KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?






Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Cilve
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 505

 17 Mayıs 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Biz yaptık mı yaparız abi!..


İyi haftalar,

Güzel bir haftasonuydu. Cumartesi akşamı eşine az rastlanır bir iş başardık. Komplekslerimizden arınıp, 'Ben ancak bu kadar yapabilirim' lafının ardına saklanmak yerine en iyilerle çalışıldığında ve biraz da kesenin ağzı açık tutulduğunda neler olabileceğini gözlerimizle gördük, kulaklarımızla duyduk. Bizler gibi tüm Avrupa da övgüyle söz etti organizasyondan. En ufak bir aksaklık bile olmadı. Hani olsaydı, olur o kadar demeye bile hazırdık. Ancak normların artık Türk işi olmadığını anladık sanırım. Yarışma öncesi yaşanan birkaç alaturka didişmenin dışında garabetlikte yaşamadık. Kadın semazen konusu bayağı ilginçti. Acaba kaçkişi sekiz semazenden dördünün kadın olduğunu anladı. Hiç işte... Athena'ya gelince, bana kalırsa hakkettiği yerdeydi. Değişik müzikal yapısı ve güzel yorumuyla haklı puanları topladı. Kimse bize kıyak geçtiler demesin. 2-3 Avrupa başkentinden tam puan almak, diğerlerinin komşu kayırmasının yanında devede kulak. Ukrayna bileğinin hakkıyla aldı. Ruslana pekbir güzeldi. Yunanlı kardeşte birinci olabilirdi. Kıbrıs'a bizden oy çıkması güzel bir mesajdı. Velhasıl, global düşünülmüş yerel uyarlamalarla hem zor bir işin altından alnımızın akıyla çıktık hem de milyar dolarlık bir reklamın etkisine ulaştık. Bir Türk olarak emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Yalnız sakınola uykuya dalıp hayale kapılmamalı. Oylama için bağlanan spikerler organizasyonu öve öve bitiremedi, tüm Avrupalı gazeteciler kendilerine gösterilen ilgiden sitayişle bahsetti ve tek bir aksaklık ya da sakarlık olmadan zor bir işin altından Avrupalı gibi kalktık diye AB'ye bizi alacaklarını düşünmekten bahsediyorum. Ne alakası var diyebilirsiniz. Deyin tabi ama emin olun bu işi oralara bağlamaya kalkanlar olacaktır, hatta olmuştur bile. Bu düşünce sahiplerine, seçime hazırlanan Avrupalı partilerin 'Türkler AB'ye nah girer!' sloganını noterden tasdiklettirdiklerini hatırlatmak isterim. Ve bunlar sanıldığı gibi marjinal partiler değiller. Seçim nutuklarında bizi malzeme yapmayı şiar edineceklerini belgelemek isteyen gerçek Avrupalılar hepsi. Benden söylemesi hani...

Geri dönen epostaların sayısını azaltmak için birkaç önlem aldım. Salak SPAM savar programlar 3 defa aynı konu başlığı ile gelen mesajı SPAM addediyor. O nedenle bundan böyle konu başlıklarında sizlerin isim ve adreslerinin olmasına karar verdim. Hayır merak ediyorum, şimdi ne kulp bulup bizi SPAM kategorisinde değerlendirecek bu kahve düşmanları. İkinci takıldıkları nokta da, hepsi yabancı program olduğundan abonelikten çıkmak için bir kayıt aradıklarında 'UNSUBSCRIBE' kelimesini arıyorlar. Bu da bizi kara listeye almaları için bir neden oluyor. Ben de onlara uydum n'apayım? Hotmail adreslerindeki durum biraz daha farklı. Onu henüz çözemedim ama canla başla çalışıyorum. Umarım hallederiz. Bu gece yaşadığım iki elektrik kesintisinin ardından Kahve Molası'nı hazır edebildim. Çok geç olduğu için de tekrar kontrol edemedim. Kusurları varsa affedin artık. Hepinize güzel bir hafta diliyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

1 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

 TEYZUŞ : Ferda Önler


FİRUZE'ler Ne Çokmuş Meğer...

Bir süre önce yine burada ve üç bölüm halinde yayınlanan FİRUZE'nin "Aşk Üzerine Söyleşisi"nin, aramızdaki başka FİRUZE'lere tercüman olacağını, doğrusunu isterseniz pek düşünmemiştim. Tanıdığım, tanımadığım o kadar çok kişiden, gerek Kahve Molası kanalıyla, gerekse özel e-postama gelen öylesine mesajlar aldım ki; sonunda onları FİRUZE ile bir kez daha buluşturmak benim için kaçınılmaz oldu. Çoğunluğun daha çok, onun nereye kaybolduğunu, nerede olduğunu, sonunun ne olduğunu öğrenmek istediklerini biliyorum. Fakat hemen söyleyeyim, bunların cevabını bende bilmiyorum... Şimdilik elimden gelen tek şey, o sohbetin yapıldığı akşamın birkaç gece öncesinde, FİRUZE'yi özleyenleriyle buluşturmaktan öteye geçemeyecek.

Hatırlayacaksınız; hani, Mine'nin yemek daveti üzerine aylar sonra katıldığı ilk toplantıda kendini her şeyin dışında kalmış gibi buluvermiş ve yanına gelip oturan Mine'ye:

"Buraya gelmekle yanlış bir iş yaptım sanıyorum. Benim durumumda biri... Neden söz ettiklerini anlamıyorum, kim olduklarını bilmiyorum, onlarla nasıl konuşmak gerektiğini bile bilmiyorum. Oysa geçen akşam anladığımı sanmıştım. Hayatımdaki aksaklığın ne olduğunu yani... Gel gelelim bir karar almakla değişemiyor insan, her şey eskisi gibi sürüp gidiyor;

diyerek söyleşiyi başlatmıştı...

Neydi peki Firuze'nin "oysa geçen akşam anladığımı sanmıştım..." dediği?...

Gelin, bu kez de, "geçen akşam anladığını sandığı" şeylere, ya da kendisiyle baş başa kaldığı bir sırada yapmış olduğu iç hesaplaşmadan çıkanlara bir göz atalım; ne dersiniz?

Haydi öyleyse şimdi, kulak verelim anlatacaklarına... Firuze, yaşamının son üç yıla yakın bir dönemini gözden geçirmeye kendi kendine bir itirafla başlamıştı:

"PRENS sandığım kişinin KURBAĞA çıktığını gördüm!.."

...Birlikte mutlu olabilecek iki insan varsa, benle oydu. Ne istediğimizi bilecek ve bunu elde edebilecek kadar akıllı, tecrübeli, iyi niyetliydik ikimizde; ikimizin de kendine yetecek kadar yeri vardı. Bizimki örnek bir ilişki olmalıydı. Nitekim başlangıçta öyle görünmüştü. İdeal bir durumun kutsal ışıltısıyla parlıyordu ilişkimiz. Yakınlık ve içtenlik sağlandığı gibi, özgürlüklerimizi, bağımsızlığın güvencesini de koruyabiliyorduk. Bunu sürdürebiliyorduk her nasılsa?

Taa ki, biz henüz birlikte olmaya başlamadan evvel bitmiş olan evliliğini sonlandırmak için, epeydir ayrı yaşamakta olduğu karısına karşı boşanma davası açana dek... Sonrası? YOK!... Verdiğim "Şövalye" unvanını geri aldım ondan.

Başlangıca dönelim biraz...

Dolambaçlardan yoksun bir tavırla birlikte olmayı önermişti. Şaşırmıştım. Gözlerine baktım. Pırıl pırıl gözlerle bana bakıyordu . İçtenliği ve açık sözlü oluşu hoşuma gitmişti; erkeklerin çoğunun benimsediği anlamsız kibarlık gösterisinden çok farklıydı bu ve son derece dürüsttü kendisini anlatırken. En başından itibaren, evli olduğunu benden gizlemeye gerek duymamış; yaklaşık bir seneden uzunca bir zamandır karısıyla ayrı yaşadıklarını söylemişti. Vaatler olmaksızın, beklentisiz bir beraberlikten söz etmişti. Birlikte olmayı kabul ettim. "Karşı koyulmaz bir insansın sen!" demek geliyordu içimden...

İlk randevumuza hazırlanırken heyecanlandığımı, yüreğimin hızlandığını, gözlerimin ışıldadığını fark ettim. Neden? Gerçi onun halinden hoşlanmıştım ama, olağanüstü biri değildi. Oysa onu görür görmez heyecana kapılıyordum. Ardından da kendime kızıyor, kendimi paylamaya başlıyordum: Eli yüzü düzgün birini gördün mü "Şövalye" yapmasan olmaz!

Yıllar sonra yeniden aşık olduğumu sanıyor, neden, nasıl olduğunu bilmiyordum. Birlikte geçirdiğimiz gece boyunca onun isteklerine boyun eğdiğimi de fark ettim. Söylediği her söze gülüyor, yüzünü çok güzel buluyordum. Gecenin sonunda eve bırakırken dudaklarımı öptü. Karşılık verdim ve öpüşme hazzının bütün gövdeme yayıldığını hissettim. Dehşet içinde geri çektim kendimi; gel gelelim o anlayacağını anlamıştı. Fazla diretmedi ama, iki gece sonra yine çıktık ve o hafta sonunu tümüyle birlikte geçirdik... ondan sonraki günlerin çoğunu da, hafta sonlarını da...

Yoğun bir coşkuyla gelmişti bana. Çılgınca bir düş gücü vardı; dağınıktı, neşeliydi, sınır tanımıyordu. Her tek çocuk gibi o da şımartılmıştı; ailesi onu olduğu gibi kabul etmiş, bütün kusurlarıyla - ya da kusurlarını görmeden - sevmişti. (Galiba, ayrı yaşadığı karısı da!..) Türlü gariplikleri olan, kendine güvenen - ya da öyle görünen - bol bol gülen ve bir o kadar da güldüren, uçarı bir erkekti. Dur durak bilmiyordu. Önüne gelenle dostluk kuruyor, sempatikliği sayesinde kendisini hemen her ortamda ve herkese kolayca kabul ettiriyordu.

Aklına estiğinde, beni ya önceden telefon ederek veya daha çok, hoş sürprizlerle, bazen iş yerimden ama, genellikle akşamları evimden almaya geliyordu. Arabaya binip soluğu ya bir cafe-barda veya bir gece kulübünde alıyorduk. Nerede olursak olalım çabuk sıkılıyordu; yeniden yollara düşmek, gidip bir pizza-restauranta veya bir balıkçı meyhanesine uğramak, sonra bardan bara dolaşıp biraz müzik dinlemek veya o anda aklına gelen yakın bir dostunu ziyarete gitmek isterdi. Sabahlara kadar dolaşıyorduk, ancak cinsel baskı yapmıyordu; cinsellik değildi bu ilişkiden yegane beklentisi. Varlığımla kendisiyle paylaştığım şeyler de keyif veriyordu ona, kısacası. Ender rastlanırdı bu tür erkeğe doğrusu... Büyülenmiştim.

Onunla karşılaştırınca, kendimi donuk bir insan gibi görmeye başlamıştım. Yapılacak işler, düşünmem gereken kişiler, vs. - kısacası sorumluluklar - sınırlıyordu benim dünyamı. O böyle önemsiz şeylere gülüp geçerdi; "öyle yaşamak hayat değil" diyordu. Onun için hayat eğlence demekti. Mesleği, işi ve çalışma saatleri de bu hayat tarzına son derece uygundu zaten.

Ona yaslanmıştım, ona benzemek istiyordum ama, benzeyemiyordum! Bu yüzden de hem kendi hayatımı yaşıyordum, hem de onunkini. Hemen her gece sabahlara kadar geziyor, ertesi gün yapılması gereken işlerimi de yapıyordum. Buna rağmen, yorgunluğumu gizlemekteki ustalığımda üzerime kimse yoktu doğrusu!

Geceleri hemen hiç yalnız kalmıyordum. Onu öpmekten, onun kolları arasında olmaktan haz duyuyordum. Onun kokusunu bile seviyordum; başka erkekler gibi tıraş losyonu ya da kolonya veya parfüm değil, kendi kokusu geliyordu. Ellerinin bedenimde dolaşmasından da hoşlanıyordum ve ben istemedikçe hiçbir zaman fazla ileri gitmiyordu o eller. Aşık olduğumu düşünmeye başladım.

Ne var ki, belli bir noktaya geldikten sonra, yani beraberliğimizden yaklaşık iki sene sonra onun gece yaşantısına ayak uydurmaktan ve beni her almaya gelişinde peşine takılıp gittiği her yere gitmekten kaçar oldum. Türlü bahanelerle evde kalmayı başarıyordum. O da gecenin ilerlemiş saatlerinde eve geliyordu. Hatta uykudan uyanıp kapıyı açtığım zamanlar bile oluyordu. Nadiren gidiyordum artık onun gittiği yerlere. Bu kaçışlar, kesinlikle yorgunluktan değildi. Zamanla ortaya çıkmaya başlayan ve gitgide daha sık tutan kıskançlık krizleri beni huzursuz etmeye başlamıştı. Gerilim yaşamaktansa, o ortamda bulunmamayı tercih ediyordum.

Önceden de ortak arkadaşlarımız çoktu; zamanla, beni de yanında taşıdığı için ve onunla her yere gire çıka sayısı çoğaldı ortak arkadaşlarımızın; içlerinden biri olup çıktım ama, yine zamanla ortak eğlenceye ben de katılmak istesem, surat asar oldu. Hatta bir keresinde eve döndüğümüzde hayli sert şekilde paylamıştı beni! Grubun arasına karışıp, kollarımı (kendi kanımca) benim ve onun ortak dostları olan kişilerin omuzlarına attım mı bozuluyordu. Oysa kendisi grup içindeki - veya dışarıdan - kadınlarla hep çok yakın ve samimiydi. Onun için ben, elleri-kolları hep onun ellerinde, kolunda, boynunda olan, hep ona gülümseyen, gözleri hep ona hayranlıkla parıldayan kadındım yalnızca ve hep öyle kalmalıydım.

Ne yapıp ne yapamayacağımı, nasıl olmam gerektiğini bildirmeye çalışan erkeklerin şu tepeden bakan tavrına ifrit oluyordum ve onun da bu tip biri olduğu veya olmaya başladığı fikri, bu tür olayların sayısı arttıkça daha bir kesinlik kazanmaya başlamıştı kafamda. Beni, kendi istediği gibi biri olmaya zorladığını sezdiğim için biraz da kızıyordum; gel gelelim öfkeyle küçümsemenin gerisinde yoğun bir huzursuzluk vardı bende. Beni, hâlâ benliğim diye düşündüğüm şeyden vazgeçmeye zorladığını hissediyordum. Bir de kuşatıldığımı...

Henüz bir ayrılık söz konusu değildi aramızda; ancak, birbirimizi eskisi kadar sık görmüyorduk. Pek sık görüşmek de istemiyorduk; çünkü her bir araya gelişimizde bir tartışma çıkıyordu neredeyse. Aramızdaki dostluğun eski tadı kalmamıştı. Birkaç kere kavga ettik. İş seyahatlerim dahi sorun yaratmaya başlamıştı artık. (Hoş, benim bu iş seyahatlerim taa başından beri hep sorun olmuştu aslında.. ya, galiba ben önemsememeye, görmezden gelmeye çalışmıştım; tıpkı başka şeylerde olduğu gibi.) Kavga etmediğimiz zaman da yarım metrelik bir halatın iki ucundan asılan kişiler gibi, hiç birimiz önemli bir ilerleme sağlamadan çekişiyorduk.

"Bencil ve egoist bir kadın" olduğumu, ancak birlikte geçen iki yıldan sonra anladığını söyledi. Oysa, birlikteliğimizin başlarında, hatta o başlangıca henüz adım atmadığımız ama, sık sık karşılaştığımız dönemlerde (karşılıklı sempatiyi uzaktan uzağa yaşadığımız günlerde) "ideal kadın" tipi olduğumu ve kendisinin de "idealindeki kadın" olduğumu söylerdi...

Onun bu serzenişi üzerine, oturup kendi kendime hesaplar yapmaya başladım:

Birinci sütun ; mutlu bir aşk yaşamak için son fırsat,
İkinci sütun ; Ne? Benliğim! O ve benliğim!

Annemin-babamın evinde oturduğum ve benliğim diye tutturduğum çocukluk - genç kızlık yıllarımı anımsadım. Ve '83'ten sonrasını kuşkusuz! Bugüne gelebilmek için verdiğim dört-beş yıllık zorlu savaşımı... Tümüyle benliğime ait olan bu yaşamı elde edebilmek için ödediğim bedeli... Nasıl bir bencillik ama! O haklıydı belki... Belki de gerçekten çok bencil bir kadındım! Özgürlüğüme olan aşırı tutkumdan dolayı...

Saçlarımı çekerek, canım yanıncaya kadar çekiştirerek düşüncelerimi bir sonuca götürmeye çalışıyordum: Eskiden sevdiği gibi sevmiyor muydu yani? Hayır! Ben, benim isteklerim diye dayatınca sevmiyor! Benim isteklerim diye dayatınca sevmiyorsa nasıl seviyordu peki? Benim isteklerim, onun isteklerine uygun olunca... Yalnızca isteklerim onun isteklerine uygun olunca seviyor da, isteklerim onun isteklerine aykırı düşünce sevmiyorsa, o zaman beni değil, ona uyan, onu tamamlayan, beğenen, ancak kendinden daha küçük ve önemsiz olan birini seviyordu. Evet, başlangıçta böyleydi bu. Başlangıçta kendimi ondan küçük görmüş, onun kendimden önemli ve büyük bir insan olduğuna inandığım için hayranlık göstermiştim. İçtenlikle. Hatta ona benzemeye bile çalışmıştım! O, her zaman bunu bekleyebileceğini sanmıştı. Her zaman bunu bekleyebileceği inancını ben yaratmıştım onda. Şimdiyse döneklik ediyordum.

İyi ama, ben de değişmiştim şimdi. Bir ölçüde, ondan ötürü. Hayır, bunun bir önemi yok. O da benden ötürü değişti.

Bir insan ne yaptığını bilmiyorsa, yaptıklarının bilincine yerleşmesine izin vermiyorsa, sen yanlış bir şey yaptığını göstersen bile bunda yanlış bir şey görmüyor, seni küçültüyor, eziyor olsa ve bunu "doğal" sayıyorsa, suçlayabilir misin onu?

Çok seyrek telefon ediyordu artık; "senin yüzünden başkalarıyla çıkmak zorunda kalıyorum" diyordu. Ömrümde ilk kez kıskançlık duydum! Pes etmiyordum yine de. Onunla bir güç çatışmasına girmek istemiyordum ama, onun her hareketi ilk yargımda haklı olduğumu, erkeklere güvenilmeyeceğini gösteriyordu. Hemen hepsi birbirinin aynıydı işte.

Beraberliğimiz öncesinde kendime özgü tavırlarımdan, özgürlüğüme olan tutkumdan dolayı bana hayranlık duyan kişi, beraberliğimiz ilerledikçe beni değiştirmeye, ele geçirmeye, kendi yönlendirdiği biçimde biri olmam için çalışıyor; karşı koyunca da huzursuzluklar, kopukluklar başlıyordu. Yoğurmaya çalıştığı hamur (yani ben), bir türlü onun istediği şekli almıyor ve de almamakta direniyordu, üstelik! Peki ama;

Hani, kimse kimseyi değiştirmeye çalışmayacaktı?
Hani, herkes kendi dünyasında da yaşayabilecekti?
Hani, beklentisiz bir beraberlik olacaktı?
Hani, sahiplenme olmayacaktı?

Durup dururken ne diye çıkarmıştı ki bu evlilik fikrini!? Bunca zamandır, boşanmadan, ayrı yaşadığı karısından ansızın boşanmaya kalkması ve paldır küldür gidip mahkemede dava açmasının nedeni bu muydu? Boşanıp yeniden evlenebilmek için mi? Birlikte yaşarken başaramadığını, aklınca, evlenerek mi ele geçireceğini sanmıştı beni, yoksa? Rüşvet sunarcasına bir evlilik teklifiydi yaptığı sanki!.. Alt edemediği benliğimi ele geçirmeyi kafasına koymuşsa bir kez; onun için zafere giden her yol denenebilirdi demek ki?.. Bu, evlilik bile olsa dahi! ( Yoksa, ilk evliliğini de bizimkine benzer bir durum karşısında mı yapmıştı? Peki ama neden, bir kerecik olsun bunu ona sorma gereği duymadım hiç? Sorsam, anlatır mıydı? Sanmam! Kendini ele vermemek için kaçınırdı herhalde bunu açıklamaktan. Kaç erkek, aklından geçenleri aynen aktarır ki birlikte olduğu kadına? Bunu bir "zaaf" olarak algılayıp benimsediklerinden, işlerine gelmez çoğunlukla. )

Oysa ben neden evlilikten hep uzak durmuş, kaçmıştım? Bunları yaşamamak için kuşkusuz! Çünkü bir koca seçmenin bir yaşam biçimi seçmek olduğunu anlamıştım. (Hangi kadın anlamaz ki?) Bir bakıma evlilik, bir genç kızın ilk ve son ve tek seçme hakkıdır. Evlilik ve çocuk, onu; zengin ya da yoksul, sorumsuz ya da sorumlu, evlendiği erkek her kimse, ona; onun oturmak istediği yere, yapmak istediği işe bağımlı kılar. Hangi koşullar altında yaşarsa yaşasın, erkeğin peşinden gitmesi öngörülüyor kadının. Bir erkek, tek başına, bir hayatın yerini alabilirmiş gibi!.. Haksızlık bu!

Bir kadını mahvetmenin çok daha kolay yolu vardır; onu öldürmek ya da ırzına geçmek gerekmez, dövmek bile gerekmez! Evlenirsiniz, olur biter! Yok! Bu kadarı da çok acımasız ve de gaddarca bir yargı oldu galiba... Tanrım, evliliğe neden bu denli kuşkulu bakıyorum ben?

Eğer yıllar önce hayatımı nasıl yaşayacağıma özgürce karar vermek istediğimi fark etmeseydim, şimdi o bazı sıradan evli kadınlardan biri olup çıkmıştım kuşkusuz. Dırdırcı, asık yüzlü, erkeklerin erkekçe eğlencelerinden kopamayacağını bilmeyen; onların deyimiyle, kocasını köstekleyen, ayağına zincir vuran kadın olacaktım herhalde. Kocam olacak kişinin karşısına dikilip; sızlanıp, ağlayarak yakındığımı, onun da evden kaçarak avunmak için arkadaşlarına sığındığını görür gibi oluyorum. Hep böyle bitiyor kafamdaki film; daha tatlı bir sahne yaratamıyorum kafamda. Çünkü çevremde gördüğüm, sürekli oynayan ve yıllardır afişlerden inmeyen filmin senaryosu hep aynı evlilik hikayeleri... İşte, büyük bir olasılıkla Agâh'ın rol aldığı ve bu rolden çok sıkıldığı için bitirmek üzere olduğu filmin senaryosu da, buna benzer türden bir evlilik hikayesi olmalıydı!

Hem, evlilik ona göre de değildi ki; zaten böyle bir sıradan kadından kaçmak istediği için ondan ayrı yaşamaya başlamış ve ben de o sıradan kadınlardan biri olmadığım (!) için benimle olmak istememiş miydi? O halde neden beni kaçmak istediği kişiliğe sokmak istiyor, neden değiştirmek için, benliğimi yok etmek için çalışıyordu? Bedelini bu denli pahalıya ödediğim özgürlüğümden, benliğimden kolay kolay vazgeçmeyeceğimi, ona daha başında söylemiştim oysa... O halde, nasıl "bencil ve egoist bir kadın" olabilmiştim aniden onun gözünde? Bence tam dersi bir durum söz konusuydu; asıl hayal kırıklığına ben uğramıştım. Yanılan da bendim!

Bir kez daha: PRENS sandığım kişinin KURBAĞA çıktığını gördüm!.. Tılsımın bozulması için meğer "benliğim" diye tutturmam gerekiyormuş...

Her ne kadar onunla bir güç çatışmasına girmek istemesem de, sessiz direnişim sürdükçe daha az aramaya başladı. "Nasılsın, ne yapıyorsun?" diye sorduğu da yoktu artık. Sonunda, aramaktan vazgeçti... Aklınca, beni cezalandırdığını sanıyor olmalıydı; ya da evlilik fikrini soğuk karşılayışım ve teklifine karşı isteksiz görünmem, hayli kızdırmış olmalıydı onu. Belki de gururu incinmişti! Çünkü o, kendisini kesin zafere ulaştıracağına inandığı son kozunu da oynamıştı; ama, beklediği cevabı alamamıştı hâlâ... Pusudaydı!.. Ve dönüp dolaşıp, tekrar sormak için bir gün gelecekti elbet!

*****

Mine'deki toplantıdan önceki gecede FİRUZE, yaklaşık üç yıldır büyüsüne kaptırmış olduğu tılsımın artık bozulduğunu anlamıştı. Aşkın büyüsüne böylesine kapılmış olduğu için, nasıl da kızıyordu şimdi kendisine! İradesini kaybetmişti. Ondan başka bir şey düşünemez olmuştu bunca zaman. Nasıl olup da yapmıştı bu çılgınlığı? Ancak, FİRUZE'nin anlamakta asıl zorlandığı; AŞK konusunda mı, yoksa AŞIK olmak için seçtiği kişi de mi yanılmış olmasıydı? İşte bunu netleştiremiyordu kafasında bir türlü. Bu çelişkiden kurtulabilirse, hayatındaki aksaklığın ne olduğuna ve bundan sonrasına dair bir karar verebilecekti. Aksi takdirde, her şey eskisi gibi sürüp gidecekti...

...Ve bu gidişe "dur" diyebilmenin tek yolu; "erkeği", önce aklından sonra da kalbinden atmaktan geçiyordu...
Hadi aklına söz geçirdi diyelim... İyi de, bunu kalbine nasıl anlatacaktı peki?.. Karar almakla değişebilecek miydi? Belli ki düğümün çözümü, işte burada karışıyordu.

Kadınların en çok zorlandıkları nokta, akıllarına değil; yüreklerine söz geçirememeleri olsa gerek!
Erkeklerin işini kolaylaştıran da bu değil mi zaten?

Ferda Önler
fonler@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Kahvecigillerden : Gülcan Talay


Kabuslar Geceleri Kovalar..

Sabahın erken saatleriydi... Ufukta gün yeni ağarmakta, yanan birkaç sokak lambası ise gecelik nöbetlerini bitirmeye, dinlenmek için uykuya hazırlanmaktaydı. Bazı sokak lambaları çoktan derin uykuya dalmıştı, yeni bir geceye nöbet tutmak için.

Bu kadar erken, kuşluk vaktinde dışarıda ne işim vardı..? Bilmiyordum? Bildiğim tek şey gidip yatağımda deliksiz, belki de günlerce uyumak. Caddenin köşesinden bizim evin sokağına yöneldim. Yürüdükçe içimdeki yorgunluk daha da artmış, sanki yüzümde yorgun iniltilere dönüşmüştü...'Yüzüm acıyor'. Kafam karışık, bir an önce eve ulaşmak için adımlarımı hızlandırdım. Daha hızlı, daha hızlı.'Belki de koşmalıyım'.Yorgun ayaklarımın bedenimi taşıyabileceği kadar koştum, koştum.

"Allah'ım ben neredeyim? Burası bizim sokak değil..?" Nasıl olurdu da evimin yolunu karıştırırdım.
"Olamaz..." oysa caddenin her zaman döndüğüm noktasından girmiştim evin yoluna. Şaşkınlıktan yorgunluğumu unutmuş, tanıdık bir nokta yakalamak için deli gibi sağa sola bakınmaya başladım. 'Allah'ım her şey yabancı. Deliriyorum sanırım' Zaman geçtikçe içimi korku sarmaya başladı. Sokaktan gelen her çıt sesi irkilmeme neden oluyordu. Yürümeye devam ettim etrafıma bakınarak... Aniden omzumda bir el hissettim. 'Dönmeli miyim? Hayır. Tabanı yağlayıp kaçmalıyım... Belki tanıdıktır..?' Çelişik duygularla merakıma yenik düşüp arkama döndüm. Kimsecikler yoktu işte. Korktuğum için zihnim sadece oyun oynuyordu bana. Rahatlamış yoluma devam etmek için önüme dönmüştüm ki, karşımda kirli yüzlü, saçları kirden birbirine yapışmış bir adam dikiliyordu. Korkudan bir çığlık atmaya hazırlanıyordum ki, "Korkma. Sakin ol. Buradan gitmelisin, çabuk, çabuk kaç." dedi.
Arkamda bir şelale varmış gibi, suların taşlara kayalıklara çarpıp, girdap oluşturmuş sesleri geldi. Bu kez zihnim oyun oynamıyordu. Kocaman azgın sular üstüme doğru hedef almış delice yaklaşıyordu. Pislikten maviliği yok olmuş sular...

Azgın sulardan kaçamamış, sürüklenmeye başlamıştım. Uzun süre çırpınışlarla sürüklendim. Sular sakinleşmeye başladığında kendimi bir evin önünde buldum... Eski, yarı ahşap, yarı beton dört katlı bir ev. Sığınmak ve kurulanmak için kapıya vurdum. Kimsecikler ses vermedi. Bir kez daha vurdum, bu kez kapı kendiliğinden ardına kadar açıldı... Girdim. "Kimse yok mu? Bakar mısınız?" ses yoktu. Merdivene doğru yöneldim " belki üst katta duyamıyorlar beni". İçeride olmayan insanlara seslenmeye devam ederek merdivenleri bir çırpıda tırmandım. Burada da yoklar. Bir kat daha çıktım... Bir kat daha... Bir kat daha. Sonunda dördüncü kata ulaştığımda karşımda çirkin bir adam dikiliyordu. Tam "merhaba" diyecektim ki, elindeki bıçağı kaldırıp bana doğru yöneldi. Koridorda kaçmaya başladım."benden ne istiyorsun..?" Her yer uzun koridorlardan oluşuyordu. Sanki içinden çıkılmaz bir labirentin içine düşmüştüm. Koridorlardaki bazı kapılar odalara açılıyordu. Sonradan fark ettim ki bu odalar hep mutfaktı. Kendimi savunmak için girdiğim mutfaktan birkaç bıçak geçirdim elime... Koşmaya devam ettim. 'Koridor bitti... Kahretsin..!' Elindeki bıçağı hırsla sallayarak yanıma kadar gelmişti. Boğuşmaya başladık. Çok güçlüydü... Boş bulunduğu bir anda elimdeki bıçaklardan birini sapladım. O dev cüssesi meğer ne kadar narinmiş... Kanlar içinde yere düştü.

Arkama bakarak kaçarken, koridorun diğer ucundaki kadını son anda fark ettim. Pencerenin önünde dikiliyordu beni yakalamak için. Hala elimde bir bıçak vardı. Ucube gibi bir kadındı.
Çok yorgundum... İkinci biriyle savaşacak takatim kalmamıştı. Yine de can havliyle bıçağı salladım birkaç defa... Omzu parçalanmıştı. Hala çok güçlüydü. Aniden ardında duran pencere açıldı. Son bir kuvvet kadını camdan aşağı itmeyi başardım. Yere düştüğünde gördüğüm manzara çok farklıydı. Ucube gibi görünen kadın aksine çok güzel yüzlü biri idi. Üstüne üstlük birde hamile 'Allah'ım ben ne yaptım. Ama ama....' olduğunu fark ettiğimde iyice çıldırdığıma karar verdim. Merdivenlere yönelip üçer beşer indim dört katı. Biran önce bu kabus yuvasından kurtulmalıydım. İşte nihayet dışarı çıkmayı başarmıştım. Sokakta koşmaya devam ederken, beni o kabus yuvasına fırlatan azgın suların sesini duydum yeniden. 'Allah'ım yine mi?' Bu kez sular tertemiz, masmaviydi. Sular bedenimden aştı. Temiz olması boğulma riskimi azaltmıyordu. Sular çoktan boğaz yollarımdan aşıp, mideme erişmeye başlamıştı. Sonunda çırpınmaktan vazgeçmiş, pes etmiş, bırakmıştım bedenimi sulara...

Kendime geldiğimde yatağımda uzanmış sırılsıklam yatıyordum. Sulardan değil, terden ıslanmıştım." Ne yani hepsi rüya (kabus) mıydı..?"

Kaçamazsın boşa çabalama bedenim,
Gözüne inen yorgunluğa yeniksin.
Her gece bekler seni uykun kapında
Çünkü; kabuslar geceleri kovalar.


Gülcan Talay

Yukarı

 Kahvecigillerden : Oktan Erdikmen


Rövanş

Türkiye’de devlet okullara 5 kuruş ödenek göndermez. Yılda bir miktar kömür verilir, zaten o da yetmez. Tebeşirden, yoklama fişine kadar her şey, okul tarafından karşılanır. Camilere su, elektrik bedavadır; okullara parayla.. Okulların borcu vardır. Bir türlü ödenemez.. Bunların yanında, ülke genelinde eğitimin kalitesi çok düşüktür. Bazı yerlerde ise eğitim hiç yoktur, okul hayatı birkaç formülden ibarettir yalnızca. 70-80 kişilik sınıflar vardır. Ortalama eğitim süremiz de zaten 3,5 yıldır.

Böyle bir manzara karşısında bir başbakandan ve milli eğitim bakanından ne beklenir? Yok yere gerginlik yaratmaları değil kuşkusuz. Tayyip Bey okuma yazma bilmiyor mu? İmam hatip okulları genelgesinin 4. maddesi ne diyor: “İmam hatip kurumları, imamlık, hatiplik ve Kuran kursu öğreticiliği gibi dini hizmetlerin yerine getirilmesi için görevli elemanların yetiştirilmesi için kurulmuştur.” Değiştirilmesi mümkün olmayan hükümler arasında bulunan Tevhid-i Tedrisat Yasası’nın 4. maddesi de aynı doğrultuda. Kavga, gürültü, aldatıldım, aldattım derken yasa meclisten geçse ne olacak? Cumhurbaşkanı geri gönderecek. Aynen kabul edilse, bu sefer anayasa mahkemesi bozacak. Böylelikle Tayyip Bey, kötüye giden ekonomiye bir kılıf uyduracak, arka bahçesine verdiği sözü tutmak istemiş ama çeşitli güç odakları tarafından engellenmiş bir kahraman olarak kalacak. Öte yandan bu yasa en başından mantıksızdır. Meslek liseleri öğrencilerini üniversitelere değil, iş yaşamına yönlendirmek amacıyla kurulmuştur. Bu liselerin kendi içinde bazı sorunları olabilir. Ancak bunların tartışması bu şekilde olmamalıdır. İmam hatip okulları yasalarda belirlenen amacından sapmıştır. Bu okullar yürürlükteki lise eğitimine alternatif olarak sunulmak isteniyorlar. İmam hatip okullarına kayıt yaptıran öğrenci sayısı dönemsel olarak çok ciddi iniş çıkışlar gösteriyor. Yani belirli bir imam yetiştirme ihtiyacı yok ki, az öğrenci olunca bir sorun ortaya çıkmıyor. Daha belirgini ise bu okullara alınan kız öğrenciler. Siz hiç kadın imam ya da hatip gördünüz mü? Böyle bir şey mümkün mü? O halde madem imam yetiştirilmek için kuruldu bu okullar, neden kız öğrenciler de alınıyor? Yasanın uydurulduğu kılıf, meslek liselerinin önünü açmak. Gerekçe ise meslek liselerine olan ilginin azalması. Oysa meslek liselerinin 2000 yılında 902 bin olan öğrenci sayısı 2002 yılında 981 bine çıkmış. Bu okullar arasında yalnızca birinin öğrencisi azalmış. İlginçtir, o da: İmam hatip okulları. 1998 yılında 192 bin olan öğrenci sayısı 2002 yılında 64 bine düşmüş. Peki imam hatip okullarının önü açılsa da imam başbakan olduğu gibi, imam doktorlar, imam mühendisler, imam kaymakamlar yetişse, ne olur? İşte o zaman bütün ülke iktidarın mantığıyla yönetilir. Hazırlık sınıfında haftada 15 saat Arapça, 8 saat Kuran dersi gören anlayış, cumhuriyet yönetiminde egemen olur. Kuşkusuz bu süreçte en çok sevinenler imam hatiplere Yeşil Kuşak Projesi çerçevesinde en çok desteği verenler olur. Powell gibi bir insanın Türkiye’yi ılımlı islam cumhuriyeti olarak nitelerken bunu yanlışlıkla yapması mümkün değildir. Bu tanım, emperyalizmin Büyük Ortadoğu kapsamında bize uygun gördüğü roldür.

3 Kasım seçimlerinde elbirliğiyle iktidara getirdiğimiz AKP’nin ne ölçüde değiştiği de her geçen gün biraz daha belirginleşiyor. Söylediklerine göre imam hatip yasası 28 Şubat’ın rövanşıymış. Tayyip Bey ne demişti: “Bu bir maraton ve daha yolun başındayız. Sabırlı olun.” Zincir tamamlanıyor. 28 Şubat’ın rövanşı, 27 Mayıs’ın rövanşı, 3 Mart’ın rövanşı.. Sırayla alınıyor. Acaba 29 Ekim’in rövanşı ne olacak?

Oktan Erdikmen

Yukarı

 Misafir Kahveci : Perihan Güler


Denizin Öyküsü

Merhaba,

Bugün, bir kaç saat bisiklet sürdüm. Çok yakınımda olan bir sahile kadar pırıl pırıl bir güneş altında bisikletle dolaşmanın keyfini yaşadım.

Uzun bir süre kah yürüdüm, kah çok sıcak olmayan ama yumuşacık kumlarda oturup keyfini çıkardım yaşamın. Eve döndüğümde yazmak istedim sana..

Dışarıda o denli dingin bir hava vardı ki, güneş bir hafta sonra resmi olarak başlayacak ilkbaharın müjdecisi idi sanki. Olabildiğince cömert...

Bulutsuz bir mavilik hakim gökyüzüne. Hollanda da gökyüzü geleneğine o kadar aykırı ki bu durum. Deniz sütliman bir sakinlik içersindeydi. Ve normalde kahverengi olan renk gökyüzünün o şeffaf maviliğinden esinlenmiş olmalı ki masmaviydi.

Aslında süt liman bir denizin iyiye alamet olmadığını söylerler denizle haşır nesir olanlar. Niye bilir misin? Yada neden bunca mavidir dingin denizler? Örneğin Akdeniz, masmavidir suları ve dingindir…

Sicilya kralı acımasız Falaris, düşmanlarını ağzı kapaklı büyük bir tencere yerleştirip kızgın ateşte kaynatırmış.

Acı çeken insanların can hıraş bağırışları, çığlıkları ve yakarışları, ve inlemeleri kapağın deliklerinden çok güzel bir ezgi olarak yayılırmış ortalığa. Falaris Plerudu denirmiş bu güzel tınılara. İste bu güzel ezgiye hiç dayanamazmış yunuslar. Ve bu ezgiyle deniz sütliman kesilirmiş; koyu bir maviliğe bürünürmüş. Mayasında iste bu yüzden acı varmış Akdeniz'in.
(Kim bilir böyle bir efsane taa Kuzey denizine kadar ulaşmış ve bu yüzden böyle durgun ve sakindi Kuzey denizi)

İste bu yüzden büyük bir hüzne gömer beni durgun ve derin denizler. Deniz dediğin dalgalarını esirgememeli onu izleyen gözlerden. Asiliğinden hiçbir şey yitirmemeli. Beyaz köpüklere boğmalı kendisine kucak açan kıyıları. Yoksa kendine kapalı bir golden ne farkı kalırdı..Nasıl hatırlardık denizlerin uçsuz bucaksız olduklarını...Ve hatta bir baliğin ne denli özgür olduğu aslında...
Kim bilir bundandır kimi zaman içimi kaplayan balık olma istemi...
Düşünsene hiçbir zorunluluğu olmazdı insanların o zaman. Aradaki binlerce kilometrenin, turlu coğrafi koşulların, oluşumların, mevsimsel şartların, takvim illetinin hiçbir önemi kalmazdı. Ve hatta boğucu bürokratik engellerinde sonu olurdu bu ütopyanın zuhur etmesi..
Sadece sevilen, özlenen insanları görmek isteğimin önüne geçemediğim bir gün, yola koyulur, yavaş yavaş yüzer, ülkeler aşarak kendimi sevdiklerimin nefes aldığı dünyanın bir başka parçasının denizlerine ulaştırırdım.
İste hepsi bu....
Ne garip değil mi? Düşünsene bir gün hiç planlamadığın bir gün, kilometrelerce öteden bir klavyeden çıkan sözcükler ekranına dökülüveriyor ve giriveriyor yaşamına o sözcüklerin sahibi yada sahibesi. Ve sen onu sadece klavyesinden ekrana dökülen sözcüklerinden tanıyorsun..Ve bu tanışıklık yürekleri öyle hoş duygularla dolduruyor ki..

Ben en iyisi burada noktalayayım iletimi. Ya değilse kaptıracağım kendimi yazmaya ve gecenin bunca ilerlemiş olduğunun bile farkına varamayacağım..

Sevgiler gönderiyorum kucak dolusu...

Perihan Güler

Yukarı

 Misafir Kahveci : Yüsra Rad


DÜN OLANLARI HATIRLAMIYOR MUSUNUZ?

Toplumların , ailenin fertlerin, coğrafyanın velhasıl ne varsa ne ile adlandırılabilecek, her şeyin bir tarihi var...
Tarih...
Evet matematik bazen iki ile ikinin toplamına hayretle bakar...
Çünkü dört kaba bir kaideden ibarettir.
Çok şey anlatır ancak, asıl macera neticenin dört olmadığı zamanlarda gizlidir.
Sadede gelelim...
Koskoca coğrafyaların veya toplumların değil, ferdin tarihinden bahsetmek istiyorum...
Ki, fertlerin tarihi, genel tarihin hücreleridir...
"Dün olanları hatırlamıyor musunuz?"
Bu kibar soru, bazen insanın önüne "ben senin cemaziyülevvelini de bilirim" şeklinde hafızaya atılmış bir tokat olarak da gelebilir ki, o noktadaki insan "kaybetmek"le yüz yüze olan insandır...
Tarihi hatırlamamak, yok saymak, bugün yanlış yerde olmak ve ya yarını ve yarınları kaybetmek demektir ...
Dönüp arkanıza bakın!
Bakmak istemiyorsanız , görmüyorsanız, göremiyorsanız en azından şunu hatırlayın ki, yalnız yaşamadığınız ve herkesin hafıza özürlü olması mümkün değil ...
Siz hatırlamıyorsanız bile, siz yok saysanız bile sizi ve sizin ayak izlerinizi iyi bilen birileri mutlaka vardır...
Yoksa siz "kaçan adam" mısınız?
Uykular haram, huzur yasak aynalar yabancı...
Mutlu musunuz?
Doğruyu söyleyin!
Mutlu musunuz?
...
Tarih her şey ve herkes için...
Ölüm de öyle
Ve herkesin bir hikayesi var...Tarih kayıt tutuyor...
Ölüm son noktayı koyduğunda geride okumaya değer bir hikaye bırakmalıyız...
Yoksa yaramaz çocuklar için uydurulmuş "Öcü"lü masallara döner mirasımız...
Geçmişiyle yüzleşmeyenlerin akıbeti, kapağında "İki kere iki dört" eder yazan ve de pek fazla okunmayan tarih ciltlerinde...
...
"Dün olanları hatırlamıyor musunuz?"
Eğer gökyüzüne açılan bir pencere iseniz, hatırlayacağınız ve anlatacağınız çok şey var demektir.
Esaslı maceraların , güzel maceraların adamısınız demektir...
Eğer gökyüzüne sırtını dönmüş bir adamsanız, kaide devreye girer...
Çünkü iki kere iki dört eder...
Duvarlar konuşamaz...
Penceresiz duvarların dekorasyona ihtiyacı vardır...

Yüsra Rad

Yukarı

 Kahvecigillerden: Ayfer Arman


MİRAS

-Koş diyorum koş!..
-Yahu, acelen ne?
-Diğerleri gelmiştir bile.
Sustu Haldun bey. Asla anlıyamayacaktı bu kadınları... Düğüne giderlerken koşmaları neysede, gidilen yer cenaze eviydi. Ya sabır çekip hızlandırdı adımlarını, eşinin arkasından yetişti.
-Hanım acelen ne allah aşkına, cenaze yarın kalkacak.
-Ah o Neşe yokmu o Neşe.. Çoktan açmıştır teyzemin sandığını, bak o antika yatak örtülerini almışsa asla affetmem seni bilesin!.
-Tövbe be hanım ne örtüsü? Daha cenaze ortada.
-Ben malımı bilmezmiyim? Anneannem öldüğünde ilk o gidip almıştı o güzelim antika yemek takımını. Hatıraymış güya duyda inanma, kaça sattı kimbilir?
Sustu Haldun bey.. Az sonra cenaze evinin büyük salonunda karısı Hayriye hanım bağırıyordu avaz, avaz..
-Gittiii.... Ah doyamadım teyzeme.
Az ilerisinde Neşe, iki gözü iki çeşme eşlik ediyordu ona.
-Ah, ahhh!... Ne mubarek kadındı doyamadık teyzemize.
Onbeş dakika kadar sürdü bu karşılıklı ağlaşmalar sonra Hayriye hanım son kez göreyim teyzemi deyip, acele adımlarla merhumun yattığı yere yöneldi. Onu gören Neşe hızla takip etti ablasını. Odaya girdikleri an Hayriye hanımın gözleri teyzesinin sandığını aradı telaşla. Sandık orada, yitip giden sahibinin ardından mahsun öylece kapalı duruyordu. Derin bir oh çekti Hayriye hanım açılmamıştı sandık ve sahte bir feryatla kapandı teyzesinin üstüne.. Neşe aynı yapmacık tavırla izledi onu.. Bu ağlaşma faslı bittiğinde gelip salondaki yerlerini aldılar iki kardeş yanyana. Haldun bey, oturduğu yerden onları izliyordu. İki kız kardeş bir yandan taziyeleri kabul ederken bir yandan birbirlerini izliyorlardı kuşkuyla.Gece ilerleyip komşular çekildiğinde, cenaze evinde Hayriye hanım, kardeşi Neşe ve Haldun beyden başka birde teyzeleri Hayrünisa hanımın son yıllarında bakıcılığını yapan orta yaşlı bakıcıdan başka kimseler kalmamıştı. Bakıcı kadın üzgün bir ifade ile ayağa kalktı.
-Ben bir çay demliyeyim, gece uzun.
Haldun bey hak verdi ona.
-İyi olur, kendimize geliriz biraz.
Bakıcı kadın odadan çıktığında vakit geçirmeden konuşmaya başladı Hayriye hanım.
-Bak Neşe, teyzemin yatak örtüleri benim!.. Anneannemin yemek takımlarını sen almıştın. Bunlarıda ben alacagım hatıra!..
Hoşnutsuzlukla başını salladı Neşe..
-Tamam!..Kalk hadi açalım sandığı yarın kalabalık olacak ev ama dantel masa örtüleride benim ona göre. Onlar ayağa kalkıp odadan çıkarlarken birşeyler söyleyecek oldu Haldun bey ama iki kardeş çoktan çıkmışlardı odadan. Ağır adımlarla izledi onları Haldun bey. Odaya girdiğinde iki kızkardeş sandığın başına çökmüş kapağını açıyorlardı. Ve sandık açıldı... Birer hayret çığlığı yükseldi kadınların dudaklarından Haldun bey gelip merakla sandığın içine baktı. İçerisinde bir zarf olan sandık bomboştu. İki kız kardeş donmuş bir biçimde sandıgın içerisine bakarlarken, Haldun bey uzanıp zarfı aldı açıp yüksek sesle okumaya başladı.

Sevgili Yeğenlerim...
Siz bu mektubu okuduğunuzda ben aranızdan ayrılmış olacağım. İlk iş olarak bu sandıgı açacağınızı bildiğimden mektubu buraya bırakmayı uygun gördüm. Anlatacaklarımı benden duymanızı istedim açıkçası. Öncelikle senden başlayayım Hayriye, o yatak örtüsünü nasıl istediğini biliyordum.. Son bayramdada her zamanki gibi telefon açıp, seyahate gideceğini ve gelemiyeceğini söylediğinde; paketleyip sana vermek için hazırladığım o yatak örtüsünü komşum Nihal hanımın kızına düğün hediyesi verdiğimi bilmeni isterim. Sana gelince Neşe.. Bana sormaya bile gerek duymadan aldıgın ve hatıra olarak saklıyacagını söylediğin annemin yemek takımlarını antikacı Kemal beye sattığını duyduğumda, o bayıldığın dantel takımlarını kıymetini bilecegimden emin oldugum bir dostuma hediye ettim.

Bu arada tüm mal varlığımı hayır kurumlarına bağışlayıp, bu evide son yıllarımda bakıcılığımı yapan ama bir bakıcıdan çok can dostum olan yardımcıma bıraktığımı bilmenizi isterim. Bakıcımın bundan haberi yoktu bunuda bilmenizi istiyorum. Ölümümden sonra avukatım Tahir bey gerekenleri yapacaktır. Sizlere gelince kızlar... Sizlere sadece sevgimi bırakıyorum çünkü görüyorum ki tek eksiğiniz olan şey sevgi hoşça kalın....

Mektubu okumayı bitirdiğinde gülmemek için kendini zor tuttu Haldun bey.Kendisini ilk toplayan Hayriye hanım oldu, kızkardeşine dönüp.
-Kalk Neşe tüm gece burada beklemenin anlamı yok, sabah geliriz cenazeye.
Neşe hak verdi ablasına.
-Tabi ya.. Bakıcı kalsın yanında gidelim.
Hızla odadan çıkıp sokak kapısına yönelirken iki kardeş elinde çay tepsisiyle odaya girmeye hazırlanan bakıcı kadın şaşkınlıkla arkalarından baka kaldı. Kapıdan çıkmadan Hayriye hanım eşine dönüp seslendi.
-Haldun hadi, gelmiyor musun?
-Hayır!..
-Hayır mı?
-Evet.
-Neden?
-Teyzeniz haklı kızlar, ihtiyacınız olan tek şey sevgi ben burada kalıyorum. Sizlerde eve gidip düşünün bence bu mektubu ve ölümünüzden sonra açılacak sandıklarınızı. Güle güle...

Ayfer Arman

Yukarı

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
Sevgili koçlar haftanız sizlere birçok konuda temkinli olmanızı öğütlemekte.. Sanki herşey üstünüze üstünüze gelmekte sırf sizleri sinir etmek için.. O meşhur hassasiyetleriniz sizlere oyun oynamasınlar sakın !… Sevdiklerinizle, dostlarınızla hoş saatler geçirmeye bakın mümkün oldukça.. Para konularında ise herşey olabilir. Enerjilerinizi salı ve cuma günleri olumlu kullanmaya bakın..

BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Bomba gibi bir hafta sizlere işte sevgili boğalar.. Haberler, ziyaretler, projeler derken nefes alacak haliniz kalmıyacak neredeyse !.. Jüpiter (şans gezegeni) bütün bunların sorumlusu.. Paralar heveslere şimdilik yetişemiyor iseler bile önemli değil, uzun zamandır istenilen bazı şeyler gerçekleşmek üzereler..


İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Kemerleri bağlayın sevgili ikizler, türbülanslı bölgelere girmek üzeresiniz. Şen şakrak oluşunuz iyi güzel de problemleri çözme bahis konusu oldu mu sizleri meydanda bulabilen cennetlik oluyor sanki !!.. Dikkatli olun çünkü bu hafta sosyo- profesyonel aktiviteleriniz de şiddetli kriz olasılıkları var. Evraklarınıza sahip çıkın..


YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Projelerinizin gerçekleşebilmeleri için vereceğiniz çetin uğraşılar sizleri beklemekte yengeçler.. Geçen seneden kalma fakat alelacele inşaa edilen bir üst yöneticilik denemesini bu haftadan itibaren terkedeceksiniz.. Rahatlayacaksınız.. Yeniden ama bu sefer tecrübeli bir girişimci olabilmeniz için inanın şartlar daha uygun yengeçler..


ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Kendinizi dostlarınızdan, sevdiklerinizden tecrit etmemeye gayret gösterin sevgili aslanlar.. Neptün ( seraplar- hayaller gezegeni) bu hafta sizleri etkisi altına alacak. İçiniz göçmesin durduk yerde !.. Halbuki sevenleriniz o kadar çok ki aslanlarım.. Davetiyeler yok demeyin sakın.. Evet demeyi mi unuttunuz ne ise.Bir yerden para gelebilir.. Şahlanın ne olur.. Enerjilerinizi savurup durmayın boş yerlere.. Hafta sonuna doğru daha rahatsınız.

BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
Haftanız gayet güzel sevgili başaklar.. Randevular, angajmanlar hatta iş yolculukları haftanızı dolu dolu geçirmenizi sağlayacaklar.. Yalnız şunu unutmayın başaklar, ilişkilerinizde hiç birşeyi oluruna bırakmayın sakın.. Bir kadın sizlere çetin saatler yaşatabilir iş yerleriniz de.. Yıldızları dinleyin ve dikkatli olun ağustosa kadar..


TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Hiper tansiyonları yaşamak istemiyorsanız supapları sonlarına kadar açın teraziler !.. Bilek güreşleri kadar fuzuli bir şeyin olabileceğini düşünemiyorum ve sizler de aynı fikirde iseniz ivedilikle terkedin bu tür düelloları.. Aslına bakarsanız güzel duyguların, sevgilerin sizleri usanmadan bekledikleri günlerdesiniz. Esas hedefiniz bu olmalı.. Olmadı mı ? O halde haftayı kısa bir yolculukla geçirin. Bir deneseniz..

AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Mart ayında başladığınız (halen de sürmekte olan) bir mesleki atılım mücadelesinin lehinize sonuçlanacağı haftaya girmektesiniz sevgili akreplerim.. Turizm ve yayım dallarında olan bu uğraşların neticeleri sizleri neşelendirecekler.. Bir yapımın sonlarına gelinmiş neredeyse, siz bilirsiniz artık bunun ne olduğunun değilmi !.. Geleceğe umut ve güvenle bakın akrepler, bunun için ortamlar da zaten gayet olumlu..

YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Üranüs gezegeni ( kabuk değiştirmeler- yaşam da reformlar) geçen sonbahardan beri yaşattırdığı değişim rüzgarlarını bu hafta sizlere daha bir belirgin şekilde hissettirecek.. Yeni mekanlara, başka diyarlara bile taşınabileceksiniz.. İlişkileriniz de ise azami şekilde dikkatli olun sevgili yaylar.. Yanlış anlaşılmalar meselesi… Bilmem anlatabildim mi…


OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Beklenilmedik her şeyin vuku bulabileceği sürpriz dolu günlere hazırlıklı olun sevgili oğlaklar.. Ekip veya takım çalışmalarında uyumlusunuz. Yabancı diyarlara uçuşlar bile söz konusu olabilirler.Eylül ayından hatıra (!) bir probleminiz çözülmek üzere.. Fırsatçı olmaktan sakın çekinmeyin oğlaklar şanslar zirvelerde bu haftanız da.. Fikirlerinizi cesaretle ortaya koyun, tartışılsınlar, en nihayetinde sizler kazançlı çıkacaksınız..

KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Ailevi veya özel bir probleminiz çözülmek üzere sevgili kovalar ama akabinde diyalogları geliştirerek yapıcı olmaya gayret edin. Perşembe gününü barış günü ilan edin aileleriniz ve sevgilileriniz nezdinde.. Gayrimenkullarınız var ise bu hafta alım satım operasyonlarında eliniz bayağı kuvvetli.. Cuma gününü heba etmeyin.. Sevildiğinizi bilin ama siz de sevgilerinizi gösterin canım biraz !.. Gönülleri hoş tutun hoş !..

BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
Sevgili balıklar bu hafta öylesine dinamik ve öylesine yoğun olacaksınız ki.. Sanki ilahi bir güç yürü ya kulum demekte bir çoklarınıza.. Amaa madalyonun ters yüzünde ise sabırsızlıkları oynamanız kuvvetle muhtemel.. 19'undan sonra bir ay boyunca kral ve/veya kraliçesiniz.. Ama evler de ilişkiler elektrikli olabilecekler. Kabiliyetlerinizi ve tecrübelerinizi pahalıya satın çünkü gelecek haftalarda kesinlikle sizlere ihtiyaç duyulacak..

Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Şeref Bilgi (www.sbilgi.com)

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir.
Kahve Molası bugün 4.451 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


YAZGI

Bıraktığın gibi senden geriye kalan gece yarısı.
Bıraktığın koskoca bir gecenin yalnızca yarısı.
Geriye kalan gün ölü, "artık" gece yarıları perişan
Bölük pörçük, başka dilden
Çala kalem yazılmış bir yazgı vardı...
Günün ortasında, gece yarısında,
Ortak bir aşkın kimliği kıvamında,
Her şeye rağmen bir yazgı vardı ortada...
Ateşim hep yüksekti ve elin alnımda daima.
Bir yazdı vardı işte tam orada, elinin altında,
Alnımın ortasında.
Son kalan yıldızın şafağa teslim olması gibi
Yazgı eridi... alnımın ortasında, elinin altında...
Ateşimin çok yükseldiği bir anda...
Yazgının yarısı ellerinde eridi, bir yarısı seninle geldi.
Gecenin sabaha yakın yarısı,
Son yıldızını şafağa teslim eden en korkak gece yarısı,
Kaldı yanımda
Son yıldız telaşlı, şafak galip.
Gecenin en korkak yarısı, yırtıp attı,
Ortak bir aşkın kimliği kıvamındaki yazgıyı.
Geriye kalan gün ölü, "artık" gece yarıları perişan...

Nurgül Eryeşil

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Sarhoş işi mi acaba?

Yukarı

 Kıraathane Panosu



FOTOGRAF SERGİSİ

"VAHŞİ YAŞAM" SÜHA DERBENT
8 MAYIS - 4 HAZİRAN 2004

FOTOTREK NIKON FOTOGRAF MERKEZİ, 8 Mayıs - 4 Haziran
tarihleri arasında, hayvan davranışları üzerine fotograf çalışmalarıyla tanınan Süha DERBENT'in "VAHŞİ YAŞAM" isimli sergisine yer veriyor.

8 Mayıs Cumartesi günü saat 18:00'de yapılacak bir kokteyl ile açılacak olan sergide kaplan, aslan, leopar, çita gibi büyük kedilerin görüntüleri yer alıyor. Sergi, hayvanların yaşadıkları coğrafyaya uygun davranış görüntüleri üzerine yaklaşık 8 yıldır çalışmalar yapan Süha DERBENT'in Hindistan, Güney Afrika Cumhuriyeti, Zimbabwe, Kenya ve Botswana'da çektiği fotograflardan oluşuyor. Nikon Türkiye Temsilcisi Karfo - Karacasulu ve Emirates Havayolları katkılarıyla gerçekleşen sergi 4 Haziran Cuma gününe kadar izlenebilecek.
Ayrıntılı Bilgi: http://www.suhaderbent.com

FOTOTREK NIKON FOTOGRAF MERKEZİ
Meşrutiyet Caddesi Ravanda İşhanı No : 85
Kat : 1 - 2 D. 1 - 3 Beyoğlu, İSTANBUL
Tel : (212) 251 90 14 - 251 83 74
www.fototrek.com

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.acilveilkyardim.com/
Sevgili kahveci Hülya Ünalan Gedik tarafından hazırlanan, kendi deyişiyle ''İLKYARDIM VE HASTANE ÖNCESİ ACİL BAKIM İLE İLGİLİ BİLGİLER VEREREK BU ALANLARDAKİ TÜRKÇE KAYNAK SIKINTISINA ÇÖZÜM GETİRMEK İSTEDİM.'' dediği bir kaynak site. İlgililere tavsiye olunur.

http://www.worth1000.com/
Binlerce orjinal resim ve fotograf çalışmasını arşivinde bulunduran geniş bir arşiv. İstediğiniz herhangi bir çalışmayı t-shirt, kupa veya listedeki diğer materyallere bastırmak üzere sipariş verebiliyorsunuz.

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


DeepBurner 1.1.0.117 [2.5MB] Win98/2k/XP FREE
http://www.deepburner.com/download/DeepBurner1.exe
CD yazma programlarına harika bir alternatif. Küçük olmasına rağmen pekçok işi layıkıyla yapan bir program. Kullanışlı arayüzü de cabası. CD Yazıcısı olan herkese şiddetle tavsiye edilir.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040517.asp
ISSN: 1303-8923
17 Mayıs 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri