KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?






Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 509

 24 Mayıs 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Darülaceze'de yılbaşı partisi!..


İyi haftalar,

Cumartesi akşamı gözüm bir yarışmaya daha takıldı. 'İkinci Bahar' mı neymiş. Yahu bugüne kadar bir sürü yarışma tertiplediler, pekçoğunun destekçisi oldum. Kötü olanları eleştirdim. Ama bunu gördükten sonra şimdi hepsinden özür diliyorum. O ne öyle Allah aşkına? Benim gibi geniş bir adam bile rahatsız olduktan sonra kimler rahatsız olmamıştır ki? Yaşları kemale ermiş beylerle menapozlu bayanların çöpçatanlığına soyunmuş bir program. Gençlerin yapamadığı, yaparken rahatsız oldukları ne varsa bunlarda sıradan. Kucaklara oturtmalar, sıkıştırıp köşede öpmeler, daha 2 hafta geçmeden evlilik teklifleri gırla gidiyor. Olmuyor ama ya, olmuyor işte. Yakışmıyor, cennet gibi bir mekanda evde kalmışlarla, ak saçlı dedelerin cilveleşmesi bana Darülaceze'nin yılbaşı balosunu hatırlatıyor. Bunlara karşı değilim, haşa. Ama bunu bir televizyon programında insanların önünde yapmak olmuyor. Ya birbirlerinin kuyusunu kazmaya çalışmalar, ağlamalar zırlamalar, hepsi birbirinden beter. Yok anam ben bu yarışmayı sevmedim. Bir dahaki sefere BBG olursa katılayım diyordum, bunları gördükten sonra vazgeçtim. Amanin bunlar gibi ele güne rezil olurum mazallah. Aman ha, seyredip asabınızı bozmayın.

Yeni bir anket açtım, gördünüz mü? Sohbetten ne anlıyoruz, onu merak ettim. Görünen o ki çok değişik algılamalar var. Hele bir de sanal ortam gündemde olursa buyrun curcunaya. KM'yi ilk tasarladığımda şu sohbet odası hakkında kararsız kalmıştım. Bir yerden bir servis bulup koydum. Bakalım, görelim politikası uygulamak istedim. Bazen günlerce kimse uğramazdı. Sonra ne olduysa oldu, bizim özgürlükçü tavrımız dikkat çekmiş olacak ki, duyan geldi. Duymayana da duyanlar haber verdi. Kalabalık artınca şikayetler de arttı doğal olarak. Baştan beri nizamnamelere karşı olduğumdan herhangi bir kısıtlamaya gitmedim. Çünkü sanıyordum ki, orada sohbet edenler birer KM okuyucusu, yazarlarla biraraya gelip biraz geyiğin eşliğinde muhabbet ediyorlar. Meğerse kazın ayağı öyle değilmiş. Neyse uzatmayalım, demokratik bir oylamanın sonucu olarak sohbet odamızda özel görüşme seçeneğini kapattım. Yani herşey sohbete katılanların gözü önünde olup bitecek. Tabi herzaman olduğu gibi bu tür bir uygulamayı antidemokratik bir uygulama olarak algılayanlar, beni kınayanlar, bana özgürlük dersi vermeye çalışanlar oldu. Ben n'aptım? Kimine gülüp geçtim, kimine kızıp cevap verdim. Aslında bu konuyu buraya taşıma yanlısı da değildim ama panolarda geçen bu muhabbetin derinliğini merak eden kahveciler olabileceği varsayımıyla biraz içimi dökeyim istedim. KM'nin ne olduğunu anlatmayacağım ama bir 'tıkla, bul, oynaş' sitesi olmadığını söylemeden geçemem. Bu amaçla aramıza katılanlar gün gelince zaten çıkıp gideceklerdir bundan eminim. Bu konuda birşeyi daha bilmeniz gerekir diye düşünüyorum. Yeni düzenlememizde sohbet odasında geçen tüm konuşmalar, diğer tüm chat sunucularında olduğu gibi, loglar halinde kayda geçmektedir. Ve bu loglara ulaşma yetkisi sadece bendedir. Bunu bilmek hakkınız diye düşündüm, hepsi bu.

Hafta sonunda bir garip sorunla ilgili uyarı aldım. Belçika'dan bizlere seslenen sevgili Ayşenur sitemize girmek istediğinde bomboş bir sayfa ile karşılaştığını söylüyor. 2 değişik makinada ve 3 değişik tarayıcı ile denediği halde durum değişmedi. Bu durumda olan gerek yurt dışından gerekse yurt içinden arkadaşlarımız varsa bana bilgi vermelerini rica ediyorum. Sorunun boyutlarını saptamak açısından yararlı olabilir. Teşhis koyabilirsek, tedaviyi de yapabiliriz evelallah. Hepinize güzel bir çalışma haftası diliyorum. Kalın sağlıcakla.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku
Fuat Arslan

 Pasaport Kahvecisi : Fuat Arslan


   SEVGİ VE SAYGI

Sevgi ve saygı neredeyse dilimizden hiç düşmeyen, kimi zaman kat kat maskelerimizin ardından sahtece, kimi zaman ise, engin içtenliğimize derman olamayacak kadar coşku ile, söylenen iki ilginç sözcüktür.

Ne demektir sevgi ve saygı? Sevgi ile saygının çok kısa ve basit bir tanımı yapılabilmiş midir acaba? Sözlük, sevginin anlamını her ne kadar, “İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu” olarak açıklıyorsa da, bu tanımlama çocuğunuza, eşinize, dostunuza duyduğunuz “sevgiyi” anlatmaya yeter mi Allah aşkına? Duyumsadığınız sevgi eğer, bir sahtekara göstermek zorunda olduğunuz yapmacık bir sevgi değilse, elbette yetmez. Ya, sevginin türlerini, hani şu “eğer”, “çünkü”, “rağmen” sevmeleri, neresine sıkıştıracağız bu tanımlamada?

“Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram ya da, başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu” olarak sözlüklerde yer alan “saygı” sözcüğünde, bir çekinme, hatta bir korku sezinlemiyor mu acaba insan?

Öyle ise, neden dilimize pelesenk ederiz sevgi ile saygıyı? Bilinmez, yağmur duası gibi, olmayanın olması için bir dua mıdır, sıkça uzanışımız bu iki sözcüğe? Yoksa, olması gerekene bir çağrı mıdır? Şiddete, hıyanete, iki yüzlülüğe, dalavereye, kötülüğe veda arzusu mudur? İyiye, güzele susamak mıdır sevgi? Onu yüceltmek midir saygı?

Orun katlarındaki saygınlıklarına zarar vermeden, meydancı misali her giriş ve çıkışta ona toslamadan, çiğnenmekten çürümüş sakız haline getirmeden, kıymetini bilerek, ustaca ve usulca kullanılmalıdır bu iki saygın sözcük. Yittiğine üzülmeyecek kadar bonkör olamayacağımız yüce duygular içerirler. İçlerinde sonsuzluğu barındırırlar. Güç ve güzellik onlardadır. Akıllıca, yerinde ve gerektiğinde kullanmak ise, ödevden öte görevimiz olmalıdır. Onlara riya, onlara sahtelik, onlara kuşku bulaştırmayalım, lütfen.

Sevgi ve saygılarımla.

Fuat Arslan

Yukarı

 Kahvecigillerden : Merve Yıldırım


Kadınları Kategorize ettim!

Yıllardır çevremdeki evli kadınların eşlerine bakışları ve tavırları üzerinde yaptığım gözlemlerden bazı sonuçlar çıkardım. Bunlar hiçbir araştırma, inceleme, belge vesaireye filan dayanmayıp tamamen kendi görüşlerimdir. Bence evli kadınları eşlerini nasıl gördükleri bakımından üç kategoriye ayırabiliriz.

1. Kocasını bankamatik olarak gören kadınlar. Bu kadınların ta bekarlık günlerinden itibaren en büyük hayali kariyer sahibi ve cebindeki yüksek limitli kredi kartlarının sayısını kendisi bile bilmeyen bir koca bulup yaşamının geri kalan dönemini adamcağızın banka hesaplarını fare misali günbegün kemirerek geçirmektir. Çevrelerinde kendilerine yeşil ışık yakan bu tip erkekleri fark ettikleri anda da avının yaklaştığını hissetmiş bir aslan misali gardını alır ve adamı kafalamak için ellerinden gelen şirinliği artlarına koymazlar. Temel düşünce tarzları şöyledir "Elde edene kadar pohpohlayayım da imzayı bastıktan sonra dize getirir kendime kul köle ederim, sonra da o çalışır kazanır, ben hayatımı yaşarım. Zaten erkeğin başka işi var mı ki? Karısına bakmak, o ne derse yapmak ve ne isterse almak zorunda, di mi ama?" O insanla kafaca anlaşabilmek, iyi arkadaş olabilmek ve ortak noktalar bulabilmek filan hiiiç önemli değildir. Zaten evde de normal bir evlilik hayatı olmayacaktır. Adam her gün saatlerce çalışıp kendini paralarken kadın ya arkadaş davetleri, ya bitmek bilmeyen alışverişler, ya da güzellik ve spor salonu ziyaretleri ile vakit geçirecek ve bunları yaparken de kocasının kazancını "itina ile hüpletecektir". Karşılığında kocasına pek fazla şey sunmaya da çalışmaz. Bu tür kadınların tamamı olmasa da büyük bölümü ortalamanın üstünde güzeldir ve bu kadarcık bedelin de erkeğe yeterli olacağını düşünürler "aman canım işte fıstık gibi karısı var ya, daha ne istiyo ki?" Ortalamanın altında olan kesim de bir şekilde cinsel cazibesiyle adamı elinde tutmaya çalışır. Tabi her şeye rağmen neredeyse yüzde yüz mantık (daha doğrusu koca yolma mantığı) üzerine kurulu bu tür evlilikler de yıllar boyu sadık kalınması da pek beklenemez. Arada gerçek anlamda sevgi ve saygı olmadığı için kadının ya da adamın gözü arada başka taraflara da fırtabilir ama ev sınırları içinde herkes hayatından memnun olduğundan kimse boynuzlanmayı fazla umursamaz. Özellikle de kadın "aman canım nikahı bende ya, dönüp dolaşıp yine bana gelecek, onu bıraksam bi daha öyle zengin kocayı nerden bulacam bu yaştan sonra, zor iş" diye düşünür ve her mevsim gardırobunu yenilemeye ve her sene alıp başını Amerika senin Uzakdoğu benim tatillere gitmeye devam eder. Tabi bu tatiller sırasında adam da özgürlüğün tadını boool bol çıkarır.

2. Kocasını ev arkadaşı olarak gören kadınlar. Bu gruptaki hatunların büyük bölümü bir altın bilezik edinmiş, ayakları üstünde durabilen ve öyle çok büyük ve çılgın aşk, derin ve yüce sevgi adamı olmayıp yine de hayatlarında ve evlerinde arada iki laf edecekleri ve koluna girip sağa sola gidebilecekleri bir erkeğin varlığını isteyen, kısaca tek başına yaşlanıp gitmekten korkan kadınlardır. Bunlar genellikle sakin yapılı, iyi bir ev arkadaşı olacak, ona sadık kalacak ve evde hır çıkarmayacak bir koca ararlar. Genel anlamda özgürlüklerine düşkündürler aslında, öyle kocasının "nereye gittin, kimle gittin, kaçta gittin, kaçta gelecen" filan gibi detektifvari soru silsilelerine muhatap olmaktan, giyimlerine kuşamlarına karışılmasından ve eşlerine hesap vermekten pek hoşlanmazlar. Bir taraftan evli olma fikri hoşlarına gider, yani eşlerinin onlar için bir şeyler yapmasından ve bu hoşlukları bir ömür boyu garantiye almış olmaktan zevk alır ama diğer yandan kendileri onlar için pek fazla yorulmak istemezler. Temizlik, yemek, cinsellik gibi konularda ancak eşlerinin isyan etmemesine yetecek düzeyde "kadınlık" yapar ama eşlerinden her alanda dolu dolu "erkeklik" beklerler. Sırf eşlerini mutlu edebilmek adına, içinde gelerek ufak ya da büyük bir şeyler yapmak pek onların harcı değildir, eşleri bu konuda son derece anlayışlı ve iyi niyetli olsa ve onlar için dağları delse bile…"Evlendim, karısı oldum diye onun için kendimi paralamak zorunda değilim, o eskidenmiş" diye düşünürler. Kısaca ortada bir evlilik varmış gibi görünmesine ve aslında arada bir derece sevgi olmasına rağmen gerçek anlamda hayat paylaşılmamakta, kadın kocasının kendine sunduğu maddi manevi her şeyin tadını son damlasına kadar çıkarmasına karşılık, ona çoğu zaman "tek aşkı" değil de sadece arkadaşıymış muamelesi yapmaktadır.

3. Kocasını hayat arkadaşı olarak gören kadınlar. Bunlar evlilik çağına, evliliğin özünü kavrayarak gelmiş hatunlardır. Sevgi, saygı, sadakat ve anlayış bunlar için çok önemlidir. Düşünce tarzı ve hayat felsefesi olarak kendilerine yakın duran ya da en azından aradaki saygı ve anlayış sayesinde ortak bir noktanın kolayca bulunabileceği erkekleri tercih ederler. Adamın işi, kariyeri ve cebinin şişkinliği burada da önemli kriterler olmakla beraber, aradaki ruh uyumunun şaşılacak derecede mükemmel olduğu hallerde o kişi ile beraberliğini her koşul altında sürdürebileceğine, kısaca "onunla yaşlanmak istediğine" inanan bir kadın için maddiyat çok da belirleyici olmaz çünkü sonuçta hayatın tüm yükü erkeğin omuzlarında değildir ve karı koca birbirine daima destek olmalıdır. Bu kadınlar eşleriyle bir şeyler yapmaktan büyük zevk alırlar. Baş başa yenen bir yemekten tutun da her şeyi boş vererek hayattan "kaçılan" üç beş günlük bir tatile kadar, eşiyle birlikte attığı her adım kadın için mükemmel bir deneyimdir. Eşi onda öyle bir saygı ve güven uyandırmıştır ve arada öyle güçlü bir aşk vardır ki, kadın bu dünyaya o adamın eşi olmak için geldiğini düşünür. Hayatından da evliliğinden de büyük keyif almaktadır ve evi ve yuvası için birşeyler yapmaktan çok hoşlanır çünkü hayat ve hayatın içindeki her şey paylaşıldığı zaman ve özellikle de, bilinen deyimle "birlikte aynı yönde bakabildiğiniz" bir insanla paylaşıldığı zaman bambaşka bir anlam kazanmaktadır.

Merve Yıldırım

Yukarı

 Kahvecigillerden: Hakan Şevket Telkes


YAĞMUR -1-

"Yağmur yağacak."
"Ne yağmuru canım, görmüyor musun günlük güneşlik her taraf?"
"Yağacak dediysem yağacak. Hiç yanılmam ben."
"Peki ya yağmazsa?"
"Var mısın iddiasına?
"Varım neyine?"
"Eğer yağarsa bir kez öpeceğim seni."
"Öpecek misin?"
"Öpeceğim."
"Peki ya ben kazanırsam?"
"O zaman sen öpersin beni."
"Ama ben seni öpmek istemiyorum ki."
"İstemiyor musun? Neden?"
"Bilmem, istemiyorum işte."
"Korkuyor musun?"
"Yoooo. Neden korkayım ki?"
"Korkuyorsun , hem de çok."
"Korkmuyorum işte. Tamam kabul ediyorum, ama bir şartım var."
"Neymiş o?"
"Sadece yanağımdan öpeceksin beni."
"Yanağından mı? Ohooo, yanağından öpeceksem ne manası kaldı ki?"
"Benim şartım bu."
"Ne yapalım? Öyle olsun."
Bu O'na yaptığım kaçıncı çocukça oyundu kimbilir? Olmayacak bir konuda iddiaya girmek ve kazansam da kaybetsem de hep işime yarayacak şartlar ileri sürmek. Çocuk yaşımda O'na sarılmanın, O'nu öpmenin, elini tutmanın tek yoluydu bu. O da ne gariptir ki her zaman kabul ederdi. Ama her seferinde O'nun da şartları olurdu. Sadece yanağından öptürmek gibi...
Bu kez bayağı iddialıydım aslında. Babaannemimin bacakları ağrıyordu çünkü ve ne zaman bacakları ağrısa: "Yağmur yağacak" derdi ve başlardı emirler yağdırmaya: "Yağmur yağacak, kapıları camları kapayın iyice. Sevim sen bahçedeki çamaşırları topla". O eski evin son zamanlarında hatıralarını korumak isterdi belki de. Zaten zamanın yok etmeye başladığı o güzellikleri yağmur da götürmesin isterdi ve ne zaman yağmur başlasa dua ederdi. Gökkapısı açılırmış yağmur yağdığında ve duaları kabul olurmuş insanların . Hepimiz çok iyi bilirdik en çok ne için dua ettiğini. Ölüm döşeğindeki sözünden de bir kez daha anlamıştık O'nun en büyük hayalini. O'ndan seneler önce yağmurlu bir günde kaybettiği Hacı Dedem'le bir araya gelmekti tek istediği. "Sana geliyorum" demişti şehadet getirmeden önce.
Ne gariptir ki o da yağmurlu bir günde ölmüştü, gökkapılarının ardına kadar açıldığı yağmurlu bir günde. Ne zaman yağmur yağsa hep hatırlarım O'nu. Gökkapıları açıldığında beni daha rahat görsün diye bu yaşımda atarım kendimi yağmurun ortasına, başım göğe uzanır ve dua ederim...
O gün saatlerce bekledim yağmurun yağmasını. Hava günlük güneşlikti. Defalarca sordum babaanneme:"Yağmur yağacak mı?" diye. Her seferinde aynı cevabı verdi babaannem: "Yağacak oğlum, yağacak. Tutuldu yine bacaklarım."
"Peki ne zaman babanne?"
"Yağacak merak etme."
Ve akşam üzeri başlamıştı yağmur. O sıcak yaz gününde hava birden kararmış ve gökgürlemeye başlamıştı. Ardından bardaktan boşanırcasına bir yağmur. Sevinçten yağmura aldırmadan çıkmıştım dışarı. İliklerime kadar ıslanmıştım koşarak onlara giderken. Aşağıdan bağırmıştım..
"Yağmur yağıyor, yağmur. Ben kazandım..."
O gün öyle ıslandım ki tam bir hafta hasta yattım. İddiayı kazanmıştım ama ancak iyileştikten sonra öpebilmiştim O'nu.
"Hadi nazlanma, söz vermiştin unuttun mu?"
"Utanıyorum ama."
"Utanma canım, sadece yanağından öpeceğim."
"Ama sadece birinden."
"Ooof. Olmaz ikisinden de."
Kıpkırmızı oldu yanakları.
"Tamam."
Ve tam O'na doğru eğilip O'nu öpecekken babaannemin sesiyle yok olmuştu hayallerim ve popoma yediğim terliğin acısıyla sıçramıştım.
"Seni ahlaksız seni. Daha bu yaşta neler yapıyor bahçe köşelerinde. Sevim koş ta gör oğlunun halini. Akşam anlatacağım babana."
O ne olduğunu anlayamadan kaçmıştı. Babaennem beni hem kovalıyor hem de söylenmeye devam ediyordu: "Seni terbiyesiz, seni ahlaksız..."
Akşam babam geldiğinde hararetle anlatıyordu babaannem yaptığım şeyleri, beni nasıl yakaladığını.
Babam sakin ve sessiz bir adamdır. Babaannmemi dinledi bir şey söylemeden. Sonra kibarca kesti o'nun sözünü: "Benim oğlum büyümeye başladı demek?"
Yüzünde hafif bir gülümseme.
Başka hiçbirşey demedi.
Söylenmeye devam etti babaannem: "Siz şımartıyorsunuz bunu.Yapmayın, çıkacak tepenize sonra."
Baktı ki destek olan yok, kendi kendine söylendi:
"Ne haliniz varsa görün."

BÖLÜM 2

Oturduğumuz ev bir eski bir Yahudi eviydi. Öyle romanlarda anlatılan koca konaklardan değildi ve biz de öyle soylu bir aileden değildik zaten. Genç Cumhuriyet'in orta halli memur ailelerinden. Dedemin babası zenginmiş aslında. Şehirde bir sürü evi varmış rahmetlinin. 1. Dünya Savaşı çıkınca yoklukta hepsini satmış tek tek. Çanakkale Savaşı'na gitmiş. Yaralanınca geri göndermişler memleketine. 6 ay yaşamış ve ölmüş sonra. Dedem kızarmış babasına onlara geride hiçbirşey bırakmadığı için ve sırf bu yüzden çocuğu kızmasın arkasından laf söylemesin diye bu evi almış. Evlendiklerinden 3 sene sonra almış olsa da babaannem: " Bu ev benim çeyizim" derdi. "İlk evlendiğimizde yokluk içindeydik. Bırak ev alacak, ekmek alacak paramız yoktu."
Evlendiklerinin 3. yıldönümünde almış dedem bu evi. O günü anlatırken hep heyecanlanırdı babaannem:
"Kirada oturuyorduk o zamanlar, 2 odalı bir evdi oturduğumuz. Baban daha doğmamıştı . Ev sahibimiz huysuz ihtiyarın tekiydi. Nemrut bir adam. Paraya tapardı adeta, aklına estikçe zam yapmak isterdi. 3 sene zor dayandık. Yeni eve çıkmak ta ateş pahası. Gerçi zamanla bir birikimimiz olmuştu az da olsa ama bu ev almaya yetmezdi ki...
Bu durum hep rahatsız ederdi dedeni, kızardı buna. Sinirli bir adamdı aslında. Ama bana hiç kızmadı, beni hiç kırmadı. "Sen, benim hayatımdaki en güzel şeysin"derdi. "Hayatımda sahip olduğum tek şeysin. Akrabam, yakınım hiçkimsem yok. Seni tanımadan umudum yoktu. Kendimden haberim yoktu. Hiç kimseyi senin kadar sevemeyeceğimi biliyorum."
Cuma günüydü. Günlerden 28 Haziran. Dışarısı yanıyor sıcaktan Sabah işe gitmek için çıktı evden saat sekiz buçukta. Evliliğimizin üçüncü yıldönümü. Her sene o gün gonca bir gülle gelirdi kapıya. Kırmızı gülü elime bırakır ve hasretle sarılırdı bana. "Yanında her gün yeniden açmayı bekleyen bir gonca gül gibiyim" derdi. Saat on gibi kapının çaldığını duydum. Deden olamazdı, ama O'nun çalışıydı bu, iki kez ve aralıklı. Yalnız bu kez: "Çabuk aç" diyordu.
Koşarak açtım kapıyı: "Ne oldu?" dedim. "Neden erken geldin, yoksa?"
Yoksa işten mi çıkarılmıştı? En büyük korkumuz buydu çünkü.
"Merak etme" dedi. "Öyle bir şey yok."
Kapının önünde bir fayton duruyordu.
"Bu ne böyle?"dedim.
"Faytooon" dedi. "Görmüyor musun?"
"Görüyorum da burada ne işi var?"
"Bu gün ne?"
"Bugün evlilik yıldönümümüz."
"Evet."
"Yani?"
İşin garip yanı fayton süslenmişti, bizim evlendiğimiz ilk gün bindiğimiz fayton gibi.
Faytoncuya "bekle" der gibi işaret etti, içeri girdi kapıyı kapattı. Sımsıkı sarıldı bana.
"Bugünü sonsuza dek hatırlamanı istiyorum."
Şaşırmıştım.
"Hadi git de gelinliğini giy yeniden."
"Gelinliğimi mi? Bu da nereden çıktı?"
"Soru sorma lütfen, dediğimi yap."
"Ama."
"Aması maması yok. Lütfen."
Şaşkınlığım devam ediyordu. Birşey demeden ve düşünmeden gelinliğimi giymek için odaya girdim. Sandıktan çıkardım özenle. İlk günkü gibi duruyordu.Gelinliği giyip çıktım odadan.
"Geldim" dedim.
"Öyle güzelsin ki" diye mırıldandı.
"Hadi gidiyoruz şimdi, acele et."
"Gidiyor muyuz,nereye?"
"Birazdan söylerim."
"Nereye dedim?"
"Soru sorma. Gel bin hadi faytona."
Elimi tutup faytona çıkardı beni. Yanyana oturduk ikimiz. O'nun da takım vardı üzerinde. Uymuştuk birbirimize yine..
Elimi sımsıkı tuttu.
"Hadi" dedi faytoncuya." Gideceğin yeri biliyorsun."
İki gösterişli atın çektiği düğün süsleriyle süslenmiş faytonda deden ve ben yanyanaydık. Birbirimize sarılmıştık. Hava sıcaktı ve ben gelinliğin içinde terden sırılsıklam olmuştum.
Yaklaşık on dakika sonra faytoncu durdurdu arabayı. Burası şehrin en güzel yerlerinden biriydi. Evler diğer yerlere göre daha yeniydi ve genellikle Yahudiler oturuyordu. Tek katlı bir evin kapısının önünde durduk. Deden aşağıya indi, elini uzattı:
"Geldik" dedi.
"Geldik mi" nereye?
"Evimize."
"Evimize?"
"Evet sevdiğim, burası bizim evimiz"
Şaşkın vaziyette faytondan indim. Faytoncuya gitmesini işaret etti deden ve hemen kapıyı açtı. Ardından tek hareketle kucağına aldı beni.
"Ne yapıyorsun? İndir beni."
"Sakin ol, eşikten geçireceğim seni."
"Ama herkes bize bakıyor."
"Bakarlarsa baksınlar. Hem onlara ne? Belki biz yeni evlendik."
"Dur , yapma" dememe kalmadan apar topar eşikten geçirdi beni.
"Burası bizim artık" dedi. "Senin çeyizin burası. Üç sene önce veremediğim çeyizin. Artık burada yaşayacağız. Mutlu günler yıllar geçireceğiz, çocuklarımız burada doğacak ve bu bahçede seveceğiz torunlarımızı.
Mutluluktan uçuyordum. Boynuna sarıldım dedenin.
"Ama" dedim."Nasıl oldu, nasıl aldın bu evi?"
"Evi aldığım adam Yahudi. Biliyorsun artık onlar İsrail'e, yani kendi ülkelerine gidiyorlar."
"Biliyorum."
"Çocukluğumdan beri tanıyorum O'nu.Çok şeker adam, hiçkimsesi yok karısından başka. Evi satmak zorunda kalınca ilk önce bana geldi:"Sana satayım bu evi" dedi."
O'na bunun mümkün olmayacağını söyledim.
"Bu evi alacak kadar birikmiş param yok" dedim.
"Ne kadar paran var?"dedi.
"Sadece beşyüz lira" dedim."Ama sizin eviniz bunun 5 katı eder en az."
"Bırak ta buna ben karar vereyim. Satıyorum, alıyor musun?"
"Alıyorum"
"Al da hayrını gör. Oh be yabancıya gitmeyecek bari"
"Haklısınız oh be!...

Rahmetli babaannemin gözüyaşlı anlatmaktan bizim de tüm aile dinlemekten zevk aldığımız tek hikayeydi bu. Küçük beynimin anlayabileceği en güzel hikaye. İçinde aşk olan, masallardan da güzel.
Bu hikayeyi ilk kez 5 yaşında anlatmıştı babaannem. Bir haziran günüydü ama dışarıda yağmur yağıyordu.
Babaannemi oturma odasında cam kenarındaki divanın üzerinde ağlarken buldum. Göküyüzüne bakıyordu. İçeri girdiğimi görmemişti.Yanına yaklaştım, divana atlayıp yanına oturdum.
"Babaanne niye ağlıyorsun?" diye sordum.
Korkmuştu, sıçradı yerinden.
"Sen misin yavrum? " dedi. "Korkuttun beni."
Ağlıyordu. Yanaklarından süzülen yaşları silmek için uzattım elimi.
"Neden ağlıyorsun ama? Ağlama."
Sarıldı bana. Sımsıkı sarıldı.
"Canım torunum" dedi.
Eliyle gözlerini silmeye çalıştı. Arada hıçkırıyordu.
"Ne oldu babaanne?" dedim.
"Bugün" dedi. "Bugün deden bize bu evi almıştı seneler önce."
"Bize mi? Bana da mı yani?"
Güldü: "Sana da tabii" dedi.
"Ama ben beş yaşındayım. O zaman yoktum ki. Nereden bildi benim geleceğimi?"
"Bu evde çocukları olsun, torunları koşuşsun isterdi."
Sonra hıçkırıklarla ağlamaya başladı yeniden. Ne dediğini zorlukla anlayabildim. "Ama seni göremedi yavrum, ne yazık."
Yine sarıldı bana, kokladı. "O'na benziyorsun biliyor musun?"
Gururlanmıştım. O zamandan sonra hep gurur duydum dedeme benzediğim için.
"Sahi mi?"
"Sahi ya."
"Dedem nasıl almıştı bu evi sana anlatsana babaanne?"
Ve anlatmaya başladı:
"Kirada oturuyorduk o zamanlar...."
Sonuna kadar dinledim hikayeyi babaannemin gözlerinin içine baka baka. Anlatırken O'nu seyrettim ve beş yaşında bile olmuş olsam o zamanlar anladım babaannemin dedemi ne çok sevdiğini. Hikayeyi bitirmişti babaannem. Gözleri yaşlıydı yine. Ama gülümsüyordu artık.
"Hadi kalk" dedi."Ben aptest alıp namaz kılacağım."
"Ben de namaz kılmak istiyorum."
"Gel o zaman."
Birlikte abdest aldık. Oturma odasında bir gömme banyo vardı ve O'nun aptest almak için daima hazır bulundurduğu bir kova su. Önce O aptest aldı sonra bana aldırdı.
Hoşuma gitmişti bu. Suyla oynamaktan çok hoşlanırdım o zamanlar.Bana oyun gibi gelmişti. Yere iki tane seccade yaydı. Birini dolabından çıkardı.
"Al bak bu dedenindi."
Birlikte namaz kıldık babaannemle. Daha doğrusu O kıldı, ben de O'nu taklit ettim. En son namaz bittiğinde babaannem seccadenin üzerine oturdu. Ellerini açıp dua etmeye başladı. İçinden birşeyler mırıldanıyordu. Namaz kılarken okuduklarını anlayamamıştım. Anlayamadığım şeyler söylüyordu. Ama bu söyledikleri daha anlaşılırdı. Uzun uzun dua etti babaannem. Dedeme ve dedemin ruhuna.yine ağlamaya başlamıştı. O'nu seyrediyordum. En son ben de O'ndan duyduklarımı tekrar etmeye başladım.
"Neden O'nu benden aldın Allahım? Ne zaman alacaksın benim canımı, ne zaman kavuşacağım sevdiğime? Sevdiğim, mekanın cennet olsun. Çok özledim seni çok...
Kendi söylediklerini tekrar ettiğimi duyunca bana doğru baktı, duasını bitirdi.
"Beni mi taklit ediyorsun sen?
"Ben dua bilmiyorum ki, sen ne dersen onu söyledim."
Gülümsedi.
"Bak yağmur yağıyor dışarıda.Yağmur yağınca gökkapıları açılır, tüm duaların kabul olur."
"Tüm dualarım mı, sahi mi?"
"Sahi ya. Aç şöyle ellerini. Hah başla şimdi,Allah'ım."
"Allahım. Senden üç şey isteyeceğim. Ne olur babama söyle, bana o bisikleti alsın."
Kahkaha attı babaannem.
"Bisiklet mi istiyorsun? Seni haylaz seni."
"Evet. Bütün arkadaşlarımın bisikleti var ama benim yok."
"Şey Allahım ikinci dileğim de şu: Annemden kardeş istiyorum ya hani sen de biliyorsundur. Bir kardeş gönderir misin bana? Kız olsun ama. Ağbisi olayım O'nun, tamam mı? Şey erkek te olabilir. O zaman da ağbi olurum hem de bisiklete binmesini öğretirim O'na.
"Kardeş te istiyorsun ha seni haylaz.
Babaanneme cevap vermeden devam ettim duama.
"Allahım bir de babaannemle dedemi kavuştur ne olur. Dedem nerede? bilmiyorum. Babam senin yanında diyor. Cennetteymiş yani. Senin yanında olduğuna göre hani bana bisiklet ve kardeş göndereceksin ya O'nu da babanneme gönder. Sanırım o zaman kavuşmuş olurlar."
Birlikte "amin"dedik. O'nu taklit edip ellerimi yüzüme sürdüm. Başımı çevirdim O'na doğru. Gözleri yaşlıydı yine. Hasretle sarıldı bana önce. Sonra yüzüme baktı, sessizce mırıldandı: "Dedene gerçekten çok benziyorsun."
"Hadi kalk bakalım" dedi sonra. "Akşam oluyor, baban gelecek Yemek hazırlayalım O'na. Annene de yardım edelim."
"Tamam "dedim. Sonra dayanamayıp sordum:
"Babaanne. Allah dularımı kabul eder di mi?"
"Eder tabii. Sen meleksin daha."
Gülümsedim ben de: "Tamam o zaman " dedim.
Birlikte seccadeleri topladık ve anneme yardım etmeye gittik içeri.
O günden tam bir hafta sonra babam elinde kocaman bir bisikletle girdi kapıdan. Tam istediğim gibi, tam arkadaşlarımın bisikletleri gibi. Sevinçten deliye dönmüştüm.
Hemen babaanneme koştum: "Babaanne Allah kabul etti benim duamı, bak bisiklet aldı babam."
Kucağına aldı beni: "Sahi mi?" dedi. "Hani nerede göster bakalım"
"Gel çabuk". Ellerinden tutup çekiştirmeye başladım. Babam kızdı bana:
"Çekiştirmesene babaanneni, geliyor işte."
"Dur geldim, geldim. Aman ne kadar güzel birşey bu böyle."
"Duam kabul oldu babaanne" dedim.
"Sana demiştim. Hadi güle güle kullan."
Babam: "Yavaş ol, bir yerini acıtacaksın" demişti ama ben O'nu duymamıştım bile. Benden daha büyük olan bisikleti çekiştire çekiştire çoktan çıkmıştım kapıdan.
O gün bütün gün inmedim bisikletin üzerinden ve akşam karanlığında zorla girdim içeri. Kapıda babaannem karşıladı beni. Bisikleti içeriye sokmama yardım etti ve şefkatle sordu:
"Anlat bakalım yaramaz neler yaptın bugün?"
"Ohooo. Görmedin mi beni yoksa? Ahmet 2 aydır dört tekerlek sürüyor bisikleti, bense ilk günden becerdim sürmesini yaaaa. Ellerimi bile bırakabiliyorum artık."
"Aferin benim küçük torunuma"dedi babaannem. sonra beni dikkatle süzmeye başladı ve ben tam ayakkabılarımı çıkartıp içeriye dalmak üzereydim ki kolumdan yakalayıp bana gömme banyoyu işaret etti: "Batırmışsın yine üstünü başını. O ellerin, ayakların hali ne böyle? Sofraya böyle mi oturacağını sanıyorsun? Doğru banyoya, çabuk."
Babaannem çok titiz kadındı, çok...
Sonradan büyüyünce öğrendim ki babaannem söylemiş babama: "Seninki bisiklet istiyor" diye. Hatta biraz da para vermiş O'na." Benim de katkım olsun" diyerekten.
Annemin rahatsızlığı nedeniyle, -bir kaç kez hamile kalmasına rağmen- kardeşim olmadı hiç. Yani ikinci duam kabul olmamıştı. Bisikletim geldiği günden 5 sene sonra ben 10 yaşındayken kabul etti Allah en son duamı. Babaannem dedeme kavuştu "gökkapılarının açıldığını" söylediği yağmurlu bir günde Kelime-i Şehadet getirmeden önce "sana geliyorum"diyerek. Ve ben beş yaşımda o küçücük aklımla ettiğim duanın kabul edilmemiş olmasını senelerce diledim. Bu yaşımda bile düşünürüm bazen: "Acaba ben o duayı etmeseydim babaannem ölmez miydi? Benim yüzümden mi öldü acaba?"
Kimbilir????????

Arkası Yarın

Hakan Şevket Telkes

Yukarı

Seda Demirel

 Pratisyen Kahveci : Seda Demirel


   ÖZELİME DOKUNMAYIN, ÇANLARIM ÇALIYOR...

Standart sapmaman kadar konuş!!...

Standart sapma nedir diye bir şeyi açıklama ukalalığına girmeyeceğim. Reb’bim ısrarla sorarsa da yorum kısmında açıklama getiririz :-)

Bu aralar kafayı standart sapmalarla bozmuş bulunmaktayım. Hayatın bütün anlam ve gizemini bir takım analitik çizgiler dahilinde algılıyorum. Bildiklerim ile yeni öğrendiklerimi hatta gözlemlediklerimi paralel çizgiler üzerinde oturtamazsam bir acayip olmaya başladım.

Örnekleyeyim size; “A kişisi alkollü araba kullananları lanetler. Trafik kurallarına son derece riayet eder gözükür. Herkesi trafiğin önemi konusunda uyarır. Bütün listesine bu konuya ait mailler forward eder. Toplumsal bilinç düzeyimizin gelişiminde önemli bir basamak olmayı hedef edinir.”
İşte bu A kişisinin her hafta en az 2 gün 100 promillerde araba kullanıp geçen hafta 3. kere ehliyetini kaptırdığını öğrenince devrelerimde kaçak oluyor. Çünkü A kişisinin standart sapma değeri çok yükseliyor.. Boğazım gıdıklanmaya başlıyor, beni bir acaip gıcık öksürüğü tutuyor. Yani ayda yılda bir alkollü kullansa gık demeyeceğim ama feçesini çıkarmanın alemi de yok ki?

“Sana NEEE” mi dediniz???
Yooo.. Kesinlikle “Bana BİŞEY” bu... Yani ben bu durumu tamamen şahsıma münhasır bir şekilde algılıyorum.
Neden mi?

Yahu kardeşim; ben senin alkollü araba kullanan, trafiğin “t” sini sallamayan, içki içmeyi seven alemci birisi olduğunu bilsem, en çok arabana binmem! Sana gıcık filan da kapmam. Bu adam da böyle biri der geçerim. Çizgini bilirim, sınırlarımı görürüm, seni hangi aralığa noktalayacağıma karar veririm, değil mi efendim?
Ben seni olduğun gibi de severim. Kendinden bir erdem ve sevgi heykeli yaratmana, mükemmeli oynamana ne gerek var?

Yok ama. Kazın ayağı öyle değil...

Ben şöyleyim ben böyleyimler arttıkça, millet özellere girip deşifre oldukça bende bir sıkıntı doğuyor. Aynalar, işler ve laflar sapıtıyor. Eğriler ve standartlar karışıyor. Çanlar benim için çalmaya başlıyor. Elimde değil, onu benim bir yerlere oturtmam gerekiyor. Bir garip hastalık işte.

İstikrar denen nane yüzünden her zaman kavram karmaşası yaşadım.
Her zaman bir denge ya da istikrar olmak zorunda. “Nedeeeen?” gibi adamı sıkıca sarsan güçlü sorular ile babamı bile bezdirdim.
“Bu cumartesi sinemaya gitmene izin vermiyorum”
“Neden??? Son 3 aydır her cumartesi sinemaya gidiyorum”
“Bu cumartesi böyle, gitmeni istemiyorum!”
“Nedennn???? Her cumartesi gidiyordum, bugün de gideceğim!!”
“Gitmeyeceksin!!!”
“Nedeeeeeeeen?? Açıklama getirmezsen evi terk ederim!!!”
Babam dumur tabi. Henüz 7 yaşındayım...

Karşımdaki insan alkolik olabilir, öfkeli biri olabilir, ukala olabilir, nemfoman, biseksüel, hatta aptal bile olabilir ama standart sapması çok kıpraşmamalı kısaca. Herşey kabulüm, saygı duyarım.. Kıpraşmasın yeter!
Çok kıpraştığında ben zıvanadan çıkıyorum. Pek sinirleniyorum, isyana geliyorum hatta standardı sapanları da hedef tahtası haline getiriyorum. Kabul edilebilir +2SD, -2SD dışında olanlar bende deprem etkisi yaratıyor.

Kabul.. Mini mini bir anarşistim var içimde. Ben onu sakladım, sevdim, büyüttüm, kem gözlerden sakındım. Kötü mü ettim sizce, vallahi değil! Anarşist yönüme istikrarlı bir tavır ve tutum içinde yaklaşırsanız çizmeli kedi :-) kadar akıllı ve şirin bir pisi pisi görürsünüz. Allah istikrarsız sevmeyen ve sevenlerime sabırlar versin...

Didiklemek, anlamaya çalışmak ve temelinde meraklı bir bünye sahibi olmak her zaman kötü değil lakin kuralları ve sınırları var;
Diyelim ki muhatabınızla azıcık derinleştiniz ve standartlarının “rüzgarlı bir günde uçuşan sonbahar yaprakları gibi rengarenk ve karma karışık” olduğunu gözlemlediniz. Mümkünse ve müsaitse hemen kaçın oradan! Arkanıza bile bakmayın. Benim ruh sağlığım için en uygunu bu oluyor.
Diyelim ki hemen kaçmanızın eşeklik olacağı bir ilişki içindesiniz, yani kısacası “yemişsiniz bir halt, eliniz mahkum çekeceksiniz” O zaman yapacak çok fazla bir şey yok. Göbeğiniz çatlayacak azıcık. Elinizden geleni yapacaksınız kısacası.
“Abi sen çok sapıyorsun...” diye pointer’ın kırmızı çizgisini olayın göbeğine tutuyorum. Gözlerini kısıp, standardını kıpraştıran muhatabım işaret ettiğim yere bakıyor ama algılayamadı...
La havle çekip az daha oyalanıyorum. Kütt bir daha kıpraşıyor, yapısında var bu belli, kıpraşacak....
“Aaaa... Baaaak! Yine kıpraştın!” diye parmağımı yine oraya buraya tutuyorum. Yine mi anlamadı, sabırla üçüncü kez kıpraşmasını bekliyorum. Buyrun, yine aynısını yaptı!! Pointer’ın pili zayıflıyor ama muhatabım ısrarla “Hayıııırrrrr.. benim doğrum o değil bu, o elimden sürçtü, dilimden kaçtı, ayakkabımdan sıçradı!!!” gibi bir takım botanik J açıklamalara giriyorsa benim kaynama eşiğim azalıyor.
(Yani de kardeşim, “ben böyleyim, huyum kurusun” de bana, net gel, vallahi ciğerimi ye)

İş bu halde iken ben de bir takım önlemler alma yolunda ilerlemeler gösterdim. Yeni bir paket hazırladım. Standartlarımı revizyona aldım :-)
Anlatayım efendim...

Öncelikle ÖZEL-SAVAR oldum.

Millete kendinle ilgili ÖZEL bir şey anlatma denir ya hep, ben bir adım daha ileriye geçtim. Milletin anlattığı ÖZEL muhabbetlerden sakınır oldum.

Hele pek tanımadığım ve yakınlaşma ihtiyacında olmadığım biri muhatabım ise (onu daha çok sevebilmek ve gıcık kapmama adına) konu ÖZELE girdiği an ben kuyruğumu sıkıştırıp kaçmaya başladım. Israrcı ve olaylara fikse olup kalan biri ise zaten hiç şansı yok. Peşimden gelirse de ıkınıp sıkınıp “Bana ne kardeşim!” i bir güzel yapıştırıyorum.
Israr ve fiksasyon beni deli ediyor.

Kulağa hoş gelmiyor, biliyorum, ama inanın beyin hücreleriniz için çok dinlendirici. Aklınızda tutmanız gereken onca şey arasında selektif davranmanızda bir sakınca olmamalı bence.
Diyelim ki muhatabım bana yakınlaşmış birisi, standardında çok bir sapma hissetmedim. Yani “bana ne” demek azıcık eşeklik olacak, lakin çok da bilmek istemiyorum ıncık cıncık. Dinliyormuş gibi yapıyorum, hatta bazen dinliyorum ve ÖZELİ konusunda fikir ihtiyacı içinde ise kıt kanaat aklımla yorum bile getirmeye çalışıyorum..
Lakin hemen sonrasında istemli bir şekilde unutabiliyorum.. Çok sağlıklı..

Muhatabım eğer ÇİZGİSİ olan STANDARDI YERİNDE biri ise durum çok farklı oluyor.. Yani önüne gelenle dalaşabilir, narsist takılabilir, henüz ham olabilir, ters köşelerde kalabilir, çıtır düşkünü olabilir, Bob Marley saç stiliyle gezebilir, didaktik ve kuralcı olabilir, küfür edebilir, türkçesi zayıf olup ortalığı kırıp geçirebilir.. Lakin kendisi olmayı bilip de sapması fazla kıpraşmıyorsa yeri başımın hemencik üstündedir. Özele girsin, genelde kalsın saygım her daim bakidir.

Dost dediğim ve çok sevdiklerim ile öyle bir sabır durumum var ki, ben bile şaşırıyorum.
Saatler, günler ya da aylar boyu “ooooooofffffffff” bile demeden dinleme potansiyelim oluyor. Anlattığı ve yaptığı şeyleri kesinlikle onaylamasam dahi huzur içinde mutlu mesut paylaşabiliyorum. Sabrımın nadasa bıraktığım kısmı işte bu insanlarda çokça işe yarıyor.

Şimdi bir de ÖZEL konusunda kafa patlatacağım. ÖZELİ standardize etmem lazım. Her şey yerli yerinde olsun, değil mi efendim?
Çok konuştum yahu...
Tamam tamam, susuyorum...
Kısaca durum budur :-)

ÖZEL’iniz yerli yerinde, GENEL’iniz yüzünüzde gülücük olsun..

Sizi, olduğunuz gibi, en çok seviyorum :-)

Seda Demirel

Yukarı

 Misafir Kahveci : Nuran Özbek


Ne bulsan onlarla yaratıyorsun

Ne bulsan onlarla yaratıyorsun mutlu oyunlarını. Bense zamanımı da, gücümü de elde edemeyeceğim şeylere veriyorum. Tutku denizini geçmeye çalışıyorum cılız kayığımla, oyun oynadığımı unutuyorum. Oyuncaklar / TAGORE

Yeniden başlangıca dönebilmek...
Ta başlangıca...
Yani o güne.
Kendime dönebilmek, kendi benliğime.

Seni tanımanın sevinci kaynıyor yüreğimde.
Birde; "Seni seviyorum" diyen uğultumla bastırmaya çalıştığım bir sesim var en içimde...
Bu ses sakin akan bir su çağıltısı. ; yağmur damlalarının su birikintilerine düşüşünün sesi gibi.
Sözler; suyun yanında yeşil, sarı açan çiçekler, kardelenler.
"Hangi söze sığarsın sen, anlatamam ki..."
Görünmez bir elin, şifalar sunmak için vücudumda gezindiğini hissediyorum. Aradığımı bulmuşum gibi bir duygu. Kötücül düşüncelerimi, beynimin kıvrımlarından incitmeden çekiyor bu el, gözlerimin önüne getiriyor, utanıyorum. Utanmasam ağlayacağım ama neden gülümsediğimi de bilmiyorum.
Aklın da bir sınırı var ama, duruyor kalbin işte yerinde.
Kesif yükleri taşımaya ayar edilmemiş insan yüreği. İçini acıtan acılarının da, havalara zıplatan çocuk sevinçlerinin de anlıktır konaklama süresi orada. Her şey bittikten sonra unutuveren kaypak bir termometre gibi döner gelirsin yüreğinin orta yerine.
Orada, o yüksek rakımda kalabilsen belki başka bir şey açılacak önüne, sen bırakıp, tuttuğun her şeyi, yüreğini kaçırıyorsun, dönülmeyen yerlere.
O yüzden hazırlıklı olmalısın böyle şeylere, öyle fazla da itibar etmemelisin gönlüne. Sebep?
O çok fazla münzevi nihayetinde...
Sen durup beklemelisin artık, bekleyedurmalısın...
Boş ver sen şimdi; 'öldürmeyen güçlendirir' diyen Nietzche'nin o derinden gelen uğursuz sesine...
Kant'ın dediği gibi; "Kişinin yapmaması gereken, yapmamazlık edemeyeceği bir şeydir". Yani bu ne bir şey amaçlayan ne de bir zorunluluktan kaynaklanan bir şey. Öylesine önceden amaçlanmamış, nedensiz, niçin siz ama o anda istenerek ve bilerek yapılmış bir şey. Uzanıp parmaklarını okşayıp sevmek gibi mesela.
Acaba; hayatın bütün ihtimallerine karşı her nevi olasılığın hesabını yapmış kaç kişi vardır şu evrende? Bir cevabım yok cebimde.
Deliler gibi düşünsene. Pek fiyakalı bir cevap olurdu şu ucuz dünyanın iteklemelerine, fakat diyorum ya sana, sandığın gibi değil işte...
Kuşandığım zırhım, tutunduğum bütün ipler incelmiş . Düştüm, düşeceğim. Geri dönemiyorum, hangi yolu tutarsam tutayım kendime çıkamıyorum.
Bir şeyler ince ince delip geçiyor içerimden. Bir yerlere gidiyorum. Görmediğim ama görünce çok seveceğimi hissettiğim bir yerlere doğru koşarak gidiyorum, yağmur damlaları yüzüme gülücükler düşürüyor.

Hüzün boyalı sisli bir sokaktan geçiyorum, çat ayaz bir gece... Uzundur elleri gecenin, bilirsin...! yüreğini titretir insanın. Sokak lambaları karanlığın mahçup bakan gözleri gibi. Kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırmış, çöp kutularının çevresini tavaf eden, sokağın efendilerine daha bir yakın hissediyorum kendimi . Mahallenin kedilerini doyurmak için mutfaktan çaldığı ekmek kırıntıları yanağına yapışmış, göz çukurları yağmur yüklü, küçük bir kız çocuğu sanan bu aymazın yanına küçük halini gönderemez misin ? Bilip de veremediğim cevaplar oturuyor gözlerime.

Yüreğinin kapılarına dayanan bir arsızım işte! Korkma tek kişiyim … kuşatmaya gücüm yok kalelerini. Uğraşıp duruyorum, içeri al beni, söz yarın gideceğim.

Gece saat:05.45 yani aslında bugün.
Uyanan şehre bakıyorum şimdi.
Güneş bugün, elma şekeri kadar aldatıcı duruyor Ankara da.
Hayat haneme yeni sıfırlar eklemek için mi bilmem? Gözlerimi hep sabahın alacakaranlığında, penceremdeki bir avuç gökyüzüne açıyorum. Bütün telaşım güneşin ilk tebessümünü yakalamak. Bilir misiniz? Güneş bazen; isimleri hiç bir harita da geçmeyen, uzak mavi tepeleri gülümseyen parmağıyla işaret eder bizlere. Bir yerlere yağmur yağıyor. Ama nereye?
Birazdan; akşamdan kalma düşlerini bir kaç adımda geçmeye çalışan telaşlı insan ayaklarının arasından sıyrılarak, illaki kesin sınırlarla belirlenmiş iş ortamına, insanların maskeli sohbetlerine tanıklık edeceğim masamda olacağım...

Ben bu öykünün kara mürekkebi. Yani siyahı ve anlamı, anlamlı olduğu kadar anlaşılmazı.

Az biraz fazla oldum biliyorum. Tamam, tamam. 'Pause' tuşuna basıyorum.
Duygu ve düşünce çarpışmalarımın yakamozlar yaratan ateşten kıvılcımları bütün bunlar...
Sigara dumanı.. ve son...
Son bir şey daha , izninizle; avazım yettiği kadar özledim!!! diye bağırmak istiyorum...

Haymatlos
(Yani ben; mavi bulutları yakalamaktan asla vazgeçmeyen)

Yukarı

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
Sevgili koçlar bu hafta alışılmadık şekilde sakin ve uysal bir görünüm sergileyeceksiniz… Hafta içinde karşılaşacağınız olası çarpışmalarda bunun elbette yararlarını göreceksiniz. Ayrıca geçen haftalarda dostluk çerçevesi içinde kabullendiğiniz bir ilişki yavaş yavaş aşka dönüşmekte !.. Haftanız gayet hareketli koçlar.


BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Sosyo- profesyonel faaliyetlerinizin aşklardan daha ağır basacağı bir hafta sizleri beklemekte boğalar. Özellikle projeleriniz için gerekli finansmanların başlarınızı ağrıtacakları bu günlerde temkinli olmanız şart.. Hareketli bu haftanız da dış etkilerden, yanlış kanaatlerden sakının.. İyice düşünün ki acele kararlara gerek kalmasın..


İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Bu hafta meslekleriniz de istim üzerinde olmanız kuvvetle ihtimal. Hatta bir haksızlığa uğramanız işten bile değil !.. Söylentilere kulak asmayın sakın. Şimdiden zaten sinirlisiniz yetmedi mi ?.. Bir sevdaya kaptırmışsınız kendinizi aman dikkatli olun, pembe dizilere konu olmayın durduk yerde !..


YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Eskisi gibi parlayıp etrafınıza ateşler saçamıyorsunuz artık değilmi sevgili yengeçler !.. Bir basamağı aştınız artık, self kontrol dönemlerindesiniz bundan böyle.. Bu sefer de dişleriniz gıcırdamaktalar… Olabilir !.. Gizli yaşadığınız bir ilişkiniz mutlaka var demiyorum ama evet ise, ağustosa kadar çıra gibi yanacaksınız bu kesin..


ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Arkadaşlar ile olan ilişkileriniz sizlere bu hafta neşe dolu saatler yaşatacaklar ise de.., görünüşlere aldanmayın aslanlarım her parlayan altın değildir biliyorsunuz !.. Bazı aslanlar hafta içinde son derece kreatif olacaklar ve kendilerinden gurur duyacakları çalışmalara hız verecekler. Yaşamlarınızda renk cümbüşlerine hazırlanın..


BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
Isınma turları mayısın ilk günlerinden itibaren başlamışlardı ama turistik/ reklam ve siyasi alanlarda faaliyet gösterenleriniz bu hafta tam gaz ilerlemekte olacaklar.. Herşey olabilir bu hafta, uyumluluk hünerlerinizi anında göstermeniz gereken durumları çok sık yaşayacaksınız. Ayrıca, şişmeyin oburluktan !.. Benden söylemesi..


TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Bu hafta balans ayarlarınız ivedelikle yapılmalı sevgili teraziler.. Her an patlamaya hazır düdüklü tencere misali içleriniz müthiş kaynamaktalar.. Hani siz mayıs ayı başında bir iki plan program yapmıştınız ya kısa tatil için, işte tam sırası teraziler, kendinizi tatile çıkarın bu hafta.. sabırlarınız patlamadan !..


AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Meslekleri öğretim, yayım veya reklamcılık olanlarınız özellikle salı gününü kollayın ve sakın ıskalamayın.. Atılım ve kararlarınız da başarı orantılarının bayağı yüksek olacakları bu günde eliniz kuvvetli sevgili akrepler.. Hafta sonuna doğru temkinli olun. Duygu sömürülerinin ayyuka çıkacaklarını bende sizlere söylemiş olayım…


YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Diyalog- müsamahalar- alçakgönüllülükler, işte bu üçlü ve güçlü formülü uygularsanız bu hafta sevgili yaylar kazançlısınız, bu kesin.. Olmadı mı ?.. Eh o zaman tabak çanakların uçuşacakları günlere hoş geldiniz deyin hemen !.. Vaktiniz çok az aslında, keşke bir an evvel krizleri doğmadan boğabilseniz.. Siz bilirsiniz ne diyeyim..


OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Yay'lara mı özendiniz canım nedir bu haliniz sizlerin de böyle, kollar sıvanmış ama savaşlar ve bilek güreşleri için.. Bravo vallahi.. İş yerlerinde kadınlardan doğacak dertlere hazırlıklı olun sevgili oğlaklar.. Aile fertleri ile ilişkiler gayet olumlu bu hafta, ortaklaşa kararlar da acele etmeyin yine de. Sütden dili yanan…


KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Bir kadın veya kız ile ilgili olan ve çözmekte zorlandığınız probleminiz de son sözler ağustos içinde söylenecekler. Şu an herşey sürüncemede bunu bilin.. Para konularında çok dikkatli olun, hemen parlamayın veya aksine saflık abidesi olmayın.. Gerek yok.. Bulutlardan artık ne olur inin, sonuna kadar açık sözlü olun..


BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
Evlerde müthiş hareketlilikler var sevgili balıklar !.. Deplasmanlara çıkışlar, mekanlardan kaçışlar(!), yeni diyarlara uzanmalar ve neler neler.. 2005' de sonuçlanacak bu hareketlilik sizlere Üranüs'den hediye… Güle güle kullanın sakın geri dönüşlere kalkışmayın daima ilerilere bakın ve çok yaşayın…


Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Şeref Bilgi (www.sbilgi.com)

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir.
Kahve Molası bugün 4.451 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


OYUN

Kadere bak
İkimiz yanyanayız
Senelerce olduğu gibi.
Şimdi!
Fikirler farklı
Yollar apayrı
Sen davacı
Ben davalı
Bir uğultu var
İki tak! tak!
Bir de "susun" sesi
Söyle! burası neresi
Bilmem nere mahkemesi
Hani nerde evimiz
Nerde on yıl önceki neş'emiz
Bu esen yel neden soğuk
Tadı neden acı
İkimizin de yüzü neden katı
Olsa olsa canım
Bunlar ayrılık rüzgarları.

Yüzüme bak,
Ben bakamıyorum ki.
Neden ayrılıyoruz biz
Boşanmamızın sebebi ne ki,
Onu bile hatırlamıyorum şimdi
İyi ki !!
İyi ki
Çocuğumuz yok
Arkamızdan ağlamayacak
Ya biz
Biz ağlayacak mıyız
Bu beraberliği unutacak mıyız
Unutulmaz ki!
Dile kolay on sene...
Sonu
İşte sonu bir celse
Ah! Ah! biri gelse
Al bu senin dilekçe
Yürü git evine
Dese....
Ah! bir dese
Keşke
Bak diyen yok işte
Hepsi ayrılmamızı bekliyor
Onların beklediği olacak bu gidişle.

Sevmiştik ya birbirimizi
Kaçacaktın bana hatta
Sen kurmuştun evimizi
Ben çalışıyordum
Sen evde bekliyordun
Bir iki eşya
Ev iki oda.

Galiba
Çocuktuk o zamanlar
Seni seviyordum
Sen beni seviyordun
Dedim ya!
O zamanlar çocuktuk...
Sen anne
Ben baba
Evcilik oynuyorduk
Ya şimdi!!!
Karar verildi
Evliliğimiz sona erdi
Galiba aşkım
Artık oyun bitti.

Mustafa Gökçeoğlu

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Muzlu MilkShake!..

Yukarı

 Kıraathane Panosu



FOTOGRAF SERGİSİ

"VAHŞİ YAŞAM" SÜHA DERBENT
8 MAYIS - 4 HAZİRAN 2004

FOTOTREK NIKON FOTOGRAF MERKEZİ, 8 Mayıs - 4 Haziran
tarihleri arasında, hayvan davranışları üzerine fotograf çalışmalarıyla tanınan Süha DERBENT'in "VAHŞİ YAŞAM" isimli sergisine yer veriyor.

8 Mayıs Cumartesi günü saat 18:00'de yapılacak bir kokteyl ile açılacak olan sergide kaplan, aslan, leopar, çita gibi büyük kedilerin görüntüleri yer alıyor. Sergi, hayvanların yaşadıkları coğrafyaya uygun davranış görüntüleri üzerine yaklaşık 8 yıldır çalışmalar yapan Süha DERBENT'in Hindistan, Güney Afrika Cumhuriyeti, Zimbabwe, Kenya ve Botswana'da çektiği fotograflardan oluşuyor. Nikon Türkiye Temsilcisi Karfo - Karacasulu ve Emirates Havayolları katkılarıyla gerçekleşen sergi 4 Haziran Cuma gününe kadar izlenebilecek.
Ayrıntılı Bilgi: http://www.suhaderbent.com

FOTOTREK NIKON FOTOGRAF MERKEZİ
Meşrutiyet Caddesi Ravanda İşhanı No : 85
Kat : 1 - 2 D. 1 - 3 Beyoğlu, İSTANBUL
Tel : (212) 251 90 14 - 251 83 74
www.fototrek.com

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.webdesignlab.co.uk/niksthings/masking.html
Buyrun size President Bush ile dalga geçen bir web sayfası daha. Seçtiğiniz herhangi bir resmi mouse yardımıyla sürükleyip işaretli yere götürüyorsunuz ve ta ta ta tam, işte karşınızda gizli gerçekler.

http://www.jnobleartist.com/the%20art.htm
...John Noble's early childhood was highlighted by the occasional summertime trips to the ZOO. Hippo's, Giraffes, Camels; The Animals of unusual shapes and comic expressions were the main attractions. These images dominate his interest and his work as an artist... Özetle söylemek gerekirse; tıklayın ve güzel resimler görün.

http://oyun.anet.net.tr/oyun/3dcar/driver.html
3D araba yarış oyunu. "A" harfine basınca gaz, "Z" harfine basınca fren yapıyorsunuz. Sağ ve sol oklar yön tuşları olarak kullanılıyor. Basit görünüşlü olmasına rağmen eğlenceli bir oyun. Aman kaza yapmayın, hemen camlar kırılıyor.

http://www.kizilay.org.tr
...Türkiye Kızılay Derneği tarafından Temmuz- Ağustos dönemlerinde kamplar açılmaktadır. Genel Merkez Gençlik ve Sağlık Kampları; Pendik, Samsun, Çamkoru, Mudanya ve Murat Dağında açılmaktadır. Şube Gençlik ve Sağlık Kampları ise Eskişehir, İzmir, İzmit, şube kampları açılmaktadır...

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


Windowpaper XP v1.01 [2.1M] WinXP FREE
http://www.sodabush.com/products/windowpaperxp/index.php
Masaüstünüzü duvar resimleriyle nasıl güzelleştirebiliyorsanız, klasörleri de farklı duvar resimleri ile bezeyebilirsiniz. Kolay kullanım sunan bu programı XP kullanıcıları için öneririm.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040524.asp
ISSN: 1303-8923
24 Mayıs 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri