HiÇBiRYERDE - IN NOWHERE LAND
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu

Milenyumun Mandalı

Kalıpların memurlar üzerinde yarattığı etkilerin en sakıncalı olanı, onların düşünce ve davranışlarına hükmederek onları normal koşullar altında yapmayacakları "aykırı" işleri yapmaya ikna etmesidir.

Kamu kadrolarında uzun yıllar hizmet vererek kalıpların tam denetimine girmiş insanlar için idarenin beklentileri hemen herşeyden daha ön plana çıkmaktadır. Muteber bir memur olmak çabası ve bir hata yapıp idarenin gazabına uğramak korkusunun ortak etkisi altında insanlar kendilerini idareyle ters düşme, zıtlaşma hatta çatışma noktasına götürebilecek bazı kişilik özelliklerinden feragat etmeye razı olurlar. Fevri hareketlerden kaçınmak, çabuk öfkelenip bir anda herşeyi berbat etmemek için sinirlere hakim olmayı öğrenmek gibi zararsız bir kaç adımla başlayan başkalaşma sürecinde asıl yitirilen kişisel özelliklerin bunlardan çok daha önemli ve çok daha değerli olduklarını; bunların başında da yaratıcı düşünce ve gelişimci yaklaşımın temel direkleri olan "özgürlük" ve "duyarlılık" melekelerinin geldiğini ben 15 yıllık memuriyet hayatıma bir bomba gibi düşen, beni tam üç yıl boyunca aralıksız törpüleyerek ruhsal ve bedensel bir çöküşle ölümün kıyısına kadar getiren, inanılması zor tecrübelerden sonra anlamış bulunuyorum.

Hayır hayır, bir yanlışlık yok! Gerçekten de kamu yönetiminin kurumsal kalıplarına ayak uydururken "özgürlük" ve "duyarlılık" hazinelerimizi yitirdiğimizi söylüyorum...


Kamu yönetimindeki kalıplar nedeniyle kendi doğasından uzaklaştırılan insan önce kendisini daha iyi şeyler arayıp bulmaya iten "özgürlüğünün", daha sonra da kendisini haksızlıklara, israfa, gereksiz kayıplara, acılara ve uygunsuz işlere karşı çıkmaya sevk eden "duyarlılık" donanımının düşünsel mekanizmalarıyla olan bağlantısını hiç farkında olmadan kesip onları devre dışı bırakıyor... Bu iki önemli melekesini kullanmamaya başlayan insan, bir süre sonra yaratıcılık, yenilik arayışı, keşfetme arzusu, daha iyisine ulaşma çabası gibi doğal güdü ve yeteneklerinden de uzaklaşmış oluyor. Zira kalıplara ayak uydurmak için özgür düşünce ve sınır tanımaz akıl yerine itaatin konulması gerekiyor... Bunun için de insanın ilk adım olarak kendisini hiç durmaksızın isyana teşvik eden bu tür melekelerini baskı altına alıp onları susturmaktan başka çaresi kalmıyor.

"İtaat edip iyi memur olmak varken neden ahkam kesip kötü memur durumuna düşeyim?" şeklindeki pragmatik bir akılcılıkla başlayan başkalaşma süreci, insanları hiç fark ettirmeden özgürlüklerinden ve duyarlılıklarından kopartmakta ve onları duygusuz kalıpların çaresiz esirleri haline getirmektedir.

Son derece sıradan gözüken bu son cümle,Milenyumun Mandalının iki ağzını oluşturmaktadır... Zira yaratıcı düşünceyi boğup yok eden şey özgürlüğün ve duyarlılığın sınırlandırılmasından başka bir şey değildir. Kalıplar kamu sektöründe çalışanların özgürlüklerini ve duyarlılıklarını sınırladığı için bu sektör özel sektöre kıyasla bu denli hantal ve atıl durumdadır... Çağı dışarıda bırakarak dış kapıyı üzerimize kilitleyen mandalı açacak olan şey de, insanların özgürlük ve duyarlılıklarına sınırsız bir şekilde sahip çıkmalarından daha öte bir şey değildir.

Bana bu denli pahalıya mal olan bu gerçeğin yaşamsal önemini ya da ölümcül tehlikesini hemen anlamanızı beklemiyorum. Bunun sizler tarafından "askere giden nasıl askerliği öğreniyorsa memuriyete giren de memurluğu öğreniyor işte... Bunda ne var?" gibi ifadelerle, biraz garipsenerek karşılanacağını tahmin edebiliyorum. Bunu şimdi hemen anlayamamanız son derece doğal... 15 yıldan bu yana o kalıpları aşmaya çalışan birisi olmasaydım, kesinlikle ben de anlayamazdım. Çünkü hepimiz belirli kalıpların şeklini almış vaziyetteyiz; o kalıpların süzgecinden bakıyoruz hayata... O kalıplara göre değerlendiriyor ve hüküm veriyoruz... O kalıpların bize telkin ettiği şekilde, ülkemiz yabancı asker çizmesi altında olmadığı sürece kendimizi "özgür" hissedebiliyor; ağlayan bir çocuğun başını okşayıp derdine çare bulmaya çalıştığımız sürece de "duyarlı" olduğumuzu düşünebiliyoruz.

Aslında gerçek anlamda özgürlük ve duyarlılık sahibi olmak, kamu kadrolarından dışlanmak için yeterli iki büyük mesleki kusura sahip olmanız anlamına gelecektir. Özgür düşünen, bu memleketin parasının, pulunun, evladının, malının, mülkünün, ormanının heba edilmemesine duyarlılık gösteren ve bu konularda doğruları çekinmeden ortaya koyan birileriyle kim çalışmak ister ki?




Böylelerini soru sormadan, İtiraz etmeden, sessizce "emre itaat" çizgisine getirmek mümkün olabilir mi?






Geri - 146 - İleri





Sitemiz ve sanal gazetemiz MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Dizayn, programlama, uygulama ve yayınlama: Cem Özbatur