KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız

Manilerimiz

FORUM ALANI

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?
467254


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


 30 Ekim 2002 - Korkmamıza gerek yok


Merhaba Kahveciler,

Görkemli bir 29 Ekim'i daha geride bıraktık. Kutladığımız bayramlar arasında belki de en anlamlı ve gerçekten kutlanmaya değer olan bir bayram günüdür 29 Ekim. Cumhuriyet, özgürlük, demokrasi kavramlarının bireysel tanımlar değil, toplumları kucaklayan, iyi ile kötüyü, akla karayı ayırt etmemizi sağlayan olgular olduğunu hissetmek ve o çoşkuyu yaşamak için mutlaka paylaşmak, kaynaşmak, elele bir bütün olmak gereklidir.

Dün akşam Bağdat Caddesindeydim. Yüzbinlerce insanın, yediden yetmişe her yaştan gencin Cumhuriyete olan bağlılıklarını haykırışlarına tanıklık ettim. Haykıra haykıra 10.Yıl Marşını, Gençlik Marşını söyledim. Elimdeki bayrağı, etrafımdaki binlerce bayraktan daha yukarılara çıkarmaya uğraştım. Dalgalansın dursun istedim yükseklerde. Ve rahatladım. Bu çoşku, bu birliktelik, bu dayanışma, bu bütünlük olduğu sürece, hiç kimsenin Cumhuriyet'e gölge dahi düşüremeyeceğini anladım ve rahatladım. Siz de rahatlayın ve korkmayın. Asıl korkması gerekenler onlar. Asıl onlar korksunlar biz Cumhuriyet çocuklarından...

Bu sene 29 Ekim'in seçim öncesine rastlaması kutlamalara ayrı bir hava getirdi, bu aşikar. Ama ne olursa olsun, söylem ve gönüller bir olunca gerisinin hiçbir önemi kalmıyor. Aramızdan ayrılalı 64 yıl olduğu halde hala yüzbinlerce insanı tek yürek olarak miting meydanlarına toplayabilen bir liderin, Atatürk'ün gençlerinden biri olduğum için kendimle gurur duydum. Aynı gururu sizin de taşıdığınıza eminim.
..........

Dün Kahve Molası için de değişik bir gündü. NTV, Kahve Molası ile ilgili olarak benimle bir röportaj yaptı. Böylece Kahve Molamızdan ve siz kahvecilerden sözetme olanağı buldum. Benimle ve 2 kahveci yazar dostumla yapılan küçük röportajı önümüzdeki Cumartesi ve Pazar günleri izleyebileceksiniz. Söylenmesi gereken herşeyi söyleyebildim mi bilmiyorum ama orada söylemeyediklerimi buradan size zamanı geldiğinde söylerim herhalde. Artık görsel medyada da yerimizi aldığımıza göre bizi kimse tutamaz. Haydi kahveciler, okumakla kalmayın, yazın, katılın. Size söz, gelecek 29 Ekim'de Cumhuriyet Kortejine kahve fincanı haline getirilmiş TIR'la katılmak için elimden geleni yapacağım. Bu yıl korteje katılanları kıskandım da biraz:-))

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


   MOLA mı desem DURAK mı ?

"Tren, tramvay, otobüs gibi genel taşıtların durmak zorunda olduğu veya durabileceği yer" diyor DURAK kelimesi için TDK sözlüğü. Biz insanlarda yaşamın taşıtları değil miyiz ? Birey olarak farkımız, durmak zorunda olduğumuz tek durağımızın sadece son durak oluşu ki; istesek de istemesek de orada durmak zorundayız.

MOLA kelimesini de; "Yorgunluğu gidermek için duraklama" diye tanımlamış TDK. Diyelim ki yorgun değilsin, mola vermez devam edersin. Ama durakta durmak zorundasın, hele yolcu görüyorsan. Yolcu görmesen de durmak zorunda kalabilirsin ki bu kez belki de inecek insanlar olabilir. Bunu bilgisayar terminolojisi ile özetlemek gerekirse şöyle de diyebiliriz sanırım :

Mandatory Product : Durak ( Yani işletim sistemi gibi birşey ! )
Optional Product : Mola ( Paşa gönlün isterse ! )

Kahve Molası; seçimlik bir ürün olarak girdi yaşamımıza.. Baksak da olur bakmasak da türünden bir e-mail geldi önceleri, ilerleyen zamanlarda mutlaka okunması gereken bir e-mail'e dönüştü ve şimdilerde sadece e-mail olarak okunmayıp, sitenin de ziyaret edilmesi hatta mesaj panolarının bile okunması gereken bir DURAK haline geldi sanırım. Bence pek de GÜZEL oldu bu durum. Bakın bir örnek vereyim, geçtiğimiz Cuma misafir geliyor eve, ızgara yemez diye buğulama düşünmüş eşim, telefon etti nasıl yapacağız kırlangıç buğulamayı diye ? "Heh he ! Gir, Kahve Molası'na, Osman'ı oku !" deyiverdim… Sevgili Osman'cığım, bu arada buğulamaya biraz beyaz şarap ve krema da ekledim unutmadan söyleyeyim.

Örneğin; 28 Ekim sabahı yine Kahve Durağında idim ve Cumhuriyet'i yaşadım. Bir ziyafet idi izlediğim Cumhuriyet konseri ve sahnede süper bir 4'lü : CCMA Quartet… Sarıldım klafyeme ve Cem-Cumhur-Mehtap-Altan dörtlüsüne ben de biraz eşlik edebilir miyim acaba ? diye geldim buralara kadar, bakalım nasıl bağlayacağım konuyu ? Cem'in köşesinden dinledim bir kez daha 10.yıl nutkunu ve nutkum tutuldu gerçekten…

" 15 yıldan beri giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vaad eden çok sözlerimi işittiniz … "

1950'den itibaren nicelerini işittik Ata'm ! Ancak; ne yazık ki sadece vaad halinde kaldı bu sözler, muvaffakiyet ulus adına değil kişi ve/veya zümreler adına yapıldı. Hala senin yaptığın/yaptırdığın kadarıyla duruyor demiryolları, karayollarını seçtiler onlar, yıllar sonra ilk kez 12 tam puan bile aldık Eurovizyon'da bu yüzden : " Amannnn Petrol ! "… Hidroelektrik santrallarının 6-7 yılda tamamlanmasına karşın, petrol ve kirlilik terminatörü termik santrallar 3.5 yılda bitermiş. Seçimler 4 senede yapılıyordu değil mi ?

" Bahtiyarım ki; bu sözlerimin hiç birinde milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım … "

Biz onların arasında da ne Bahtiyar'lar gördük Ata'm ! Değil milletinin itimadını sarsacak, yerle bir eden isabetsizlikler tanıdık. Nasıl bir görev anlayışıdır ki bu ? özellikle isabetsiz kararlar verilmektedir milletin adına. İşte petrol bağımlılığımıza paralel olarak bir de doğalgaz çıkmadı mı başımıza ? Sen milletinin itimadını sarsmaktan bile incinirken onlar sadece ceplerinin itimadı peşine düşmediler mi ?

" Az zamanda çok büyük işler yaptık … "

İşte bu konuda hepsi birbirinden meziyetli çıktı Ata'm. Her biri az zamanda böyyük işler başardılar, suyun köşe başlarını tuttular, bir gecede vurgunlar düzenlediler, hortumladılar, üç otuza peşkeş çektiler kurup yücelttiğin kurumları… En acısı kurumlar bitince ülkeyi bile satmaya karar verdiler ama bu durumu her ne pahasına olursa olsun ENGELLEYECEĞİZ…

" Bunda da MUVAFFAK olacağımıza şüphem yoktur … "

demişsin, umarım bu kez haklı çıkarsın Ata'm, kimbilir belki de bizler bulunduğumuz yerden bir adım daha öne çıkma cesaretini gösterebiliriz, belki de Kahve MOLA'sı gibi bağımlılık veren DURAK'lar çoğalacaktır, belki de bu güzel bağımlılıklar bizi götürecektir pek önem verdiğin, ne kadar haklı olduğunu şimdi farkettiğimiz ÖZGÜRLÜK ve BAĞIMSIZLIĞI'mıza… Yani SENİN KARAKTERİ'ne…

asesen@turk.net

 Brezilya'lı Kahveci : Nuri Merzi


Ecinniler ve Politikacı

Bir kez daha seçimlerle karşı karşıyayız. Seçmenler, memleket için hangi partilerin daha yararlı olacağını düşünürlerken, politikacı her derde devanın kendisi olduğuna herkesi inandırmaya çalışıyor; medya ise seçmenler (anketler aracılığıyla)) ve politikacıların (beyanatlar ve röportajlar aracılığıyla) gerçek yüzlerini meraklılara sunmaya çalışmakta. Seçime giden sürecin, kuşkusuz, en etkin en renkli kişisi politikacı. Çünkü politikacı bilmektedir ki, hele şu sıralarda ne kadar iyi oynarsa o kadar başarılı olacaktır.

Kuşkusuz politikacılar arasında da iyiler ve kötüler olacaktır. Ancak ben bu yazıda, politikacının etik değerlerini irdelemek istiyorum. İnsanlara yapamayacakları şeyleri vaad edip sonra bunları unutan, haklarında soruşturma açılan politikacılardan bahsetmiyorum sadece. Burada, bu tür veya benzeri davranışlara yol açan, politikacının en genelde, o kendine özgü ahlak kuramını sorgulamak istiyorum.

Dostoyevski'nin Budala romanındaki Prens Mişkin, "kendilerini asla suçlu görmeyip, ne yapıyorlarsa buna hakları olduğunu, ve hatta iyi bir şey yaptıklarını düşünen" kaatillerin psikolojileri üzerine konuşur. Bu düşünce, romanın ana fikri değildir. Ama, Prens Mişkin'in bu düşünceleri, suçluyu, harekete geçiren motivasyonu açıklaması açısından oldukça ilginçtir. Her politikacıyı suçlu olarak değerlendirmiyorum ama suça bulaşmış bir politikacının motivasyonunun benzer olabileceğini düşünüyorum.

Prens Mişkin'in yukarıdaki sözleri Dostoyevski'nin iki ayrı romanının temel altlıklarından birini oluşturmaktadır. Suç ve Ceza ile Ecinniler bir bakıma benzer sorunsalları işlemektedir; birincisi kişisel ahlakı, ikincisi politik ahlakı konu edinmektedir. Önce Suç ve Ceza'ya bakalım. Başlangıçta, tefeci kadını öldürme hakkına sahip olduğunu düşünen ve bunu gerçekleştiren Raskolnikov iyi bir şey yaptığını düşünmektedir. Ancak roman ilerledikçe, Raskolnikov şunun ayırdına varamadığını farkeder: tefeci kadını sırf canı istediği için mi öldürmüştür yoksa bu eylemi insanlık için mi yapmıştır ? Sibirya'ya gönderilirken dahi yaptığından pişman değildir. Ancak, vicdan azabından dolayı kendi kendini adalete teslim etmiştir. Düşüncelerinin doğruluğuna ise hala inanmaktadır. Emin olmadığı konu şudur: niçin başarısız olmuştur ? Zayıf olduğu için mi? Yoksa, Tanrı mı böyle istemiştir ? Suça bulaşan kişinin sorularıdır bunlar. Raskolnikov'u kaatil yapan ahlaki kuram toplumsal anlamda politik ahlak açısından oldukça sakıncalı durumlar oluşturur.

Aslında Raskolnikov aynı zamanda bir nihilist idi. Ama, Suç ve Ceza'nın esas sorunsalı içinde bunun ayırdına varamıyorduk. Nihilizm ve Suç arasındaki ilişkinin toplumsal anlamda, tezli bir roman olarak ortaya konduğu yer, Ecinniler'dir. Ecinniler'in esas konusu gerçek yaşamdan alınmıştır: Nechaev ve arkadaşlarının aynı gizli örgütteki motivasyonu zayıflayan bir diğer arkadaşlarını (Ivanov) öldürmeleri. Peter Verchovens (Nechaev) ve Shatov (İvanov) bildiğimiz kahramanlardır. Romanda gerçek kahramanların yanı sıra hayali kahramanlar da vardır; bunların en tanınmışları, Stavrogin ve Kirilov'dur. Tanrıyla takışan iki kahraman, Stavrogin, Kirilov inandırıcı olmaktan uzaktırlar. Ancak esas entrikanın içinde olsunlar veya olmasınlar, kendi tarifledikleri bir "hakkın" yerine gelmesi çalışırlar. Stavrogin için başkalarının, Kirilov için ise kendinin dahi değeri yoktur. Onlar için önemli olan kendi tariflediklerinin "doğru, haklı" olmasıdır. Bu cinayetmiş, intiharmış, onlar için önemli değildir. Stavrogin ve özellikle Verchovens için cinayet işleyen aşırı bir kişi mi, yoksa kaatillik güdüsünü eylemci kılıfıyla örten insanlık dışı birisi mi olduğuna karar vermemiz olanaksızdır. Pratikte kuşkusuz, Dostoyevski'nin amacı, kötü ahlakla politik nihilizmin örtüştüğünü bizlere göstermektir.

Politik nihilizm günümüzde de egemendir. Kuşkusuz, günümüz politikacısı, nihilizmin o genel kalıpları çerçevesinde toplumun ortak düşünsel ve ahlaki değerlerini doğrudan yadsımaya kalkmaz; ancak, öyle veya böyle yüksek ideallerin değerlerini yitirmelerinden kaynaklanan olumsuz düşünsel ortamdan beslenir ve bu durumun sürmesi için elinden geleni yapar. Politikacılar, yani başkaları adına hareket etmek hakkına talip olanlar veya bu hakkı ele geçirenler bu hakla bugüne kadar ne yapmışlardır. ne yapmaktadırlar. Yapacaklarını söyledikleri şeylerin memleket gerçekleri ile ne kadar ilgisi vardır. Yoksa bütün bu söyledikleri sadece aldatmaca mıdır. Yoksa önümüze dizilen bu politikacıların belli bir bölümü aslında kendilerini eğlendirmekte olan birer Verchorens, Stavrogin veya Kirilov mudurlar. Oy vermeden önce bunu açığa çıkarmalıyız. Bunu yapmak için illa Ecinniler'i okumamız gerekmiyor herhalde.

Nuri Merzi

 Medyatik : Selcan Lafçı


Halk Şiiri -1-

Ortaokul lise çağlarında başlar şiir yazma merakı. Bu yaşlarda tüm arkadaşlarım, hemen hepsi aşk üzerine dizeler döktürür, birbirlerine okurlardı. Kafiyenin mutlaka tuttuğu, hece sayısının dikkate alınmadığı, genellikle akrostişe ağırlık verilen bu dörtlükler okunduğunda, ses, kulağıma melodik gelmezdi. Sözler etkili olsa belki ahengi aramazdım. Ama sözler tahmin edebileceğiniz gibi sonbaharın hüznünden, ufka dalan bakışlardan, gözlerin mavisinden en ağdalı şekilde bahseder, Sezen Cumhur Önal'a taş çıkartırdı. Geçenlerde Memed Fuat'ın ilk gençlik yıllarındaki şiir ve öykü yazma denemelerini anlattığı bir kitabını okudum. Bu yaşlarda şiir yazmaya başlayan, yazdığı şiirleri değerlendirmesi için hapisteki Nazım Hikmet'e gönderen Memed Fuat'ın henüz lise öğrencisiyken yazdığı dizelere bakın:

Bu akşam içimde bir sarhoş olmak arzusu...
Salaş bir kahvede oturup,
deniz kenarında,
gece mehtaba karşı
çekmek kafayı...

Nazım mektuplarında içtenlikten, bildiği şeyleri yazmaktan sözediyor ve "Heveskarlık kötü bir şeydir." diyor Memed Fuat'a. Bilmediği, yapmadığı şeyleri yazan Memed Fuat da farkeder içten olamadığını, özentiliğe kaçtığını. Zaten bir süre sonra da daha içten yazabildiği öykülerine ağırlık vermeye başlar.

O yıllarda edebiyat derslerinde örneklerini okuduğumuz halk şiirini her zaman sevdim. Okumaktan hep zevk aldım. Pek çok şey beni etkiledi: Kafiye ve hece sayısının ahengi, kullanılan yalın yapmacıksız, günlük konuşma dili, dört satıra sığdırılan yoğun duygular...

İşte bir kaç örnek:

Alçağında al kırmızı taşı var
Yükseğinde turnaların sesi var
Ben de bilmem ne talihsiz başı var
Niçin gitmez Yıldızdağı dumanın
(Pir Sultan Abdal)

Ağaçlar geydi donunu
Kuşlar artırdı ününü
Garip olan vatanını
Anar ağlar şimden geri
(Dadaloğlu)

Çıkıp yücelere bakmak istersin
Coşkun sular gibi akmak istersin
Her güzelle yatıp kalkmak istersin
Ber senin derdini çekemem gönül
(Karacaoğlan)

Şu yalan dünyaya geldim geleli
Severem kır atı bir de güzeli
Değip on beşime kendim bileli
Severim kır atı bir de güzeli
(Dadaloğlu)

Ala gözlü benli dilber
Koma beni el yerine
Altın kemerin olayım
Dola beni bel yerine
(Karacaoğlan)

Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin
(Yunus Emre)

Halk şiirinde mısralardaki hece sayısının eşitliği esasına dayanan hece ölçüsü kullanılır. Hece sayısı 7 ile 15 arasında değişir. Hece ölçüsünde uyumu pekiştirmek amacıyla mısraların belli bölümlere ayrılmasına durak denir. Duraklar şiiri tekdüzelikten kurtarır, kelimelerin bölünmesini önler. Halk şiirinde sık kullanılan 7'li hece ölçüsü genellikle 4+3 duraklı, 11'li hece ölçüsü ise 6+5 duraklı olur. Okuması pek keyiflidir:

Bir çift turna geldi Kars illerinden
Öter garip garip bizim illerde
Evrilir çevrilir göle konmaya
Korkar ki avcı var diye göllerde

Öküzün damını alçacık yapın
Yaş koman altını kuruluk sepin
Koşumdan koşuma gözlerin öpün
İreçberler hoşça görün öküzü

Pir Sultan Abdal'dan verdiğim bu iki ayrı örnekte altı çizili bölümler 6, mısranın devamı 5 heceden oluşur, kelimeler bölünmez. Heceleri sayarken şiirin güzelliğini kaçırmayın! Birinci dörtlükteki hüzün, hele ikinci dörtlükteki sevgi daha güzel nasıl anlatılır?

Devamı var.

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

2- Özel Sektör ile Kamu Sektöründeki Çalışma Ortamlarına Yakından bir Bakış

Dünyanın neresinde olursa olsun, hemen tüm özel sektör kuruluşlarında hedef daima bir gün öncesinden daha iyi duruma geçmektir. Bu yüzden özel sektörde çalışanlardan, özellikle de yönetici konumundakilerden, mevcut ve erişilebilir emek ve sermaye olanaklarını en iyi şekilde kullanıp yeni projelere, yeni yatırımlara ve yeni iş olanaklarına uzanan yollarda durmak bilmeyen bir yenilik arayışı, sınır tanımaz bir girişimcilik ruhu ile koşmaları beklenir.




Editör'den Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_10.asp

Devamı var

 Hangi Hastalığa Hangi Yiyecekler


DİYABET

Kuru fasulye: Lif açısından zengin bir besindir. Bu da diyabet riskini büyük oranda azaltır.İçerdiği karbonhidratları vücudun şekere dönüştürmesi uzun sürer.

Mercimek: B vitamini, demir, kalsiyum, potasyum, fosfor ve magnezyum içerir. Çözünebilir lif içermesi sayesinde kandaki kolesterol oranını düşürür. Bu nedenle diyabet ve kalp hastaları için kaçınılmaz bir besindir.

BAŞ AĞRISI

Nane: Nane çayı baş ağrılarını dindirmek için birebirdir. İçerdiği mentol ve mentol doğal yağları sayesinde mideyi rahatlatma etkisine de sahiptir.

Biberiye: Kimyasal içerikleri sayesinde doğal bir ağrı kesici görevi görür.

Çikolata: Doğal antidepresan özelliği vardır. Çikolata magnezyum ve demir içerir. Sinirleri gevşetici özelliği sayesinde baş ağrısını dindirir.

Devamı var...

 Dost Meclisi


Bu tadı yaşamak lazım...

Yeni insanlarla tanışmayı oldum olası sevmişimdir.
Yeni insanlar, bence hayata ait yeniliklerdir, kendimizi tazelemektir.
Düşünsenize, herkesin benzer de olsa, farklı bir hayatı vardır.
Kimi yalnızdır, köpeğiyle beraber yaşar, kiminin evine sığdıramadığı kocaman bir ailesi vardır.
Kimi kız arkadaşıyla beraber yaşar, cepten mesajlaşarak kavga eder.
Kimi ise çocuklar duymasın diye yatak odasında sessizce kavga etmeye çalışır.
Kimi bulduğu her tatilde seyahate çıkar, kimi ise vitrinleri gezer harcayacak parası olmadığı için.
Tabii her insanı tanıyıp bu kadar bilgi sahibi olmak, onları tanımak zaman ister.
Ama bazılarımız vardır ki, insanlarla tanışamaz, bazılarımız da otobüste, dolmuşta, vapurda yanında oturanla sohbete dalar.
Her nasıl olursa olsun gerçek şu ki, yeni insanları tanımak insanı mutlu eder.
Peki yeni insanlarla, sağlıklarıyla ilgili zora düştüklerinde onlara yardım ederek tanışmak ne güzeldir bilir misiniz.
Şimdi, sizi duyar gibiyim, hem karşımdakini tanımıyacağım, hem de sağlığıyla ilgili zora düşecek de benim mi haberim olacak diyorsunuz. Evet, normal şartlarda doğru düşünüyorsunuz, ama sorun da burada zaten, şartlar normal değil.

Sıkı durun şimdi, size sırrımı açıyorum. Ben bunun yolunu buldum.
Çok basit ve çevrenizdeki herkese de söylemenizi tavsiye ederim, bu zevki onlara da tattırın. Ne yapıyorum, biliyor musunuz?

( Kan Veriyorum )

4 Ekim Cuma günü iki kan bankasına üye oldum ve eşimi de üye yaptım. Normalde cumartesileri 11 gibi işe giderim, ama 5 Ekim'de herhalde ailenin kısmetine ki, çalışmadık. Ben de çocukları gezdireceğime söz verdim, tam çıkacağız, telefon çaldı. Karşımdaki ses "Size Kan Bankası aracılığıyla ulaştık, babamız hastanede, böbrek otopsisi sonucu kanaması var ve size ihtiyacımız var, kan verebilir misiniz" dedi. Daha 24 saat olmamış, bir kan talebi, hıza şaşırdım ve tabii dedim. Çocuklara durumu izah ettim, hemen hastaneye gittim. Beni kapılarda karşıladılar, defalarca teşekkür ettiler, bir sohbet bir sohbet.

Hasta ortopedi doktoru, eşiyle Ege'de yaşıyor, akrabaları İzmir'de, çocukları İstanbul'da, kızı Numune Hastanesi'nde radyoloji uzmanı, oğlu Show TV'de web editörü, eşi tatlı kibar bir ev hanımı falan filan. Bu arada, uzun seneler oldu ki kan vermedim.

Önce bir form dolduruyorsunuz, sonra az miktar kan alınıyor, tahlile gidiyor, kan oranınız yeterli mi, kan vermeye engel olabilecek herhangi bir probleminiz var mı tetkik ediliyor. Kan oranım yeterli çıkınca bir ünite kan alındı, tahlil sonuçları Pazartesi günü temiz olarak çıktı ve aile kanı kullandı. Hasta taburcu oldu.

Durun daha bitmedi, bu arada yaşadığım duygulu anları size izah edemem. Siz bunu, ihtiyacı olan bir hastaya kan verince anlayabilir, daha ötesi yaşayabilirsiniz. Bu arada eşim bu işten pek hoşlanmadı. Çünkü doğum yapalı yaklaşık 10/11 ay olmuştu ve hala bebeğimi anne sütüyle besliyorum, bana zarar verebileceğini düşündü. Halbuki sağlık memuru olan babamızdan onay da almıştım. Yani ara ara biraz söylendi, ta ki düne kadar.

Çünkü sonunda onu da aradılar ve kalp ameliyatı olacak, Sakarya'da yaşayan, SSK'dan Isviçre Hastanesi-Bostancı'ya sevkli, ameliyat öncesi kana ihtiyacı olan bir beyle ve ailesiyle tanıştı. Sohbet, muhabbet derken, o da kanını verdi, daha sonra hastanın durumunu da bildirdiler, çok başarılı bir ameliyat geçirdi.

Şimdi gelelim benim izlenimlerime;
Böbrek hastası olan beyin üç çocuğundan ikisinin kanı tutuyordu, ama onlardan kan alamadılar, çünkü ileride böbrekte bir problem çıkıpta çocuklarından böbrek nakli yapılması durumunda, eğer çocuklar daha önce babaya kan vermişseler, babanın vücudu organı reddedebiliyormuş, bana bu bilgiyi kızı verdi, doktor falan değilim, aman bilesiniz.

Yine eşimin kan verdiği hastanın çekirdek ailesinden iki kişinin kanı hastayla tutuyormuş, fakat oğlu bronşit nedeniyle, kızı da doktorlarının kalp ameliyatlarında, bayan kanı kullanılmasında bazı özel noktaların çok önemli olması ve kalpte herhangi bir riske meydan vermemek amacıyla erkek dönörden kan almak istemesi nedeniyle, kan verememiş.

Bunları niye anlattım, çünkü bireysel bakınca, evdeki hesap çarşıya uymayabiliyor, siz de bilesiniz istedim. Ayrıca hiç vakit kaybetmeden, bedava bir iyilik yaparken kendi sağlık kontrolünüzü de yaptırmış oluyorsunuz. Sonra, üç ayda bir kan vermek insan sağlığına yararlı. Maneviyatını ise ben anlatamam, sizin yaşamanız lazım.

Ve kan veripte, ilgili sitede kan verdiğiniz son tarih bilgisini değiştirdikten sonra bile günlerce telefonlarım susmadı. İnanın şu anda bir yerlerde birileri size muhtaç, yapacağınız tek şey onlara bir saatinizi ayırmak. Deneyin ve bu mutluluğu tadın, çevrenizdekilere tattırmayı da unutmayın.

Ben adreslerini aşağıda sizlere veriyorum.

İsterseniz Forum alanında bu gelişmelerden birbirimizi haberdar da edebiliriz.

Sevgiyle kalın.
Hatice Şen Özköse

http://www.kanbankasi.gen.tr
http://www.sanalkanzinciri.ada.net.tr

 Tadımlık Şiirler


İREM

Bana şöyle bir bak diyorsun
Alıcı gözüyle, tepeden tırnağa
Yeni dalınmış bir uyku gibi bak
Çobanların söndürmeyi unuttuğu dağ ateşi
Kaleden kaleye uçurulan ak güvercin
Rüzgara emanet edilen fısıltı gibi
Yazdan kalma bir gün gibi bak bana

Bana şöyle bir bak diyorsun
Posta kutusuna gece yarısı bırakılan bir mektup gibi
Kızağından kayıp bitmeden denize inen bir tekne
Gökyüzünün denizyıldızlarıyla dolduğunu gören
Bir dalgıç gibi bak
Akşam kırılmaya başlarken içimde
Dağılan bir ilkokulun zili gibi bak bana

Bana şöyle bir bak diyorsun
Bir ışın demetine sarılır gibi bak
Unuttuğum ve istemesem de
Yüzlerini bir türlü anımsayamadığım
Çocukluk arkadaşlarım gibi

Kahve fincanına damlayan gözyaşı
Kara düşen kan damlası gibi
Diyorsun ki- evet, mavi gözlerinden bile ürpertici bu-
Kınından çıkarılan bir hançer gibi bak bana

Bana şöyle bir bak diyorsun
Yaşama sevincini sana ben veriyormuşum gibi
Sevgilin olmasam da sevgilinmişim gibi bak
Kumsalda bırakılan ayak izi
Kanadın üzerine değen bulut gibi
Kayalıklara sürüklenen bir gemiye
Yanıp sönen deniz feneri gibi bak bana
Çünkü unutmamanın eşiğidir
Ve anımsamanın kapısıdır bakmak
Sevgili İrem
Bunun için bile kibrit çakılabilir
Okyanusun kıyısında
Karanlıkta
Bir kedi gözü gibi
Pençeleriyle dolaşırken aşk.

Akgün Akova

..........<>..........

YAĞMUR BİZİ İZLİYOR SEVGİLİM; YALNIZCA BİZ

Anılarını Yerlerden Toplayanlar Derneği’nden dönüyorum
Bir yanıp bir sönüyorum
Yağmur bizi izliyor sevgilim, yalnızca biz
Yalnızca biz geçmişi yaktık, yalnızca biz
Bir şemsiyeye çarpıp batan bir teknedeydik, eğildik
Eğildik ve iplerini çözdük
Sonsuz ipli uçurtma şenliğine dönüştü birlikteliğimiz
Yağmur bizi izliyor sevgilim, yalnızca biz
Ağzımız sürükleyip götürüyor çalar saatleri
En tehlikeli odalarındayız otellerin

Anılarını Yerlerden Toplayanlar Derneği’nden dönüyorum
Bir yanıp bir sönüyorum
Yağmur bizi izliyor sevgilim, yalnızca biz
Yalnızca biz bayrakları yaktık, yalnızca biz
Gözyaşı şişelerine çarpıp kırılan bir ülkedeydik,
sevdik
Sevildik ve kire pasa direndik
Yeniden sevdalanıyorum sana bunca kaçak günlerden
sonra
Yağmur bizi izliyor sevgilim
Bir bardak yeryüzünde yeniden fırtına.

Akgün Akova

 Biraz Gülümseyin


Ayşe

Bir gün Temel bankadan para çekerken hırsızlar içeriye girer ve herkesi rehin alırlar. Daha sonra rehinenin fazla olduğunu görünce birkaç kişiyi öldürmeye karar verirler ve herkese adını sorarlar.

Temel'in yanındaki bir kadına sorarlar:
- Adın ne?
- Ayşe
"Benim annemin adı da Ayşe" deyip, bırakırlar.

Ve sıra Temel'e gelir.
Temel'e "adın ne?" diye sorarlar.
Temel korkarak cevap verir:
- Adım Temel, ama arkadaşlar bana Ayşe der.

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://basary.kolayweb.com/343072457618.html
CIVADRA Teknenin baş tarafında dışarıya doğru eğik olarak uzanan sabit seren, genellikle yelkenli teknelerde flokları açmak için kullanılır. CUNDA Uç demektir. Direk cundası, seren cundası, bumba cundası. Cunda yakası: yelkenin seren yakalarına gelen uçlarına denir.

http://emekli43.kolayweb.com/
Pullara dikkatle bakmak zevk verdiği kadar öğreticidir de. Pul koleksiyonundaki pullar ait oldukları ülkelerin elçisidir. Bunlar ülkelerinin tarihini coğrafyasını ekonomisini büyük adamlarını güzelliklerini sosyal yaşamlarını geleneklerini inceleyenlere öğretirler. Bir pul koleksiyoncusunun genel kültür seviyesi pulculuk ile kendiliğinden artar.

http://bornova.ege.edu.tr/~eunal/index2.html
AIDS'e neden olan virüs ilk defa 1983 yılında Dr.Luc Montagnier tarafından kaydedilmiş daha sonra Paris Pasteur Enstitüsündeki bilim adamları tarafından izlenmeye devam edilmiştir.Enstitü araştırmacıları virüse Lymphadenopathy-AssociatedVirüs (LAV) adını vermişlerdir.Çünkü bilim adamları virüse bir hastanın lenf düğümlerinde rastlamışlardı.

http://www.whoohoo.net/operababy/operababy.swf
Opera baby ............. Sadece link'e tıklayın ve bilgisayarınızın sesini açın. Özellikle anne olanlar için seçtim.

 Damak tadınıza uygun kahveler


Noworyta News Reader v2.9 [615k] Win9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105474
USENET Haber gruplarını izlemek, mesajları online ve offline olarak izlemek, değişik hesaplar tanımlamak üzere dizayn edilmiş küçük ama işlevsel bir haber okuyucusu.
http://kmarsiv.com/sayilar/20021030.asp 30 Ekim 2002 - ©2002-kmarsiv.com
istanbullife.com