KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)



ÜZGÜNÜM! KANADIM KIRILDI, BAŞARAMADIM...

Kahveci Soruyor?



Xasiork Dergi
ANLAMSIZ SAVAŞA HAYIR !
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Yıl: 1 Sayı: 230

 28 Mart 2003 - Savaşa hayır ama...


Merhabalar,

"Yanlış hesap Bağdat'tan döner!" Son günlerin bu beylik lafıyla başlamak istedim sözlerime. Bu savaşın sonu ne olursa olsun asıl kaybedenin ABD olduğunu protesto gösterisi yapan Amerikalı kadınların polisler tarafından derdest edilirken sergiledikleri mağrur görüntülerini izlerken anladım. İnsan olmanın gurur ve onuru ile "Irak'lı kadınlarla dayanışmayı sürdüreceğiz." diye bağırıyordu elleri kelepçeli götürülürken. Tatile diye yolladıkları çocuklarının birer ikişer devrildiğini, "Dost ateşi" ile dünya değiştirdiğini gördükçe, bağıranların sesi haykırmaya dönecektir mutlaka. İkiyüz küsur yıllık geçmişinde, birbirlerini yedikleri savaşı saymazsak, heran savaşta olup ama taraf oldukları savaşları hep denizaşırı bölgelerde yaşayan, savunmanın anlamını bilmeyen, savaşın acılarını çekmeyen bir toplumdan çıkan bu tür sesleri iyi değerlendirmek gerekir.

Savaşa hayır ama... diye başlayan cümleler kurmak yerine, neye rağmen savaş? sorusuna akılcı cevaplar bulup tavır belirlemek daha doğru galiba. Zira "ama" nın sonuna ekleyeceğimiz her gerekçe bizi insan olmanın onurundan adım adım uzaklaştırmakta. Hiçbir neden bebelerin, anaların gözyaşlarına merhem olmuyor ki... Barış edebiyatı yapmak istemiyorum ama artık bıkmadık mı bu para ideolojisinden? Sizi bilmem ama bana gına geldi. Okyanus ardından ekonomisini bataktan kurtarmak için burnumun dibine bomba yağdıranlara tahammülüm kalmadı artık. Ağlayan anaları da, evinden binlerce mil uzakta canından olan Amerikalıyı, İngilizi de görmek, duymak istemiyorum artık. Benden geçti ama hiçolmazsa çocuklarım silah gölgesinde yaşamasın istiyorum. Hepinize sevdiklerinizle, mutlu, umutlu ve Sevgili Berrin Cerrahoğlu'nun papatyaları gibi canlı bir haftasonu diliyorum.


Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 KAHVE KREMALARI


Merhaba Sevgili Dostlar,

Bu tuhaf savaş ortamında,'krema'ları yazmak bir taraftan içimi burkuyor, bir taraftanda böyle krizli durumların, dünyada yapılan iyi işlerle aşılacağı umudu beni biraz teskin ediyor. Yıllarca okuduğumuz tarih kitaplarındaki herşeyi, epeyce değişmiş olarak, naklen televizyonlardan izlerken, hüzünlü Irak'lı bebeler, analar, babalar ya da ülkesine hizmet etmekten başka bir fikri ve art niyeti olmayan, esir düşmüş Amerikalı askeri ve oğlunu filipin televizyonunda şans eseri gören anneyi görüp , hadi bir filme, sergiye, konsere vs... gidelim demek pek te kolay birşey değil... Her iki tarafta da masum insanların, politik amaçlarla kullanılması çok acı... 9 Yaşındaki oğlum savaş ve çıkış nedenleri hakkında, en temiz, en saf, haliyle bana 'neden anne?' diye sorduğunda hiçbir cevabım yok inanın bana... Bu insanlık dramını dünya unutmayacak, daha öncekilerde olduğu gibi...Yine olan insanlara ve insanlığa olcak... Eminim Hollywood, yıllar içinde bu konuda yapacakları filmlerin senaryolarını hazırlamışlardır, ama bir o kadar daha eminim ki hiçbirinin sonunu tamamlamamışlardır. Çünkü hiçbirşey umdukları gibi gelişmiyor... Bugün, sevgili dostum 'ters köşe' ile telefonda konuşurken, bu dönemde herkeste görülen 'savaş depresyonu' sendromundan bahsetti. Bu durum bugünlerde bende fazlasıyla var. Onun için sizlere, 'iyi enerjileri'nizi korumaya devam etmenizi önererek başlıyorum. Önerilerimde, bu hafta çok çeşitlilik bulamayacaksınız, zira geçen hafta sonu 'savaş' konusu gündemimde en ön sırayı aldı.

Görmeyenler için Chicago filmini bir kez daha öneriyorum. Oscar'da da en iyi film ödülünü alan bu film, kısa sürede olsa insana çok hoş vakit geçirtiyor.

Öncelikle, 22.İstanbul Uluslarası Film Festivali 12-27 Nisan 2003 tarihleri arasında gerçekleşecek. Ancak hem indirimli bilet almak, hemde istediğiniz filme bilet bulmak istiyorsanız, rezervasyon yaptırmanız gerekiyor. Rezervasyon Formlarını, festival sinemalarından bulabilirsiniz. Sonra bu formları doldurup 29 Mart-1 Nisan Tarihleri arasında hergün 10.30-19.30 arasında, İstiklal Caddesi No:122/4 adresinde bulunan Sesam binasındaki görevlilerine teslim edeceksiz. Birkaç gün sonrada biletinizi alabileceksiniz. Herkese iyi seyirler...

Size bu haftaki kitap önerim, Sadık Yemni'nin en çok ilgi çeken romanlarında 'Amsterdam'ın Gülü' nün yeniden basılan polisiye romanı, Everest yayınlarından çıktı. Olldukça sürükleyici ve hatta sinematografik unsurların baskın olduğu bir roman. İkinci önerim ise, malumunuz bu aralar 'İstanbul' üzerine özel bir ilgi geliştirdim, dolayısıyla, Aydın Boysan'ın YKY'dan çıkan 'İstanbul'un Kuytu Köşeleri' ni öneriyorum. Yaşadığınız şehirde, hoyratlıklara rağmen ayakta durabilmiş hiç bilmediğiniz bir kuytu köşeyi bu kitapta bulabilirsiniz.

Bu hafta sizin için seçmiş olduğum müzik CD'si Norah Jones 'un , 'come away with me' si olacak. Billur gibi bir ses, çok seveceğinizi düşünüyorum. Dinledikçe kendinizi daha iyi hissedeceksiniz.

29.Mart Cumartesi akşamı, müzik dünyasında 50 yıldan beri varolan ve günümüzün en eski ve önemli yaylı çalgılar topluluklarından biri olan, Juilliard Yaylı Çalgılar Dörtlüsüü, İş sanat Kültür Merkezi'nde saat 19.30'da bir konser veriyor.
İş Sanat Kültür Merkezi : 0212 316 1576

Yine aynı gece Atatürk Kültür Merkezi'nde Don Giovanni temsili var.
AKM : 0212 251 5600

Hepinize barış, sevgi ve sabır dolu bir hafta diliyorum.

Zeynep Özbatur

 Delikanlı Yazar Kahveci : Hüsamettin Gezer


Alternatif Sporlar

Merhaba dostlar,

Epeydir bir şeyler yazamıyorum, sebebi malum, yanıbaşımızdaki savaş bende yazacak ruh hali bırakmadı. Televizyonlarda her gün kanlı görüntüleri gördükçe içim bulanıyor, elimden bu savaşa yol açanlara lanet etmekten başka bir şey gelmiyor. Sizi bilmem ama TV de yorum yapan emekli generaller de canımı sıkmaya başladı. Amcalar almışler ellerine değnekleri, önlerinde harita "şudur, budur" diye anlatıp duruyorlar. Depremcilerden sonra şimdi de bunlar çıktı başımıza. Her kanalda, her programda ayrı biri var, korkarım bu gidişle sıra "emekli er" sıfatıyla bize de gelecek.

Geçenlerde hiç adetim olmadığı halde kafam biraz dağılsın diye bizim oğlanla alışverişe gittim. Esas amacımız spor ayakkabısı almak ama bu bahaneyle biraz gezmek için uzunca bir İstanbul turu yaptık. Bende herhalde pederden geçmiş bir adet var; ne alırsam alayım, alacağım şeyin en iyisi nerede satılıyorsa oradan almaya çalışırım, yani bozayı Vefa'dan, yoğurdu Kanlıca'dan, kestane şekerini Bursa'dan almaya çalışmak gibi bir şey. Aslında buraların adı çıkmış, başka yerlerde daha iyileri bulunabilir ama benimkisi saplantı işte.

Spor ayakkabısı denince aklıma hemen Sirkeci'deki dükkanlar geldi, atladık arabaya yola koyulduk. Arabayı Karaköy'e park ettik, yürüye yürüye Eminönü'ne geçtik. O taraflara yolum düşerse Mısır çarşısı yanındaki Çiçek Pazarına uğramadan edemem. Güzelim çiçeklere, sevimli hayvanlara bakmaya doyamam. O çiçekler nedense orada hep böyle güzel, güzel durur, alır eve götürürsün üç günde solar gider, bu nasıl iştir bir türlü anlamam. Neyse, her zamanki gibi akıllanmayıp eve götürmek üzere bir, iki saksı çiçek aldık oradan Sirkeci'ye geçtik.

Sirkeci'de spor malzemeleri satan bir dükkana girdik ve anladım ki artık spor ayakkabısı almak için önceden kurs görmek lazım. Adama "çocuğa spor ayakkabısı alacaktık " diyorum, adam bana "ne için" diye soruyor. Ne demek ulan "ne için", spor ayakkabısı işte, cevap veremeden şaşkın, şaşkın baktığımı gören adam tekrar sordu "ne için". İçimden "kıçına tekme atmak için" dedim ama dışımdan "canım çocuk okulda spor yaparken giyecek işte" diye cevap verdim. Konu hakkındaki cehaletime acıyarak bakan adam aldı bizi raflarda dizili ayakkabıların önüne götürdü ve izahat vermeye başladı. Efendim öyle spor ayakkabısı demekle olmazmış, koşu için başka, hafif koşu için başka, yürümek için başka, top oynamak için başka ayakkabılar varmış ve mademki çocuk okulda giyecekmiş şu bölümdekilerin içinden seçelimmiş. Bu talimat üzerine ben köyden gelmiş amele bakışlaryla bakmaya başladım. Zafer benim gibi değil, eline alıp içindeki gavurca yazıları okuyor, adama soruyor kendi işini kendi görüyor. Baktım Zafer'in yardıma ihtiyacı yok ben de öylesine bakmaya başladım.

Bizim zamanımızda yerli malı Mekap marka ayakkabılar vardı, hepimiz ondan giyerdik. Gerçi bizim spor yapmaktan anladığımız mahalle içinde itişe, kakışa top oynamaktı, onu da her türlü ayakkabıyla ve kıyafetle oynardık ama hepimizde birbirinin aynı ayakkabılardan vardı. Şimdi bakıyorum da bu çeşit ve marka bolluğunda herkese ayrı bir model ayakkabı alınabilir. Rafta ayakkabıların altında İngilizce yazılar var, Zafer'e sordum, ayakkabının hangi spor için olduğu yazıyormuş, koşu, basket vs gibi. Sanki gavur memleketindeyiz anasını satayım, yazsanıza şunların Türkçe'lerini. Ayakkabılar arasında bir kaç tane tuhaf ayakkabı gördüm ki, tarife sığmaz. Böyle acayip bir şeyler, ayakkabıya falan benzemiyor, altında krampon gibi çıkıntılar, onlara bağlı tank paleti gibi bir şeyler var. Mazallah, ayakkabıyı tamir gerekse ayakkabıcı falan anlamaz, doğrudan askeriyenin tank, palet fabrikasına göndereceksin, öyle acayip bir şey. Aldım elime, içine benzin falan konuyor mu diye bakıyordum ki, satıcı adam "onlar sana göre değil" bakışlarıyla "alternatif sporlar için onlar" diye açıklamada bulundu. Ne demek ulan "alternatif spor", sanki normalini yaptık da alternatifi kaldı. Meğerse alternatif spor bazı aklı evellerin böyle bildiğimiz sporlar onları kesmeyince icad ettiği tuhaf, biraz da tehlikeli işlermiş. Ne diyeyim, Allah akıl, fikir versin.

Sonunda Zafer eli yüzü düzgün bir ayakkabı beğendi, bisiklet almaya yetecek kadar bir para verdik, çıktık. Dönüş yolunda çoktandır gelmediğim Eminönü, Karaköy civarında biraz eğlendik, Galata köprüsünde balık tutanlara baktık, sonra döndük.

Akşam yemekten sonra herhalde bu konuda cahil kalmamı istemeyen Zafer internetten bulduğu alternatif spor örneklerini gösterdi, valla bu işler için bence acayip ayakkabı sahibi olmak değil bir kaç tahtanın eksik olması gerekiyor. Ben, oğluma beni bilgilendirmek için gösterdiği ilgisi için teşekkür ettim ve benim kafamdaki alternatif spor kavramının "kanepede uzanarak maç seyretmek" olarak kalmasına karar verdim.

Kalın sağlıcakla dostlar.

Hüsamettin Gezer
husam@polygon.com.tr

 Görmüş Geçirmiş Kahveci : Kemal Duykan


Cehennem sıcağında oruç... Birinci bölüm

Yıl 1949 yada 48...Yer, Antep ilimizin “demirci çarşısı”. Cehennem sıcaklarının yaşandığı bir zamana denk geldi mübarek Ramazan. Olabildiğince basit bir demirci atölyesinde çalışan üç çırağız. Birimizin adı Adem, diğerinin adı Hoca;babası din adamı olduğundan oğlunun adını Hoca koymuş;diğeri de ben. Benzer yaşlardayız ;on bir-on iki civarında...

İş yerimizde iş, sabah namazından sonra başlıyor ikindi namazına kadar sürüyor;Ramazan ayı ve oruç dolayısıyla... Sıcak ve soğuk demircilik yapılıyor atölyede, ama daha çok sıcak. Ateşte kor haline gelen demir ve çeliklere biçim vermek işimiz. Gölgede Isı otuz dokuz-kırk dereceden aşağı düşmüyor;demirci ocağında yanan ateşin verdiği ısı cabası...Dövdüğümüz demirlere istenilen şekli vermek için indirip kaldırdığımız çekiçlerin ağırlığı en az üç kilodan başlıyor. Vakit öğleyi bulunca üzerinde kor haline gelen demirlerin,çeliklerin dövüldüğü yüz beş kilo ağırlığındaki örsün etrafa yaydığı ısı bile , tek başına yakınında duran insan alışık değilse bunaltmayla yeter de artar...

O yıllarda Ramazan ayında oruçlu olmayan yok gibi...Varsa da gizlemek gereği duyduğundan bilinmiyor; bilinmediği için de yok sayılıyor...

Evet,işte bu koşullarda günde on beş-on altı saat aç ve susuz çalışıyoruz... Bu kadar uzun süre içinde vücudumuzdan ter atarak kaybettiğimiz suyun miktarı düşünülürse nasıl yaşayabildiğimizi tıp doktorlarının anlaması pek de kolay değil...Ancak yaşayanlar bilir...

Ben İlkokula kapağı atmak gibi olağanüstü şanslı biri olduğumdan yalnız yaz tatillerinde çalışıyorum. Adem hiç okul görmemiş, demirci çarşısındaki nerede ise tüm diğer yaşıtlarımız gibi...Hoca’nın babası köylerde imamlık yaptığından oğluna Kur’an’ ı Kerim’i ezberletip hâfız yapmış. Hoca İslâm'ın kutsal kitabını ezberlemişti ezberlemesine ya ,okuduklarından tek cümlesini bile anlamazdı. Belki anlaması da gerekmiyordu, kim bilir...Bu işlerin uzmanı değiliz ki...

Kutsal Ramazan ayının sonuna yaklaştığımızda resmen bitik durumdayız...Erişkinlerimizin de durumu çok parlak değil ,ama onlar: “Keşke Allah bütün aylarımızı Ramazan yapsaydı;keşke Allah bize bütün yıl oruç tutmayı nasip eyleseydi” diyorlar;bize de” aman ha, sakın oruçtan şikâyetçi olmayın sonra cehennemde yanarsınız” buyuruyorlar; sanki yaşadığımız cehennemin Tanrının cehenneminden farkı varmış gibi... Tanrının cehennemini çıplak gözle gören yok olmasına yok da, bizimkisi açık-saçık ortada...

Biz demirci çıraklarının en çok sevdiği ses, Ramazan ayında müezzinin imânı bütünleri ikindi namaza çağırdığı “ses” den başka bir şey değil... Yani su sesi,para sesi, kadın sesi falan değil... Var olan suyun içilmesine konan kutsal yasak onulmaz yaramız, fakat söylemeye cesaret ister. İkindi ezanı okununca, ustamız derhal işi bırakıp namaza koşuyor. Bu bizim için bir saatlik gölge bir yerde dinlenme fırsatı demektir...İşte böyle bir gün ve böyle bir zamanda Adem arkadaşımız bize bir öneride bulundu: “Gelin Kozluca Camiine gidelim oradaki havuza kendimizi atıp serinleyelim!” Hoca önce buna itiraz etti ve:”Olmaz!”dedi,”ağzımıza su kaçarsa orucumuz bozulur,sonra cehennemde çayır çayır yanarız!” Adem yalvaran gözlerle bana dönüp “Sen ne diyorsun ,sen de söyle bakalım?”diye sorusunu yineledi. “Ben gelirim”,dedim,”Hoca ister gelsin ister gelmesin,ben gelirim!” Anca beraber kanca beraber,” dedi Hoca,” mademki siz korkmuyorsunuz bende korkmam. Ağzımıza su kaçar da cehennemlik olursak benim günahım da sizin üzerinizde kalır bilesiniz!” diye ekledi. Olası bir kaza gerçekleşirse Hoca’nın olası günahını Adem’le ortaklaşa paylaşıp yüce Tanrının cehenneminde biraz da arkadaşımız için fazladan yanmayı kabullenince, tartışma bitti ve demirci çarşısından yedi –sekiz yüz metre kadar uzakta olan Kozluca Camiine doğru yola çıktık...

.........

Hikayenin kalanını merak eden olursa Pazartesi günü ikinci bölümü okuyabilir.

Kemal Duykan

 Misafir Okuryazar


Rachel Corrie

Selam!

Uzun aradan sonra içim içime sığmadı. birşeyler yazmak istedim.

Malum gündem: savaş. Öylece oturmuş izliyoruz. Elimizden hiçbirşey gelmiyor. Emin değilim hakkaten gelemiyor mu? Yoksa bize bu mu telkin edilmişti? Hiç bilmiyorum. Tarihe tanıklık edebiliyoruz ancak. Bugün gazeteden, 2000'li yılların ilk azizesinin adını öğrendim. Hazin; varlığından ve sonundan aynı yazıyla haberdar oldum: Rachel Corrie. Hiç de öyle kavruk, esmer çirkin Ortadoğulu bir müslüman felan değil. Beyaz tuzu kuru, 23 yaşında amerikalı bir kolej öğrencisi işte.



Barış aktivistleriyle birlikte Ocak ayı başında Filistin'e; Gazze şeridine gidiyor. Olan bitene tanıklık etmek ve dünyayı bu yaşanan felaketlerden haberdar etmek için. Beraberinde; Karum'da, Migros'da, hatta bizim heykelin önünde de sıkça göreceğiniz bir sürü benzer görünümde genç...Kimine göre aykırı, kimine göre soytarı. Amerikan veya İsrail gizli ajanı olamayacak kadar aykırı oldukları kesin. Filistinde, Filistinlilerle birlikte yaşıyorlar. Ve Rachel bir mektubunda annesine şöyle yazıyor:

" Bana şiddet karşıtı direnişin ne demek olduğunu soruyorsun. Dün bulunan o patlayıcı ateşlendiğinde bulunduğum evin tüm camları kırıldı. O sırada bana çay ikram ediliyordu ve iki bebekle oynuyordum. Felakete maruz kalmış insanlar tarafından her an ilgi ve sevgi görmek beni hasta ediyor. Amerika'dan bilirim: böylesi muamele mübalağalı gelir. Gerçekten de, hayatları göz göre göre yokedilen insanların yalın iyiliği her şeyin gerçek dışı görünmesine yolaçıyor. Dünyada böyle bir zulmün kıyamet koparmadan geçiştirilmesine inanamıyorum. Bu benim canımı yakıyor. Dünyanın böyle korkunç hale gelmesine göz yumuşumuza tanıklık etmek benim canımı yakıyor..."

16 Mart 2003'te İsrail ordusu tank ve buldozerlerle Gazze Şeridindeki malum temizlik eylemleri için tekrar geliyor. Sınırda Filistinli bir doktorun evini yıkmaya koyuluyorlar. Rachel, arkadaşlarıyla birlikte tank ve buldozerlerin önüne atlıyor. Paletler üstünden geçiyor.



Aynı gün ajanslar "Saint Rachel Öldü" haberini; birkaç gün önce çekilmiş şu aşağıdaki resmiyle birlikte dünyaya geçiyor...



Hatları derin, bakışları keskin Amerikalı zatların basın toplantılarını saat başı veren CNN, Fox vs gibi TV'ler bu haberi tabii ki önemsemediler. Ve biz en azından şahsım adına konuşayım; savaş haberleri arasında içimin daraldığı bir Pazar sabahında, Radikal'in Yıldırım Türker'ini okurken bu "unutttuğum; meleğin yüzü'nü ", ancak bugün görebildim. İnternette biraz dolaştım. Rachel Corrie keyword'ünü girince bu mektuptaki resimler dahil o kadar çok yorum ve makale gördüm ki... Adı daha ölümünün 6. gününde Nobel Barış Ödülüne telafuz edilmeye başlanmış. Oturdum haber bültenlerinde Rachel'e dair bir haber geçsin diye bekledim. Beyhude. Bu körpecik taze kız tarihe geçecektir; hatta geçti bile galiba. Şu resme bir bakın. Ne kadar manidar. Sophia Loren tarzı güneş gözlükleriyle sarı saçlarını toplamış; kül-mavi bir bürümcük eşarp boynunda savruluyor; orası burası taş yıkama ağarmış bir kot; askılı siyah rahat bir t-shirt... Ne kadar bugüne ait değil mi? Haydi, Rahibe Teresa II. desinler...Politik açıdan doğru (politically corect) en ufak bir tavır var mı duruşunda? Peki yanlışı var mı (politically incorrect) ? Kamuflajlar ve örgülü saçlarla zafer işareti de yapmıyor ki karşımızda... Haydi devrimci anarşist desinler... Türk olsa sizce İstanbul'da yaşar; Nişantaşı aksanıyla mı konuşurdu? Yoksa Güneydoğu türkülerinin okunduğu bir barda halayın başı mı olurdu? İlla ikisinden biri mi olmak gerek... Demek ki oluyormuş dedirten bir resim bence bu. Tam da bu yüzden varlığıyla iç ferahlatan; hazin sonuyla göz yaşartan bir karekter. "Representation of representation" felsefesiyle tarihi; salt isimlerin yerine yenilerini koyarak "n. Othello reprodüksiyonu" diye bize yutturmaya kalkanlar çok şaşırmıştır herhalde. Çünkü eminim, onlar bu kılıkta bir azize beklemezdi hiç. Politik olarak dosdoğru bir rahibe bekleniyordu belki... Ya da levanten bir devrimci; şöyle kamuflajlar içinde; sırtında Che Guevera t-shirt'üyle...

Rachel'in, yıktırmamak için paletlerin önüne atıldığı evin sahibi Filistinli doktor tabutu taşımış.



Filistinli çocuklar mumlar yakarak dualar etmiş.

   


Anneciğiyle babacığı törenlerde, son mektuplarını okumuş kızlarının:

" Sadece anneme, bu kronik ve sinsi soykırıma tanıklık ettiğimi ve çok korktuğumu ve insan doğasının iyiliği üstüne kurulu mutlak inancımı sorguladığımı yazmak istedim. Bunun bitmesi gerek. Hepimizin her şeyi bir yana bırakıp; hayatımızı bunun bitmesi için çabalamaya adamasının iyi bir fikir olduğuna inanıyorum. Hala Pat Benatar dinleyip; dans etmek, erkek arkadaşlar edinmek ve arkadaşlarıma karikatürler çizmek istiyorum. Ama hala, bu vahşetin sona ermesini de istiyorum.
....
Oturup, uzun uzun ne büyük kötülüklere muktedir olduğumuzu keşfedişimin düş kırıklığı üstüne yazdım. Oysa en ağır koşullarda bile insan kalabilme gücü ve yeteneğini keşfetmekte olduğumu da yazmalıyım ki bunu daha önce hiç farketmemiştim. Galiba aslolan hayatta yalnızca, ONUR."


Bunların hepsi bu geçtiğimiz hafta içinde olmuş. Aynı gök altında şu yeryüzünde işte. Üstelik ünlü bir anglosaxon gazetesi bir karikatürle de dalga geçmiş, resimde pek net okunmayabilir: Stupid nedir sorusunun sözlük anlamlarını sıralamışlar, en alta da 3. bİr anlam eklemişler; "Sitting in front of a buldoser to protest against a gang of terrorists..." diye... Ve hafta boyu binlerce üniversite öğrencisi gazetenin önünde gecelemiş, oturma eylemleriyle; "RACHEL'DEN ÖZÜR DİLEYİN" diyerek...Duydunuz muydu? Valla ben hepsini bugün internetteki haber portallerinin arşivinde gördüm ilk kez.

Meleğin yüzünün ne menem bir şey olduğunu unutturmuşlardı çoktantır. Şu boynunda bürümcük eşarbı savrulan kıza bir bakın. Meleğin yüzünü anımsatmıyor mu?
Haydi, "gençlik işte..." desinler...
Haydi, "tuzu kuru züppe beyaz amerikalı" desinler...
Leydi Diana'ya benzetsinler...
Don Kişot versiyonu deyip küçümsesinler ki gerisi gelmesin.
Kare kare gerçek bir hikaye bu.
Buldozerler altında kalan bu masumiyet hikayesini unutmamak gerek. Yetmez, ikide bir anımsatmak gerek herkese. Demek ki oluyormuş!

Onun sözleriyle bitireyim:

Hayatları göz göre göre yokedilen insanların yalın iyiliği her şeyin gerçek dışı görünmesine yolaçıyor. Dünyada böyle bir zulmün kıyamet koparmadan geçiştirilmesine inanamıyorum. Bu benim canımı yakıyor...Bir şeyler yapmak gerek gerçekten.

Selçuk Dağdelen

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_82.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.208 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


MART AYI, DERT AYI

Nice kırağılara kaldım,
Bende acı tükenmez.
Ne ki bir kıran gibi geldi
Mart ayı bu yıl;
Üstelik bu ilki de değil.
Huy edindi her yıl.
Yok edip Mart ayını
Silip atmalı takvimlerden;

Ne değişir Çanakkale Zaferini
Kutlasak bir başka tarihte...
N’olur çekiversek birkaç gün öne
Dünya Kadınlar Gününü.


Ya da ne bileyim
Dünya Tiyatrolar Günü
Orman Haftası, kütüphaneciler
Gün mü bulamazlar
Koca bir yıl.

Olmasa Kocakarı soğukları
Ne işe yarar ekinoks
Eşitlenmese ne olur günle gece!
Eşitleyebilir misiniz
Küçük mutsuzluklarınızla acılarımı?

Bülent KUMRAL

<#><#><#><#><#><#><#>

TÜRKİYE'NİN MAVİSİ

Dedem Korkut'tan Dedem Ceyhun'a
Kaç çadır kaç ortağ var arada
Bıkmadan birer birer sayardık
Kaç göç kaç bozgun vardı derdik
Kaşgarlı Mahmut'tan Koca Yunus'a

Ve dağlarından alarak haberi
İnanırdık Kaygusuz'un sözüne
İki koçak bir ceylana koşanda
Duyardık Köroğlu'nun narasını
Gün ışığı boş şeşpere vuranda

Banaz yöresinden bir kilim gibi
Açınca çiçekler Pir'e giderdik
Yine geldi yaz ayları diyerek
Dağılır aşiret yanık köz gibi
Sivas yollarını bahar bilerek

Güney rüzgarından bir oymak göçü
Göç değil gerçekte iskan kavgası
Dadaloğlu bu kavganın doğrusu
Toprak için devlet ölüm fermanı
Ferman Osmanlı'nın dağlar ozanın

Dedem Korkut'tan Dedem Ceyhun'a
Çok güneş çok rüzgar geçmiştir
Kimi aşık Kerem gibi yana yana
Kimi ozan Nazım gibi kana kana
Türkiye'nin mavisini çizmiştir

Nurer UĞURLU
Kahvenin Yanında

 Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun


 CEVİZLİ MISIR GEVREKLİ ÇİKOLATA

1 su bardağı irice dövülmüş ceviz
1 su bardağı ufalanmış mısır gevreği (hani şu sabah kahvaltısında süt ile yenenlerden)
100 g bitter çikolata
3 yemek kaşığı tahin
50 g margarin

Cevizi ve mısır gevreğini bir kapta karıştırın.
Başka bir kapta ufak parçalara ayırdığınız çikolata, tahin ve margarini başka bir kaba alarak benmari usulü eritin.
Eriyen çikolatalı karışımı mısır gevreği ve ceviz karışımı ile iyice karıştırın. Bir yemek kaşığı yardımıyla ufak parçalar alarak alüminyum folyo üzerine dizin. Bu işlemi yaparken çok hızlı olmalısınız, zira çikolatanın donma hızını göz önünde tutmakta yarar var. Eğer bu hıza yetişemeyeceğinizi düşünüyorsanız endişelenmeyin. Bir püf noktası var tabii: Yanınızda sıcak su dolu bir kap bulundurun ve kaşığı ara sıra sıcak suyla ıslatın.
Çikolatalarınızın bir an önce donmasını istiyorsanız bir süre buzdolabında bekletmelisiniz.

Afiyet olsun...

<
   Tarifi yazdırmak için tıklayın

 Biraz Gülümseyin


TEMEL

Temel, Amerika'nın durduk yerde Irak'a saldirmasindan rahatsız olmuştur. Bir yolunu bulup başkan Bush'a telefon eder :
"Alooo! Ben, Temel olarak size savaş açayrum haberunuz olsun ! "
Bush, gülerek yanıtlar :
" Hehehe...Kaç kişilik bir ordun var ki ? "
Temel düşünür :
" Hmmm...Kayınpirader İdrus, halaogli Tursun, kaavedeki arkadaşlar... 9 kişidur daa ! "
Bush içinden kıs kıs güler ve ciddi olmaya çalışarak :
" Temel bey, sizin 9 kişilik ordunuza karşılık Amerikan ordusu tam 2 milyon askerden oluşmaktadır ! " der.
" Hmmm..." der Temel : " Sizu pir süre sonra arayacagum "

Aradan birkaç gün geçer ve Temel, Bush'u yeniden arar :
" Başkan, savaş ilanumuz geçerlidur. Bir miktar ekipman hazirladuk size karşı ! "
Bush, ilgiyle sorar :
" Neymis bunlar ? "
" Haçan, bizim Tursun'un tiraktörü, benim çakaralmaz tüfek bi de kavedeki arkadaşlardan birinin biçerdöveri..."
Bush güler :
" İyi ama benim tam 150 bin tankım, 30 bin uçagım ve 10 bin askeri gemim var ! Haaa, ayrıca bu arada askerlerimizin sayısı da 3 milyon oldu ! "
Temel yeni gelişme karşısında biraz sıkılmıştır :
" Tamam, bir müddet sonra sizu yeniden arayacagum "

Birkaç hafta sonra Temel, Bush'u yeniden arar :
" Başkan, savaş ilanumuzu ceri alayrum "
Bush merakla sorar :
" Neden ? "
Temel, moralsiz biçimde yanıtlar :
" Cenevre anlaşmasinu incelemişizdur. 3 milyon savaş esirini barinduracak yerimiz yoktur... "

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.msnbc.com/c/0/145/115/ssMain.asp?fmt=child&sld=0&res=10x7&0ss=N2b2145115
Savaşın farklı bir yüzü daha... A U.S. Marine Expeditionary Unit yields the right of way as it heads from Umm Qasr in southern Iraq to a port facility south of Basra on Monday... Msnbc sayfalarına yansımış çok taze fotoğraflarla gözler önünde.

http://personal.primorye.ru/collection/
Resim arşivi meraklıları için kapsamlı bir arşiv adresi veriyorum. ilk sayfada alt sıra ortadaki resim duvar kağıdı olmaya aday resimlerin başında geliyor. Diğer resimleri de incelediğinizde gerçekten sağlam bir arşiv olduğunu farkedeceksiniz.

http://www.fubbs.net/
Tam olarak belli bir amacı olmayan, karmaşık gibi görünmesine rağmen herbiri kendi içinde belli bir takım hoşluklar taşıyan çalışmalardan oluşmuş bir uygulamalar grubu. Bilinçaltı öğelerinin bol miktarda kullanıldığı çalışmalar olarak ta tanımlayabiliriz...

http://www.bigredhair.com/robots/
19. yüzyılda yaşayan insanların robot kavramına bakışının günümüzden çok farklı olduğunu söylememize gerek yok sanırım. O yıllarda robot daha çok güç gerektiren işlerin yapılması amaçlı olarak planlanmaya çalışılıyormuş. Ve en önemli ayrıntı ise robotlar görüntü olarak mutlaka insan şeklinde düşünülüyormuş.

 Damak tadınıza uygun kahveler


Virtual Desktop Manager Powertoy v1.0 [550k] WinXP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=106079
XP kullanıcıları için çok hoş bir masaüstü eklentisi. Size 4 adet sanal masaüstü yaratmanızı sağlıyor. Herbirinde değişik programları çalıştırıp, birbiri arasında hızlı geçiş yapabilmenizi sağlıyor. Hani işyerinde oyun oynayanların ihtiyacı olabilir diye düşünüyorum:-)) Ne yazık ki sadece XP de çalışıyor.
http://kmarsiv.com/sayilar/20030328.asp
ISSN: 1303-8923
28 Mart 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com