KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu

Kahveci Soruyor?

KAPI KOMŞULARIMIZ

Xasiork Dergi

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 271

 28 Mayıs 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Sözün özünü sonraya saklıyorum!


Merhabalar,

Dün yaptığım operasyon başarıyla gerçekleşti ve Kahve Molası sanıyorum az fire ile yerlerine ulaştı. Alınan haberlere göre 6 Haziran'a kadar sürmesi beklenen arızanın giderilmesine kadar biraz hızlı çalışmak ve erken gönderime başlamak zorundayım. O nedenle de sona bıraktığım yazma işini bu aralar bir miktar savsaklamak zorunda kalacağım. Aslında gündem yüklü bende de söyleyecek çok laf var ama dedim ya düşünüp yazmaya vakit yok. Düşünmeden çalakalem birşeyler karalamaya da ben razı değilim. Öyleyse hiç gevezelik etme dedim kendi kendime. Bugün için planım Sertab'ın dil seçimi ile ilgili birkaç kelam etmekti ama baktım sevgili Mustafa Uyal benden atik davranıp konuyu gayet güzel özetlemiş. O zaman bana düşen lafı fazla uzatmadan sizleri gazetemizin diğer yazar ve bölümleriyle başbaşa bırakmak. Haydi alın kahvenizden yada çayınızdan bir yudum, yaslanın arkanıza, başlayın okumaya.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Cafe Azur : Suna Keleşoğlu


Festivalin Ardından

Merhaba,

Cannes 2003 Film FestivaliŞimdi yazı yazma zamanı...
İki gündür gök ağlıyor, ben de ağlıyorum. Göğün gözyaşları kuruyan toprağı diriltiyor. Ben ise sevinçlerimi akıtıyorum yanaklarıma...
İnce ince akıyor gözyaşlarım Cumartesi'den beri kazanılan başarılara. Uzaklarda olmanın özlemlerine karışarak. Bizim şarkılarımız, bizim filmlerimiz için bu gözyaşları. Toprak diriliyor, çimler yeşeriyor, ağaçlardan süzülen yağmur damlaları ile bahar son dansını yapıyor, benimse yorgun bedenim ve sevinç sarhoşu ruhum iki gündür cümleler kurabilmeyi bekliyor...
Murat Keleşoğlu tarafından çekilen Cannes görüntüleriGecikmeden, soğutmadan ve cümleler tükenmeden paylaşmalı...
On iki günlük sinema maratonundan çıkmış şehrin yorgunluğu var omuzlarımda. Sinema koltuklarında saatlerce uyuşan bedenimin ve kuyruklarda ayakta bekleyen ayaklarımın isyanının ödülü, sinemaya doyan ruhumun mutluluğu...
Açılışından daha kalabalık ve bence daha görkemli bir törenle kapanan festivalin haberleri daha dizilirken ve Sertab'ın şarkısının sözlerini ezberlemeye çalışırken güzel haberleri geldi "Uzak" filminin. Festivali bir profesyonel olarak izlemediğimden yarışma ve un certain regard bölümündeki filmlerin gösterildiği sinemalara giriş kartım yoktu. Ben festival heyecanımı buradaki yerleşik insanların tercihi olan Stüdyo 13 sinemasında gösterilen diğer filmlerle yakaladım. Festivalin kalbinin attığı kırmızı halılı festival sarayındaki "Uzak" ın gösterimine bir fransız arkadaşım sayesinde davetiye buldum ve festivalin kulisinin yapıldığı ülke pavyonlarının olduğu kısıma ve oradaki Sesam standındaki kokteylere de sevgili Zeynep ve O'nun sayesinde tanıdığım Nida'nın davet etmesiyle katıldım. Nuri Bilge Ceylan ve film ekibi ile de tanışma fırsatı bulabildim. Festival programı açıklandığında birbirinden ünlü isimlerin arasında sessiz duran "Uzak"ın başarısı tesadüfi değildir. Kanımca jüri, benim farklı tatlar yakaladığım ve İstanbul özlemi giderdiğim filmin sanatsal başarısını, samimiyetini ve oyuncularının doğallığını ödüllendirmiştir. Aldığı Jüri Büyük Ödülü ve en iyi erkek oyuncular ödülü ile filmini Festival tarihine yazdıran yönetmen Nuri Bilge Ceylan ve ekibini kutluyorum. Filmde başrolü olduğu gibi, ödülü de Muzaffer Özdemir ile paylaşan Mehmet Emin Toprak'ta kısa yaşamına unutulmayacak bir başarı sığdırmış olarak hep hatırlanacaktır böylece. "Uzak" hakkında yazabileceğim çok şey var ama filmi böylesi uzaklarda izlemenin heyecanını bastırabilmiş değilim. Zamana ihtiyacım var. Zamanla beynime yerleşecek görüntüler ve zamanla yağan karların üzerine düşen ayak izlerimin sözcükleri ile 35 mmlik cümleler kurabileceğim. Biraz zaman...

Şimdi bana düşen gördüğüm diğer filmlerin kahramanlarından bahsetmek. Belki hiç izleyemeyeceğiniz, oralarda hiç gösterilmeyecek başka filmlerin perdeye yansıyan gölgelerinden söz etmek.

Geçen seneki kendi rekorumu yakalayamadım bu sene. Bu seneye sadece 11 uzun metrajlı, bir de kısa film sığdırabilmişim. İlk seçimlerimdeki hayal kırıklığı son günlere doğru sinemaya gitme şevkimi biraz kırsa da, Noga Hilton'da izlediğim "Quinzaine des Réalisateurs" bölümünde gösterilen Kanada filmi "Seducing Doctor Lewis" sayesinde bol kahkahalı bir son oldu. Sainte-Marie-La-Mauderne isimli küçük kasabada yaşayan insanların işsizliklerine çözüm olarak gördükleri fabrikayı kasabalarında kurdurabilmeleri için verdikleri mücadele ve en önemlisi bu fabrikanın orada olabilmesi için kasabada bir doktor olması şartını yerine getirmeleri üzerine kurulu eğlenceli ve sürükleyici bir filmdi. Montréal doğumlu Jean-François Pouliot'un yönettiği filmde Kanada'da konuşulan fransızca hakkında da önemli ölçüde fikir sahibi olma imkanım oldu. Zira yine bir gün önce seyrettiğim bir başka Kanada filmi olan "20h17, Rue Darling" de de kulağımın alışkın olmadığı bu fransızcada hayli zorlanmıştım. Her iki Kanada filminde de insani duyguların ön plana çıktığını ve doğal oyunculukları görebildim. Kasabada geçen ilk film, kasaba ahalisinin ayartmaya çalıştığı şehirli doktor ve onun evine yerleştirdikleri sistem sayesinde telefon görüşmelerini dinleyerek doktorun hoşuna gidecek şeyleri yapmaya çalışan insanların komik halleri ile 110 dakika boyunca keyifle izlenecek bir filmdi. Diğeri ise tam bir tesadüf eseri evine biraz geç giden alkolik adamın bu gecikme sayesinde apartmanında meydana gelen büyük bir patlamadan kurtuluşunu anlatıyordu. Komşularının talihsiz ölümü ile kendi işe yaramazalığını düşünüp varlığını sorgulayan ve alkolü bir kaçış olarak seçen adamın iç dünyasını yansıtan film de hoşuma gidenler tarafında yer alıyordu.

Büyük bir heyecanla gittiğim Jaime Rosales'in yönettiği 2002 yapımı İspanyol filmi "Las Horas del Dia"da Barcelona banliyölerinin birinde annesi, sevgilisi ve arkadaşları ile sıradan bir yaşam sürerken ve birden bire cinayetler işlemeye başlayan Abel'in öyküsünde bir şeyler yerine oturmamıştı. Biraz İspanyolca pratiği yapmanın dışında ben de kalan koca bir sıfır oldu. Zira yine aynı merakla beklediğim "Quaresma"isimli José Alvaro Morais'in yönettiği 20003 yapımı Portekiz filminden de boş bir surat ifadesi ile çıktım. Bir cenaze için küçük bir şehirde yaşayan ailesinin yanına gelen David ve ona garip bir tutku ile bağlı olan kuzeninin eşi arasındaki garip sürüklenişin, güzel doğa görüntülerinden yardım alınarak desteklenmiş eksik bir hikayesi gibi geldi bana. Sinema konusunda uzman değilim ama sonrasında da izlediğim ve sinema salonundakilerin çoğunun berbat bulduğu Brezilya yapımı "Filme de Amor"dan sonra İspanyolca ve Portekizce konuşulan ülkelerin filmlerine iyice fikir sahibi olduktan sonra gitmeye karar verdim. Henüz latin sinemasını anlayamıyorum.

Açılış filmi olarak izlediğim Sergé Bozon'un "Mods" filmini yeniden değerlendirmeye söz vererek ayrıldığım bu Brezilya filminden sonra, eski ve yeni değerleri sorgulayan "Nicky et Flo" filmi ile Romanya sinemasından izlediğim ilk film oldu ve sevdiklerim arasında yerini aldı.. Ayrıca bir belgesel niteliği taşıyan ve bir delikanlının teknik meslek yeterlilik sınavını aşmasını anlatan "Dix Sept Ans" filmi bağımsız sinema ajansının bu sene seyrettiğim tek filmi olarak kaldı. Türkçe, Kürtçe ve Almanca olarak, Almanya'da yaşayan Yüksel Yavuz'un çektiği "Kleine Freiheit" filmi ile de Almanya'da yaşayan iki ayrı dünyadan gelen göçmen iki gencin hayatına tanıklık ettim.

Yine "Quinzaine des Réalisateurs" bölümünde yer alan Parviz Shahbazi tarafından çekilen "Nafas-e Amiegh" (Deep Breath) filminde ise günümüz Tahran'ının değişen yüzü ve iki genç delikanlının arkadaşlığı anlatılıyordu. Farklı sosyal sınıflardan gelen bu iki delikanlının benzer iç yalnızlıkları ve delikanlılardan birinin gönlünü çalan üniversiteli bir kızın bu döngüye kendi yaşam bakışı ile katılmasının anlatıldığı, ayrıca bazı simgesel ögelerle sonu ve başı arasında hayli heyecanlı bir bağ kuran bu film, genelde politik filmlerle festivale katılan İran sinemasının ilginç ve seyredilmeye değer bir çalışması olarak bir izlenim bıraktı bende.

Etti mi 11, üzgünüm seyrettiğim kısa filmin adını hatırlamıyorum. Ama medyayı eleştiren İngilizce bir Norveç filmi idi.

Şimdi yağmur sonrası toprağın kokusunu ciğerlere çekme zamanı, festival konuklarına güneşli günler sunduktan sonra ağlayan gökyüzünün öyküsünü dinleme zamanı.

Kimbilir gösterilen filmlerden biri içini acıtmıştır da ondandır bu gözyaşları, ya da o da benim gibi sevinçten ağlıyordur...

Yeni bir sinema serüveninde buluşuncaya kadar kısa bir ara, yoksa seneye festivale kadar sessiz sinema.

SunA.K.
Mougins-27.05.2003
skelesoglu@eudoramail.com

Yukarı

 Entel Kahveci: Mustafa Uyal


AB'ye doğru

Bu hafta Avrupa birliğine ” doğru “ yolculuğumuzda bir adım daha attık. Eurovision şarkı yarışmasını Kazandık. Hem de pırıl pırıl görüntülerle, mükemmel bir performans ile , gereksiz polemikler ve skandallar yaratmadan sadece işimizi yaparak kazandık. Bu ülkeyi geride tutmak için elinden geleni yapan köhne beyinlere, her yenilgiyi hakeme ve Türk düşmanlığına bağlayan kifayetsizlere, Bu başarının arkasındaki stratejik çalışmayı meclis araştırması haline getirmeye çalışan herkese mesajlar her zamanki gibi açık açık gitti. Gitti de alındı mı o başka...Derken bir haber de Cannes Film festivalinden geldi. “Uzak “ müthiş başarılara imza attı . Bu ne güzel bir hafta sonu olmuştu böyle? Neden, nasıl, ya sonra soruları ise aşağıdaki yazıya taşıdı bu güzel olayları..

Televizyonun son yıllarda gösterdiğimiz sportif ve sanatsal başarılarda ne kadar etkin olduğunu daha evvel “Pal Secam İlerleme” adlı yazımızda altını çizmiştik . Bu Eurovison örneği de aslında o teoriye uygun düşüyor . Televizyonu seyrederek büyüyen insanlar artık birebir yeteneklerinin dünyada ne işe yaradığını ve neyin başarı neyin başarısız olduğunu görüp uygulamada çok iyi şeyler yapabiliyor. Ama oturmayan çok şeyler var özellikle kafalarda ve nereye gitmek istediğimiz ile ilgili ortak kararımızda... Örneğin Galatasaray’ın UEFA şampiyonu olması ile birlikte atılması gereken ikinci adım bunun bir tesadüf olmadığını kanıtlamak için en az bir iki takımın daha buna benzer başarılar elde etmesi olmalıyken biz ne yaptık? Galatasaray’ı aşağı çekmek için elimizden geleni yaptık. Türk futbolunun içine çöreklenmiş kifayetsiz muhteris tayfası tarafından kotarılan türlü karalama ve yıpratma kampanyalarının sonucunda bu ağaçtaki elmaların düştüğü artık iyice aşikar ama genel etki olarak buradaki düşüş Türk futbolunu da direkt olarak etkilemiş ne gam..

Dünya üçüncülüğünü alıp gelen milli takıma daha yurda dönmeden başlatılan saldırılar başka bir örnek ve de en taze örnek Pazar akşamı Beşiktaş müthiş bir mücadele sonucunda şampiyonluğu almış yıllardır özlenen kutlamalar başlamış, Beşiktaşlı mutlu, keyifli. İşte böyle bir anda Televizyonda bir yorumcu (!) “Beşiktaş başkanı isim vermeden Teknik direktörün öne çıkarılmasından rahatsız olduğunu belirtti, Teknik direktörde sessizce evine gitti Beşiktaş’ta problem var galiba” diyor. Boyun devrilsin derler adama. Yahu bırakın şu camia kutlamaya vakit bulsun sonra saçarsınız o alışıldık zehirlerinizi...

İşte Süreyya Ayhan , Pırıl pırıl bir genç kız , bizim gibi bir inançsızlar ordusunun önüne geçmiş koşuyor ve kazanıyor. Bizlere geçen yıl inanılmaz sevinçler yaşattı. Ne oldu sonra, Antrenörü ile arasındaki ilişki öne sürülerek rezil edilmeye başarıları karalanmaya çalışıldı. Özel hayatı seviyesiz Televizyon programlarında tartışıldı, bizim de boyumuz uzadı. Basketbolcularımız Avrupa ikincisi olmuş derhal ulema işbaşında: “birinci olurduk lakin Hidayet havalandı, Reklamlardan para kazandılar ondan oldu, hatta 12 dev adam şarkısı yüzünden başarısız olduk” ..Tarkan Avrupada liste başı oldu. ” Asker Kaçağı, vatan haini n’olcak”. Murat Günak Mercedes veya Peugeot otomobillerin tasarımlarında önemli rol oynuyor “Bilgisayar çiziyor bunlar imzalıyor.. memur abi bunlar yemeyiz biz..” .

Gelelim son örneğe Sertab Erener ve takımı TRT tarafından bu işi normal şartlarda son derece haklı nedenlerle yapmak istemeyen Tarkan ve Candan Erçetin ‘den sonra görevlendirilip bu işi yapmaya “memur” edilidiği zaman, onun içinde geçerli olan bu sebeplere rağmen evet demiş ve oturup cesaretle bir strateji kurmuş. Son derece basit. Herkesin anlayacağı anında yakalanacağı bir melodi üzerine evrensel bir temayı uluslar arası kabul görmüş bir dilde yazılacak sözlerle ve televizyon diliyle yani görsel ağırlıklı olarak sunacağım. Araya biri iki ticari tuzak ta atarız olur biter. Buna itiraz yok herhalde. Eurovision yarışmasının da sizden daha çok bir şey beklemediğini de biliyorsunuz. Bu beklentilere cevap vermek yani ana strateji ve doğru uygulama. Sonucu da öncesini de biliyorsunuz. Bunu resmi olarak tartışmaya kalkanlar , meclis araştırması isteyen vekillerimiz bile çıktı . Bunlar kime vekalet eder bilinmez ama Cumartesi akşamı Sertab ve ekibini seyrederken ben işte benim güzel ülkemin güzel Kadınları diye düşündüm -meğerse dansçı kızların üçü yabancıymış ..olsun varsın. Kadınlarımızı tesettür tuzağına düşürmek için kapı arkasında bekleyen zihniyet te bunlar Türk diye bize burun kıvıran Avrupa ülkeleri de o grubun ve arkalarındaki ekibin zarif ellerinden müzik eşliğinde yedikleri ağır tokadı inşallah hep hatırlarlar . Başarıya mezar kazanlar da. Şimdi orada 5 dakika Türkçe dinletseydik ne olacaktı, başımız göğe mi erecekti?.. Avrupalı olmak, Dünyalı olmak, Dünyanın önde gelen ülkelerinden biri olmak istiyorsak onlarla aynı lisanı konuşup onların oyunlarını kendi kurallarıyla oynayabildiğimizi göstermektir. Yenmektir demiyorum çünkü özellikle oyunun amacı eğlenmek , vakit geçirmektir. Yıllardır düştüğümüz Viyana kuşatması psikolojisi ile bize herkesin düşman olduğu teorilerinin Uefa, Eurovision, Cannes Film Festivali ve benzeri platformlarda ardı ardına yalanlandığı şu aralarda bizde kendi kendimizin düşmanı olmamaya karar verip basit ama olumlu bir adım atsak ne iyi olur değil mi?. Artık aramızdan çıkıp bir şeyler başaranları sıraya , hizaya sokmaktan vazgeçsek, “ icat yaratma” lafını paketleyip çöpe atsak, sanatçıyı sporcuyu kültür insanlarını tenkit etmek yerine teşvik etsek bunları karalayanları, rating ve tiraj uğruna harcayanları tepkilerle uyarsak...

Kısaca çağrı şudur: Sessizce durup başarılı gençlerin, insanların heveslerinin , gururlarının , tutkularının sebebi bilinmez tepkilerle katledilmesine izin vermeyelim. İçimizdeki şark tembelinin kıskançlık hislerini törpüleyip “ ne güzel yaptın” kardeşim diye Tepki verelim. Başarıyı alkışlamayı , Yüceltmeyi, yeniliklere yol vermeyi, değişik olanın düşman olmadığını bir anlatalım etrafımıza bakalım ne olacak? Bir kere bile diğerleriyle gönülden el ele tutuşmadan bu dünyadan göçen milyonlara bir el uzatmasını gösterelim onlar da anlasın paylaşmanın keyfini. Bu bizler için Avrupa birliğine değil Evrensel değerlere “doğru” atılan en anlamlı adımlardan biri olacaktır . Ve bunu yaptığımız zaman kendimizi de alkışlayacağız, her fırsatta , gönülden.

Mustafa Uyal

Yukarı

 Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan


SAHİBİNDEN, DOKTORDAN, BAYANDAN - 1

Nerden başlasam, nasıl anlatsam karar veremiyorum. Masamın üzerinde yırtılmış kağıtlardan kocaman bir öbek oluştu. Onlarca kez başlayıp sayfayı yırtıp attım. Çorap söküğü gibi anlatılanları gideceği sona taşıyan, anlatımı alıp götüren hep ilk bir cümle vardır. Saatlerdir onu bekliyorum. Gecikti, bir türlü gelemedi. Çok geç oldu, bu saatten sonra gelmez artık. Daha fazla kağıt tüketmeden, ülkemin ormanlarına Akdeniz Çam Tırtılı gibi musallat olmadan ufaktan kaçayım. Hayal gücümün durgun trafiğinden bir araba çevirip uykuma doğru gideyim.

Araba deyince birden aklıma geldi. Bende ikinci el satılık araba var. Eğer alıcıysanız konuşalım. Pazarlıkta anlaşırız çekinmeyin, arayın beni... Neden mi satıyorum? Sandığınız gibi değil, vuruğu, çürüğü falan yok. Paraya da sıkışmış değilim. Laf olsun diye almıştım. Doktordan, bayandan, sahibinden falan değil ama kız gibi araba. Çok binip dolaşmadım ama temizliğinde, bakımında hiç kusur etmedim. Yağmur altında kaldığı günler içim parçalandı. Elimden gelse büyük bir garaj yaptırırdım. Hesapladım, araştırdım garaj yaptırmak arabanın parasını geçiyordu. Elimde olmayan nedenlerden dolayı vazgeçmek zorunda kaldım. Sevgili arabamdan kapalı bir mekanı esirgediğim için sizlerin önünde özür diliyorum.

Otomobil almak için mantıklı bir nedenim yoktu. İşime, çarşıya rahatlıkla yürüyerek gidebilecek kadar yakın bir evde oturuyorum. Herkesin arabası var, benim onlardan neyim eksik deyip aldım işte. Doğru dürüst kullanmadım. Evin önünde yatmaktan yoruldu. Arabam olunca belki kız falan tavlarım diye düşünmüştüm. Meğer dinlediklerimin hepsi yalanmış. Araba bile aldım ama yine de kızlar bana bakmadılar. Kalabalık caddelerde bir iki deneme yaptım. Baktım kimsenin aldırdığı yok. Arabaya bindirmek şöyle dursun, yüzlerini bile çevirip bakmadılar. Arabama tek bir bayan ilgi gösterdi. O’da yetmiş iki yaşında komşum Fatma Teyze. Yaşına, başına bakmadan pazardan çantalarını tıka basa doldurmuş, oflaya puflaya yokuşu çıkarken rastladım. Çok hayır duasını aldım kadıncağızın. Bir iki sene kazadan, beladan uzak tutar beni.

Muhitimden tanıdıklarım sidik yarışına fazlasıyla düşkündür. Sanki nispet yapar gibi benden iki ay sonra Gözde’de araba aldı. Alırsa alsın kardeşim bana ne? Allah kazasız, belasız binmek nasip eylesin. Bizimki arabayı alır almaz telefona sarılıp bana müjdelemese olmaz ki. İlle de arabayı görmeliymişim. Görsem ne olacak ,görmesem ne? İşi gücü bırakıp içimden yüzüne karşı homurdanarak gittim. Arabayı sanki anlıyormuşum gibi inceliyorum. Çok güzel araba, temiz araba dedim ama yetinmedi. Bakışlarını üzerime dikmiş beğenimi şaşkınlıkla ,abartıyla ifade etmemi bekliyor. Fiyatını falan sordum. İçine binip koltuğuna oturup sağına soluna baktım. “Annen seni kadir gecesi doğurmuş. Kırk yıl gezip dolaşsan bu kadar güzelini bulamazdın. Ben resmen kazık yemişim. Şu arabanın teybi bile en az üç yüz milyon eder. Senden korkulur valla, resmen kelepir düşürmüşsün,“ dedim. Neşesinin yerine geldiğini görünce daha fazla yalan söylemekten de kurtulmuş oldum. Bütün formaliteleri bitirip işime dönmek niyetindeydim. “Hadi ben kaçtım, işe dönmem lazım,” dedim ama söylediklerim ağzımdan çıkar çıkmaz gidemeyeceğimi de anladım. Gözde’nin bakışlarındaki ifade öyle kolay kurtulamayacağımı, araba teranesinin süreceğini anlatıyordu.

Yalvaran, acıma hissi uyandıran ses tonu ve mimiklerini en etkili haliyle üzerime saldı. “Sürücü belgem var ama ben araba kullanmayı bilmiyorum. Bana direksiyon çalıştırır mısın?,” dedi. “ Çalıştıramam, benim adım çıkar, seninse kısmetin kapanır,” diye espri yaptım. Böyle ucuz sözcük kurgularıyla Gözde’nin elinden kurtulmak o kadar kolay değildi. Şimdi beni duygu sömürüsünün zirvesinden ustaca manevrayla yerle bir etmeye çalışacak, “tamam çalıştırırım canım, ne var bunda, elime yapışacak değil ya” demem için son bir kez daha saldıracaktı. Olay filmin finalindeki en hüzünlü sahnenin kurgulanmasına gelmişti. Yönetmenin salondan hiç kimseyi ağlatmadan çıkarmak niyetinde olmadığını biliyorum. Gözde’yi iyi tanıdığım için O’na hayır demenin zamanla keşfettiğim yollarından birine baş vuruyorum.

Son vuruşunu beklemeden karşı atağa geçtim. “Sana araba kullanmayı öğretmeyi istediğimi biliyorsun, yeterince usta değilim ve çalışma saatlerimiz seninle çok ters. Bunu hem kendine hem bana eziyetli hale getirmenin anlamı yok. Cemile Hanım usta bir sürücü. Seni de sever. O’na bu gün gidip söylerim,” dedim. Gözde’nin sesi bile çıkmadı. Boynunu “küçük yaşta yetim kalmış zavallı,” dedirtecek, acındıracak gibi büktü. Kısacası ben bu işten yırttım.

Suçlayıcı bakışlarınıza aldırmıyorum. Afrika’da açlığı anlatan fotoğrafı çekebilmek için son nefesindeki çocuğun ölümüne seyirci kalan gazeteci ben değilim. Belki sizin arabanız bile yoktur. Düşüncelerinizin bir kısmına katılıyorum. Evet, biraz fazla abartıyorum. Görmemişin arabası olmuş, severken dikiz aynasını koparmış.

Seyfullah

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_111.asp

Devamı var

Yukarı

 Dost Meclisi


NEREYE DOĞRU DÜŞÜNELİM !?

Biraz herşeyin dışına çıkın, gözlerinizi kapatın, ruhunuzun bedeninizden ayrıldığını ve sürekli olarak yükseldiğini düşünün, göğe doğru yükseliyorsunuz, önce mahallenizi sonra semtinizi daha sonra şehrinizi ve git gide bulutlara çıktınız artık bir kıtayı görüyorsunuz, devam edin durmayın sürekli yükselin dünyayı net olarak görebiliyorsunuz, bakın yanınızdan bir izleme uydusu geçti işte o hani haberleşme için kullanılan uyduyduya hayır o sadece bir casus uydu. Aman allahım birden aklınız karıştı evet evet karıştı nedenmi ? Çünkü siz mükemmel bir manzarayı hayranlıkla izlerken aklınıza gelenler iğrenç şeyler; Birbirinin kuyusunu kazan insanlar, çıkarlar için satılmış kalemler, ihanetler, endişeler, ideal kavgaları, AIPAC ler MOSSAD lar CIA ler, terör örgütleri, silinmiş hayaller, sigara dumanından gözün gözü görmediği köhne yerlerde yapılan iğrenç planlar, insanların geleceğinizle oynayışları, geçim derdi, gizli tarikatlar, eroin – esrar vs... vs.... bir sürü aklınızın alabilceği düşünebileceğiniz ve düşünemiyeceğiniz her tür korkunç şey.

Şimdi elinizi kalbinize koyun, beyniniz dursun sadece hissedin milyonlarca bedeni, milyarlarca insanın bir birine sarılış sesini duyun, çocukların ağlayışı sırasında afrikadaki bir anenin çocuğunun başını okşayışına bakın, ingilterede bir kız düşünün deniz kenarında şarkı söyliyerek koşuyor, çinde çekik gözlü bir nine torunlarına masal anlatıyor, Asya steplerinde bir delikanlı delice at koşturuyor, Amerikada bir zenci ne kadar da tatlı uyuyor, tüyleriniz diken diken oluyor, Türkiye'de bir ana oturmuş kızının düğününde mutluluk gözyaşı döküyor, Bak denizde insanlar nasılda oynuyorlar, sinemada bir komedi filmi insanlar gülmekten yıkılıyor, sahilde bir bardan güzel bir müzik sesi geliyor kulağınıza aman Allahım içiniz birden huzur doluyor, düşünmeye devam edin herşeyi hemde herşeyi, tüm iyi ve güzel şeyleri ve biraz önceki kapkara duyguları nasıl yok ettiğini izleyin. Şimdi söyleyin hangisi daha güzel!? Biz nereye doğru düşünelim!?

Metin Durmaz - PAONIUWANG

Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,788,788,788,788,788,788,788,788,78
              9 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.276 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


ARMAĞAN

Şükran Kurdakul Bunca yol çok ışık birikti avuçlarımda
Senin olsun
Esinlen sevgi dokuyan ellerimden
Bunca yıl şiirin, kardeşliğin, kavganın
Has bahçelerinde yarattım bu gerçeği
Sabrım senin olsun
Aşkım senin olsun

Acıların sütüyle büyüttüğüm umutlar
Mahpushane avlularında boy verdi,
Dolunay menekşelendi kirli kara camlarda
Her görüşte vurulduğumuz ana evren
Özgürlüğe boyadi saksımdaki çiçeği
Senin olsun

Biz ki acılar döneminden
Ellerimizi kirletmeden geçtik
Direncim senin olsun
Sevgim senin olsun

Şükran Kurdakul

<#><#><#><#><#><#><#>

CARMEN

Dudakları ilk ışığı gibiydi aşkın
Lavanta kokulu odaların eşiğinde
Kadınlığı gözlerine yansıyan
Şarkılar söylesin, giysilerini çıkarsın
Oynasın kendini, nesi varsa elinde.

Gülüşü ilkçağdan, soluğu Akdeniz'den
Bilinen nisanların bilinmeyen yangını
Neleri ateşliyor yaşamının gülünde
Asmada üzüm, üzümde rengin tadı,
Doğayı göğüslerinde saklıyor Carmen.

Şükran Kurdakul

Yukarı

Kahvenin Yanında

 Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun


 GRİSSİNİ

Hep bol kalorili tatlı tarifleri verecek değiliz ya… Bugün de “Yaz geldi, rejim yapıyoruz,” diyenleri sevindirelim.
500 g un
15 g maya
6 yemek kaşığı sıvıyağ
1 yemek kaşığı kepek unu
Tuz
(Dilerseniz haşhaş, anason ya da çörekotu kullanabilirsiniz.)

Önce 1 çay bardağı ılık suda mayayı eritin. İçine bir çay bardağı kadar un koyup azıcık da su ilave ederek karıştırın. Topak kalmasın. Hazırladığınız mayayı ılık bir süre ılık bir yerde bekletin, kabarsın. Normal unu ve kepek ununu karıştırın, ortasını açın. Mayayı, 5 yemek kaşığı sıvıyağı ve tuzunu ekleyin. Azar azar su ilave ederek hamuru yoğurun. Suyun ılık olmasına dikkat edin. Dilerseniz içine haşhaş tohumu, çörekotu gibi baharatlar koyabilirsiniz.
Hamuru dört parçaya bölün. Her birini merdane ile yarım cm kalınlığında ve dikdörtgen şeklinde açın. Keskin bir bıçak kullanarak 1 cm genişliğinde şeritler kesin ve yaylanmış fırın tepsisine dizin. Üzerlerine kalan sıvıyağı bir fırça ile sürün. Kabarmaları için bir saat kadar beklemeniz gerekecek. Grissinileriniz kabarınca önceden ısıtılmış 200 derece fırında 18-20 dk pişirin. Çıtır çıtır… Hazırlar…
Afiyet olsun…

Yukarı

 Biraz Gülümseyin


Duygucum

Duygu'ya teyzesi 1 milyon lira verir. Küçük kız hiçbir şey demeden parayı cebine atar. Bunun üzerine annesi müdahele eder:
-"Duygucum, teyzene ne demelisin?"
Duygu cevap vermez.Anne bunun üzerine ipucu vermek ister:
-"Baban bana para verdiği zaman ben ona ne diyorum Duygucum?"
Duygu'nun birden gözleri parlar ve teyzesine döner:
-"Hepsi bu kadar mı?"

<#><#><#><#><#><#><#>


Allah akıl fikir versin. Ne diyelim başka?!!...

Yukarı

 Birlikte Oynayalım : Presented by Enishte


Yeni Soru : 9 - Şu HAMAM'a bir NATIR bulmamız gerekiyor.. :-)

HAMAM - ..1.. - ..2.. - ..3.. - ..4.. - ..5.. - NATIR

asesen@turk.net

Yukarı

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.sanalgazete.com.tr/gazete/vol08no01/s19/m01.htm
3dmax ve benzeri animasyon uygulama meraklıları için örnek bir çalışma tanıtımı. Arçelik reklamlarında izleyicilerle tanışan çelik ve hayat hikayesi. ...Geçtiğimiz aylarda yayına giren Arçelik reklamları televizyonlarda büyük ilgi görmektedir. Bu reklamlarda yer alan Çelik karakterinin tasarım ve uygulamasını gerçekleştiren anima bu çalışmalarında discreet'in 3ds max ve combustion yazılımlarını kullandı...

http://www.haylaz.com/home/
Tamamen eğlencelik olarak hazırlanmış bir web sayfası. Mp3 arşivi, güzel sözler, resimler, komik videolar, çöpçatanlık, şarkı sözleri, forum alanı, ve tabiki chat alanı. Ciddi beklentileriniz varsa tavsiye etmiyorum. Sadece boş vaktinizi değerlendirebileceğiniz sayfalar...

http://www.ntvmsnbc.com/news/216729.asp
...Van Gölü’ndeki sualtı kayalarında fotosentetik cyanobakterilerinin toplandığı benekler bulunuyor ve bu benekler esasen karbonat globüllerini barındırıyor. Elektron mikroskobunda incelendiğinde, Van Gölü’ndeki karbonatların ya ince uzun ya da yumurta tarzı oval şekiller aldıkları görülüyor; “nano-cisimler” ya da “nano-bakteri” denen bu ufak yaşam formları Mars’ın uydusu ALH84001’de keşfedilen yaşam formlarının şekil ve büyüklük olarak tıpatıp aynısı...

http://www.linux.org.tr/
Siz hala Linux kullandıramadıklarımızdanmısınız? ..." Windows ve Linux ikilisinden vazgeçemeyenlere aynı makinada iki sistem birlikte. Başka bir değişle "Winux" sistem oluşturmak için Pogo firması Linux ve Windows'u yanyana barındıracak yeni bir masaüstü taasrımı ile bu ilginç fikri hayata geçirmişler.Temel olarak Redhat tabanlı bir Linux üstündeki vmware'dan ibaret olan sistem bir Intel tabanlı yapı üstünde çalışıyor...

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


Mail PassView v1.0 [14k] W98/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=106331
Şifre buluculara devam ediyoruz. Bu programı çalıştırdığınızda Outlook, Outlook Express, Incredimail, Eudor gibi mail programlarındaki hesaplara ait şifrelere hızla erişiyorsunuz. Kötü amaçlı kullanım için değil ama unutkanlar için birebir minik bir yardımcı program.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030528.asp
ISSN: 1303-8923
28 Mayıs 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com