Atina 2004 Olimpiyatları başlıyor!..



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 565

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 24 Ağustos 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : O da artık bizden biri!..


Merhabalar,

Epeyce heveslenmiştim halbuki. Elvan altını alacaktı ben de güzel bir yazı yazacaktım, olmadı. Baskı altında çuvallama geleneğimizi bu sefer bozacağız demiştim ama anlaşılan o ki Elvan da memleketimin havasından suyundan iyice etkilenmiş ve artık tam Türk olmuş. Evet sporda herşey var ama otoritelerce tecrübeli olduğu dile getirilen dünya rekortmeni Elvan bu kadar kötü koşmamalıydı. Üçüncülük dördüncülük kabul edilebilirdi ama bu olmadı. Tabi bu söylediklerim sadece bu yarış için geçerli. Yoksa daha işin başında ki Elvan'ın çok altın madalya alacağını biliyorum ancak benim üzüntüm Olimpiyatın kaçmış olması. Aynı nedenle Süreyya için de çok üzülmüştüm. Süreyya dedim de, yoksa kızın ahı tutmuş olmasın? Olur mu olur. Son yıllarda sporda attığımız muhteşem adımları en büyük ödülle bir türlü taçlandıramamak kader olmaktan çıkmalı artık. Eminim Elvan'ın Olimpiyat şampiyonluğu dünya rekorundan çok daha mutlu edecekti bizleri. Neyse artık bir dahaki sefere.

Karpuz anketimiz devam ediyor. Soruyu sorduk, açıklamasını yaptık, sağolsun bir Allah'ın kulu çıkıpta "Al kardeşim sana soru kaldır şu kelek karpuzu." demedi. Demek ki sevdiniz siz bu soruları. İyi ben yatınca yeni sorular düşüneyim, bulurum sizler için yeni birşeyler canım.

Kusura bakmayın bugün tembelliğim üstümde, tek gözüm yatağa bakıyor. Şu yolla düğmesine basar basmaz gidiyorum. Gitmeden bugünkü şarkımız hakkında küçük bir bilgi vereyim isterseniz. Ivan Tucakov'dan Ningchen adlı bir Slav ezgisi. Gitarın tınısını yerel enstrümanlarla bezemiş, kurduğu birleşmiş milletler gibi grubuyla etnik cazda önümüzdeki yıllarda ses getirecek bir genç sanatçı Ivan. İlginçtir, kendisi 10 yaşına kadar Anadolu'da yaşamış biri. Anadolu'nun gizemini içlerine sindirmeyi bu adamlar daha mı iyi beceriyorlar dersiniz?!...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

4 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Rana Aslanbay

 Mektebişahane : Rana Aslanbay Aydın


   KÖPRÜDE

Sabahları bir başkasının kullandığı bir aracın içinde çalıştığınız ofise doğru gitmenin ne güzel yanları vardır, hiç düşündünüz mü? Hele hele İstanbul'da yaşıyor ve Anadolu yakası ile Avrupa yakası arasında mekik dokuyorsanız her gün.

Eminim şimdi İstanbul'lu olup da bu geçişi her gün yaşayanlarınız 'amma da yaptın, bunun güzel olan ne yanı var' diye düşünüp bana da kızdınız.

Tamamen haksız değilsiniz tabii; tam 09:00 da ofiste olabilmek için, o bitmek tükenmez trafiği hesaba katıp, aslında 20 dakikalık bir yol için 06:30'da evinizi, sıcacık yatağınızı bırakıp yola düşmek, 'aahhh ah' nidalarıyla aranacak, özlenecek bir olay değil ama o uyku mahmurluğu ile, radyodan gelen sesleri tam olarak anlamadan da olsa dinlemek, bir yandan hayallere dalmak, yarı uyur halde hafiften sallanarak yol almak kimi zaman çok zevk verir insana, itiraf edin. Hatta öyle hoşlanırsınız ki bu tuhaf yolculuktan, ofise ulaştığınızda canınız inmek istemez arabadan. Zaman zaman bu mahmurluğa ara verip, evinizin köşesindeki pastaneden aldığınız yumuşacık poaçadan bir iki ısırık almak, ve hatta bu iki yaka arasında tecrübeli bir yolcu iseniz, mini termosunuza koyduğunuz sabah kahvesinden de yudumlar almak, birden uykunuzu açıp, çevre araçlarla ilgilenmenizi sağlamaz mı? Bir araç öne geçebilmek için, akrobasi yapan çılgın spor arabaya 'çık çık çık' dediğiniz, hemen yanınızda ilerlemekte olan aracın içinden gelen ve bütün çevre yolcuları o tatlı mahmurluktan uyanmak zorunda bırakan, sesi sonuna kadar açılmış bir araba teybinin metalik sesinde, zamanın en acılı arabeskini duyduğunuzda 'pes yani bu da olur mu sabah sabah' diye söylendiğiniz ya da özel şoförü tarafından kullanılan son model gıcır arabanın arka koltuğunda oturup gazetesine göz atmakta olan şık giyimli kolontor adamı izleyip 'bir gün benim bu kadar param olsa, şunun yaptığı gibi sabahın köründe bu trafikte egzoz gazı yutmaktansa, helikoptere binmez miyim' diye düşünmediniz mi hiç? Tabii ki düşünmüşsünüzdür, şimdi niye inkar ediyorsunuz?

Bu gidiş gelişin en güzel yanı nedir bilir misiniz; trafikte geçirdiğiniz saatler boyu yaşadıklarınızın neredeyse hiç biri aklınızda kalmaz, ofis ortamına girdiğiniz anda, en fazla ilk sabah çayı sohbetinde bir iki cümle yaşanmışlık olarak dökülür dudaklardan, bir kaç saat sonraya hiç bir şey kalmadığı gibi, o yol sıkıntısı, bunalımı, kötü olaylar, pis bakışmalar ya da minik dudak kıvrımları ile yüzlere yerleşen gülümsemeler, tamamen çıkar gider hayatınızdan. Ne kalıcı bir yara bırakır ne de uzun süreli sevinç ve coşkular. Sizleri bilemem ama bu yolculuklarda en çok hoşlandığım yan, bir sürü insanla bir arada olup onlara bakabilmek, kimlikleri, kişilikleri, duyguları hakkında tahminler yürütüp, yaşantılarındaki olayların etkilerini yüzlerinde aramak. Diyelim ki trafikteki yandaşınız bir belediye otobüsü, işte bu büyük bir şans, niye mi? O kadar çok insan var ki inceleyecek, oturanlar, ayaktakiler, gençler, yaşlılar, birbirine yapışık seyahat edenler ya da kaçmaya çalışanlar. Otobüsün tutamaklarına yetişemeyenler, her frende yüzünden binbir duygu geçenler, kafası cama dayalı uyumakta olanlar, mutlular, mutsuzlar, bezginler, canlılar... Başka bir ortamda insanlara bu kadar yakından bakıp da, tepki almamanın ve mazur görülebilmenin hiç oluru yoktur çünkü, ille de bir yolculuk gereklidir. Aynı aracın içinde, aynı vagonda, aynı çay bahçesinde, aynı lokantada, yan-yana, arka-arkaya koltuklarda olmamanız gerekir. Aynı mekanda olunca bakışlara sinirlenmek çok mümkündür çünkü. Bu durumda köprü trafiği bir cennettir yani. Başka araçlarda olduğunuzdan ve de durağan olmadığınızdan, herkes herkese özgürce bakıp kendince yorumlar yapabilir. İnsanca alış-verişler, duygulaşımlar başlar yoldaşlar arasında. Geride kaldığınızda ya da öne geçtiğinizde başka seçenekler çıkıverir karşınıza, yepyeni seçenekler. Bazen bu öne geçişler ve geride kalışlar sırasında, daha önce de yanyana olduğunuz birileri ile gözgöze gelince eski dosta kavuşmuş gibi hisseder bir yandan da sevinirsiniz, 'neyse bizi geçememiş, o da bizim gibi' diye de bir hızlı düşünce geçiverir zihninizden. Her ne kadar bu mecburi yoldaşlık güzel gelse de insana, tuhaf bir rekabet yaşamaktan da geri kalınmaz. Yandaki şerittekilerle uzun süre yarenlik ettikten sonra, onların önünün açılıp hızlanması, sizi geride bırakıp gözden yok olması dokunur insana, haksızlığa uğramış gibi hisseder insan. Tanıdık olundu ya artık, birlikte baş koyuldu bu yola, bu ne nankörlüktür, bu ne vefasızlıktır. O şeride geçebilmenin yolu aranır hemen, bu haksızlığa son verilmelidir hemen. Korna sesleri başlar bu durumlarda, öne geçmeye çalışanlarla, önüne geçilmek istenenler arasında bir hırs belirir, zaman zaman da inatlaşmaya ve kavgaya bile varabilir işin sonu. Binbir uğraş ve didişmeden sonra, o şeritte bir yer edinip hele hele az önceki vefasızlara bir şekilde yetişilirse, değme onun keyfine, gururuna. Bu kez de bir kıskandırma, bir çatlatma telaşına girer insan. 'yaaa bırakıp gittin ama yemezler, yetiştik işte', 'görürsün sen', 'biz kaçın kurrasıyız' gibisinden bakışmalar olur. Bunların hiçbiri yarına kalmaz aslında ama her yeni gün, yeni yarenliklere, yeni yoldaşlıklara hazırdır.

Yine sabahın köründe kalkar, uykulu gözlerle binersiniz arabaya, ilk duraklamada bakacak, inceleyecek, didişecek, yarışacak bir araç ahalisi beliriverir yanınızda. Nereye gittiklerini, nasıl bir işleri olduğunu tahmin etmeye çalışmak çok daha eğlencelidir aslında. Aynı aracı paylaşan 4 kişinin aynı iş yerinde ya da en azından yakın ya da benzer iş yerlerinde çalışıyor olmaları çok muhtemeldir ama en önemli kanıt giyim tipleridir. Benzer özelliklerde giyinmişlerse, aynı ofistedirler çoğu zaman. Meslekleri hakkında yorum yapmak bile mümkündür, tabii yanılmak da... Ama bu bu yanılgıyı ya da haklılığı hiç bir zaman öğrenemezsiniz, sadece hayal eder, var sayarsınız. Kimse size 'gördün mü, ben sana demiştim' demez.

İçinde sadece sürücüsü olan araçlar vardır bir de, onlar bu uzun yolculukta çok fazla sorumluluk üstlenmişlerdir, hem etrafla ilgilenip, hem aracı kullanmak biraz daha zordur tabii, bu yüzden de uzun süreli tıkanıklıklar dışında, fazlaca ilgilenemezler çevreleriyle, derin bir sıkıntı içinde, üf ve püf sesleriyle ve bezgin gözlerle kaçamak bakışlar atarlar sağa sola. Belki de ertesi sabah için 'iki çift laf edecek' bir yol arkadaşı hayali kurarlar. Kolay değildir 20 dakikalık yola 2 saatte ulaşmak, ama daha da önemlisi bunu göze alıp yola koyulmak. Oysaki yan ve arka koltuk yolcuları bütün bu anlattığım eğlenceleri yaşamakta özgürdür, araç şoförüne nispet yaparcasına. Haa bir de karşı yön yolcuları vardır tabii, nedense hep siz kalabalık tarafta, onlar sakin taraftadır. Giderken de gelirken de hep siz bekleşirsiniz trafikte, onlar da yüzlerinde, sizin yanınızda yer almamanın nasıl da büyük şans olduğuna şükreder ifadeyle bakar ve acırlar size. Vınnnnnn diye hiç aldırmadan geçenler de vardır tabii ama büyük çoğunluk size acıma şansını mutlaka kullanır.
Oysaki nasıl da eğlencelidir kalabalık yönde olmak, bilmezler.

Rana Aslanbay Aydın
rana@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
              8 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahvecigillerden : Celal Kılıç


VAR BENİM!

Gittiğimde bütünüyle teslim alacağım kale’lerim var benim. Kapılarını bir darbede kıracağım ve bütün katranlarını donduracağım, bütün bekçilerini katledeceğim, bütün cariyelerini azad edeceğim, surları Bizans işi ve burçlarında bayrağımı dalgalandıracağım ve bütün otağlarına ismimi yazdıracağım, yarım kalmış uykularımı tamamlayacağım döşeklerim var benim.
Yapraklarım var benim sonbaharlara ipotek ettirdiğim. Kış’ı deccal olan ve Bahar’da Mesih’ini arayan kayınlarım var benim. Bütün boş vermişliklere rağmen, kefilsiz imza ettiğim senetlerim var benim, çam ağaçlarında asılı kalan.
Ve günahlarım var benim, geceler dolusu kefaretin kâfi gelmeyeceği cinsten. Günahlarım ki her gün kara bir lekeyle beni kirleten.
Şeytanlarım var benim, cihan harbine eş savaşlar verdiğim ve her yeni mevzide it gibi karşıma dikilen. Evhamlarıyla zihnimi delik deşik eden, Sendeleten, mahveden, görevini ifa etmekte kusur etmeyen şakilerim var benim.
Sağımda bir tabur solumda bir tabur önümde bir tabur arkamda bir tabur meleklerim var benim. Gözüme baktıkça beni terleten, her günah sonrasında topuz sesleriyle kulağımı titreten zebanilerim var benim.
Ve birde ceylan misali gözüme bakan, sevaplarıma kefil meleklerim var benim. Beni zimmetledikleri için bin pişman olan. Grubun kızıllığında boş bir keseyle karşılarına çıkmama içerleyen Kiramen Katibin’lerim var benim.
Savruk yürümelerimden arda kalan bir geçmişim var benim. Virajın bitiminde potinleri çamura saplanmış, bayırlarda durakalmış, ‘yamaçların adamı’ olmaktan uzak.
Ritmini acemi şeften borç alan hissiyatım var benim. Anlatırken anlaşılamayan, anlaşılmadıkça azıtan ve anlatmaktan anlamaya, anlamaktan aktarmaya, virman yapacağı kelimeleri kırıp döken, güz’de buzlu su içmiş gönlüm var benim.
Kapı arkalarında unuttuğum gözlerim var benim. İfa etmediği görevine dönmeyle tutuşan, ve sürgün bir taburda geceler dolusu nöbetler tutan bir sinem var benim.
Adreslerini unuttuğum ordularım var benim. Komutanları esir alınmış, kamplarda bütün apoletleri sökülmüş, zaferlerden yoksun, açlığa mahkum, yeniçerilere nispet nizam-ı cedid’e ithaf olunan şiirlerim var benim .
Ve telif haklarını bir şarapçıya bağışlamış şairlerim var benim. Mahlas mahlas yürüyen namı diğer sergüzeşt kalpazanlarımla gerçekleşmesi muhtemel olmayan hayallerim var benim.
Küçük zamanlara sığdırdığım büyük beyliklerim var benim. Cümle Osmanoğulları’na ölüm fermanı çıkartan bir şah’ım ve bir de vezirim var benim. Ve o şah’ı da o Veziri de sahra çölünden kuşatan Yavuz’larım var benim.
Bedrettin’i yeniden, bir kere daha sallandıracak darağacım var benim. Ve Hasan’ın ve Hüseyin’in Beni Yezit yurdunda kalmış alacaklarını söke söke tahsil edecek. Ve sona bütün Şehzade Cem’lerin boynuna ilmiği geçirecek cellâtlarım var benim. Ayrılık kabilelerini tümenleriyle istila edecek ve her bir paletinin altında bir isyancının bedenini ezecek tanklarım var benim.
Kalabalıkların arasında unuttuğum yalnız, sahipsiz ve hissiz çocuklarım var benim. Geleceklerine temlik koyulmuş ve ceplerinde ki harçlıkları yontulmuş kirli lastiklerle gelecek günlere umut bağlamış yetimlerim var benim.
Aza’larım var benim. Her gün yeni bir istimlâk ateşiyle uyanan ve her gördüğü arsaya yol yapma arzusuyla ellerini kaleme saran sahaflarım var benim.
Acılarım var benim. Gülmekten ödünç olarak alınan ve miadı dolduğunda alındığı rafa konacak şarkılarım var benim.
Yalanlarım var benim. Söylerken onulmaz acılarla beni sersemleten ve söyledikten sonra ölü doğmuş çocuk misali yere serilen.
Ve şaraplarım var benim. Gecenin en kör saatini ışıksız bir oda içinde kırmızı mumun tekliğinde tüketen ve siparişi şol cennetten yapılmış ademin zamanında hazırlanmış ve yalnızca bana ısmarlanmış şuruplarım var benim.
Kışlarım var benim. Karın yağmadığı, toprağın soğuktan çatladığı, kurtların sokak çeteleriyle dalaştığı. Kıtlıktan çıkma bir ninenin ambarında yaza hasret bir coğrafyam var benim.
Dostlarım var benim. İdrakine varmadıkları halde her gün kapıma gelen ve her geldiklerinde bahtiyar eden sonra da dertlerinden sevinçlerinden paketledikleri ve kapı arkasında bıraktıkları hediyelerim var benim.
Şafak vakitlerim var benim. Hesapsız bir şekilde uykunun en tatlı yerinde sekteye uğramış rüyaların arasından uyanan. Ve güneşin doğmasına dek uyuyamayan, uykusuz bir yanım var benim.
Sigaralarım var benim. On yıl öncesinden kalan ve doktorun öğün öğün tüketilmesini önerdiği ilaçlara benzeyen. Ve tarihleri mazinin içinde bekleyen ve sahiplerinin anılarından daha canlı duran, küf kokularıyla harmanlanmış “Ülkenin en kaliteli tütünlerinden üretilmemiş” Bafra’larım var benim.
Bir kışın ortasında habersizce çekip giden kalın kuyruklu merhabası bol ve gittikten sonra dönmesine dair herhangi bir emare olmayan şahmeran’ım var benim. Öldüğüne dair ipuçları olmayan ama yıllardır ne arayıp ne de sormayı unutan cinsten.
Silgilerim var benim. Dolmakalemlerin mürekkebini silmek için hazır kıta bekleyen ve emrolunduğunda emre amade bir şekilde görev aşkıyla tüllenen.
Hedefini bellemiş atı çatlatırcasına koşan. Süvarilerim var benim.
Hüsranlarım var benim. Sevinçlerden üretilmiş, umutları ekin bellemiş ve sonra da devrik bir sultanın hezeyanlarına eş hicranlarım var benim.
Arapsaçından beter duygularım var benim.
Toksinlerim var benim değdiği kişiyi cüzama mahkum edecek, dikenlerimden kan revan edilecek Ve zamanı geldiğinde defteri dürülecek, hasımlarım var benim.
Haremlerim var benim. Virane bağlara benzeyen, ocaktaki en iyi pişmiş tuğlalarla ördüğüm ve sonra en saf duygularla hamurunu yoğurduğum odalarım var benim. Esasına meydan okurcasına, her odasının içine bir tane koyduğum, huri’lerim var benim.
Yolunu unuttuğum avlulardan geçerken yere düşürdüğüm güllerim var benim.
Miadını benim belirlediğim, benim sınırlarını çizdiğim, benim bezediğim, hasretlerim var benim.
İstediğimde fermanına “bitmiştir”i iliştireceğim ulaşılmazlarım var benim. Ve istediğimde elinin içini terleteceğim Zehra’larım var benim.

Aşklarım var benim.

Celal Kılıç
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
              9 Kahveci oy vermiş.
10 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Beyaz Düşler : Sabiha Rana


GÜLEN :) YÜZÜM SENİN OLSUN CAN..

Gülen :) yüzüm senin olsun cann..

Unutmadım..!!

Yazılarıma daldım..
Melekler doğru iletmiş...
Penceremdeki kumru kuluçkada, yavruları bekliyoruz..:))
Pencere kenarların daki, küçük toprak güveçlerin adı..
BEREKET ÇANAKLARI.. kuşlar için.. :)
Her günün seherin de meleklerle canlar için,
RABBİM kaza bela def olsun deri..
Sevip sevildiklerimiz den..
Yıldızlarsa gündüz gönlüm de gece göğüm de..
Her gece yol alırım, terasımdan samanyoluna yine..
Gel de sana rastlıyım bugece ?
Yıldızların her biri bin yıldız gönlüm de..
Yüreğim serilmiş zaten yerlere..
Çocuksu uçurtmalar, uçuruyor mavi de...
Özlemiyor değilim.. nasıl haberin olmaz..! ?
Ben zaten gönüldeyim..
Haydii..
Şimdi uğurlaşalım..
Seni, yeniden bulup, görmelere gidelim...

Sabiha Rana
http://www.sabiharana.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,438,438,438,438,438,438,438,43
              7 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahvecigillerden : Dilara Erdem


2 haftada 5 havalanı ...

Chicago

Eve döner dönmez tartıya çıktım, emin olmak için... Zaten kilo kaybettiğimin farkındaydım, ama insan gözüyle görmeyince rakamları içi rahat etmiyor bir türlü: 58 kg. İşte bu...! En son üniversiteyi bitirdiğim yıl temizinden 56 kiloyu görmüştüm. 7 yılda ikinci defa kendi kilomla gurur duydum.! Kaybettiğim kilolarımı nerede bıraktığım konusu, yazımın başlığında açıkça görülmekte: 2 haftada dolaşılan 5 havaalanı arasında bir yerlerde..

Amerika'ya ilk defa gideceğim için heyecanlıydım tabi. Topu topu 2 haftam ve gitmek için planladığım 3 ayrı şehir vardı. Her biri, bir üçgenin 3 ayrı noktasını tarif ederken kullanabileceğiniz türden uzaktılar birbirlerine. Her biri uçakla diğerine 3,5 saat civarındaydılar.

İlk durağım Chicago oldu. İş için orada bulunuyordum, bu sebeple de fazla bir gezip görme aktivitesi gerçekleştiremedim. İlk havaalanım O'Hare, nerdeyse 12 saatlik uçak yolculuğundan sonra havaalanının çıkış kapısında ilk hissettiğim ise ağır, ezen, yapış yapış; bir o kadarda sıcak hava oldu. Ailem Antalya'da yaşadığı için, yıllardır sıcak ve nemli hava dendiğinde aklıma ilk gelen Antalya'nın havası olurdu. Ama, Chicago'daki havayı orası ile bile karşılaştıramadım. Daha önceki hiçbir sıcak tecrübemle karşılaştıramadım.. O kadar yani.!

Kaldığımız 5 gün boyunca, genellikle otelimiz ve toplantının yapıldığı merkez bina arasında mekik dokuyup, akşamları yemeklerimizi otelin yakınındaki hoş restoranlardan biri olan Wild Fire'da yedik. (Kaldığımız yer OakBrook Terrace adında bir yerleşim yeriydi ve şehir merkezi-Down Town'a uzaklığı ise arabayla 35 dakika kadardı) Bir akşam toplantının tüm katılımcıları, ki 35 farklı ülkeden yaklaşık 85 kişi, ile beraber Maggiano's da leziz ve bol kepçe İtalyan yemeklerini tecrübe ettik. Bol bol California şarabı içip, hoş kahkahalar eşliğinde yanımızdakilerle sohbetler ettik. Her akşam, porsiyonların büyüklüğüne hayretler içersinde bakakalıp, sağda solda gördüğümüz has, obez Amerikan vatandaşlarını kritik ettik... Devam eden sıcağa aldırmadan, kapalı her mekanın klimalarla yaratılan yapay, dondurucu soğukluğuna karşın hasta olup, yatmamak adına önlemler almaya çalıştık.. Öyle böyle değil, kapalı mekan derken buna telefon kulübeleri, taksiler, otobüsler, restoranlar, mağazalar, tuvaletler de dahil...! Sadece bir gün kendi çabamızla indiğimiz DownTown tecrübesi sonrası Chicago yat limanında bulunan Navy Pier, meşhur ve en yüksek binası olan Hancock Observatory, Grant Park'ın tam önünde bulunan Buckingham Fountain, Sears Tower, ünlü caddesi Magnificient Mile gibi görülmezse olmaz yerleri hızlıca geçiverdik. Yüksek binalarına çıkıp, aşağılara bakamadık.. Zira Hancock'ın tepesinden hava açıkken baktığınız vakit 4 ayrı şehri (Michigan, Wisconsin, Indiana ve Illinois) görebildiğiniz söylenmişti.. Haklı olarak, "madem 5 koca gün kaldın, sadece bir akşam niye indin DownTown'a? "diyenler olduğunu duyar gibiyim.. Şöyle izah etmeye çalışayım: Toplantı organizasyonunu yapan grup şehre bir gezi turu, ya da shuttle servisi ayarlamamıştı.. Bir defa indiğimiz o akşam da gidiş-dönüş için otelin taksisine 90$ kadar bir para verdiğimiz için bir daha gözümüz yemedi açıkçası.. Malum, geride beni bekleyen 2 farklı şehir ve 8 koca günüm vardı...Artık bir dahaki sefere dedik, ne yapalım.. Bu arada birkaç blues clup geçtik, ama yine, onlara girmek ve dinlemek için ben vakit yaratamadım. Zaten, en önemli Blues Festivali Organizasyonu'nun 2-5 Eylül tarihlerinde gerçekleşeceğini duyduğumda ise artık çok geçti.!

Kaldığımız yer o kadar yeşillik, o kadar huzur doluydu ki açıkçası çok da içim acımadı yapamadıklarım adına. Zaten ilk 3 gün jat-lag denen meret sebebiyle sabahları 04:45 civarında kalkıp, geceleri 22:30 civarlarında uyuduğum için ve tüm gün süren toplantılar sonrası, sadece duş alıp akşam yemeği yemeğe ve sonrasında bir kahve içmeye vaktim ve halim kaldığından dolayı da tüm enerjimi diğer şehirlere sakladım.

Buna rağmen Chicago'daki gözlemlerin ne oldu, ondan haber ver derseniz size şöyle diyeceğim: Her yerin yemyeşil, sık ağaçlarla ve güzel park-bahçelerle dolu olduğu, obezin gerçekten görülmeden anlaşılacak bir şey olmayacağını, hemen hemen herkesin sabahları erken saatlerde spor yaptığını, porsiyonların kocamandan öte, patates kızartmalarının baş parmağımdan kalın ve daha uzun olduklarını, "ham" adını verdikleri şeyin hiç de benim damak tadıma uygun olmadığını, ucuzluk yapıldığında "gerçek" anlamda bir ucuzluk yapıldığını (örnek mi? Wall Mart'tan 9,90'a sneaker aldım mesela!) hemen hemen tüm aile fertlerinin bir arabası olduğunu, aynı zamanda arabaların hepsinin "son model "olması gerekiyor gibi bir kural mı var diye düşünmeme sebep olduklarını, tüm yolların araçlar için düşünüldüğünden dolayı sanıyorum, geniş mi geniş olmalarını, böyle yerlerde yayayı düşünmedikleri için yaya yolu ve yayalara ait işaret lambaları olmadığını, taksilerin ücretlerinin limuzin kiralamaktan daha pahalı olduğunu (nereden mi biliyorum? 2 günlük hastane denetimlerimizi sabah-akşam limo'larla götürüldüğümüz yerlerde yaptık!), insanların sabah kahvaltısı dedikleri şeyin bol şekerli, reçelli, çukulatalı pofuduk tatlılar ve kukiler ile envaye çeşit cornflakes'lerden oluştuğunu, restoranlarda ve taksilerde tip-bahşiş bırakmanın zorunlu olduğunu, insanların kendilerinden başka çevreleriyle hiç mi hiç ilgilenmediklerini, bu sebeple herkesin rahatça, istedikleri gibi mini ötesi etekler veya kalın kazaklarla dolaştığını, mağazalardaki kasiyer, satış görevlisi, taksi şoförleri ve restoranlardaki garsonların çoğunluğunun İspanyol, Güney Amerikalı ve Orta Doğu ülkelerine mensup insanlardan oluştuğunu ve sanıyorum 11 Eylül sonrası, herkesin evinin kapısına, bahçesine, balkonuna Amerikan Bayrak'ları astığını gördüm desem yeterli olur mu acaba???

Bir Cuma akşam üstü, 5 günlük toplantıya katılım sertifikamı törenle elime alıp, otelime son sürat döndükten sonra da önceden toplamış olduğum koca valizimi çekiştirerek aşağıya inip, beni ikinci havaalanıma, Mid-West'e götürecek olan taksinin kapısına doğru seğirttim: . Şoförüm, 11 yıldır burada yaşayan Meksikalı Jose'nin sohbeti eşliğinde havaalanına zamanında gelip, 18:45'de kalkan Continental Havayollarının bilmemne kaç sayılı seferi ile New York'a doğru yola çıktım...

Arkası Yarın

Dilara Erdem
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,889,889,889,889,889,889,889,889,889,88
              8 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Ani Toros


HERKESİN BİR ÖYKÜSÜ VAR...

Herkesin bir öyküsü var uzun kısa...
kimine ilginç gelen bitmemiş bir hikaye yaşanarak öğrenilecek, çünkü hayat bilinmeyene gebe...
İşte benim de hikayem böyle
ama ben tam 2 yıl önce öldüm onu terketmem gerektiği o yaz gecesinde...
şimdi mevsimlerin döngüsü ve hayatın akışına karışmış yaşıyorum.
Sahi yaşıyor muyum ?
ama onu hala içimde yaşatıyorum. kirletmedim anılarımı...
Anılarıma tutundum hiç bozulmasın benle kalsın diye...
bize yapılanı haketmedik biz.
ben bana yapılanı haketmedim.
kimse aniden bir karar alıp birgün hayatını yıkıp yeniden şekillendirmez...

bu büyük acıların, örselenmenin, incinmelerin, kırgınlıkların, bekleme sabrının, aşağılanmanın hatta kovulmanın yükünü taşıyamaz yürekte...
çok fazla ve uzun süre verilmiş bir mücadeleydi.
yalnız bir mücadeleydi onunki gibi..
düşünüyorum birlikte verilen bir mücadele olsa bu noktaya gelinir miydi diye..
Herneyse geçmişi sorgulamayı da uzun süre önce braktım.
Daha doğrusu beni sevip sevmediğini sorduğumda "Bu konuda yorum yapamam" cevabıyla beni gözden çıkardığında...

Resimlerini yaktığım o gece onunla vedalaştım ben...
tek dileğim mutlu olması...
iyi ve mutlu olması...
Bazen acı veriyorsa ve biz katlanma kapasitemizi aştıysak ve o sevgilinin aslında yanımızda olmadığını anlamışsak yapılacak olan bırakıp gitmektir.
Sevgi bazen vazgeçmektir.
vazgeçirdiler oysa o kılını bile kıpırdatmadı..
bize sahip çıkması gereken noktada suskun kaldı...

Acıyı göğüsleyebilmek...
sevdiğin için ölebilmek
tapınma gibi sevmek...
göğüslemek acıyı...
ne amaç için olduğu da önemli
2 kişi olunca aşılırmış zorluklar
biz 2 kişi değildik ...
akıntıya çekilen kürek gibiydi direncim...
yanımda yoktu
belki de hiç olmadı..
yada o da benim gibi vazgeçti

Birşeyi ne kadar ve ne için istediğin çok önemli, elini taşın altına koyabilmeli seven bir yürek, gerekirse bedel ödeyebilmeli, inançtır sevmek...

ona onun için gerekirse ölebileceğimi söylemiştim bir gün...
gülmüş ve yakışır demişti....

ayrıldığımız gece beni neden sevdiğini hatırlıyor musun diye sormuştum ona anımsamadı..
oysa anımsamalıydı.
beni neden seviyorsun demiştim suskun kaldı

oysa beni kaybetme riskini almaması gerekirdi, evlerinden kovulduğum gün ağlayarak kapıdan çıkmak yerine benim elime yapışıp beni de kendiyle dışarı sürükleyebilmeliydi, başkalarının bizim için aldığı kararlarda bizi hatırlatabilmeliydi, bana batırılan herbir iğnede beni savunabilmeliydi, beni küçük gördüklerinde, incindiğimde duyarsızlık duvarına sığınıp benden uzaklaşmamalıydı, bugün yanında değilsem bizi koruyamadığımız için istemediler, o da savaşmadı, bir insan ne kadar yalnız savaşır? yalnızsa, savaştığı insanın yanında yer almadığını artık farkettiyse, savaşmasının, yalnız savaşmasının anlamı kalmadıysa, vazgeçmektir.

beni neden sevdiğini
nasıl geçirdiğimizi yıllarımızı...
yıllar önce sevdiğini sandığı o kızı görmeliydi, oradaydım yanındaydım..
brakmasaydı kaymazdım avuçlarından
zordu yumruğunu sıkmak
bedeli vardı korumanın saklamanın....
ben vazgeçmeden önce o çoktan vazgeçmişti bizden, insanların bize yaptıklarına suskun ve kayıtsız kalmıştı...

seven insan hani mücadele ederdi
gerçekten severse dağları delerdi...
yalanmış sevdalar
bu pazar babalar gününde içi buruk olacak biliyorum, yanında değilim, oysa ruhum yanına gidip onu kollarıma almak istiyor, bir çocukmuş gibi, yıllar önce ağlarken yanında olduğum gibi ve o ben ağlarken yanımda olduğu gibi...

bir rüya gördüm ve uyandım
umarım benden çok seveceği insan da onu sever, onun için hala dua ediyorum ve mutlu olmasını diliyorum

biz bizi koruyamadık
saldırdılar..... incittiler.... aşağıladılar....yıprattılar....

bundan sonraki hayatında
kendi hayatı ve geleceği için alacağı kararlarda başkalarının değil kendinin ne kadar ve ne için istediğini ve sevdiğini unutmamasını diliyorum, hayat bize sunulur seçimlerimizle ve Allahın izniyle şekillendiriz.
ne istediğini bilmek
neden istediğini
ne kadar istediğini

uğruna ölecek kadar sevmek
ve gerekirse artık
sevgin sana ve karşındakine acı veriyorsa vazgeçmeyi bilmek, işte budur sevmek, karşılıksız çıkarsız sonsuz sevebilmek zordur ....
karşındaki için yaşarsın, karşındaki için görürsün, karşındakinin gözüyle görebilmek, çok zordur gerçekten sevmek

o artık benim sevdiğim adam değildi
çünkü
kalbi nasırlaşmıştı...
ben onu neden sevdiğimi biliyordum
ve o halini sevdim...
ve o hali hep zihnimde...

sevginize sahip çıkın
onu koruyun ve saklayın..
ne pahasına olursa olsun
gerekirse bedel ödeyerek...
ama birlikte
aynı yöne bakın aynı yöne koşun
o zaman yanınızdaki insanı yitirmemiş olursunuz, sevgi hep sizinle olsun...

Ani Toros
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,809,809,809,809,809,809,809,809,809,80
              15 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Taner Doğan


ÖZLEM

Yıllar olmuştu onu görmeyeli, ondan haber almayalı. Tanıştığımızda ben üniversite ikinci sınıftaydım sanıyorum. İlk gördüğüm günü hatırlamıyorum ama onunla ilgili hatırladığım en eski şey ışıl ışıl bakan gözleri idi. Sanki gözleri kenilerine ait başka bir kaynaktan enerji alıyormuşcasına canlı ve hayat dolu idi. Onu ilk kez görenler, o gözlerden başka çok az şeyden bahsedebilirlerdi ardından onunla ilgili olarak. İnsana, "hayat ne kadar güzel, bak ben ne kadar mutluyum, haydi sen de gülümse" dedirten bakışlara sahipti. Onun yanındayken mutsuz olamazdınız. O zamanlar onu da hiçbir şey mutsuz edemezmiş gibi gelirdi bana. Aşık değildim ona. Şimdi evli olduğum harika kadınla birlikteydim o zamanlar da. Ancak sevgilim yanımda olmasın isterdim onunla olduğum zamanlar. Hatta kimse olmasın isterdim. Onun ışıltısında tek başıma yıkanmak isterdim adeta. Sonra okul bitti ben Ankara'dan ayrıldım ve uzun bir süre haberleşmedik. Zaman zaman gözlerinin ışıltısı anımsayıp "şimdi ne yapıyordur acaba" diye merak ederdim. Aşağı yukarı yirmi yıl hiç görmedim onu.

Bundan bir yıl kadar önce aralıklarla internet yolu ile haberleştiğim bir arkadaşımın e-posta mesajında onun adını gördüm. Yıllar sonra o ışıltı yine gözümün önüne geldi. Hemen bir mesaj yolladım kendisine ve o mesajla arkadaşlığımız sanki hiç ara vermemişiz gibi kaldığımız yerden devam etmeye başladı. Birbirimize gönderdiğimiz yazılar aramızdaki uyumun hiç değişmeden bugüne eriştiğinin birer kanıtıydı benim için. Ayrı şehirlerde yaşıyorduk ve bir süre sadece e-postalarla haberleşmeyi sürdürdük. Sonra bir gün telefonum çaldı ve onun cıvıl cıvıl sesini duydum. Gözlerindeki enerjinin bir kısmını sesine ödünç vermiş olmalı diye düşündüm. Öyle canlı ve coşkuluydu ki... Ertesi akşam buluştuk. Üç saatten fazla konuştuk bir barda. Yirmi yıl öncesinin teklifsizliği, yalınlığı, sıcaklığı bizi yine çepeçevre sarmıştı. Gözlerinin ışıltısı gücünden ve parlaklığından hiçbir şey kaybetmemişti. Gece ayrılırken birden hissettim. Unuttuğum özlemini tekrar hatırlatacaktı bu ayrılık bana. Eski arkadaşıma kavuşmuştum ama ayrılırken mutluluk ve coşkunun yanında özlemini de bırakmıştı bana.

İyi ki varsın sevgili arkadaşım. Seni çok seviyorum.

Taner Doğan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,638,638,638,638,638,638,638,638,63
              8 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahvecigillerden : Oktan Erdikmen


Olimpiyatlarda ve Sınavlarda Sıfırcılar

İnsanoğlu her geçen gün çıtayı yükseltiyor. Yeni buluşlar, yeni fikirler, yeni rekorlarla kendini aşıyor, yeniliyor. Spor müsabakaları bunun oldukça açık ve bir o kadar da eğlenceli örneklerini oluşturuyor. Yarışı kimin kazandığından çok yeni bir rekorun kırılıp kırılmadığını merak ediyoruz. Sporcumuzun altın madalya alması yetmiyor. Dünya rekoru bekliyoruz. İşin ilginci hemen her sene bu rekorlar yenileniyor. Önümüzdeki olimpiyatlarda 5000 metre daha kısa sürede koşulacak, yüksek atlamada daha iyi dereceler elde edilecek, halterde daha yüksek ağırlıklar kaldırılacak. Çünkü insan yalnızca yarıştıklarından iyi olmayı hedeflemiyor. Hiçbir başarısını yeterli görmüyor. İnsanlık mirasının, son zamanlarda başka açılardan değerlendirmek mümkün olsa da, katlanarak çoğalması bundan. Ancak, elbette ki her amaç gerçekleştirilemiyor. Kimi zaman, bin bir emekle hazırlanılan hedeflere ulaşmak mümkün olmuyor. Antrenmanlarda belki yüzlerce kez kaldırılan bir ağırlığın, yarışma sırasında avuçların içinden kayıp gitmesi bir sporcu için kabul edilemez görülüyor. Televizyonlar rekortmenlerle röportaj yapıyor, gazeteler rekortmenleri manşetlere taşıyor. Onlarsa, bir köşede en kısa sürede unutulmak üzere yazılan isimlerinin mahalle kahvelerinde soğuk şakalarla anıldığını biliyorlar. Onlar, yani sıfırcılar. Birinci, ikinci, üçüncü hakkında başarılı olamayanlar.

Yaşamın her anında bir sıfırcıyla karşılaşmak mümkün. Nerdeyse 100 bin insanımız lise ve üniversite sınavlarında sıfır puan aldılar. Ertesi gün birincilerin röportajlarının altında eğlenceli bir haber oldular: Yine onlar, sıfırcılar!.. Partisi sıfır virgül bilmem kaç oy alan bir genel başkanın paylaştığı kader de aynıdır. Evlilikte sıfır rol oynayan kadınların da. Sıfır kar eden bir şirket ve yönetimde sıfır söz hakkı olan insanlar.. Hepsini sıfır parantezine alacak olursanız elinizde hiçbir şey kalmaz. Peki bu sıfırcılık, insanın körü körüne bağlandığı bir yazgı mı? Kuşkusuz hayır. Öyle olsaydı gençliğinde setten kovulan Oscar ödüllü sanatçılar ya da lisede sınıfta kalan dahiler yani “eski sıfırcılar” açıklanamazdı.

Dünya üzerinde hiçbir şey rastlantılarla temellendirilebilecek kadar basit değildir. Karaçi’de doğan bir çocuğun çiftçi, Londra’da dünyaya gelen bir kızın jimnastikçi olması rastlantı değildir. Kimse anasının karnında olimpiyat rekorları kırmıyor, hiç kimse ÖSS şampiyonu olarak doğmuyor. Bütün iş sistem, çalışma ve en önemlisi yönlendirme işidir. Olimpiyatlarda ülkelerin aldığı madalya sayıları nüfusla değil, kişi başına düşen milli gelirle orantılıdır. Bilim adamlarına göre üstün yetenekli bebek oranı oldukça dengeli dağılmakla birlikte dört yüzde bir. Altı milyarı dört yüze böldüğünüzde bulamadığınız üstün yetenekli kişi sayısının nedeni ise, hükümetlerin başarısız sosyal ve ekonomik politikalarının altında gizlidir. Yoksa, insan hiçbir zaman sıfır olmayacak kadar mükemmel bir canlıdır. Herkesin dünya şampiyonu olması mümkün değilse de, herkesin iyi yapabileceği bir işin varlığı şüphe götürmez. Dünya üzerinde yaşayan herkesin, en iyi yapabileceği işle uğraşması için çalışalım.

Sıfırcılarımıza sahip çıkalım.

Oktan Erdikmen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,838,838,838,838,838,838,838,838,83
              6 Kahveci oy vermiş.
1 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Recep Pehlivanlar

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.212 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Sen Gidince

Sen gidince; bir orman çığlıklarla uyanacak sabahlara,
Hasret kuşları gökyüzüne uçacak...
Göçmen kuşlar terk edecek sensizlik diyarlarını, dönüşsüz.
Ardından bir güneş damlalarını gönderecek ormanın içlerine,
Alevler gövdesinden yüksek dallarını aşacak...
Ceylanlar korkuyla şehre kaçışacak,
Ayaklarının gölgeleri düşecek üstüme.
Bir rüzgar esecek enginlerden,
Yangınını körükleyecek.
Ve her savruluş şehre taşıyacak kıvılcımlarını.

Sen gidince; yangınına seyirci denizler kızgınlıkla kuduracak,
Gözyaşları yerden göğe anafora tutulacak...
Dalgalar seni vuracaklar azgın alevlerin üstüne.
Bulutlar telaşla toplaşıp bir araya,
Boşaltacaklar içlerini sırılsıklam.

Sen gidince; bir çocuk hıçkırıklarla ağlayacak göğsümde.
Elinden bebeklerini atacak çöp kutularına.
Ardından gece üstüme çöreklenecek güpegündüz,
Sabahlarım gözü kara bulutlara isyan edecek.
Bir şair dilsiz besteler yapacak...
Her bestede hüzünlü notalar dökülecek dudaklarından...
Ardından sazların telleri kopacak bir bir,
Bam teli ozanların elinden şaha kalkacak.

Sen gidince; bütün duvarlar başıma yıkılacak,
Şiddetli depremler olacak dünyamda.
Bir hançer kalbime saplanacak her an...
Kan damlayacak sinemden, sel olacak.
Bir yumruk her gece göğsümü dağlayacak,
Ardından hep yağmurlar yağacak ellerime...
Her gece şimşekler aydınlatacak karanlıkta feri sönmüş camlarımı.
Ateş topları kalbime düşecek.

Sen gidince; balkona diktiğin çiçekler boynunu bükecekler,
Kuruyacaklar nemli tarhlarda.
Kelebekler terk edecek boynu bükük çiçeklerimi,
Arılar bal yapmayacak taçlarından,
Dünyam gidişine isyan edecek.

Sen gidince; bir ana ağıt yakacak,
Sınırda silah tutan evladına,
Gelincikler taç yapraklarını savuracak sınırlar ötesine, pasaportsuz.
Düşen hiç bir yaprak patlatamayacak mayınları hafiflikten.
Rüzgarlar, kasırgalar saracak dört yanımı...
Benimle uçacaklar gökyüzüne
Ve yalçın dağlardan aşacaklar geniş platoların bölgesine.
Bir hayal her an peşin sıra gelecek
Esen her rüzgar ile birlikte.

Sen gidince; bir bedenin kanı çekilecek,
Kalbinin damarları kuruyacak susuzluktan.
Ardından bir çığlık kopacak, kulakların çınlayacak.
Son nefesim dolacak kulaklarına.

Gülcan Talay

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Burayı Samatya sanmayın sakın, burası ABD!..

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


http://www.alternatifraft.com/hometurk.html
Alternatif Outdoor, Türkiye 'de ilk defa başlattığı rafting, nehir ve deniz kano sporlarını 1991 yılından bu yana aktif doğa sporcularının hizmetine sunuyor. Alternatif tatil arayıcılarına duyurulur.

http://www.clubmeditation.com/
Meditasyon ve Yoga turları hakkında bolca bilgiye alternatif programa ulaşabileceğiniz bir site

http://turkce.hospitalityclub.org/indextur.htm
Başka kültürlerden insanları tanımak ister misiniz? Yolculuk etmeyi sever misiniz? Başka insanlara yardım etmeyi sever misiniz? Eğer bu sorunların yanıtları "evet" ise burası tam size göre bir yer.

http://www.seyahatname.com.tr/giris.asp
Yaz biterken son turlar hakkında bilgi alabileceğiniz ve son şansınızı en iyi şekilde değerlendirebileceğiniz bir site.

Cem

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


SoundClick MP3 Player 1.1 [7.4MB] Win9x/2k/XP FREE
http://www.soundclick.com/software/DownloadPlayer.cfm
Çok hoş bir media player alternatifi. Dilerseniz bir ek yüklemeyle kendi gelişmiş mp3'lerinizi hazırlayabilirsiniz. Flash destekli bu mp3'leri dostlar arasında gönül rahatlığıyla dağıtabilirsiniz:-))

Yukarı




ABONE OL
AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
Forum Alanı
İletişim Platformu
Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
Kütüphane
Kahverengi Sayfalar
FİNCAN/SİPARİŞ
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
KMFM (TEST)
KM JUKEBOX (Yeni)
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları












Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu



Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20040824.asp
ISSN: 1303-8923
24 Ağustos 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com