KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?






Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Etkinlikleri
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 537

 1 Temmuz 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Benimki Candan üstü Nilüfer'li olsun lütfen!..


Merhaba,

Siz nasıl müzik dinlersiniz? Rahat koltuklara kurulup son model HI-FI müzik setinizde mi? Kulağınıza taktığınız walkmeninizle dolaşarak mı? Yoksa benim gibi dinlemeyip yer misiniz? Ruhunuzu dinlendirmenin yolu sizde de benim gibi midenizden mi geçer? Hangisi olursa kabulüm. Yeter ki dinleyin. Ben yerim, yutarım. Yeni çıkan bir albüm elime geçtiğinde, hele birkaç şarkıya bayılmışsam, sabahtan akşama aynı şarkıları dinler, doymaya çalışırım. Doymaz, ertesi gün yeniden başlarım. Ta ki bir yenisi elime geçene kadar. Şanslıysam, daha doğrusu etrafımdakiler şanslıysa, aynı anda birkaç albümün içine düşerim. O zaman aynı parçayı dinleme aralığım birbuçuk iki saate kadar çıkar. Şimdilerde şanslı dönemimdeyim. Elimde dört birbirinden güzel albüm var. En başta Candan Erçetin'den Melek. Onu 3 kere ardarda dinlemeden Rafet'e geçemiyorum. Rafet'in Sürgün'ü bir başka güzel. Sonra, Mungan'ın Söz Vermiş Şarkılar'ı. Kendisi söylemiyor ama söyleyenler onu ona söylüyorlar sanki. Bildik şarkıları başka yorumlarla dinlemenin zevkine varıyorum her seferinde. Ve Nilüfer... İlk aşkım... Harçlığımdan artırdıklarımla aldığım o LP'nin CD versiyonu. Ben bir Nilüfer manyağıyım itiraf ediyorum. Cezama da razıyım... Candan "Bir garip hüzün çöker el ayak çekilince..." diyor yanıbaşımda gene. Yatarken kapatacağım, sabah kaldığı yerden devam edecek "Yalnızlığa elbet alışır bedenim.... Sensizlik benim canımı acıtan."

En büyük hayalim radyo. Kendi beğenilerimi dostlarımla paylaşabileceğim sihirli ortam olarak görürüm radyoyu hep. Kalkınma planlarımın sürekli baş köşesine kurulur. Kocaman antenlerden vazgeçtim, kapalı devre yayına bile razı oldum. İnternetten bile olsa olur dedim. Üzerine çok kafa yordum, hala yoruyorum. Günün birinde belki, neden olmasın... Ama geçen gün şeytan dürttü, kalktım bir küçük internet radyosu oluşturdum. Aslında hepinizin yapabileceği cinsten bir yayın. Günboyu benim dinlediğim şarkıları en azından birkaç dostumla paylaşayım istedim. Bakalım görecekler mi diye sitemizin sağ ana menüsünün altına bir link koydum. "KMFM (TEST)" diye. Kahve Molası FM. Hayali bile güzel değil mi? Aynı anda 10 kişi bağlanabiliyor mini radyoma. Denemek isterseniz beklerim. Size bir tık kadar yakındayım:-))

Radyo radyo deyip sevgili arkadaşımı unutmak olur mu? Sabah programlarının rakipsiz DJ'i Mehmet Ali Turgay ciddi bir rahatsızlık geçirdi. Zamanında yapılan müdahale ile şu anda iyi. Sevgili dostuma acil şifalar diliyorum. Kalk bakalım ayağa Mehmet Ali, sabah dansçıları seni bekliyor... Sağlıklı bir gün dileğiyle hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

14 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

 Café Azur : Suna Keleşoğlu


Kar Daha Başlamamıştı.

Henüz buradaydık. O ve ben. İki sürgün. Biri ruhunu, diğer, bedenini sürmüş iki ayrı kimlik. Ahşap evin portmantosunda yanyana duran paltolarımız kadar ayrık düşlerimizle, bu İskandinav kasabasında var olma ve var etme çabasındaydık. En çok da aşkı tek bedene indirgeme çekingenliği vardı.

"beyaz, dışarıya bıraktığım karabasanlar,
uzaklarda kurtuluşum.
beyaz
beyaz bir gemi
beyaz gemi
bir beyaz gemi
beyaz bir bulut
beyaz giysili bir kadın"

Dışarısı bu kadar beyazken tüm rüyalarımda karabasanlar...
Teni acımtırak kokuyordu, acıtıyordu. Öylesine Akdeniz kokuluydu ki. Savrulan saçları, ruhunu ancak bu dingin İskandinav kasabasına sığdırmış Ege delikanlısını peşinden sürüklemeye yetiyordu. Beyaz benim ellerimdi, O'nun kara saçlarında.

"karanlık bir girdap büyüyor avuç içlerimde
suskun tüm renkler dönemeçte
yalnız beyaz..."

-Dışarıda kar var, dedi.
-Tahmin etmek zor olmasa gerek, dedim.
Gülümsedik.
-Hangi dilde yazıyorsun? diye sordu.
-Kendi dilimde.
-Oysa ben tüm dillerde şarkı söyleyebilirim, dedi.
Ellerimi tuttu.

"puslu tren camları ardından,
raylarda bırakılıp giden
çocukluğun koşmacaları.
her istasyonda bir çift göz."

İçinden tren geçen şehirlerde bırakmıştık çocukluk aşklarımızı. İki kaçak. Sevgili olamayacak kadar tutkulu iki sürgün. Bir kere zaman lehimize işlemiş ve gözlerimiz iki akarsu olmuştu. Kara saçlarına inat mavi akan bir nehre, beyaz tenimden geçen yeşil bir ırmak ses vermişti.
-Bakma bu güneşten kararmış tenime. Babam da senin gibi beyazmış, dedi.
-Sen de deniz çocuğu değil misin? Hiç güneşe değmedi mi bedenin? diye sordu.
Sadece dans ettik. İki yudum içilmiş sıcak şarapların hatırına.
-Önce O'nu bulmaya yemin etmiştim, sonra beni bırakıp gittiğine sevindim bile, dedi.
-Çocuğun sormuyor mu babasını?
-Alıştı burada yaşamaya, bana ve bu beyazlığa.
-Bulsaydın ne olacaktı?
-O'na her limanda bırakıp gittiği sevgililerden olmadığımı gösterecektim.

"ve o ülkenin çok uzağındayken
kalbinden hiç silinmeyen sevgilisinin
bakışının sessizliği.
tümüyle terk edilmişliğin,
bir yerleri terk etmişliğin.
ıslak kokusuyla yaşamın."

-Şarapları soğutmayalım, zaten bu soğuk kasabada hep ellerim üşüyor, dedi.
-Bir gün şarkı söyleyemezsen, dedim.
-Senin şiirlerinden ödünç bir yaşam alırım.
Akdeniz kokusu buram buram işlemişti tenine. Şöminenin ateşinde biten dansımıza içiyorduk. Devamı yoktu. İkimiz de yorgun.
Aynı yerde ülkesinden ayrı iki sürgün olarak karşılaşmanın şerefine.
"kömür tozlarına karışan işçi elbiselerinin ütüsüz ezikliği..."
-Hep böyle şeyler mi yazarsın? Oysa bizim oralarda en çok aşk şarkıları söyleriz. dedi.
Nereden bilebilirdi, aşkımı da sürgün edip buralara geldiğimi. Koşarken taşa takılıp düşen papatya taçlı sevgilimin aşkını.
-Bunlar eskiden yazdıklarımdı, şimdilerde beyaz bulutları yazıyorum.
Saçlarına inat beyazdı giysisi. Bir okyanusun mavisiydi gözleri. Hırçın dalgaların esiri olmuş gemilerin barınağı.
Kendi dilinde bir aşk şarkısı söyledi. Gözlerinde iki damla yaş.
-Bekleseydi O'na sabrımı verirdim.
-Değer miydi? diye sordum.

Kendi kaçışımla, daha önce çaldığım özgürlüğünü geri verdiğim kadını hatırlayarak. Sadece ben değildim güneşin esiri, benimle beraber yıllarca koşmuş kadının son düşüşünde elinden tutmayı bile becerememiştim.
-Benim yüzünden O'na çok acı çektirirler diye kaçtım ben, dedim.
-Korkakmışsın, dedi.
-Bir papatyayı incitmekten korktum.

"yaşamın koyu laciverte dönük kibiri
ve güneşin içine sinmeyen ağlayışı..."

-Ne tuhaf cümlelerin var, dedi.
Şömine ateşinde şaraplarımızın son yudumuna gelmiştik.
"Uçuşan saçlarımla,
kollarında aşkı bulacağım..." diye başlayan bir şarkı söyledi.
-Ben aslında sadece bedenimi alıp gelmişim buralara, oysa senin ruhun sürgün, dedi.
Dışarıda kar vardı. Gözlerine baktım. Böylesi maviye bile tutsak olamayacak kadar daha derinlerdeydi arayışım.
-Belki de haklısın, dedim.
-Çocuğun bakıcısı beni bekliyordur, dedi.
-Yarın gece bara seni dinlemeye geleceğim, dedim.
O akşam, küçük İskandinav kasabasındaki ahşap evde sadece dans etmiştik. Aşkı bir bedene sığdıramayan iki sürgün, geceyi gündüzü unutmuş yalnızlıklarımızın gölgesinde sadece dans.
Ertesi gün barda, bana daha önce söylediği şarkıyı dinlerken, dışarıda iki gölgenin ayak izleri vardı. Oysa kar daha başlamamıştı.

SunA.K. Grasse
sunak@kahveciyiz.biz

Yukarı

Kemal Türkmen

 Kahvecigillerden : Kemal Türkmen


   Naylon Yağmurluk

Dokuz yüz ellili yıllarda, Erzurum'un bugün anımsayamadığım uzak bir köşesinde çocukluğumun üç güzel yılını yaşadım.
Babam adı 'Tohum ıslah İstasyonu' olan bir devlet çiftliğinin müdürüydü.

Damlardan sarkan buzlar,
ay ışığının parlattığı soğuk beyaz geceler,
sabahları uğrayan atlı kızak,
akşamları aydınlatan Luks lambasının dibi pembeli yeşilli parlak beyaz gömleği, mutfaktaki sıcak kocaman kuzine, Ve yeşil naylon yağmurluğum, hala anılarımda canlı gibi .

Sabah güneşinin karlardaki kırmızılığı silinirken o zamanki deyimiyle müessesenin atlı kızağı kardeşimle beni evden alır ve okula götürürdü.
Evdeki yaşamım ise bugünün televizyon çocuklarına göre inanılmaz ölçüde zengindi.
Ufuktan ufuğa uzanan doğa, her sabah onu keşfetmem için yeniden doğardı sanki.
İlk hırsızlığımı olanca masumiyetimle havuç tarlasında gerçekleştirdim.
Mısır püsküllerinden gazete kağıdıyla yaptığım ve ciğerimi delen sigaranın ilk dumanını orada içime çektim.
Köpeklerim, kedilerim, onların yavruları, atlar, taylar ve palandöken dağlarının inanılmaz zenginlikteki çiçekleri arasında geçen yıllarım ne kadar güzeldi.
Ama bir şeyi hiç unutamıyorum.

Sevgili babamın Amerika'dan getirdiği yeşil yağmurluğum !

Onun sayesinde ben ve tüm yaşadığım çevre plastik bir giyim eşyasıyla ilk kez tanıştı sayılır.
Dikişsiz, suyu geçirmeyen, ütü gereksinimi olmayan böylesi bir giyim eşyası o günlerin bir mucizesi gibi görünüyordu hepimize.
Annemin söylemesine karşın ben onu okulun içerisinde hatta sınıfta bile üzerimden çıkarmamayı yeğledim.
Kazandığım farklılık bende anlayamadığım bir keyif oluşturmuştu.
Sanki hep benden bahsedildiğini ve kıskanıldığımı sanıyordum.
Ama çok sürmedi.
O meşum günde her şey birden bitiverdi.
Kızarmış sobanın yanında, terleyerek hava attığım bir ders arasında mucize yağmurluk üzerimde eriyip yok oluverdi.

Acaba neden, şeylerin güzelliğini salt içimizdeki benle paylaşmak yetmez bize .

Neden kimimiz bir dost arar, kimimiz bir düşman, güzelliklerini paylaşmak ya da kıskandırmak için.

Kemal Türkmen

Yukarı

Ayfer Arman

 Kahvecigillerden: Ayfer Arman


   NİŞAN...

Sekizinci kere çıkıyordum, üçüncü kat'ın merdivenlerini. Kan ter içinde söylendim içimden..
-Hay ben sizin yapacağınız nişan'a!..
Üst kat komşumuzun kızı nişanlanacaktı ve benim sevgili annem her zamanki yardımseverliğiyle hazırdı.
-İskemle mi lazım komşu, hay hay ne demek. Ayferrr!..
-Yaa, demek büyük tencereniz yok, yolluyorum komşu. Ayferrr!..
Ayfer'iniz batsın bee!.. Bana ne milletin nişanından.Salonda yapsaydı cimri şey, madem tedarikli değil. Gelde anneme anlat ama. Yok efendim, komşu dediğin böyle günde lazımmışta ve daha bir sürü neden sayıp tıkadı lafı ağzıma. Yok, durumları iyi olmasa anlıyacağım ama, parayla oynuyorlar yahu.
Cimri işte cimri, cimri.... Aceleyle verip sevgili komşumuzun en son istediklerini, indim aşağıya.
-Bak anne; bir şey daha yollarsan gitmem, haberin olsun.
-Sanki eline yapıştı, bugün onlara, yarın bize kızım. Bu işler böyle.
-Yahu ne hayrını gördük, komşuluklarından.. Bayramda bile gelmediler bee!..
-Olsun kızım, işleri vardır. Ne olmuş gelmedilerse?
Böyleydi işte benim annem. Üşemenmez birde millet için bahaneler yaratırdı beyninde. Maksat onları zorda bırakmadan, kendini kandırmak. Neyse efendim, gün boyu tüm itirazlarıma rağmen, bir kaç kez daha inip çıktım o merdivenleri. Akşam babam işten geldiğinde, annem karşıladı onu telaşla.
-Necdet, çabuk ye yemeğini de giyin!.
-Hayrola hanım, ne var?
-Komşuda nişan var, gitmezsek ayıp.
-Yahu ne işim var benim nişanda, siz kızla gidin işte.
Ben atıldım aceleyle.
Ben gidemem, başım çok ağrıyor.
Annem sofrayı kurarken aceleyle, çıkıştı ikimize de.
-Ayıp vallahi!. Siz insanı rezil edersiniz. Yüzyüze bakıyoruz şurada, gitmezsek ayıp. İtiraz istemem hazırlanın!..
Çaresiz boyun eğdik babamla. Acele yenen yemek sonrası hazırlanıyoruz. Aman efendim annemde bir telaş. Gören de nişan bizim evde sanır.
-Necdet olmaz öyle, kravatını takk!..
-Ayfer güya kız olacaksın, makyaj yap biraz!..
Annemden gelen direktifler eşliğinde hazırlanan ailemiz, yarım saat sonra komşunun kapısındaydı. Zili çaldık kapı açıldı. Annem gülümsüyerek..
-Komşu merhaba, hayırlı olsun. Nişan için erken gelmedik değil mi?
Komşu önce anlamsızca baktı yüzümüze sonra konuştu.
-Hay allah.. Ben size söylemedim değilmi komşu? Nişan aile arasında, düğüne beklerim inşallah.
Ve kapandı kapı..
Annem öylece kaldı bir iki dakika kapının önünde, sonra dönüp inmeye başladı merdivenleri bizde babamla arkasında. Ve konuşmaya başladı kendi kendine.
-Kadın haklı tabi, kolay mı bunca insanı ağırlamak bu devirde? Biz düğüne gideriz elbette...
(Bunca yıldan sonra sana bir itirafta bulunayım mı anne? Moraran yüzünü gördüğümüzde, babamla sinsice göz kırpıp, gülmüştük ardından. Kusura bakma..)

Ayfer Arman

Yukarı

 Kahveci : Oğuzkan Bölükbaşı


ESKİ DOSTLAR, ESKİ RESİMLER

"caddeden sokaklara
sesler elendi
pencereler kapandı
kapılar sürmelendi
bir kömür dumanıyla tütsülendi akşamlar
gurbete düşmüşlerin başına düştü damlar

yuvamı çiçekledim, sen bir meleksin diye
yollarını bekledim görüneceksin diye
saksıda incilendi yapraklar senin için
söylendi gelmez diye
uzaklar senin için"


-Ne şarkı be , beni alıp taa gençliğime götürüyor,

dedi cemil kadehindeki son yudumu içerken,

-Bu Timur Selçuk, ne güzel besteler yapar, ne güzel şarkılar söylerdi,

diye onayladım Cemil'i.

Gece.Ankara yıllardır yaşamadığı soğuk bir kışı yaşıyor. Ben, Cemil, Nesteren, Şahinaz ve Ali , yıllardır haftada bir buluşup içip, sohbet ettiğimiz meyhanedeyiz. Ankara'da eskiyi anımsatan hiçbir yer kalmamasına rağmen, Mustafa'nın meyhanesi zamana direniyordu. Daha doğrusu, bizler yaşadıkça bu meyhane duracak gibiydi sanki. Masalar bile yıllar öncesinin masalarıydı, otuz yıl öncesinden kırılmamış bardaklar ve tabaklar bile vardı. Çalan da plaktı, Mustafa CD vb teknolojileri red ediyordu.Sesler cızırtılı olsa da orijinal uzun çalarların sesi bizlere başka lezzet veriyordu..Meyhane tam antikaların yeriydi, Mustafa zamanının hızlı devrimcisi, ortağı amcaoğlu Selim ise hızlı ülkücülerdendi.
Bizim masamız da az antika sayılmazdı, Cemil, Nesteren solcu, Şahinaz ve ben liberal Ali ise futbolcu idi, yani bir fikri yok gibi görünse de olan fikrini de pek açmazdı. Aynı üniversitenin değişik bölümlerinde okumuştuk.Benim dışımda hepsi hekim olmuştu, şimdi hepsi profesördü, ben doktoramdan sonra üniversiteden ayrılıp değişik yerlerde çalışmıştım.
Üniversite öğrencisi iken başlayan haftalık meyhane buluşmalarımız kesintisiz devam ediyor. Haftada birgün buluşup felsefe yapıyoruz, hayatı konuşuyoruz. Karılarımız ve kocalarımız da bu meyhane muhabbetlerimize alıştı, onlar bir iki buluşma dışında aramıza katılmıyorlar.

-Ben başımı alıp bir köye yerleşeceğim, dedim
-Nereden esti dedi Nesteren
Şahinaz, biraz şaşırdı;
- Hayrola pes mi ediyorsun filozof

Bana filozof diye hitap etmeyi severdi Şahinaz. Dünyaya uçarı ve ciddiye almaz bir şekilde bakar, Yaşamda düşünecek birşey olmadığına inanırdı. geldik gidiyoruz, ardımızdan başkaları gelecek, yaşanacak tek yer burası yaşa anasını satayım diyerek, derin düşünmelere pek gelemezdi.ya da öyle görünürdü.

-Pes etmiyorum, yoruldum
-Kafanı yaşamaya ve insanları çözmeye takarsan tabii yorulursun. Oğlum sen köye gider, iki gün sonra muhtar adayı olmaya kalkar ortalığı karıştırırsın dedi Cemil gülerek

Ali " he ya bu herif orada da rahat durmaz, köyü birbirine katar" diyerek Cemil' i destekledi

-Karın gelecek mi oğlum, diye sordu Cemil
-Gelmem diyor
- Ooh keka, orada yalnız napcan,
- Gelen biri bulunur mu derken bıyık altından gülüyordu Nesteren
- Yaşadığınız bu dünyayı seviyor musunuz, insanlar yapmacık, sevgiler öldü, herkes birbirini şaapmaya çalışıyor, hepiniz koca koca hekimlersiniz hastaya müşteri gözüyle bakıyorsunuz, hasta gelmezse üzülüyorsunuz, nerede üniversite zamanımızın idealleri, insaniyetleri, ulan hepiniz solcuydunuz, halkçıydınız, benden liberal oldunuz ve hatta acımasız kapitalist oldunuz, bazan sizlerden bile iğreniyorum.

Masada bir sessizlik oldu, plaktan cızırtılı bir Timur Selçuk şarkısı daha yükseliyordu

"ispanyol meyhanesinde bir kadın
çığlık çığlığa şarkı söylüyor
belli yıkılmış bir kadın
hayli geçkin
hayli çirkin ağlamaklı
sesi kulaklarımızda bir tokat gibi patlıyor"

"hadi içelim" dedi Şahinaz şarkıya eşlik edercesine. "Adam haklı "dedi arkasından, "bize ne oldu, kent yok oluyor diye üzülürken kendimizin yok olup başka biri olduğumuzu göremiyoruz galiba"

-Göremiyorsunuz tabii, çocuklar diyorsunuz, yaşlılık garantisi diyorsunuz, elde edeceğiniz gelecek için uğruna hayatlarınızı vermeye kararlı olduğunuz ideallerinizi satıyorsunuz, kendinizi satıyorsunuz.

"dur be filozof meydanı boş sanıp sallıyorsun, biz birşeyleri satmadık zayıflıklarımızı kabullendik, yanluş yaptığımızı anladık, değişmek ayıp değil doğru yönde değiştik" diye lafımı kesti Nesteren, sonra devam etti.

-Biz çok mu mutluyuz halimizden sanki, ama elden gelen birşey yok, uğruna ölmek için yollara düştüğümüz halkın ne puşt olduğunu doktorluk yaparken öğrendim, aslında onların bizi akıllıca kullandığını çok geç anladım, ben onlar yüzünden kocamı boşadım ama enayilik etmişim, hoş adam da hıyarın biriydi iyi oldu boşandığım ama, demem o değil demem şu keşke halkın ne olduğunu gençliğimde anlasaymışım.
-Halk puşt haa , dedi Cemil devamla;
-Vay Nesterenim vay, senden bunları duymak çok ilginç, bilinçlendin o zaman, seninle Kızılay'da bildiri dağıtıyorduk hatırla yıl 1969 polisler kovalamaya başladı bizi ara sokaklara daldık, yaşlı bir teyze pencereden seslenip evine alıp polislerden saklamıştı bizi, o teyze nasıl puşt olur be yavrum, yapma böyle
Onlar kendi aralarında eski günlerin geyik muhabbetine daldılar, hararetle devrim mevrim zamanlarını tartışmaya başladılar, sesleri kulağıma gelemiyordu, onlara kulaklarımı tıkamıştım adeta.

Dalmışım, bir ara sırtıma bir elin dokunduğunu hissettim Şahinaz'dı "filozof biraz dolaşalım mı anlatacaklarım var"

-Çocuklar biz biraz dışarıda yürüyüp geleceğiz
-Soğukta donmadan gelin deyip, konuşmaya daldılar

sokak ayazdı gerçekten, yerler cam gibi buz "koluma gir düşme" dedim.
Şahinaz kolumda ağır ağır yürümeye başladık, sordum
- Hayrola bir sıkıntın mı var
- Ben çok önemli bir karar arefesindeyim
- ……………………
- Boşanacağım
- Ne oldu, kocan bir çıtır mı buldu, hayata pek aldıran biri değildin sen
- Ben evliliğimin başlangıcından bu yana mutsuz bir hayat sürüyorum, sizlerle bu haftalık buluşmalarımız olmasa var ya ben şimdiye çıldırmıştım
- Ne oldu güzelim , ne güzel bir aile görüntünüz var, iki çocuk büyüttünüz, sesi soluğu pek çıkmayan efendi görünüşlü bir kocan var
Neredeyse koca bir ömür geçirip bugünlere geldiniz
- Sen öyle san
- Bir tek ben değil herkes sizi mutlu mesut biliyor, ama ben birşeyler sezinliyordum ama konduramıyordum
- Ah filozof, sen olmasan konuşacak kimsem de yok
- Hala birşey anlatmadın
- Kocam öyle ilginç bir adam ki neredeyse otuz yılı aşan bir evlilik süresince adamı anlayamadım,
- Anlamak önemli mi, dışarlarda gözü yok, seni seviyor, sen de ona Allah için laf söyletmezsin, kardeşlerin adama bayılıyorlar, neredeyse öz ağabeyleri gibi yakın buluyorlar, senin yaşayıp ta dışarıya göstermediğin nedir, sonra hatırlıyorum üçüncü sınftaydın üniversitede tüm okul senin peşindeydi, kocan da bizim okuldan değildi Ankara Tıp taydı, son sınıfta küt diye bulunmaz bursa kumaşı imiş gibi adamla evleniverdin, ardından ah çekenlerin sayısını ben bilirim, ben de kızmıştım sana ama, neye yarar, ama çevrendeki arkadaşların da adamı sevmişti. Nesteren hala "Şahinaz iyi bir evlilik yaptı" der
- Yaşadıklarımı bir ben biliyorum, çocuklarım bile yıllarca farketmedi hep iyi anne rolü oynadım, biryandan hastalarımla uğraştım, bir yandan çocuklarımı iyi insan olarak yetiştirmeye çalıştım, bir yandan yemek pişirdim, bir yandan aynı meslekten olan kocama hizmet ettim o benim bu hayat koşuşturmam sırasında hiç yanımda değildi sanki, varsa yoksa işi.

- Kızım sende tam domestik kadınlar gibi koşturmuşun, ondan eksik bir yanın yok, Allah bilir evin elektrik, su , tekefon faturaları peşinde de sen koştun
- Ah birtek onlar mı, tüm bu koşuşturup didnmelerime karşı bana birgün sevdiğini söylemedi
- Sen ona söyledin mi, ya da sordun mu
- Sen de erkek değil misin, böyle soru sorarsın işte
- E canım sen de doğru dürüst birşey anlatmadın ki, işkence diyorsun, net birşey söylemiyorsun, aniden ayrılsan seni kaç kişi haklı bulur
- Anatomi kürsüsündeki Lale ve Cavidan'la konuştum bana hak veriyorlar, daha ne duruyorsun diyorlar
- Bana da anlat ben de hak vereyim, bak bu ayaza beni çıkardın, belli dertlisin ama konuşmıyorsun, herif sana ne yapmış
- Ona herif deme
- Hayda hem adam işkenceci diyorsun, hem de herif bile dedirtmiyorsun, gel de anla durumu
- Hala o benim kocam
- Peki zat-ı şahaneleri sana ne yaptı
- Alay etme benimle
- Alay etmiyorum, anlamaya çalışıyorum
- Ben hayatını benimle yaşayan bir insanla evli değilim, bunca yıl ufacık bir sevgi sözcüğü duymadım, sen bunların ne demk olduğunu anlarsın, şair ruhlu bir adamsın, senin insanlara nasıl sevgiyle yanaştığını bilirim
- Ama çıkarken pek iyiydiniz, sana gel buraya evlenelim demedi herhalde, kur yapmadı mı
- Yaptı elbette, ama evlendikten sonra ben ilk yılda hata yaptığımı anladım
- O zaman vazgeçseydin
- Nasıl, benim memleketimi sen bilmezsin, anamı babamı tanımazsın boşanma lafı onlar için ahlaksıslıkla eşdeğerdi
- Bak Şahinaz hava buz gibi, öleceğiz, seninle uzun uzun konuşuruz, hem bu arada belki bana daha detaylı birşeyler anlatırsın ve ben seni daha rahat anlarım, gel meyhaneye girelim
- Peki, ama kimseye sözetme, seninle gerçekten herşeyi konuşmak istiyorum

Meyhaneye girdiğimizde sıcacık sigara kokulu bir hava ciğerlerimize dolarken plakta Cem Karaca çalıyordu

"bir gün belki hayattan
geçmişteki günlerden
bri teselli ararsan
bak o zaman resmime"

-Ne oldu günahlarınızı temizlediniz mi deyip masaya oturduk.

Şahinaz mutsuzdu ama anlatamıyordu, hayat cesaretini kırmıştı galiba, ya da bir kadının duygularını anlamakta mı zorlanıyordum, sanmam, fakat bence o anlatmakta zorlanıyordu, kimbilir belkide işkenceye alışmıştı ,belki de kendine güveni azalmıştı kapıyı çekip gidemiyordu, hayat yaşanılması gerekeni yaşatmayacak kadar insanlara katlanma gücü veriyorsa helal olsun hayat sana, sen en güçlüsün, kocaman prof bir kadın bile çaresiz dedim içimden ve masa muhabbetine geri döndüm.

Oğuzkan Bölükbaşı

Yukarı

 Tahayyül Ötesi : Müge Akyol


   

Soruyorum…

Israrların, dayatmalarla geri döndüğü,
olanın, olmayanın kılığına girip kendini değiştirdiği,
sinsi bakışların, içten pazarlıklı gülüşmelerdeki çehresini taşıyan,
ben bunları daha önce görmüştümleri bir kez daha hissettiren,
başı ayrı başlayan, sonu ayrı biten düşüncelerin ev sahiplerinden,
uzak bir hayat dilemek,

çok şey mi istemek….

Müge Akyol

Yukarı

David Ojalvo

 Söylenebilecek ne varsa : David Ojalvo


   KORUNMA GÜDÜSÜ, TERÖRİZM ve GÜNDELİK HAYAT

İnsanoğlu yaratılışı itibariyle beslenen, oksijen alan, uyku ve çoğalma gibi ihtiyaçlarını gideren ve de "güvende olma" güdüsü taşıyan bir canlıdır. Düşünme yetisiyle bugüne kadar kendimizi her ne kadar geliştirmiş olsak da temel ihtiyaçlarımız hep var olmuştur, var olacaktır da. Bu, dünyanın neresinde olursa olsun, insan olmanın özünde var olan şarttır. İnsan kendi iç dünyasıyla olduğu kadar, çevresiyle de iletişimde olan bir canlıdır. Özellikle günümüz dünyasında çoğu zaman insanlarla ve doğayla iletişim içindeyiz. Belli standartlar çerçevesinde bir hayat sürdürüyoruz ve kendi bütünlüğümüzü koruyacak şekilde iletişim kuruyoruz. Bu iletşim temelinde de kuşkusuz kendi çıkarlarımıza dair (doğal olarak) iletişim kurarken, güvenliğimiz de büyük önem taşımaktadır.

Bugünlerde NATO gündemi dolayısıyla kısmen evlerimize kapanmış, hayatlarımızı kısıtlamış durumdayız. Neden? Olası bir saldırıya karşı gelen devlet başkanlarının korunması ön planda tutulurken, bizler de olası bir saldırıya karşı kendimizi korumaya çalışıyoruz. Bu nedenle de Taksim gibi büyük meydanlara gitmemeye, alışveriş merkezleri, metrolardan uzak durmaya çalışıyoruz. Bu karmaşık dünya düzeni içinde, hele hele geçtiğimiz aylarda yaşadığımız iki büyük saldırıdan sonra, bu konuda duyarlı olmamız son derece normal ve olması gereken bir şeydir.

Düşünüyorum da sadece NATO değil özgürce hareket etmemizi ve güvenlik duygularımızı önplana çıkaran durumlar. Yaşadığımız iki terörist saldırıdan sonra toplum olarak daha bir ürkek olduk. Öte yandan bir terörist saldırı, bir bomba patlaması, yangın çıkması, deprem olması her zaman olası, olabilir türden olgulardır. Bu yazıdaki amacım karamsar bir tablo çizmek değil; ama tüm güvenliğimizi tehdit eden bu durumlara karşı nasıl bir tavır sergilememiz gerektiğidir.

İlk paragrafta yazdığım gibi güvenlik ve korunma güdüsü sadece bu yüzyıla mahsus bir şey değil, insanoğlunun yaratılışından bugüne kadar uzanan bir olgudur. Belki ilkçağlarda insanlık vahşi hayvanlara, yıldırımlara ya da gök gürültüsüne karşı korku duyarken, işin şekli-şemali bugüne kadar bir hayli değişti. İnsanoğlu gök gürültüsünün bir doğa olayı olduğunu akıl ettiği kadar, kendi kendisine de saldırmayı da akıl etti! Toplayıcılıktan üreticiliğe geçtikce, her ne kadar ütopik görünse de (!) kardeş kardeş yaşayabilecekken, menfaat meselelerinden dolayı insanlar birbirleriyle mücadele etmeye başladılar. Uzun yıllar savaşlar sürdü ve bugün de halen sürüyor; fakat bugün öyle bir dünyada yaşıyoruz ki hesaplar çok daha detaylı, savaşlar çok daha karmaşık, bazı şeylere akıl erdirmek bir hayli zor. Belki başlangıçta savaş konusu olan bir karış tarla, bugün petrol meselelerine ve devlet mücadelelerine dönüştü. (Bu konu hakkında daha çok şey yazılabilir.) Gelgelelim büyük devletlerimiz tüm bilimsel ve teknolojik güçleriyle kendilerini ortaya koyarken, III.dünya diye nitelendirilen -hatta belki daha başka kelimelerle- ülkelerden gruplar, grupçuklar, örgütler kendilerini "terörizmle" ifade etmektedir. Sadece terörizm mi, başka toplumsal konularda da bozukluklar söz konusu (hırsızlık, yangın, isyan gibi). Bir de tamamen insanoğlundan bağımsız doğal afetler (deprem, sel) stres oluşturmakta, toplumu ve insanları çekingen hale sokmaktadır. Peki ne yapacağız?

Çevremde birçok arkadaşım terörizm, deprem ve yukarıda saydığım birçok neden dolayı hayatlarını kısıtlıyorlar ve de gündelik hayatlarının akışını değiştiriyorlar. Bugünlerde olan NATO için söylemiyorum; ama tüm bu olguları kabullenerekten iyi niyetli ve de doğrularımızla hayatımıza devam etmeliyiz. Yani tüm bu saydıklarım dünyanın bir parçasıdır ve her zaman olabilecek türden şeylerdir. Burada devreye biraz "kadercilik" giriyor, her şey olacağına varır... Akılcı ve mantıklı olmak gerekli. Kimsenin durup dururkende (normal bir insanın) canına kast etmesini ya da tehlikeye atmasını beklemeyiz. Gecenin bir yarısı farz edelim ki Beyoğlu'nun arka sokaklarında dolaşıp da başınıza bir şey geliyorsa, orada sizde kabahat vardır. Başka bir örnekse, duyduğum kadarıyla, bir Arap Şeyhi caddede iki koruması ile yürürken başına bir saksı düşmüş ve oracıkta hayatını kaybetmiş. Ya da bana kimse bu yazıyı okurken beş dakika sonra bir patlamanın olmayacağını ya da deprem olmayacağının garantisini veremez. Sonuç şu ki bana göre, kimse bu dünyaya boş yere gelmemiştir ve de az çok herkesin bir ömrü, bir kaderi vardır. Hepimizin bu hayatta bir amacı ve ilerlemekte olduğu bir doğrultu vardır. Görev süremizin ne kadar olduğu Tanrı'nın takdirine kalmış bir şeydir. Buna bağlı olarak olması gereken ve doğru bir şekilde hayatımızı sürdürmeli, NATO vs. örnekler dışında hayatımız nasılsa o doğrultuda devam etmeliyiz.

Önümüzdeki günlerde NATO da geçip gitmiş olacak. Hayat devam edecek, ister-istemez hayatın bir parçası olarak, tarihten bu yana nasıl gelmişse, terörizm de var olacaktır. Sükûnetle karşılamak, çözüm düşünmek ve iyi bir niyetle, olduğu kadar, mücadele etmeliyiz. En basitinden kendi ayaklarımızın üzerinde durup, yaptığımız en küçük bir şey bile, kimi zaman kârdır. Her şeye rağmen, güvenli ve huzurlu bir şekilde, gündelik hayatımızı en iyi şekilde sürdürebilmek dileği ile,

David Ojalvo
www.davidojalvo.com

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Recep Pehlivanlar

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.208 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


Aşkın Rengi

Aşkın bir yudumluk şaraplardı,
Kırmızı beyaz renkli...
Ateşinle kızıla çalardı,
Yokluğunda ise beyaza,
Boşluktu daima beyazının rengi.

Aşkın bir solukluk şiirlerdi,
Mavi sarı renkli...
Varlığında maviye bakardı, umuda uzanan..
Gözlerinin rengi gibi.
Oysa her gidişinde sararırdı yaprakları.
Hüzün kokardı dizelerin.

Gözlerin kuytularda bir yakamoz,
Ellerin ateş misali,
Sevgiye uzandığında alev alev yanan.
Vedalarda buz kesen.
Üşürdü sensizliğim,
Yüreğime yağarken karların.

Aşkın yokluğunda kabuslardı,
Siyah gri renkli,
Ellerimden her kayışında kararırdı,
Uzanmak isterdim en uzaklarına,
Grisi "acaba" lı temennim.

Gülcan Talay

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Birşey demek istiyor gibi bir hali var. Ne diyor acaba???

Yukarı

 Kıraathane Panosu


Merhaba,

Heybeliada Mobil Klinik Fethiye Hayvan Dostları Derneğinin İstanbul Şubesi olarak 2 Haziran 2004 den beri mobil kliniğimizde , sahipsiz kedi- kopekler için 2 veteriner hekim , 2 yakalama uzmanı ile çalışıyoruz.

Yıllardır süregelen sahipsiz sokak hayvanları ile mücadelede itlaf yada barınaklara hapsetme yönteminin işe yaramadığı , belediyelerin bu işler için harcadığı paraların sokağa atıldığı nihayet büyük çoğunluk tarafından anlaşıldı...

Düzenli olarak zehirlenen yada toplanıp barınaklara hapsedilen hayvanların yerini en çok iki haftada yeni sürüler alıyor çünkü yemek kaynakları sabit.

Zehirlemenin düzenli yapıldığı bölgelerde kalanlar dişi ve siyah renk çoğunlukta doğuruyor, toplanan yada zehirlene köpeklerin yerini gece ortaya cıkan , daha az sosyal daha çok agresif hayvanlar alıyor.
Ve sonuç değişmiyor ... Hayvanlar hızla ürüyor, sayıları katlanarak artıyor....

Doris Day Foundation araştırmasına göre kısırlaştırılmamış her bir dişi köpek 6 senede 67.000 yavrunun oluşmasına sebep oluyor. Artış logaritmik...
Sokak kopeklerinin artık hayatımızdan çıkması için Dünya Sağlık Örgütünün önerdiği gibi ,
insani
kalıcı
etkin
tek çözüm
var ,
kısırlaştır - aşıla - yerine bırak....

İşte biz 2 haziran - 30 haziran arası Heybeliada çalışması ile toplam 230 kedi+ köpeği özel ekipmanlar ile yakalayıp , kısırlaştırıp , aşılayıp, markalayıp kayıt altına alarak bölgelerine geri bıraktık.
Bu sayının yarısı dişilerdi ve operasyona alınan dişilerin %75'i hamile idi..

Sonraki durağımız Kınalıada - Büyükada olacak , üremeyi kontrol altına aldıktan sonra , yazlıkçıların şehre dönerken terkettikleri köpeklere aynı işlemi uygulamak için Eylül sonunda tekrar gitmeyi planlıyoruz.

Her operasyona alınan hayvan hekimlerin öngördüğü bir süreyi yoğun bakım ünitesi olarak kullandığımız çadırımızda gecirerek tamamen sağlığına kavuştuktan sonra resim ve diger kayıtları alınarak geri bırakılıyor. Bu bilgiler bölgede yaşayan hayvanseverlere , belediyeye , muhtarlıklara da verilip , çevre halkı asılan pankart-afişlerle küpeli köpeklerin ne olduğu hakkında bilgilendiriliyor.

Umarım tamamen kişisel çabalarla yürüyen , ve yerel yönetimlere örnek olmayı hedefleyen bu projenin , hayvan seven sevmeyen herkes için tek çözüm yolu olduğuna inanır , bizleri ve çalışmalarımızı gelip görür ,

belki de destek olursunuz...

Sevgiler

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


İş veya eleman aramak genellikle birsürü detaylarla uğraşmayı gerektirir. Oysa en güzeli ortak bir platformda buluşup, talepleri paylaşmak olacaktır. Küçük bir araştırma yapınca karşıma nev-i şahsına münhasır diyebileceğimiz sakin yapılı, detaylara boğulmamış, mesaj kaygısı taşımayan ve henüz reklamlarla bezenmemiş bir web sayfası çıktı http://www.elemanilan.com . Hatta bir adet eleman ilanı da bıraktım.

Ben, şahsen, bizzat kendim, internette herhangi bir konuda araştırma yapacağım zaman öncelikle http://www.google.com.tr web adresini kullanıyorum. Nedeni aslında çok basit. Bu arama motoru hem Türkçe hizmet verebiliyor, hem de çok yaygın. Ama bir süre sonra aynı konularda hep aynı web sayfalarının adlarını duymaya başladım. Tabi doğal olarak farklı web sitesi arayışlarım başladı. Çok değil iki arama hamlesi sonucunda ulaştığım http://www.search.com/ isimli web arama motoruna ulaştım. Bu kadar kolay ulaşabilmem çok hoşuma gitti ve kullanmaya başladım. Meğer Akın Ceylan adını kullanan başka insanlar da varmış :))) Şaka biryana aradığınız bilgilere ulaşabilmenin en kolay yollarından bir tanesi kesinlikle internet ve internette bilgi edinmek için mutlaka arama motorlarına ihtiyacınız var.

Siz pıtırak nedir bilirmisiniz? Çocukluğumda en sevdiğim şeylerden biri, bağlarda bahçelerde dolaşmaktı.Amasyada geçti çocukluğumun bir kısmı, hem de en zevkli kısmı. Bağların kenarlarında, özellikle ilgilenilmeyen kısımlarında yetişen bir ayrık otu vardır. Bu bitkinin küçük ve üzeri kanca dikenli bir meyvası vardır, pıtırak derler bu parçaya. Siz farkına varmadan paçanıza veya çorabınıza yapışır ve davetsiz misafir gibi yanınızdan ayrılmaz. Kilimlere desen olarak bile seçilmiştir. İnanmazsanız http://www.folklor.org.tr/turkish/elsanat/elsanat_dokumalar.htm kısayolunu bir inceleyin.

Akın

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


AM-DeadLink v2.00 [780K] Win9x/2k/XP FREE
http://majorgeeks.com/download2880.html
Tarayıcımızı 'Sık Kullanılanlar' (Favorites) bölümü zamnla dolar taşar. Bu arada pekçok adreste erişilemez olmuştur. Tek tek kontrol edip temizlemek yerine bu programı çalıştırıyor ve tüm linkleri kontrol ettiriyorsunuz. Gerisi size kalmış, ister silin isterseniz turşusunu kurun:-)) Netçilere şiddetle tavsiye edilir.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040701.asp
ISSN: 1303-8923
1 Temmuz 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri