KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?






Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Etkinlikleri
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 540

 6 Temmuz 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Ağız tadıyla bir yalaka olamadık!..


Sayın Başbakanım,

İslamiyetin bayraktarı olan Türk milletinin cezası bitmiş olmalı ki Allah sizi başımıza getirdi. Kavimler layık oldukları liderlerle yönetilirler buyuran Kuran-ı Kerim'e göre toplumumuzda genel bir ahlak düzelmesi var ki 3 kasım Nuh tufanıyla kokuşmuşluğu silip süpürdü ve mühürü bütün şer odaklarının engellenmesine, yedi düvelin Bizans oyunlarına rağmen günde 21 saat koşturan 3 saat ağlayan, gece gündüz demeden hak ve halk için çalışan size tevdi etti. Hamd olsun.

İnsanlar size çiçekler, hediyeler verdiler. Dua ettiler, temennilerde bulundular. Ben de size hediye olarak çocuklarım, torunlarım ve ülkem için, Türk İslam aleminin geleceği için hiç gözümü kırpmadan bundan sonraki ömrümü ömrünüze eklemek isterim ki daha çok hizmet edip dünya düzeninde söz sahibi olabilmeniz için...

Allah yolumuzu açık etsin ve başımızdan eksik etmesin.

Benim güzel Başbakanım.

Yüreğimin sesini size aşağıdaki dizelerimle iletiyorum:

Duygularım kabardı patlayacağım,
Kabıma sığmıyorum çatlayacağım,
Öyle anlar oluyor ki,
Dünyayı tek elle kaldıracağım.

Bu vesileyle doğum gününüzü kutluyor, saygılarımı sunuyorum. Allah'a emanet olunuz.

CUMALİ TEKİN...


'Ohaaa' oldum yanee!.. Kusura bakmayın ama bu mektubu kaçıranlara mutlaka göstermeliydim. Hatta baş köşeye koyarak ölümsüzleştirmeliydim. Eh be Cumali, çok yalaka gördüm ama senin gibi işbilenini, pazarlama okumuşunu az gördüm. Ve sen bir öğretmensin değil mi? Ben asıl senin yetiştirdiğin talihsiz öğrencileri görmek dinlemek isterdim. Hele yeni kaptığın iş nedeniyle her ne haltın müşaviri olacaksan, aldığın sorumlulukların üstesinden gelirken ne manzumeler düzeceksin onları duymak isterdim. En azından seninle tanışıp şu işin inceliklerini öğrenmek isterdim.

Hep istedim ama bir türlü yapamadım. Yapsaydım adam mı yoksa komik bir dangalak mı olurdum tahmin etmek güç. Ama kahramanımız yalakamız ettiği bu veciz sözlerin ödülünü fazlasıyla almış. Başbakanımızın etrafında bu türden insan bolca olsa gerek. Acaba diyorum, ben de birkaç laf etsem beni de duyar mı? Duyarda beni Resmi gazete editörü yapar mı? Hiç olmazsa köprü zammını geri alır mı? Durun bir deneyeyim;

Dağdan taştan yuvarlandım
Tutunacak bir dal aradım bulamadım
Gide gide vardım bir er meydanına
Aradım taradım doğanımdan kocamanını göramadım..


Olmadı işte gene beceremedim. Ağız tadıyla bir yalaka bile olamadım!..

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

 PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım


BİRLİKTE YAŞAM

Daha doğalı 3 gün olmuştu. Masmavi sularda kardeşleri ile birlikte özgürce yüzüyorlardı. Ne güzeldi oyunlar oynamak, yüzmek, eğlenmek. Ne güzeldi yaşamak. Ama bir gün tam da kardeşleri ile neşeli neşeli bir şeyler yeyip dolaşırlarken kendisine benzer bir canlının kardeşlerini bir bir yutmaya başladığını gördü. Zorlukla ondan kendisini kurtarabildi ve bir algin yeşil kolları arasına saklanarak kurtuldu. Oysa kendisi de kendinden daha küçük kurtçukları, larvaları, kabukluları yemiyor muydu. "Yaşamak buymuş" diye düşündü. "Avcı olmak da var, av olmakta, yaşamın itici gücü bu. Doğal seçilimin hareket noktası bu olmalı…". Felsefe ve evrim konularında kafa yormaya bayılıyordu. Bununla birlikte içinde bastıramadığı ilkel bir hırs taşıyordu. Hangi tarafı kazanacaktı asla emin olamıyordu. Kendini sık sık diğer kardeşlerine karşı sınıyor ve kendisini oldukça akıllı buluyordu. Yaşadığı alanda ne kadar çok kardeşi vardı.

Bir gün kardeşleri ile mavi derinliklerde amaçsız amaçsız dolaşıyorlardı ki, karşıdan büyük bir balığın hızla üzerlerine doğru yüzdüğünü gördü. "Kaçın, kaçın" diye bağırdı ve yüzgece kuvvet hızla yüzmeye başladı. Ne garipti ki kardeşleri dört bir yana dağılmışken, büyük balık hızla kendi üzerine doğru yüzüyordu. Küçücük yüzgeçleri yorulmuştu ama ortada yaşamı vardı hızla yüzmeye devam ediyordu. Büyük balık tam bir yüzücü ustasıydı, kısa zamanda aradaki uzaklığı neredeyse kapatmıştı. Kocaman yapraklı aglerin içine daldı ama alglerin parşömen gibi yaprakları, artık büyümüş olan bedenini gizleyemiyordu. Daha da hızla yüzmeye çabalıyordu ancak büyük balığın solungaçlarının açılış kapanış sesini duyuyordu artık. Tüm yaşamı boyunca bir kez bile temiz kan gelmemiş iki odacıklı yüreği durmak üzereydi. Birden büyük balığın ağzının yosun ve et kokan kokusunu hissetti. "Yolun sonuna geldim" diye düşündü "Hoşcakal yaşam, hoşcakal mavi derinlikler". Birden kuyruk yüzgecinin dibine kadar gelmiş ve ağzını yutmak üzere olan büyük balığın birden bire peşinden gelmediğini fark etti. Zorlukla görebildiği arka kısmına doğru daha dikkatlice baktı, büyük balık yoktu. Kurtuldum diye düşündü. Kuyruk kısmına bakarak yüzerken ön kısma bakmayı unutmuştu, birden gri renkli, kaygan, kocaman bir kütleye çarptı. "Yavaş, yavaş !!!" diye gürleyen bir sesle irkildi. Dikkatlice baktı, çok büyük olan bu gri renkli canlı kendi gibi konuşuyordu ama vücudu, yüzgeçleri çok farklıydı. Ağzı kocamandı, çok büyük ve sivri dişleri vardı. "Sen de kimsin ?" dedi devasa büyüklükteki balık. Minicik ağzından zorlukla döküldü sözcükler. "Ben ben.. Nur, ailesindenim. Pek.. pek.. peki siz kimsiniz ?". "Hah !ha! ha!" diye güldü bu büyük kütle, nerdeyse küçücük duyma organları patlayacaktı "Bana köpek balığı derler. Unvanımız sizin oralara ulaşmamış demek, ya da sen daha küçüksün ve beni tanımıyorsun. Bir bakayım, geç bakayım karşıma" diye gürledi. "Peki efendim". Korku ile yüzdü uç kısma doğru. "Tamam, gördüm seni, pekte küçükmüşsün" dedi. "Söyle bakayım, niçin böyle telaşlı telaşlı yüzüyordun, beni görmeyip te çarpacak kadar kaçtığın neydi ?" "Büyük bir balıktı sayın köpek balığı, beni yakalasaydı yiyecekti. Ben atlattığımı sanıyordum ancak yanılmışım, anlıyorum ki sizi görünce yüzgeçleri yağlamış" dedi. Sağır edecek bir gürültüyle güldü köpek balığı. "Öyledir, bu alemde benimle boy ölçüşebilecek bir balık daha yoktur. Gerçi balinalar ve yunuslar vardır biraz çekinti yaptığım. Bu ara küçük bir biyoloji dersi vereyim. Onlar memelidir, bizler gibi balık değildirler. Sonradan denizlerde yaşamaya uyum göstermişlerdir". "Anladım efendim" dedi küçük balık. Aklına birdenbire bir fikir geldi. Bu alemin en güçlü balığı ile gezmek onu tehlikelerden koruyabilirdi ama izin verir miydi ona. "Umarım izin verir" diye düşündü "En iyisi bir sorayım". "Sayın köpek balığı sizin yanınızda dolaşmama izin verir misin, inanın sizi hiç rahatsız etmem ?" Gürleyerek güldü köpek balığı ve devam etti. "Bu günün ikinci biyoloji dersi sana. Biz köpek balıklarının çevresinde yüzen, bu şekilde korunan ve artıklarımızdan beslenen balıklar vardır. Bu tür birlikteliğe denizlerin bittiği yerde yaşayan insanoğulları "kommensalizm" demektedirler. Ancak benim çevremde bu tür beslenen balık kalmadı, çünkü yaşlandım" dedi. "Bu tür bir isteğe sıcak bakmadığımı da eklemek isterim. Ayrıca sen türünün özelliği gereği bu tür bir birliktliğe uygun değilsin. Benim iskeletim kıkırdaktan olduğundan ve yüzme keselerim olmadığından ben sürekli yüzmek ve bütün bunları sağlamak içinde beslenmek zorundayım. Oysa sen bir kemikli balıksın, ayrıca hızlı yüzemediğin gibi, bu tür bir yaşamın gereklerini de karşılamayabilirsin". "Olsun" dedi küçük balık "Yaşlandım diyen sensin, yavaş hareket etmektesin ve nasılsa çevrende balıkta kalmamış, hadi izin ver bana, ha olur mu, lütfen". "Peki" dedi köpek balığı, "eğer istiyorsan benim için fark etmez".

Günler yaşlı köpek balığı ile ona ayak uydurmaya çalışan küçük balığın garip birlikteliğine tanıklık ediyordu. Köpek balığı için bu birliktelik pek bir anlam taşımasa da, küçük balık çok karlı çıkmıştı. Köpek balığının hemen yakınında yüzdüğünden, hiçbir başka canlı ona değil yanaşmak, karşıdan sataşmıyordu bile. Üstelik o kadar çok artık yiyecek bulabiliyordu ki, küçücük vücudu şişkinleşmiş, hatta yağ depolamaya başlamıştı bile. Sadece yaşlı köpek balığının hızına yetişmek yetiyordu, zaten köpek balığının hızı da gittikçe azalıyordu. Bir gün iyi bir beslenme seansından sonra köpek balığı hafif şekerleme konumuna geçmişti. Büyük yosunların arasından bir sesin kendisini ismiyle çağırdığını duydu. Ses kardeşlerinden Lütfiye'nin sesine benziyordu. Sessizce dinledi emin olmak için, emin olduktan sonrada koruyucusu köpek balığının dikkatini çekmeyecek şekilde hafifçe yüzdü kardeşine doğru. Önce sarıldılar, öpüşüp koklaştılar. "Pek kalamayacağım" dedi Lütfiye. "Bak Nur" diye devam etti. "Bak sevgili kardeşim, görüyorum ki rahatın çok iyi, benim neredeyse iki katım olmuşsun. Şu an yaşadığın güzel gibi gözükse de, geleceği asla olmayan parlak bir yol." Sen öyle zannet" dedi Nur. "Kıskandığınız biliyorum, benim yerimde olmayı hanginiz istemez, söyle bakalım" dedi. "Ben istemem" dedi Lütfiye. "Ben kendi yeteneklerimle elde ettiklerimi isterim. Hem de şu kadarını söyleyeyim, günler geçtikçe besin bulma ve avlanma gücünü kaybedeceksin. Yosunlar ve kayalıklar içinde gizlenme yeteneğin azalmakla kalmayacak, azalan hareketlerinle şişmanlamaya devam edeceksin. Kardeşlerin olarak senin için üzülüyoruz. Geleceğin bu günkü gibi çok mutlu olmayabilir, gel kaçalım sonra mutsuz olacaksın" dedi. "Hayır, asla!!" dedi Nur. "Kıskançlığınızdan uyduruyorsunuz bütün bunları. Ben ne kadar mutlu ve güvendeyim tahmin bile edemezsin. Ben bırakayım da sen geç yerime öylemi" dedi. Lütfiye üzgün bir yüz ifadesiyle geldiği yosunlar arasında sessizce kayboldu gitti.

Birlikte yaşamaya başladıklarının beşinci ayı tamamlanıyordu. Deniz suyundaki soğumaya bakılırsa kış mevsiminin ortasında yaşıyor olmalıydılar. Köpek balığı soğumayla birlikte daha da halsiz düşmüş, bu nedenle de eskisi kadar beslenemiyordu. Günler geçtikçe daha zayıflıyor, zayıfladıkça da güşsüzleşiyordu. Bu kötü gidiş küçük balığın korunmasını olmasa bile beslenmesini etkilemişti. Bir gün o koca beden suyun içinde düzgün olmayan bir biçimde dibe doğru hareket etmeye başladı. "Hey koca dostum !" diye bağırdı Nur. Ses gelmedi. Biraz daha yaklaştı, bedene dokundu. "Hey dostum, dostum !!!" yine hiçbir ses gelmiyordu. Hemen yüzerek başının çevresine yaklaştı, gözlerine baktı. O yabanıl, alevler saçan gözlerden hiçbir eser kalmamıştı. Göz yuvarlağının içinde feri sönmüş, anlamsız, donuk bir görüntü vardı. Köpek balığının ölmüş olduğunu anladı. Buz gibi bir şeyler duyumsadı içerisinde, gözlerinden yaşlar döküldü. Dibe doğru kontrolsüz bir biçimde savrulan koruyucusu köpek balığına son bir kez baktı. Çok üzgün bir biçimde, yavaşça yüzmeye başladı. O anda kendinden büyük bir balığın hızla üzerine doğru yüzdüğünü fark etti. O güne kadar pek tanık olmadığı bir olaydı. Çünkü köpek balığı ile gezerken hiçbir kimse ona yaklaşamıyordu. "Şu yaşam ne garip" diye düşündü "daha 1-2 dakika geçmişti". Bu süre öncesi ortalıkta gözükmeyen bu canavarlar birden ortaya çıkıvermişlerdi. "Kaçmalıyım" diye düşündü. Hemen dibe doğru yüzdü ve saklanacak bir yer aradı. Kocaman ve yavaş bedeni gizleyeceği o kadar az yer vardı ki. Kardeşi Lütfiye'nin yalvaran sevimli yüzü aklına geldi. Son gördüğü ise onu kovalayan balığın kanlanmış dişleriydi.

Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay


Gülbahar...

Şimdi bir akşam üstü nasılda geldin aklıma,
yıllar hayallerini kapamışken takvimin yırtılan yapraklarıyla.
O kara gözlerin ilk karşılaştığımız gün gibi, nasıl durur havada,
öyle merakla bakar gözlerime.
Dilin ilk gün gibi "memnun oldum tanıştığıma" der mi? O gün gibi ürkek...
Kanatların vardı, minicik bedeninde.
Kimseler göremezdi yüreğinden kanatlanan fazladan kollarını.
Ben gördüm de, şimdi ne fayda... Uçup gitmene engel olamadıktan sonra.
Hayat nasıl da kazık atmıştı... Henüz on yaşında.
Tepe taklak olmadan yetişemedim sana.
Alınmadın...
Bilirdin, benim de küçük bedenimle dağları delip, senden kaçanı geri alamayacağımı.
Oysa istemez miydim, tutup kollarından "nereye kaçıyorsun, korkak" demeyi...
Önünde af diletmeyi.
Bir başına bir baba, iki minik kardeşti sana miras.
Bilirdim, minik kolların yetişirdi annenden arta kalan mirasa.
Zorlanırda, direnirdin.
Bakkaldan aldığımız bir paket şehriyeli tavuk çorbası,
bir paket makarnaydı birlikte hazırladığımız.
Sen, ben kardeşini oyalarken nasılda taşırmıştın çorbayı.
Nasılda korkak yemişlerdi kardeşlerin "tadı kötü mü acaba" diye geçirirken akıllarından. Şimdi nerdesin bilmek istesem de, bilemem ki...
Hayatımda çok kişiden ayrıldım, babamın her tayini çıkışında.
Hiç biri sen gibi acımadı. Zaten her seferinde giden bendim, "kalanlar iyi" derdim.
Bir iki mektup yazar sorardım hasretlerini.
Oysa bu kez giden sendin, haber bile veremeden.
Bir sene sonra gittiğin diyara yolu düştüğünde babamın "Gördüm..İyi" demişti de yüreğime su serperek, ürkek sevincim kalmıştı kursağımda.
Ne bir mektuptu gönderebildiğim, ne telefondaki hasretli sesim.
Bir tek selamın vardı sana, gittiğinden habersiz babamın içinden gelip söylediği.
Sonra... Biliyorsun ya sende; ne bir haber, ne bir selam.
Uzun bir süre nasılda baktım okuldaki sıramızın, yanımdaki boşluğuna.
Herkes oturmak istedi de, oturtmadım hayalinin üstüne.
Belki çocukça bir temenniydi karşı koyan isyanım... Gelip oturabilecekmişsin gibi.
Annen gittiğinde çok şaşırmıştım... Nasıl da kızmıştım, içten içe annene...
Nasıl olurda üç çocuğunu bırakıp hayatın zalim kollarına giderdi?
Aklım almadı... Biliyor musun?
Büyüdüm, hala da aklım ermiyor annenin gidişine.
Nasıl olurda, bir anne terk ederdi çocuklarını?
Kaçmak en kolayıydı.
Durup savaşmak zor gelemezdi, gelmemeliydi bir anneye.
Oysa, o en kolayını nasılda çabuk kabullenmişti.
Şimdi yıllar sonra aklıma düşmüşken, kalbimde bıraktığın izin nasıl da sızlatır kalbimi.
Belki bilmezsin bendeki yerini.
Fırsat vermediler ki göstermeme.
Çok kısa sürse de, en uzun dostluklarım kadar manalıdır kalbimde yerin...
En büyük kayıplarım kadar acı.
Belki de, ilk kez senle acımıştım.
Üzerini yıllarla örttüğüm, zaman zaman şimdi olduğu gibi kaşıyıp kanattığım.
Şimdi sen uzak, bilmediğim ellerde... Bilirim büyümüş bedenin yeni bedenler büyütür. "Acaba mutlu mudur?" diye düşünerek, iyi temennilerle hatırladığım sen,
beni düşünmüyor olsan bile, mutlu olduğunu düşlediğim hayallerinle süslüyorum anılarını.
Kenarları ismin gibi gonca gülle taçlanmış, içine bahardan kalan esintiler eklediğim...
Şimdi sen, yeniden yeşerecek umutlar kadar baharlı,
bir daha asla üzülmeyecekmiş gibi ağlamaklı ol.
Ben; uzaklardan, baharda açmış çiçeklerine kelebekler göndereyim, yüreğine konsun diye. Sakın kovma, sakla sevgiyle.

Bir ilk bahar günü tanıştığım neşeyle,
Bir son bahar hüznüyle giden sen.
Taç yapraklarından düşen yaprakların solmasın.
Her ilkbahar saklasın tomurcuklarını koynunda,
Son baharlara inat...


Gülcan Talay

Yukarı

 Kahveci : Mesih Eroğlu


İDEAL EŞ VAR MI?

İnsanın idealindeki eşi bulması kolay olmuyor. Bunun çeşitli sebepleri var...Bence en önemli sebebi, bu, hem birbiriyle çok yakın bağlantısı olan hem de bir açıdan ayrı niteliği olan iki şeyin kesişme noktası olduğu için çok hassas ve yanlış yapmaya müsait bir konu...Çoğu insan bu iki şeyi birbirine karıştırıp her birini ait olduğu yere doğru olarak koymasını becerememekte ve mutsuz olmaktadır...

Nedir o iki ayrı şey?

Birincisi;insanın, ömür boyu bir hayatı paylaşmayı düşündüğü beyaz atlı prensini (erkekler açısından gönlünün sultanını) bulması, bunu bulmak için gösterdiği çaba; bunu bulamamanın getirdiği yalnızlık ve psikolojik huzursuzluk durumudur...

İkincisi; yemek,içmek,uyumak...gibi bir biyolojik ihtiyaç olan paylaşım/aktivite sebebiyle bazı insanların, özellikle de erkeklerin içine düştüğü çıkmazdır...

İşte, çoğu zaman, yine özellikle erkekler, bu biyolojik ihtiyaçtan doğan ihtiyaçlarını yanlış algılayıp, aslında bunu bir an önce doyurmanın dürtüsüyle, ömür boyu hayatlarını paylaşacakları insanı bulma ve bunun için çabalama noktasında yanlış yapmaktadırlar. Daha açık konuşacak olursak, aslında aranan, biyolojik bazı ihtiyaçların kendisiyle giderilebileceği birisidir;yaşanan huzursuzluk da, bu biyolojik ihtiyacın doyurulamamasının verdiği huzursuzluktur...Fakat bu, kişi tarafından doğru algılanamadığı için, karşısına çıkan insanı, ömür boyu hayatı paylaşacağı insan olarak kabul etme yoluna gitmekte ve bu konuda sağlıklı kararlar alamamaktadır... Bunu kanıtlamak çok basit: Birbirini deliler gibi sevdiğini söyleyen, kavuşmak için her türlü yola başvurup çılgınlıklar yapan insanların, bir müddet sonra (buna biyolojik ihtiyacın doyurulmamasının verdiği sarhoşluk geçtikten sonra da denilebilir) yanlış seçim yaptıklarını düşünmeye başlamaları, boşanmak istemeleri ve hatta (sevgi anlamında) birbirlerinin yüzüne dahi bakmak istememeleridir.

Elbette ki, insanlar arasında aşk ve sevgi diye bir şeyin olmadığını, her şeyi aslında cinsellik üzerine kurulu olduğunu söylemek istemiyorum...İşaret etmek istediğim, bu iki şeyin kesiştiği ve çoğu insanın da karşısına çıkan insana aşık mı olduğunun, onu ömür boyu hayatı paylaşabileceği insan olarak mı gördüğünün; yoksa biyolojik malum ihtiyacı gidermek, psikolojik ve biyolojik olarak rahatlamak mı istediğinin tam farkında olamadığıdır.   Herkesin medeni-sosyal durumu/statüsü ve dünya görüşü ayrı ve farklı olabilir...Fakat bence, bir insan bu konuyu ne kadar doğal bir şey olarak algılarsa ve bunu kendi kafasında çözmüş olursa, daha doğrusu insan tanıma şansına sahip olursa, hayatını paylaşacağı insanı seçme konusunda o kadar doğru kararlar verebilir ve daha iyi bir seçim yapabilir...

Benim bugüne kadar gözlemlerim ve deneyimlerim bana bunu gösterdi...Yani, evlendikten sonra mutlu olmayan insanlar, daha önce insan tanıma fırsatı olmayan ve karşısına ilk çıkana yıldırım aşkıyla tutulduğunu zannedenler oluyor...

Tabii ki, bir çok konuda olduğu gibi, bu konuda da erkekle kadının konumu farklıdır; erkeklerin daha fazla insan tanıma imkanı var...Ayrıca; yine çok önemli bir konu da sosyal statüdür...

İnsanın idealindeki eşi bulmakta karşılaştığı zorlukların biri de, işin doğasıyla ilgili...Çünkü, her şeyden önce, her insan tek başına gizemli bir dünyadır. Bireyler (ya da bireylerden biri), çeşitli sebeplerle topluma karşı bazen maske takmak zorunda kalıyorlar. Evlendikten sonra, maske düşünce insanların gerçek yüzü ortaya çıkmış oluyor.Fakat bazen iş işten geçmiş oluyor ve geriye dönüş mümkün olmayabiliyor.

Çoğu insan yine tabii olarak bu konuda kendi kişisel deneyimlerinden söz eder. Fakat bence, evlilikte, diğer olmazsa olmaz şeylerle birlikte, en önemli şey "saygı"dır; karşıdakini anlamaktır. Bunun en açık kanıtı, birbirleri için yanıp tutuşan, evlenmek için bazen intihar teşebbüsüne kadar varan çılgınlıklarda bulunan bazı insanların, bir müddet sonra, bazen birbirlerinin canına kıyacak kadar nefret etmeleri veya en iyi ihtimalle, boşanmak için kendilerini mahkeme kapılarında bulmalarıdır. Demek ki, evliliğin devamı için zamanla geçmeyecek şeylere ihtiyaç var.

Ayrıca;kendi adıma, uğruna ölünecek kadın filan olduğunu da düşünmüyorum… Daha doğrusu, böyle bir kadın olduğuna inanmıyorum. Ne, uğruna ölünecek bir kadın vardır ve ne de uğruna ölünecek bir erkek vardır! Hiç kimsenin bana, uğrunda ölünecek bir erkek olarak yaklaşmasını da istemiyorum.

...Peki, uğruna ölünecek "insan" yok mudur?...Vardır tabii ki...Bir insanla, yeterli bir zaman dilimini beraber geçirirsiniz; iyi günde kötü günde, hastalıkta, sağlıkta, varlıkta yoklukta birlikte olursunuz. Ve sonra dersiniz ki, işte bu insan, uğrunda ölmeye değer!...Bu bir arkadaş da olabilir, bir dost da olabilir, bir sevgili de olabilir, bir eş de olabilir, hiç fark etmez! Ben bunu bilir, bunu söylerim.

İnsanın idealindeki eşi bulmasını engelleyen diğer önemli bir faktör de bizim geleneklerimiz ve kültürel dokumuzla alakalı... Nedense biz evliliği, "hayatı paylaşmak için bir ortaklık"tan ziyade, "bir kısmet işi" olarak görmeye meyilliyiz...Hatta halk arasında yaygın bir inanış var: Nikah, gökte kıyılmadan yerde kıyılmaz, diye...

Bunun yanlış olduğu şuradan belli ki, böyle olsa, "yanlış seçim" sonucu evlenip dünyası cehenneme dönen erkek veya kadının bu durumunu izah etmeye imkan kalmaz...Yahut, çeşitli gayr-i ahlaki ve gayr-i insani evliliklerin de böyle olduğunu kabul etmek gerekir...

Söylediklerim, evliliğin kutsallığını yok saymak anlamına gelmez elbette ki; ancak, evliliğe metafizik bir anlam yüklemenin doğru olmadığını, bir çok insanın yanlış seçim yapmasına zemin hazırlayıp onun -belki- ömür boyu mutsuz ettiğini vurgulamak istiyorum...Evliliğe, iki kişinin hayatı paylaşmak için yaptıkları bir ortaklık olarak bakmanın ve gerektiğinde bu ortaklığı sona erdirmeyi rahatlıkla göze almanın daha doğru olduğunu düşünüyorum...

Bir de şunu unutmamak lazım: İnsan, hayatının bir döneminde, o andaki şartlar ortam ve karşıdakinin çizdiği profile bakarak, birisinin, kendisi için ideal bir eş olduğunu düşünüp, onunla hayatını birleştirmeye karar verebilir ve sonradan bunun yanlış bir seçim olduğunu anlamış olabilir... Hiç birimiz, peygamber değiliz ve bize gökten vahiy de gelmiyor...Etten ve yaratılmış insanlarız... Karşıdakinin bizim için ideal bir eş olmadığı, zaman içinde ortaya çıkınca, kendimizi suçlayıp, hayal kırıklığına uğrayıp dünyaya ve hayata küsmenin de bir anlamı yok... "...O an için böyle düşünüyordum ama yanılmışım" diye meseleye bakmak lazım...Ve bu yeni duruma göre yeni bir hareket tarzı belirlemek lazım...

Sonuç olarak ideal eş; insanı tamamlayabilecek, ona bir takım "katkılar"da bulunabilecek; okuyan, düşünen, fikir üreten, yorumlayan, eleştiren, yazan...bir insan olmalıdır...

Bence ideal eş; kendisini ilk defa tanıyormuşum ve karşılaşmışım gibi, sürekli kendisini yenilemeli...Onu görmek, onunla konuşmak ve birlikte olmak için -liseli aşıklar gibi- heyecan duymalıyım...

Oturup, kendisiyle hayata ve insana dair problemleri paylaşmalı, tartışmalı ve yorumlayabilmeliyim... Onun yokluğunda, karşılaştığım bir olay hakkında, "...acaba, eşim bunu nasıl yorumlayacak?!" diye merak etmeliyim...Sabırsızlık duymalıyım...Bir an önce kendimi eve atmak için, bazı işlerimi ertelemeliyim...

Gözüm, onun dışında kimseyi görmemeli; onun dışında kimseye kadın olarak bakmamalıyım...Beni bu kadar büyülemeli ve kendine aşık etmeli...

Birlikte bir topluluğa girdiğimizde veya O yalnız gittiğinde, "...acaba yanlış bir şey yapar mı?" korkusunu asla taşımamalıyım...Her zaman doğru ve makul davranacağından emin olmalıyım...Başımı öne eğmeme sebep olacak bir söz ve davranışta bulunmayacağından da... Her zaman her yerde, "...bu benim eşim..." diye gururla insanlara tanıtabilmeli ve yanımda gezdirebilmeliyim...

...Peki, bu çok şey istemek mi?

Asla!...

Başlangıçta Leyla ile Mecnun aşkı yaşadıklarını sanıp kısa bir müddet sonra "ayrı dünyaların insanı" olduklarını düşünmeye başlayanlar, işte bu şekilde sürekli kendilerini yenilemeyen, heyecan duymayan insanlardır...(Bunun tek taraflı olması da söz konusudur...Yani taraflardan birinin böyle olması durumu...) Böyle olunca da, her kes, yanında olduğunda heyecan duyacağı, onunla bir şeyler paylaşacağı, ona dokunduğunda mutlu olacağı yeni bir insan aramaya başlıyor...Ve malum sonuçlar ortaya çıkıyor...

...İdeal eş var mı? Bundan en küçük bir kuşkum yok; bütün mesele onu arayıp bulmak!

Mesih Eroğlu

Yukarı

Ayşenur Güven

 Noktasız : Ayşenur Güven


   Yaz Kitapları

Hayırlısıyla bir yaza daha girdik. Havanın buram buram tatil koktuğu zaman diliminden bahsediyorum. Siz hiç bir yere gitmeyecek, bütün yazı çalışarak da geçirecek olsanız, şu aralar elle tutulur gözle görülür bir "tatil" kavramı, etrafınızda arsız arsız gezinip, sizi heveslendiriyor, biliyorum. Biliyorum çünkü ben de aynen bunu yaşıyorum.

Bu durumda ister istemez bir tembellik çökmüştür üzerinize. Üstelik böylesi bir tembelliği her hücrenizde hissetmenizin sebebi başkalarıdır. Bütün suç onlardadır. Etrafınızdaki yüzlerde boş bakışlar görürsünüz. Huzur dolu boş bakışlar. "Ben tatildeyim" diyen bakışlar. Gülümseyen yüz sayısında belirli bir artış söz konusudur. Sorunlar bitmiş midir? Elbette bitmemiştir. Sadece çözüm tarihleri ileriye alınmıştır. Sorunlar, çözümleri ve çözümsüzlükleri, soğuk ve sevimsiz zaman dilimleriyle daha uyumludur. Bedenlerin iki yanında umursamazlıkla, öylecene bırakılıverilmiş kollarla karşılaşırsınız. Normalden beş ila on santim daha uzun görünen kollardır bunlar. Yürürken sürüklenir mi bu ayaklar, yoksa size mi öyle gelir, bir türlü karar veremezsiniz. Ama kabul edin ki sandaletlerle yürümek zor iştir, kabiliyet ister. Çıplak ayakların topuklarında şakırtılar duyarsınız. "Ben tatildeyim, sen çalışıyorsun" diyen şımarık şakırtılar.

Vitesi boşa alıp yokuş aşağı bırakmak kendini... akışına zamanın... güneş nasıl olsa parlıyor. Yorulmak istemiyor bu bedenler, hatta bu zihinler bile meşgul tutulmaktan pek hoşnut görünmüyor. Offf sorun çıkarmasınlar ne olur, hiç çözesi yok kimselerin. Mantık pılısını pırtısını toplayıp çekip gitmek istiyor. Düşünmek zor, çok zor geliyor.

Herşey nasıl da farklı... Radyoda çalan müzikler, "hadi kalk oyna" kıvamında, sohbetler hepten havadan sudan. Yediklerimiz... yağmur altında bile şemsiyesini açıp inatla mangalını yakan komşum... içtiklerimiz, giydiklerimiz, yarı çıplak gezdiklerimiz ve hatta okuduklarımız... farklı, çok farklı...

Yaza girerken kitapçım tezgahlarını acele tarfından değiştirip, üç kitap alana bir plaj çantası hediye etmeye başladı. Teftişimi yaptım ve gördüm ki, koca bir tezgah siyah kapak üzerine sarı harflerle yazılmış başlıklarıyla polisiyelere ayrılmış. İkinci sırada sabun köpüğü misali okurken unutacağınız aşk hikayeleri yer alıyor. Varsın aşk hikayesi olsun. Güneşte bunalırken içinizi esas bulandıranın okuduklarınız olduğunu kavrıyamıyacaksınız nasıl olsa.

Yaz kitapları... kullanılışına göre çeşitlere ayrılırlar...

Güneşlenirken boş durmamak amacıyla taşınılmış kitaplar...
Bu kalınlığına bakılarak ve harflerinin büyüklüğü yakından incelenilerek çantaya son dakika atılmış kitaptır. Çok kalın olmamalıdır. Ama ince olan da makbul değildir. Nitekim havluya sarıldığında alışık olduğunuz kalınlıktaki yastığı elde etmenizi sağlıyacaktır. Sayfalarının kıvrılmalarına, aralarına kum dolmasına üzülmiyeceğiniz, ıslak ellerle dokunmaya çekinmeyeceğiniz, üzerinde derin bir uykuya dalacağınız, bazı sayfalarında kreminizden dekoratif yuvarlaklar bırakacağınız, büyük bir ihtimalle otelde yada plajda unutacağınız, başka bir ihtimalle havuza düşecek, denize uçacak kitaptan bahsediyorum. Yaz sonunda adını zorlukla hatırlayacağınız, elinizde hoş durup zihninizi boş tutan kitaptır bu.

Siz hiç güneş altında parıl parıl parlayan sayfaları okumaya kalktınız mı? Güneş gözlüğüyle bile okusanız çok büyük tecrübe ister. Hem siz bütün vücudunuzu yakmak ve eşit olarak yakmak niyetindesiniz. Güneş ışınlarının düşüş açısının bütün gün boyunca değişeceğini de hesaba alarak, plajın en uygun noktasına havlunuzu serip, bir gece evvelden kendi başınıza rezervasyonunuzu yapmışsınızdır. Bütün gün kavrulmak amacıyla gelip şezlongunuza ve gece boyunca kimbilir kimlerin üzerinde neler yaptığını iyisi mi düşünmemeniz gereken havlunuzun üzerine yayılıp, kitabınızı elinize aldığınızda acı gerçekle burun buruna kalırsınız. Karnınıza kitabınızın gölgesi düşmektedir. Bu durumda önce sırtınızı yakmaya karar verirsiniz.Üstelik kafanızın sayfalara düşen gölgesinde okumak gözlerinizi de yormayacaktır. Ama kollarınıza dayanarak ve bütün ağırlığınızı kaburgalarınıza vererek, şezlongun aralıklı tahtalarını hiç hesaba katmadan, ne kadar dayanacağınız, antrenlı olup olmamanıza bağlı olarak değişir. Hem siz sürekli sırtınızı yakacak değilsiniz ya, illa ki de ve tabiki de karnınızı da yakmanız gereklidir ve maalesef en zor yanan bölge karın bölgesidir. İşte burada kitabınız yastığa dönüşür. Yada onu yanınızdaki şemsiyenin altından ender olarak çıkıp, fena halde sıkıldığı her halinden belli olan plaj komşunuza verip sevaba girebilirsiniz. Vücüdü güneş ışınlarına dayanamıyor olmalı, baksanıza nasıl da bembeyaz yazık !

Özenle seçilmiş kitaplar...
Bu kitabın sahibi olarak sizin tatil anlayışınız ve ondan beklentileriniz farklıdır. Denizden faydalanır, tabiatın güzelliklerini içinize sindirir, size sunulmuş diğer imkanları canınız istediği oranda tüketir ama genelde gölgede ve sakin bir köşede oturur, kitabınızı okurken serinletici bir içeceği keyifle yudumlarsınız. Eğer yalnız kalmaksa niyetiniz, ki bu tip kitap sahipleri yalnızlığı tercih edenlerdir, hem öyle ya siz buraya çevrenizi genişletmeye, eş dost edinmeye değil kafa dinlemeye geldiniz, bundan daha güzel bir duvar öremezsiniz. Başka bakışlarla karşılaşmamaya özen göstererek, kendinizinkileri kitabınızın sayfalarında kaybederseniz hiç kimseler sizi rahatsız etmeyecektir. Rahatsız etmek isteseler bile o cesareti kendilerinde bulamayacaklardır. Ayın en çok satan kitabını seçenler...

Eğer siz bu çok satan kitabı, birilerinin tavsiyesine uyarak, yazarını sevdiğiniz için, yada kritiğini okuyup merak etiğiniz için almışsanız, "özenle seçilmiş kitaplar" kategorisindeki seyahat sahipleriyle aynı kafadasınızdır... Ama bir de diğerleri vardır. En çok satılan kitabı asla kaçırmayalar. Dikkat edin bakın, O, en göze batan yerde oturmuş, kitabının kapağını herkes tarafından ve her açıdan okunulacak şekilde tutmuştur. "Ben kültürlü bir insanım, olanı biteni yakından takip ederim, herşeyden haberim vardır, ben in'im" mesajını vermekte, elindeki kitabı tutarken kendisine bakan var mı yok mu diye etrafını kollamakta ve tabi ki komik olduğunun farkına bile varamamaktadır. Ancaaak, çevredeki diğer "in"lerle tanışma imkanına da bu şekide ulaşır ki, bir "in"i de anlasa anlasa bir diğerinin anlayacağı düşünülürse, bu oldukça olumlu bir neticedir. Amacı elbette kitap okumak değil, insan tanımaktır. "Kendi etiketlerine uygun insan" tanımak.

Hadi, hadi, şurada biz bizeyiz, itiraf edin, canınız sadece "hiç bir şey yapmamanın tadını çıkarmak" istiyor. Ne de tatlıdır değil mi, şöööylecene boylu boyunca uzanmak. Bütün kaslarınızın uzun zamandır ilk defa gevşemesine izin verdiğiniz için, sızım sızım sızladıklarını hissetmek ve bundan inanılmaz zevk almak. Dibinizde oynayan çocukların her nasılsa geri fonda kalıp uzaktan bir uğultuymuş gibi gelen çığlıkları... suya değen vücutların çıkardığı o tatlı melodinin beşiğinde sallanmak. İyot kokusundan baskın çıkan güneş yağlarının kokularını teneffüs etmek. En az bir tanesi hindistan cevizi kokmalıdır, bunun aksi düşünülemez, yoksa buna ne tatil, ne de sahil denilemez !

Ve tam işte burada devreye mazeret kitaplar girer...
İçeriği önemsizdir. Tatil boyunca ilk sayfasının bile sonuna kadar okunulacağının garantisi yoktur. Kalabalık gidilen seyahatlerde yalnız kalmanızı sağlayacak kitaptır o. Tahammülün limite ulaştığı tehlike anında, bir hışım yerinizden kalkar, etrafınızdakilere bu gürültüde kitabınızdan hiç bir şey anlıyamadığınızı haykırır, sinirle havlunuzu ve kitabınızı kapıp sahilde yürümeye başlarsınız. Sinirin dozunu iyi ayarlamanız şarttır. Çok aşırıya kaçırırsanız eşinizin kalbi kırılır, yok fazla kibar kalırsa çocuklardan birinin peşinize takılması kaçınılmazdır. Bu yürüyüşü abartıp plajlar aşıp, kayalıklar tırmanıp, keşfedilmemiş, daha doğrusu arabayla ulaşılmadığı için henüz parsellenmemiş bir koy bulursunuz. Burası sizin "cennet köşeniz"dir. İki taşın arasında usulca saklanmış boş coca-cola kutusundan bu cennet köşesinin el değmemiş olmadığını hemen kavrar, ama anlamamazlıktan gelirsiniz. Burada bağrışan çocuklar, onların ardından haykıran annelerin cırtlak sesleri, denizde atılan kulaçların düzensiz gürültüleri yoktur. İyot kokusuna çam ağaçlarınınki karışmıştır. Bir ağacın altında vücudunuzun şeklini taklit eden bir çukur bulursunuz. Hep vardır. Havlunuzu serer, kitabınızdan yastık yapar, dalların yarı gölgesine uzanırsınız. Tatlı bir rüzgar eser, eser ki yattığınız gölgeyi arada bir aralayıp üzerinize özenle güneş ışınlarını düşürüp, ısıtır hareketsiz bedeninizi. Ve kapatırsınız gözlerinizi. Denizin kayaları okşayışını dinlerken uykuya dalarsınız. Tabiatın kollarında mışıl mışıl...

İyi tatiller hepinize sevgili kahveciler ve pek yakında tiryakisi olacak diğerleri.

Ayşenur Güven
Belçika

Yukarı

 Kahveci : Alper Kutay


Bir Çingene Masalı

Bütün bir mahalle "çingeneler mahallesi" olarak anılırdı, adı çıkmıştı bir kere; şehrin öteki yarısında bile bir olay olsa polis faillerini bu mahallede arar, kimi bulursa toplar, alır götürürdü. Suç onlarla anılır, kötü olan herşey onlara yakıştırılırdı
-Anne çingeneler kötü insanlarmıdır?
-Sakın gitme onların yanına, alır götürürler de dilenci yaparlar seni!
Biz omahalleye komşu bir mahallede otururduk, çarşıya giden yol o mahalleden geçer ve biz yolumuzu iki katı uzatma pahasına ters istikametlerden ulaşırdık gideceğimiz yerlere.

Sonra küçük kaçamaklar yapmaya başlamıştık arkadaşlarla. Çocuktuk, bazen koca mahalle bile küçük gelirdi bize. Kuralları çiğnemek o kadar tatlıydı ki, hele bu kurallar ailelerimizin koyduğu kurallarsa fırsatını bulduğumuzda kimse tutamazdı bizi. Bazen gizlice geçerdik arka mahalleye; her evden, her yapıdan ya bir kemanın iç gıdıklayan sesi, ya da bir darbukanın ritimsel notaları fışkırırdı dışarıya. Ne kadar da neşeliydiler ve ne kadar canayakın...

Acaba annem niye hoşlanmaz bu insanlardan, niçin bizi o saçma masallarla kandırmaya çalışır diye sorgulardım onu kendimce. Arkadaşlarda katılırdı bu fikirlere fakat yinede ürkeliğimize yenik düşüp fazla uğramaktan çekinirdik o mahalleye...

Songül... Bir çingene kızıydı, o ürktüğümüz arka mahallede oturan, incecik tel tel saçları omuzları üzerinde dans eden ve esmer küçük suratıyla içimdeki tüm duyguları kendisinde hapseden.

Amcamın oturduğu beş katlı bir binanın tepesindeki çatı katında tanımıştım Songül'ü. Ailesi, amcamın arkadaşına evlatlık vermişti O'nu. Kısa zamanda arkadaş oluyorduk, mahalledeki tüm arkadaşlarımı terk ediyor, tüm zamanımı O'na ayırmaya başlıyordum. Hep amcamın o tek odalı evinde buluşuyorduk onunla, tüm ısrarlarıma rağmen benimle dışarıya çıkmıyor ve tüm tekliflerimi reddediyordu.
-Parka gidelim mi beraber, bildiğim çok güzel bir park var, hemen yakında...
-Dışarı çıkmak istemiyorum desem küsermisin bana?
-Peki lunaparka gidelim, dondurma ısmarlarım sana!
-Bence şu senin "yap-boz"larını oynasak daha iyi olur...
Bu kaçışlarının sebebini itiraf ettiği gün; "tamam, lunaparka gideceğiz ama şu kumbaramı açarsan" diyerek yanında getirdiği kumbarasını bana uzatıyordu.

Songül toplum tarafından dışlanmış, hor görülmüş bir çingene kızıydı. Meğer insanların kendisini o küçümseyen bakışlarını görmemem için benimle dışarıda dolaşmak istemiyormuş. O gün Songül'ün kumbarasını açıp içindeki paralarla lunaparkın altını üstüne getiriyorduk. En çok da çarpışan otolar hoşumuza gitmiş, bir türlü ayrılmak istememiştik oradan...

Bu Songül'le geçirdiğimiz songün olacaktı. En büyük hatası(!) ertesi gün beni çağırmak için evime gelmiş olması olacaktı. "Bir daha sakın buraya gelme! Arama onu, senin gibi çingenelerle işi yok onun" diye kapanıyordu kapı suratına...

Önceleri amcamın evine uğramamasına ve beni arayıp sormamasına bir anlam verememiştim. Yoksa bıktımı benden, başka arkadaşlar mı buldu diye suşlamıştım onu, fakat gerçeği öğrendiğimde iş işten geçmiş oluyordu.

Her yerde aradım O'nu, ne arka mahalle kaldı, ne de lunapark. Sonra amcamdan öğrendim, bir başka mahalleye taşınmışlar ve ne tuhaftır ki kimse bilmiyordu adresini, ne ailesi ne de amcam...Aslında hepimiz çingenesiydik yaşamın. Hepimiz durmadan bir şeyler ister dirurduk yaşamdan. Sanki biz coşmazmıydık bir darbukanın kıvrak notalarıyla ve onlar gibi bir kırmızı gülle mutlu olup arasıra çalmazmıydık yaşamdan isteyerek alamadıklarımızı? Eğer durmadan birşeyler istemekse, oynak ritimlerde rakkaselik etmekse ve çalıp çırpmaksa çingenelik farkında olmasakta hepimiz çingenesiydik yaşamın.

Hani eski ve bilinen bir efsane vardır, eğer bir çingene haksızlığa uğradığı zaman beddua ederse muhakkak tutarmış! Songül bir çingene kızı da olsa benim çocukluk aşkımdı. Songül'den başka kimseyle el ele tutuşup lunaparka gidememiştim ve kimseye dondurma ısmarlamamış, kimseyi sevmemiştim. Belki de O'nun bedduasıydı bu ve tutmuştu işte: Songül "Son Gül" olmuştu...

Alper Kutay

Yukarı

 Misafir Kahveci : Hatice Eldeniz


İyi Adam kötü Adam

"Kör, ırmağın suyunu açıkça görmezse de testinin ağırlaşmasından onun su olduğunu anlar.Çünkü testi, ırmaktan suyla dolup hafifken ağırlaştı..Önceleri her rüzgar, beni alıp götürürdü, artık gönül cömert suya ulaştı, götüremez.Sefih kimseler, heveslerine mağlup olurlar. Çünkü onların kuvvetlerinin temkîni yoktur.Şerli kimseler lengersiz gemi gibidirler. Zararlı rüzgarlardan tehlikeye düşerler.İnsan, akıl lengeri ile emniyet bulur. Hemen bir akıl lengeri dilen!"( Mevlana)

Biz aslında daima zıtları düşünerek yaşamak zorundayız. Hepimiz gündüzün ne olduğunu çok iyi biliriz, çünkü onun zıttı olan geceyi biliyoruz. Nasıl olmak istemediğimizi biliyoruz, çünkü kendimiz dışında Nasıl olabileceğimiz konusunda bir fikre sahibiz. Hayatımızın sahnesinde farklı zıtlar bir rol oynayarak süslemekte ve renklendirmektedir. Kadın ve erkek, his ve düşünce, korku ve cesaret, durgunluk ve yenilik. Ne kadar çok zıtlarla ilgili tecrübelerimiz varsa o kadar da yaşam hazinemiz zengindir. Lakin dönem dönem tüm bu zıtları bir kenara bırakıp bir bütünlüğü de yaşamak gerekir. Birisini diğeri ile barıştıran ve birleştiren bir noktada durmak gerekir .

Bugüne kadar var olan Zıtların bir birlik olarak yaşamasını yaratmak gerekir. Bunu yaptığımızda, zıtların ötesindeki dünyanın aslında ne denli huzurlu ve rahat olacağının farkına varacağızdır. Gölgede duran taraf aslında isteyerek bakmadığımız içindeki karanlık tarafımızdır. Elbette hepimiz kendimizde güzel olanı, hoş olanı, dürüst olanı farkettigimizde seviniriz. Fakat bunun tersi olursa yani nefret, kin, çekememe, ihanet, aç gözlülük gördüğümüzde kendimizde hemen çar çabuk kapıyı kapatır ve deriz ki " bu ben değilim". Ama hayır oda aslında o da sizsiniz ve kapıyı kapatarak açılmaması için sıkı sıkıya tutmak çare değil. Aksine çok güç ve enerji sarfiyatına yol açmakta. Oysa o gücü ve enerjiyi daha yarayışlı ve geliştirici bir iş için kullanabilir insan. Şu bir gerçektir. O karanlık tarafımızı bilinçli olarak görürde onunda bizim bir parçamız olduğunu kabul edersek, o karanlık tarafımızın o olumsuz ve kötü yanlarının çoğu kaybolacaktır.

Siz bu güne kadar kendisinde kötü bahsedene rastladınız mi? ben rastlamadım. Biz kötülüklerden, olumsuzluklardan bahsederken, daima başkalarını görerek bahsederiz. Biz kendimiz daima çok iyi oluruz. Şimdi bize daima beyazın çok iyi olduğu söyleniyor, gösteriliyor ve siyahın çok kötü ve fena olduğu belirleniyor. Biz tabi daima kendimizde sadece güzeli gördüğümüz için kendimize yakın olanında sadece güzel tarafını görüyoruz. Hiç siyahında aslında iyi ve güzel olabiliecini düşünen oldu mu. Hani eski Türk filimlerinde iyi rolde adam, kötü rolde adam olurdu ya, gerçi halan öyledir. Biz Hiç bir zaman o kötü adamında haklarının olduğunu düsündükmü. Belki de adam davasından haklı, neden hemen onu kötü adam diye damgalıyoruz. Acaba o kötü adamı gördüğümüzde kendi içimizdeki karanlık tarafın farkına mı varıyoruz. Kim bilir. O yanımızın olduğunu bildiğimiz için de karşımızdakine saldırırız. Hani bazen derler ya " başkasını kırmak için söylediklerin aslında seni kıranlardır. Başkasında gördüklerin ise senin içinde olanlardır."

Köşe bucak yapılan açıklamalar, ulu orta verilen demeçler, gizli kapılar ardında yapılan toplantılarda alınan kararlar, aydınların birden bire haydi hurra dercesine bugüne kadar kelimesini ağzına almadığı konuları sayfa sayfa işlemeleri, sınırlar ötesi göz kırpmalar, sevişmeler, flörtler ve tabi ki bunun aksisi tehditler. Sarsılmaz bir düzen, sarsılmaz bir hukuk, sarsılmaz kurallar, güçlü bir dar çizgicilik, ezbere kalıpçılık. Ne enerji tüketilmekte aslında. Bütün çaba ise " bu ben değilim"hastalığını kapattığı odanın kapısını açmamak için. Kapının berisinde iyi adam ötesinde kötü adam.

Siz hangi kıyıdasınız?

Hatice Eldeniz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Şeref Bilgi

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.208 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


BU SUSKUNLUK DA NE?

Yollar kapandı diye mi bu suskunluk
   yoksa hayallerini mi kaybettin yolun ortasında?

Hani kahkahalar atıyordun dün
   ne oldu şimdi?

Yüreğim acıdı şimdi bak
Yıkıldım hatta
Yıkılmışlığına....

Öykü Özü Şen

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Biraz kandırmaca olsada ırkçılık bunların yakınından bile geçmemiş anlaşılan!..

Yukarı

 Kıraathane Panosu


KM 1. YAZ ŞENLİKLERİ ESKİ FOÇA / İZMİR

Eski Foça24 Temmuz 2004 tarihinde Eski Foça'da Kenya Leylek Restaurant'ta planladığımız KM 1. YAZ ŞENLİKLERİ akşam yemeğine bütün KM yazar, yorumcu ve okur dostları davetlidir.

Güzel bir yaz akşamı yemeğine sıcak bir sabah kahvesinin de eklenebileceği bu haftasonu organizasyonunda sizleri de aramızda görmekten mutluluk duyacağız..

Eski Foça İl dışından ve hatta yurt dışından katılacak yazar, yorumcu ve okur dostlarımıza konaklama konusunda yardımcı olabilmek için elimizden geleni yapmaya çalışacağız.
Konaklama ile ilgili kesin rakam ve aşağıda belirtilen ücretin 07 Temmuz tarihine kadar ödenmesi gerekmektedir.

Konaklamasını kendisi ayarlamayı düşünen ya da sadece Akşam Yemeğine katılacak dostlarımızın kesin sayısının da en geç 19 Temmuz 2004 tarihinde ilgili restauranta bildirilmesi gerekmektedir. Katılmayı planlayan dostlarımızın belirtilen tarihlerden önce bizimle iletişime geçmesi ricasıyla...

NOT: Konaklama bedelleri için ödeme havuzu olarak KM Fincan Siparişi sayfasındaki Hesap No'su kullanılacaktır.
Daha ayrıntılı bilgi almak için as.demirel@superonline.com adresinden organizasyonun İzmir ayağı olan Dr. Seda Demirel ile iletişim kurabilirsiniz.

AKŞAM YEMEĞİ:

KENYA LEYLEK RESTAURANT
TEL: 0 232 8126216
Limitsiz yerli içki ve zengin balık sofrası
35 Milyon TL (Pazarlık nakit ödeme üzerinden yapılmıştır)
Yemek saat 20:00 de başlayacaktır

KONAKLAMA:

AMFORA OTEL
Tel: 0 232 8122806
25 Milyon TL oda+kahvaltı

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan


Yeme içme konusunda kendinize sınır koymuyorsunuz. Öğün sayısı dikkatsiz olmanıza rağmen, asla ana öğünleri kaçırmıyorsunuz. Fazla yediğinizi farkedince mutlaka bir diet kola içiyorsunuz. Hafta sonu hem yemeği fazla kaçırıp, ardından da "bu böyle olmaz, hemen rejime başlamalıyım" diyormusunuz? Pazartesi başladığınız rejimi, öğleden sonra bırakıyormusunuz? Siz en iyisi http://www.diyetimiz.com/ kısayolundaki web sayfasına girip tavsiyeleri inceleyin. Ve mutlaka yemek konusunda "HAYIR" demeyi alışkanlık haline getirin.

Bilgisayar, cep telefonu, klima, fotograf makinası, oto müzik sistemleri gibi bir çok ürün için yerinizden bile kalkmadan onlarca mağazayı nasıl dolaşabilirsiniz? Elbette internet yardımıyla. http://www.akakce.com web sitesi istediğiniz ürün hakkında, kısa zaman içerisinde bir tarama yapıp, size fiyatlarıyla birlikte raporluyor.

Nesin Vakfı'nın amacı, eğitim olanaklarından yoksun çocukların, tükettiğinden çok üreten, toplumsal sorumluluğu olan, özgüvenli ve özverili, kendini sürekli geliştiren, kendine ve dünyaya eleştirel gözle bakan, topluma yararlı bireyler olarak yetişmelerini sağlamaktır. http://www.nesinvakfi.org/ kısayolundan web sayfasına ulaşıp, vakıf hakkında detaylı bilgi alabilir ve hatta yardımda bulunabilirsiniz.

Akın

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


WavePad v1.03 [722K] Win98/2k/XP FREE
http://www.nch.com.au/wavepad/wpsetup.exe
Buyrun size ücretsiz bir ses editor programı. mp3 dahil pekçok formattati dosyaları kesip biçip yapıştırıp yepyeni düzenlemeler yapabildiğiniz gibi bazı temel efektleri de uygulayabiliyorsunuz. İlgili herkese tavsiye edilir.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040706.asp
ISSN: 1303-8923
6 Temmuz 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri