HiÇBiRYERDE - IN NOWHERE LAND
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu

Milenyumun Mandalı

İç Özgürlüğe İlk Adımlar

Benim denetimim dışında cereyan eden bu güzel seyahatten sonra hayata ve işime bakışım inanılmaz ölçüde değişti. Tek seçeneğimizin mesleğimizi icra etme biçimimizden kaynaklanan kalıplara girip onların şeklini almak olmadığını anlamıştım.

Hayatın tüm gerçekliğini bankanın koridorlarında, yazılarında ve dosyalarında arama yanılgısına düşüp muteber bir memur olmak için her türlü fedakarlığa hazır bir ruh haliyle işlere girişmek ve benden beklenen şeyleri ortaya koymaya çalışmak büyük bir yanılgı ve ciddi bir soyutlanmaydı hayattan... Bu şekilde kendi doğal karakterini ve hislerini baskı altına alıp bambaşka hareket noktaları benimsemek tam anlamıyla bir mutsuzluk kaynağıydı. Çünkü muteber bir eleman olmak adına benimsediğim bu çaba beni sığ birtakım kalıplara hapsediyor ve o kalıpların sahibi gibi görünen üst düzey yetkililerin beklediği şekilde davranmaya zorluyordu. Oysa dışarıda bir cümbüş gibi yaşanan, son derece renkli ve çeşitli, gerçek bir hayat vardı!

Bankada atacağın her adım ünvanın, sicilin, o günkü pozisyonun ve başta en yakın amirlerin olmak üzere, kalabalık bir yetkililer grubunun senin hakkındaki kanaatleri ile irtibatlıydı... Oysa dışarıdaki hayat sonsuz bir bonkörlük ve sınırsız bir eli açıklıkla sunuyordu bir birinden paha biçilmez nimetlerini...


Bu idrak beni içinde bulunduğum süreci algılama biçimini de değiştirmişti. Ümitsiz ve çabasız bekleyişten yolculuk hazırlığını yapmış vaziyette bekleyişe geçmiştim bir gün içinde... Tek sebebi de "beklemek" kavramına farklı gözle bakabilmemi sağlayan bu kısa seyahatti işte.

O seyahatten önce kendimi beklemekte olan biri, beklemeyi ise örümcek ağına yapışıp kalmak denli öldürücü bir süreç olarak görüyor ve bundan ötürü kendime acıyordum adeta... şöyle düşünüyordum:

"15 yılı aşkın memuriyet yaşamımda yeni projelerle, yeni fikir ve önerilerle ileri atıldığım her seferinde kalıpların görünmeyen duvarlarına çarpa çarpa, beklemeyi öğrenmiştim sonunda... Bir kaç yıl bekleme oyununu oynadıktan sonra da beklemeyi çürümek olarak algılamaya başlamıştım. Çünkü zamanın boşu boşuna geçip gittiğini düşündükçe ileride yeni bir şeyler yapmak için şimdiki gücümü, istekliliğimi ve heyecanımı bulamayacağımı hissediyordum. Belki de bir gün yetki sahibi olacağıma olan safça beklentiyle emekliliğe kadar sürükleyecektim bu işi.
Daha da kötüsü, öyle bir fırsata asla kavuşamadan, hayatının en anlamlı projelerini uygulamaya koyamadan, bilemediğim bir noktada her şeye veda edip gitmek vardı bu dünyadan... kimin garantisi var ki yarına çıkmaya? Güzel bir şeyler yapmak için yetki ve sorumluluk sahibi olacağım günleri beklemektense şimdi harekete geçip, kötü de olsa bir şeyler yapmaktı arzum. O yüzden beklemek olgusuna müthiş sinirleniyordum.

Beklemek olgunlaşmak mıdır, yoksa çürümek mi diye soruyordum kendime? Bu sorunun yanıtı elbette sürecin neresinde bulunduğuma göre değişecektir.


Ben kendimi böyle hissediyorum: tam olgunluğa erişmek için bütün eğitim, öğrenme, pratik çalışmalarla deneyim kazanma, uzmanlaşma ve en yüksek performans gücüne erişme süreçlerini başarıyla tamamlayıp her açıdan donanımlı bir yarış atı kimliği ile iş yapacak hale gelmiş olmama ve yıllardır yarış pistlerine fırlamak için fırsat kollamama karşın, bana sıradan bir dolap beygiri kimliğiyle sistemin rutin bir parçası olmanın ötesinde rol verilmemesi nedeniyle yavaş yavaş çürümeye yüz tuttuğumu hissettiğim bir noktadayım…

Kaybolmakta olan ümitlerime, giderek benden uzaklaşan hayallerime bakarak anlıyorum ki bugüne kadar (yarış pistlerine salınıverme sırasının bir gün mutlaka bana da geleceğine olan sarsılmaz inancımla) geçici bir pozisyon olarak katlanmakta olduğum "dolap beygirliği" rolümün olup olacağı yegane rol olarak boynumda asılı kalabileceği fikrine de yavaş yavaş alışmaya çalıştığımı düşünüyorum.

Bugüne kadar kimse "Haydi oğlum, fırla! Atıl pistlere! Görelim seni!" demediği gibi kendi kendime bağlarımdan çözünüp ileri atıldığımda eteklerimden tutulup dolabımın başına geri götürülüşümü ve bir daha böyle şeylere kalkışmamam için ağır şekilde cezalandırılışımı unutmak şöyle dursun; bunları asla kabullenemeyeceğime ve bir gün hepsini ters yüz edecek bir başarıya imza atacağıma inanırdım hep… Değişim hırsıma, ülkem için en iyisine ulaşma çabama gem vurulamaz sanırdım! Oysa çoktandır hiç ummadığı kadar diplerde, derinlerde dolaşıyordu ezik ve yorgun benliğim? "


Geri - 84 -





Sitemiz ve sanal gazetemiz MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Dizayn, programlama, uygulama ve yayınlama: Cem Özbatur