KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu

Kahveci Soruyor?

KAPI KOMŞULARIMIZ

Xasiork Dergi

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 297

 3 Temmuz 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Bir Milyon Toraman!..


Merhabalar,

Salı günü yazdığım 24 milyarlık anaokulu yazımı okuyan Sayın Milli Eğitim Bakanımız bir soruşturma başlatmış. Elimde belge niteliği taşıyacak tüm kağıtları istediler. Ben de ne var ne yok topladım verdim kendilerine. Gazete küpürünün üzerine döktüğüm vişne reçeli okumayı biraz güçleştirse de, çekirdekleri koparıp atınca "24" "anaokulu" kelimeleri açığa çıktı. O da yeter deyip elimden kaptılar. Anladığım kadarıyla tasarruf genelgeleri doğrultusunda Meclis'e giren gazete sayısında hatırı sayılır bir azalma olmuş ve bu yüzden haber atlanmaya başlanmış. Evde oğlunun bilgisayarından göz ucuyla internete takılan bakanlık müsteşarı benim yazımı görüp sayın bakanı uyarmış. O da sağolsun hiç vakit kaybetmeden incelemelerde bulunması için çay işlerinden sorumlu odacısı ile, fotokopi genel müdür yardımcısı Fitnat Hanım'ı derhal okula yollamış. Gelecek olan rapor neticesinde karar verilecek, fahiş fiyatın muhteviyatı belirlendikten sonra gerekirse ve okul yönetiminden onay alınırsa günde 2 Top Kek'in fiyata dahil edilmesi rica edilecekmiş. Sayın bakanımıza bu duyarlı davranışından dolayı teşekkürü bir borç biliyor, ellerinden öpüyorum.

Ne yani olamaz mı? Bu senaryonun aynıyla vaki olduğunu iddia bile edebilirim. Benimle ilgili kısımları çıkarıp yerine saygın medyamızın bol tirajlı gazetelerinden birini koyun olsun bitsin. Sayın bakanımız yoğun işleri arasında özel okullara yeterli ilgi gösterememiş olacak ki, bir yolla onayını verdiği okul fiyatlarını gazetelerden yeniden öğrenmek zorunda kalmış. Üç beş kişide benim gibi O'yla başlayıp H ile süren A ile biten hayret nidalarını yanında dile getirince mecbur kalıp inceleme başlatmış. Bu okullar açıklayacakları fiyatları Milli Eğitim Bakanlığının onayına sunmuyorlar mı? Milli Eğitim müdürlükleri özel okul fiyatlarından bihaber mi? En pahalı okulun 2 katı olan bu ücret hiç mi gariplerine gitmemiş? Gazetelerde yayınlanmasaymış incelemeyeceklermiymiş? Ben de soru çok ama alacak cevap yok. İncelesinler, bakalım nasıl bir kulp bulup temize havale edecekler görelim hepbirlikte.

.....

Af geliyormuş. Rahşan Hanımın affettikleri birer ikişer geri dönünce gene yer sıkıntısı başgösterdi zahir. Sanki şaka gibi. Kuzey Irak'ta barınan 2000 PKK'lıyı topluma kazandırma ameliyesi adı altında yem olarak atılan, Sivas katliamının 10.yıldönümünde, kapsamının genişletilerek Sivas mağdurlarını(!?) da içine alması istenen tanıdık bir af yasası hazırlanıyor. Yasa için bir milyon imza hazırmış bile. Ne diye dağa çıktıklarını bile unutmuş pekaka sürüsü ile köktendinci, kundakçı, toplumezarcı hizbullah çetesini affetmeyi içine sindirebilecek bir milyon toraman bulmuşlar demek ki. Haydi bakalım Deniz Bey, saklandığınız yerden çıkın da biraz ses verin. Bir milyona dahil olup olmadığınızı anlayalım. Sıkıyorsa af çıkmasın diye on milyon imzayı da siz toplayın. İlk imzayı atmaya hazırım. Var mı arttıran?

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Yukarı

Buket Uzuner

 TUZ / BİBER : Buket Uzuner

   
ULUSAL MARŞLARA SAYGI TOKATLA SAĞLANAMAZ

Iowa Üniversite'sinde ülkesinde aradığı hiçbir şeyi bulamamaktan sürekli yakınan ve bir şekilde Amerika'ya yerleşebilmenin yollarını arayan Arjantinli yazar Mirianne S. ile aynı banyo ve mutfağı tam üç ay paylaşmıştık. Yakaladığı her yerde saatlerimi çalarak bana günah çıkartan bu genç kadının dertli konuşmaları bazan o kadar uzuyordu ki, artık banyoda veya mutfakta onunla karşılaşmamak için saklambaç oynamaya başlamıştım. ABD'den ayrılma zamanımız yaklaştığında, ondan intikam almak için neşeli bir plan yaptım. O zamanın bir teknoloji harikası olan bilgisayarıma yeni aldığım bir CD-ansiklopedi koydum ve Mirianne'i odama davet edip, ona Arjantin ulusal marşını dinlettim. İşte o zaman aylardır çözüm bulmaktan kaçtığı sorunlarıyla beni bunaltan Mirianne, beni ilk kez şaşırttı. Sürekli şikayet ettiği ve kaçmak için planlar yaptığı ülkesinin ulusal marşını dinleterek ondan intikamımı alacağımı sanırken, o hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı. "Ah ne kadar kızsam da çok severim orayı, hele bu marş çalınca aklıma çocukluğum gelir, okulum, öğretmenlerim, sevgi dolu günler... ve dayananam işte..." Benim üzerimde duygusal hiçbir etkisi olmayan Arjantin ulusal marşını dinlerken ağlayan Mirianne'i ve o anı hiç unutmam.

Ulusal marşlar aynı ülkede yaşayan insanların bayrak, ulusal değerler, gelenekler kadar gönüllerini birleştiren, onları coşturan simgelerdir. En milliyetçi olanımızdan, dünya vatandaşlığını yürekten benimsemiş olanımıza kadar, yıllarca aynı marşı dinleyerek büyümüş, rol model olarak aldığımız anne-babamız ve/ya öğretmenlerimizle aynı sözleri bir ağızdan söylerken paylaştığımız duygu ve düşünceleri hafızamıza kazımışızdır. O duygular, onları oluşturan tarih ve hikayelerdir ki, bizi yetişkinlik yıllarımızda da ulusal marşlarımızı dinlerken heyecana sürükler, bazan gözlerimizi bile doldurur. Bir yere ait olmak gereksiniminden tutun da tarih bilincine kadar değişik olgularla açıklanabilecek bu coşku duygusaldır ve çevre koşullarına bağlıdır. Yani İspanyol anne ve babadan doğmuş bir çocuk eğer ABD'de büyümüşse onun duygularıyla bağlandığı ulusal marş artık Amerika'nınkidir. Daha da yani hiçbirimiz ulusal marşımız ve milliyetimizle beraber doğmayız.

Her ulusun kendi ulusal değerlerini ulusal marşlarında dile getirdiğini, ilkgençlik yıllarımda Norveç'te yaşarken 1869'da Björnson tarafından yazılan Norveç ulusal marşının ne kadar pastoral olduğunu farkedince öğrenmiştim. Doğa ile içiçe yaşayan, doğaya hala saygı duyan Norveçliler'in milli marşı da doğaya övgü doluydu. Bize gelince, dünyada iyi bir şair (Mehmet Akif Ersoy) tarafından yazılmış ulusal marşa sahip şanslı ülkelerden biriyiz.(Bildiğim kadarıyla Hint ulusal marşı da ünlü şair Tagore tarafından yazılmıştır) Bizim ulusal marşımızın metni kendi ulusal değerlerimize ve yazıldığı güne uygun olarak bağımsızlık, inanç ve vatan temalarının güçlü olduğu birinci sınıf bir şiirdir.

Geçenlerde genç okurlarımdan biri, okuduğu lisede yapılan bayrak töreni sırasında bir arkadaşıyla konuştuğu için okul müdürü tarafından atılan iki tokatla yere düştüğünü ve kendisini çok aşağılanmış hissettiğini yazdı bana. Yaşamının en kırılgan döneminde onuru kırılmıştı. Bu hüzünlü e-posta notunu okurken geçen yıl bir arkadaşımın çağdaş eğitim sunmakla övünen bir özel okulda okuyan çocuğunun İstiklal Marşı söylenirken ciklet çiğnemesi nedeniyle herkesin içinde yediği tokat geldi aklıma. Çocuk 13 yaşındaydı, ciklet çiğnemenin saygısızlık olduğunu bilmiyordu ve bu tokatın yarattığı aşağılanmayı hala unutamamıştı. Şimdi siz bu yazıyı okurken eminim kendi çevrenizden benzer olayları, belki de kendi yüzünüze aynı nedenle şaklamış tokatların yarattığı incinmeyi anımsayacaksınız. Oysa Arjantinli Mirianne'in Amerika'nın ortasında kendi ulusal marşını dinlerken anımsadıkları arasında tokat ve topluluk içinde aşağılanma yoktu. Dürüstçe konuşalım: ulusal marşımızı çocuklarımıza tokatla ve zorbalıkla sevdiremeyiz. Milli Eğitim Bakanlığı'nı çocuklarımızı ulusal marştan soğutan bu şiddet uygulamalarının üzerine ciddi olarak eğilmeye hep birlikte davet etmenin yollarını bulmalıyız. Saygının ve ciddiyetin anlamını ortalık yerde şiddetle değil, henüz doğal çocukluk taşkınlıkları yaşayan gençleri bir kenara çekip, önce öğretmen ve yetişkinlerin onlara saygı göstermeyi başarabilmesiyle öğretebiliriz. İşte ancak ve asıl ondan sonra:
"Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak!"


http://www.buketuzuner.com

Yukarı

 Mektebişahane : Rana Aslanbay Aydın


OĞLUM İÇİN

Gözlerim ağrıyor, taaa derinlerden
Özledim seni, taaa yüreğimden.....

Küçüktün, miniciktin
Bir akşam üzeri geldin dünyama, kıvır kıvır saçların pırıl pırıl gözlerinle
Kokladım seni, içime çektim
Hiç bilmediğim bir duyguydun benim için, bilmek istediğim, aylarca beklediğim
Bir akşam üzeri geldin dünyama, ısıttın içimi Güneş gibi
Kah ağladın, kah güldün
Beni de ağlattın, güldürdün
Nasıl da sardın dünyamı çepeçevre, amacım oldun, hedefim oldun
Elim, kolum, aklım, yüreğim oldun
Adımlarım hızlandı eve dönerken, yüreğim çarptı delicesine
Tanımadığım bütün duyguları yaşadım seninle, öğrendim seninle

Birlikte büyüdük yıllarca
Eğittin beni, öğrettin, gösterdin
Şaşırttın bir de
Ne çabuk büyüdün......

Gözlerim ağrıyor, taaa derinlerden
Özledim seni, taaa yüreğimden.....

Rana Aslanbay Aydın
rana@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Misafir Kahveci: Sevgi G.


BEN SENİ HİÇ SEVEMEDİM Kİ

"Bir kahve içimlik" tanışmalardan biri olacaktı. Görmeden sevebilmenin tadıyla, sıcaklığıyla sevdim seni. Farkı hissedebilmiştim. Sokakları süpüreceğin vakitli bir zamanda, senin için ben de bir süpürge hazır ettim. Uzun ve tatlı bir sohbetti. Doğrusu epey bir süpürdük geçmişimizi. Oysa birbirimizi tanıyalı henüz bir-iki saat olmuştu. Kendinden emin, güven veren, hayatı özümsemiş bir halin vardı. Serseri, çapkın, deli tarafın da göz kırpıyordu arada bir. Hiç yabancılık çekmedim, buna hayret de etmedim. Beklediğim gibiydin.

Zamanla yol aldık birbirimizde. Aşklarımızı, acılarımızı, yaralarımızı ve her şeyimizi konuşur paylaşır olduk. Yalansız, samimi ve dürüstçe bir yolculuktu. Hani öyle şeyler yaşar ve hissederiz ki zaman zaman, bunları en güvendiğimizle bile konuşmaktan, hatta kendimizle bile yüzleşmekten korkarız. Seninle bu engel yoktu. Biz en-siz güvendik, boysuz açıktık. En azından ben öyle yaptım, senin de öyle yaptığına inandım.

Nezaket sınırlarını aşmamaya gayret ederek, kırılabileceğimizi bildiklerimizi de saklamadık birbirimizden. İkimizin de mayasında vardı açıklık. Maskeleri çıkardık, kartları çok açık oynadık. Biliyor musun sevmek isterdim seni? Mükemmel olduğundan değil, ben gibi olduğundan sanırım. Deli olduğundan bir anlamda. Az yaralar sarılmadı seninle. Geldiğinde sadece boşluk doldurmadın. Doldurulacak yeni şeyler koydun önüme. Az alıp, çok vererek yol açtın fikirlerimde. Seninle yeniden baktık dünyaya. Sorguladık, konuştuk, derinleştik... Sonra da bu derin anlamları bir kenara atıp yüzeye çıktık. Boşverdik, umarsızlık yaptık. Böyle anlamlar yüklemeye gerek yok bazı şeylere dedik, el birliği ederek. Ne de olsa ölecektik ve kuşlar, böcekler yiyecekti bizi. Benim tanımım kuşlar ve böceklerlece yenmekle bitmiyordu elbet. Tartışmaya ne hacet. Sen sen gibi, ben ben gibi inanmaya devam ettik. İnançlarımızı tartıştık ama caydırmaya uğraşmadık hiç.

Aramızda, benzerliklerimiz kadar farklılıklarımız çoktu. Bunlar bize çok doğaldı, kabullenmiştik öylece. Önceki günahlarımızı döktük önümüze, hatalarımızın üzerinden geçtik, vicdan aynasını birbirimize ve kendimize tuttuk. Sen beni geliştirdin belli bir yönde. Belki bazı şeyler de gitti beraberinde. Her şeyin bir bedeli vardır, kazanımların da. Hiç vermeden alabilmek mümkün mü? Sen de benim fikirlerimi önemsedin. Anlatırken bazı şeyleri, ne düşündüğümü öğrenmek istedin. Bunlar zaman zaman sende bir değerlendirme yarattı. Bir başka gözle görmek istedin belki bildiğin ve emin olduğun şeyleri. Belki bir onaydı kendi düşüncelerin için düşündüklerim. Her şey olacaktık birbirimize ama sevmeyecek, bağlılık oluşturmayacaktık... Şartlar herkesin iyiliği ve uyumsuzluklar için öyle gerektiriyordu. Kaçmak değildi bunun adı sorumluluktan. Reel bir yaklaşımdı hepsi bu.

Sen beni nasıl sevdin? Hatta sevdin mi? Yoksa yüreği sevgi dolu, sevgiye ihtiyacı olan, başını toprağın dışına çıkarmaya çalışan bir çocuğun eli miydi tuttuğun? Ben mecbur ettim seni buna, değil mi? Senin de beni mecbur ettiğin gibi. Bu sorumun cevabını, sanırım sen de bilmiyorsun. Diğer paylaşımlar yanında aslında pek te önemli durmuyor sanki. "Adımı koyamadın ve bir raf açtın benim için" dedin. Sen yokken de o raf vardı inan bana. Orası açıktı ve gelip oturacak kişi için her zaman hazırdı. Bana, seni sevme şansı bırakmadın. Gözyaşlarım, yürek yanıklarım oldu senin için an be an. Dedim ya olduğumuz gibi kabullendik birbirimizi, anlam bulduğumuz bu isimsiz beraberlikte. Daha çok senin verdiğini sandığın beraberlikte.

Eski aşklarını, yeni aşklarınla kıyaslarken tuhaf bir şey yaptın bir keresinde. Ben de sana yeni aşklarımı anlatıyor ve değerlendirmeler yapıyorduk. Yeni aşkını eleştirirken, sevgili olarak ismlendirmediğin, sahiplenmediğin ve bu acayip fikri normal olarak kabullendirdiğin beni de, sanırım farkında olmadan kıyasladın o çok sevdiğin eski aşkınla. "Beni en çok o sevdi. Bunu şimdi, başkalarını gördükçe daha iyi anlıyorum. Çünkü benimle, her yerde yaşayabilirdi. Her şart altında kendisini verebilecek kadar bağlı bana" dediğin anda. İlginçti. Hakkın vardı şüphesiz. Yanlışın sadece kendinden yana bakmandaydı. Hiç rahatsızlık duymadım eski ve yeni aşklarından. Anormal bir durum ama dedim ya kabullenmiştik her şeyi insanca bir sevgiye yönelerek. Haksızlığın üzdü yüreğimi. Anlayamadım niye böyle düşündüğünü. Hakkın yıktu buna. Bir şeycikler diyemedim. Şimdi yanımda olsan, ben seni düşünerek, kastederek söylemedim derdin. Yeniden bak, bana da dokundurduğunu sen de göreceksin.

Bu senaryo senindi. Rolü bana sen biçtin. Ve senin biçtiğin o rolü taşıdım üzerimde. İçimi o rol için onardım. Sevdiklerinle, anılarında kalmış olsalar dahi arana girmedim. Belki istesem de giremezdim. Önemli olan bunu kendi isteğimle, seni önemsediğim için yapıyor olmamdı. Sevmeyi, tutkuyla karıştırıyor gibisin. Benim tanımımla anlatayım sevmeyi. Sevmek benim yaptığımı yapabilmektir. Bir insana bedenini koşulsuz teslim etmek değildir sadece. Sevdiğinin önemsediklerini, onun mutluluğu adına, önemli görebilmek, incitmemek, kirletmemektir. Güzel hatırlananlara dil uzakmamaktır. Seni yaralıyor olsa da...susabilmektir. Doğru değil böylesi evet. Ama kaç kere söyleyeceğim, biz insanca sevmeyi seçtik...Öyle alıştım ki seni cinsiyetsiz sevmeye... Biçtiğin rol oynadığım değil, gerçeğim oldu. İnsanı sevmek budur bence. Emektir, fedakarlıktır... Senin istediğin oldum en sonunda ve istediğin olduğum için eleştirildim senin dilinle bir başkası eleştirilirken. Kuruların arasında yanan yaş gibiydim. Belki bana öyle geldi. İnsanı sevmek budur serseri... Söylediklerinin doğruluğuna inanacak kadar güvenmektir. Bir insana şühe duymadan inanmak ve güvenmek ne denli güzeldir bilir misin? Senin yüzünden ben seni hiç sevemedim ki. Sevmek böyledir işte...

Sevgi G.
sevgig@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Kıraathane Panosu


BİNGÖL'den mektup var...

Tunceli'den Bingöl'e geldiğimizde kendimizi bu kadar kötü hissedeceğimizi düşünmemiştik. Yıkılan binaların taşımayan kolonları gibi Bingöl'e girer girmez hayat sevincimizi taşıyan tüm coşkularımız biranda çöktü...

Bu yazı bir izlenim yazısından ziyade bir çağrı yazısı olacak... Uzun uzun yazıp aktarabilseydik Bingöl'ün şu an içindeki unutulmuşluğunu... Elbette çalışanlar var, ama sivil örgütler pek yok ortada...

Önce Sarıçiçek Köyüne gittik... İyiki deprem gece olmuş dedirtecek bir manzara ile karşılaştık... Acı manzaralar ve belgeler vardı...

Çeltiksuyu PİO'ya gitmeden önceki gece Müdür Yardımcısı Erdal Beyi dinlemiştik, 85 kişiyi teker teker teşhis eden, onların sesine koşan, hayatı boyunca yaşayacağı ağırlıkta yürek burkan hikayeler...

Çeltiksuyu PİO molozlarını görünce insanın beyni dumura uğruyor, nereye gitti şu lastik ayakkabılı çocuk, nereye gitti şu elbiselerin sahibi? Oysa ne umutlarla gelmişlerdi köylerinden, mezralarından...

Molozların arasından bulduğu karneyi uzatıyor Zeki Bey... Bakıyorum Habip'in karnesine hepsi 5... Kalbim sıkışıyor, meraktan acaba Habip sağ mı? Depremden sonra Çeltiksuyu'nun öğretmenleri ilk defa biraraya geldiler o gün... Karneyi gösteriyorum... Bir öğretmen "yaşıyor Habip" diyor, ferahlamaya başlayacakken yüreğim, sınıf öğretmeni ıslak gözleriyle "Habip artık yok" diyor; "PİO'nun en başarılı öğrencisiydi..." kalakalıyorum...

...
Habip'in karnesi, 1. dönem bu karne Habip'in elindeydi... Öğretmeninin açıklamasından sonra elimizdeki karne elimizi ve yüreğimizi daha da yakmaya başladı... Keşke diye başlayan bir sürü işe yaramaz dilek dilimizin ucuna geliyor, ama ne çare artık Habip yok...

Okul yöneticilerinden okulun listesini alıyoruz, gündüzlü ve yatılı öğrencilerle 490 kişilik okul... Yatılı okul öğrencilerinin çoğu 6, 7, 8. sınıf oluyor, bazı köylerde ilk kademe açık tutulabiliyor... Listeye bakıyoruz, birinci sınıfta 7 yatılı öğrencisi vardı Çeltiksuyu'nun; artık yok...

...


Zeki Beyin ismi birkaç yazımızda geçmişti, en beğendiğimiz YİBO'lardan olan Ilıcalar YİBO'nun müdür yardımcısı... Zeki Bey 2 gününü tamamıyla bize ayırıyor, hem de ne fedakarlıklarla... Onun yüreği çok yaralı, çünkü kardeşini, gelinlerini ve yeğenini kaybetmiş... Faruk ve Behiye öğretmenin okuluna, Dik Köyüne gidiyoruz, müdür Ali Beyle birlikte... Faruk öğretmen Bingöl'ün en iyi öğretmeni seçilmiş, aslında kimya mühendisi kökenli... Öğretmenliği ve köyü o kadar benimsemişki merkezde daha yararlı olursun teklifini hiç kabul etmemiş... Okulda çok fazla da olmasa hasar var, binanın içine girince durumun biraz daha moral bozucu olduğu görülüyor... Okulu gezince Faruk öğretmen ve Ali Beyin önderliğinde neler başarılmış olduğunu görmek bizi şaşırtıyor, ama içimizi daha da burkuyor... Hele buradaki 19 öğretmenin 18inin tayin istediğinin anlatılması daha da üzüyor, bunca birikim ne olacak?

Behiye öğretmenin sınıfında yapılanlar ve gösterilen özen kaybın ne kadar acı olduğunu ortaya koyuyor... Sınıfça öğretmenlerinin önderliğinde çiçek toplayacakdı çiçek kümesi, bir sonraki hafta anneler gününde çiçeklerini sunacaklardı dünyalar kadar sevdikleri öğretmenlerine...

Daha fazla ne yazılabilir, içimiz titreyerek Behiye öğretmenin sınıfından resimleri sunuyoruz aşağıda, yaptıkları el işleri, panolardaki yazılar;

...
Behiye öğretmenin öğrencilerinin hazırladıkları el işi örnekleri... Beşinci sınıf çocukları için oldukça başarılı örneklerdi... En son bunları yerleştirmişler...

Zeki Beyin gösterdiği Behiye öğretmenin küçük yavrusu kucağında iken çekilen resmi gözümüzün önüne geliyor...

Genelde bir kaçış, eğitimden uzaklaşma, kız çocukları okutmama kararlarını duyuyoruz, üzülüyoruz. İLKYAR olarak eğitim arzusunu tekrar canlandırmak için bu okuldaki çocuklara hemen yardım yapmayı planladık. Giysi, ayakkabı, kırtasiye, kitap, çanta önce başarılı 50 öğrenciye gidecek, daha sonra tüm çocuklara (264 öğrencisi var Milli Egemenlik İlköğretim Okulunun) bot, çorap, kitap, belki ek kırtasiye malzemesi... Daha önce yardım eden siz bağışseverlere teşekkür ediyoruz. Topladığımız para kadar daha bir yardım bekliyoruz, çocuklara bu yaz günlerinde hem kitap okuyup resim yapacak, hem de özlemle okullar açılsa dedirtecek bir çantayla onlara ulaşmak istiyor, yardımlarınızı bekliyoruz...

Hem Faruk, hem de Behiye öğretmenin anısını yaşatmamız, hem de çocukları gayretle eğitime sarılmalarını sağlamamız için gerekiyor... Cumartesi günü Tunceli Mazgirt Göktepe Köyü İlköğretim Okulu yedinci sınıflarla eğitimde motivasyon konusunda heyecan yaratırken bir soru çıkıyor...
"okuyalım ama, okuyanlar işsiz" acaba okumasak diye bir kaçışa mı yönelecek çocukların görüşü diye cevap vermeye hazırlanırken Onur:
"ama arkadaşlar sorunlarımızı da en iyi okuyarak çözeriz." dedi ve noktayı koydu...

Onur'un sözüne ne eklenebilir ki,
Her türlü yolsuzluk ve soysuzluk da okuyarak çözülmeyecek mi?
Daha fazla eğitilen, daha kaliteli insanlarla,
Tıpkı faruk ve Behiye öğretmenlerin Dik Köyünde eğtimde kaliteyi getirmek için yaptıkları gibi...
Yardımlarınızla onlar biraz daha amaçlarına ulaşmış olacaklar...

Saygılarımızla...

İLKYAR Y K

http://www.ilkyar.org.tr
ilkyar@ilkyar.org.tr

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_137.asp

Devamı var

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.382 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


SARIL BANA

Bu yaşa geldim içimde bir çocuk hâlâ
Sevgiler bekliyor sürekli benden.
İnsanın bir yanı nedense hep eksik
Ve o eksiği tamamlayayım derken
Var olan aşınıyor azar azar zamanla.

Metin AltıokAnamın bıraktığı yerden sarıl bana

Anıların kar topluyor inceden
Bir yorgan gibi geçmişimin üstüne.
Ama yine de unutuş değil bu
Sızlatıyor sensizliği tersine.
Senin kim olduğunu bile bilmezken.

Sevgiden caydığım yerde darıl bana.

Metin Altıok

<#><#><#><#><#><#><#>

AYKIRI SEVDA SÖZLERİ

1.
Sevdiğim, tabutum, ak kefenim
Derin ve dar mezar çukurum benim.

2.
Yeni bir kalıba dök, beni arıt bir potada.
Geçmişim saklı ama geleceğim ortada.

3.
Kabahatinden daha büyüktür özürü
Yüreğimin aşık olmaktan ötürü.

4.
Sen vazgeçilmez kötü bir alışkanlıksın
Cinnete ve ölüme karşı bir esrarsın.

5.
En büyük yanlış bir kadına bağlanmaktır
Gerçek aşk bir kadından kadınlara akmaktır.

6.
Seni kuşanıp çıkarım sokaklara.
Tuhaftır, hep ben olurum hazır patlamaya.

7.
Yüreğime benzin döküp kibrit çakan
Ey usta kundakçım iz bırakmayan!

8.
Söylentiler çıksın, elimi kana bula
Yeter ki günlerim olsun çırılçıplak koynunda.

9.
Kumar borcum, yani namusumsun
Masum değil, iflah etmez tutkumsun.

10.
Bütün pislikleri ortaya çıkardığından
Aşıksam nefret ediyorum yaşamaktan.

11.
Aşk bütün kötülüklerin anasıdır.
Her aşk sonunda bir bozgun anısıdır.

12.
Seninle içimde bir yakın ölüm sevinci
Sen vaktini şaşmazsın salgınlar gecikmeli.

13.
Aşkın fincanından kayıp gitmiş bir pul sırça
Ve güve yeniği umudun havli kumaşında.

14.
Benim soluğum barut kokar ve de kan.
Seninki bir ağıttır kendini yerden yere vuran.

15.
Bu ham dünyada zoraki bir söz gibi sevgim.
Sevsem sana yazık, sevmesem incinirsin.

16.
Sevgimiz bir taştır yarısı gömük toprağa
Kaldırsan böcekler görürsün altında.

17.
Temiz kalmış ne bulunur bir çöplükte
Aşk da kirlenir elbet insanla birlikte.

18.
Gözlerine derinden ne zaman baksam
Hep uzaklaşıp giden yalnız bir adam.

Metin Altıok

Yukarı

 Biraz Gülümseyin


Cennette Nikah

Evlenme hazırlığı içindeki çift trafik kazasında ölüp Cennet'e giderler... Damat adayı durumlarını görevli meleğe anlatarak Cennet'te evlenip evlenemeyeceklerini sorar...
"Bir bakayım" der görevli melek...

Aradan üç ay geçtikten sonra Melek gelir ve çifte sevinçli haberi verir:
"Herşey ayarlandı,sizi evlendirebiliriz!"
Damat adayı, "Şey" der, "Biz düşündük de; acaba evliliğimiz yolunda gitmezse boşanabilir miyiz?"
Görevli melek gök gürültüsünü andıran sesiyle kızgın bir cevap verir:
"Siz manyak mısınız? Cennet'te nikahınızı kıydırabilmek için tam 3 ay dolaştıktan sonra bir imam bulabildim... Avukat bulmak ne kadar sürer hiç tahmin edebiliyor musunuz?"


<#><#><#><#><#><#><#>



...

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.omurga.org/saglikliboyun.html
Sağlığınıza, özellikle boyun ve bel sağlığınıza ne kadar dikkat ediyorsunuz? Yoksa sizde sık sık beli ağrıyanlar ya da boynuna ve omuzlarına masaj yaptıranlardanmısınız. Sağlıklı boyun; güçlü, dengeli ve ağrısız boyundur. Sağlıklı boyuna belli kurallara uyarak sahip olabiliriz...

http://www.ortasekerli.com/index.cfm?edition_id=16&category_id=27
... Geçiyor zaman ammaaaa hiç birimiz bu geçen zamana ait birşeyler yapmıyoruz ve geriye pek bir şey bırakmıyoruz nedense! Severken de canhıraş,üzerken de,sevinirken de,üzülürken de vesaire falan.Onca kalabalık içinde bazen yalnız kalmışlığın çimdik acısıyla “ahh” demeye bile vakit bulamazken o çimdik sende mosmor bir iz bırakıyor ve sen duşa girdiğinde o morluğu görünce “has.ittiiiirrrr” desen de bir işe yaramıyor artık...yani? iş işten geçmiş kardeşşşş....

http://www.bigglook.com/biggauto/ilkyardim.asp
Hafta sonu Kumburgazda, neredeyse gözümün önünde oluşan trafik kazasından sonra, çevredeki insanların ne yapacağını bilemeden ve sadece merak dürtüsüyle etrafta koşuşturmasını hatırladım. Demekki ne yapacağımızı bilmemiz gerekiyormuş. Trafik kazalarında ilkyardım için neler yapmamız gerektiğini anlatan yazıyı dikkatle okumanızı tavsiye ediyorum.

http://www.angelfire.com/indie/yogamerkezi/
... Raja Yoga'nın bölümlerini bir ağacın bölümlerine benzetmiştir. Iyengar'a göre, Yoga Ağacının kökleri yama'lar, gövedisi niyama'lar, dalları asana'lar, yaprakları paranayama'dır. Ağacın özsuyu dhrana, ağacın verdiği çiçek dhyana, meyve ise samadhi'dir... Evinizde de yoga yapabilmenin tekniklerini öğrenmek için tıklayınız.

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


PhaseOut v5.0 [1.8M] W98/2k/XP FREE
http://www.phaseout.net/download/user/PhaseOut.exe
PhaseOut Internet Explorer tabanlı bir çok amaçlı tarayıcı. Birçok pencereyi aynı anda açabildiğiniz, pop-up ları kendiliğinden önleyen, dilediğiniz gibi deri değiştirtebildiğiniz, webcam'iniz varsa direkt tarayıcı içinden yönetip gönderim yapabildiğiniz bir arayüzü var. Internet Explorer'dan uzaklaşmadan çok daha fazla işleve birlikte kavuşmak isteyenlere şiddetle tavsiye edilir.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030703.asp
ISSN: 1303-8923
3 Temmuz 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com