KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu

Kahveci Soruyor?

KAPI KOMŞULARIMIZ

Xasiork Dergi

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 288

 20 Haziran 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : X + Y + Z + A = KAZIK


Merhabalar,

Doğanın bize bahşettiği temiz yakıt doğal gaza geçeli epeyce oldu. Memleketimin dörtbir yanı demir borularla örüldü, kazılan çukurlar yıllarca cefa çekmemize neden oldu. Kokusuz olduğu için içine biz koku katıyoruz demişlerdi, inanmıştık. Yalanmış. Kokusu sonradan çıkarmış meğerse. Yanında tezek bile lavanta kokuyor hemde. Memleketimin güzel insanları temiz hava soluyacağım diye soyulurlarmış meğer. Tevekkeli, 2 odalı evde, üstümde 2 kazak korka korka ancak günde 3 saat yaktığım kombi için ayda 120 milyon doğal gaz parası istemişlerdi. O zaman anlamalıydım ama bende koyun milletin bir neferiyim elden ne gelir. Nerden bilecektim 30 dolara almak varken 110 dolar para ödendiğini şu gaz denen doğal afete. Bilsem ne diyecektim acaba? Benzini anlıyorum anlamasına, hiç olmazsa orada ödediğimiz %60 vergi devletin kasasına giriyor. Ya bu ne ola? Elin Rus'una 4 misli fazla para ödeyip alıyormuşuz da haberimiz yokmuş. O uyanık Rus da gidip teklifini reddettiğim Türkmenbaşı'ndan alıp bana kakalıyormuş. Ey global ekonomi, sen nelere kadirmişsin yahu? Bana sattıkları fiyatı hesaplamak için de öyle bir formül bulmuşlar ki yanında havuz problemleri leblebi fıstık kalır. Baksanıza alımı yapan BOTAŞ'ın genel müdürü bile "Ben anlamam kardeşim o formülden, getirirler imzalarım" demiş. Ha formül ha kılıf. Minareyi çalan kılıfını da hazırlamış işi formülüze ederek. X ona, Y buna, Z bana, A kaldı babana. Helali hoş olsun demiyeceğim tabi, haramı zıkkım olsun be. Arkadaş bir dahaki gelişimde politikacı olmazsam geri döneceğim anamın karnına. Zira eşek yerine konmak değil birkezde eşeğe binmek istiyorum. Hakkım değil mi yani?

Beri yandan gazetelerin diğer yarısınıda Asmalı Mescit, pardon Asmalı Konak kaplamış. Başından beri hiç hazzetmeyip tek bir bölümünü bile seyretmediğim dizinin son bölümünü bana bile seyrettirdilerya helal olsun onlara. Senaryosunu Meral Okay'ın yazdığını bile o zaman öğrendim, cehalete bakın siz. Onun elinden kötü birşey çıkmaz bilirim ama Seymen Ağa ile Bahar bana hitap etmedi işte. Ben ki "Zengil ve Yoksul" u ezberleyen neslin çocuğu, dizi dizi dizilerimizin şakşakcısı, bu ağa belgeseline ısınamadım bir türlü. Bahar'ı kanser edip Amerika'ya tedaviye yollayınca memleketimin güzel insanları, seçkin doktorları ayağa kalkmış, hayret. Film bu film, masal yani gerçek değil. İnsanların etkilenip Türk doktorlarına sırt çevireceklerini düşünmek, kırk haramilere özenip soyguncu olacaklarını düşünmekle eşdeğer. Zaten millette para gani, koyacak yer bulamıyor, gidip elin doktoruna tedavi olayım, hem de memleket görmüş olurum diyorlar değil mi? Güldürmeyin adamı. Parası olan zaten gidiyor. Normal hastaların da adresi belli. Ama unutmamalı ki umut dünyası bu, çare Fizan'da desinler koşar gidersin. Var mı candan tatlısı? Ha bir de hastalığın cinsine takmışlar. Yok o kanserin nezlesiymiş, ilacı bakkalda satılıyormuş, erken teşhisde tedavi %90 mış. Adı kanser bu illetin ha lenf olmuş ha bağırsak ne farkeder? Yok Sevgili Meral Okay sen yanlış yapmışsın. Yapacaktın ortaya şöyle bir alevli akciğer, karaciğer, bağırsak kanseri, bak o zaman sesleri çıkıyor mu? Sağlık Bakanlığımızın başka derdi kalmamış masaldaki hastalıklarla uğraşıyor. Kardeşim bırakın havanda su dövmeyi, işinize bakın işinize...

Hepinize cıvıl cıvıl bir haftasonu diliyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


   Muhsin Usta

1930-Konya doğumlu babam Muhsin, gayet güzel okurken anne ve babasının ayrılmasıyla 13-14 yaşlarında bir anda kendini yaşamın içinde buluvermiş. Bir gecede yaşamının en zor kararını alıp annesi, ablası ve kardeşlerine baba olmak üzere İstanbul'un yolunu tutuvermiş. Hani hep derler ya; "2.Dünya Savaşı, ekmek karneyle..!". Askerlik yapan akrabalarından bir somun ekmek alabilmek için Kumkapı tren istasyonundan yürüye yürüye gidip gelirmiş Zeytinburnu'na...

Baba sevgisi yaşayamadan kaybetmiş babasını 1955'de ve çocuklarım olursa onları bu sevgiden mahrum etmemek için çalışacağım demiş yıllarca. Yine de babasına olan saygısı ve yöre adeti üzerine benim adımı dedemin anısına Ahmet koymuş 1957'de. Ve okul yıllarını terketmek zorunda kalışı nedeniyle ilk oğlu olan bana; "Donumu satar, yine de seni okuturum, ben okuyamadım, yeter ki sen oku !" demişti...

Hürriyet Gazetesi'nde 25 yılı aşkın bir süre çalışarak emekli olmuştu Muhsin Usta. Herkesin babası, öğrenme heveslisi bir insandı. Evine tamirci girmezdi demiştim bir yazımda, gerçekten de öyle. Her türlü elektrikli alet ve özellikle makine kökenli işlerde müthiş derecede yetenekli idi. Yolda ayakkabı tamircisi görse; hemen birer çay alıp yanına otururdu, izlerdi, sonra evine aletleri satın alıp ayakkabıları bile tamir ederdi, pençe, topuk, taban değiştirme vs.vs. Komşuları da bu özelliğini bildiğinden hemen hemen tüm mahalle halkının yardımına giderdi, bir kahve içimi karşılığı. Hiç unutmam Ankara'da yaşadığımız yıllarda Meteoroloji devlet dairesinin arızalı kazan sistemini tamir etmiş, kaloriferler yansın ve memur dostları üşümesin diye.

Ben küçükken bana tahtadan keser, tornavida, çekiç, testere gibi el aletleri yapmıştı. Tamir işlerine heveslendirir, yaptığı tamiratlarda yanına çırak diye alır ve yaptığı her işi teknik olarak tarif ederdi. Yıllar sonra evlenip evde ufak tefek tamiratlar yaptığımda ise hiç beğendirememişimdir Muhsin Usta'ya; "Şunu öyle değil şöyle yapsaydın...." türünden bir sürü laf etmiştir. Sonunda çareyi hiç tamir yapmamakta bulmuş, "Baba'cığım, evimizde yapılacak şu şu işler var, bu hafta sonu gelir misin ?" demek, hem beni eleştiriden kurtarmış, hem de akşam birer kadeh rakı içerken yaptığı işleri büyük bir keyifle uzun uzun anlatmasına neden olmuştum.

Hürriyet gazetesinin basıldığı makinaların sorumlusu idi ve birgün İsviçre Ferag firmasından bir uzman gelmiş, arızalı makinaların yerine yeni makine satmayı önermişti. Yabancı dil bilmemesine rağmen Muhsin Usta ona ben tamir ederim diye bir takım şeyler anlatınca adam gülmüş ve mümkün değil demiş. Hatırlarım, yaklaşık 10 yıl boyunca İsviçre'den yılbaşı sepeti gelirdi, viski, çikolata, çerez, vs.vs. dolu. Adam; "Makine hala çalışıyor ha !" diye gönderirmiş meğerse. Yıllarca geceleri çalışıp gündüzleri uyumuştur. Gazetenin baskısı bitip, kamyonlara yüklendikten sonra evine gelebilmiştir. Kardeşim geceleri uyur-gezer gibi dolanıp dururdu yatak yatak. Anneannem ve benim yanımdan kovulunca soluğu annemin yanında alır, sabaha karşı köşeyi dönen arabanın sesiyle babamın geldiğini anlayıp zılgıtı yememek için yatağına kaçardı. Çocukluğumuzda bizi her yaz yıllık izninde tatile götürmeye özen göstermiştir. Tüm bir yıl bütçe yaptığını, şu tatil parası, bu bilmem ne parası gibi planlama yaptığına, özellikle tatilden kısmadığına şahit olmuşumdur.

Bazen bana kızdığında; "Kendi çocuğun olunca anlarsın bu yaptıklarımı ve baba olmayı !" derdi. Benim de oğlum için yüreğimin cızz ettiği zamanlarda ne denli haklı olduğunu anlamışımdır. Arka bahçesinde veya yazlık evinde onunla birer kadeh rakı içmesini özlüyorum şimdi. Hiç sarhoş olduğuna tanık olmamışımdır, müthiş bir rakı sofrası kültürü vardı; "Önemli olan kadehini, hatta yudumunu ne zaman masada bırakman gerektiğini anlamandır !" derdi. Evinin arka bahçesindeki balkonunda 1960 yılına ait iki kardeşe iki kardeş fotoğrafları, kardeşim bana, büyük amcam babama sarmaşmaya çalışmaktalar…


Son zamanlarda içemez olmuştu, gençliğinin o olumsuz çalışma koşulları, beraberinde bir dizi hastalık getirmişti. Çok zor koşullarda by-pass ameliyatı olmuş, 2 yıl daha aramızda olmayı başarmıştı. Uzatma dakikalarını da tamamladı artık, bitiş düdüğü Babalar Günü'nde çaldı Muhsin Usta'nın, sevgili Baba'mın.. Bana BABA olmasını öğreten insandan başka türlü de bir bitiş düdüğü olmazdı zaten..!

Güle güle Baba'cığım.. Boğazımda bir düğüm, ciğerimde bir nefes, gözlerimde bir hüzün, yüreğimde bir derin ses oldun artık.. Ne mutlu bana ki; senin gibi Usta bir Baba'm oldu..

asesen@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Komikçi Dükkanı : Turgut Ankara


VUSLAT İLE FERİT VELİEFENDİ'DE

-Feriiitttt!!! Hadi lan geç kalıyoruz.
-Geldim abi. Saçları jöleliyom.
-Oğlum hatun tavlamaya gitmiyoruz. Beygir seyretmeye gidiyoruz.
-Olsun abi... TRT4' te yarışları anlatan bir spiker var, hastayım ona. Belki onu falan görürüz.
-Ya manyama oğlum ya, hadi yürü.
-Abi, otobüsle gidecez değil mi? Yürümeyeceğiz okadar yolu.
-Tabi oğlum renkli fotokopi sağolsun. Hala geçen seneki bileti çoğaltıp çoğaltıp kullanıyoruz.

(Taksim-Zeytinburnu otobüs durağı.)
-Abi ya, bülten alsaydık bir tane. Çalışırdık yolda giderken.
-Buluruz oğlum, orda millet atıyor zaten yerlere, ne para verecez şimdi.

(Yer Veliefendi.)
-Abi koş, padoğa gidelim atlar geziyor.
-Lan geliyom dur .
-Vay beeee!!! Aslanıma bak, uçar valla bu hayvan.
-Yok oğlum kumda koşmaz o, sen asıl üç numaraya bak.
-Abi çim yarışı bu, kum değilki...
-Olsun... Çimde de koşmaz, üç numara geçilmez.
-Ooooo!!! Oğlum bak üç numara ihtiyacını giderdi rahatladı hayvan. Tutamazlar artık onu.
-Yok abi ben yedi numara oynıycam.
-Koşmaz o hayvan.

(İlk yarış başlar.)
-Koş oğlum üç numara!
-Yürü be yedi!
-Ayrıl da gel oğlum üç!!!
-Anaaa Vuslat abi benim at düştü yaaa.
-Dedik oğlum koşmaz o hayvan diye.
-Abi hep senin yüzünden, isterim ben paramı geriye.
-Lan ben ne yaptım, çelmemi taktım hayvana?
-Bana ne abi, nazar değdirdin valla.
-Bak üç numara nasıl da geldi.
-Abi o parayla altılı yaparız artık.
-Tamam ortak bir altılı yaparız, sana da bira ile sandviç ısmarlarım.
-Aslan abim benim be.
-Oh be... Buz gibiymiş bira da, ne yaptın abi altılıyı?
-Yaptım oğlum, çıtır bir altılı şaheser oldu valla.
-Abi ya, bu ilk ayakta fazla at yazmışsın. Bak bak, bir numaranın galobu süper.
-Bakmıycan oğlum ona, hayvan kırksekiz kilo çalışmış.
-Heeeee.
-Git yatır bakayım şu kuponu.
-Ver abi.

(onbeş dakika sonra)
-Yatırdın mı lan kuponu?
-He yatırdım abi.
-O elindekinler ne?
-Bira patates abi.
-Nereden buldun lan parayı?
-Kötü günler için saklamıştım abi.
-Ulan, az kirli çıkı değilsin ha...
-Şu boş koşuya da oynayalım mı bir şeyler?
-Yok abi, oturup keyfimize bakalım.

(Veeee... sıra gelir yarışlara.)
-Koş oğlum be! Hadi oğluuummm!!!
-Yürü be kanatlım benim!

(Koşular ardı arkasına devam eder. Vuslat abinin kuponu hale devam etmektedir.
Vuslat abi hayecandan üst üste dördüncü kez kalp krizi tehlikesi atlatır. Eleman Ferit'te çok heyacanlıdır. Son koşuda da Vuslat abinin istediği olur. Ve onun yazdığı at birinci gelir. Koşarak gidip sarıldığı atın boynundan güvenlik görevlileri onu zor ayırırlar. Atın jokeyi ise kurtuluşu kendini tuvalete atmakta bulur. Vuslat abi sevinç hezeyanlarını atlattıktan sonra Ferit'in yanına gider.)
-Ne vermiş lan altılı Ferit?
-Yedi milyar abi...
-Allaaahhh!!!!! Hemen bir araba alırız oğlum, evi değiştiririz, sonra yeni mobilyalar alırız. Tatile çıkarız, kendimize bir işyeri açarız, paranın bir bölümünü dolara çeviririz kalanını da hazine bonosuna yatırırız.
-Hadi gel gidip paramızı alalım.
-Alamayız abi.
-Niye lan, millet gidiyor işte?
-Yok abi, biz alamayız...
-Oğlum deli etme beni!
-Abi kupon yok, yatırmadım ben onu.
-Ne yaptın lan sen?
-Abi dur vurma, ben dördüncü ayaktaki atı hiç tutmuyordum ondan yatırmadım.
-Ulan sana ne? İster tut, ister tutma. Geceyi onunla mı geçirdin? Ne biliyorsun nasıl koşacağını? Ulan Ferit yaktın lan beni. Ölümüm senin elinden olacak.
-Abi dur yapma yaaa. Nereye götürüyon beni?
-O üç numaraya dövdürecem lan seni. Sana iki çifte salladımı aklın başına gelir.

(Eve dönüş yolu.)
-Abi her yerim ağrıyor. İn artık sırtımdan hayvan da kötü vurdu zaten.
-Müstahak oğlum sana. Eve kadar taşıyacaksın beni.
-Ya abi, evi geçeli çok oldu. Zeytinburnu'ndan beri sırtımdasın. Beşiktaş'a geldik ya.
-Dur oğlum, daha Sarıyer'de börek yiyip, oradan eve dönecem. Sana yoldan ot yolarız onları yersin.

Turgut Ankara
turgutankara@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Şair Kahveci : Filiz Güner


GÖLGE OYUNLARI

Mumun alevleri giderek silikleşiyordu. Gözleri, son demlerini yaşayan mumun duvardaki yansımalarına takıldı. Gölgeler dünyasını ziyaret etmeyeli hayli uzun zaman olmuştu. Özlemişim dedi, derin bir iç geçirerek. Anneannesinin gaz lambaları geldi hatırına. Nasıl da temizlerdi islerini camları parıldayana kadar. Sonra içerisine gaz yağını koyar, yeni fitili bir ucunu yağda bırakarak duvara yerleştirirdi. Elektrikler kesilince özenle hazır edilmiş lamba hemen devreye alınırdı. Evin büyükleriyle oyunlara başlanırdı. Anneanne romatizmalı dizlerini ovarak masallar anlatırdı.

- Önce ellerini birleştir. Parmaklarını birbirinin arasından geçirerek kelepçe yap.
- Böyle mi?
- Cimcime öyle değil. Bak şimdi. İşte böyle yapacaksın... Baş parmaklarını birleştir. Sonra... Duvara bak.
- Ne kadar güzel teyze. Tıpkı gerçek bir kuş gibi...
- Hadi sen de yap.
- Benim ki, senin gibi olmuyor:(((
- Olur yavrucuğum. Getir ellerini beraber yapalım... Eveettt... Şimdi yavaşça ellerini hareket ettir.
- Yaşasıınnn! Bak annane kuş yaptım. Oldu değil mi?
- Aferin benim kızıma.
- Sevdinmi?
- Hem de çok teyze.
- Gel bakalım cimcime. Madem o kadar sevdin sana kuzu ve köpek yapmayı da göstereyim...

Daha sonra bu oyunu annesiyle de oynadı farklı zamanlarda. Ellerini yukarı kaldırarak teker teker kuş, köpek... sırasıyla bildiği her şeyi şekillendirdi. Buruk bir sevinçle karışmış duyguları eşliğinde, çocukluğuyla hasret gideriyordu. Her şey gölgeler gibiydi artık. Ona bu güzel anıları hazırlayanlar ya hayatta değillerdi, ya da uzağındaydılar. Olsalardı, acaba... Acaba yine oynarlar mıydı? Her şeye rağmen evet olurudu bu sorunun yanıtı. Herkesin içindeki çocuk, uygun ortamda harekete geçer. Onlar yaratılışları gereğince yatkındılar çocuk olmaya. Gölgelerle yeni oyunlar denedi. Yüzünün ve vücudunun duvara akseden görünüşünü çok sevdi. Aynalarda böylesine hoş gelmemişti gözüne... Bu anı resmetmeliyim diye düşündü. Eline bir kağıt, kalem aldı hızlıca. Boynunu hafif yana kırdı ve saçlarını boynunu kırdığı tarafa toplayarak, omuzun üzerinden gövdesine bıraktı. Bir taraftan dökülen saçları, diğer taraftan pürüzsüz, açıkta kalan boynuyla, peri kızlarının güzelliğini ve gizemini çağrıştırıyordu. Muhteşem, çok estetik bir görüntü elde etmişti. Kağıda gölgesini karalamaya başladı. Bittiğinde kendini dinlenmiş, huzur dolu hissediyordu. Yarın yoğun bir gün onu bekliyordu.

- Telefon size, aktarayım mı?
- Tamam güzelim.
- Arkadaşınızmış.
- Efendim.
- Şekerim bu akşam bize gel. Sosyete mantısı yaptım, bir de o çok sevdiğin tatlıyı.
- Bilmiyorum, bir bakayım.
- Hadi nazlanma, yemeğe hayır dediğini hiç görmedim. Hem çocuk ta özledi seni. Bak kim istiyor...
- Filiz abla... Gel bu akşam. Seninle konuşmam lazım.
- Bak hele... Önemli olsa gerek.
- Eh işte... Sen bir gel de o zaman anlarsın. Annemi veriyorum.
- Kız uyanık spor. Yine kurmuşsunuz teşkilatı ana oğul.
- Hadi şekerim fırına bakıcam, akşam görüşürüz. Trankkk..
Gülümsedi.
- Çok güzel olmuş ellerine sağlık. Çatlayacağım vallahi.
- Ye güzelim, nasılsa sana bir şeycik olmuyor. Ne bulursan yiyorsun, sana değil bize yarıyor. Bu oburlukla nasıl böyle kalıyorsun akıl işi değil vallahi.
- Biliyorsun diyet falan yapamam ben. Allah vergisi işte.
- Gel bakalım şimdi bayım. Hem konuşalım senin şu önemli meseleni, hem de oynayalım. Önce ışıkları kapat.
- Neden?
- Soru sormayı bırak, dediğimi yap hadi. Güllll!!! Mum var mı?
- Evet. Ay ışıkları niye kapattınız? Yine ne işler karıştıracaksınız bakayım?
- Anasına bak, danasını al. Hadi sen de bırak işini, gel ne olur.
- Bak Semih'çiğim. Önce ellerini birleştiriyorsun... Sonra başparmaklarınla...
- Ne kadar güzel oldu Filiz abla.
- Senin ki de çok güzeldi. Şimdi sıra köpekte.
- Anne bak, sanki kuş uçuyor değil mi?
- Sevdin mi?
- Evet. Anne sen bilmiyor muydun bu oyunu?
- Biliyordum.
- Öyleyse neden daha önce hiç oynamadık.
- Bilmiyorum, aklıma gelmemişti hiç oğlum.
- Bu oyunu arkadaşlarıma da öğreticem. Seni seviyorum Filiz Abla.
- Ben de seni bir tanem. Getir bakayım o bal yanaklarını. İyi geceler.

Bir çok arkadaşı çocuklarına bu oyunu göstermemişlerdi. Oysa aile içi paylaşımlar oldukça gerekli. Şimdi de elektrikler kesiliyor. Gaz lambalarının yerine, değişik türden aydınlatıcılar ve mumlar kullanılıyor artık. Herkes kendi dünyasına, işlerine öylesine dalmış ki; çocukların dünyası unutuluvermiş adeta. Etraflarında bicir bicir dolanan o temiz ve tatlı varlıkların çocukluklarına ve geleceklerine, iyi bir eğitim ve para kazanacakları bir meslekten başkaca güzellikler katmaya çalışanlar, gittikçe azalmakta. Gölgelerin dünyasıyla ve unutulan oyunlarla bir çok çocuğu tanıştırdı. Hepsi sevmişlerdi ve mutluydular. Eğer becerebildiyse onların şimdiki ve gelecek zamanlarına ufacıcık, bir tutamcık kendi çocukluğunu katmıştı. Tıpkı kendi dünyasına katanlar gibi. Artık bir gölgeler ve çocukluklar imparatorluğuna sahipti.

- Telefonda Semih var.
- Efendim bir tanem.
- Filiz abla. Ben Çağla ve Ahmet'le bir sürü değişik hayvan gölgeleri buldum. Bu akşam bize gel, sana da öğreteyim.
- Tamam tatlım, hemen geliyorum.

Filiz Güner
filiz@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Görmüş Geçirmiş Kahveci : Kemal Duykan


Avrupa Birliği ve Türkiye - 4 - Son

AB Konusundaki Danışıklı Dövüş

“Avrupa Birliği ve Türkiye” başlıklı dosyamıza koyacağımız son yazımıza geldik. Türkiye neden AB’nin şartlı davetine “evet” dedi? Kıbrıs fatihi Ecevit neden Kıbrıs ve Ege gibi milli davalarımızdan taviz vermeyi kabullendi? 970’ li yıllarda Türkiye’nin Yunanistan’la birlikte ortak pazara girmesi için yapılan davete “hayır”diyen Ecevit değil miydi? Ecevit’in “o zaman ekonomimiz iyi değildi” gibi mazeretlerine kim inanır? Ne zaman iktidara gelse ekonomiyi çökertmek için elinden geleni arkasına koymayan ekonomi cahili Başbakanımız şu andaki durumumuzun çok iyi olduğuna bırakın başkalarını kendisi inanıyor mu? Bırakalım bu saçmalıkları da gelelim Ecevit hükümetinin AB’nin şartlı davetine neden evet dediğine:

1. İkidebir Ecevit hükümetinin katkılarıyla da iyice dibe vuran ekonomiye nefes aldırmak için acele dış kredilere ihtiyaç var.
2. Ağır vergiler ve zamlardan gına getiren halkın homurdanması giderek artıyor,dayanma gücü azalıyor.
3. Böyle durumlarda başvurduğumuz askeri müdahalelere dünya koşulları elvermiyor.
4. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde olduğu kadar değilse de Türkiye’de de iletişim hızlanıyor ve her türlü ahlaksızlığı, edepsizliği, soygunu, vurgunu haktan saklamak eskisi kadar kolay olmuyor.
5. Medyayı rüşvet vererek susturmak halen geçerliyse de tümünü tatmin edecek kadar para yok, bir tarafından açık veriyor.
6. Düşman komşularımızın sayıları giderek azalmaya yüz tuttu,yeni düşmanlar yaratarak halkı uyutmak eskisi kadar kolay değil. PKK’da bahane olmaktan uzaklaştı...
7. Yani eskiyen değirmenin çarkları eskisi gibi dönmüyor.
8. Eski dostlarımızla eski düşmanlarımız elbirliği etmişçesine üzerimize çullanıyor, yani dış politikamızın da elle tutulur tarafı olmadığı ortaya çıktı...İşte bu koşullarda hükümetimiz, daha doğrusu devletimiz, denize düşmektense yılana sarılmayı uygun buldu. Bana göre hükümetimizin ve dahi devletimizin niyeti şu içine girdiğimiz son ekonomik bunalımı AB’nin şartlı davetine “evet” diyerek aşmaya çalışmak. Yoksa AB’ye girmek ve onun şartlarını yerine getirmek gibi bir niyet yok. Nedenlerini daha Türkiye’nin AB’ ye aday ülke olarak kabul edilmesinden önce yazdığım ilk yazıda açık seçik anlattım. İlgilenenler o yazıya (Avrupa Birliği ve Türkiye) bir göz atsınlar. Özetle Hem Avrupa Birliği hem de Türkiye’yi yönetenler bu işin gerçekleşmesini önlemek yada geciktirmek için ellerinden geleni yapacaklardır.

Peki bu danışıklı dövüşün sonu nereye varır? Nereye varacağını şimdiden hiç kimsenin kestirebileceğini sanmıyorum. Bu şartlarda Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesinin hayal bile edilemeyeceğini düşünenler hayal görmüş olamazlar mı? Bence hiç de imkânsız değil. Bazan ava gidenler de avlanır...Ve bizim millet hiç de tekin bir millet değildir, ne yapacağını da siyasi falcıların bile kestirmesi mümkün olmayabilir; en iyisi bekleyip görelim ve de umutsuzluğa kapılmayalım. Bence umut var; çok uzaklarda da olsa...Halkın yoğunlaşan istekleri yaptırım gücüne dönüşünce barajları yıkar...Ve bugün içeride ve dışarıda oyun oynayanların yarın oyuna geldiklerini görürseniz şaşırmayınız, tarihte örnekleri çoktur...

Bir şeyi daha unutmayalım, bazıları zengin Avrupa ülkelerinin insanlarını üstün zekalı yaratıklar sanıyor, ben onlarla otuz yıldan fazla ilişki içinde bulundum ve her kademeden insanlarını tanıdım, bizden daha zeki oldukları palavradan başka bir şey değil. Eğer bunlar üstün yetenekli milletler olsaydılar birinci dünya savaşından sonra ikinci dünya savaşını patlatıp elli milyondan fazla insanın ölümüne neden olurlar mıydı? Onların bugünkü zenginliklerinin kaynağı daha zeki olmalarından kaynaklanmıyor, başka nedenleri var, ama bugünkü yazımızın konusu bu değil. Sırası geldikçe onları da yazacağız, şimdiye kadar yaptığımız gibi...Ancak şu kadarını söylemeden edemeyeceğim: Eğer halkımız, ayağına takılmış prangalardan kurtulabilirse, bizim Avrupalılardan korkmamız için hiçbir neden yok, onlar bizden korksun! İnanın korkuyorlar da; ben bunu gördüm...

24.12.1999 - Kemal Duykan
kduykan@kahveciyiz.biz

NOT: Bu dizi yazı bölümlerinin altında görülen tarihlerde bazı dergilerde yayınlanmıştı. Yeniden yayınlamak isteyişimin nedeni, o günlerden bu günlere AB konusunda alınan/alınmayan mesafeleri bir kez daha gözler önüne sermek içindir.

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_128.asp

Devamı var

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Dost Meclisi


Adam fısıldadı :
" Tanrım konuş benimle. " Ve bir kuş cıvıldadı ağaçta.
Ama adam duymadı.
Sonra adam bağırdı :
" Tanrım konuş benimle ! "
Ve gökyüzünde bir şimşek çaktı.
Ama adam dinlemedi onu.
Adam etrafına bakındı ve
" Tanrım seni görmeme izin ver " dedi.
Ve bir yıldız parıldadı gökyüzünde.
Ama adam farkına varmadı.
Ve adam bağırdı,
" Tanrım bana bir mucize göster ! "
Ve bir bebek doğdu bir yerlerde.
Ama adam bunu bilemedi.
Sonra adam çaresizlik içinde sızlandı,
" Dokun bana Tanrım ve burada olduğunu anlamamı sağla ! "
Bunun üzerine Tanrı aşağı doğru süzüldü
Ve adama dokundu.
Ama adam kelebeği elinin tersiyle uzaklaştırdı....
Ve yürüyüp gitti.

Hulki CEVİZOĞLU

Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.346 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


O 542 651......... ' i ara da konuşalım!

( Cep Telefonlu Politik Nazire! )

Eğer
insansam
İnsan olduğumu bile bile
hayvanlığa soyunmuşsam
başka insanların canını
her türlü terörle alabilme hakkını
kendim de görebiliyorsam
bir de bunları
aşikar yapıp
kılığına, kıyafetine uydurabiliyorsam
bana dur diyecek
sustukca sıra kendisine gelecek
birileri de yoksa
bunu bilecek
o zaman ben "IN" im
sen "OUT"
varsa bunu söylemekte bir hatam
0 542 651...........'yi ara da
konuşalım anam!

Eğer
ben insansam
İnsan olduğumu bile bile
soygunculuğa soyunmuşsam
aziz milletin
fakirinin, öksüzünün, yetiminin hakkını
cebime indirmenin hazzını
yaşıyor ve yaşatıyorsam
tabii ki olacağım ben "IN"
sense "OUT"
Varsa bunu demekte bir hatam
0 542 651...........'yi ara da
konuşalım anam!

Eğer
hıyarlık etmek
benim yeteneğimse
politikacının ekmeği
adeta ballı böreğimse
kaşıkla verdiğimi
kepçeyle çıkartmak hoşuma gidiyorsa
tilki'lik benim
koyunluk senin tercihinse
uyumana devam et yolunda
ben de güller döktüreceğim
kendi yoluma
bu dünyada kötüler kazanıyorken
her şeyi
senin tercihin hala safça "iyi" olmaksa balam
ben "IN"ım
sen "OUT"
varsa bunu demekte bir hatam
0 542 651...........'yi ara da
konuşalım anam!

Eğer,
trafik, mırafik
bana vız geliyorsa
depremleri bile
cebime kazanç yapmışsam
..ve ölenleri görsel malzeme
İktidarsızlığıma nispet
heybetimin lambasıysa
emniyet şeridinde yaktığım o yanar döner ışık
Ben kendimi tatmin etmenin yolunu
seni enayi yerine koymakla bulmuşsam
bir de senin işe yaramaz öfkene
bakıp bakıp
eğleniyorsam
değme keyfime
Erir yağları yüreğimin
senin koyunluğuna
Primlerin hepsi de
benim tilki'liğime
O zaman
anla ki
şimdi "moda" benim
yani sen "OUT" oluyorsun canım
bense "IN"
varsa bunu demekte bir hatam
0 542 651...........'yi ara da
konuşalım anam!

Eğer,
hak hukuk yolu
bana şöhret yolu oluyorsa
amirler, memurlar, şefler
alasından kapımda hazır ve nazır duruyorsa
paranın kralı bende
ben de bu alemin kralıysam
icabında
o zaman
ben "IN" im,
sen "OUT"
ben ördek yerim
sen nohut
ben bal kabağıyım
sen kelek ya da dut
bu dünya bilmezmisin
kötülerden yanadır her devirde
sen hala vazgeçme
şu akılsız çeneni sıkı tut
tut ki ben işimi hep hale yola koyam
varsa bunu demekte bir hatam
0 542 651...........'yi ara da
konuşalım anam!

Şayet
ben bunlara rağmen
hala insansam
pardon ama
sen ne oluyorsun o zaman?
Bu sözlerim ağır gelip
incittiyse bir tarafını
O zaman kaldır da o tarafını
konuş!
yaz!
söyle!
Tartış be adam!
Yoksa
değil sonun kötü
bir sonun bile olmayacak, ben ona yanam
varsa bunu demekte bir hatam
0 542 651...........'yi ara da
konuşalım anam!

Nedret Türer

<#><#><#><#><#><#><#>

Turkuaz

Bir bedende
Turkuaz'ım, deniz'im.
Yolculuklarım mahsun
gemilerim sessizdir benim.
Martılarım uçursun yüreğimi sakladığım denizlerden,
bana kanat kanat sevdiğimi geri getirsin isterim.
Gemilerim
umuttur benim.
Gözlerimi
ufuklara sundum,
artık benim degiller.
Saçlarımı meltemlere saldım,
Lir olup, aşkı bestelediler.
Ellerimle gökkuşağını tuttum,
yedi renge boyandılar.
Gemilerim tuallerimdir benim.
Ben artık ben değilim Sevgili
Denizlerde filizlenen,
gökyüzüne uzanmaya hevesli,
yunuslarla ağlaşan, yakamozlara sırnaşık,
mercanlara dolaşan, bir aşka yeminli
Turkuaz'ım. Bilirsin,
sadece senin olmaya and içmiş
bir deniz çiçeği.
Nasıl...
Söyle, nasıl unutabilirdim ki?
En son
bir fırtınayla uğurlamıştım seni dağların en yücesine
Bakışlarında erimiştim... şimşek şimşek
"neden bitti" dercesine...
Bir tek martılar biliyor gizemini bu aşkın.
Nasıl da saygılıydılar,
onlar
senin denizinden benimkine uçtukça
yaşadıklarımızı bulutlara serpip
fısıldayışlarımızı çığlıklara saçtıkça
Çırpınan sularımızı
birbirine kattıkça
Öfkesinden korkarım
böyle biten sevdaların.
Dalgalarım tutsak
Fırtınalarım durgun
Yelkenlerim yorgun.
İstemem ufku olmayan yolculukları
İstemem tadını unutmuş mavilikleri denizlerin.
İstemem yarım kalmış turkuazları artık.
Sensiz neyleyim…
Şimdi senden ışımalar kaldı bana
Gün doğumunda güneşimizden çaldığın.
Bir de dudaklarıma sürüp öptüğün
o gün batımı kızıllığın.
Şimdi o kadar solgunum bilsen
Ne gemilerim kaldı uğruna yakacak,
nede denizlerim, yunuslarla oynaşacak.
Sen bende yaşattığın "sen" ol hep
"Beni" getirmek için takıl bulutların arkasına
Uç sevdalara, bu acıyı bitir.
Yüreğimi tuttuğun avuçlarına bir bak,
çırpınıp titriyorlarsa hala senindir.
Gittiğin rüzgarlarla dön yeniden
Martılarınla topla umutlarını dünden kalan ne varsa
kırık dökükte olsa
bilki bizimdir..
Çok özledim seni çok
Dalgalandır denizlerini…gel
Canlandır turkuazlarını... gel
Yakma gemilerini, yelken açıpta gel
Bu aşk bir Turkuaz…
Herşeye bedel…

Nedret Türer
nedret@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Neler hissettiler kimbilir!?...

Yukarı

 Kıraathane Panosu


CATS MÜZİKALİ

CATS Ege Üniversitesi Çesme Meslek Yüksekokulu Turizm Animasyonu Bölümü'nün bu yıl için hazırladığı proje olan "CATS" müzikali, bir yıl boyunca verilen eğitimin uygulama çalışmasıdır. Üniversite ve özel sektör işbirliğiyle hayata geçirilen bu tür projelerin eğlence anlayışına yeni bir soluk getireceğine inanıyoruz. Rock bar da şov izlemenin tadına ilk kez "Tarla Kuşuydu Juliet 2002" ile varan İzmir seyircisi, şimdi de dünyanın en önemli müzikallerinden biri olan "CATS" ile tanışıyor. Her ne kadar sürç-ü lisan edersek affola... Sonuç olarak; biraz hakikat, biraz atmasyon işte karşınızda Çesme Animasyon.

Yöneten: Yonca ERDENK-Candan GÜNAY
Koreografi: Gencay CÜCE
Dekor-Kostüm: Yonca ERDENK-Candan GÜNAY

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.brokensaints.com/
Eğer vaktiniz varsa ilginç bir hikaye sizi bekliyor "broken saints". Tamamen flash ortamında hazırlandığı için biraz görsel efektler iyi hazırlanabilmiş. Tek sorun her bölüm için seyretmeden önce yüklenmesini beklemeniz gerekiyor.

http://www.geocities.com/RainForest/Canopy/7488/
...Bu takada dostluk gördum, arkadaşlık öğrendim.Bu takada üniversiteye gitmeye karar verdim.Bu takada kavga etmenin inceliklerini öğrendim.Ben bu takadayken üniversiteyi kazandığımı öğrendim... Türk köpekbalığı avcıları.

http://www.webfxmall.com/fonts/index1.html
Windows içinde kullandığınız standart fontlardan sıkıldıysanız, buyrun size tamamen bedava bir kaynak. Önce görüp beğeniyorsunuz, daha sonra zip'li olarak indiriyorsunuz ve son olarak bilgisayar'ınızın control panel'inin font bölümünden yeni font olarak tanımlıyorsunuz.

http://www.termometre.com/
Hava durumunu bir çok web sayfasından alabiliyorsunuz. Ama bu sayfada bazı artılar var. İsterseniz tercih ettiğiniz bölgenin bilgilerini mail adresinize gönderiyorlar. Eumetsat uydusundan görüntülerde cabası...

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


Powercons/Roppers vbeta [85k] W98/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=106575
Minicik bir Internet Explorer eklentisi. IE ye hükmedip pekçok yerini kişiselletirmenize yarıyor. Linkleri kendinize göre düzenleyebiliyor, erişimde kısayollar kullanarak zamandan ve yazıdan tasarruf ediyorsunuz. Ancak bazılarınıza biraz karışık gelebilir. Bu işe gönül verenlere tavsiye edilir.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030620.asp
ISSN: 1303-8923
20 Haziran 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com