KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?






Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Etkinlikleri
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 552

 22 Temmuz 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : A-merika O-ff L-ine!...


Merhabalar,

Dün posta alıcısı olarak çektiğim sıkıntılardan bahsetmiştim. Çabaların boşa gitmesi sonucu Spam'lerle kardeş olmaya karar verdiğimi söylemiştim hatırlarsınız. Ancak bir de madalyonun öbür yüzü var. Ondan bahsetmedim. Ben bir de işin gönderici bacağını oluşturuyorum. Hem de öyle böyle değil. Kahve Molası'nın günlük 4 bin küsur postasının yanısıra postahaneden hergün akan 10-15 bin küsur postanın da sorumluluğunu taşıyorum. Dolayısıyla bunlardan spam kabul edilip geri dönenleri de bağrıma basmak zorunda kalıyorum. Bilinen her türlü önlemi almama, sabıkasız IP adresleri kullanan postahane işletmeme rağmen zaman zaman çıldıracak hale gelebiliyorum. Son örneği de dün yaşadım. Amerika'nın bir ünlü ISP'si var. İsmi AOL. Dial-up denilince akla gelen en büyük servis sağlayıcı. Adamlar bizim DSP gibi maaşallah. Kendi içine kapalı çalışabilmek için her yolu deneyen, dışarıdan gelecek her türlü kötülüğe(?!) önlem almak ve karşı çıkmayı destur kabul eden bir zihniyet. Neyse... İşte bu adamlar yeni uygulamaya koyacakları bir kuralla, dışarıdan gelecek her türlü postayı önce X-Ray cihazına sokmaya karar vermişler. Kendilerince karalisteler oluşturmuşlar. Bunu neye göre yapmışlar bundan haber yok ama anlaşılan o ki bizim sunucu da adamların karalistesinde. Ne yaptıysam aol.com adreslerine posta yollamayı beceremedim. Araştırınca gördüm ki, bu sadece bana has birşey değilmiş. Dünyanın dörtbir tarafında AOL'a karşı bir kampanya yürütülmeye başlanmış. Zira bu X-Ray cihazından geçmek için bir şirkete para ödemeniz gerekecek. Yani parayı bastıran düdüğü çalıp spam'i yollayabilecek. KM aboneleri arasında 8 tane aol.com uzantılı adres var. Bu dostlar eğer beni duyuyorlarsa lütfen bana aol.com'dan farklı bir adres bildirsinler. Aksi takdirde kendilerine ancak posta güvercini yollayabileceğim. Tabi onlarda patriotlar tarafından düşürülmezse. Gördünüz değil mi? Posta deyip geçmemek lazım. Öyle çetrefilli bir birşey ki anlamak için yaşamak gerek.

Lafı bir şekilde şimdi söyleyeceğim konuya getirmeye çalıştım ama beceremedim. En iyisi yekten söylemek. Yarın bu yayın döneminin son sayısını yayınlayacağım. Durun kızmayın açıklayacağım. Biraz kendime vakit ayırmak, etrafı derleyip toparlamak, eksik gediği yerine koymak, büyüyen delikleri daraltmak, KM'ye balyaj ve röfle yapmak (ikisi birden olur herhalde) ve herşeyden önemlisi size ve bana bir nefes alma şansı tanımak için 2 haftalık bir yaz tatiline çıkarıyorum Kahve Molası'nı. 9 Ağustos'ta başlayacak yeni yayın döneminde karşınıza daha zinde çıkmak için elimden geleni ardıma koymayacağım. Büyük ihtimalle aynı lafları yarın da edeceğimden, bugünlük uzatmayıp kısa keseyim. Bunu bir ön haber bülteni olarak değerlendirin. Tatil kullanma talimatını ve ev ödevlerini yarın açıklayacağım. Yarın görüşmek üzere hoşçakalın...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku
Ayfer Arman

 Kahvecigillerden: Ayfer Arman


   KABUS

Elleri terlemeye başlamış dahası bedenini taşıyamaz hale gelmişti. Son bir gayretle sıktı tutunduğu balkon demirlerini. Bir kaç dakika öylece sallandı boşlukta... Birden ihanet etti elleri kendisine gevşedi yavaşça ve düşmeye başladı Meral. Bir çığlık yükseldi boğazından ve düşmeye devam etti... Düştü... Düştü... Düştü...

- Meral uyan.

Silkinerek açtı gözlerini, kan ter içinde kalmıştı yatakta. Şaşkın bir halde yarı uykulu doğruldu yattığı yerden. Annesi baş ucunda kaygı ve heyecanla öylece yüzüne bakıyordu. Demek rüyaydı... Birden yaşadığı gerginlik yerini rahatlama hissine terk etti; gevşedi vücudu gülümsedi annesine.

- Ne oldu anne?
- Uykunda bağırıyordun, ödümü koparttın.
- Kötü bir düş gördüm anne. Merak etme geçti hadi yat artık.
- İyisin değil mi?
- Evet.
- Tamam, Allah rahatlık versin.
- Sana da anne.

Annesi odadan çıktığında kalkıp balkon kapısını araladı Meral. Kapı aralığından içeriye dolan temiz hava rahatlattı onu. Kapıyı açık bırakarak geldi yatağına uzandı. Günlerdir kabuslar görüyor, gecenin bir yarısı kan ter içinde uyanıyordu yatağında. Okan geldi aklına, ne yapıyordu şimdi acaba? En son görüşmelerinin ardından 20 uzun gün geçmişti. O günden bu yana da hiç ses çıkmamıştı Okan’dan. Son konuşmaları canlandı gözlerinin önünde.

- Anlasana Okan hamileyim. Doktor iki aylık olduğunu söyledi.
- Ne yapmamı bekliyorsun Meral?
- Evlenmeliyiz Okan anlamıyor musun?
- Evlenmek mi?
- Evet!..
- Şaşırdın mı sen kızım? Daha talebeyim ben.
- Biliyorum Okan.
- O zaman?
- Karar vermemiş miydik, zaten evlenecektik okul bitiminde.
- Kızım okul sürüyor dahası babamın eline bakıyorum ben hala.
- Çalışırız, ikimizde yarım günlük işler bulabiliriz pekala.
- Güldürme beni Meral!. Alıştığım bir düzen var evlenemem anlasana!..
- Peki ne yapacağız? Ailem kahrolur hamile olduğumu duyarsa.
- Aldırırız olur biter, trajedi haline getirme lütfen.
- Bu kadar basit öyle mi?
- Evet!..
- Bunu yapmak istemiyorum Okan.
- Keyfin bilir o halde ama ben yokum anlıyor musun? İsteyerek oldun benimle çocuk değilsin istediğini yap.

Ve öylece bırakıp Meral’i yürüyüp gitmişti Okan. Sonraki günlerde bir haber çıkmasını beklemişti Meral umutsuzca. Ne aramış nede o günden sonra ortalarda görünmüştü Okan. Bir şeyler yapmalıydı mecburdu buna. Ailesi asla kaldıramazdı bu durumu, geçmişin değerleriyle yaşayan insanlardı anne ve babası. Yüksek sesle söylendi “ Sorumluluğu paylaşmak zorunda buna mecbur” uzandı cep telefonunu aldı. Kararlı hareketlerle Okan’ın numarasını çevirdi, kısa bir beklemenin ardından açıldı karşısındaki telefon.

- Alo.. Karşıdan gelen kadın sesiyle bir an bocaladı Meral sonra yüksek ve sert sayılabilecek bir ses tonuyla konuştu.

- Okan’la görüşebilir miyim?
- Kim arıyor?
- Meral.

Bir sessizlik oldu diğer yanda ve az sonra aynı ses konuştu yeniden.

- Seninle konuşmak istemiyor.
- Anlamadım?
- Anlamayacak bir şey yok tatlım. Aşkım seninle konuşmak istemediğini söyledi.
- Aşkın mı?
- Evet!. Hadi kızım rahat bırak istenmiyorsun anla .

Ve kapandı telefon hattın diğer yanında. Meral öylece kalakaldı telefon elinde... İstem dışı yaşlar süzüldü gözlerinden, kalktı telefonu yatağın üzerine fırlatıp açık balkon kapısından dışarıya çıktı. Balkon demirlerine yaslanıp aşağıya baktı boş gözlerle. Sekizinci kattan bakıldığında ne kadar da uzak görünüyordu aşağısı. Birden hiç ummadığı bir anda karnının içerisinde bir kıpırdanma oldu. Şaşkınlıkla elini karnına attı, oynamıştı evet ilk kez oynamıştı bebeği. Acıyla yumdu gözlerini ve hiç görmediği bebeğinin o minicik ellerinin bir anda sıkıca yapıştığını hissetti balkon demirlerine korkuyla. Bu düşle gerçek arası yaşanan anda birden yaşamının sadece kendisine ait olmadığını kavradı Meral. Bir çocuk için anne ve baba şarttı belki ama öncelikle onu sevip sorumluluğunu alacak insan önemliydi.
Hızla döndü odasını geçip anne ve babasının yattığı odaya yürüdü. Odalarına girip ışığı yaktığında uyudukları uykudan sıyrıldı anne ve babası. Şaşkın gözlerle orada ayakta yüzünde hafif bir gülümsemeyle duran sanki bir anda büyümüşçe sine kendinden emin yüzlerine bakan kızlarına baktılar soran gözlerle. Ve yavaşça konuştu Meral.

- Lütfen kalkın anne konuşmamız gerek. Bu gün yeni bir hayatın başındayım ve fikrinizi almam gerek...

Ayfer Arman

Yukarı

 Kahveci : Oğuzkan Bölükbaşı


DARDAKİ ADAM

Bu başka bir hayatın hikayesidir, ama yaşayanın çok olduğu bir hikaye. Adam, birkaç göbek Ankara'lı bir ailenin doktor oğlu. Ankara'da doğmuş, Ankara'da okumuş, hayat hikayesinin tek kenti Ankara. 1968 kuşağının tüm öğrenci liderleri ile arkadaş, yemeyi, içmeyi, bölüşmeyi, dövüşmeyi ve sevişmeyi onlarla ve onlardan öğrenmiş. Aşk, yaşamının hiçbir noktasında yüreğinde yer almamış, aşkı tanımamış ama kadın denilen karşı cinsi en derin ayrıntılarına kadar tanımış. Ve neredeyse evlenene kadar iki kez aynı kadınla yatağa girmemiş, böyle bir cins adam. Yaş kemale ermeye başladığında ailenin gösterdiği bir kızla da evlenmiş. İlk iki yılda iki çocuk, ve hayat tüm monotonluğu içinde sürüyor, adamımız akşamları eve geliyor çocukları ile meşgul, iyi bir aile babası olma çabası içinde, iyi bir koca olma düşüncesi kafasının, yüreğinin hayat anlayışının hiçbiryerinde yok. "Karını seviyor musun"diye sorduğumda "iyi kadın" cevabını veriyor, "çocuklarımın anası" diyor. "severek mi evlendin" deyince "yoooo"diyor" peki şimdi bu yaşadığın kadını seviyor musun" duraklıyor "yarı yaşımda" deyiveriyor" yarı yaşımda ama" yine duraklıyor, "adeta aklımdan geçeni okuyor". "ne demek yani" diyorum. "Bunca yıllık evliyim karım benim ne istediğimi hiç hissetmedi hiç anlamadı", "sen karını sevmemişsin, onu sana ailen seçmiş" dediğimde "doğru ama kendini bana sevdirebilirdi, çünkü o beni ilk gördüğünde sevmiş beğenmiş".

Arabayı adeta kağnı gibi sürüyordu, ikimiz de çakırkeyf idik. "Gel şurda bir kahve içelim"dedim, hilton otelinin lobisini gösterek "iyi olur, biraz açılırım" dedi. Otelin lobisi tıklım tıklım doluydu. Ankara'da hayat erken biterdi, ama otellerde biraz uzun sürüyordu. Bir yer bulup oturduk, hemen başımıza dikilen garsona kahveleri söyledik.

-çocukların ne diyor
-kızım çok kızıyor, ama "karar ver artık "diyor ve "kararını verirken, beni, kardeşimi annemi düşünerek karar verme kendini düşün, ne istediğini düşün öyle karar ver bizim arkamıza sığınma kendinle yüzleş, ne istediğini bil" diyor
-ciddi misin
-aynen böyle diyor
-aferin kıza sıkı çocukmuş
-öyle, ODTÜ kamu yönetiminde okuyor
-oğlan?
-O da benim gibi hekim
-karın durumun farkında mı
-farkında
-ne diyor
-hiiiç,hergün kavga çıkarıyor
-peki boşanmak istemiyor mu
-nasıl boşanacak
-ne demek
-ev kadını, geliri yok, çevreden çekinir
-çaresiz desene
-öyle
-sen boşanmak istemiyor musun
-hayır, ben iyi bir aile babasıyım
-ne komik
-.....................
-peki bu yarı yaşındaki kız sana maddi olarak muhtaç mı
-yok canım işi gücü var
-sana aşık mı
-tapıyor
-sen aşık mısın
-hayır
-aşık olduğunu nasıl belli ediyor
-gülecen ama, ayaklarımı yıkıyor, öpüyor
-ne demek lan o sen aşiret ağası mısın
-biraz öyle yetiştirildim galiba
-karın ayaklarını yıkasa aşık olur muydun
-sanmam
-kaç yıldır berabersin bu kızla
-onbeş yıl
-neee
-ben kırk yaşımdaydım o da yirmi tanıştığımızda
-kızın tüm hayatını çalmışsın
-biraz öyle oldu

İçimden "ne cins arkadaşlarım var" diye geçiriyordum, ama onlardan önce iki katı yaşındaki adamlara aşık olan kızları anlamaya çalışmam gerektiğini düşündüm. Sanırım, sığınma, babayı arama duyguları aşk oluveriyordu. Aşk ne demekti, onu da karıştırıyordum, kızın yaşadığı, ya da tanımladığı sahiden aşk mıydı, yoksa başka birşey mi. Tüm hayatını çarçur etmek miydi kız için yoksa hayat tecrübesi olan bir insanın yanında mutlu olduğunu zannetmek miydi. Peki kızın anababası yok muydu, böyle bir ilişkiden habersizler miydiler.

-kızın anababası yok mu
-vaar
-durumu biliyorlar mı
-biliyorlar
-ne diyorlar
-kız onlara laf söyletmiyor benim için en başlarda çok olay oldu, polise falan gitmişler, fakat kızın yirmi yaşında olduğunu görünce polisler birşey yapmadı
-senin kızın böyle birşey yapsa ne yaparsın
-onu düşünmek bile istemiyorum
-ne bencilsiniz yav hiç empati yapmadan hayat dalıyorsunuz hep bana hep bana
-öyle mi diyorsun,başına gelse sen ne yaparsın
-başıma gelmez ki,yarı yaşımda bir kıza aşık olmak başıma gelirse senin gibi yapmam.
-büyük konuşma
-büyüğü küçüğü yok, doğrusu yanlışı var
-michael douglas aynı durumda, yarı yaşında biri ile evli
-sen de evlen, kızın hayatını harcama
-ben artist miyim
-lafa bak hizaya gel, sen karmakarışıksın, belki bunalımdasın haberin yok
-karım da her kavgada aynısını söylüyor
-peki kızı terket
-terkedemem, terkedersen kendimi öldürürüm diyor
-blöf yapıyor
-hayır blöf değil, birkeresinde terk etmek istedim, üç gün yanına uğramadım aramadım, uyku hapı içip beni aradı, eve koştuğumda, gitmek üzereydi hastaneye zor yetiştirdim
-sen yanmışsın aslanım ve sana müstehak
-beni suçlama bana akıl ver
-sana en güzel aklı kendi kızın vermiş, en doğru sözleri söylemiş, kaypak, kuypak oynama ne yapmak istediğini düşün ve seçimini yap, hayatını bir ip cambazı gibi dengeler kurmaya çalışarak sürdüremezsin. bence hem karını, hem o kızı terket, her ikisi için de uygun değilsin her ikisi de sana uygun değil
-öyle mi diyorsun
-sordun fikrimi söylüyorum, hadi kalkalım, sen yine aynı şekilde yaşayacaksın eminim, sadece bana deşarj oldun. Ama böyle kararsızlıklar tüm hayatları ve ilişkileri karartır. Hele senin gibi aşktan uzak ilişkiye girenler, ne yapacaklarını ve ne yaptıklarını hiç bilemezler.

Sokağa çıktığımızda yüzümüze vuran gece ayazında ayıldık. Yine bir ilginç hikayenin tanığı olmuştum, ama kimse benim hikayemi sormuyordu, benim hikayem var mıydı. Biliyorum ki öyle veya böyle herkesin bir hikayesi vardır, ama benim hikayem kimseye ilginç gelmeyebilir, ben iyisimi şiirlerimi yazayım, oralarda dünyanın güzelliklerini yakalamaya çalışayım. Fakat size daha ne hikayeler anlatacağım, belki birinde kendinizi de bulabilirsiniz.

Oğuzkan Bölükbaşı

Yukarı

 Tahayyül Ötesi : Müge Akyol


   

Herşey düşüncede başlar...

Gayeler hayal gücüyle şekillenir,
azim ve eylemle hayat bulur.
Mevcut durumlara sövmekten ziyade,
rahatlık alanlarımızı terk etmek;
bu gücün ana tablodaki yerini almasına olanak sağlar.
Artık bizim için çalışan askerimiz,
fikirlerin mutfağında o içleri ısıtacak olan çözümleri,
hazırlamaya başlamıştır bile...

Müge Akyol

Yukarı

 Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay


Umut Denizinde Çırpınış - II -

2. Bölüm:

Ceren - Anne! Biz çıkıyoruz. (Yukarıdaki annelerine seslenirler.)
Derya - (Merdivenin başına gelip cevap verir.) Tamam çocuklar. İyi dersler. Mert sende yanıma gel de, üstünü giydireyim. Geç kalacağız okula.

(Giyinip, Mert ile evden çıkarlar. Arabaya bindiklerinde, Mert her zamanki gibi soru yağmuruna başlamıştır. Beş-altı yaşında bir çocuğun davranışlarını göstermektedir.)

Mert - Anne! Boşanmak ne demek? Babam kötü biri mi?
Derya - Niye kötü olsun yavrum ? Niye böyle düşündün ki?
Mert - Geçen gün Ahmet dedi ki! "Senin baban kötü... Benim annemle babamı boşadı" dedi.
Derya - İki kişi anlaşamazlarsa, ayrılırlar. Buna boşanma denir. Elbette baban kötü biri değil. Arkadaşın anne ve babası ayrıldığı için üzülmüş. Bu yüzden öyle konuşmuş. Ama bu babanın suçu değil. Kendileri karar verip ayrılırlar. Babanda hukuksal olarak yardımcı oluyor sadece.. Tamam mı?
Mert - Hımm.. (İkna olmuş gibiydi.) Peki hukuksal ne demek oluyor?
Derya - Bunu da, daha sonra açıklarım. Çok uzun bir konu. Okula geldik, hadi iniyoruz.
Mert - Peki anne. (Boynuna sarılıp öper.)
Derya - Hadi bakalım iyi dersler. (Oğlunun poposuna küçük bir tokat vurup, el sallar.)

(Arabaya döndüğünde ne kadar şanslı olduğunu düşünür. Mükemmel bir aile, harika bir kocaya, harika çocuklara sahip olduğu için Allah'a şükreder. Annesi hiçbir şey olamayacağını, eşi ile birlikte çalışmaya karar verdiğinde, birlikte çalıştıkları zaman evliliklerinin de sorunlar çıkacağını söylemişti.On yıldır bir sorun yaşamamışlardı. Ama hala annesi saçma ısrarlarına devam etmekteydi. Düşünceler ile ofisin önüne gelmişti.)

Derya - Günaydın Aslı' cığım. Can geldi mi?
Aslı - Hayır! Derya Hanım... Ama aradı. Eski bir müvekkili ile yemek yiyecekmiş. Yeni bir davası varmış sanırım, onun üzerine konuşmaları gerekiyormuş.
Derya - Tamam.
Aslı - Şey! Bide içerde bir hanım bekliyor sizi. (Yüzündeki endişe Derya' yı endişelendirdiçi.) Can Bey' in sabah girdiği dava sahibi.

Derya - Hoş geldiniz Şermin Hanım. Bir şey mi oldu? Çok kötü görünüyorsunuz. (Kadını görünce daha da endişelenmişti.)

(Şermin yıllarca kendisine eziyet eden kocasından sonunda boşanmaya karar vermişti. Gerçi uzun zaman önce Memduh kendisini terk etmiş, çok zengin olmasına rağmen iki çocuğuyla beş parasız bırakmıştı. Tek amacı ondan kurtulmak, çocuklarına bakabilecek kadar nafaka alabilmekti.)

Şermin - Pek iyi sayılmam. Kocanız bugün mahkemede eşimin mal varlığına el koydurdu. Memduh çok sinirlendi mahkemede. Sürekli dudaklarını ısırdı. Orda bir şey diyemedi ama mutlaka bana zarar verir. Beni aradı ve nasıl böyle bir şey yaparsın. Seni öldürürüm dedi. Evde tek başıma kalmaktan korkuyorum. Lütfen eşinize söyleyin, vazgeçsin.
Derya - Korkmakta haklısınız, ama sinirle öyle söylemiş olabilir. Netice de çocuklarının annesisin. Geri çekilmen için korkutmuştur. (Teselli ederken, endişesini elinden geldiğince saklamaya çalıştı.)
Şermin - (İkna olmuş görünmüyordu.) Hiç sanmıyorum. Onu tanımıyorsunuz.
Derya - Haklı olabilirsin. Ama dağ başında yaşamıyoruz. Ben size ev telefonumu yazıyorum, beni istediğiniz zaman arayabilirsiniz. Saatin önemi yok. Kapınızı iyice kilitleyin, eşinizde yedek anahtar var ise derhal değiştirtin. Kapınıza gelirse hemen polisi arayın. Bende eşime söyleyeceğim, yanınıza yaklaşmasını mahkeme tarafından yasaklatacaktır.
Şermin - (İkna olmamasına rağmen, kafasını sallayarak onaylar.) Peki... Teşekkür ederim.

(Derya, eşi geldiğinde olan biteni anlatır, müvekkilinin endişelerinden bahseder.)

Can - Canına okuyacağım onun. Tehdit etmek ne demek görecek. Donuna kadar karısına vermek zorunda kalacak. İki çocukla aç bırakmanın hesabını ödemesi lazım. Yarın hakimden yasaklama cezası da aldım mı, iki kilometre bile yaklaşamaz yanlarına.
Derya - Ben de çok endişeleniyorum Can. Lütfen, çok gidiyorsun adamın üstüne. Kadın fazla bir şey istemiyor ki. Çocuklarına bakacak kadar para yeterli.
Can - Hayır hayatım. Bunca yıldır kadına yaptığı zulmün, dayakların bedelini ödemeli. Hem sen endişelenme bir şey olmaz.

(Akşam olduğunda birlikte çıktılar, ayrı ayrı arabalarına binerek evin yolunu tuttular. Derya hala endişeliydi. İçindeki korkuyu susturamıyordu. Bu akşam tekrar konuşup, mutlaka bu davadan vazgeçirmeliydi. Eve aynı zamanda gitmişlerdi. Arabalarını yan yana park ettiler.Eve yöneldiler.)

Mert - Yaşasınnnn!! Annem ve babam geldi. (Koşarak babasının kucağına atladı.)
Can - Yavaş ol oğlum. Belimi kıracaksın. Hem sen çok büyüdün bu aralar, kaldıramıyorum artık seni.
Mert - Sahi çok büyüdüm mü? O zaman bana söz verdiğin bisikleti alırsın.
Can - Tamam erkek sözü (Bir elini havaya kaldırır), yılbaşından sonra yeni yıl hediyen olarak hazır olacak. (yanağından öper.) Hadi in bakalım artık.
Mert - Duydun mu abi? Babam bisikletimi alacak yakında. (Kafasını kaşır.) Ama yılbaşı ne zaman ki? Çok var mı daha?
Cem - Az kaldı... Dur bakayım, tam olarak bir hafta var.
Mert - Çok iyi, az kalmış. Ben Emine' ye yardım etmeye gidiyorum. Ben olmazsam yemekleri yapamıyormuş. (Neşe içinde koşarken Ece' ye çarpar.)
Ece - Dikkatli olsana... Kör müsün? (Her zaman ki gibi asabi ve hırçındır.)
Derya - (Mert gözden kaybolduktan sonra kızını azarlar.) Kardeşine karşı daha dikkatli konuşmalısın. Biliyorsun durumunu. Hem çok hassas, özel bir çocuk o.
Ece - Tamam anne, tamam. Zaten hiç bir şey söyletmiyorsun. Elmas bir vazo gibi davranmamızı istiyorsun.
Derya - Bu konuyu daha sonra tartışırız. (Endişelerini aklından çıkaramamıştı hala. Bu yüzden kızına laf anlatmakla uğraşmamaya karar verdi. Hoş konuşsa, daha da hırçınlaşacaktı.)

(Yemeklerini yedikten sonra. Bir süre tv. izlediler. Derya, eşini de yanına alıp yatak odasına çıktı. Konuşup vazgeçirmeye kararlıydı.)

Derya - Bu kadar ısrar etmenin bir anlamı yok hayatım. Ne olur adamın üzerine gitme artık. Gerekirse davayı bırak. İçimde bir korku var.
Can - Şermin seni çok korkutmuş sanırım. Sen endişelenme. (Bir taraftan omzuna yaslı başını okşuyor, alnını öpüyordu.)

( Kendinden emin tavrını gördükten sonra daha fazla itiraz edemedi. Dudaklarından öpmekle yetindi. Can ise küçük bir öpücükle yetinmemeye kararlıydı. Örtüyü üstüne çekti, eşiyle sevişmeye başladı. Çok uzun zaman olmuştu sevişmeyeli. Derya da karşılık verdi.)

Mert - Napıyorsunuz örtünün altında? (Bir eli ile örtüyü çekiştiriyordu.) Saklambaç mı oynuyorsunuz benimle?
Derya - Evet oğlum saklanıyoruz. (Yüzü kızarmıştı.) Ama artık bizi bulduğuna göre odana gidip üstünü değiştirebilirsin. Bende yanına gelip masal anlatacağım sana.
Mert - Peki. Çabuk gel anne. (Odasının yolunu tuttu.)
Derya - (Üstüne sabahlığını geçirip) Hemen gelirim hayatım sakın uyuma. (oğlunun ardından gitti.)
Can - (Kapıdan giren eşine seslendi.) Uyudu mu sonunda? Fena yakalandık. İyi ki anlamıyor şimdilik. Biraz daha bekleseydim, uyuya kalacaktım.

(Derya kapıyı kapatıp, yatağa girip, eşinin yanına uzandı. Yarım kalan sevişmelerine devam ettiler. Birbirlerini meğer ne kadar özlemişlerdi.)

Arkası Yarın...

Gülcan Talay

Yukarı

David Ojalvo

 Söylenebilecek ne varsa : David Ojalvo


   ÖTEKİ PEYGAMBERLER ÜZERİNE

Mayıs ayının ortalarında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı'ndan Prof. Dr. Kerem Doksat Hocamız'ın toplantıda bize şiddetle tavsiye ettiği bir araştırma kitabı vardı: Psikiyatr Anthony Storr'un yazmış olduğu "Öteki Peygamberler" (A Study of Gurus). Geçtiğimiz bir ay içinde kitabı okuma şansını buldum ve bu yazımda kitaba dâir izlenimlerimi ve düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

Öteki peygamberler, konusu itibariyle aralarında Sigmund Freud, Carl Justav Gustav Jung, Rudolf Steiner ve İsa gibi isimlerin bulunduğu yedi kişiyi ele alıyor. Bu yedi kişiyi bir "guru" olmak yönünden ele alan kitap, ilerleyen bölümlerde inanç, düzen ve insan hakkında çok güzel bir tartışma sunuyor. Kitapta sözü edilen kişilerin ortak özelliği ise, sâhip olduğu yetilerden dolayı (mistik, dinî, hitap gücü, karizma vs.) bir akıma yola açabilecek kadar insanları etkilemeleri ve kimi zaman sözü edilen kişilerin sanrıları ve psikiyatrik sorunlarına rağmen, var olan inanç sistemler yerine yeni çığırlara yol açması. Yazar, kişileri ele alırken ve çeşitli tartışmalar sunarken birçok kaynaktan, kitaptan yararlanmış, bu nedenle kitabın objektif ve bilimsel bir ürün olduğunu söyleyebilirim.

Kitabı okuduktan sonra yorumlarıma Kerem Hocamız'ın konuşmalarında ve yazılarında bize sorduğu bir soruyla başlamak istiyorum. "Günümüzde üç büyük semâvî din var ve tüm bu dinlerin de birer peygamberi. Peki neden bir zamanlar bu peygamberler toplumların karşılarına çıktıklarında ve peygamberliklerini ilân ettiklerinde insanoğlu onları ruh hastası kabul etmemiştir de bugün birisi karşımıza "ben Mesih'im" diyerek çıktığı zaman onu deli olarak görüyoruz?" Kitap, özellikle bu sorunun cevabına dâir ve insan psikolojisine dair tatminkâr cevaplar sunmakta. Özellikle olayları meydana geldikleri zaman, sosyal şartlar ve o dönemki halkın sosyal profili incelemek gereklidir. Temelde bu nedenler ve daha birçok nedenden dolayı "İsa'nın Tanrı'nın elçesi olduğunu" söylemesi Hristiyanlık için kabul edilen bir durumdur.

Kitapta incelenen guruların çoğu yirminci yüzyılda yaşamış olan kişilerdir ve bu kişileri incelerken mevcut bilgi birikiminin daha fazla olması nedeniyle daha fazla çözümlemelere varılabilmektedir. Öte yandan yirmibirinci yüzyıl, Yeni Çağ'da başlayan bir aydınlanma dönemi, ardından Fransız İhtilâli, gelişen düşünce akımları ile beraber insanoğlu daha fazla düşünebilme ve sorgulayabilme yetisini özgürce kullanabilme hakkına sâhip olmuştur. Bunun sonucundan insanlık yeni teknolojik gelişmelere ve ilerlemelere doğru yol alabilmeye başlamıştır. Çok geçmeden ne yazık ki Avrupa özgürce (dinî baskılara maruz kalmadan) düşünme yetisini sömürgecilik ve sömürgeye dayalı savaşlar yönünde kullanmıştır. Yükselen kapitalizm ve onun tepkisi sosyalizm-komünizm arası mücadele başlamış, yirminci yüzyıl iki büyük savaşa şahit olmuş ve dünya bugüne kadar ilerleyebilmiştir. Özet olarak anlattığım bu süreç içinde, günümüze uzanırken, toplumlar kendi içlerinde bireylere doğru bölünmeye başlamış, tüketim-tüketicilik artmış, hayat standartları yükselmiştir. Buna paralel olarak dinlerin de insanlar üzerinde olan etkileri, tarihe göre azalmıştır. Denilebilir ki günümüz dünyasının modern toplumlarında vicdan ve din özgürlüğü bireye bırakılmıştır. Elbette, bugünde dine dâir sömürüler ve kışkırtmalar devam etmektedir, ama şahsî olarak inancım bireyselleşme, tüketim ve de rasyonel düşünen insanların sayısı arttıkça din ve din konuları bireye has, daha çok vicdanî bir mes'ele olacaktır. Bu da insanların aldıkları eğitim seviyesine, duyarlılıklarına bağlı bir şeydir.

Ne var ki bu modern ve bilim-teknoloji örgüsü ile gelişen dünya bâzı yönleriyle insanlara olumlu bir etki yaratmamaktadır. Kişiliği tam olarak oturmamış, toplumda yalnız kalmış ve sosyal bir çevreye ihtiyacı olan insanlar (nedenler daha çoğaltılabilir) kolayca bir akımın, kişinin himâyesine kayabilmektedir. Karşınıza karizması, konuşma yeteneği, kişiliği oturmuş ve sizi tatmin eden bir inançla çıkan bir "guru" sizi etkisi altına alabilmektedir. O size ihtiyacınız olan mistik ve manevî hazzı, söylevleri, saatlerce süren "âyinleri", ihtiyacınız olan fiziksel (kimi zaman cinsel) özgürlükleri sunarken, "guru"lar da yalnızlıklarını, ruhlarının patolojik bir şekilde eksik kalmış yücelik hissiyatlarını tamamlamaktadırlar. Carl Gustav Jung gibi doğru amaçlar için hizmet edebilen gurular kadar, ne yazık ki tarihte insanların içlerinde eksik olan bu boşlukları kullanarak kötü emellerine âlet eden gurular da olmuştur.

Kitap mistik, ruha duyalı otoriter ve geniş kitleleri etkisi altına alan kişileri "guru" başlığı altında incelemiş olsa da, tarihte daha birçok lider aynı şekilde, tinsel nitelikler taşımasa da incelenebilir. Hitler'in ikinci dünya savaşında kitleleri sürüklemesi ve bir Yahudilik nefreti yayması, Stalin, Mussolini, Winston Churcil, Nenson Mandela veya Gandi de incelemeye değer, incelenen liderlerdir. Günümüzde dahi hâlen Metin Kaplan gibi tarikat liderleri câhil kitleler üzerinde egemenliklerini sürdürürken, halkların, insanların bilinçlendirilmesi ve eğitilmesinin gerekliliği âşikârdır.

İsa gibi peygamberlerden, geniş kitleleri inceleyen gurulara, gurulardan günlük hayatımızdaki "küçük" gurulara değinmek istiyorum. Yine aklıma Kerem Hoca'nın örnek olarak verdiği medyumlar ve de falcılar geliyor. Hocamız konuşmasında bizlere şunu anlatıyor: "Halk medyum Keto ya da medyum Memiş gibi insanlara milyonlarca dolar kazandırırken, bilimsel uğraş veren insanlar geri plânda kalıyorlar." Düşünüyorum da, nedir bizleri medyumlara, falcılara sürükleyen? Hergün gazetede okuduğumuz burçlara inanmamızı sağlayan? Hele hele o falcı ve medyumların söyledikleri "tuttukları" zaman hayretler içinde kalmamız? Toplumda insanların çoğu yaşam standardı ne olursa olsun bir gün bir şekilde bu tür bilimsel olmayan işlerlere de el atmaktadır. Bana öyle geliyor ki bunun bir nedeni de gündelik hayatın sıkıcılığı veya piyangonun çıkmasını beklemek yerine geleceğe dâir bilgiler edinmek; özellikle bol miktarda para, aşk, iş umuduyla gitmek bu insanlara. Eh onlarda size ucundan, köşesinden "para görüyorum, hayırlı bir iş görüyorum" dese paracıklarımızı helâl ediveriyoruz. (Benzer şekilde kitapta sözü edilen gurulara da bol miktarda para bağışı yapılmıştır; ama bu durumun kökeni biraz daha tinsel bir alışverişe dayanmaktadır) Hâlbuki esas olan, mâdem dünyaya belirli bir serbest seçim hakkı ile geliyorsak, kendi irademiz, gücümüz dâhilinde hayatımıza yön vermemiz ve yaşamamızdır. "Fala inanma ama falsız da kalma" diye bir söz vardır toplumda. Evet bu tür işlerin eğlenceli olabileceği kabûl edilmelidir, ama esas olan bireyin kendine güvenmesi ve bu tür desteklere ihtiyacı kalmadan hayatına devam etmesidir.

Falcılığı ve din veya tinsel sömürüleri bir kenara bırakırsak, kitabın ele aldığı ve bence muhtazam bir şekilde tartıştığı konulardan biri de psikanaliz. Bu bağlamda Freud ve psikoterapi üzerine çok iyi hazırlanmış bir incelemeyi kitaptan okuyabilirsiniz. Freud'un kurmuş olduğu ve günümüzde kimi zaman psikiyatri ile alâkası olmayan kişilerin dahi uğraştığı bir alan olan psikoterapi bâzı yönleriyle faydalı olabileceği kadar, bâzı yönleriyle de istenmeyen boyutlara varabilecek kadar dikkatli ve rasyonel bir şekilde uygulanması gereken bir tedavidir. Yukarıda paragraflarda değindiğim sosyal boşluk, ruhsal açlık, kişinin gelişimi veya bireyin toplumda bulunduğu konuma bağlı olarak birçok insan için bugün psikoterapi bir ihtiyaç olmaktadır. Özellikle örnek olarak gösterilen Amerika'da birçok insanın bir psikoloğu ya da düzenli gittiği bir psikiyatrı olsa da, bu konuda insanların maddi olarak sömürülebileceği, objektif ve tarafsız olunmadığı takdirde bireyin ruh dünyasında istenmeyen sonuçlara yol açabileceği bilinmektedir. Birisi tarafından dinlenilmek, kabûl görmek bireyde olumlu bir etkiye yol açacaktır; ama bu alanda gerekli disiplin korunması, doğru kişilerin bu işi yapması şarttır.

Son filozof Wittgenstein'ın "Defterler" adlı derleme kitabında şu cümleler benim gözüme çarpmıştı: "Mutlu bir biçimde yaşamak için dünya ile uyum içinde olmamız gerekir ve bu da 'mutlu olmanın' ifâde ettiği şeydir. Vicdanım dengemi bozduğunda, o zaman bir şeyle uyum içinde değilimdir." İnsan dünya ile uyum içinde yaşamaya çalışan bir varlıktır; aynı zaman dünyayı, evreni ve yaratılışı sorgulayan bir canlıdır. İnancın da bu denge de çok önemli bir yer tuttuğu yadsınamaz bir gerçektir. Nietzsche bile, kitapta örnek gösteriken "İyinin ve kötünün ödesinde" adlı kitabında daha üstün gücün bir varlığına duyulan ihtiyacı dile getirmiştir. Öte yandan en şüpheci bilim adamı bile, araştırmasının altında yatan varsayım ne ise ona "inanmak" durumundadır. Yine inanç üzerine yaptığı bir sohbette bir arkadaşım Tanrı'ya dâir olan inancıyla ilgili olarak şöyle bir cümle söylemişti bana: "Biliyorum ki eğer ben yarın ölecek olsam, bu dünya geride kalan insanlar için dönmeye devam edecektir." Bu durumun, bu kurulu mükemmel düzenin başka nasıl bir açıklama olabilir ki?

Sonuç olarak, evren düzeni devam ettikce insanoğlunu oluşturan insanların her biri hayatlarına edebildikleri kadar devam edecektir. Tarih süreçlerden ibârettir ve aynı şekilde hayat sürdükce değişmeyen tek şey yine değişim olacaktır. O zaman daha bilinçli, daha eğitimli toplumlara varmak, gurulara ihtiyaç kalmadan, kendi akıl ve hür irademizle, vicdanımızla uyumlu bir yaşam sürmek dileği ile...
Sevgi, saygı ve dostlukla,

Not: Kitabı bizlere şiddetle tavsiye eden Kerem Hoca'ma teşekkür ederken, ben de aynı şekilde kitabı herkese tavsiye ediyorum:
"Öteki peygamberler" Anthony Storr / Okuyanus yayınları


David Ojalvo
www.davidojalvo.com

Yukarı

 Tadı Damağımızda Kalanlar : Ozan Özkaracan


Birazım.. Kıbrısım

İki adım ötemdeki bir yaşamın hikayesidir.. Yalın, gerçek, yaşanmış bir sınır ötesi takviminden dökülenlerdir...

Yıllar önceydi, çocuktum; boyum kadardı yüreğim, beynim, gözlerim, görebildiklerim, hissedebildiklerim.. Bildiklerim öğretilenler kadardı, gittiklerim gidebilmeme izin verildiği kadar.. Karanlık bir dağ yamacından izlediğim sarı ışıklı doğduğum toprak manzarasına bakarken, sadece tanımsız bir özlemdi gördüğüm, hissettiğim.. Hep düşman şiirlere konu edilmiş bir başka ülke toprağıydı sınırın öte yarısı.. Sınır kalkanımdı, korunmamdı.. Bir ada ülkesinin deniz ötesi umutlarıyla büyütülmüş, karşı kıyıları, kıyılara süzülen dağları emniyet bilmiş bir çocukluktu benimkisi...

Doğduğum toprakları başkalarının hikayelerinde, başkalarının gerçekliğiyle tanımış bir kök yalnızlığı, ulaştığı gökyüzüne tutunamayan bir gövde ehemmiyetsizliğiydi çocukluğum.. Bir çizgi misali önümde duran geçmişime gidemeyişim, hatta gitmek istemeyişim kimin oyunuydu, ya da benim oyunlarda cezalı oluşum hangi kuralı çiğneyişimdendi, bilmiyordum, bilemezdim.. Dedim ya, çocuktum...

Bilmeden, bilmeme izin verilmeden büyütüldüm.. Yasak soruları güncemden uzak tuttuğum, bazı soru işaretlerine yasaklar listesinden dokunduğum bir çocukluktan bugüne, eksik bir erişkinlik senaryosu yazılmış bir gövdeyim.. Gövdemdeki boşlukları doldurmak adına çok şehire göç ettim, çok seyirden geçtim ama bilmedim, bilemezdim geçmişini arayan bir kayıbın hazinesinin yarınında değil dününde onu beklediğini.. Yollardan biriktirdiklerim çoğalttı hep beni, zenginleştirdi ama hiçbir zaman tamamlamadı, tamamlayamazdı.. Anladım, geçmişten hediye bir boşluğu bugünle, yarınla dolduramıyormuş insan...

Şimdi sınırın öte yanına geçebiliyorum, doğduğum topraklarda yürüyebiliyor, nefes alabiliyorum.. O zamanlardan bu zamana ne değişti..? Geçen onca zamana sakıncalı başlığını attıran sebepler neydi..? O sebepleri zaman mı iyileştirdi, yoksa zaman boşa mı geçirildi..? Sayısız soruyla, cevapsız bir ada genci hikayesiyim.. Çocuktum, büyüdüm, bilmiyordum, hala bilmiyorum.. Sanki toprağı uyutuyorlar ve ben üzerinde rüya görerek bana dayatılmış bir sürü gerçeği yaşam sayarak yaşıyorum.. Aynı gökyüzünü, aynı toprağı, aynı iklimi, aynı zaman dilimini paylaştığım başka ülke insanlarıyla çekingen selamlaşmalar, kaçamak bakışlarla çeyrek asırlık bir küskünlüğün utancını paylaşıyorum.. Ben ya da benim gibi büyütülenler mi utanması gerekenler, bilmiyorum, bilemem; dedim ya ben ancak izin verildiği kadarını bilebiliyorum...

Kıbrıs; binlerce yılın, onlarca medeniyetin yaşanmışlıkları koynunda işkence izi, mahkum toprağı Kıbrıs.. Herkese mavi boncuk dağıtan, göz süzen, cilveli, işveli toprak, Kıbrıs.. Kaç hayata mahpushane, kaç kimliğe sürgün Kıbrıs.. İnsanoğlunun toprağa, düşmanlığı, kini motif motif işlediği örtü, Kıbrıs.. Gidince gurbetim, yaşarken esaretim, Kıbrıs..

Doğduğum toprağa gidebilmeme, annemin, babamın çocukluğunun resmini çekebilmeme, tanımadığım dede mezarını ziyaret etmeme yıllar sonra izin veriliyor şimdi.. Gittim, gördüm, kokladım, ama hissedemedim.. Anladım, bilmemi istemediklerini özleyemezmişim.. Yıllarca hislerime kilit vurulmuş, yıllarca koparmışlar köklerimi toprağımın güney coğrafyasından, güneş doğudan doğmuş, batıdan süzülmüş, kuzey emniyetimmiş, güney coğrafyada bir yönden ibaretmiş, güney sürgünmüş.. Kaç zaman gerekecek barışmak için güneyle, güneyi gündelik yaşama indirgeyebilmeye bilemiyorum, tek bildiğim şimdi artık ne kuzeyli, ne de güneyliyim..

Fiziki engelleri kaldırdı büyük büyük adamlar, ama küçük adamın içindeki sınırların başıboşluğuna nasıl bir çözüm düşünüyorlar, merak ediyorum..!? Nereye kadar ülkemin toprağı..? Bölünmüş vatandaşlığımın sınırları nerde başlayıp, nerde bitmekte..? Doğduğum toprağı mı, yoksa büyüdüğüm öte yaka toprağını mı beşiğim bilmeli..? Daha nice sınırı belirsiz, cevabı ambargolu soru toprağı ülkem, Kıbrıs.. Sürgünüm, tutsaklığım, benim olan ama benim diyemediğim.. Senin, onun, ötekinin doyumsuz iştahına meze devşirme ülkem.. Kıbrıs; talihini paylaştığım, kaderini yazdığım, biraz benim ülkem..

Birazım ben.. Kıbrıslıyım...

Ozan Özkaracan

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Şeref Bilgi

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.264 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


BOYALI DUVAR

Bir sürahi dolusu serinlikti gözlerin,
Boyalı bir duvar gibi dururdu karşımda.
Akrep olmak isterdim onun yangınında.
Kayıtsız kalışım, geçişimdi okyanus diplerine
Kapağını açıp belleğimin
Kayıt oldun kısa sürede arşivime.

Etrafımı saran yangınında
Kavrulmak bile bile bir ümitken bana,
Gerçekten miyim, gerçek miyim bilmezken ben,
Karşımda geçemediğim boyalı bir duvardın sadece sen...

Ebru YALÇIN

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Adamlar yaratmış!..

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


Kağıttan araba yapmayı biliyor musunuz? Bir ara gazeteler bolca veriyordu hatırlarsınız. Bunun en güzel örneklerini bulabileceğiniz bir site buldum size, hadi gene iyisiniz. http://www.papertoys.com/

...Genel olarak ‘sivilce’ adıyla bilinen akne en sık rastlanan cilt problemidir. Gençlerin büyük bir çoğunluğu bu problemden yakınırlar; bu nedenle gençlere yönelik pek çok yayın bu konuyu sık sık ele almakta, ne yazık ki bazen de akne şikayeti olan kişileri yanlış yönlendirmektedir... Siz bu sorunun gerçek sebeplerini ve çözüm yöntemlerini merak ediyorsanız http://www.sivilcelerim.com/index.htm kısayolunu tıklamanızı öneriyorum.

Size ilginç bir flash animasyon kısayolu veriyorum. http://streams.omroep.nl/nps/dekortefilm/mixedup/flow/flow.html mouse'unuzu animasyon üzerinde gezdirip gerekli yerlerde tıklamayı ihmal etmeyin. Bazı minik süprizlerle eğlencelik hale getirilmiş orjinal bir çalışma.

...Our cell phone radiation chart is updated weekly in order to ensure it is the most complete cell phone radiation chart on the internet. We are concerned about the dangers of mobile phone safety... Yani diyorki: siz cep telefonunuzun ne kadar tehlikeli bir radyasyon yayıcısı olduğunu biliyormusunuz da ortalıkta hava atarak dolaşıyorsunuz? Ya da öyle bişeyler demeye getiriyor. Cep telefonlarınızın radyasyon yayma seviyesini öğrenmek için http://www.sarshield.com/english/radiationchart.htm kısayolundaki listeyi tıklayabilirsiniz.

Akın

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


Skype - Beta v0.98.0.42 [8.4M] 2k/XP FREE
http://www.skype.com
Mükemmel bir P2P internet telefonu ve Instant Messenger. Icq benzeri bir rejistrasyonla mükemmel bir ses kalitesinde internet üzerinden telefon görüşmesi ve yazılı chat yapabiliyorsunuz. Tabi konuştuğunuz bilgisayarda da aynı programın yüklü olması gerekiyor. Özellikle kablonet ve ADSL kullanıcıları, mutlaka deneyin memnun kalacaksınız.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040722.asp
ISSN: 1303-8923
22 Temmuz 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri