KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?






Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Etkinlikleri
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 530

 22 Haziran 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : İlla da Birinci Bahar!..


Merhaba,

NATO Zirveye çıkacak diye televizyonuma da yasak geldi sanılmasın. Var gücümle takipteyim. Öyle ki elimde kumandan (Ben ona kumandan derim, sizi bilemem.) zapur zupur oradan oraya atlayıp final ayrıntılarını kaçırmamaya özen gösteriyorum. Neyse ki Türkstar'ıda bitirip huzura erdim. Şimdi kala kala bir Akademi kaldı. Vallahi bu gençlere tek laf edeni Kadıköy'ün tüm sivrisinekleri soksun emi. Bunlar amca ve teyzelerinin yanında birer melek yahu. 'İkinci Bahar' adındaki ermiş kudurmuşların ettiklerini görünce adamın bu çocuklara tapası geliyor. Caner'le Tülin'i tutup tutup öpesi geliyor. Herşeyin olacağını tahmin ederdim de eşek kadar adamların birbirinin üzerine 'Ne var lan' diye kameraların önünde yürüyeceklerini tahmin edemezdim. En fiyakalı amcamın külhanbeyine dönüşmesi diğer darbukatörün elindeki darbukanın hakkını vermesi sonucu ortaya çıkan rezil bir tablo. Haydi bu adamlar hakikaten ellerine geçen son şansı değerlendirip giderayak son bir mürüvvet özlemi içinde bu programa katıldılar diyelim, amma bu adam ve hanımların bir akıllı tanıdığı, eşi dostu, çocuğu torunu yok mudur? Bu rezilliğe daha ne kadar dayanırlar? Bakın benim gibi gönlü geniş adamı bile zıvanadan çıkarttılar. Yapımcılara seleniyorum: N'olursunuz bu programı tekrarlamayın. 'Sevda Masalı' 'Ben Evleniyorum' 'Yar bana bir eş medet' 'Karı istirem' 'Tak fişi bitir işi' isimli bilumum yarışmalara razıyım ama n'olur yarışmacılar ilkbaharı yaşıyor olsun. Hayır sonunda olan bana olacak yoldan çıkıp ne yapıp edip katılacağım şu yarışmaya...

Epey bir süredir yahoo ve hotmail adresleriyle ilgili yaşadığım sıkıntının yahoo cephesindeki nedeni anlaşıldı. Çoğunuz zaten farkına varmıştır ama ben gene tekrarlayayım. Yahoo ücretsiz posta hesabı konusunda devrim sayılabilecek bir atak yaptı. Geçiş döneminde de o bildiğimiz erişememe problemlerini sıkça yaşadık. Yahoo 4 MB'la sınırlı olan posta kutusu kapasitesini 100MB'a çıkardı. Bu nasıl bir yatırımdır insanın aklı almıyor. Ya da bir başka deyişle, kimbilir ne bekliyor ki bu yatırımı yapabiliyor? Arayüzünü de yenileyen yahoo bu konuda şimdilik rakipsiz. Yeni ücretsiz adres almak isteyenlerin tek adresi yahoo olmalı benden söylemesi. Bizim sistemimizde ki iyileştirme Temmuz sonunu bulacağa benzer. O zamana kadar KM'yi bir alıp bir almamaya devam edeceksiniz üzgünüm.

Yaz döneminde her konuda bir rehavet hakim oluyor. Bundan yazarlarımızın ve yazar adaylarımızın da nasibini alması kaçınılmaz. Ama yaratıcılığın mevsimi yok. Ben herşeye rağmen yazılarınızı beklemeye devam edeceğim. Ancak yaz döneminde eski ama tadı damağımızda yazılarımızdan seçmeler yapıp sizlerle yeniden paylaşacağım. Yeni dostlar için güzel bir olanak olacağı inancındayım. Şimdilik hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

 PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım


ANNE VE ÇOCUK

Yapılan araştırmalar, bebişlerin, daha anne karnındaki misafirliklerinin yarısından itibaren, gelişen sinir sistemlerine koşut bir şekilde belirli işlevleri yapabildiklerine dair sonuçlar ortaya koymaktadır. Daha sonraki yaşlara gelindiğinde pek anımsanmasa bile bebek iken hepimiz yetişkinler gibi, toplumsal bir varlık olarak yaşamda yerimizi fazlasıyla almışızdır.

Bir omurgalı canlının dünyaya gelişinin ilk saatlerini izleme şansınız oldu mu bilmiyorum ama en basit olarak akvaryumunuzda doğum sonrası yavru lepisdeslerin onları yemeye çalışan büyüklerden kaçma ve gizlenme çabalarını hayranlıkla izleyebilirsiniz. Biz kuzu doğduktan kısa bir süre sonra birkaç defa titreyen ayakları üzerinde durma denemeleri yapar. İlk denemelerde hemen yere düşerlerken kısa bir süre sonunda bir ömür boyu sürecek ayakta durabilmeyi kolayca öğrenebilmektedirler. Buna benzer davranışlara hayvanlar aleminde sıklıkla rastlayabiliriz.

Ancak insan yavrusu, diğerlerinde olduğu gibi daha doğarken, yaşamsal dürtü ve davranışlarla donanmışsa da, bu dürtülerin ne yönde etki edeceğine, bu dürtülerle ilgili davrananların nasıl gelişeceğine ilişkin kalıtsal bilgiyi taşımaz. Bu yüzden, insan bebeği, diğer memelilerde olduğu gibi yaşama tek başına katılamaz ve mutlaka ile içindeki toplumsal birlikteliğe gereksinimi vardır. Bebeğin çevresiyle olan ilk toplumsal ilişkisi, kural olarak anne ve çocuktan oluşan iki kişilik küme içinde olur; anne ve çocuk. Bu küme zamanları, ömür boyu sürecek bir bağlılığın saniye saniye kurulduğu anlardır (Şimdi bu güzel anların keyiflerini doya doya sürmekte olan sevgili dostlarımız Suna ve Beyhan'ı görür gibi oluyor, onlara sevgilerimizi yolluyoruz).

Doğumundan kısa bir sonra ziyarete gittiğiniz anne çocuğunun gülümsediğinden söz ederse de çoğunluk buna inanmaz ve bunun daha ziyade şaşkın bir kas hareketi ya da yüz ifadesi olduğunu düşünür. Ama bebişin gülümsemesi tamamen amaçlı ve hep görülen bir davranıştır. Bebeğin, yine doğuştan birlikte getirdiği, gülümsemesi de, ilişki kurmayı sağlar. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, bebeğin önünde bir insan yüzünün bulunması, gülümseme için gerekli uyarıyı oluşturmaktadır. Kör ve sağır doğan bebeklerinde de, tıpkı görüp işitebilen bebekler gibi gülümsediği, bir başka ilginç tespittir.

Doğumu takip eden anlar içerisinde anne -ya da çocuğa sürekli bakan bir başka kişi,- çocuk için özel bir yer tutmaya başlar. "meme arama" doğuştan getirilen "'emme" tepkesi ve sürekli yanı başında bulunan anneden dokunsal yakınlık içinde "süt ve yiyecek alma", bebeğin anneyle -dolayısıyla, çevreyle- ilk ilişkisini sağlar. Bebeğin, içinde bulunduğu duruma ilişkin bilgiler veren sesleri ve karnı doyduktan ya da sancısı geçtikten sonra da süren ağlaması, doğuştandır ve anneyle bağlantı kurmasına yarar. Çıkarılan bu seslerin, -kazlarda ve ördeklerde ya da memelilerde olduğu gibi- hayvan yavrularının, kendilerine bakan ana-babayla ilişkiye geçmelerini sağlayan seslerine karşılık gelir. Çocuğa bakan kişinin orada olduğunu belli etmesi, ses çıkarması ya da okşaması, -herhangi bir sağlık sorunu yoksa- ağlayan bebeği hemen susturarak yatıştırır. Bu nedenle, bebeğin doğuştan getirdiği tepkileri olan ağlama ve gülümseme, yetişkin İnsanları kendilerine bakmak üzere yönelten uyanlar oluşturur.

Yetişkinlerde bulunan içgüdüsel "yavruya bakma" tepkisi, bebeklere ve küçük çocuklara özgü niteliklerin bir arada bulunmasıyla, daha da güçlendirilir. Bebişleri dünya tatlısı yapan niteliklerin belli başlıları; yüksek bir alın, başa oranla oldukça iri gözler, dolgun yanaklar, küçük bir burun, yuvarlağımsı bir vücut yapısı ve sakarca devinimlerdir. Reklamcılar bu özellikleri çok çabuk keşfetmişler ve sıkça kullanmaktadırlar.

Bir anlamda bebekler, iç güdüsel yetileriyle kolayca ilişki kurabilmektedirler. Çok hızlı bir gelişim grafiği sergileyen bebek, yaklaşık iki aylık olunca, kendisine bakan kişiyi gözleriyle izleyip gülümseyerek etkin biçimde ona yönelmeye başlar. Bunu izleyen üç ay içinde, bakıcı kişinin yüzü için bir tanışıklık duygusu geliştiren bebek, altıncı ile onuncu aylar arasında, onu diğer yüzlerden ayırt etmeyi öğrenir. Böylece kişisel bağlanma gerçekleşmiş olur. İşte inanılmaz sevginin temelleri bu şekilde, bu zaman diliminde atılmaktadır. İleriki günlerde bakıcı kişiye (anneye) duygusal yönelme ve bunun sonucunda yaşanan ortak duygular, bağlılığı güçlenmektedir. Bu süre bebişlerde, yabancı yüzlerden kaçmaya ve korkarak anneye sığınmaya da başlamaktadır. Bu günlerde bebeğin sevimliğine, daha anlamlı mutlu gülücükler, mutlululuk mırıltıları eklenmekte, daha bir tatlı olmaktadırlar.

Bebeğin gülümsemesi, yaklaşık olarak, hayvanlardaki "anayı izleme" tepkisine karşılık, gelir. Her iki davranımı da uyararak başlatanın, ana ya da onun yerini tutan kişi ya da nesne olmasından başka, her iki davranım da, yavruya bakan kişiyle yakınlaşma sağlar Hayvanlarda yavrular, kendilerine gösterilen atrapların içinden, ana hayvanın özelliklerini taşıyanları yeğlerler. Bu durum, insanlar için de geçerlidir 24 saatlik bebeklere gerçek bir insan yüzü ile bir oyuncak bebeğin yüzü gösterildiğinde, bebeğin göz tepkilerinden, insan yüzü resmini, yapma bebeğinkinden ayırt edebildiği ve gözleriyle onu daha çok izlediği gözlenir. Bebeklerde, gerçek insan yüzünün doğuştan tanındığı sanılmaktadır.

Özetle, anne, çocuk ilişkisi anneye bağlanmanın basılanma yoluyla oluştuğunu gösteren ipuçlarının bulunmaktadır. Bugüne değin ki bilgilere göre, bebeğin anneye bağlanması, belli bir duyarlı yatkınlık dönemi içinde gerçekleşen bir öğrenme süreci olarak ele alınabilir. Ayrıca, bu süre içinde olup biten bir bağlanmadan sonra, yaşamın ileriki yıllarında anneden ürkmeye yol açabilen yaşantılar, genellikle bu bağlılığı ortadan kaldıramaz. Yani geriye dönüşsüz bir sevgi ve bağlanmadır. Bu ilişki hep artarak süren bir sevgi yelpazesidir. Çünkü anne bebeği ile sürekli yoğun dokunsal ilişki (kucağa alma, emzirme) içindedir, bebekle konuşma ve ona gülümseme (örneğin ninni söyleme), görsel ilişkiyi destekleme, ilişki kurma seslerine karşılık verme (örneğin çocuk ağladığında ilgisiz kalmama) davranışlarını sergilemektedir. Bebekte bu huzurlu ve güven dolu kucakta, yaşamının en mutlu anlarını yaşamaktadır. İşte hepimiz için çok özel olan anne sevgisinin ve ona bağlanmanın genel hatlarıyla tanımlanması. Bu derlediklerim, bu kadar güçlü sevginin sadece yüzeysel kısımlarını oluşturmaktadır ama bir fikir oluşturacağını düşünmekteyim.

Gökten üç elma düştü. Biri annelere, biri gül yanaklı bebişlerine, biri de tüm KM dostlarına.

(Yararlanılan Kaynaklar: Demirsoy, A., Yaşamın Temel Kuralları; Şahin, R & Biricik, M. Etoloji; Çıplak, B. Evrimsel Analiz)

Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz

Yukarı

Gülendam Z.Oğuz

 Double Espresso : Gülendam Z.Oğuz


   Numara : 91

"Bir kapı kapanır, bir başka kapı açılır"demiş birileri.Yüklenen anlam, yaşama dair insanı yüreklendirir. Bir dost söyler genelde ya da siz başkasına,dostça.. Diyeceklerim tamamen bu deyişe dair olmasa da, kapılar güzeldir.

Kapılar vardır, davetkardır.. Kapılar vardır, "geç-git-takılma bana" derler adeta.

Aslında, kapılar değildir bizi bulan. Onları çağırırız çoğu kez. Sonra da, beklenmedik bir anda karşımıza çıktılar mı, mıhlanır kalırız olduğumuz yere. Ne düşüncelerimizi tahlil edebiliriz o zaman, ne de tam olarak aradığımızı biliriz Bir garip telaşa kapılırız. Kalp atışlarımızın sesi beynimizde çınlar da, kendimizi duyamaz oluruz.

İnsanoğlu gariptir. Bilinmezlikler bir çeker, bir iter bizleri. Merak ve korkular harmanlanır içimizde ve biri baskın çıkar. Ya içeriye girmişizdir, ya da dışında kalmayı tercih ederiz. Tıpkı yaşamın hangi kıyısında, köşesinde yer almak istediğimiz gibi..

Güzeldir ahşap sıcaklığında, renk katılmış yaşamlar.. Ve insan, kapısının ardındaki mahremiyetinde.

Yaşam'da tek bir kapı yoktur. Bazıları açılır bir tatlı "hoş geldin" ile, bazıları adeta duvardır. Öfkeyle tekmelenip çarpılanları da vardır maalesef, -de vidaları yerlerinden oynar. Tokmaklı, tokmaksız.. Numaralı, numarasız.. Ahşabı, demiri.. Her şekil ve durumda iyidir kapılar.. Malzeme ve detayları ile içeride yaşayanlarının hayatı nasıl karşıladıklarını yansıtırlar.

Şirin mi şirin bir köyde, bir kapı gördüm geçenlerde. Mavi çerçevesi ile sarmalanmış "uğurlar olsun" diye selamlıyordu geleni geçeni. Kendinden emin ve naif'ti. Belli ki dayanmış, yıllara meydan okumuştu, bazılarımız gibi. Olgunluğunda tüm yaşanmışlıklarının, iki güzel feneri ile aydınlatmaya devam ediyordu yolumuzu. Evin kendisi gibi mütevazi idi.

Hemen karşısındaki bir taş parçasına oturup seyrettim kapıyı uzun uzun..

Kaç jenerasyon geçmiş olabilirdi bu kapıdan içeri.?. Evin yaşayanları da bu kadar mütevazi olmalılardı bana göre. İddiasız, yalın ve kapı gibi bir kapı işte! Bir tatlı süsleme tam üzerinde, dişi göz nuru misali kondurulmuştu bu kısmına kapının. Rahatlık verdi bana. Bendendi. Tanıdıktı.Merakıma cesaret verdi.

Sonra, yandan avluya girildiğini fark ettim. Önce kapı, ardından ev, sanki çağırıyordu beni içerilere. Nasıl ve ne zaman kalktım oturduğum yerden bilmiyorum. Avludaydım.

Masalsı bir kış bahçesinin önündeydim, hayallerimdeki gibi. Mini karo camlarla çevrili ve bu defa da eski işlemeli mavi bir ahşap kapıydı karşılayan. Yere kadar inen bu camlardan gözükmekteydi her şey, şeffaf ve emin. Ama, ben yine içerideydim. Gelişigüzel taşlarla kaplanmış duvarların oyuklarında yanan mumlar, dört eski masa ve çatlak derili koltuklar hafif bir müzikle kucakladılar beni, tek! Gözlerimle her köşesine dokundum mekanın. Duvar raflarındaki eski kitapları kokladım sevgimle. Benden başka kimsenin olmadığını hissetmedim bile içerde.

Kızımın "Anne, nerdesin?" sesi ile tekrar dışarıdaydım. Gözüm, gönlüm geride kalan güzel kapılı evde, elim ise tekrar kızımın elinde yürüdüm, gittim. Başka bir sefer tekrar gelmek üzere..




Köy: Şirince (Selçuk)
Mekan: Erdem Pansiyon
Avludaki kış bahçesi: Cafe au lait
Şanslı sahip: Targu
Şanslı misafir: Şirincenin yeni müdavimi Ben!
Kapı fotografı: Aslı gibidir.

Maalesef kış bahçesinin fotografı yoktur. Zira bizzat yaşamak gerekir.
Hafta arası bir akşam, kış bahçesinde; sek kırmızı şarap ve Targu ile farklı bir sohbet şiddetle tavsiye edilir.



Gülendam Z.Oğuz


Yukarı

 Kahvecigillerden : Doğan Sovuksu


BİR İSTANBUL MASALI VE 2 İSTANBUL ASALAĞI

İstanbul’da görmeye alışık olmadığım bir Akdeniz güneşi uyandırdı beni. Çok eğlenceli bir gün olacağımı hissettim yataktan kalkar kalkmaz. Yüzümü yıkadım ve hemen Erkan’ı aradım. Koca İstanbul’daki tek dostumu....
-Naber? İşi bıraktım dün.......
-Neeee? Niye?
-Anlatırım......Buluşalım Taksim’de...
-OK.
Taksim’ de buluştuk ve yürümeye başladık. Aniden bir patlama oldu ve kafama küçük bir cam parçası isabet etti. Erkan’a baktım, korkmuş görünmüyordu.
-Kanıyor mu?
-Görmüyor musun oğlum t-shirt’ üne baksana!
-Boş ver, yürü gidip kahvaltı edelim.
-Bu halde gidemeyiz, kızlar korkar oğlum bizden. Hadi Eczane’ ye uğrayalım.
Eczane’ ye uğradık, kafamı sardılar, sonra Atlas Pasajı’ndan siyah bir t-shirt ve sargılarım için 1-2 rozet aldım. Bir adet Che, bir adet de Marihuana yaprağı rozeti kafama çok yakışmıştı.
-Kafana .ıçayım senin. Bu rozetler de neyin nesi?
-Boşver, kızlar sever böyle tipleri.... Anarchy In The UK hesabı...
-Tabii tabii.....18 yaşındaki kızları peşimize takacaksın yine.
-Senin 40’lık yazar arkadaşlarından iyidir.
-Tamam uzatma, sen ne anlarsın edebiyattan...!

Kahvaltımız başımın sızlaması dışında çok keyifli geçti. Sıra sokak aralarındaki “açık hava cafe” ’lerden birinde çay ve nargile keyfi yapmaya gelmişti ki...Gökten bir adam düştü...Tamam abartmayayım, üstümüze düşmedi.Yaklaşık 5 metre uzağımıza koca bir gürültüyle çakıldı. Ölü adam görüntüsüne alışıktık, o yüzden parçalanmış masa ve kemikleri belli ki çok dağılmış bir vücut yerine, onu bize yollayan kutsal görüntüyü(güneş ışığının gözümüze direk vurması yukarıdaki görüntüyü gizemli bir hale getirdiğinden kutsal demek geldi içimden) görmeye çalıştık. 4 veya 5.ci katta elinde bıçaklı bir kadın bağırıyordu.
-Geber ulan, geber, bıktım lan senden...! Ulaaaaaaaaaannnnnnnnnn!! Öldün mü yoksa lan hıyarto??Severim lan seni ben. Ölme sakın .uşt.
-“Öldü öldü.. İçin rahat olsun” diye bağırdı Erkan, 1-2 kişi güldü, diğerleri üstümüze yürür gibi oldu ama sargılarımı görüp acıdılar. Acımaları bitmeden oradan sıvıştık.
-.ıçayım bizdeki şansı, nerede içeceğiz çayı?
-Ortaköy’ e gidelim.
Taksi’ye bindik. Sertaç Zordar çalıyordu. Dayanmak çok zordu.
-Abiciğim kanalı değiştirmen mümkün mü?
-Nedenmiş?
-Yahu bu adamı nasıl dinliyorsun? Bu ses?
-Beğenmiyorsan indireyim?
-Niye indireceksin kardeşim? Sesi kıs bari.
-Emrin olur.
Sesi açtı. Başımın sızlaması artmıştı.

“yasak sevdan bana vız gelir
açık ol güzelim, bana hız getir....
sen sen sen sen sen yok musun sen
adamı çıldırtırsın kara kalplim, arızalımsın sen....”

Aslında şarkının sözleri eğlenceliydi, ama o ses yok muydu o ses......
-Abiciğim sesi kıs da muhabbet edelim bari...Hangi takımlısın?
-Beşiktaş.
-Helal olsun be sana..!
-Sen de mi Beşiktaşlısın?Yok yahu! Niye söylemiyorsun be kardeşim.
Sesi kıstı. Kötü bir adam zannetmiştim ben de bir an......
-Yahu söyleyecek fırsat mı bıraktın, açmışsın Zordar’ ı sonuna kadar.
Teybi kapattı. Formül tutmuştu. Biraz futbol muhabbetinden sonra Ortaköy’ de bir çay bahçesinin önündeydik.
-Bak burada süper kızlar var, buraya girelim.
Gerçekten de 3 güzel kız oturmuş sohbet ediyorlardı. Çok sıkıcı görünen (veya duyulan) muhabbetleri bile güzelliklerinden etkilenmemizi engelleyememişti.
-Merhaba, yanınıza oturabilir miyiz?
-Oturamazsınız.
-Peki, siz bilirsiniz.
Kızların “amma salak herifler” dediğini duymazdan gelerek yan masaya geçtik, salaktık malaktık ama başarıya giden yolun ilk adımdan geçtiğini ben de Erkan’da biliyorduk. Hiç o yana bakmadık. Yarım saat geçmemişti ki aralarından bir tanesi lavabo dönüşü masamıza uğradı.
-Kaza mı geçirdiniz? Sargılar falan?
-Sayılır, az önce Taksim’ de üstümüze adam düştü (bombayı söylemedim konu daha ilginç olsun diye) ...
-Saçmalıyorsunuz...
-İnanmayın isterseniz, bir adam intihar ederken(cinayet diyemezdim di mi?) tam yanımızdaki masaya düştü. Masanın ayağı kafama uçtu.
Başım biraz dönüyor, arkadaşım da şokta... (Erkan hemen elini kaşının üstüne getirip, gülümsemesini üzüntüyle kamufle etmeye çalıştı) O yüzden ne yaptığımızı bilmiyoruz. Az önce kabalık ettiysek özür dilerim.
-Yok, kabalık değil de biraz şaşırdık sadece...O kadar boş masa varken bize....
Birkaç dialog sonrasında masalarındaydık. Erkan’la bildiğimiz tüm numaraları sergiledik. 3 adet tavla pulunu 2 elimle havada saydırma dahil yaptığım 1001 şapşallık sonrasında kızlar gülmekten şişmişlerdi.
En zayıf olanını ben aldım, en güzel ise o gece Erkan’a gitti. Bizdeydik.
-Bak neden burada olduğumuzu bilmiyorum. Hayatımda yapmadığım bir şey bu.
-Bunları düşünmemeliyiz bence. Hadi televizyon izleyelim.
-Ama seni tanımıyorum bile.
-Tamam korkacak bir şey yok. Benim de bir çay bahçesinde tanışıp evime çağırdığım ilk kızsın sen. (yalan değildi, çünkü çay bahçesindeki başarımız bir ilkti)

Çay koydum, kendimi anlattım. Tüm sevdiğim ve beni mutsuz eden şeylerden bahsettim. Üstüne para verseler psikologa gitmeyecek kadar ukala biri için tanımadık birine açılmak, dürüst bir psikologa bedava muayene demekti. Konuştuklarımızın hepsini size anlatıp ne kadar edebi bir adam olduğumu göstermek isterdim ama sadece son cümlelerim aklımda.....
-Bak bu şehirde herkes manyak. Her şey anlamsız. Para kazanmanın, harcamanın bir anlamı yok. Kimsenin bir değeri yok. Kimsenin kimse için üzülecek hali kalmamış. Herkes haklı ve herkes haksız. Ölümlerin bir değeri yok. Herkes ölmeye de öldürmeye de hazır. Hayatında en çok seni sevdiğini söyleyen biri 1 gün sonra saplıyor bıçağı sırtına.
Sırtımı açtım.
-Bak bu kan kardeşimin 2 yıl önce sapladığı bıçak yarasının izi, bu eski sevgilimin ben uyurken sapladığı bıçak izi.....
-Manyaksın sen...!! Komik de değil!! Ne izleri bu?
-Şirkette çalışırken üstüme havalandırma borusu düşmüştü...
-Offff yeter atma artık!! Yine de komiksin....Aptal şey...
-Sakın beni sevdiğini söyleme!
-Yok daha neler. Neden seveyim ki...Benimkisi bir merak...
-Benimki de....
Güzel bir geceydi. Hiçbir şeyi sorgulamayan, gözleriyle gülümseyebilen, cesur bir kızdı. Bomba ve uçan adam sayesinde tesadüfen tanıştığım bir kızın beni bu kadar mutlu edeceğini beklemiyordum. Ama yarın öbür gün sudan bir bahaneyle gidecek olmasının muhtemelliği keyfimi kaçırmıyor değildi. 1-2 gün gençleşmek üzereydim ki Erkan’ın telefonu beni kendime getirdi.
-Oğlum çok kötü bir şey oldu.
-Ne oldu?
-Leman’ la yaralandık.Ben iyiyim, Leman acilde.
Adını bilmediğim yeni sevgilimin duymaması için hemen banyoya yürüdüm.
-Leman kim be ?!!
-Ortaköy’ den beraber döndüğümüz kız. Gece susadık, bir şeyler almaya çıktık. 2-3 serseri ona laf attı, o da karşılık verdi.
-Sen ne yaptın?
-Ben sustum, hiç karşılık vermedim, Leman’ı susturmaya çalıştım, adamlara habire küfretti. Sonra bize saldırdılar.
-Arabayla kaçsaydınız ya?
-Arabaya tam binerken yakaladılar beni, ben elimden yaralandım, Leman’ ı karnından bıçakladılar.
-İyi bok yediniz. Kız ölürse ayvayı yersin oğlum. Hemen kaç oradan.
-Nasıl yani? Kızı burada mı bırakayım?
-Bırakacaksın tabii, babanın kızı mı? Ayrıca hastane orası, beklemenin bir anlamı yok! Küfretmeseydi o da...Ailesi gelirse oraya, yandın oğlum sen.
-Polis zaten nüfus cüzdanımı aldı.
-Ooooo....Tamam...Gittin oğlum sen.
-Abi ne yapacağım ya?
-Valla ben karışmam, ne yaparsan yap.
-İyi öyle olsun....
-Ya yanlış anlama bak. Seni severim ama yapacağım bir şey yok. Eve git, biraz uyu. Kız ölmezse bir şey olmaz.
-İyi. Eve gideyim bari. Sende malzeme var mı? Kahvaltıya geleyim mi?
-Malzeme var ama gelme! Evde şey var. Neydi kızın adı ya? Unuttum.
-Ne bileyim ya!! Biraz geç geleyim bari......
Erkan kapattı. Adı meçhul kız uyanmıştı.
-Neler oluyor?
-Leman senin kaç yıllık arkadaşın?
-Arkadaşım sayılmaz. Kuzenim!
Eyvah, gece bitebilirdi. Devam etmeliydi.
-Kavga etmişler bir yerden içki alırken. Hafif yaralanmış da.....
-Hadi ya. Normaldir. Kavgacıdır biraz. Aslında ailelerimiz görüşmüyor 20 yıldır. Biz de tesadüfen okulda karşılaştık, soyadlarımızdan anladık kuzen olduğumuzu.
-Ne güzel. FİLM GİBİ....
-Tabi tabi...Şarap kaldı mı?
O şarap içti, ben elma suyu. Çok mutluyduk. Sabahın köründe elinde torbasıyla bakkala giden yaşlı bir kadına 4.cü kattaki evimin penceresinden su dolu bir poşet fırlattık. 1-2 metre yakınında gürültüyle patladı. Çok korktu yaşlı teyze. Kaldırıma oturup hızlı hızlı nefes alarak şoku atlatmaya çalıştı. Korkacaktı tabii, burası İstanbul’du. Ya bir adam veya bir kiremit düşseydi ne olacaktı? Hızımızı alamayıp kedilere de buzdolabında kalan yumurtaları fırlattık...Her şey yolunda gidiyordu ama...Cüzdanına bakıp ismini öğrendiğim sevgilimi evine bırakma saati gelmişti...
-Emel , artık evine bırakayım seni.
-Bence bırakmasan iyi edersin. Ailem biraz kızmış olabilir.
-Bir şey olmaz, sokak başında bırakır giderim.
Evlerine yaklaştık, Emel gözlerini dört açmış, inmeye hazırlanıyordu.
-Burada ineyim en iyisi, daha öncekinde abimle babam burada bizi yakaladılar.
Nasıl yani?? dememe kalmadan arabamın yan camına bir sopa darbesi aldık.
-Beyler bir dakika, ya, arabamın ne suçu var, durun yahu! Lütfen ya!!
-Ulan senin ananı.....vs.......vs.......
Beni arabadan çekip yere yatırdılar, karnıma birkaç tekme, tam sargımın ortasına 2 baseball sopası gücünde bir kalas ve burada yazamayacağım bir sürü küfür yedim. Che’ nin iğnesi de kafama batmıştı. Bayılmak üzereydim, her yer sallanmaya başlamıştı ki....

“Allaaaah, allaaaaaah” sesleriyle yanımdan uzaklaşıp boş bir alana koştular Emel’ i de alarak.

Kanatlarım çıkıp dişlerim sivrildi ve ağzımdan ateşler çıkmaya başladı, ikisini de tuttuğum gibi 7 metre yukarı fırlattım, Emel ağlıyor ve merhamet dileniyordu, ona da bir tokat fırlatıp ağzımdaki ateşi ağaca takılmış 2 adamın ayakkabısına doğru hafifçe üfledim. Emel’in ailesi olmasalar yanmışlardı (bu arada yanan ayakkabılarından çıkmış ayaklardaki çoraplar delikti) yazsam inanacaktınız belki ama olan bu değildi. Deprem oluyordu. Beni bir anda unutmuşlardı. Arabaya bindim ve oradan sallana sallana(salllanan arabaydı) hızla kaçtım. (deprem devam ediyordu) Kızın telefonunu bile almaya fırsat olmamıştı. Erkan’ı aradım.

-Alooooo?
-Erkan’la görüşecektim.
-Ulan o Erkan denen .ezevengle görüşürsen söyle onu bulacağız en kısa zamanda.....
-Nah bulursunuz......dedim.
Gerizekalı Erkan apartmanımızın önündeki merdivende bekliyordu. Üstü biraz kan olmuştu. Burun deliklerinde de kurumuş kan vardı...
-Telefonumu aldı adiler....
-Ekmek aldın mı?
-Hay senin ekmeğine!!!
-Git al ben çayı koyarken, 10 tane de yumurta al. Gazete de al.
-Hani malzeme vardı?
-Git oğlum ya git!! Bir kez de söylenmeden bir şey yap.
Zavallı Erkan’ın pantolunun arkasında 5-6 adet ayak izi vardı. Anlaşılan az tepinmemişlerdi üstünde. Kardeşim elin kızının ne işi var sende akşam? Benim gibi, buzdolabını önceden doldurması gerekiyordu. Gece İstanbul’da her şey başına gelebilir. Tabii ben ondan 1 yaş büyüktüm. Tecrübe meselesiydi.

Eve çıktım, çayı koydum, bir poşete su koyup yaşlı teyzenin yürüyüş için çıkmasını bekledim. Saati gelmişti. 2-3 dk.içinde çıktı. Fırlattım. Tam kafasına çarpmasın diye çektiğim zahmeti ve yaptığım hesaplamaları tahmin edemezsiniz. Neyse ki uzmanlaşmıştım.

-Sizi gidi terbiyesiz, ahlaksız çocuklar diye söylendi ve kaldırıma çöktü tekrar.

Bence hoşuna gidiyordu bu ilgi ve benim dakikliğim. Yoksa çocukları çoktan kapımı kırıp beni suya doyururlardı. (belki de hiç çocuğu yoktu, ne bileyim, boş verelim...) Kapı çaldı ve Erkan geldi. Tam o sırada uzaktan bir patlama sesi duyuldu. Umarım Emel iyidir diye söylendim.

-Yolları kapattılar bugün. Bir sürü ülkeden bir sürü adam gelecekmiş.
-Ne güzel....Bizim tarafta kapalı yol olacak mı?
-Yok.
-İyi,bugün Moda’ ya gidelim. Geçenlerde çok güzel 2 kız gördüm. Bir de köpek vardı yanlarında.
-Süper, tekrar gelirler belki. Sen niye ayrıldın işten?
-Anlatırım hadi getir şu ekmeği de keselim.........

Bir yerlerde bir patlama sesi daha duyuldu. En kısa zamanda bir kulaklık almalıydık. Kahvaltı bitmişti. Tam 6 yumurta arttı.

Aklıma hemen kediler geldi...........

Doğan Sovuksu

Yukarı

David Ojalvo

 Söylenebilecek ne varsa : David Ojalvo


   DUYARLILIK MESELELERİ

Yaşadığımız zaman dilimi bilim, teknoloji ve çoğunlukla kapitalizmin egemen olduğu bir dönemdir. Özellikle modern şehir hayatında teknolojinin birçok nimetinden yararlanıyoruz ve de az çok belli bir standartda hayatlarımız var. Bu modern şehir hayatını 7'den 70'e kalabalık bir nüfusla, çok değişik çevrelerden-kültürlerden gelmiş birçok insanla paylaşlıyoruz. Kendimize ait sınırlarımız evimiz ya da ofisimiz iken, dışarı çıktığımızda koca bir şehirde sürekli bir etkileşim içindeyiz. Olağan bir devinimle, belli hedefler ve süreçlerle hayatımızı sürdürüyoruz.

Toplumu oluşturan en temel yapıtaşı bireylerdir. Bir bireyin, çocuğun doğduğu ortam, ailesinin eğitim düzeyi, çocuğun gelişim ve okuma şartları, kuşkusuz çocuğun gelecekte toplumda bürüneceği kimlik üzerinde büyük rol oynamaktadır. Bir aileninse en büyük amacı, normalde bekleneceği üzere, topluma iyi bir birey kazandırmaktır. Normalde bekleneceği üzere diyorum, çünkü ilerleyen satırlarımda değineceğim üzere ailelerin çocuklarını dahi yetiştirmesi bir duyarlılık ve eğitim meselesedir.

"İyi bir birey" ne demek? Akla ilk gelenler ailesinin, toplumunun, geleneklerinin verdiği değerlere bağlı, az çok belli bir eğitime sahip olan, bir işte çalışan, belli bir düzeyde sosyal yaşantısı olan bir modeldir. İyi bir arkadaş çevresi, ileri de iyi bir eşi olsun, güzel bir aile kursun ve çoluk-çocuğa karışıp, bu dünyadaki görevini yerine getirsin... Bu sözünü ettiklerim aslında temel olarak bir insanın hayatını teşkil etmektedir ve bu cümlelerin uygulanması-yaşanması da yazıldığı kadar basit değildir. İnsanlar belli fizyolojik şartlar gereği yaşasa da programlanmış birer makine değildirler. Televizyon, medya ve birçok teknolojinin olanağı insanları gerek fiziksel gerekse düşünsel anlamda bir tembelliğe doğru itmektedir. Öte yandan insan yaşadığı şu şehir hayatında sürekli etkileşimde olan bir canlıdır. Aldığı eğitim ve yetiştirilme şekline bağlı olarak ya temel bir hayat mücadelesi ya da egolarını ve amaçlarını gerçekleştirmek peşindedir. Hayatın ona getirdiği tecrübeler doğrultusunda belli bir bakış açısı ile olaylara ve dünyaya yaklaşmaktadır...

Günlük hayatımızda yaptığımız sohbetler de çoğu zaman insanlar üzerine, insanlar hakkında konuşururz. İnsanları gözlemleriz. Kimi zaman bireylerin zayıflıklarına güleriz, kimi zaman güçlerini takdir eder ya da rekabete gireriz. En basit örneğinden yere tüküren bir insanı ayıplarız, işlerimizde yanlış bir şey yapan insanları örnek olarak gösteririz, sokakta dilenen bir çocuğu rahatca geri çeviririz ya da bizim gelenek-göreneklerimize uymayan insanları kolaylıkla dışlarız. (Elbette bunları açık-seçik bu şekilde yazınca biraz sert görünebilir; ama tüm bunlar insanların yaptığı davranışlardır.) Bu noktada durup bu olgulardan bazılarını inceleyelim. Örneğin sokağa tüküren ya da çöp atan bir insan neden bunu yapar? Neden kolaylıkla kimi zaman bizden para isteyen bir dilenciyi geri çevirirz? Neden kolaylıkla, suç işleyen insanlara peşin hüküm veririz? Şöyle de sorulabilir: Bu insanlar yaptıklarının ne kadar farkındalar? Eğitim seviyeleri nelerdir? Sanıyorum bu soruların cevaplarını vermeye başladığımız zaman insanların davranışlarını daha iyi ve evrensel bir şekilde algılayabiliriz.

Geçtiğimiz şu son iki yıl içinde sokak çocukları üzerine bir hayli düşündüm. Sokakta dilenen/yaşayan bir çocuğu ele alalım. Evde sekiz kardeşi olan, annesi babası tarafından dövülen, dilenmeye zorlanan ve evden kaçmış bir çocuğu. Kimi zaman bu çocuklar sandığımız kadar mutsuz ya da acı durumda hissetmezler kendilerini. Biraz sohbet etseniz görebilirsiniz ki sokakta başıboş hayatlarında, arkadaşlarıyla, kurmuş oldukları küçük çeteleriyle gayet rahat bir şekilde günlerini geçirirler. Yemeklerini yedikleri, evde var olan şiddet yerine oynadıkları zaman mutlu bir durumdadırlar. Ne var ki hayat bu şekilde geçmez. Çocuk büyür ve büyüdükçe sorunlar da artar. Şartlar değiştikce yaşamak zorlaşır. Öyle ki artık bu insanlar sokakta kapkaççı ya da soyguncu haline gelirler. Sadece çocuklar mı? Benzer bir şekilde işsizlik insanlar, eğitimsiz bireylerde de gördüğümüz bir sonuçtur bu durum. Toplum düzeni bozulmuştur ve suçlulara hüküm verilir. (Burada göze toplumsal düzen de çarpmaktadır. Doydoyevski'nin "Suç ve ceza" adlı romanında çok güzel bir cümle vardır, "suç toplumsal düzensizliğe karşı verilmiş bir tepkidir.")

Peki bu durum nasıl düzeltilir? Bu sorunun cevabını bu yazıda vermek kadar basit değildir çözüm. Daha üzerinde çok çalışılması ve düşünülmesi gerekmektedir. İnsanların temel ihtiyaçlarına baktığımız zaman bunlardan biri de "koruma" güdüsüdür. Hangi birimiz toplumda saldırıya uğramak ister ki? Elbette toplum da güvende olmak ister. Komik bir şekilde, bu sorun ta insanın yaratılışına kadar uzanır; çünkü ilk zamandan bugüne kadar güvenlik süregelmiştir. Kendi penceremden soruyu tek kelime ile cevaplıyorum: "eğitim"

Bireye gerekli duyarlılığı ve yaptıklarının farkındalığını kazandırmak için eğitim. Peki eğitim nerede verilir? Ailede... Ya ailelerin eğitimi?... Bu soruları biraz daha eşelediğimde karşıma bir "sistem meselesi" çıkmaktadır. Toplumun yapı taşı her ne kadar birey olsa da, toplumu bazı konularda parçalamak pek mümkün değildir. Ulusal düzeyde, sağlam bir Milli Eğitim, doğru temeller üzerine bir eğitimle toplum iyi bir refah düzeyine getirilebilir. (Ki doğru eğitimi tartışmak da ayrı bir konudur) İnsan, doğru bir şekilde eğitilmelidir. Yapabileğiniz onlara bir duyarlılık ve yaptıklarının farkına varacak bilincin kazandırılmasıdır. Elbette nasıl ki korunma duygusu ve güvenlik insanoğlunun yaratılışına kadar uzanan bir konuysa, gelecekte de süphesiz bu olgu devam edecektir. Din kitaplarının emirleri, yasalara rağmen insalar suç işlemektedir, işleyeceklerdir. Bu, dünyanın bir parçasıdır. Fakat doğru bir biçimde insanlar yetiştirildiği sürece suç oranlarının düşeceğine, toplumların refah seviyesinin artacağına inanıyorum.

Yazımın başında belirttiğim basit örneklere tekrar dönersem, insanları geniş bir çerçeveden değerlendirmenin önemi açık-seçik bellidir. Düşünmeye, insanları anlamaya ve empati kurmaya önem verelim. Yetişkin bir bireyi uyarmak ve eğitmek daha zordur; ama bir insana bir şeyi dahi düşündürmetmek, bu dünya için kârdır.

Yazımın sonuna gelirken diyebilirsiniz ki, bu duyarlılık ve eğitim meseleleri bana mı kalmış? Elbette, saygı duyarım; çünkü biliyorum ki bu size ya da birçok insana göre olmasa dahi, bu da bir duyarlılık meselesidir! İnsanları, farkında olmadıkları şeylerden dolayı sorumlu tutamamıyz. Ah şu sevgili insanlar... İnsan, latince "homo sapiens" demektir. "Homo sapiens sapiens" ise, farkında olduğunun farkında olan insan. Yaptıklarının farkında olan, eğitimli toplumlarla, güzel yarınlara kavuşmak dileği ile,

Sevgi, saygı ve dostlukla,

David Ojalvo
www.davidojalvo.com

Yukarı

 Misafir Kahveci : Serhat Küçükkurt


GECE

Hazırladığım sofrada her şey vardı, gerçeklik dışında
Aşk, saygı ile, dürüstlük sadakatle, hayaller ise tek başına gelmişti o akşam evime..
Cohen'in eşsiz melodileri salonumun duvarlarını kaplarken,
Şarabın buruk tadıydı beni mutlu eden...
Zaten oldum olası buruk mutluluklar yaşamıştım nedense..

Şişeler boşalıp gerçek olmayanlar beni terk ettiğinde,
Geriye kalanlarla yatağıma süzüldüm..
Her zaman olduğu gibi, yine yalnız değildim
En vefalı ortağım uykusuzluk yalnız bırakmamıştı beni.
Ve üstelik bir arkadaşını da yanında getirmişti bu kez..
Hemen tanıştırdı soğuk sesiyle..
-Bu, Endişe..
Memnun oldum diyecektim...
Ama anlamını bilmediğim bir kelimeyi kullanmak istemedim

Sonra direnemeyen vücudum yetişti imdadıma
Misafirlerime iyi geceler diyemeden başladı serüvenim..
Artık uyuyordum, ama yine yalnız değildim..
Bu kez de rüya ile tanıştım..

Rüyadan çok hoşlanmamış olsam gerek,
Çok önceden tanıdığım huzursuzlukla beraber uyandım.

Ve düşünmeye başladım, düşünmek istemediğimi..
Nerede?

Serhat Küçükkurt

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Şeref Bilgi

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.169 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


HAYAT

Yeşil ışığın yanmasını beklerken,
Saniyelerin değerini anlamaktır hayat.
Dudaklarım dudaklarını hissetiğindeyse,
Hiç bitmeyecek gibi gelmesidir.
An geri dönülmeyecek kadar kısa,
Dönmeye çalıştığında beynini yoracak kadar uzundur.
Dudaklar mıdır anlık olan?
Yoksa saniyeler mi ömürlük?
Saniyelerin kıyısından hayata geçen yolun ortasındayım.
Yolun sonunda varolan huzura kavuşmanın umudundayım.
Umut merhemse yarama;
Ben yaramı kapamanın umudundayım!...

Ayfer Arman

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Sanatçı: Dağıstan Çetinkaya

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


Arada bir kaçıversem buralardan. Her gördüğümü resmedebilsem ve sizlerle paylaşabilsem. Arada bir sadece gözlerimi kapatıp uzaklaşabilsem, kaygılarımdan. Tek başıma gibi sakin, sevdiklerimin arasında gibi mutlu ve sadece güzel resimlere bakar gibi huzurlu. Sevgili Uğur Akbulut http://www.aradabir.com kısayolundaki web sayfasını hazırlarken bunları mı düşündü bilemem ama bana gerçekten böyle hissettirdi.

...NLP’ nin bir özelliği de durumlara göre uyarlanabilir olmasıdır. Eğer belirli bir yöntem kısa sürede sonuç vermiyorsa, amaçladığınız şeyi elde edene kadar, özel durum veya sorununuzla ilgili düşünme ve davranma biçimlerinizde değişiklik yapma olanağını sunar. Birkaç temel kuralı kavradığınızda bu değişiklikleri kolayca hayata geçirebilirsiniz... http://www.basariyolu.com/tr/genel.asp?durum=acik&id=793 kısayolunda NLP ile ilgili bilgilerin devamını bulabilirsiniz.

Can Yücel'in dizelerindeki gibi "Durdukça yosundan yeşil / Kulaç attıkça mavi" suların kıyısındadır, Datça ya da Reşadiye Yarımadası. Burası Ege ile Akdeniz'in coğrafi olarak birbirinden ayrıldığı yer. Ya da tam tersi; yosun yeşili, turkuvaz mavisi hareli, gümüş balıklı suların birbirine dalga dalga koştuğu, kucaklaştığı bir dünya cenneti... http://www.datca.cc/html/knidos.html Siz hiç Akdeniz ve Ege Denizi'ni aynı anda gördünüz mü. Ben gördüm.

Yılın en sıcak günlerini yaşıyoruz. Bu yaz her zamankinden daha sıcak geçiyor. Tatilde olanlar için fazla sorun değil ama bizim gibi çalışanlar için durum pek iç açıcı değil. Şu anda tatilde olanlara iyi tatiller dilerken çalışmak durumunda olanlara sabır diliyorum. Tabi, ekonomik durum nedeniyle hem tatile gidemeyip, hem de çalışacak bir işi olmayanlar içinse durum çok daha kötü... Diyor http://www.fotografya.gen.tr/issue-10/editor.html kısayolundaki fotografya web dergisinin sevgili editörü.

Akın

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


Switch Off 2.3 [64K] 98/ME/2k/XP FREE
http://yasoft.km.ru/files/swoff23.exe
Bilgisayarı kapatıp açma, logout, dial-up hattı kesme, kitleme, uykuya yatırma gibi işlemleri tek elden hızla yapabildiğiniz bir programcık. En büyük özelliği web üzerinden çalıştırmanıza imkan sağlaması. Yani çalıştığı makinayı uzaktan web üzerinden yönetebiliyorsunuz. Minik ama becerikli bir program.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040622.asp
ISSN: 1303-8923
22 Haziran 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri