KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?






Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Etkinlikleri
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 539

 5 Temmuz 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : HELAL SANA KOMŞU!..


İyi haftalar,

Vallahi de sevindim billahi de. Helal olsun komşuya. Bazı spor yazarlarının dediği gibi 'Çanakkale geçilmezi oynadılar.' söyleminde de hiç katılmıyorum. Ne olduğunu bilen, yıldızlara dayalı değil ama kollektif futbol oynayan bir Yunan takımı vardı turnuvada. Evet önce gol yememeyi düşündüler ama gol atmayı da bildiler. Fransa, Portekiz, Çek Cumhuriyeti gol attı da biz mi görmedik. Kapalıysa açaydın hemşehrim. Keşke şu turnuvada biz de olsaydık yahu. Olsaydıkta akını karasını anlasaydık. Ahh Şenol Hoca ahh kulakların çınlasın çın çın emi. Dünya kupası kuraları çekildiğinde Yunanistan'ı görünce ohh çekmiştik. Buyrun aynı ohu tekrar çekin bakalım. Artık zor. Artık karşımızda Avrupa şampiyonu bir takım var. Bu arada Dünya üçüncülüğü mü iyidir yoksa Avrupa şampiyonluğu mu? Bilelim de ona göre gardımızı alalım.

Ben yanlış mı hatırlıyorum? Sevgili başbakanımız RTE, Yunan meslektaşının şahitliği karşısında finale gideceğim dememiş miydi? Niye gitmedi acaba? Büyük ihtimal güvenlik nedeniyle yollamamışlardır ama gitseydi ne iyi olurdu. Hatta gidip meslektaşla omuz omuza bir sirtaki yapsaydı. Vallahi iyi olurdu. Ya şimdi oda şahitliğe gelmezse. Sakın ola bana güvenmesinler, ben şahit mahit olmam. Biz böyle bol çocuklu başbakana alışık değiliz. Geride daha kaldı mı bilmiyorum ama böyle giderse bu şahit durumlarıyla biz epeyce sorunun üstesinden geleceğiz. Ne dersiniz? Bu gece biraz meşgulüm, böyle havadan sudan bahsedip huzurlarınızdan ayrılayım. Hepinize güzel bir hafta diliyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

0 Yorum var. Yorum Yaz / Oku
Seda Demirel

 Pratisyen Kahveci : Seda Demirel


   EKİLMİŞ ADAMLAR SOYU

Bilinen en ünlü mitolojik kahramanlardan birisi olmam tamamen talihsizlik.
Sigmund Freud benim hikayemi deşmeyi ve yüzyıllar sonrasının basit insanlarına uyarlamayı akıl ettiğinden beri önüne gelen benim adımı ağzına doladı.
Dr.Breuer ile Sigmund’un eşinip durmalarının bir sonucu olarak ayağa düştük nihayetinde.
Sigmund’a ciddi bir ders verdim (tanıdığım birkaç nüfuslu tanrı sağ olsun); 20 yıl boyunca çene ve ağız kanseri ile cebelleşmek zorunda kaldı.
Benim ismimi zikretmek bu kadar kolay olmamalıydı.

İokaste, karım-yani annem, offf, her neyim ise- ekilmiş adamlar soyundan gelir. (Kadmos yılan dişlerini tohum gibi toprağa saçtığı zaman yerden adamlar fışkırmış diye anlatırlar.)
Laios, yani babam ise Thebai tahtının varisi olmasına rağmen, vakt-i zamanında, şehrinden kovulup Kral Pelops’un yanına sığınmak zorunda kalmış. Pelops babama çok iyi davranmış davranmasına ama babam bu misafirperverliğe değişik bir yanıt vermiş.
Kral Pelops’un yakışıklı ve genç oğlunu, Chrysippos’u, baştan çıkarıp yatağına girmiş.
Onu da yanına aldığı gibi kalkıp Thebai’ye de geri dönmüş.

Anlayacağınız hikayem oldukça karışık. Karışık olduğu kadar da trajik; Sophokles de bir ara benim hikayeme takmıştı, yazdı durdu... Yine de adımı bunca sık ağzınıza alan siz insan-oğulları, hikayemi adam gibi benim ağzımdan dinleyerek öğrenin ve bilerek konuşun isterim. Şimdi sakin sakin dinleyin;

Akılsız ve tatminsiz babamın bu erkek sevgilisini şehre getirmesini izleyen Hera’nın keyfi kaçmış olmalı. Benim tanıdığım kadarı ile Hera’nın eşcinsellik ile ilgili bir takıntısı yok. (Kıyak tanrıçadır Hera. Zaten Zeus’un hem karısı hem de kardeşi olduğu için kendisi de sütten çıkmış ak kaşık sayılmaz.)
Hera’nın bu keyifsizliğinden aslında karım, off yani annem, İokaste sorumlu.
Chrysippos ile dört başı mamur bir ilişkiye sürüklenen babam; annemi-yani karısını yani karımı-ihmal etmeye başlamış. Karımızın (annemin) de kafası atmış elbette.
Hera’ya gidip veryansın etmiş.
Hera’da Sphinks’i yollamış mı şehirin kapısına, hikayeye bakın!

Sphinks’i görmeniz lazım aslında; kadın başlı, aslan gövdeli, yılan kuyruklu ve kartal kanatlı. Çirkin mi çirkindir.
Bu ucube canavar Thebai şehrinin kapısında önüne gelene aynı bilmeceyi sorup, cevabını bilemeyenleri de afiyetle midesine indirmeye başlayınca şehir meclisinde panik almış yürümüş. Haklılar tabi ticaret azalmış, turist sayısı düşmüş. En sonunda meclisin hatırı sayılır kişileri babamı kenara çekip Chyrsippos’u evine yollaması ve karısının (annemin ve karımın) yatağına dönmesi için babama baskı kurmaya başlamış. Babam Chyrsippos’cuğunu baba evi olan Pelops’a, mecburen, geri yollamış yollamasına da, Sphinks’in gitmesini bekleyen şehir halkının sevinçleri kursaklarında kalmış.

Sphinks hiç bir yere kımıldamamış.

Şehir meclisi bu durumu tanrıların-muhtemelen Hera’nın-bir kanıt istediği şeklinde yorumlamış ve babam ve karımdan-yani annemden-bir an önce çocuk yapmasını istemişler.
Bir türlü hamile kalamayan annem (karım) babamı çağırıp “Çabuk Delphi’ye Apollon’a gidiyorsun ve neden çocuğumuz olmuyor öğreniyorsun” diye buyurmuş.
Babam Delphi’ye gitmiş. Çok acı ve apaçık bir cevap almış kahinden. Apollon yüzüne baka baka “Bugüne kadar çocuğun olmadıysa şanslısın, eğer bir oğlun olursa ölümün öz oğlunun elinden olacak” diye bir cümle yumurtlamış.

Aslında Apollon da bir tuhaftır, yardım isteği ile gelenlere saçma sapan, karmakarışık, bilmece gibi yanıtlar verir. Babamın durumu o kadar berbatmış ki buna bile ihtiyaç duymamış. Küt diye yüzüne söyle(t)miş.
(Apollon’un bir insan ile konuşacağını düşünmüş olamazsınız, tabii ki Delphi rahibesi Pythia aracılığı ile konuşmuş. Koskoca tanrı bu, boru değil...)

Babam eve geldiği gibi “Bu iş buraya kadar, artık yataklarımızı ayıracağız” demiş.
İokaste; (Sizleri anneme dair kimlik bunalımdan kurtarmak için en iyisi ismini yazayım, annem, karım artık ne derseniz deyin. Ben bile hala bu bunalımdan kurtulabilmiş değilim) Apollon gibi bulmaca cevaplar veren bir tanrıdan bu kadar açık ve net bir yanıtla dönen babamdan şüphelenmiş. Erkek sevgilisini özlediğini ve kendisi ile sevişmek istemediği için böyle bir yalan uydurduğunu düşünmüş.
Ve hain bir plan yapıp, sarhoş ettiği babamla o gece beraber olmuş.
(Kadın kısmı işte.. Hiç değişmiyorlar, değil mi?)
Dokuz ay sonrasında ben dünyaya gelmişim.
Tabii ki babam Laios kafayı yemiş.

Bütün masalların istenmeyen bebekleri gibi ormanda ölmeye terk edilmişim.
Hiçbir masalda rastlanmadık bir şekilde de ayaklarımda birer delik açılıp, ayaklarım birbirine sıkı sıkı bağlanılmış.
Yine bütün masallardaki gibi bir çobana teslim edilmişim.
Bilin bakalım çoban ne yapmiş??
Bildiniz..
Bütün masallardaki gibi kucağına verilen bebeğe kıyamayan çoban beni yakınlarda ikamet eden Korinth Kralı Polybos’a götürmüş.
Yine tahmin ettiğiniz gibi hemen kabul görmüşüm. (Hatta kraliçe halkını kandırmak için karnına bir yastık bile bağlamış. İyi kadın...)

Kral Polybos’un babam, kraliçenin de annem olduğundan şüpheye düşene kadar hayat benim için çok bonkördü. Biraz melankolik tabiatlı biraz da dar gönüllü kişiliğime rağmen keyfim yerindeydi. Bir şölen sırasında anne ve babama benzemediğimi söyleyen bir gencin lafını fazlasıyla kafama takmıştım. Yemek boyu bir aileme bir de kendime baktım durdum. Şu genç haklıydı. İkisine de benzemiyordum.
Delphi’ye kadar gidip şu durumu bir açıklığa kavuşturmak istedim.

Gitmez olaydım...

Pythia beni görürü görmez bağırmaya başladı; “Defol git burdan lanet adam! Sen babanı öldürüp annenle evleneceksin, üzerinde dile gelmez bir lanet var, insanlık için faydalı bir şey yapmak istiyorsan git hemen kendini öldür”
Yaşadığım şoku tahmin edebilirsiniz.
Kral babam ve kraliçe anneme duyduğum sevgi çok büyüktü. Onlara böyle bir şeyi yapabileceğim kehanetini kabul etmem mümkün değildi ama kendimi öldürmeyi de aklıma getirmemeye çalışıyordum.
Eve geri dönmedim.
Onun yerine hüzün dolu bir dünya gezisine çıktım...
Melankolik yolculuklarımdan birinde oldukça dar sayılabilecek bir dağ geçidinde zırhlar içinde yaşlı bir adam, hangi cüretle yaptıysa, bana “yol vermemi emretti..”
Melankolik ve hüzünlüydüm, kabul, ama yaşıtlarıma göre çok daha olgun ve adildim de. Bu yaşlı adam nazik bir dil ile yol istemiş olsaydı ona saygı duyup öncelik tanıyacağımdan kimsenin de şüphesi olmasın. Ama bana kimse emir veremezdi...
Bir çok atlı tarafından korunan yaşlı adama doğru başımı dimdik kaldırıp “Ben sadece anne ve babamdan, bir de tanrılardan emir alırım. Sen de kimsin, bu ne cüret!” diye mağrur bir ses tonu ile bağırdım.
Yaşlı adam küfür ve hakaretler etmeye devam ettiği gibi, elindeki kırbacını kaldırıp bana vurma girişiminde bulundu. Kırbacını yakaladım. Artık iş çığrından çıkmıştı, onca zamandır içimde biriken öfkem birdenbire alev aldı. Atından indirdiğim gibi onu oracıkta öldürdüm. Çevresinde ona yardım edip korumaya çalışan atlılar çok da umursamadılar ölümünü. En azından bana müdahale eden çıkmadı.

Bu rahatlık ile yoluma devam ederken kehanetin ilk bölümünün gerçekleştiğinden ve babam Laios’u öldürdüğümden haberim yoktu.. Babam Laios bu sefer de Sphinks ile ilgili önemli bir mevzuyu konuşmak için Delphi yoluna çıkmıştı. Bu yolculuğunun kehanetin ilk basamağı olacağını nereden tahmin etsin ki?
Çok trajik değil mi?
Bekleyin, daha yeni başlıyoruz aslında...

***

Sphinks hala Thebai şehrinin kapısında dikilmiş önüne gelene bilmecesini sorup, bilemeyenleri yemeye devam ediyordu. Şehre hiçbir tüccar giremediği gibi şehir sakinleri de ancak gizli ve dolambaçlı yollardan Thebai’de girip çıkabiliyorlardı. Yolu düşen tüccarlar birer ikişer yenildiği için ticaret giderek bozulmuş ve şehir de fakirleşmeye başlamıştı.

Kaderim beni Thebai’ye doğru sürüklerken, çevremdekiler tarafından pek çok defa uyarıldım.
Sphinks’in acımasız ve korkunç görüntüsünü defalarca dinlemek zorunda kaldım. Kimse hayata çok fazla bir önem vermediğimin farkında değildi.
Sphinks’in karşısına dikildiğimde bana şu meşhur bilmecesini sordu; “Tek bir sesi vardır. Bacak sayısı iki, üç yada dört olabilir. Bacak sayısı en az olduğunda en güçlü, en çok olduğunda ise en zayıf halindedir. Bil bakalım bu nedir?”
Sesim kendi kulağıma bile son derece vakur geldi.
“İNSAN” dedim..
“Önce emekler ve dört bacaklıdır, bu en güçsüz zamanıdır. Sonra ayağa kalkar ve iki ayaklı olur. Bu da en güçlü olduğu dönemdir.
Yaşlandığında elinde bir asa ile gezer. Yani üç bacaklıdır”
Sphinks bu cevabım üzerine korkunç bir çığlık koparıp kendini kayalardan aşağıya bıraktı ve paramparça oldu.

Yıllardır Thebai’yi zulmü ile kasıp kavuran Sphinks’in yok oluşu halkı çılgına çevirmişti. Kader ağlarını, Hera’da başıma çorabını örmeye devam ediyordu; şehre bir kurtarıcı yada bir kahraman olarak girdim...

Laios’un ölümünden sonra yönetimi İokaste’nin kardeşi Kreon devir almıştı. Ben öldürdüğümün kendi öz babam, kurtardığım şehrin kendi şehirim, evleneceğim ve kralı olacağım İokaste’nin de öz annem olduğundan habersiz başıma tacı oturtmuştum bile. Nihayet kendime ait bir yuva ve makam bulduğum için de sevince boğulmuştum.
Düşünüyorum da Sophokles’in benim hikayemdeki temaları kullanarak dram üstüne dram yazdığı kadar da var.
Tanrım!! Ne trajediydi bu yaşadığım...

Kehanetin ikinci basamağı da gerçekleşmişti. Her şey yoluna girmiş gibi gözükse de çok kısa süre içinde Thebai’yi başka tür bir felaket etkisi altına aldı.
Veba...
Şehir vebadan kırılıp geçmeye başladı.
Halkın dilinde de aynı cümle tekrarlanıp duruyordu.
“Bu hastalık bize tanrıların bir cezası ise, günahımız nedir?”

Ahhh Hera, yine iş başında mıydın??

Şehirden birileri her zamanki gibi Delphi’nin yolunu tuttu.
Apollon’a şehrin günahını soracaklardı.
Pthyia gelen adama doğru yüzünü bile dönüp bakmadan kısa ve net konuştu; “Kralınız Laios’un katili şehri terk eder etmez veba salgını bitecek!!”
Tabii ki saf salak-masum günahkar-çiçeği burnunda yeni kral olarak, ne kehanetten ne de öldürdüğümün öz babam olan Kral Laios olduğundan haberdar değildim.
Öylesine bi-haberdim ki, bir de kalkıp, “Laios’un katili tüm zamanlar için lanetlensin!!” diye bir de klişe savurup kendi kendimi bile lanetledim. Aptal kafam işte...

Duruma vakıf olmadığım ve Pthyia ile ilk ve son görüşmemde yaşadıklarım yüzünden şehre bizim yüzyılın en meşhur kahini olan Teiresias’ı çağırdım.Delphi’ye bir daha gitmeyi göze alamazdım.

Teiresias da kesin bir şey söyleyemiyordu. Sadece “Ancak ekilmiş adamlar soyundan birisi kurban edilirse, şehir vebadan kurtulacak...” diyebildi. Daha fazla bilgi vermesine yukarıdaki tanrılar izin vermiyordu.
Yukarıdaki tanrılar için insanların çektiği çile ve azap hep bir eğlence vesilesi olmuştur. Oyun çabuk bitsin istemiyorlardı anlaşılan..

Ahh.. Hera!!

Ekilmiş adamlar soyundan hikayemin başında biraz bahsetmiştim. İokaste’nin babası Menoikeus da bu soydan gelenlerin en yaşlısıydı. Kehanetin kendisinden bahsettiğini düşünerek bir koşu şehrin surlarına çıkıp oradan kendisini aşağıya bıraktı.
Bütün şehir onu bir kahraman gibi uğurladı ama Teiresias başını sağa sola salladı. “Bu tanrıların çok hoşuna giden bir jest ama yeterli değil, ekilmiş adamlardan birini istiyorlar ama onu değildi, üçüncü kuşaktan birisi olmalıydı!!”

Benim kafam hergün biraz daha karışıyordu. Vebaya hakim olamadığım gibi Teiresias’ın kehanetlerini de anlamakta güçlük çekiyordum. Şehrimi, halkımı seviyordum. Kalbim vebadan dolayı kıvranan halkım için ağlıyordu. Doğrusu bu ya çok merhametli ve sevilen bir kraldım. Farkında olmadığım tek şey ise, çevremde gittikçe daralan kader çemberimdi...

Nihayet bu oyunun uzamasından sıkılan tanrılar Teiresias’ın gerçekleri konuşmasına izin verdiler. O da hiç vakit kaybetmeden huzuruma çıkıp o çirkin parmağını burnuma doğru uzatıp “SENSİN!!” dedi..
“Aranılan kişi sensin! Sen öz baban Kral Laios’u öldürdün. Kendi öz annen İokaste ile günahkar bir evlilik yaptın.”
Hayatımda bu kadar sarsılmamıştım!
Gerçeği görmeye başlamıştım ama kabul etmem imkansızdı. Ben masumdum!!
Direndim..
Teiresias’ı yalancılıkla ve tahtıma el koymak için Kreon (İokaste’nin erkek kardeşi) ile suç birliği yapıp komplo kurmakla suçladım.
Bir yandan olan bitenlere karşı kendimi korumaya çalışırken, diğer yandan da araştırmaya çalışıyordum. Doğrusunu tanrılar da bilir ya, bundan sonra başıma gelecekleri merak ettiğim de yoktu. Bu güne kadar olan bitenleri öğrenmek istiyordum!

Gün geçtikçe olan biteni daha da net kavrarken, nihayet ormandan çıkıp gelen çoban, babamın ayaklarımı (yani bir bebeğin ayaklarını) delip bağladığından ve onu ölüme terk etmesi için kendisine teslim ettiğinden bahsettiğinde sığınacak bir şeyim kalmamıştı.
Çoban bebeğin Kointh Kralı Polybos’a teslim edildiğinden bahsediyordu...

İokaste çok uzun yıllar boyu doğurduğu çocuğunu ormana terk etmenin verdiği vicdan azabı ile boğuşmuştu. Şimdi de kendi öz oğlundan çocuklar doğurduğunu öğrenmişti. Bu acıya ve günahkarlığa daha fazla katlanamayarak kendisini astı.

Ben şaşkınlığım geçene kadar iyiydim ama şaşkınlığım bittikten sonra içime düşen ateş ve acı ile delirmeme ramak kaldı. Artık kehaneti halkımdan da saklayamaz hale gelmiştim.
Çok uzun zamandır içimde, en derinlerde bir yerlerde, hissettiğim gerçekler ile bu şekilde yüzleşmek beni delirtecek kadar üzmüşken, İokaste’nin ölümü ile daha da derin yaralandım. Onun saçlarından aldığım bir iğne ile kendi gözlerimi oydum.

Yaşamımın başında tekrar yürüyememem için ayaklarım delinmişti.
(Ödipus şiş ayaklı anlamındadır, güzel bir isim sayılmaz ama kişilikli olduğu kesin, babam öldüğüm zaman ruhum geri gelip onu bulsun istememiş olmalı...)
Şimdi ise görmemek için gözlerimi kendim delmiştim..

Benim adım Ödipus! Artık nihayet tanrıların katındayım.
Kral olarak yaptığım son icraat; insan olan kendimi sürgüne göndermek olmuştu...
Kıldan bir elbise giydim.
En sevdiğim kızım-ve elbette yarı kardeşim-Antigone’in yanında diyar diyar gezmek için yola çıktım. Günahlarımın sonuçlarını görmemek için oyduğum gözleriminden akan yaşlar uzun yıllar dinmedi.
Ta ki Atina’da ölüp tanrıların katına çıkana kadar.
Masum-günahkar Ödipus!

Evet yaşamım bir trajediden ibaretti. Şimdi huzurum yerinde sayılır. Sadece ismimin ortalıkta yalan yanlış dile dolanmasından şikayetçiyim.
Sigmund zeki bir insan-oğluydu ama tanrıları küçümseme hatasına düştü. Öncelikle bir kurban verip, jesti hoşa giderse de ismimi kullanmak için izin istemeliydi...
Yapmadı.
Bedeli de ağır oldu...

“Her şey zaten olup bitmiştir, ve olmuş olan, doğası gereği, olabilecek olandan çok daha korkunçtur. İnsan ruhunun bir şeyin olmuş olabileceği karşısında verdiği tepki, bir şeylerin olabileceği düşüncesi karşısında gösterdiği tepkiden çok daha şiddetlidir.”

Schiller


Seda Demirel

Yukarı

 Kıvanç'ça : Kıvanç Gülhan


E L L E R !... E L L E R , E L L E R !...

İnsanın, insan; Beylerin beyefendi olduğu zamanlarda , bestesi ve güftesi ile gönül telini titreten bir şarkı yapılmıştı. " Seni ben, ellerin olsun diyemi sevdim?.." Yapılan bu şarkının, duygusal bakımdan insana ettiklerini bir yana bırakarak, eş sesli manasına mahzar olan, ellerden bahsetmek istiyorum biraz.

İnsanların elleri, zorda kaldıklarında, çok insanın gözleri üzerindeyken ve heyecanlandıklarında fazladan imal edilmiş uzuvlar halini alırlar. Böylesi durumlarda kimileri parmaklarını birbirine geçirerek iğrenç çıtırdatma sesi çıkarırlar. Kalın kemiklilerde bu takırdatma olarak da nitelendirilebilir. Kimi ise en yakındaki eline geçen sökülmek üzere olan parçayı koparmaya gayret ederler.
Hiçbir şey bulamadıklarında ise ceplerine sokarak saklarlar. Bilinse de bilinmese de, eller aslında, o andaki duyguların ya da çaresizliklerin en açık veren uzuvlarıdır.

Bilinçsizce yapılan bu hareketler kompleksinin içinde bakınız daha neler var. Ellerin görgüsüzlük ve terbiyesizlik adına üstleneceği icraatlar saymakla bitmez. Durup dururken, en dikkatli olunması gereken yerde, örneğin kırmızı ışıkta beklerken işaret parmağı burun deliğinden içeri girme konusunda büyük bir arzu duyar. Her iki uzva da sahip olan şahıs, tereddütsüz bunları buluşturur, parmağının işlevi sırasında ise nedendir bilinmez bir gözünü hafifçe büzer.

Bir başkası yaz sıcağında yürürken terler içinde, bir şeyini unutmuş tavırla aniden uluorta durur, orta parmağı ile makatını buluşturur. O da faaliyet sırasında bir gözünü büzer. İşi bittiğinde ise parmakla birlikte makata yollanan pantolon kumaşı uzun müddet konumunu bozmaz.

Erkeklerin yüz karaları ise, her durum ve mekanda, alışkını oldukları haya düzeltme hareketini tekrarlarlar. Bu kadar sıkça düzeltilmesi icap eden nasıl bir hayadır bilmem.

Bazıları hiçbir şey bulamazlarsa kuş parmağını avuç ayası karşısındakine doğru olacak şekilde kulaklarına sokup, eli bilekten titreterek gözlerini büzerler. Bu da farklı bir tarzdır. Kişi o anda yine yaşadığı ortamdan kopmuş, ses çıkarmadan zevkten inlemektedir.

Bu hareketlerde, can da , canan da aynı bedende olduğundan sadece görüntü kirliliği söz konusudur. Edepsizlik baş gösterdiğinde ise mağdur ve mağdureler senaryodaki yerlerini alırlar. Bu durum can ile cananın aynı bedende bulunmadığı durumları kapsar.

Kalabalık belediye otobüsünde, Fortçu olarak konuşlanmış şahsın herhangi bir uzvunun diğerine dokunması halinde, ortada bir mağdure var demektir. Ya da izdiham anlarında bazıları, başkasına ait bir parmak marifeti ile incinebilirler.

Özellikle bayanların rastlama olasılığının yüksek olduğu bu haller, ne yazık ki geçen bin yılda kalamadılar. İnsanlar ister görüntü kirliliği olsun, isterse bazılarına zarar versin, ellere terbiye verilmesi konusunda müsamahakar olmamalıdırlar.

Dünyada o kadar öpülesi, o kadar tutulası, o kadar sıkılası ve bir o kadar da sevilesi el varken, kırılası ellere tahammül etmek zor iştir.

Kıvanç Gülhan

Yukarı

 Kahvecigillerden : S.Nezih Günhan


Tel Örgülerin Ardında

Sosyal demokratların, yıllardır dillerinden düşürmedikleri bir söylemdir bu: Halk bizi anlayamıyor. Halkın elinden eğitim olanakları alınmış, halk okumuyor. Halk cahil, halk bilinçsiz. Kendisi için iyi olanı seçemiyor. Sürekli sağ partilerin iktidarda olması bundan. Halk bizi anlayamıyor. Popülist politikalara pabuç bırakıyor. İki kutu deterjana, bir kilo pirince oy veriyor. Popstarlarla, televolelerle, pembe dizilerle oyalanıyor halk. Kendi gücünün bilincinden yoksun. Halk cahil. Bize onun için oy vermiyor.

Buraya kadar tamam. Mevcut durum, bugüne kadar idare edilebiliyordu. Başarısızlığın nedeni, bugüne kadar gizlenebiliyordu. Ama bugün gördük ki, bu iş bu kadar basit değil. Bugün CHP Kurultayı toplandı. Zatı şahane Deniz Baykal, muhaliflerin seçimli kurultay için gerekli imza sayısına ulaşacaklarını anladı ve önce davranarak seçimsiz bir kurultay topladı. Şehre kilometrelerce uzakta bir otel seçildi. Tel örgüler çekildi. Delegelere teker teker Baykal’a güvenoyu verip vermedikleri soruldu. Sonuç, 1251’de 781 evet. Parti içinde kavgaya, gürültüye, oyların sürekli azalmasına evet. Partisine yalnızca kişisel sevimsizliği nedeniyle oy kaybettiren bir genel başkana, ideolojik tutarsızlığa evet. Kimse delegeleri suçlamasın. Siyasi hayatını delege olarak tamamlamak istemeyenlerin hayır demesi beklenemezdi.. Zaten hayır diyenlerin çoğu da, gerçekten halka dönük bir parti istedikleri için değil, kendi diktatörlüklerine özlem duydukları için hayır dediler. CHP, politbürosundan ilçe merkezine kadar, hizipçilikle çalkalanan bir parti. Sen ben kavgası, biz siz kavgası. Tartışmaların hiçbir şekilde ideolojik boyutu yok. Ezberlenen birkaç söylem, sürekli tekrarlanan nutuklar. Paraya ve ağalık düzenine dayalı bir milletvekili olma sistemi. Yeni dünya düzeninde CHP nerde duracak, işsizliğe karşı, yoksulluğa karşı, yolsuzluğa karşı ne gibi projeler üretiliyor? Gelir dağılımı nasıl düzenlenecek? Sosyal adalete ve hukuk devletine nasıl işlerlik kazandırılacak? Bir laikliktir tutturulmuş gidiyor. Atatürk’ün başka ilkesi yok mu? Şehirden 27 kilometre uzakta toplanarak mı halkçı olacaksınız? Politika üretmeden tutucu söylemlerle mi devrimciliği savunacaksınız? Yoksa parti içi diktatörlüğün en güzel örneğini sergileyerek mi cumhuriyetçi olduğunuzu iddia edeceksiniz?

CHP’de genel başkan olmak isteyen çok, ama lider yok. Muhalefet bile kendi içinde onlarca kola bölünüyor. Ayrımcılığın nedeni ise siyasi açıdan takınılan farklı tutumlar değil, tamamen kişisel ihtiraslar. Bu koltuk sevdası, bu hırs nedendir? Belki farkında değil ama, Deniz Baykal halk nezrinde zaten gramla ölçülen güvenilirliğini her geçen gün biraz daha kaybediyor. Acaba, çevresindeki kimse kendisine, partisine ve ülkesine zarar verdiğini söylemiyor mu? Söylüyorsa Baykal hala neden diretiyor? Zoraki sürdürülen bir genel başkanlık, çok mu önemli? Yoksa anlaşılması mümkün olmayan bu sorunun yanıtı, kurultayda dillerden düşmeyen CIA belgelerinde mi yazılı?

Bugüne kadar fatura hep halka çıkarıldı. Halk bizi anlamıyor, bu bilince ulaşamıyor denildi. Ama ben bugün, sadece seçim zamanı hatırlanan halkın CHP’ye neden bu kadar uzak olduğunu anladım. Belki de sorun, sürekli cahil diye, okumamış diye aşağılanan halkta değil; propaganda sürecinde makroekonomik dengelerden bahseden Deniz Baykal’daydı. Beş yıldızlı otellerde halkçılık nutukları atan milletvekillerindeydi. Sosyal demokrasi adı altında açıkça ifade edilebilen “Burası benim partim, ya sev ya terk et” mantığındaydı. CHP, şehrin 27 kilometre uzağında bulunan otelde topladığı basına kapalı kurultayında kendi kendini yerken; halk, otel çevresine çekilen tel örgülerin ardındaydı.

S.Nezih Günhan

Yukarı

 MeyBi : Nurdan Pamuk


Delinin Üç Beş Nöbeti

Tam bir saattir sayıyorum. Bir saatte, altmış dakika. Her dakikaya otuz sekiz iri damla düşüyor. Yan apartmanın kapanmış gözleri çoktan uykuda. Kapalı apartman gözleri ile didişiyor damlalar, kızdıkça daha sert biniyorlar tepesine metal göz kapaklarının. Kendi halinde savunmasız panjurlar sessiz geceye.

Küçük damlaların hükmü yok. Kaçmalarına izin veriyorum dikkatimden. Dikkatim de hiç oralı değil zaten - sorumsuz budala !

Her damlaya bir isim veriyorum... Şimdi hırçın vurdu kendini yere, şimdi ise kızgın camı kırma hevesinde deli gibi çarpıyor; Bayılıp, camdan kayıp düşecek birazdan miskin. Romantik ise, yine aynı yere nişan alıp bırakıyor kendini kirpiklerime; Göz göze geliyoruz ve aşk ıslanıyor... Arsız adının hakkını vermeye adamışçasına kendini, kah cama bulaşıyor, kah şamar oğlanına dönmüş panjura. Kirpiklere de bulaşmak istiyor ama gözü kesmiyor... Aşk sahiplenmede...Aşkın gözü kara!

Birazdan gün doğacak, ardından susacak sınıf. Tek sıraya geçerek, yedi renge dönüşecek. Kırlara çıkacağız hep birlikte. Orada yağmurkuşağını doğuracağız. Çığlıklarımızdan bulutlar korkacak, salya-sümük ağlayacak gökyüzü korkudan.

Bir sepet imge toplayacağım doğadan ve zoraki dökülen kelimelerimin sağına soluna serpiştireceğim. Yetmeyecek, var gücümle bastırıp, boğacağım imge denizi içinde bütün süslü sözleri. Göze hitap eden, sahte sevgiyi asacağım duvarıma, mumları kör kuyulara atacağım; Ateşin gözünü korkutup söndüreceğim henüz kıvılcımken aşk. Romantizm bu saatte hiç çekilmiyor çünkü.

Dakikada yirmi yedi damla düşüyor şimdi. Dakikalar kısalıyor, yağmur çoğalıyor beynimde. En büyüğünün, camları tuz buz ederek beynime saplanmasını bekliyorum. Ve bir kan damlasının kırmızı saten çarşafın bir köşesini gasp edip, varlığının göz yanılsaması yokluğa dönüşmesini izlemek istiyorum damla damla.

Son ses Metallica, son ses yağmur, son ses hüzün...Üçü bir yerde, beşi kayıp! Ben diğer köşede hafif- siklet nakavt olmaya hazır bekliyorum.

Şimdi bir sigara olmalı elimde. Oksijeni en düzenli soluduğum şu odada, sigaramı yakmaya dünden razı, bir çakar-bir yakar fonksiyonlu bir de çakmak. Elbette, külleri yere silkeleyecek kadar umarsız biri olmalı benim yerime. Hepsinden önemlisi birde şifreli bir kasa olmalı; Şu kahrolası prensiplerimi kilitleyeceğim.

Yer değiştirmece oynayacağım gölgemle. Ama ebe hep o olacak ben ise mızıkçılık yapmak için fırsat kollayacağım her seferinde.

Yazık ki;
Damlalar cama yapışık ağızları bir karışın ötesin de açık, şaşırıyorlar ruh halime ve def olup gidiyorlar. "Pasif Paranoya" malzemesi nede olsa her biri. Beynimin kıvrımlarında karın tokluğuna çalışan zavallı bunalım işçileri...

Dakikada yüz yirmi damla, bir araba alarmı, bir karı - koca kavgası; Bir kedinin Mart ayı iniltileri düşüyor artık - kedi sevişmiyor. Kusuyor!... Hiç seksi değil!... Neden aşk yok ki ...!?

Yan duvarı yıkmaya yeminli yumruk sesleri, efekt olarak katılıyor geceye. Duvar hem sövülüyor, hem dövülüyor. Sorgu da işkence var!

Sorguda işkence var...Gecede yağmur ...Panjurda parmak izleri ...Camda kızgın bir ateş çemberi... Gözlerimden aşk süzülürken yanaklarıma, uyku devralıyor artık dakikada bir vuruşla görevi.

Bitti...
Delinin üç beş nöbeti! ...

Nurdan Pamuk

Yukarı

 Paratoner : Bilal Batuhan Yüceler


Cep Defterimin Arasında Tuğla

"Bugünkü raporlarda tarih 10.06.1944'ü gösteriyor. Geri çekilme emri sabah geldi. Hayvanlar dahil canlı bırakmamak çekilirkenki görevimiz olacaktı, yerine getirdik. Müfreze, 642 Fransız köylüsünü meydanda ya da evlerinde katletti. Dillerini öğrenme gereği duymamıştım, nasıl olsa biriyle bir gün dahi pratik yapma fırsatı yoktu. Ancak piyade tüfekleri yakılan evlerden çıkanları tek tek indirirken haykırışları zihnimde anlamlarını buluyorlardı.

Ben neden buradayım? Neden nasyonel sosyalistlerle bir hendekte çarpışıyorum? Ve bunca masumun ölümü kime yarar sağlıyor? Führer ve Duce kimin umurunda? Bilmiyorum, belki de her şey, tüm hayatım, gördüğüm bütün harp dersleri... hepsi, hepsi güç içindi. Şimdi bastığım mayının sertliğini hissediyorum ama ayağımı kaldırırsam ne olacağını tahmin edebiliyorum. Hareket ediyoruz...

"25.10.1944. 40. yaşıma bastım. Ailem yok, sırtımız Amerikalılara dönük olduğu için bütün ordu ile "arkadaş"ım. Tek doğumgünü hediyem de düşmandan geldi: Yanmış bir evin makineli tüfek mermileriyle unufak edilmiş bir tuğla parçası, hala sıcak olan. Teşekkür etmek için ayağa kalktığımda üzerinde kafatası işareti olan palaska belimde fırlayıp gidiverdi. Çavuş beni tutup çekti, o an ilk defa ölmek istemiştim... beceremedim.

"Haberleşme kesileli ne kadar oldu bilmiyorum. Tarihi kimse umursamıyor. Herkes evlerine gitmek, ailesine kavuşmak istiyor. Savunma hattını bu nedenle bozan iki asker, benim emrim gerekmeksizin öldürüldü. Askerlerin botlarının dikişleri atmaya başladı, üniformaları da sıyrıklarını sarmak için paramparça vaziyette. Cephane tükenmek üzere, yiyecek gibi.. Takviye kuvvetlerde gelmiyor artık. Sadece hava kuvvetleri var bizden olan. Fakat onlarda bizim üzerimize bomba yağdırıyor.

"Gece vaktinde, geri çekilirken bir kısmı infilak etmiş, bir kısmı da benzini bitmiş tanklarıyla tankçı taburunun cesetlerini ateşe verdik, ölü soyuculuğu yaptıktan sonra. İngilizlerin gerisinde kalmışız.

Ayrıca sağlam kalmış zırhlının birinde "Çok Gizli" ibareli dökümanlardan bir kaçını okumam, birliğim ve benim asıl savaştan ne kadar uzak olduğumuzu gösterdi. Düşmanın Sicilya'ya çıkarma yapmasıyla İtalyanların düşüşü, doğu cephesinin Rus paletleri altında can çekişmesi, devasa ordumuzun hazin sonu... Askerleri Berlin'de yıkılmış binalar bekliyordu ve ancak onda birinin ailesi hayatta kalabilmişti! Tabancamı şakağıma dayadım ve tetiği çektim, patlamadı, bu ikinci oldu.

"Berlin'e vardığımızda birlikten çok ufak bir tim gibiydik. Bir deri bir kemik kalan askerler, bekledikleri yuva manzarası yerinde dehşet tablosunu gördüklerinden açlığında etkisiyle yere yığıldılar. 1940'taki Londra'dan on kat daha beter haldeydi burası. Champs-Elysées'deki gövde gösterisini düşündüm, ne kadar da kuvvetliymişiz.

"Tarih: 3 Nisan 1945. Son emir; komutanın öldüğü, başımızın çaresine bakmamız gerektiğiydi. Ruslar ev ev dolaşarak saklanan askerleri bulup öldürüyorlar. Reichstag'a kızıl bayrak dalgalandığına göre savaş sona ermiş olmalı. Ağır tankların palet gıcırtıları motor seslerini bastırıyor. Alarmın çığlığı, Alman askerlerinin nefeslerini harcadıkları haykırışları duyulmaz hale getiriyor.
Pencereye çıkamıyorum, nişancılar camı indirdiler. Bu son yazım muhtemelen. Ve diğer "son söz"lerin aksine teşekkür ediyorum üzerime tetiği çekene ve tebrik ediyorum, sıkılan milyonlarca mermiden bir tek onunki benim hayatımı alabildiği için. 3. denemeyi yapmaya çıkıyorum sahneye, o asırlar öncesinde yaşamışım gibi hatırladığım çocukluğumun geçtiği caddeye...

Karl Darrich, SS"


Bunlar bir SS subayının üzerinden çıkan ufak bir defterde saklı olan tarih kırıntıları. Nişancının biri almış zamanında, birçok sayfası bulaşmış olan kandan okunamıyormuş. Başka bir şeyde yokmuş ceplerinde, ne bir mektup, ne bir fotoğraf... sadece bu kanlı defter... Okuyunca kendine çok yakın gördüğü bu dostunu sırtlayıp şehrin batı yakasında bir tepedeki ağacın dibine gömmüş. Ağacın gövdesine de ismini, doğum ve ölüm tarihlerini kazımış derince.

Bu Nazi subayı tanımdan dostu olarak gördüğü Kızılordu nişancısının hedefi olmasaydı, birkaç ay sonra düşmanı tarafından onuru ayaklar altına alınarak kurşuna dizilecekti. Ve kimse uğraşmazdı yüzlerce savaş suçlusunun gözünü bağlamakla, bu yüzden görecekti tetiğe basanın kinini, bu yüzden yıllar önce kendine verilen emrin ona özel olmadığını okuyacaktı tetikçinin alnında: Acımaya yer yok!

"Gece ve Sis" planı, milyonlarca insanın duman, kül ve sabuna dönüşmesiyle başrıyla yerine getirilmişti ve dünyanın her tarafına kaos istenildiği gibi yayılmıştı. Ancak tutmayan hesapların tutanlara nazaran daha fazla olması kanla ıslanıp kabarmış bu küçük defterde gözler önüne konuyordu. Elli sene oldu fakat bu neslin genlerine işlemiş olan o savaş, birinci ve ikincisinde yıkamadığı insanlığı üçüncüde yeryüzünden silecek... çok yakında.

Bilal Batuhan Yüceler

Yukarı

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
Sevgili koçlar bu hafta her bakimdan rahatsiniz ve ozellikle ailevi iliskilerde ortamlar daha bir sakin. Bekar koçlar ise kalplerinin hop oturup hop kalkacaklari donemlere girmekteler. Bu guzelim atmosferi doya doya yasayin, stresleri bir unutabilseniz yokmu koçlar !..



BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Aman aman bu ne sinirlilik boyle bogalar, hani çekistirmelerinizin elle tutulur bir nedeni olsa.., benden soylemesi yinede, çocuklara endeksli bu elektriklenmeleri kesin.Tatil yorelerinde bari rahat olmaya çalisin. Geceleriniz rengarenk bu yetmiyormu, yoksa gunduzleri yalniz(!) kalisiniz mi sizi sinirlendiren !.. Kiskançliklari unutun..



İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Ya sizin için sevgili ikizler ?.. Havai fisekler kimin için zannediyordunuz !. Kalpleri delik desik etmektesiniz o meshur gizemli halleriniz ile.. Bunun pekala farkindasiniz elbette, problemde burda ya zaten !.. Sevenlerinizi etrafiniza toplamis buyukleri olsun kuçukleri olsun herkesi buyulemektesiniz. Unutmadan soyleyeyim, banka hesabinizi da çoktaan tarumar etmis bulunmaktasiniz !..




YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Kaybolan moralleri ve motivasyonlari yeniden bulmak uzeresiniz yengeçlerim. Tatillerin yepyeni yorelerde geçmesinin bunda paylari yuksek zannedersem. Sevgiliniz ile heyecan dolu anlara kavusmak uzeresiniz. Projeleri, patron ve amirleri unutun ama antenleriniz hep açik kalsin. Belli olmaz yine de, firsatlar avcisisiniz ya !..



ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Temmuz da fallar kimlere goz kirpmaktalar ?. Aslanlar evet sizlere !.. Sasirdiniz mi, haklisiniz son geçen aylar pek kolay olmadi sizler için. Hayati yasamayi seviyor ve pekala da biliyorsunuz, o halde yasamlari hakkini vere vere yudumlayin. Cocuklar ile iliskiler mukemmel ve seviliyorsunuz..




BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
Sevgiler ve sevgililer tanriçasi Venus son zamanlar da tansiyonlari yukseltmekte ama sizler de hemen kabuklariniza çekilmeyin canim yani !..On safhalara geçin, endamli ve alimli olmaya gayret edin ve en ufak detayda dunyalari yikmayin. Ask oyunlarini ihmal etmeyin, sorumluluklariniz sizleri alikoysa da..



TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Bir sevgili var derken birkaç tane olmaktalar nerdeyse !.. Sizleri koç ve aslan burcundan adaylar kovalamaktalar ve bundan da rahatsiz degilsiniz haliyle !. Amaa gonlunuz anahtarla kilitli ve sizler de egleniyorsunuz o kadar.. Devam edin, sira sizde !..



AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Bir konusmaya basladiniz mi sizleri susturabilene askolsun su siralar sevgili akrepler !.. Bilek gureslerine iyice alistiniz degil mi.. Gunduz savaslar geceler ise barismalar, eh bu da bir nevi yaz olimpiyatlari diyelim.. Tansiyonlari indirin yinede.



YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Aniden ortaya çikan bir tasinma meselesi tatillerinizi aksatmak uzere, olsun siz yinede bayagi sakinsiniz masallah. Sanslarinizin yuksek oldugu bu donemde bazi zor kararlar esigindesiniz. Basaracak guç elbette var, sicaklara ve aksayan tatillere ragmen..



OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Bagimsizliklara ihtiyaciniz var degil mi sevgili oglaklar !.. Evet evet çunku bayagi sinirlisiniz.. Bir de isin içine sevgiliniz girince ortamlar nane molla oluyor elbette. Terkedin bu çetrefelli ortamlari, rahatlatin kendinizi.. Hersey daha kotuye gitmeden once..



KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Venus sizinle ama enerjiler gezegeni Mars sizleri kizdirmakta, sonuç ikilemler arasinda gidip geliyorsunuz sevgili kovalar.. Sevgiliniz ile bir an evvel bu konulari konusun çunku yakinda daha buyuk sorunlar ortaya çikabilecekler.. Otoriter olmayi birakin..



BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
Eglenceler, yeni yeni çehreler sizleri beklemekteler sevgili baliklar..Coculkariniz ile tatli anlar yasamaktasiniz. Ozellikle uyumlu olmaya dikkat edin bu aralar yinede biraz sinirlisiniz. Tatile çikin bayagi hak ettiniz. Sevenleriniz ile elbette.



Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Recep Pehlivanlar

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.208 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


Lal Oldum

Hasretinle çayımı demledim ben her gece,
İçtim yudum, yudum hasretinden,
Susadım.
Aşkınla çiçekler ektim yollarına,
Kokladım doyasıya kokunu her an,
Doyamadım..
Ümidinle derin uykulara daldım,
Defalarca koştum hayalin peşinden,
Yoruldum..
Izdırabınla yağmur olup yağdım,
Kızgın yaz sıcaklarında.
Şelaleler aktı dalga, dalga yüreğimden,
Kurudum..
Dün yine gelen tek mektubunu okudum,
Bekler hala yatağımın başucunda.
Dilime doladım her cümlesini hece hece,
Duruldum..
Mektubuna cevaplar yazdım,
Pullanıp kanatlandı postanelerde.
Gizli öznesini sakladım hep sen diye,
Lal oldum..

Gülcan Talay

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Adam çok kızmış!!!

Yukarı

 Kıraathane Panosu


KM 1. YAZ ŞENLİKLERİ ESKİ FOÇA / İZMİR

Eski Foça24 Temmuz 2004 tarihinde Eski Foça'da Kenya Leylek Restaurant'ta planladığımız KM 1. YAZ ŞENLİKLERİ akşam yemeğine bütün KM yazar, yorumcu ve okur dostları davetlidir.

Güzel bir yaz akşamı yemeğine sıcak bir sabah kahvesinin de eklenebileceği bu haftasonu organizasyonunda sizleri de aramızda görmekten mutluluk duyacağız..

Eski Foça İl dışından ve hatta yurt dışından katılacak yazar, yorumcu ve okur dostlarımıza konaklama konusunda yardımcı olabilmek için elimizden geleni yapmaya çalışacağız.
Konaklama ile ilgili kesin rakam ve aşağıda belirtilen ücretin 07 Temmuz tarihine kadar ödenmesi gerekmektedir.

Konaklamasını kendisi ayarlamayı düşünen ya da sadece Akşam Yemeğine katılacak dostlarımızın kesin sayısının da en geç 19 Temmuz 2004 tarihinde ilgili restauranta bildirilmesi gerekmektedir. Katılmayı planlayan dostlarımızın belirtilen tarihlerden önce bizimle iletişime geçmesi ricasıyla...

NOT: Konaklama bedelleri için ödeme havuzu olarak KM Fincan Siparişi sayfasındaki Hesap No'su kullanılacaktır.
Daha ayrıntılı bilgi almak için as.demirel@superonline.com adresinden organizasyonun İzmir ayağı olan Dr. Seda Demirel ile iletişim kurabilirsiniz.

AKŞAM YEMEĞİ:

KENYA LEYLEK RESTAURANT
TEL: 0 232 8126216
Limitsiz yerli içki ve zengin balık sofrası
35 Milyon TL (Pazarlık nakit ödeme üzerinden yapılmıştır)
Yemek saat 20:00 de başlayacaktır

KONAKLAMA:

AMFORA OTEL
Tel: 0 232 8122806
25 Milyon TL oda+kahvaltı

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


Bilgisayarınızın duvar kağıdı arşivinde neler var? Yoksa siz hala standart wallpaper seçeneklerinizle mi idare ediyorsunuz. Ufkunuzu biraz geniş tutun ve http://www.digitalblasphemy.com/dbgallery/ab.shtml#confluence kısayolunu tıklayın. Gözlerinize inanamıyacaksınız. İstediğiniz resmi seçip, istediğiniz çözünürlükte bilgisayarınıza indirip kullanabiliyorsunuz. Ayrıca, animasyon sayfasına da uğramayı ihmal etmeyin. Burada sizi daha orjinal bir sürpriz daha bekliyor.

Yeme içme konusunda kendinize sınır koymuyorsunuz. Öğün sayısı dikkatsiz olmanıza rağmen, asla ana öğünleri kaçırmıyorsunuz. Fazla yediğinizi farkedince mutlaka bir diet kola içiyorsunuz. Hafta sonu hem yemeği fazla kaçırıp, ardından da "bu böyle olmaz, hemen rejime başlamalıyım" diyormusunuz? Pazartesi başladığınız rejimi, öğleden sonra bırakıyormusunuz? Siz en iyisi http://www.diyetimiz.com/ kısayolundaki web sayfasına girip tavsiyeleri inceleyin. Ve mutlaka yemek konusunda "HAYIR" demeyi alışkanlık haline getirin.

Bilgisayar, cep telefonu, klima, fotograf makinası, oto müzik sistemleri gibi bir çok ürün için yerinizden bile kalkmadan onlarca mağazayı nasıl dolaşabilirsiniz? Elbette internet yardımıyla. http://www.akakce.com web sitesi istediğiniz ürün hakkında, kısa zaman içerisinde bir tarama yapıp, size fiyatlarıyla birlikte raporluyor.

Nesin Vakfı'nın amacı, eğitim olanaklarından yoksun çocukların, tükettiğinden çok üreten, toplumsal sorumluluğu olan, özgüvenli ve özverili, kendini sürekli geliştiren, kendine ve dünyaya eleştirel gözle bakan, topluma yararlı bireyler olarak yetişmelerini sağlamaktır. http://www.nesinvakfi.org/ kısayolundan web sayfasına ulaşıp, vakıf hakkında detaylı bilgi alabilir ve hatta yardımda bulunabilirsiniz.

Akın

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


AM-DeadLink v2.00 [780K] Win9x/2k/XP FREE
http://majorgeeks.com/download2880.html
Tarayıcımızı 'Sık Kullanılanlar' (Favorites) bölümü zamnla dolar taşar. Bu arada pekçok adreste erişilemez olmuştur. Tek tek kontrol edip temizlemek yerine bu programı çalıştırıyor ve tüm linkleri kontrol ettiriyorsunuz. Gerisi size kalmış, ister silin isterseniz turşusunu kurun:-)) Netçilere şiddetle tavsiye edilir.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040705.asp
ISSN: 1303-8923
5 Temmuz 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri