KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 481

 12 Nisan 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Güle Güle Sakıp Ağa...


İyi haftalar,

Yıllar önce, öğrencilik günlerimin bıçkın dönemlerinde, biri kalkıp "Gün gelecek, şahsen hiç tanımadığın bir zengin iş adamının ardından gözyaşı dökeceksin." deseydi, kafasına bir tabure indirirdim herhalde. Öyle ya, kapitalizmin simgesi, sömürü düzeninin bak aktörleri değil miydi onlar? Yıllar geçti o köprülerinin altından çok sular aktı. Cumartesi günü haberi duyduğumda boğazıma birşey takıldı. 2. de gözyaşlarıma engel olamadım. Oysa hiç merhabamız olmadı onunla. Ama bu hemşerim hayatımın her dönemine öyle bir damga vurmuşki ölümüyle sanki bir akrabamı yitirmiş gibi oldum. Aynı duyguları Barış Manço ve Kemal Sunal'ın ölümünde de yaşamıştım. Onlar sanat dünyasının neferleriydi, Sakıp Ağa da iş dünyasının sanatçısı. Tüm imkanlar biraraya gelse de kaderin önüne geçemedi ve yapacağı daha çok şey varken ansızın gidiverdi.

Babamdan duyduğum bir hikayeyi anımsıyorum. " Zengin bir adam ölüm döşeğinde çocuklarına kendisini çoraplarıyla gömmelerini vasiyet ediyor. Öldükten sonra çocuklar babalarının vasiyetini imama iletiyorlar. İmam, 'olmaz öyle şey, birtek kefenle gömülecek' diye onları geri çeviriyor. Küçük oğlunun aklına babasının kendisine ölümünden sonra açılmak üzere verdiği bir zarf geliyor. Belki içinde bu işle ilgili bir açıklama vardır diyerek zarfı açıyorlar. İçinden bir not çıkıyor. 'Gördünüz mü? Giderken yanıma çorabımı bile almama izin vermiyorlar' "

Güle Güle Sakıp Ağa, mekanın cennet olsun...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Mehtap Akdeniz

 Ters Köşe : Mehtap Akdeniz


   İyi bir takımdaşın anısına saygı ve sevgiyle

Bazı işler vardır ki; insana hiç umulmadık deneyimler, en ulaşılmaz insanlarla unutulmaz anılar yaşama şansı verir. Reklamcılık da böyle bir meslektir işte. En medyatikler ve en başarılı işadamları hep oradadır. Sakıp Sabacı da reklam piyasası için çok önemli bir simadır. Yalnız bol harcamalı bir reklam veren olarak değil; iyi bir takımdaş olarak.

Hasta olduğunu çok önceden beri bildiğim için ölümü beni şaşırtmasa da içimi acıttığı kesin. Ardından dökülecek birkaç damla sahici gözyaşım olduğunu görünce, ona dair bir iki satır bir şeyler karalayım istedim.

Sıcak bir insan, çok sahici biri idi Sakıp Sabancı. Bütün şirketleri arasında bana göre en çok içinin titrediği iki kuruluş vardı. İyi bir vatandaş olmak ve eğitime verilen önem demek olan Vaksa ile İyi teknoloji ve ilkler demek olan Lassa.

Şimdi ki adıyla Brisa, o zamanlarki adıyla Lassa onun için hep ilkler demekti. İlk yerli lastik markası, tek çatı altında toplanan dünyanın ilk lastik fabrikası, otomotive ilk adımı. Çala kalem ona dair bir şeyler yazarken, İzmit'teki o dev fabrikaya ilk gittiğim günü hatırladım. Karbon karasının kapkara isinden hem etrafı, hem de çalışanlarıyla kapkara bir fabrika idi Lassa fabrikası. Reklamcılık yıllarımın ilk aylarında, başıma gelen ilk büyük kabustu Lassa fabrika fotoğraf çekimleri. Bu kapkara yer, mis gibi gösterilecekti. Mis gibi göstermek için bilinen bütün hileler denenecekti. Denendi de. Sonuç? Eh işte...

Çekimlerin ardından bir sene geçmişti. Sakıp Sabancı Lassa gidip Brisa olarak döndüğü Japonya gezisinden yanında bir kitapla geri gelmiş; o zamanlar Türkiye'de az sayıda kişinin bildiği bir kavramla karşımıza çıkmıştı. Kaizen.

Meslek hayatımın ciddi kabuslarından bir diğerini de işte bu dönemde yaşadım diyebilirim. Acayip şeyler anlatan Kaizen kitabı, saatler süren eğitim kasetleri derken toplam kalite kavramını anlamak için göbeğim çatlamış, haftalarca eve uğramamacasına stüdyolarda, matbaalarda sabahlamıştım.

O yıl, halka ve tüm şirketlere açık eğitimler düzenlemiştik. "Brisa Toplam Kaliteyi Türkiye ile paylaşıyor" sloganı ile başlattığımız eğitim seminerlerin ardından bir yıl geçmişti ki, 1993 yılında Brisa, Avrupa Kalite Ödülü ile aynı kriterler esas alınarak Tüsiad-KalDer tarafından verilen Türkiye'nin ilk Ulusal Kalite Ödülü'nü aldı. O pis kapkara fabrika; aydınlık, içinde çiçekler yetişen, akvaryumları olan, kara duvarlarını işçilerin yaptığı resimler süsleyen bir yer halini almıştı. Bu büyük değişimin ve kazanılan ödülün sadece kaizenle açıklanması mümkün değildi. Brisa işçisinin ağasına olan sevgisinin de payı büyüktü bu ödüle giden yolda. Sakıp Sabancı tam bir takımdaş gibi işçileriyle beraber yürümüştü bu yollarda. Hem çok güzel güler, hem de çok güzel ağlardı. İşçilerin yaptığı bir sunumda o kadar sahici ağlamıştı ki, ben de tutamamıştım kendimi. Bir güzel ağladıydık ağamla.

Aynı tarihlerdeki bir bayi dopingi için Antalya'da beraber çekildiğimiz resme bakıp yazdım bunları. Resimde pek keyifliyiz, o yıl ne kadar ödül varsa toplamışız. Kalitenin oskarı olan Ulusal Kalite Ödülü de bizim; reklamcıların oskarı olan Kristal Elma ödülü de...

Akşam gala yemeğinde Muazzez Abacı 'Beraber yürüdük biz yollarda...' şarkısını söylerken, 'Senin sesin de pek güzelmiş be yaw'. dediydin ya ağam kulağıma eğilip, o zaman utanıp söyleyemediydim, 'Senin de yüreğin pek kaliteydi be ağam'.

Mehtap Akdeniz
mehtap@kahveciyiz.biz

Yukarı

 PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım


SON MEKTUP

Aşkı, bir ömür katıksız bağlılıkla sürdüren kumrulardan ödünç almışlardı. Ne zaman yağmur yağsa dışarıda alırlardı soluğu. Genç erkek ellerine düşen yağmur damlalarına bakar, ıslanmış ellerini genç kızının hülyalı gözleri hizasına getirir "Hiç yağmur damlarını tutmayı denedin mi? Tutabildiklerin senin, tutamadıkların ise benim sana sevgimdir" derdi. Kız biraz daha sokulurdu, yağmuru bir şiirsel şölene dönüştüren aşkına ve derdi ki "Peki sen ağustos gecelerine gökteki yıldızları saymayı denedin mi ? Sayabildiklerin senin, sayamadıkların benim aşkımdır". Yağmurun ılık gizeminde saatlerce yürürlerdi. Dürüst, adil, saygı ve emek dolu bir aşk yaşıyorlardı. Aslında ikisi birlikte öğrenmişlerdi aşkı, beraber keşfetmiş beraber yüceltmişlerdi. O yıl fakültenin son sınıfındaydılar, her an eriyen tükenen günlerin farkında değildiler.

Bir gün her nasıl olduysa sanki büyü bozuldu sanki ve kavga ettiler. Ders notlarından mı, kızın arkadaşlarından mı hatırlamıyorlardı. Çünkü büyük bir boşluğa düşmüş gibiydiler ama çocuksu gururlarını yenip yan yana gelemiyorlardı. Dostları girdi araya ama, her ikisi de karşıdakinin özür dilemesini istiyordu. Bir türlü köprüler yeniden kurulamadı. O anlamsız tartışmadan sonra hiç karşı karşıya gelmediler. Dönem çabucak bitti, sayılı gün değilmiydi. Kız öğretmen olarak Hafik ilçesinin Yakaboyu köyüne, erkekse Diğor ilçesi Kaya köyüne tayin oldu. Her ikisi de okullar açılma dönemi yaklaşınca tayin oldukları köylerine gittiler. Yine ne bir telefon açtılar, ne de haber uçurdular birbirlerine. Oysa kalplerinde aşkları öylesine sıcaktı ki, onu ancak onlar kadar sevenler anlayabilirdi.

Sonbahar, kış, ilkbahar derken Mayısın ilk haftasına girmişlerdi. Yaklaşık bir ay sonra ikinci döneminde bitişiyle uzun bir yaz tatili başlayacaktı. İkisi de aileleri ile birlikte yaşadıkları evlerinden ayrılmanın ve öğretmenliğe başlamanın oluşturduğu ilk şaşkınlık evrelerini atlatmışlar ve artık kendilerine zaman ayırabiliyorlardı. Genç kız bir akşam, uzun süre resimlerine bakmaya cesaret edemediği biricik aşkı ile çektirdikleri resimlere bakmaya başladı. Kalbi tanımsız bir şekilde kuvvetli bir şekilde atıyor, ayakları titriyordu. Sanki o vardı karşısında. O an karar verdi, mektup yazacaktı. Ancak bir anlamda son bir mektup olacaktı, çünkü ortalığı yatıştıran cümleleri sonunda tekrar bu sonsuz alevi canlandıralım diyecekti. Öyle de yaptı. Önce özlem içeren satırlardan sonra, ilk öğretmenlik deneyimlerini yazdı. Ve devam etti, artık çocuksu gururlarımızı bırakmanın zamanıdır diyordu. Çok sürmüştü bu ayrılık ve hala çok seviyordu, çok özlemişti. Aynı duyguları paylaşan bir mektubu almanın her şeyi unutturmaya yeterli olduğunu da yazdı. Ancak cevabını en geç bir ay bekleyeceğini çünkü yaz tatilinde ailesinin yanına gidecekti. Memleketinde ailesi onu amca oğlu ile evlendirmek istiyorlardı. Öğretmenliğe başladığı günden beri, gelen diğer dünürcülerle birlikte amcasıgil asıl dünürcülüğü yapıyorlar, diğer dünürcülere de sözlü dedirtiyorlardı. Böylece hem aile içi kapalı evlenme gelenekleri devam edecek, hem de kızın tayinini amca oğlunun yaşadığı şehre çıkması sağlanarak, doğudan kurtaracaklardı. "Lütfen, lütfen çabuk yaz, çünkü son mektubuma cevabının gelişiyle amca oğlunun evlenme teklifini ret edeceğim. Her ne pahasına olursa olsun direneceğim ve asla evlenmeyeceğim. Ama mektubun gelmezse artık beni unuttuğunu anlayacağım" diyordu genç kız "Seni çok ama pek çok seviyorum, lütfen beni birazcık seviyorsan, o günlerden küçük bir kırıntı kaldıysa çabuk yaz, çünkü tatile gittiğimde beni kesin başgöz edecekler, tutunacağım dal sevgin olsun".

Mektup postaya verilmesinden bir hafta sonra genç erkeğe ulaştı. Erkek mektubu bir solukta, sonra mektubu defalarca defalarca yavaş yavaş okudu. Okudukça gözlerinin feri canlandı, yüzüne bir gülümseme düştü. Kalbi duracak gibiydi. Demek hala beni seviyor tıpkı ben gibi diye düşündü. Beni affetmiş hala seviyor, hala seviyor. Kuş gibi hissediyordu kendini. Mutluluktan uçuyordu. Akşam erken oturdu masaya, hemen mektup yazmaya başladı. Yazdığı için ne kadar mutlu olduğunu yazdı önce, kendinin aptal cesaretsizliğine kızdığını anlattı. "Ne kadar teşekkür etsem az, bende seni hep sevdim. İnanamayacağın kadar çok sevdim, özledim, özledim…" diye devam etti. Sigara başlamıştı, neredeyse her cümleye başlamadan bir sigara yakıyor, dumanını derin derin içine çekiyor ve havaya boşaltırken bir kelime yazıyordu. Kolay mıydı öyle bir sevgiyi yazmak. Hem de kaybettim dediği anda buluverdiği biricik aşkına yazmak. Gece yarısını çoktan geçmiş, kül tablasını kaçıncı defa boşaltmıştı hatırlamıyordu ama mektuba başlamadan açtığı pakette birkaç sigara kalmıştı. Beş dosya kağıdını arka önlü doldurmuştu ama yazacakları hala bitmemişti.

Horozların ötüş sıklığı artmıştı, masadan kalktı ve perdeyi açtı, şafak sökmek üzereydi. Onun için tanımsız bir sevinç kaynağı olan aşkından gelen mektubu kokladı ve öptü. Sonra kendi yazdıklarını da son kez hızlı bir şekilde okudu ve öperek zarfın içine koydu, güzelce yapıştırdı. Sevgisi ve özlemini uzun uzun anlattıktan sonra, sakın beni bırakı başkasıyla evlenme diye yazdı. Zaten eğer mektubumu okuyup cevabın elime geçerse hemen ilk haftasonu yanına geleceğim. Eğer köy buna uygun değilse ve eğer zor durumda kalma bir durumun varsa şehirde buluşalım diyordu. Eğer yazabilirse ailesine amcaoğluyla evlenmeyeceğini yazmasını istiyordu. Çünkü diyordu, eğer kabul edersen yaz tatilinde ben ailemle sana dünürcülüğe geleceğim. Hatta yarından tezi yok, hemen aileme mektup yazıp yaz için dünürcülüğe hazır olsunlar diye belirteceğim diyordu.

Sabah ilk teneffüste, gece boyu yazdığı mektubu yanına alıp posta işlerini yürüten Şükrü bakkalın yolunu tuttu. Şükrü bakkal mektubun üzerine pulu yapıştırırken "öğretmen bey, posta daha dün gitti ancak altı gün sonra yeni posta gidebilir en erken, çünkü bu mevsim haftada bir güne düşüyor ilçe pazarına gidişler". "Tamam olsun" dedi öğretmen. Okula dönerken kalbi sevinçle çarpıyor, "yeni taptaze bir başlangıç, Tanrım ne büyük mutluluk" diyordu.

Şükrü bakkal mektupları bir torbaya koyup, ilçeye giden minibüse verip gönderdikten sonra rafın altında unutulan bir mektubu gördü. Alıp baktı, öğretmenin mektubuydu bu. Hemen dışarı çıktı ama minibüs çoktan gitmişti. Öbür postaya kaldı diye düşündü. Ertesi hafta Şükrü bakkal öğretmenin mektubunu en üste koyarak hazırladı mektup paketini ve dikkatlice torbaya yerleştirerek minibüs şoförüne verdi.

Minibüs ilçeye yaklaşırken arızalandı. Şoför özür dileyerek, arızanın ciddi olduğunu ve hemen giderilemeyeceğini söyleyerek, yolcuların başka bir araba ile gidebileceklerini söyledi. Zaten ilçeye 20 kilometre kalmıştı. Yolculardan birine para verdi ve kısa zamanda bir tamirci bulup göndermesini istedi, çünkü kendisi minibüsün başında bekleyecekti. Bir ara mektup postasını da vereyim diye düşündü ama sonra vaz geçti. "Ne olur, olmaz" sorumluluğu olan bir iş, minibüs tabir olur olmaz götürürüm" dedi. Tamirci ancak ikindiye doğru geldi ve çalışmaya başladı. Minibüs tamir olduğunda çoktan akşam olmuştu ve artık ilçeye gitmenin de bir anlamı kalmamıştı. Şoför köye geri döndü.

Ertesi hafta şoför yeni postayı da beraberine alarak ilçeye doğru yola çıktı. Yollar yağmurdan dolayı delik deşik olmuştu, oldukça yavaş gidiyorlardı. Yolun yarısına gelmişlerdi ki, yolun üzerinden geçtiği köprünün bir kısmının yıkılmış olduğunu fark ettiler. Uzun süre bir geçiş imkanı aradılar ama bulamadılar. Hatta bir ara şoför çayın içinden geçmeyi denedi ama sonra vaz geçti. Çünkü son yağmurlarla çayın seviyesi iyice yükselmişti. Devrilme ve boğulma tehlikesi oldukça büyüktü.

Mayısın son haftasında ilçe minibüsü yine bakkaldan yeni mektupları da alarak yola koyuldu. Şoför ilçeye ulaştığında yolcuları indirir indirmez hemen mektupları postaneye teslim etti.

Leyla öğretmen öğrencilerini isim isim çağırıp karneleri teslim ederken, kalbinde büyük bir eksiklik ve eziklik hissediyordu. Yarın köyden ayrılıyordu. Büyük bir umutla yazdığı mektubun cevabı gelmemişti. Oysa neler hayal etmişti. Hatta şu an bile nedenini hatırlayamadığı ayrılıklarının tüm suçunu üstlenmişti ama sonuç sıfırdı. Kendi kendine kızdı. "Demek, çoktan beni unutmuş. Şu erkekler ne kadar vefasız. Yazık…" diye düşündü. Karneleri dağıttıktan sonra diğer öğretmen arkadaşları ile pikniğe çıktılar. Gün çabuk bitti.

Leyla öğretmen ilçeye varırken, üzüntüsü bir kat artmıştı. "Hala onu çok seviyorum" diyordu. "Hiç hazır değilim, bir başkası ile evlenmeye. Dünyaya bir kez daha gelsem yine onu severdim, oysa o bana yazmadı bile. Tek dayanağım sendin, şimdi ailemin evlen baskısına nasıl hayır diyeceğim…"

Yakaboyu Köyü minibüsü Hafik'e yaklaşırken muavin şoföre "Abi, önce öğretmen hanımı terminale bırakacağız, çünkü otobüsü 9.30 da kalkıyor, sonra diğer yolcuları pazara indirip, postaneye gideriz" dedi. Yakaboyu Köyü minibüsü de, Kaya köyü minibüsü gibi haftada bir pazar için ilçeye yolcu getiriyor, bakkal malzemeleri ve posta işlerini de yapıyordu.

Leyla öğretmen kaynayan yüreginden, gözlerine yansıyan duyguları gizlemeye çalışıyordu. Sürekli camdan dışarı bakıyor, kayıp gidip manzaralarla avunmaya çalışıyordu. Aynı saatlerde Yakaboyu köyü minibüsünün şoförü postanede köyünün mektuplarını alıyordu. Birden gözü bir mektuba kaydı. Mektup az önce şehirlerarası otobüsü bindirdiği Leyla öğretmeneydi, Diğor'dan geliyordu…

Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz

Yukarı

Tuba Çiçek

 Rengarenk: Tuba Çiçek


   ALTINDA NE VAR?

Bazıları, eski çağlarda yaşamın daha kolay olduğunu savunur. 'Oh mis gibi'dir.. Tak önüne bir asma yaprağı, al eline bir mızrak, doğanın güzelliğinde huşu içinde avını yap, akşama gel onu ateşte kızart ve ye.

Sonra, gene asma yaprağından başka kıyafeti olmayan ve ha bire 'ayakkabı isterim, kürk isterim, deri etek, merserize kazak isterim, kıl isterim, yün isterim' demeyen bir hatun bul. Akşamları da onunla çiftleş. Zıbar yat!

Ne kredi kartı borcu, ne trafik kazası, ne modayı takip etme telaşı, ne okul masrafı, ne maaş zamlarının oranlarını hesaplama, ne kimlik sorunu, ne depresyon, ne moda, ne diyet, ne hatunun dırdırı, ne erkeğin kariyeri, ne aldatmak, ne borsa, ne zart, ne de zurt...

Asmayı tak, avını yap, çiftleş babam çiftleş.. İşte hayat bu!

Değil öyle! Tamam onların sorunları bizim kadar karmaşık değildi ama kendi çaplarında onların da büyük problemleri vardı.

Mesela bakır mızrak uçları sık sık yamuluyordu. Buna bir çare bulmaları lazımdı.

Kalayla bakırı karıştırıp bronz yapmayı akıl etmeselerdi, bükülmez mızraklara sahip olamayacaklardı.

* * *

Ve bir gün insanoğlu altını farketti. Paslanmaz, kararmaz, hep ışıltılar saçan bir madde. Göz kamaştırıcıydı. Kamaştırdı da.

Altının büyüsüne kendini kaptırıp kafayı çizenler, dağ tepe altın arayanlar bir yana, bir de -tıpkı bronz gibi- bir takım maddeleri karıştırarak altın yapabileceğini sananlar da olmuş o devirlerde. Simya ilmi nereden çıktı sanıyorsunuz?

Eh, her çağın ideali kendi içinde tutarlı, bir sonraki çağlar içinse salakça olabilir.

Bundan ikibin yıl sonra "Atalarımız aya gitmek için amma kafa kırmışlar, ne salaklarmış" diyecekler.. Ya da ne bileyim, kanserin tedavisinin ne kadar da basit olduğunu söyleyip, bunu bulamamış olduğumuza şaşarak sonu gelmez geyik muhabbetlerine meze yapacaklar mevzuuyu. (Allah'tan bilim adamı değilim, bilime kafayı fazla takmıyorum. İşin ucunda, yılar sonra züppelere alay konusu olmak da var.)

Neyse işte, simyacılar 'altın yapacağız' diye debelenirlerken, bir sürü metot ve deney aleti icat etmişler ancak altın yapamamışlar. Sonuç hüsran olmuş anlayacağınız.

Yıllar sonra, Rönesans rüzgarları eser ve bilim adamları eski defterleri sorgular iken anlaşılmış ki, altın bir elementtir ve başka metalleri karıştırarak altın elde etmek imkansızdır.

* * *

Şimdi biz simyacılara "Saaaaaa-laaaak, saaaaa-laaak" diye gülüyoruz değil mi? Gülmeyelim. Günahtır! Ellerindeki veri ve tecrübeler, altının bir takım karışımlarla elde edilebileceği yönündeydi. Altının bir element olduğunu o devirde bilmelerine imkan yoktu.

"Eeeee nerede bu yazının mesajı?" derseniz, aha aşağıda:

1. İnsanoğlu her zaman kafaya takacak, kasavet yapacak, strese kesecek hedefler, idealler, meseleler bulur. Derdin biri unutulurken, bir diğeri yola çıkar. Ama her şey bir gün mutlaka unutulur.

2. Hayatta yapılan bazı gaflar ve -yanlış yörünge seçilse dahi- uğruna kelle koyulan hedefler, ilerisi için yeni keşifler yapmanıza olanak tanır. Elinizi ürkek alıştırmayın. Deneyin, yamulun. Yamulurken bir şeyler öğrendiğinizi göreceksiniz.

3. Bazı gerçekler değiştirilemez. Tıpkı altının element olması gibi.

Bu son mesaj çok önemli. Bütün yazı o mesaj için yazıldı aslında. İnsanları değiştirmeye uğraşmayın. Değişmezler. Onları olduğu gibi kabul edin, yoksa laboratuarlarda ömür tüketir ve sonuçta altın elde edemezsiniz.

Bak şu değişmez gerçeği de yazın bir kenara: Ben olmasam, sizin haliniz harap!

Tuba ÇİÇEK
tuba@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Şifacı Kahveci : Ayşe Nur Doksat


ADI ALİ

Ayn da olabilirdi. Ama, değil.

Adı Ali.

Herkeslerin başına gelen kusurlu bir fâni.

Olabilir.

Gönül bu.

Konar.

Kondu nitekim.

Kusurları ile kusurlarımı bir tek siz bilin.

Adı Ali.

Bu hayattan istifa etmelere mütevelli.

Adı er "Kişi adı olarak aşağıdaki deyimlerde geçer:

Ali Cengiz oyunu. "Kurnazca ve haince düzen" anlamında kullanılır. Ali kıran baş kesen. Çok zorba. "O kadar karı kızın içinde Ali kıran baş kesen olmuş..." T dursun K. Ali'nin külahını Veli'ye, Veli'nin külahını Ali'ye giydirmek. (bir kimse) birinden aldığını ötekine, ötekinden aldığını bir başkasına vererek işini yürütmek."

İşim çok çetin anlayacağınız.

Ben anlamadım, ama siz anlayacaksınız.

Bundan yazıyorum ya ben de zaten.

Konar.

Kondu nitekim.

Boyuna posuna, ipek kadifesi tadına, aslan yelesi altın saçına, derin derya mavisi göz nuruna, emek dolu elinin bir tek dokunuşuna, gönlümü şen şakrak kavuran name name lafına... Osuna busunaaa... Şusundan en namlısına... Soluğuna, sazına vurulduğum Ali işte adı.

Çok zorba.

Yiğit değil yiğit olmasına, ama bir deli yiğide bir deli âli.

Yağızlığı efendilere mâni.

Er de değil, ama âlicenaplığı ere gök gürültüsü misali.

Mesela diyelim, rahatlamacasına.

Diline sohbet, eline şefkat, gözüne bin dere kadın.

Şart ise erkek, şart değilse bir öyle bir böyle sekerek adım adım.

Ne Mars ne de Venüs ayıklayın.

Can cana. İnsan insana. Adam kadına. Kadın adama.

Cana can. İnsana insan. Adama kadın. Kadına adam.

Mesela.

Adı Ali.

Bir âli.

Yüreği mercanlara veli.

Utanmamayı öğrendim ben bu iki dans ile bir raks arasında.

Bir de aklıma salt aklımla sahip olmamayı.

Ya siz?

Sahi, ne âlemlerdesiniz?

Neyse, ben kaçayım.

ANur
anur@kahveciyiz.biz

Yukarı

Hasan Kaya

 Not Defteri : Hasan Kaya


   Deryalar Damlalardan Oluşur

Bundan kısa bir süre önce yazdığım bir yazıya aldığım tepkiler beni uzun süredir düşündürüyor.

Yazının konusu sokak çocukları ve sokaklarda çalışan çocuklardı. Büyük şehirlerin kalabalık merkezlerinde kağıt mendil, sakız bazen simit satan, bir köşeye oturmuş derme çatma bir ayakkabı boya sandığı ardında bir yandan “Boyayalım abiler, parlatalım” diyen, aklı yarım kalmış oyunlarında olan çocukları anlatmıştım.

Bu çocukların yanından geçen, yaşadıklarına tanık olanlar üzülür. Bir şeyler yapma isteği bizi harekete geçirir. Hiç ihtiyacımız olmasa da bir mendil, bir simit alırız. Bu aslında çaresizlikten yapılmış bir yardımdır.

Hepimiz biliriz; bu çocuklardan bir şeyler satın almak bu çocukları sokağa bağımlı kılar. Bu tespit doğrudur. Çocuk sokakta yaptığı satıcılığın bir getirisi olduğunu gördükçe sokaktan kopmaz ve daha çok sokağa bağlanır. Ya da ailesi tarafından sokağa itilir. Ancak hepimiz çok iyi biliyoruz ki ister aileler, ister çocuğun kendi isteği ile sokağa inmesi, sokak satıcılığına başlaması keyfi değildir.

Diyarbakır 75. Yıl Çocuk ve Gençlik Merkezi'nin hazırladığı, Sokak Çocukları Rehabilitasyon Merkezi Derneği'nin yayımladığı "Düşler ve Sokak" kitabı için çocukların yazdıkları metinlerden okuduğumuz kadarıyla, aileler çocuklarını çoğu zaman göz yaşlarıyla sokak satıcılığına yolluyorlar. Ve ailenin ihtiyacı olmasa çocuklarını böyle bir iş için asla sokağa itmeyeceklerine her nedense inanıyorum. Ya da inanmak istiyorum...

Aslında bu düşünce sadece benim düşüncem de değil. Bir çoğumuz böyle düşündüğümüz için bu çocuklardan alışveriş yapılmasının yanlışlığını bilerek alışveriş yapıyoruz.

Çocuklarına, gençlerine sahip çıkamayan toplumlar geleceklerinden umutlu olamazlar. Çocuklarımız sokaklarda yok oluyorsa ve gençlerimize iyi bir gelecek veremiyorsak, yarınlar konusunda kaygılarımızın olması kaçınılmazdır. Bütün bunları bilir ve her fırsatta yenileriz... Ve hepimiz bir şeyler yapılmasını isteriz. “Bir şeyler yapıp bu kötü gidişe bir dur demek lazım” deriz. Ancak ne yapılacağı konusunda bir irade göstermek, bunu bilmek veya bir şeyler yapma isteği duymak kadar kolay değildir.

Buradaki en büyük zorluk: Bir çırpıda her şeyi düzeltme isteği ve aceleciliğidir. Bunu anlamak kolay. Çünkü; duyarlılığın büyüklüğüne eş bir çözüm veya bir girişimdir özlenen. Bundan dolayı akla gelen her çaba küçümsenir ve anında vazgeçilir. Oysa yüzlerce küçük çaba veya girişim birleştiğinde bir güç olur. Damla olmayı beceremeyen derya olamaz. Bu gerçeği bildiğimiz halde çoğu zaman görmezden geliriz

Toplumuzun bu gün içinde devindiği bir çok sorunun asıl nedeni, çoğu zaman eğitim düzeyimizin geri olmasındandır. Türkiye’de eğitim görme ortalaması 3. sınıf gibi çok düşük bir düzeydedir. Eğitim düzeyi gelişmiş bir toplum, sorunlarını aşmanın yollarını kendi imkanları içinde mutlaka bulur. Eğitim düzeyinin gelişmesi, yükseltilmesi konusunda herkesin yapabileceği bir şey var. Yapabileceklerin büyüklüğü küçüklüğü düşünülmeden herkes elinden geleni yapmalı... İşin bir ucundan tutmalı...

Siz neler yapabileceğinizi düşünürken ben küçük bir örnek veriyim. Gezdiğim sayfalar arasında yer alan “Köykütüphaneleri” sitesinde bir gurup arkadaş (siz isterseniz bir gurup kafadar deyin) kitap toplayıp kütüphanesi olmayan köylere ve okullara kütüphane açmak gibi çok güzel bir uğraş vermekte.

Hepimizin raflarında bir fazla kitap veya okumadığı kitapları vardır. Olmasa bile bir kitap ile böyle bir çalışmaya omuz vermek pek de zor değil. Kaldı ki bu uğraşın sadece kitap bağışlamak ile sınırlı olmadığını ve kitapların toplanması gönderilmesi, ihtiyaç alanlarının bulunması ve ilişkiye geçilmesi gibi sayılmayacak kadar çok çalışma alanı var.

Batılı toplumların güçlü ve bizim özlediğimiz yerde olmalarının çok basit bir kaç nedeni var. Ekonomik siyasal sistemlerinin işlerlik içinde olmasının temelinde yatan en önemli etmenlerin başında, bu toplumların örgütlü olmaları sayılabilir. İyi eğitimli olmaları bir yana bu toplumlarda sivil örgütlenmelerin çok ileri düzeyde olduğunu biliyoruz. Örneğin 10 (on) milyon nüfuslu Belçika gibi küçük bir ülkede 30 milyon dernek üyesi var.

Ülkemizin, toplumun (hatta dünyanın) sorunlarını konuşmaktan hoşlanıyoruz. Politika ile içli dışlıyız ya da öyle olduğumuzu sanıyoruz. Sorunlarımızı alt alta sıralamak ve sürekli yakınmak politik bir davranış değildir. Konuşmaların yakınma düzeyini aşıp sorun çözen, sonuca varan boyuta gelmesi politik bir davranış olur. Ve ancak böyle politika gerçek anlamını bulur.

Bildik sorunları bildik söylemlerden kurtarmaz ve her konuşmanın mutlaka bir sonuca varmasını becermezsek, şikayet ettiğimiz sorunları sürekli yaşmaktan başka seçeneğimiz olmadığını kabul ediyoruz demektir.

Yaşadıklarımız ne aşılmaz ne de kader. Yeter ki damla olmayı göze alabilelim...

Hasan Kaya

Yukarı

 Kahvecigillerden : Ayşe Nur Gedik


Dans etmek!

Dans etmek!
Bir fiil mi sadece, fiziksel durum bildirmekle mi yetiniyor? Bana göre daha çok ruh halini belirten bir durum söz konusu... En başta da coşku var. Düşünsene baharın yüzünü gösterdiği şu günlerde bahçeye, parka, kıra çıkıp börtü böcek görüp "Tamam, gezi bitti. Dönüyoruz!" şeklinde netekim tavrı yaşayıp kapalı alana geri dönen var mıdır? Hiç olmadı ufak bir kaçamak anı yaratıp biraz sek-sek karışımı zıplama yaparız karizmayı fazla incitmeden... Yetmedi mi? Biraz çekingen bir tur attırıveririz bedenimize kendi etrafında... O da yetmedi değil mi? Eeeee, kimselere de yakalanmadık, o halde istersen bir türkü veya geçmişten gelen bir şarkı, artık Yaradan ne verdiyse haykırmaya başlarız, ara nağmeler ıslıkla -hafif tükürük saçılır ama olsun, o kadar acemilik normal, koca bir kış geçirdik! Ayrıca nasıl olsa ok yaydan çıktı bir kere. Arada bir papatya, lale, gelincik toplamak için yapılan zeybekvari hareketlere ilkokul günlerinden kalma bir çeviklik eşlik eder, -hop eğildim ve kalkıyorum- ayrı bir dinamizm vardır. Dinamizm dediysem çabukluk demek istemedim, hareketler yavaştır ama gizemli bir hareketlenme vardır damarlarda. Anılardan birkaç kare takılmıştır kafamızın içine; bazısı eski sevgililere ait, bazısı çocukluğumuzun pikniklerine, bazısı ise sanki hep hayal olarak kalmıştır -hiç yaşanmamış gibidir... Asla paylaşmak istemeyiz o anıları -uluorta söylediklerimizi kastetmiyorum- daha çok bencilce kendimize saklamak istediklerimizden bahsediyorum. Hani bir gülümseme vardır ya yüzümüzde, yanımızdakilere yakalanır ve hemen dedektif edasıyla sorulan bir soruya maruz kalırız:

"Hayrola? Ne geldi gene aklına?" diye sorarlar. Vurgulu söylenen "gene" sabıkaları işaret etse de önceden hazırlanmış "kabul gören anılar" rafı hemen açılır, ele ilk gelen dilden dökülüverir...

"Ne olsun işte... Geçen hafta patronla toplantıdayken..." gibisinden birşeydir söylenen, özensiz olsa da amacına ulaşır genellikle.

Kendimiz bile şaşarız nasıl bu kadar hızlı ulaştığımıza etraftan oldukça kabul gören mazarete - baharın gelişini paylaştığımız insanlara karşı, yüreğimizi açmamanın yüklediği bir parça haksızlık var tabii bu işte... Amaaan, adaleti ilk bulan düzeltsin bunu da artık...

Asıl olan, gülümsemeyi yüzümüze asan ise yürekte gizli kalır... Sanki bilir gibiyizdir ama tam adını da koyamayız. Neden "şimdi" aklımıza gelmiştir? Bunca zaman sonra... Bunca zaman sonra dediğime bakmayın işte, bir tarafı malzemesi esirgenmemiş bir fincan kahvenin dibinde kalan telve gibi koyu renkli veya unutulan kitaplar gibi sararmış olsa da bir başka tarafı daha dün yaşanmış gibi taze, rengi pamuk helva kadar sıcak pembedir. Geçmişten gelen bir zaman diliminin içinde bu kadar rengin nasıl olup da barındığı şaşırtır çoğu zaman.

Hani şu telve rengi taraf var ya bazen hafifçe kanar dokunduğumuzda, kendisine sert davranıldığından mı kanar yoksa zaten kanamak için mi vardır bilinmez; kimbilir, belki de biraz okşamak yeterlidir kabuğunun iyileşmesi için... Bu da bilinmez! Ya da bilmeyiz okşamasını. Bir de hüzün vardır bu telve rengi/kitap sarısı kabuklarda, ne zaman dokunsak onlara hafif buğulanır gözler -anlamadığım ise hüzünler yaşatan anılar nedense yüreğimize bir kuş kanadı takmaktan da geri durmaz... Bu da pamuk helva rengindeki tarafın maharetidir olsa olsa. (Adalet konusunu tekrar karıştırmak istemiyorum ancak adaleti bulanın işi çok olacak, eminim...)

İşte kuşun kanadının son somununun sıkılması ile başlar damarlardaki o hareketlilik... "Telli telli telliiii, şu telli turnaaamm..." mı istersin, "Çökertmeden çıktım da Halil'im, aman başım selameeettt..." mi istersin; aç rafları canının çektiğini çığır dur işte. Yanında da ister romantik bir edayla kıvrıl, istersen efeler gibi salın. Sana kalmış o! Tükürüklü ıslık da başladıysa eğer, herşey istenilen kıvamdadır. Belki de özgürlük türküsüdür söylenen, söylenmek istenen...

Ne dersin, var mısın özgür ruhun dansını başlatmaya?

Ayşe Nur Gedik

Yukarı

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
Hoppalaa ! Haftaya bir giriş yapıyorsunuz koçlar değme gitsin… Bu ne telaş böyle anlamadım gitti ! Şu Uranus ile Mars gezegenleri var ya bu hafta başında sizleri punching-ball' a çevirmezseler bende sizin falcınız değilim.. Tavsiyem ? Ringden inin ve sakinleşin çünkü hafta ortalarında yeni haberlere hazırlıklı olmanız gerekecek.. Bir tavsiyem daha var !. Eyüp Sultan'a uzun zamandır gitmediyseniz işte tam sırası.. Sabırlar tam tükenmeden..

BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Sevgili boğalar, iki şıktan birisi. Ya burcunuzun ilk haftalarında doğanlarınız bulunduğunuz çevrelerde bir yakınınız sizlere dert olacak, ailelerinizde beklenmedik zorluklar baş gösterebilirler de.. Ve yahut da mayıs ayının ikinci yarısında doğanlarınız için Venüs gezegeni geliyor, sizleri baştan çıkartmak için elbette. Birilerinin gönlüne taht kurma planları içindeyseniz çıldırma saatiniz geldi.. Maşallah bomba gibisiniz, ne demeli başka..

İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Of of of ! Sizler bu hafta koçları bile geçeceksiniz nerdeyse yahu ikizler.. Acele acele alınan kararlar, gurur savaşları ve dolayısıyle yanlış yön seçmeler, ne istersen var bu haftaki burç sepetinizde.. Allah'tan ki Venüs gelmiş geçen hafta sonu.. Hoş, değişen bir şey yok aslında, azıcık dostlar çatlasın misalinden cilveler, gıdımcık gıdımcık dağıtılan sevgilerden başka.. Yabancı dillere eğiliminiz müthiş bu aralar, ne etkiledi sizi böyle.. ?

YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Yengeçler haftanız birazcık gizemli başlıyor desem yalan olmaz inanın.. Hatta eğri oturup doğru konuşalım derseniz bende derim ki bu hafta gizli aşklara adaysınız sevgili yengeçler. Size mesafeli duracak bir insana abayı yakarsanız yaz aylarına kalmadan çıra gibi yanmanız işten bile olmayacak, bunu da bilin de… Hayal gücünüzü dizginleyin, ecik bücük aşk( !) masallarına kendinizi kaptırmayın..Bu sefer de aşırı stresten erimeyin. Tamam mı.

ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Pembe pembe toz pembe ! Bu ne olabilir sizce sevgili aslanlar ?.. Sizler olamazsınız tabii çünkü sizler kusursuz yaratılmıştınız ya !.. Yine de söyleyeyim ben, haftanız karmakarışık aslanlarım. Aşırı özgüvenler, hayaller, hülyalar ve rüyalar. Ama gerçekler yüzünüze vuruldular mı dünyalarınız kararıyor hemen. Bir fark var yine de bu hafta, nihayet kendi kendinizi sorgulamaya başlıyorsunuz.. Hele şükür… Kınaları yakın dostlar !…

BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
Sosyal faaliyetleriniz öylesine yoğun ki şu sıralar.. Sıcak ve olumlu ilişkilere hazırlıklı olun. Olası gecikmelere ve iş görüşmelerinde iptallere gülümseyin, bunlar dünyanın sonu değil elbette.. İçinizden kaynaklanan ve raflar da kalmış bazı ilişkileri temizlemek işteklerinde fevri davranmayın, Yeni hep cazip gelebilir insana ama eskinin yerini doldurmak o kadar kolay olmayabilir bence.. Davranışlarınız da esneklik gösterin sevgili başaklar.

TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Ufuklarda yolculuk gözüküyor sevgili teraziler.. Aşklara yepyeni nefesler aldırmak için tasarlanan yolculuklara benziyor bu. Başka diyarlarda taze havalara kavuşmak hevesindeyseniz valizleri hazırlayın.. Eğer gidemezseniz çok yazık olacak çünkü mekanlarınız da ortamlar boğucu.. Paranormal veya ruhlar bilimi hatta yaşam ötesi ile ilgili alanlara kendinizi oadaklayabilirsiniz de. Bu da bir nevi yolculuk olsa gerek. Yeter ki gidin…

AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Aman aman, ne kadar da kılı kırk yarar halleriniz var bu hafta sevgili akrepler !.. Üstelik iki projeyi bir arada yürütmeye çalışıyorsunuz ya kendinizi bile haşat etmektesiniz. Allah'tan aileleriniz ve özellikle çocuklarınızla olan ilişkileriniz de az bir miktar aşınmış olan heveslerinizi yeniden bulmaktasınız.. Sosyal ve profesyonel yaşamlarınız da eski şemaları terkedip yeni atılımlara kendinizi bırakmak istiyorsunuz.. Haklısınız da..

YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Mesleki uğraşlarınız da haksızlığa uğrayabilir ve beklenmedik şekilde kendinizi savunmak mecburiyetinde kalabilirsiniz sevgili yaylar.. Sizde de o manevi güç var ya, merak etmeyin bir şey olmaz. Ama aşklar da yeniden ilişkileri terazilere koyma nöbetlerine tutulursanız ben de size derim ki, resmen aranıyorsunuz.. Böylesine güzel ve kaliteli ilişkileri heba etmeyin , onların sayesinde manevi gücünüz sağlam temeller üzerinde yalpalamadan durabiliyor. Türbülanslara girmenin ne alemi var ?.. Parolanız diyalog olsun bu hafta sevgili yaylar.. Oldumu..

OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Sinirden ve stresten ve akabinde yorgunluktan neredeyse yüzünüzün nevrini döndüren bir probleminizi çözmek üzeresiniz.. Çoğu gitti azı kaldı ve bu hafta tansiyonlar normale düşecekler.. Sağda solda kem küm edenler çıksa bile ayaklarınızı yerlere sağlam basacağınız günlere erişmektesiniz.. Kendinizi rahatlatın mümkün oldukça ve özellikle fikir alışverişlerinde hasis davranmayın.. Açıkça belirtin düşüncelerinizi. Başarıyorsunuz, unutmayın..

KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Bu hafta yine güneş gibi parlamaktasınız sevgili kovalar.. Parlayamayanlarınız önce kafalarındaki bulutları dağıtsınlar bir an evvel. Burcunuz üzerinde bereket rüzgarlarının dolaştığı günlerdesiniz, çabuk olun biraz.. Kreatif ve entellektüel alanlarda başarılar koşa koşa gelmekteler.. Hatta dergi veya kitap yazımları ile ilgili olanlarınız varsa ve bu yönde projelere sahipseniz altından bir haftanız sizleri beklemekte.. Yaratın yaratın sonunda mutlaka bir şeyler kalacaktır..

BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
Eh balıklar bu hafta da bulutlar tepelerde gezişiyorlar.. Geçen hafta bitirmek isteyip de halledemediğiniz konuları bu hafta paramparça edercesine bitiriyorsunuz.. Beni seven izimden gelsin misali yolunuza prensiplerinizden sapmadan devam edeceksiniz. Vay anasını bre balıklar siz eskiden böylemiydiniz yahu ?..
İyidir, iyidir, ne demiştim senelik fallarda, bu sene balıkların kılçıkları hamsi kılçığına benzemeyecek demedim mi ?.. Daha (7) uzun sene var, Uranus sağolsun.. Neler olacak balık literatürüne geçecek neler !… Maşallah..

Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp



Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir.
Kahve Molası bugün 4.305 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


KANAYAN ÖMRÜM BENİM

Bülent ÖzcanAnam
Hep aynı güzel kadın
Duygulu içten cana yakın
İkizim
Üşüyen sıcak yanım

Anam
Yüreğimde süren ışkın
Göğü kuşatılmış mavi
Şiirimi yurt edinen kuş sürüsü
Çağlanın çağıldayan yeşili
Sürgün göğümün yağmur bulutu
Çocukluğumun yitik türküsü

Anam
Ateşin ağzı
Acının yalazı
Serçenin kanı
Ruhumu seyre durduğum aynam
Tanrıya komşu bahçem
Çocukların kiraz çaldığı

Anam
Umudun soluk alışı
Suyun kendine akan tarihi
Toprağın alın teri
Rüzgârın uyuduğu vadi
Yarım kalmış şiirlerin adresi
Kelebeğin çiçekten elleri

Anam
Kendini doğuran kadın
Yunus'un bilge yüreği
Kanayan ömrüm benim

Bülent Özcan

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Neslihan'ın kedisi...

Yukarı

 Kıraathane Panosu


DİA GÖSTERİSİ

"Serpil Yıldız'ın "Küba'dan İzlenimler" adlı dia gösterisi ve Cüneyt Göksu ile beraber söyleşisini

13 Nisan 2004 tarihinde Saat 19:30`da;
Fotografevi-Koç Allianz Sanat Galerisinde izleyebilirsiniz...

FOTOĞRAFEVİ
Tütüncü Çıkmazi No:4 Beyoğlu-İSTANBUL
Tel : 0 212 249 02 02 - 251 05 66
Web : http://www.fotografevi.com
E-mail : fotografevi@fotografevi.com

Küba'daki günlerimizi merak eden arkadaşlarımızla, belirtilen yer ve zamanda birlikte olabilmeyi diliyoruz.

Sevgilerimizle,
Serpil & Cüneyt



Önemli Not: Dia Gösterisi öncesi gezi izlenimlerini hatırlamak isterseniz Sevgili Cüneyt'in yazı dizisini mutlaka okuyun. Söyleşiye fransız kalmazsınız:-))






Bir DAVETİYE'niz Var

Biricik sevgilimiz KAHVE MOLASI'nın; 2.seneyi devriyesi olan 17.Nisan.2004 tarihinde düzenlenecek olan kutlama töreninde, siz değerli OKUR'larımızı da aramızda görmekten büyük mutluluk duyacağız. Gönül isterdi ki abonelik gibi beleş olsun ama yine de bu devirde sadece 35 milyon TL. ödeyerek katılabileceğiniz daha güzel bir kutlama ne olabilir ki ?

Haydi birer-ikişer GELİNİZ,
Üçer-beşer şeref VERİNİZ,.
Oynamayan gelin dese bile yenimiz DAR,
Hepinize fazlasıyla yetecek yerimiz VAR...

Bu enfes gecede; Ordövr Tabağı, Ara Sıcak, Seçmeli Köfte/Piliç/Mezgit, Salata, Seçmeli Meyve/Tatlı, Limitsiz Yerli İçki ve 2.Yıl Pastası var. Ayrıca; klavyede Suavi, vokalde Mukadder var. Dahası da var :
EDİTÖR'ünüzü görmek her zaman olduğu gibi Beleş... :-))
Diğer YAZAR dostları da ikna ettik, onlar da kelepir...

Yer : Ataşehir / İSTANBUL

Bir mesaj atmanız yeterli : editor@kmarsiv.com

Telefonunuzu ekleyin ARAYALIM,
Sandalyenizi önceden AYARLAYALIM

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan



http://www.istfest.org/film

http://www.istfest.org/film/cizelge/
10-25 Nisan tarihleri arasında 23. Uluslararası İstanbul Film Festivali var. Bu konuda geniş bilgiye ulaşabileceğiniz adresler. Hepinize iyi seyirler.

http://ilef.ankara.edu.tr/id/index.php
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi ...Körfez Savaşı’nı CNN’den izleyen tüm dünya, 11 Eylül saldırılarının ardından ABD’nin Afganistan’a başlattığı operasyonu Katarlı El Cezire Televizyonu’ndan takip etti. İlk dakikadan itibaren bölgeden sıcak haberler veren El Cezire, ayrıca Usame Bin Ladin ve Zawahiri’nin dünyaya meydan okuyan konuşmalarını tüm dünyaya geçerek adını duyurdu. CNN bile bu konuşmaları El Cezire’den alarak yayımlamaktan çekinmedi, son gelişmeleri El Cezire’ye bağlanarak seyircilerine aktardı...

http://www.antoloji.com/forum/tahta/tahta.asp?tahta=10007
...Gazetede, televizyonda, radyoda ya da bir internet sayfasında rastladığınız Türkçe hatalarını bu sayfaya yazabilirsiniz. Dil Jandarması, dizimden kaynaklanan harf ve noktalama yanlışları ile değil; bir sözcük ya da ifadenin anlamı dışında yanlış kullanımı ve anlatım bozukluğu gibi hatalar ile ilgilenir...

http://www.ozetler.com
Basında çıkan haberlerin kapsamlı özetlerini bulabileceğiniz, ilginç bir web çalışması. Tüm haberlerini kaynak göstererek yayınlıyor olması daha çok hoşuma gitti. Umarım sizler de beğenirsiniz.

http://www.cartoonnetwork.com/toonami/promos/igpx/game.html
Star Wars türevi bir oyun. Ben nasıl oynandığını anlatmıyorum. Biraz uğraşıp öğrenebileceğiniz, fazla karmaşık olmayan bir mantığı var. İyi eğlenceler.

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


ExplorerXP v1.0 [639K] Win2k/XP FREE
http://www.explorerxp.com/explorerxpsetup.exe
Çok güzel bir dosya yöneticisi. Klasik olanından farklı olarak tüm klasörlerin toplam büyüklüğü görebiliyorsunuz. Değişik pencerelerden değişik klasörlerle çalışmak mümkün. Arama fonksiyonları oldukça gelişmiş. Değişik bir dosya yöneticisi arayanlar mutlaka denemeli.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040412.asp
ISSN: 1303-8923
12 Nisan 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com

 ABONELİKTEN AYRIL: http://kmarsiv.com/kayit.asp?Text=%RECIPIENTADDRESS%&kayit=CIK&format=HTML
 ÜCRETSİZ ABONE OL: http://www.kmarsiv.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri