ki bu üstün bellediğimiz türk kültürü için zor şeydir. Kimi türk kadını bu kültür asimilasyonu olgusunu kabul etmeyip olayı "compromise" durumuna benzetip, iki kültürün de karşılıklı kar güden bir birliktelik harmonisi içinde olduğunu düşünüp kendisini avutur.

Uzun lafın kısası klasik türk kadını mentalitesi ile kaldırma kuvvetinin varlığı Arşimet'in hamamdan fırlamasına yeter bir sebep değildir...

Ne zaman ki kral Hiero taçlarından birkaçından memnun olmayıp bu taç yapma işinde sahtekarlıktan şüphelenip buna bir çözüm arar, Arşimet hamamından fırlar. Kralın üzüm yapraklı taçlarını alıp, ayni ağırlıkta bir altın parçası ile birlikte suyun içinde bir terazide tartar. İçerisine gümüş karıştırılmış taç altın parçacığa göre daha yükseğe kalkmıştır ve suyun kaldırma kuvveti kralın gözü önünde pratiğe dökülmüştür.(Vitrius: The Ten Books on Architecture, cevirme:Morris Hicky, Dover Publications, Inc., New York, 1960, Pages 253-254). Giderken de kralına caka satar, derki bana bir dayanak noktası ver dünyayı senin için yerinden oynatayım...

Tarım antik çağlarda önemli yer tutmuştur ve Arşimet gibi antik ahir düşünürleri için "sulama" çözülmesi gereken bir sorundur. Suya çözüm en güzel su içinden çıkar, hamamda raks eden güzel kölelerle insan aklından ne çözümler çıkmaz ki?? Soluğu Nil'de alan Arşimet, hocası Oklid'den öğrendiği matematik ve geometri bilgilerini bu amaç için seferber eder. Düzgün bir silindir üzerine tarihin ilk vidasını dizayn eder (Vitrius, 295-297). Verimli Mısır toprakları Arşimet'in vidası ve bir çıkrık yardımı ile sulanmaya başlanır. Bu antik mühendislik buluşu öylesine güçlüdür ki günümüzde bu vida pompası hala kullanılır. Vida nihayet 15 yy da çelik zırh içinde savaşan ingiliz askerlerinin giydikleri zırh parçalarını birleştirmek için kullanılmıştır. Çivinin yapımı bunu izlemiş ve teknoloji devinimi böyle küçük adımlarla büyük hamleler yapıla gelmiştir... Amerika kıtasından batıya göç eden insanların çivileri geri kazanmak için evlerini ateşe verdiklerini kim düşünebilir??

Çivinin dizaynının ne ölçüde önemli olduğunu en iyi bir marangoz gözü ile anlarsınız; silindirik sivri uçlu bir çivi çalıştığınız tahtayı çatlatır, ama dörtgen şeklinde sivri uçlu bir çivi 4 yönden eşit kuvvetle dengelendiği için tahta yüzeyine zarar vermez. Çivi ve vidanın suntaya giriş şekli de birbirinden tamamen değişiktir. Özellikle vida dizaynı 20. yy'ın büyük patent getirisi olanlar arasında tutulmuş, Phillips isimli bir mucit vida başı şeklini dizayn ederek ciddi bir servete konmuştur. Henry Ford ilk ürettiği arabalarda patent ücretinden kaçmak için yeni vida patenti kullanmasa da ileride buna mecbur kalmıştır.

Hamam sefaları Romalıların Syracuse'u kuşatması ile tatsız hal almaya başlamıştır. Arşimet tekrar hamamından fırlar, Arşimet pençesi diye adlandırılan basit bir kaldıraç ve makaralar ile kurduğu bir düzenek yardımı ile Roma gemilerini alabora eder. Romalıların bir yığın insan ile yaptıkları güç işleri Marvel! Arşimet'in düzenekleri sayesinde bir kişinin tek elle yapabilmesi Romalıları dehşete düşürür. Nitekim Arşimet büyük ihtimal ile kendisini tanıyamayan bir Romalı okçu tarafından öldürülmüştür..

Herkese iyi hamamlar..

Keystone

Yukarı

Sinem Ayla

 DÜMEN : Sinem Ayla


  BAŞLIYOR... FİLM BAŞLIYOOOR!!!

İki gün önce kız kardeşim ve ben son zamanların en romantik ve gizemli filmlerinden biri olan "İnci Küpeli Kız"ı izlemeye karar verdik.

Pazartesi sinema severler için halk günüymüş. Ne halk günü ama! Biletlerin indirilmiş fiyatı beş milyondu. Tam beş milyon! Gişedeki kız "halk günü olması nedeniyle beş milyon" deyince, kulaklarıma inanamadım. Ağzımdan "halk gününde biletler daha mı pahalı oluyor" lafı çıktı ister istemez. Bari adını halk günü koymasınlar. Halktan kaç kişi beş milyon verip film izleyebilir, Allah aşkına? Sonra da kalkıp "Film sinemada izlenir" cinsinden kıl sloganlar üretip milletin duygularını sömürmeye gerek var mı? Bu sloganı kim ürettiyse... Sinemayı film yapım sanatı değil de, film izlenen alan olarak lanse edecek kadar affedilmez bir hata yapmış.

"Sinemayı sinema salonlarında izleyin ve aç kalın" deseydi belki daha isabetli bir slogan üretmiş olurdu. Az daha öyle bir tehlike ile karşı karşıya kalıyorduk çünkü. Çok şükür yanımızda erzakımız vardı da, onunla idare edip bir de midemiz için para ödemedik. Bir gece önceden yaptığım peynirli poğaçalar büyük bir kurtarıcıydı bizim için. Bir köşeye çekilip afiyetle yedik. Sonra susadık ama gidip de bir şişe su almadık. Beş milyon öylesine içimize işledi ki... Sinema çıkışı Yeni Sahne'nin yolunu tutup gelecek hafta için en ucuzundan iki tiyatro bileti aldık. Sinema ile tiyatro tabii ki aynı şey değil. Farkındaydım. Ama insanın yeterince parası yoksa, beynine direk etki edebilen bu görüntü sanatına en yakın olarak tiyatroyu görebiliyor.

İmkanlarımı zorlayıp ayda bir ya da iki kez ancak gidebildiğim sinema salonlarında film izlemeyi seviyorum aslında. İçimdeki çocuğun peşine düşüyor, başka dünyalara gidiyorum o karanlık kutucuklarda. Her şeye farklı bir gözle bakıyorum, geçmişimle buluşuyorum, eriyorum... Hatta aşık oluyorum.

İki gün öncede öyle oldu. Yönetmenliğini Peter Webber'ın yaptığı, "İnci Küpeli Kız" ile dengem bozuldu. Film tek kelimeyle müthişti. Gerçi müthiş olmasa da severdim. Çünkü orada yaşanan aşk, tam benim tarzım. Baş rollerde Colin Firth ve Scarlett Johansson oynuyor. Bu Colin Firth çok sempatik bir adam.

İnci Küpeli Kız" senaryosunu Tracy Chevalier'in, ünlü Hollandalı ressam Johannes Vermeer ile çocuğu yaşındaki hizmetkarı Griet arasında geçen platonik bir aşkı anlatan aynı adlı romanından alıyor. Roman ülkemizde de yayınlanmıştı. Resme meraklı olanlar bilir; Johannes 17. yüzyılda yaşamış kusursuz bir ressam. Kırmızı şapkalı ünlü bir kadın resmi var ya... Ha işte!!! Onu çizen kişi. Hatırladınız mı? Peki onun "İnci Küpeli Kız" portresini biliyor musunuz? Film işte bu mükemmel ve esrarengiz portrenin öyküsünü anlatıyor. Olaylar dönemin kültür-sanat hayatı açısından önemli kentlerinden biri Delft'de geçiyor. Griet, fakir bir kız. Ünlü ressamın evine karısı tarafından hizmetçi olarak alınıyor. Aklı, kişiliği, sıradışı güzelliği, renkleri ve ışığı sezgileriyle anlama yeteneğinden dolayı kısa zamanda ünlü ressamın ilgisini çekiyor ve stüdyosunda çalışmaya başlıyor. Adam, bakmayı ve görmeyi bilen melek yüzlü Griet'e her geçen gün tutkuyla bağlanıyor. Aynı şeyleri Griet de hissediyor. Fakat Johannes ve Griet arasındaki aşk filmin sonuna kadar platonik kalıyor ve fiziksel bir birleşme yaşanmıyor. Bence bu çok güzel, derin bir incelik. Çünkü ben evli insanların aşk olmalarını normal karşılarım da birlikte olmalarına-en azından evlilik süresince- pek hoş bakmam. Filmde Colin Firth ve Scarlett Johansson çok başarılı bir performans sergiliyor. Rollerinin hakkını tam anlamıyla veriyorlar. Diğer oyuncular da aynı şekilde. Yüzlerle karakterler öylesine uyumlu ki. Üslup sade, bir o kadar da güçlü, akıcı ve sağduyu sınırları içinde.

Yılın en iyilerinden olan bu filmi benim gibi parasız da olsanız kaçırmamaya çalışın. Biliyorum parasızlık zor bir durum, insanın hayallerine bile gem vuruyor.

Yine de siz izlemek için elinizden geleni yapın. Çünkü uzun zamandır bu kadar hoş bir film görmediniz vizyonda. Üstelik benim gibi resim sanatına ve dram türü filmlere meraklıysanız sakın kaçırmayın. Bu arada kitap da çok güzel. Onu da okuyabilirsiniz.

Sinem Ayla
sinemayla@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Brezilya'lı Kahveci : Nuri Merzi


"KOKU" VERSUS "YER ALTINDAN NOTLAR"

Aklımdan, bazen, bazı romanların iki ayrı romanın evlenmeleri sonucu doğmuş oldukları geçer. Evlilikler gerçi cins cinstir ama hepsinin arkasında bir tamamlayıcılık fikri yatar olsa gerek. İşte bu çerçevede, roman-çocuk olduğunu düşündüğüm bir dolu roman size: Zaman Yeli (Korat): Aslolan tamamlamaktır/hayır yaratmaktır sarmalı kimden, kaos varolan tüm çekim güçlerinin iptal edilmesidir, neymiş kendimiz, bir görelim iddiası kimden; Devlet Ana (K.Tahir): "Mükemmelliğin yolu önceden çizilmiştir, bize elimizden geleni yapmak yazılmıştır" içrahatlığı kimden, maceradan macera çıkmaz/çıkar kavgası kimden"; Yaban (Karaosmanoğlu): umut/umutsuzluk sarmalı kimden, kişisel kaderin sanki toplumsal kaderle alakalıymış yanılsaması kimden; Beyaz Kale (Pamuk): İkna etmek mi/kandırmak mı belirsizliği kimden, Biz fikirlerden ibaretiz/ormandaki bir hayvanız iddialaşması kimden. Listeyi uzatmak mümkün. Ama, daha sonraları romanları anne romanlar, baba romanlar olarak görme manisine kapıldım. Çocuklara anne, baba bulmak yerine, uygun anne ve baba olabilecekleri araştırmak daha anlamlı olabilirdi, diye düşündüm. Bilmem ki, belki de, kendime kendimce bakarak, eğer ben bir yazar değil de roman olsaydım bana hayat veren birliktelik nasıl bir birliktelik olmalıydı diye düşünmekteydim. Geçenlerde Süskind'in "Koku'sunu" okuduktan sonra, ona, Dostoyevski'nin "Yeraltından Notlar'ını" layık gördüm. Sonuç ben olabilirdim.

Tabii ki Dostoyevski'nin romanı erkektir, çünkü kendine, farkında olmasa da, dolanacağı bir hayat aramaktadır; yine çünkü, bundan dolayı bilinçaltı, yaralanmalarla doludur; ve evet dolayısıyla tedaviye muhtaçtır. İşte bunlardan dolayı şehvet ile şefkat arasında kararsızdır. Ve yine bunlardan dolayı, bazen birinci için yaşar bazen ikinci için. Dengelemek bunları aklının ucundan geçmez; hoşgörüye ihtiyacı olduğunu asla söyleyemez; söylese bile ciddiye alınmaz; çünkü avcılık rolü biçilmiştir kendisine; ancak tuzak bile kurmaz; samimidir, doğrudandır fakat acı vericidir. Kolay kanar, ancak hep tecrübesizdir, ders çıkaramaz, çıkardıkları boşunadır; tahammülü lakin ganidir, belki de öyle olmak mecburiyetindedir. Has olanlar böyledir. Erkek tektir, arkadaşı yoktur, oyun oynamaz, çünkü her oyun, oyunların sahicisi entrikaya varır, çete gerektirir. Uygarlığın itici gücü entrika, lakin, soluduğumuz havadadır, ayırt etmeden, sıralı sırasız herkesin canına okur; "önce erkekler bozulur"; has olmayanı da yaşlanmaz.

Çok kuvvetli bir şekilde eklemlendirilmiş olan "Koku" dişidir; çünkü kendi kendine yeter öncelikle; hayattır, aslında tam da bundan dolayı, gelişmeye yönelik değildir; çünkü baştan tariflenmiştir, kendince mükemmele yakındır; gayesizdir. Fedakar değil sabırlıdır. Keşfedilmeyi beklemektedir, sanıldığının aksine çekici değil, olsa olsa bilmecelerle yüklüdür, uğraşmaya kalkanın aslında canına okuyacak sonsuz sorunlarla bezenmiştir. Mültefittir, ancak, karşılığını bekler. Beyaz atlı prensi bekler, o gelse bile yetinmez, çünkü zahiriye yöneliktir. Haklıdır, vadettikleri/sundukları eldekiyle alınacak gibi değildir: O ise sevabına bırakır; belki de kendinde bitmeyecek kadardır, belki de bütün bunlarla sizin ne yapabileceğinizi görmek ister. Şaşırtmak ister; sizi gezdirir, lakin keşifler bitince sefer de bitmiş demektir. Kopyaları asla, ancak benzerleri vardır; eskirler.

"Yeraltından Notlar", kendisiyle ne yapacağını bilmeyen "akıllı" bir kahramanın - kendi ağzından - içsele yönelik maceralarını anlatmaktadır; kahramanınımız, akıllı bir insanın asla başarılı olamayacağına inanmaktadır, çünkü "anlamak bir hastalıktır", insanı mahveder. Ancak yine de yaşam denemelerinde bulunmaktadır, bunların her biriyse ayrı bir başarısızlıktır. Kahraman, en emin olduğu şeylerden bile bir anda vazgeçebilir. Bu, kararsızlıktan ziyade bir arayışa ilişkin olsa gerektir; hem de öyle bir arayış ki, durumun çaresizliğini, olduğundan başka türlü biri olamayacağını, değişmek için yeterli zaman ve inancı olsa bile, bu değişmeye kendisinin karşı çıkacağını bile bile bir arayış içinde olmak. Birşey olacağından değil, sırf bilinçli bir arayış içinde olmak. Bu, Oddyseus'un hep kendini aşan, amaca yönelik, ve mutlu sonla biten maceralarından çok farklıdır. Oddyseus için amaç önemlidir, kahramanımız ise tabiri caizse bilinçle yaralanmıştır; o, önüne koyduğu/gelen meselenin ne derece önemli olduğu ile uğraşmaktadır, daha sonra buna benzer meseleleri inceleyecektir, daha sonra onları önem sırasına göre dizecektir, belki en önemsiz meseleleri dert edinecek, öte yandan, önemli mesele ancak onu vurduğunda, üstünde düşünmeye başlayacak, kuşkusuz daha sonra da en iyi analizi yapacaktır. Kahramanımız için herhangi bir şeyin o anda yararlı/yararsız olması pek önemli değildir; onun için önemli olan, analiz yapabiliyor olmaktır, daha doğrusu analiz yaparaktan yaşamını sürdürmektir. Bütün bunların sonunda herhangi bir şeye yarayacak olması çok önemli değildir. O, bütün bu çalışmalar sırasında bir sorunsalı ortaya koyar: kimsenin farkında olmadığı. Kimsenin farkında olmadığı, habersizce aralarında dolandığımız serseri mayınların yörüngelerinin haritasını çıkarmıştır, bir de bakmışsınız. Akla fikre ziyan gibi gözüken işlerle uğraşmak erkek işidir çünkü. Kadın erkeği bir yola koşmasa da, erkek, kaşiflik içgüdüsüyle ortada dolanacaktır (Tarih önemli kaşifleri yazar, ya takdir edemediğimiz bir dolusu...). Belki de bunun için Oddyseus bir roman kahramanı, Yeraltından Notlar'ın kahramanı ise erkektir, doğrudandır. Yeraltından Notlar'ın kahramanı asla tuzak kurmaz, gerçi yakalanır, acı çeker; belki en büyük defosu ise çektiği acının görülmesini istemesidir, bunun için de komiktir. Bunun üstesinden geldiğinde ise mükemmelliğe erişecektir. Bu defodan kurtulması kin/intikam dinamiğini keşfetmesine bağlıdır. Has erkekse bunu da yapar. Sıradan insan doğayla ve hemcinsleriyle savaşır, acıyı anında tadar, tepkisi de anında olur, çözüme yönelik düşünür, neyse ne, iş olur veya olmaz, intikamlık bir şey yoktur ortada, ne kin ne de nefret. Hiç bir hayvan başka bir hayvandan nefret eder mi. Akıllı insan ise çözüme yönelik hareket etmediği için, herhangi sıradan bir çatışmada yenildiğinde, intikam almağı kendine yediremez; benzeri durumlar giderek çoğalır ve "kin" ortaya çıkar. Yeraltından Notlar'ın kahramanı bu kini hangi nesneye doğrultacağına henüz karar vermemiştir. Akıllıdır, bu kini tutuşturacak öfkesini arada bir alakalı alakasız yerlere boşaltır; memur olduğu dairede işlerini takip eden insanlara, hizmetçisine, Liza'ya. İnsanlara aslında pek bulaşmak istemez, kendi meseleleri onu sarmıştır, diğer insanlardan ümitsizdir. Söylemese de aslında, diğer insanlara örnek olmak istemektedir. Aslında iyi niyetlidir, bütün naletliğine rağmen belki de dünyanın en iyi insanıdır. Liza'ya olmadık lafları söylediğinde, Liza kalkar gelir onun başını okşar; kahramanımız yumuşamak ne kelime erir gider. Biraz Nietzsche gibidir (kronolojinin gözü kör olsun); Gerçi Nietzsche Salome'den hiç bir ilgi görmemiştir. Son sığınak Yeraltıdır. Ordakiler gelecekte takdir edilmeği beklemektedirler (Hiçbir kadın gelecekte takdir edilmek için parmağını kıpırdatmaz).

"Koku", koku duygusu çok çok kuvvetli birinin - o kadar kuvvetli ki neredeyse diğer duyularının görevini yerine getirebilmektedir - gerçeküstü maceralarını anlatmaktadır. Kahramanın maceraları, şaşırtıcı olmaktan ziyade, içinde bulunulan sıradan ortamın aslında ne gibi zenginliklerle dolu olduğunu ortaya koymaktadır; işte bu yüzden Koku dişidir. Bu sıradan ortamın zevkle algılanabilmesidir önemli olan. Ancak bir dişi bir sıradanlığı olağanüstülüğe taşıyabilir. Bizim ve hiç kimsenin neredeyse farkında olmadığı bazı duyularımızı ancak bir dişi keşfedebilir. Beş duyunun ötesidir dişilerin ilgilendikleri; aslında bir dişinin bunu yapmasının nedeni, ilgilendiği duyunun başkalarında neredeyse körelmiş olmasıdır. İşin garibi dişide de sözkonusu duyuya seslenebilmek neredeyse imkansızdır. Ama dişi imkansızı başararak kendine özgü yöntemlerle körelmiş duyuya seslenmeyi başarır. Başka bir deyişle, erkekteki neredeyse ölmüş duyudur dişinin ilgisini çeken. Erkeğin neredeyse ölmüş duyusu ise aslında erkeğin dramıdır; o aslında bu ölüme inanmamaktadır; içindeki umut hep canlıdır. Bazen haklı çıkar, bazen o umutla yaşamayı sürdürür. 18.Yüzyılda cereyan eden, Koku'nun kahramanı kendisi hiç kokmayan ama, olağanüstü bir koku hassasına sahip bir gençtir. Bir parfümcü çırağı olan Jean Grenouille, özellikle bu hassası sayesinde mesleğinde çok ustalaşır; romanın ve çalkantılı hayatının sonunda, nihayet, rüyasını gerçekleştirir, insan türünün beğenisine hitap eden, hitap eden ne demek, insan türünün taptığı ve çıldırdığı, kokuyu sentezler ve sürünür. Sonuç önce kendisi açısından olumludur. Yazarın neredeyse grotesk bir tarzda naklettiği şekilde, Jean Grenouille idam mahkumu iken ceza infaz edileceği sırada, halkın ve görevlilerin kokudan mest olup kendilerinden geçtikleri bir sırada, anlaşılamaz bir şekilde serbest bırakılır. İkinci denemesi trajik olur. Grenouille, bu kez kilometrelerce uzakta başka bir şehirde, kokusunu sürünüp ayaktakımının dolaştığı bir mahalle gider. Oradaki çapulcular kokudan çok hoşlanırlar ve kahramanımızı koklamak üzere ona yaklaşırlar koklarlar, koklarlar, giderek daha yaklaşırlar, onu yalamaya başlarlar ve nihayet, uzatmayalım onu yerler. Dişinin dramıdır bu, imkansızı başardığında iyidir de, sürdürmek istediğinde yerler onu. Mükemmeldir dişi. Ama amaçsızdır. Kendisiyle ne yapıldığını görmek ister. Trajedi o anda biter.

İyi kötü, Yeraltından Notlar'ın erkek, Koku'nun dişi olduğunu gördük. Pekiyi, onları çocuk sahibi olmaya itecek nedenler ne olabilir. Hangi niteliklerini aktarmak istiyor olabilirler. Diyeceksiniz ki, dur bakalım, birbirlerini beğenecekler mi bir kere. Haklısınız ona da sıra gelecek. Ama insan önce çocuk sahibi olmaya karar verir, ondan sonra etrafına bakınmaya başlar. Gönül eğlendirmekten bahsetmiyorum, evlenmekten bahsediyorum. O kadar. Yeraltından Notlar öncelikle azmini ve umudunu aktarmak isteyecektir, zaman kötü zamandır çünkü. Bu neyin azmidir, neyin umududur. Bu aslında hiçbirşeyin azmi ve hiçbirşeyin umududur. Bu belki de Dostoyevski'nin başka bir romanında, Delikanlı'da yazdığı gibi, ilerde tüm insanların Tanrı'ya olan inançları sona erdiğinde, nereden medet umacaklarını kara kara düşündüklerinde, Yeraltındaki Adam'ın ortaya çıkma umududur. Bu belki de Nietzsche'dir. Ha bu arada, belki biraz geç ama "Koku'nun" özgün adı, "Parfüm'dür". Koku'dan kasıt hoş kokudur yani. Uzatmamak için şunu söylemekte yarar var, Jean Grenouille aslında pek makbul biri değildir; parfümler üzerinde çalışırken, hoş kokacağını düşündüklerini gözünü kırpmadan öldürür ve kokularını kendine uygun bir yöntemle şişesine doldurur. Bu çalışmaların sonucu daha önce bahsettiğimiz o dünyanın en güzel kokusunun Grenouille tarafından elde edilmesidir. Koku'nun aktarmak istediği başdöndürücülüktür, büyücülüktür. Dişinin aslında verdiği budur. Siz bununla ne yaparsınız, bu sizin bileceğiniz şeydir. Bir de bilmem, bir anlamı var mı, "grenouille", kurbağa demektir fransızcada; çocukluğumuzda onlarla oynadığımızda hani siğil(ler) çıkardığımız.

Peki Koku, Yeraltından Notlar'da ne bulmuş olabilir. Bu muhtemelen ufacık bir şeydir. Belki bir tek sayfadır, belki bir tek paragraftır, belki tek bir kelime, belki bir harf. Belki, belki bir nokta, bir virgül. Ama daha az değil. Ha, şurası çok önemli yalnız. Virgül ama, Yeraltından Notlar'ın o virgülü işte. Yeraltından Notlar'ı ne çekmiş olabilir Koku'ya. Çocuğuna aktaracağı azim ve sebatı Koku'da görmüş olmalı (tamamlayıcılığın yine canına okunmuştur): Kimsesiz Grenouille'in yılllar boyunca çektiği nice meşakkat ve acı sonunda o güzel parfüm ortaya çıkmıştır çünkü. Her evliliğin hikayesi farklıdır, bu da böyleydi işte. Gökten üç elma düştü, üçü de dinleyenlerin başına.

Nuri Merzi

Yukarı

 Kahvecigillerden: Ayfer Arman


GECE...

Camdan dışarıya baktı, arada bir geçen taksileri izledi boş gözlerle. Çalan duvar saatinin sesiyle bir ürperti gelip geçti vucüdundan. Üç olmuştu saat ve günlerdir olduğu gibi gene uyuyamamıştı. Gündüz bir koşuşturmacanın yaşandığı cadde; yarı karanlık bomboş bir hüzün verdi içine, derin bir soluk aldı. Bir kaç saat önce son ümidini de yitirmişti işte, son parasıyla oynadıgı loto kuponuna baktı buruk bir gülümsemeyle. Yaşamda mucizeler olumuyordu işte. Babannesinin anlattığı masallardaki mucizeler yaşayan insanlar geldi aklına :

"Masal işte, adı üstünde masal" diye söylendi kendi kendine.

Sigara paketine uzanıp kalan iki sigaradan birini yaktı. Diğer sigara sabaha kalmalıydı, sabah uyandığında bir sigara içmediğinde aklını toparlayamazdı asla.

Orta yaşların sonlarına yaklaşmıştı. Tüm yaşamı boyunca :"Allah verene verir" sözüne inanmış ve herşeyini paylaşmıştı insanlarla. Ama şimdi herşeyini yitirdiğinde ve yaşamda yanında kimsenin olmadıgını gördüğünde tüm inançları zedelenmişti. Bu yaşa kadar inandığı herşey allak bullak olmuştu beyninde. Ve inancını sorgular olmuştu ister istemez. Bir yanı dualar ederken tanrıya, diğer yanı bağırıyordu avaz avaz yoksun diye. Ölmek istiyordu aslında günlerdir ve en iyi ölüm şeklini de bulmuştu kendince : Tüm tansiyon haplarını bir anda içecek ve kendini derin bir uykunun kollarına bırakacaktı, sabah onu bulduklarında ise herşey bitmiş olacaktı.

Bir tür kaçıştı intihar biliyordu ama yorulmuş çok yorulmuştu. Günlerce iş aramıştı ama yoktu işte. Orta yaşlı ve tahsilsiz birine kimse iş vermeye yanaşmıyordu. Elindeki son kalan parası da bitmiş ve dahası ufak tefek eşyaları da satarak gelmişti bu güne dek. Tükenmiş çok yorulmuştu.....

Bir sürü fatura birikmişti posta kutusunda ve aybaşına sayılı günler kalmıştı. Acıyla inledi: "Kira". Ödeyememek sokakta kalmakla aynı şeydi onun için. Bir korku gelip çöreklendi içine, görünmez bir el sıktı bogazını, zorlukla nefes aldı. Kimseye boyun eymemişti yaşam boyu, vermek almaktan daha iyiydi felsefesinde ve hep vermişti karşılık beklemeksizin. "İyiki de paylaşmışım herşeyi" diye düşündü.. Bir ses, içinde bir yerlerde tanrıya sığındı, diğer bir ses isyan etti hırsla. Dalgalandı ruhu...

Ölmek kolaydı, belki kaçıştı ama kolaydı. Kızı geldi aklına ölüm hakkınında elinde olmadığını düşündü acıyla. Herşeyin gidişi gibi ölüm hakkıda gitmişti elinden.. Eli sigara paketine gitti.. Çekti elini.. Sabah ne yedirecekti sahi kızına? Evde hiç birşey kalmamıştı.

"Ölsem" dedi. "Ölsem ve bitse".

Ama ya kızı; O ne yapardı kendisinden sonra? Gencecik bir kız beş parasız ve yalnız.. Bir korku kapladı içini, korktu evladı için iki damla yaş süzüldü yanaklarından. Bunca yıl herşeye onun için direnmemişmiydi, şimdi nasıl bırakıp giderdi bir başına. Tanrıya sığındı yeniden bu kez evladı için ve içinde avaz avaz tanrı yok diye bağıran ses sustu, bu kez sadece sustu..

Bir savaş yaşanıyordu içinde. Ölümle yaşam arasında gidip gelirken duyguları, tanrı var, tanrı yok diye bir nakarat tutturdu beyni. Deliriyormuydu? Güldü duyulur bir sesle :

"Delirmeye bile hakkım yok" dedi kendi kendine.

Sahi neye hakkı olmuştu yaşamda? BİLMİYORDU... Bildiği bir şekilde bu zor dönemi atlatması gerektiğiydi ama nasıl. Onuda bilmiyordu...

Birden geçmişte yaşadıgı bir olay geldi aklına. Kızı minicik bir bebekken, süt parası bulamadığı bir gün sokakta yürürken "Tanrım ne olur bir süt parası yolla bana" demiş ve bir adım attıgında yerde 200 lira bulmuştu. Bakkaldan süt alırken bu "Bu bir mucize" demişti kendi kendine. Gülümsedi :

"İşimize gelince inanıp, gelmediğinde de inanmıyoruz degil mi tanrım?" dedi yüksek sesle.

Sahi neydi inanç? Bir çocuğun annesine sığındığında duyduğu rahatlık hissi geldi aklına. Güven hissi... Belkide buydu.. Oturduğu yerden kalkıp yatağına giderken ağır adımlarla, içindeki iki sesten birinin yok olduğunu farketti hayretle.

"Yarın yeni bir gün, ve ümidin bittiği yerde bekler aslında ölüm" dedi...

Ayfer Arman

Yukarı

 Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan


BEN BU İŞİN KİTABINI YAZMIŞTIM -4-

Ders : 8 Çapkın karşısındakini etkilemek için hiçbir fırsatı kaçırmamalıdır. Tıraşı her zaman kaymak gibi, giysileri temiz ve ütülü olmalıdır. Üniversiteli geçlerinki gibi dağınık, sanki on yıldır su ve sabunla yolunuz hiç kesişmemiş gibi bir görüntü kesinlikle işin özüne aykırıdır. Çünkü çapkının hedef kitlesi yeni yetme ergen kızlar değildir. Çapkın yaşamına yeni heyecanlar katmaya çalışan, değişiklik tatlar arayan, can sıkıntısından patlayan kadınlarla ilgilenir. Çapkın giyimi ile davranışlarıyla klas insan olmasını bilendir. Çok abartılı olmamakla birlikte göz doldurmalıdır. Giysilerinin pahalı ve iyi marka olması partneri üzerinde olumlu etki bırakacağı gibi, kendine güven duyması için de en ideal olandır. Ama tarzı mutlaka klasik olmalıdır. Çünkü onu var eden Casanova ruhu romantizmin büyüsünden beslenir.

Çapkın kullanacağı mekanları çok iyi tanımalıdır. Siz hiç hesap ödemeye parası yetmemiş, mutfakta bulaşığa kalmış bir çapkın duydunuz mu? Hatta bayanla birlikte takılacağı mekandaki çalışanlarla tanış olması önemlidir. Yanınıza fıstığı alıp oraya gitmeden önce çalışanlar ziyaret etmesi, onlara sakal atarak hepsinin kafaya alması çapkına stratejik bakımdan üstünlük kazandırır.

Yanınızda bayan varken size yapılacak küçük jestler bayanın gözünde size büyük puanlar kazandıracaktır. Örneğin ışıklı meyve göndermeleri, sizin için şampanya patlatmaları “şefimizin hediyesi efendim” diyerek kalkmadan önce nane likörü ile kahve ikram etmeleri hedef bayan üzerindeki başarınızı arttıracaktır. Kadınlar itibar gören, saygı duyulan güçlü erkeklerin koruyucu şemsiyesi altında kendilerini daha rahat hissederler.


O gün her şeyi Songül’e göre ayarladım. Önce berbere gittim. Saç sakal tıraşı oldum. Yanaklarımdaki, kulaklarımdaki, burnumdaki ve boynumdaki hoş görünmeyen kıllardan kurtuldum. Saçlarımı yıkattırıp hafif briyantinle tarattım. Eve gidip yeni giysilerimi giydim. On dakika kadar önceden onun geleceği minibüs durağına gittim. Songül bu kez buluşma yerimize arabasıyla gelmedi. Bu durum yemekten sonra onu evine benim bırakacağım anlamına geliyordu. Birlikte kahve içmek için beni evine davet edebilirdi. Kahve bir yana bu günlerdir aradığım fırsat olabilirdi. Onu arabadan inerek karşıladım. Arabaya bindikten sonra ona yemek için düşündüğüm seçenekleri saydım. Kebap, ızgara, ev yemekleri, Fransız Mutfağı seçenekleri içinde en sona sahildeki güzel bir balık lokantasını sakladım. Çünkü kararını “sen bilirsin” diyerek noktalamasını, balıktan ve deniz ürünlerinden yana kullanmasını istiyordum. Yanıtı beklediğim gibi“ Balık ve rakıya hayır diyemem.”oldu. Sevindim çünkü Songül’ü götürmeyi düşündüğüm balık lokantası iyi kötü benim mekanım sayılırdı.

Lokantaya gitmeden önce trafiğin sakin aktığı sokaklarda biraz turlayarak akşamın tadını çıkardık. Kente yavaş yavaş karanlık çökerken lokantaya vardık. Onunla şehrin bütün ışıklarının deniz üzerinde oynaştığı, boğazı gören cam kenarında bir masaya oturduk. Burası hafta sonları dışında hep sakin olurdu. Cuma ve Cumartesi geceleri genellikle canlı çalınan Yunan ezgileri eşliğinde Sirtaki rüzgarı eser ve yer yerinden oynardı. Songül yakası kürklü montunu çıkardı. Garson montu alıp vestiyere götürürken ona baktım. Siyah sentetik kumaştan bedenini saran siyah bir pantolon ve yüksek topuklu sayılacak siyah çizmeler giymişti. Üzerinde ise buruşuk dokulu kumaştan cıvıl cıvıl, omuzlarının bir kısmını açıkta bırakan düğmesiz krinkıl bir bluz vardı. Görünüşünden makyajını iş yerinden çıkmadan az önce yaptığını ve bol bol parfüm sıktığını anlayabiliyordum. Kadınların çoğu gibi oda görüntüsüyle erkekleri etkilemek konusunda gerçekten bir uzmandı. Dudağındaki rujun oluşturduğu hafif parlaksı görünüm bende onu öpme isteği uyandırıyordu.

Garson masamıza gelip menülerimizi kibarca önümüze bırakıp içki tercihlerimizi sordu. Canım rakı içmek istemiyordu. Songül için küçük rakı, kendim için beyaz şarap sipariş ettim. Garson daha masadan uzaklaşmadan o da şarap istediğini söyledi. Garson biraz sonra ağzı açılmış bir şişe beyaz şarapla masamıza gelip kadehimin dibine bir yudum kadar içki koydu. Şarabın tadına bakmam için önce kadehi bana uzattı. Kararımı söylemem için saygıya bekledi. Beğendiğimi başımla işaret ettikten sonra Songül’ün kadehine de bir yudum şarap doldurup ona uzattı. Şarabı beğendiğimiz kesinleşince cebinden kağıdını kalemini çıkarıp yemek siparişimizi sordu. Songül balık seçimini de bana bıraktı. Şefi ve lokantayı çok iyi tanıdığım için “ Bize iki kişilik karışık deniz mahsulleri tabağı hazırlamasını ve tercihimi onun seçimine bıraktığımı söyledim. Şef “Tamam efendim , hay hay.”gibisinden bir şeyler söyledi. Biz şaraplarımızı yudumlarken gece bütün kenti kapı kapı , sokak sokak karanlık kollarıyla sarmaya başlamıştı. Şef biraz sonra karidesten kalamara, midyeden balığa kadar bütün deniz ürünlerinden hazırlanmış iki tabağı getirip masaya bıraktı. Salatanın yanında iki dilim tuzlanmış palamut bile vardı. Yemeğimizi şarap yudumlarından küçük molalarla yerken bir taraftan da aramızda güzel bir sohbet başlamıştı.

Şarap önce çekingenliğimizi elimizden aldı. Sonrasında zırhlarımız ve maskelerimiz de düştü. Her yeni kadehte, her yudumda daha çok kendimize dönüştük. Öykülerimiz tüm çıplaklığı ile saklandıkları yerden çıkıp geldiler. Songül evliydi ve bir çocuğu vardı. Eşi Haşmet Beyle boşanma aşamasına gelmiş, ittire kaktıra bile yürütemedikleri bir evlilikten söz etti. Haşmet Bey, ticari logosunu, adını en küçük kasabalarında bile görebileceğimiz türden eski ve herkesin bildiği bir şirketin pazarlama müdürü olarak çalışıyormuş. İşinde yükseldikçe, kazancı arttıkça daha çok seyahat etmeye başlamış. Zaten yeterince düzenli olmayan aile yaşantısı iyice bozulmuş. Bayi toplantıları, fuarlar derken işin içine bir de yurt dışı seyahatleri de karışınca eve neredeyse hiç gelmez olmuş. Songül bir ara “Açık deniz kaptanı olsa daha sık eve uğrardı.”gibi bir yorum yaptı. İlk baştan iş için çıkılan yolculuklar sonra ayarttığı kızlarla kaçamaklara dönüşmüş. Arada bir aklı eserse çıkıp gelir, kızını ziyaret edip gidermiş. İkisi de mahkeme kapılarına gidip dilekçelerle uğraşmaktansa kağıt üzerinde hala süren bu evliliği kendi haline bırakmayı seçmişler.

Yemeğin ve sohbetin ardından Songül’ün küçük kızını düşünüp fazla geç olmadan eve bırakmayı teklif ettim. Fırsatçı gibi davranmayı, onun bu yaralı ve çaresiz halinden yararlanmayı istemedim. Kör kütük değilse bile bayağı sarhoştu. Lokantadan çıkarken elini belime sarmış, sımsıcak sokulmuştu. Çapkınlığın kitabı böyle bir yakınlık oluştuğunda kesinlikle fırsatın kaçırmaması gerektiğini öğütlüyordu. Çünkü yarın alkolün etkisi uçup gittiğinde herkes kendi kabuğunun içine dönecek ve bu yakınlığı yeniden yakalamak zaman alacaktı. Kapısını açıp onu arabaya bindirdiğimde zır desem ağlayacak kadar içlenmişti. Arabayı çalıştırıp geri geri park yerinden çıkarken “ Beni evime götürme. Bu gece duvarlarla konuşmak, yalnız kalmak istemiyorum.” dedi. Arabayla biraz turladıktan sonra sahilde uygun bir yerde durdum. Boğazın güzel manzarasına, sularda kelebekler gibi oynaşan, durgun kıyılarda iplik iplik uzayan renkli ışık çizgilerine dalıp birer sigara içtik. “Benim evimi görmek ister misin? Gel bize gidelim.”dedim. Elindeki izmariti yere atıp ayağının altında ezerken “olur” anlamında başını salladı.

Kapıdan içeri girince ona terlik verip kombinin ateşleme düğmesine bastım. İstersen şimdilik montun üzerinde kalsın. İçerisi biraz soğuk.”dedim. Birlikte salona geçtik. Evde bira, çay, kahve ve meyve suyu vardı. O bira istedi. Ben kendim için kahve suyu koydum. “Evin bekar biri için epey derli toplu görünüyor. Temizliğe biri mi geliyor yoksa?” diye sordu. “ Evet, haftada bir gün ablam gelir. Derleyip, toparlayıp gider.”diye yanıt verdim. Songül birasını yudumlarken mutfağa gidip sıcak suya kahve, biraz süt tozu karıştırıp fincanımla geri döndüm. Onun oturduğu kanepeye oturup televizyonu açtım. “Bu kız şarapla birayı karıştırıp kötü olmasa “diye düşündüm. Ama sen bira içmesen iyi olur da diyemedim. Ne de olsa o benim misafirimdi. İçerisi biraz ısınınca montunu çıkarıp koltuğun üzerine bıraktı.

Aklımda ne kahve ne televizyon ne başka bir şey vardı. Sadece onu öpmeyi düşünüyordum. Usulca sokulup öpmek ve nasıl tepki vereceğini görmek… Birasından bir yudum alıp bardağını sehpaya bırakınca ona doğru sokulup yanağından öptüm. “Kendimi tutamadım. Çok şekersin.”dedim. Yüzünü dönüp bunu bekliyordum der gibi bana baktı. Gözlerini kapatıp dudaklarını aralayıp bana doğru uzandı. Onu usul usul bir çiçeği koklar gibi öptüm. Parmaklarımın altında ürkek bir kuşun nabzı atıyordu. O canım kuşun tüylerini okşar gibi, incitmeden onu sevdim. Daha sonra o divan bize yetmez oldu. Köpük köpük olmuş denizler ulaşıp dalgalar arasında salınırken yerdeki halının üzerine savrulduk. Küçük bir çocuk sanki karanlıktan korkup kaçmış da bana sığınıyordu. Sımsıcak, sokulgan ve çaresizdi. Al bütün bedenim senin olsun, karanlıktan, ejderhalardan sakla beni der gibiydi. Songül hiç gitmediğim., görmediğim çok uzak bir ülkede dolaşır gibi benimle sevişti. Beni bütün yaşadıklarımdan, bütün bildik sevişmelerden, bu güne kadar yaşadığım her şeyin dışında bir yere götürdü.

Ders: 9 Üçüncü buluşmanız da boşa gitmişse, sonuca ulaşmakta güçlük çekiyorsanız artık o kadının peşini bırakmanın zamanı gelmiştir. Başarısızlık bütün insanları hırslandırır. Hırsa ve inatla üzerine gideceğiz kadınla girişeceğiniz hiç bir mücadeleyi kazanamazsınız. Bazen yenilgiyi kabullenmek, savaş alanından zamanında çekilmek yerle bir edilmekten daha iyidir. Çapkın her ne pahasına olursa olsun başarılı olmaya kendini adamış biri değildir. Erkekliğin onda dokuzu kaçmak, biri de hiç ortalıkta görünmemektir.

Eğer başarılı olduysanız karşınızdakine değer verin ve ona iyi davranın. Çapkın asla ruhsuz biri değildir. Bedeninin her zerresi ile ve karşısındakini hissederek sevişir. Makine gibi duygusuz ve ezbere sevişmeler çapkınlığını raconuna terstir. Çapkın yatakta usta bir aşık, karşısındakinin davranışlarını önceden okuyan kaliteli bir partnerdir. Asıl dikkat edilmesi gereken konu sevişmelerin ardından hissedilen o çok güçlü sahip olma ve sahip çıkma duygusunun oluşmasını engellemektir. Seviştiğimiz kadın bizim malımız olmamıştır. Onu sahiplenip bizim kalmasını, parmağımızı şaklattığımızda koşa koşa bize gelmesini beklemek yanlıştır. Özellikle böyle gecelerin sonunda kişiler duygusal yönden büyük bir zaaf içinde olabilmektedir. Değerli ve anlamlı hediyeler vermek, bağlılık çağrıştıran sözler söylemekten özellikle uzak durulmalıdır. Paylaşılanları geleceğe ilişkin sözler vermeden, işin içine duygularınızı katmadan belli aralıklarla tekrarlayabilirsiniz. Ne olursa olsun böyle gecelerin sonunda suçluk duygusu hissetmek gereksizdir. Bir erkek ve kadın arasında dünyanın en eski, en güzel, en vahşi, en heyecanlı ve en olağan paylaşımı yaşanmıştır. Güzel bir şarkıyı dinlemek, sulu bir meyveyi ağzınızda hissetmek gibi son derece sıradan bir sonuçtur. Bunu dallandırıp, budaklandırıp içinden çıkılmaz, karmaşık bir olaya dönüştürmeyin.


Gecenin sabahında Songül’le birlikte güzel bir kahvaltı edip onu evine bıraktım. Beş gün veya bir hafta aralıklarla buluşup seviştik. Hatta bir hafta sonunu Şile’de birlikte geçirdik. Çoğunlukla benim evime, bazen de ona gidiyorduk. Yaşadıklarım kitabın söylediği kurallardan, anlattığı konulardan uzaklaşmaya başlamıştı. Songül sürekli ilişkimizi sorguluyordu. “İyi ama nereye kadar? Eninde sonunda nasılsa bitecek değil mi?” diyordu. Bir yandan da bana gömlek, kravat, saat ve anahtarlık gibi hediyeler alıyordu. “Bu gömleği geçerken vitrinde gördüm. Görünce tam senlik diye düşündüm. Sana mavi çok yakışıyor. Kendimi tutamadım, aldım.”şeklinde ince davranışlar sergiliyordu. Beni düşündüğünü hissettiriyordu. Beni kendince “Seni seviyorum” demeye, sözler vermeye zorluyordu. Bu konuda zaman zaman tartıştığımız bile oldu. “Sen kadınlara karşı çok güvensizsin. Bana bağlanmaktan korkuyor musun? Oysa ben seninle birlikteyken ne kadar mutluyum. Görmüyor musun? Bunu senden sürekli istemeye hakkım yok mu?”diyordu.

Bunlar tartışmak mı, konuşmak mı bilmiyorum. Kırıldığını hissediyordum. Zaten uzunca bir süre aramadan, sormadan bekleyerek bunu hissettiriyordu. Bir keresinde böyle bir konuşmanın üzerinden beni on beş gün aramadı. Ben de aramayacağım diye kendime söz veremem rağmen dayanamayıp onu aradım. Gelmeye razı olduğunda da zaten sadece sinemaya gidebildik. Benimle birlikte olmayı istemedi. Sürekli yaşamındaki tek bir erkek olduğumu söylüyor ve bunu vurguluyordu. Ben niye ona uzak duruyormuşum? Ona hiç değer vermiyormuşum. O da buna çok bozuluyormuş. Oysa asıl zayıf olan bendim. Ben onun kadar sabırlı ve inatçı olamıyordum. Her geçen gün onu daha çok özlüyor ve istiyordum. Yaşamımda Songül’le birlikte başlayan değişiklikler, alışkanlıklar bile olmuştu. Örneğin o seviyor diye evimde hep çikolata, tuzlu fıstık bulunduruyordum. En son aldığım bütün kasetler ve CD’ler onun sevdiği şarkılardı. Cuma akşamları çıktığımız için, yemeğe gittiğimiz için o gece hiç kimseye söz vermiyordum. O olsa da olmasa da Cuma gecelerimi mutlaka boş tutuyordum.

Arkası Yarın

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu


Merhaba,

Bugün sizlerle ilk olarak iki genç divayı, İtalya'dan Laura Pausini ile Fransa'dan Helene Segara'yı buluşturan "On n'oublie Jamais Rien, On Vit Avec" single'ını ardından "Hollanda'nın Mona Lisa"sı olarak tabir edilen Johannes Vermmer'in "İnci Küpeli Kız" tablosunu merkez alan ve aynı adı taşıyan "İnci Küpeli Kız"ı ve son olarak yayınlandığı günden beri gündemi değiştiren "2012: Marduk İle Randevu"yu paylaşacağım.

Keyifle dinlemenizi, izlemenizi ve okumanızı dilerim.

ON N'OUBLİE JAMAİS RİEN, ON VİT AVEC / LAURA PAUSİNİ & HELENE SEGARA :

Türkiye'nin kültürel anlamda yakın olmaya çalıştığı iki Avrupa ülkesidir Fransa ve İtalya. Belki her iki ülkenin de Akdeniz'de bulunması Türk halkının kendine bu kadar yakın hissetmesine neden olmuştur. Bu sıcaklık dile bile yansımış, bu iki ülkenin dilinden pek çok kelime Türkçe'ye aktarılmıştır. Kelimeler yanlarında edebiyatı ve tabii ki müziği de getirmiştir. Sonuçta halk bile bu iki ülkenin sanatçılarını sevmiş ve sanatçılarına sıcaklık duymuştur. "On n'oublie Jamais Rien, On Vit Avec" ise işte bu ülkelerin iki genç divasını İtalya'dan Laura Pausini ile Fransa'dan Helene Segara'yı bir araya getiren bir düet single.

1996 yılında "Coeur De Vere" ile müzik hayatına başlayan ve 2000 yılındaki "Au Nom d'une Femme" albümüyle özellikle Portekiz'in fado müziğinin klasiklerinden "Cancao Do Mar"ın Fransızca aranjmanı "Elle, Tu l'aime" ile uluslar arası müzik piyasasında büyük bir çıkış yakalayan Helene Segara, kısa sürede Fransa'nın güçlü kadın vokalleri arasında anılmaya başladı. Bu çıkışını 2001 yılında Olympia'daki konserini albümleştirdiği "Live a l'Olympia" ve 2002 yılında çıkarttığı "Humaine" ile sürdürdü. "On N'oublie Jamais Rien, On Vit Avec"teki diğer güçlü vokal Pausini ise 1993'te bir şarkı yarışmasında keşfedildi ve kısa zaman İtalya'nın aranılan seslerinden biri haline geldi. Genç sanatçı bugüne kadar 20 milyondan fazla kopya satan 6 albüme sahip.

Akdeniz müziğini seven herkesin gönlünü fetheden bir çalışma "On N'oublie Jamais Rien, On Vit Avec".

İNCİ KÜPELİ KIZ (THE GIRL WITH A PEARL EARRING) :

Kadınların sosyal statü içinde kendi ayaklarının üzerinde durmalarına izin verilmeyen Kıta Avrupası'nın 17. Yüzyılına gidiyoruz "İnci Küpeli Kız" ile. Dönemin Hollandası'nın kültür sanat hayatı açısından en aktif olan kentlerinden Delft bizim durağımız. Taze güzelliğini yeni yaşındaki yeni yaşamaya başlayan Griet, babasının bir iş kazası geçirmesi sonucu ailesini geçindirmek zorunda kalır. Genç kız, ressam Johannes Vermeer adlı evli bir ressamın evinde hizmetçiliğe başlar. Griet güzelliği ile sanatçı ruha sahip Vermeer'in ilgisini çekmeye başlamıştır. Ve en kült yasak ilişkilerden birinin pimi çekilmiş olur. Hizmetçi-ev sahibi aşkı. Ancak efendi sanatçı olunca aşkın boyutu da değişiyor haliyle. Çünkü bu ikilinin aşkı aynı zamanda sanatsal bir aşka da dönüşmeye başlıyor. Vermeer bir yandan genç kızın içinde saklı kalmış cevherleri çıkartıyor bir yandan da bu muhteşem güzelliğe sahip kıza bir kat daha hayran oluyor. Vermeer'in Griet'e duyduğu aşk onu sanatsal yönden beslemeye başlayınca kayınvalide Maria Thins çok tehlikeli bir karar alır ve görmemezden gelmeye başlar bu ilişkiyi. Vermeer'in karısı Catharina'nın evdeki yoğun etkisi altında ezilen Giret bir yandan da 12 yaşındaki Cornelia'nın merkalı gözlerinden kaçmaya çalışmaktadır.

Hayatta yalnız ve korumasız olan Griet'in güzelliğinden büyülenmek için sanatçı olmaya gerek yoktur. Genç kıza kasap Peter ve Vermeer'in hamisi Master Van Ruijven de göz koymuştur. Ancak ressam-hizmetçi elektriğini hisseden Ruijven genç kızı resmetmesi için ikiliye bir ortam yaratmaya karar verir. Ve ortaya yüzyıllar bou konuşulacak bir eser çıkacaktır. Ancak böylesi güzel bir eser uğruna herkesin bir bedel ödemesi gerekmektedir...

Johannes Vermmer'in "İnci Küpeli Kız" tablosu için "Hollanda'nın Mona Lisa"sı derler. Bunun nedeni ise iki tablo arasındaki benzerlik olsa gerek: Bilinmezlik. Çünkü Da Vinci'nin tablosunda nasıl ki Mona Lisa'nın gerçekten gülümseyip gülümsemediğini bilemiyorsak, Vermeer'in "İnci Küpeli Kız"ının da masum bir genç kız mı yoka tehlikeli bir baştan çıkarıcı olduğuna karar veremiyoruz. Bu film ise tabloyla aynı adı taşıyan Tracy Chevalier'nin 'best seller' olmuş ve Türkçe'ye de çevrilmiş aynı adlı romanından uyarlanmış.

2003 yılında uluslararası pekçok festivalde ödüllere boğulan film, 2004 yılı Oscar Ödülleri'nde "En İyi Sinematografi", "En İyi Sanat Yönetmeni" "En İyi Kostüm Tasarımı" alanında aday oldu.

17. yüzyılın Avrupası'nın aktif kültür-sanat ortamında yeşeren bu aşkı siz de içinizde hissetmek istiyorsanız "İnci Küpeli Kız" tam size göre.

2012: MARDUK'LA RANDEVU / BURAK ELDEM :

İnsanoğlu felsefi - bilimsel düşüncenin öncesinde doğa üstü güçlere ve bunlarla birlikte geliştirdikleri mitlere inanmıştır. Çünkü ilk insanların çevrelerinde olan düzeni açıklayabilecek ne bilgileri vardı ne de deneyimleri. Bu nedenle her şeyi Tanrılar'a bağlıyor ve etraflarındaki her oluşumu kendilerince vasıflandırıyorlardı. Buna karşın bilimsel düşünce öncesindeki insanların pek çok konuda günümüzdeki çalışmalarla yarışabilecek düzeyde olduğunu da biliyoruz. Mesela Mezopotamya, Mısır ve Hindistan'da tıbbın, anatomik bilgilerin, geometrinin, matematiğin ve özellikle astrolojinin Ortaçağ'dan çok daha ileride olduğunu, bazı konularda günümüzü de yakaladığını görebilmekteyiz. Ancak bir yerden sonra bu düşünce sistemi de yıkılmaya yerini bilimsel bilgiye bırakmaya başladı. Ve eski uygarlıkların arkalarında bıraktıkları mitlerse bize masalsı geldi ve kimse ciddiye almadı. Peki ya bu mitlerin içinde az da olsa gerçeklik payı varsa? Mitler insanoğlunun yaşadıklarının hayalgücüyle abartılmasından ibaretse ve yaşanan olaylar gerçekse? "Marduk İle Randevu" işte bu soruların üzerine cesaretle gitmeye çalışan bir kitap olarak çıkıyor karşımıza.

Burak Eldem, "Marduk İle Randevu"da mitlerin günümüze gelişini inceliyor ilk olarak. 3661 sayısında Hristiyanlarca kötülük, şeytan diye tabir edilen 666'ya, mitolojiden gerçeğe bir yolculuğa sürüklüyor bizleri.

İnsanların böylesi kitaplara üç bakışı vardır genel olarak. İlk grup okur tipi bu tip kitapları saçma bularak snobe eder. İkinci tür okurlarsa böylesi kitaplara zaten taparlar ve bunlara körü körüne inanırlar. Üçüncülerse bu tip kitapları okur ondan sonra inanıp inanmamaya karar verirler. Eğer siz ikinci ya da üçüncü tip bir okursanız bu kitap sizin için kaçırılmaz.

http://www.kmarsiv.com/cafe.asp

serdar@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Süha Derbent (www.suhaderbent.com)

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir.
Kahve Molası bugün 3.533 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


Bu Zamanlar

Sokaklar dönüp duruyor bu zamanlar
Az sayıda evi yanan ışıklar var
Bu gecemden sen sıyrılırken
Güvercinlere ne diyebilirim
Uzaksın...

Sabahı edebilmek koynunun miski olmadan imkansız mı
Peki engeller bize nedir ki
Sen cevap verebilir misin
Buralardan kaçmak bu zamanlar
Buralardan sevebilmek bu zamanlar

Üç tekerlekli bisiklet gibi kolay olmalı düşlerimi sürmek
Sokaklar dönüp duruyor
Neye bağlanacak aramızdaki teller
Geleceğim sen misin diyor tereddütlerin
Duvarların arkasında titrediğini söylüyorsun
Avucum toz toprak tam karşımdasın
Yumruklarım sıkılı kainata benim olacak mısın?

Yüreğin serpilmiş arpa tanesi bu zamanlar
Melekler and içiyor tek olduğuma
And içiyor aramıza giren karanlık sonsuzluğa
Gülebilmek suskun savaş siperleri
Sevebilmek bir güvercinin kanadı

Dudakların bir şarkıyı ağırlıyor
Benim olmayı arzulayarak belki de
Mutluluk ellerimizi tutacak diye
Seni seviyorum bu zamanlar

Ahmet Öztürk

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Hummer cipim yok diye sakın üzülmeyin!...

Yukarı

 Kıraathane Panosu


FOTOGRAF SERGİSİ

"VAHŞİ YAŞAM" SÜHA DERBENT
8 MAYIS - 4 HAZİRAN 2004

FOTOTREK NIKON FOTOGRAF MERKEZİ, 8 Mayıs - 4 Haziran
tarihleri arasında, hayvan davranışları üzerine fotograf çalışmalarıyla tanınan Süha DERBENT'in "VAHŞİ YAŞAM" isimli sergisine yer veriyor.

8 Mayıs Cumartesi günü saat 18:00'de yapılacak bir kokteyl ile açılacak olan sergide kaplan, aslan, leopar, çita gibi büyük kedilerin görüntüleri yer alıyor. Sergi, hayvanların yaşadıkları coğrafyaya uygun davranış görüntüleri üzerine yaklaşık 8 yıldır çalışmalar yapan Süha DERBENT'in Hindistan, Güney Afrika Cumhuriyeti, Zimbabwe, Kenya ve Botswana'da çektiği fotograflardan oluşuyor. Nikon Türkiye Temsilcisi Karfo - Karacasulu ve Emirates Havayolları katkılarıyla gerçekleşen sergi 4 Haziran Cuma gününe kadar izlenebilecek.
Ayrıntılı Bilgi: http://www.suhaderbent.com

FOTOTREK NIKON FOTOGRAF MERKEZİ
Meşrutiyet Caddesi Ravanda İşhanı No : 85
Kat : 1 - 2 D. 1 - 3 Beyoğlu, İSTANBUL
Tel : (212) 251 90 14 - 251 83 74
www.fototrek.com

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://turkgolge.sitemynet.com/perde.htm
...Eskiden ramazan gecelerinde, iftar yemeğini yiyen herkes doğruca Karagöz seyretmeye giderdi.Nâreke zırıltısı ve tef velvelesi ile göstermelik kalktıktan sonra Hacıvat Çelebi şarkısını söyler ve “Ne olur şu dört köşe perdede bana da bir arkadaş olsa ah bana bir eğlence medett amannnnnnnnnnnnnnnnn amannnnnnnnnnnnnnnnnn....” diye Karagöz’ü çağırmaya başlardı. Ve tabii herkes kahkahaları patlatırdı...

http://www.turkishfencing.com/HTM/ESKRiM_NEDiR.htm
...Eskrim hızlı,hareketli ve tempolu bir spordur. Atletik açıdan bakıldığında, hız ve dayanıklılık, bu sporun en önemli özellikleridir. Kişiye kazandıracağı diğer özellikler, güçlülük (patlayıcı hızlara ulaşma açısından yararlıdır, yoksa, bu sporda zor kullanımının yararı yoktur), esneklik, hareket hızı, koordinasyonu ve kesinliğidir. Ancak, sağladığı reaksiyon hızı (refleks) ve mücadele azmi, kişiye en önemli katkısıdır...

http://www.worth1000.com/
Binlerce orjinal resim ve fotograf çalışmasını arşivinde bulunduran geniş bir arşiv. İstediğiniz herhangi bir çalışmayı t-shirt, kupa veya listedeki diğer materyallere bastırmak üzere sipariş verebiliyorsunuz.

http://www.humnri.com/enter/passport/
Uluslararası hizmet veren bir site. Pasaportunuzla ilgili bir sorun olup olmadığını test edebiliyorsunuz..:)) ...Welcome to the World Passport Record Records Bureau web site - where you can search our online database of over 6 Billion Passports information currently on file, absolutely FREE. Search our files with the form below...

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


CDex v1.51 [1.90M] Win9x/2k/XP FREE
http://www.cdex.n3.net/
Bilgisayarınızda dijital müzik dinlemenin keyfini yaşamak için önce CD'lerinizi bilgisayarınıza kopyalamanız gerekiyor. İşte bu program bu işlemi hızla ve kolayca yapacak yeteneğe sahip. Müzik tutkunlarına tavsiye olunur.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040506.asp
ISSN: 1303-8923
4 Mayıs 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri