Treo 600 stoklarda!..



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 584

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 21 Eylül 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Memleketimin çiftlikleri!..


Merhabalar,

Yeni başlayan çiftliklerimizi görmemezlikten gelmeye kararlıydım. Ünlüler çiftliği, kaynanalar çiftliği derken şenlenmeye başlayan televizyonlarımızı benden mahrum bırakmaktı niyetim. Gelgelelim, daha ilk hafta terki çiftlik eyleyen sarışın hatun kişi, 1 hafta birlikte kaldığı ünlü (mü?) ler hakkında kitap yazıp gazetelere tefrika halinde dağıtınca dayanamadım. Amanınn, ne çocuklukları, ne salaklıkları kalmış. Kadın sarışın değil sanki Freud. Alimallah psikoloji dehası. Bozulmasın diye 1 hafta saçlarını yıkamadığını öğrendiğimde yıldızlı pekiyi vermiştim ama söyleşiyi okuyunca bir tuhaf oldum. Görünürde hayırlı bir işe hizmet ediyor görünen bu programın sonunu epeyce merak ediyorum. Öbür çiftlik ise tam tiyatro. Şimdiden annem dahil tüm hanımların gözdesi olmuş duyduğuma göre. Aslına bakarsanız siyasi cephede süren anlaşılmaz ve faili meçhul depresyon sürerken bu tür çiftlik hikayeleri ile günü gün etmek en iyisi. Hatta yanında bir de Ali Baba'nın çiftliğini terennüm ederseniz yemeyin de yanında uyuyun. Yorgun bir günün ardından fazla gevezelik edemiyorum kusura bakmayın artık. Ama giderken sizleri güzel bir şarkı ile başbaşa bırakıyorum. Usta müzisyen Hasan Cihat Örter'den Flirting Shadow ya da bizim bildiğimiz adıyla Nihavent Longa. Hepinize harika bir gün dilerim.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

4 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Café Azur : Suna Keleşoğlu


Giden ve Kalan

"Her şey boş, şimdi başka yerlerde olmam lazım. Sonu yok bu yolculukların."

Hep böyle başlardı O'nun gidişleri. Tutunamayan ya da kaçan olmayı tercih edenlerdendi. Bir sonbaharı daha ülkesinden uzak geçirmek pahasına yine yollara düştü. Geride ben kaldım.
Biz ikiz miydik? İkimiz bir miydik? Bunu kimse anlamadı. Bilinen; O buradayken genelde benim yanımdaydı. Birlikte büyümüştük, aynı oyuncak bebek yüzünden kavga ederdik. Kavga etmeyi bana O öğretmişti.
"Kavgacı olman lazım. Yoksa bu hayat seni ezer." derdi.
Hiç zorlamazdı kelimeleri. Aklına estiği gibi savrulurdu küfürler ağzından. Çevremde yüksek sesle konuşabilen ender kadınlardandı.
"Bak işte! Bu uçak biletim."
Henüz on sekiz yaşındaydı ilk gidişinde.
"Nereye gideceksin?Nerede kalacaksın?" diye sormuştum ağlayarak.
Gidecekti. Ve ben koskoca taş bir binada tek başıma kalacaktım. O varken unuttuğum kimsesizliğimi hatırlayıp ağlayacaktım.
"Gitme" diyemedim.

İlk kez on sekiz yaşındayken terk etti beni ama hep geri geldi. Almanya'daki amcasının yanına gitmişti. Ben kalmıştım. O sene yurt müdiresi üniversite yurdu açılana kadar kalabilmemi sağladığı gibi yaz boyunca da çalışabileceğim bir iş bulmuştu. Zaten bir yere gidemezdim. Kimsem yoktu. O, ölü de olsa bir anne ve babası olduğunu biliyordu. Ben, geçmişiyle bağı olmayanlardandım. Nüfus kağıdımda yazan isimlerle de bir bağım yoktu. Sokakta bulunan terk edilmiş binlerce çocuktan biriydim. Ama O'nun aksine hep bağlı kaldım. Gitmeyi hiç hayal etmedim. Kalan hep bendim.

Biz bebekken yan yana yatarmışız. Taa o zamandan beri hep aynı şehirde, hep aynı yurtlarda hiç ayrılmadan beraber kalmıştık. İlk gördüklerinde bizi birbirimize benzetirlerdi. Oysa biz hiç birbirimize benzemezdik. Aynı kesim saçlarla, aynı giysiler içinde olanların kaderiydi bu. O benzemekten nefret ederdi, ben ise sessiz kalırdım.
Bir elmanın iki yarısısınız derdi öbür kızlar.
"Evet. O tatlı ve taze kısmı, ben kurtlu tarafıyım" der gülerdi.

O seneydi gidişi. Gitti ve uzunca bir süre dönmedi. Geldiğinde tanıyamadım önce. Aramızdaki altı aylık fark altı yıla çıkmıştı sanki. Yüzü yaşlanmıştı. En çok da kalbi kırıktı. Bu yüzden ruhu daha yaşlı duruyordu.
Sormadım. Anlatmazdı zaten. Anlatmasına da gerek yoktu aslında. Her sigaraya sarılışında titreyen elleri hikayeyi tamamlıyordu. Kaçamak sigara içtiğimiz zamanlar müdireye yakalanmayalım diye bir sigarayı ortak içerdik. Birimiz tuvaletin kapısında beklerdi hep. Dumanları o zamanki gibi keyifli üflemesi kalmamıştı.
Savaşıyordu. Savaştığı kendi miydi,başkaları mı? Hep cevapsız kaldı. Başlangıcı olmadan biten aşkları oldu hep. Birilerini sevdi, birileri O'nu sevdi. Ama hiç orta yolu bulamadı.Sonra...Sonrası yok.
Hep bir yerlere gitti. Yepyeni yolculuklara.
Arkasından su dökülen uğurlamalarımız olmadı, ıslak olan benim yanaklarımdı. Yıllar yılları kovaladı. Ne o, ne ben birbirimizin hayatından kopamadık.

Abla kardeş miydik, ana kız mı, arkadaş mı yoksa sadece iki yalnız insan mı?Bunu hiç konuşmadık.
Çok yakın bir zamanda yine geldi. Ben O'nun gidişlerine alıştığım gibi ansızın gelmelerini de yadırgamıyordum.
Yıllar geçmişti artık. Üniversiteyi bitirmiş, evlenmiş, boyumca iki kızım olmuştu.
O ise hep giden oldu. Aradığımı bulmalıyım diye, tüm dünyayı dolaştı durdu. Hiç yorulmadı, hiç yılmadı. Nedendir bilinmez hiç bir yere ait olmadı.
Ve tam artık hep kalacak, kızlarıma teyzelik yapacak derken yine elinde bir uçak bileti ile geldi. Uzak bir yere gidecekti. Dönüş biletini ise almamıştı.
Yine gidecek. Ben geride kalan olmayı çoktan öğrendim. Biz aslında hep iki ayrı kişiydik. Giden ve kalan. İki ayrı yaşamı zaman zaman buluşturan ise geçmişten gelen yalnızlıklarımızdı. İkimiz de iki kere yalnızdık.

SunA.K. Grasse
sunak@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              12 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Kemal Türkmen

 Kahvecigillerden : Kemal Türkmen


  Kuantum düşünceleri

Her bireyin yaşama kendi penceresinden bakabilmesi ve farklılığını duyumsayabilmesi olağanüstü bir duygu.
Kimi zaman, bir an bile olsa akan yaşamı seyredebildiğim duygusuna kapıldığım olur.
Ama ardından, her zaman, yine yaşama dalıp, yaşamın kendisi olup zamanda akıp gidiyorum.

Olasılıklar üreten ve olasılıklar arasında gerçekleşmesi en yüksek olan olasılıkların gerçekleştiği bir evrende yaşıyormuşuz !
Evrenin kendine özgü yapısı , doğum kadar ölümü , aşk kadar nefreti ,güzellik kadar çirkinliği olduğu gibi düzen kadar düzensizliği , kozmos kadar kaosu , kader kadar kadere karşı çıkan iradeyi de yaratıyormuş !

Ben, Büyük patlamanın yıldız tozlarından varolup bugüne ulaşabilen bir insanım.
Milyarlarca olasılıklardan sonra kimilerince kaderim kimilerince irademle 'kendimi' oluşturdum.
Uzay ve zaman içerisinde bir hiç olsam da bilincimde giderek artan bir evrim görebilmem ne kadar güzel bir duygu.

Sıradan birisi olmak istemiyorum !

Her şey değişken,
Her şeyin, geçmiş ve gelecekteki her şeyin salt olasılık değeri olması, kesin doğrunun bilinemeyeceği bir dünya oluşturarak her şeyi belirsizliğe sürüklüyor.
Sürüklüyor ama buna efelenmek karşı çıkmaya düşünme bazında bile olsa yeltenebilmek, sorgulayarak yeni belirsizlikler yaratabilmek bana ne denli keyif veriyor bilemezsiniz.

Yaşamımı bir sanatçı gibi aklımla yoğurabilmeliyim.
Öylesine farklı ve güzel yaşamım olmalı ki başkalarınca bana ait özgün bir eser olarak görülebilmeli.
İster evrim, ister eğitim deyin ama bu yaşamın anlamına doğru, yalnız yapılan bir yolculuktur .

Ne kaos ve kozmos beni bir avuç yıldız tozu kadar heyecanlandırmıyor.
Kendimi bilerek ve ona özen göstererek, yıldız tozlarından bir insan yarattım.

Her şeyin dokusunda ben varım.

Kendi yarattığım yaşamımla,
Evrende hoş göremeyeceğim hiçbir şey yok.

Kemal Türkmen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,809,809,809,809,809,809,809,809,809,80
              10 Kahveci oy vermiş.
14 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Köpüklü Kahve : Müge Ünal


Ne desem nasıl söylesem

Ne yapsam nasıl etsem. Derin bir nefes alsam. Alsam da geçse içimdeki, taa derinlerdeki sızı. Ben derin bir nefes ile onu geri alsam. Ama kalbim duymasa, o farketmeden derin bir nefeste onu geri alsam, farkına varmasa kalbim, farkına varınca da atmasa. Kapı dışarı etmemesi için onu, atmasa dursa. Hiç atmasa !!!

Gecenin yarısı. Alsam derin bir nefes içimde tutsam uzun uzun. Geceye tutunsam ve nefesimi tutsam. Kalbim atışlarda olmasa. Nereye neyi atmaya çalışıyor biliyorum ama. Keşke her atışında bende yardımcı olabilsem, olabilsem de atabilsem keşke parça parça.

İzin vermeseydim de, keşke girmeseydi oraya. Girdi ya, öylesine uğraşıyoruz ki her ikimizde. Kalbim uğraşıyor gitsin diye ben uğraşıyorum derin bir nefeste yakalarım, biraz daha tutarım diye. Mücadale var birbirimizle, onun her vuruşunda benim her nefes alışımda.

Aniden geldi yerleşti odacıklardan birine. Ufacık minicikti. Konar göçer dedim. Her nefeste büyüdü nerden bilebilirdim.

O hiç birşey istemedi ne benden ne kalbimden. Biz besledik seve seve. Ben her nefesimde o her vuruşunda. Öylesine sevimli, tutkulu ve öylesine güzeldi ki. Büyüdükçe büyüdü. Biz büyüsün diye besledik. Öylesine sevdik ki. Biz sevdikçe o büyüdü, o büyüdükçe biz sevdik. Her vuruşun her nefesin karşılığını verdi. Büyüsün diye yer açtık, serpilsin diye duvarları kaldırdık. Her duvarı yıkışımızda o sevindi daha çok serpildi.

Büyüdükçe sığamadı. Sığamadıkça da açtık yerini. Bir gün bir baktık ki sarmış tüm bedeni.
Sarsın daha çok sarsın dedik sarıp sarmalasın doya doya sarılalım biz de ona.

Ama yok değil sonu. Büyüdükçe sığamadı. Çıkıp gitmek istedi. Yerim dar dedi. Ben sende yolcuyum. Konup göçeceğim. Bırak gideyim. Gitsin istemedim. Açtım kapıları ama hiç istemedim. Öylesine güzel ki. Gitmemesine izin vermemek zalimlik. Bilirim zaten istemeden zorla tutamam ki. Seviyorsam gerçekten zorla tutamam sevdiğimi. Tamam dedi beynim, tamam dedi bedenim. Bırak gitsin. Kalbim hiç ses vermedi öncesi. Baktı dinledi bizi. Ağırbaşlı ve kendinden emin. İzin vermek ne demek, burası han sen yolcu hadi git dedi. Dedi de ne demeye inledi.

Gitti. Sessizce çıktı gitti, ne zaman geldi, ne zaman gitti. Ben büyütmemiş miydim onu ne zaman vazgeçti. Geriye sızısı kaldı.

Şimdi uğraşıyoruz, ben her nefesimde, kalbim her atışında.

Ben almaya çalışıyorum onu geri, kalbim atmaya.!!!

Müge Ünal
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              9 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Cemal Algan


İlk Yazı

Uzaklarda çok uzaklarda belli belirsiz dağların eteklerinde, yüzyıllarca önce terkedilmiş hayalet bir şatonun gölgesinde kalmış küçük bir İskoç köyü. 14-15yaşların da muhtemelen soyismi mc'la başlayan isminin gururuyla yağmurdan dağılmış koyunlarını gütmeye çalışan genç irisi bir çocuk. Yağmur gökten dalga geçercesine salınıyor. Yine bulmuş ahmakları. Mc Allister-ben ona bu adı uygun gördüm- kendisinden yaşça küçük olan, kızıl saçlı, çilli, yosun yeşili güzel gözleri olan April'a sesleniyor. Ne söylediği Onlardan kilometrelerce uzakta ki benim tarafımdan duyulması pek mümkün değil.Sadece bir göz yanılsaması, beynimin derinliklerin de ortaya çıkan bir resim. O köyü hiç bir zaman görmedim, göremeyeceğim de. O yüce dağların kenarında otlayan koyunların sütünden bir kez olsun içemeyeceğim. O aralıksız devam eden yağmurun da ıslanmayacağım, ahmak olmama rağmen. April'ın elinden tutamayacağım mesela. Çünkü ben burada İzmir'in bu puslu, kasvetli soğuk kasım akşamın da virane bir oteli kendisine yakışan virane odasın da cam kenarına uturmuş caddeden gelip geçenleri izleyip, ölüm meleğiyle olan randevumun gerçekleşmesini bekliyorum. Muhtemelen İskoçya,dibini görmeme ramak kalan ucuz scotch'undan kaynaklanıyor .Sisli dağlar de sol elimin parmaklarında sıkıştırdığım izmaritten süzülen duman dan olsa gerek.Peki ya o kızıl saçlı kız, acaba o gerçekmiydi? yoksa hayal perdesine düşen gölge oyunu figürümü? Bunu hala çözemedim.

Buraya gelene dek ıslandım.Hiç ama hiç rahatsız etmedi bu beni. Nasıl olsa hasta da olsam gideceğim yere artık çok yakınım. Daha çok gelirken rastladığım bir yaşam karesi beni etkiledi. Önceliri de rastladığım bu kare bugün gibi hiç etkilememişti beni.Büyük otellerin havalandırma bacalarına hem soğuktan hem de yağmurdan kaçmak için sığınmış onlarca tinerci çocuk. Öylece büzülmüşler etrafa anlamsızca bakıyorlar. Ama görmüyorlar olup bitenleri göremiyorlar. Onların tam karşısında okullarından dağılan talebeler. Onların derdi başka. Cezaevinden yıllar sonra çıkmış mahkumun yaşama yeniden ayak bastığı anda ki şaşkın ama bir o kadar da neşeli halini anımsatıyorlar insana okul kapısı çıkışında. Birçoğu doruca kendilerini evlerine götürecek servis araçlarına hucum ediyorlar bağrış çağrış. Şu serviz araçlarının isimlerine hep sinir olurum. Tonton amca, ragıp dayı, ruşen teyze... Ne lan bu..Bu ne biçim bir yağdanlıktır böyle. Ebeveynler bu sahte sıfatlarına aldanarak mı çocuklarını emanet ediyorlar. Amca, dayı teyze olunca güven duygusu kabarıyor insanların. Bir adamın Tonton amca sıfatı kendi uydurduğu bir şey mi yoksa birilerinin ona yakıştırmasımı acaba? Geçen aylarda Polatlı yakınlarında henzemin geçide dalan ve onlarca çocukla beraber tren altında kalarak can veren servis aracının şöförünün sıfatı da mı acaba Tonton amcaydı yoksa. Tonton amca bu şirin sıfatını kendi evinde ailesiyle veya tek başına kaldığında da sürdürüyormudur bu naif ruh halini. Ya da çocukları birer gelir kaynağı olarak mı düşünüyordur? Tonton amca deyince benim gözümde kartpostallarda gördüğüm Noel Baba aklıma geliyor.Benim gördüğüm servis şöförü ise Noel Baba'nın aksine ak sakallı kırmızı tombiş yanaklı görünüşünün aksine kirli sakallı muhtemelen fazla kaçırılan biraların sonucunda vucuda eziyet gibi duran bir göbeğe sahip çirkin bir adamdı.... Ne zaman ki birileri çıkıp bu servis aracın da taşınan çocukları para karşılığı olmaksızın sırf iyilik olsun diye yapar ben işte o zaman ona Tonton amca derim..... Bunu demem için de geç oldu ya neyse belki benden sonrası....

Ya o tiner çeken çocuk yığınları.Onlar kendi tercihlerini mi yaşıyorlar bu hayattta. Hayat onlara ne verdi ne istiyor. Suçları ne bu zavallıların?Onlara uykudan önce masalllar anlatan anne ve babaları oldu mu hiç yanlarında? Sevgiyle saçlarını okşayan sadece şarap çeken kendilerinden büyük derbederlermi? Ya o televizyonlara gazetelere poz veren mevkidarlara ne demeli.Üç beş sokak çocuğunu yanlarına alıp poz poz fotoğraflarını çektirip bunlarla övünen yalan insan suretlerine.Mutluluk bu çocuklar için o kadar uzakta ki.Onlar masallarda ki kahramanların gerçek yüzlerini yaşadıkları iğrençliklerin için de görebilecek, anlayabilecek kadar zekiler. Pamuk prensesin genelev çaçası,cücelerinin de dolmuş duraklarında değnekçilik yaptığını, keloğlanın saç ektirip üçüncü sınıf pavyonalrda darbuka çaldığını, Rapunzelin saçlarını kazıtıp Alsancağın arka sokaklarında vucudunu pazarladığını gayat iyi biliyorlar.Onlar için hayal hiç bir zaman yok. Sadece gerçek ve gerçeğin acımasızlığı var.....

Kızıl saçlıdan ayrılalı koca bir gün ve üstüne ondört saat geçti. Hala lanet olası telefonun çalmasını bekliyorum, yırtık perdeleri kornişten kopmuş,kırık dökük bir yatak ve kimbilir ne zamandır bu uğursuz odanın uğrsuz duvarında öylece duran gereksiz aynadan teşekkül barınağımda. Yatak çarşafları benden önce kalanların canhıraş sevişmelerinden arta kalanlarından dolayı pislik içinde.Resepsiyonda ki neden orda olduğunu bile anlayamadığım adama kaç kez söyledimse de bu durumu hep aynı anlamsız yüz ifadesiyle karşılaştım.Artık söylemiyorum, nasıl olsa beni ilgilendirmiyor diğer her şey gibi.Çok üşüyorum ama bunu gidermek için elimde bulunan ışığa tutulduğunda karşı tarafı geyet net görebildiğim battaniye benzeri şey yeterli olmuyor ısınmama. Benim için anlamsız olan bu battaniye güveler için harika bir ziyefet sofrası halbu ki.Hanse ve Gratel'in masalda karşılaştıkları çikolatadan ev misali bu battaniyeyi gören güve de ne yapacağını nereden başlayacağını şaşşırıyordur herhalde. Bir güve kadar bile hayallerime yaklaşamadım ya boşver....

Tanıdığım en boşvermiş ve bundan dolayıda hiç yüksünmeyen kişi, Hilal köprüsünün dev ayakları altında durmadan şarap çekip uyuyan Gaspar'dır. Her sorulan soruya ciğerleri çıkacakmışcasına bir boşver deyişi var ki ömre bedel. Gerçekten de bu dünyaya gelip hiç bir şey vermeden sadece "boş" vererek giden trilyonlarca beden var. Bir şeyler bırakma gayretinde ki sayılı azınlığı tenziye ederim. Ben çoğunluğa uyup birazdan"boş" bomboş bir şekilde gitmek üzereyim hayattan denen maskaralar diyarından. Benim bu dünyaya verecek zaten bir şeyimde olamaz. Alamadıklarımı düşününce en doğrusu bu oluyor. Gaspar bana hep Ömer Hayyam'ı hatırlatıyor. Basit yalın konjuşmalarında aslında hep bir gerçek ve derinine düşündüğünde hayatın kendisi var çünkü. Hayyam kadar zekimidir bilemem zaten O'nun zekasını sorgulamak benim haddim değil. Ama Hayyam'la örtüşen en azından bir özelliği var. Şarap ve boşvermişlik. Ne diyor Hayyam;

Hey kör bu yer bu gök bu deniz,
Hepsi boştur boş.
Sen onu bunu bırak gönlünü hoş tut hoş,
Şu durmadan devran olup duran dünyada
Alacağın bir nefestir,
O da boştur boş....

Saatler ilerliyor. Beynim yerinden çıkacak yer arıyor.İçkinin son yudumları. Hayatında. Ölüm meleği gelmedi henüz.Belki de gitmek isteyip istemediğimden emin olamadığımdan, kızıl saçlı her arayabilir diye zile basıp çağırmadım kendilerini. Ölüm anı nasıldır acaba?Buradan nereye gideceğim. Gittiğim yerde beni, neler bekliyor.Kendi kendimin celladı olacağım. Tutamadık kendimize bir tane. Tarih kitapların da şehzadeleri,boğazlayan celladlar acaba o an neler hissettiler.Peki ya o emri vererek kendi kardeşlerini çocukları nın ölümüne neden olan padişahlar hangi ruh haliyle bu acımasız kararı veriyorlardı.Ve ölüm çığlıklarını duyduğunda uyuyabiliyorlarmıydı?Tarihimizle övünürken bu küçük ayrıntıları kaç kişi düşünüyordur.Yoksa boşvermişlik düzeni içinde unutulup gidiliyor mu bu da diğerleri gibi. Öbür tarafa gittiğimde bu konuyla ilgili bir tartışma platformu oluşturmayı düşünüyorum. Oldukça renkli bir söyleşi olacağı kesin.Ama kimsenin okuyamayacak olması da bir o kadar kötü. Yaşarken sorgulanmadıklarına göre ölümlülerin ölüleri yargılaması söz konusu değil hayatta....

Üzgünüm dei ayrılırken. Gerçekten üzgün müydü acaba? Hiç sanmıyorum.Dünya üzerinde ki en büyük beş yalandan birisi bence. Teşekkür ederim, rica ederim, özür dilerim, üzgünüm,ben sana layık değilim. Milyonlarca kez kullanılmış ve her kullanıldığından sahtelik akan anlamsız söz grupları. Dil eziyeti bir bakıma kelime sarfiyatı. Hele ki üzgünüm. Telefonu kapattığın an da hayat senin için devam ederken diğeri için ahize yansıyan o iğrenç ses İsrafilin çaldığı kıyamet habercisi oluyor.Üzgünüm diyen üzüntüsünü beş dakika için de bir başkasının koynunda unutuveriyor.Kolay olanın her zaman olduğu gibi.Bu layık olamamanın üzüntüsü de değil. Layık olma mekanizması artık bir başkası için işliyor çünkü. Ve bu sözler her söylendiğinde zehirli birer ok gibi vucuduna saplanıyor felç ediyor insanı. Nefessiz bırakıyor. Ve sonrası......

Kızıl saçlı da üzgün değildi. Bir başkasını bulacak veya buldu bundan benim haberim yok.Üzgün olsaydı arardı eski günlerdeki gibi. Af dilerdi.Çocukluğuma ver derdi.Gönlümü bir şekilde alırdı.Aşkım benim senin fikirlerin benim için herşeyden önemliden, sana ne be ye kadar geçen süreçte kaybolan sevgi dolu sözcükler artık bir başka yağızın kulaklarında çınlayacak.Benim değil.Bu kadarı ağır geliyor artık. Hayatta ki son kalemi de kaybettim. Onurluca silahımı teslim edip ebedi istirahathaneme çekileceğim.

Bu yazıya başlık aramasın kimse.Çünkü anlamsız hayatın anlamsız son yazısı bu.Unutulup gidecek bir bedenin biçimsiz parmaklarında eğreti duran titrek kaleminden çıktı bunlar.Bu ip beni çeker mi acaba.Uzaklarda belli bellirsiz nameler.Anlamsız.Halının püskülleri ne kadar uzun.Seni çok sevdim kızıl saçlı hem de her şeyden çok.......

Cemal Algan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
              12 Kahveci oy vermiş.
10 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Burçin Özcan


YOLCUNUN RESMİ

Yazmalıyım. Gah çiçekli bahçelerden geçmeli, gah pınarlar arasından yol bulmalı yazmalıyım.

Geç olmadan ezdi kalbimi vakitleri parçalayışım. Hem ne parçalayış ki obur dudakalrla, sürekli, doymaz halde, büyük lokmalarla yiyiş, tüketiş. İçimde her anın anlamını kovalayan ,hep yakalamaya çalışan biri. Bir ipin, kedilerin çekilen yumakların ardı sıra koşturuşu gibi,arkasından onu yakalamak istercesine sürükleniş. Karanlık bir yolda , bembeyaz bir sicim önümde uzayıp gidiyor; fakat bir türlü yakalayamıyorum ucunu. Gündüzler ,geceler soluk soluğa koşuyor, yarıştaymışçasına.. Bense şaşkın bir seyirci."Az sonra sabah olacak "diye geçiyor içimden ,saatler gece yarısını yeni vurmuşken. "Şimdi akşam olur,hava kararmaya başladı bile" diye söyleniyorum öğleden sonraları.Ben böyle değildim. N'oldu bilmem. İnce bir kurt ve elma misali kemiriliyor ömrüm sanki. Hiçbir şeye yetişemiyorum.

Düşünülecek meselelere yenileri eklenerek birikiyor ,birikiyor bir kolinin içinde. Bir kez idrak edilenleri diğer koliye aktarıp,yolcu otobüslerine emanet ediyorum. Üstüne adres yazamıyorum. "Bu koli gideceği yeri kendisi bulur" diye özetliyorum şoföre ."Sen bilirsin ,bacım " diyor şoför ,direksiyonu kavrayarak,vitesi değiştiriveriyor. "Toss!!" sesiyle kapanıyor otobüsün kapıları. Yolcular el sallıyor. Gözler yaşlı, dudaklarda dua uğurlanıyor sevilenler. Belki de bu uğurlayış oluyor sevgiyi yeniden fark ettiren..

Benimse tüm hissiyatım paketlerin içinde. Koli bantlarıyla ağzı kapalı kirli sarı kutuların. Otobüsün altındaki bagajdalar.Yolcu bavullarının olduğu yerde.ikinci kaptanın uyuduğu minik bölmenin hemen yanındakinde. Kaptan yorgun;derin bir uykuda.Tüm paketler oraya buraya sallanıyor yol hali. Seyir halinde düşünceler, fikrin ufkunda hayaller..
Kırılacak eşya var mıdır diye düşünmeden üstüne başka ağır koliler koydular belki de. Bilmem. Kırılacak eşya bırakmış mıydım acaba? Bazı kristal yağmur damlaları vardı koleksiyonunu yaptığım. Belki birkaç çiğ tanesi unutmuş olabilirim.Ah nasıl da bilemedim. Camdan bir zırhla ötmüştüm…

Terminalden eve dönüp yorgun argın, yeni paketler hazırlamalı. lakin bir de sancılı oluyor ki sorma, anlatmayı beceremem zaten. Yağmur bitmeyecekmiş gibi yağarken konuşmak zor. Öte yandan bilirim, yağmurlar diner. Gerisi meçhul…

Yolu uzundur kolilerimin, tıngırdayıp tıngırdayıp ilerlerler.. Şoför bey radyoyu açar.tozlu türküler çalınır gece vakitleri.Yol türküleri..Şoför dönemeçlerde direksiyonu kırar aşina bir kavrayışla. Yollar ezberindedir besbelli, yol türküleri dilinde…Geceye dost bir simadır taşıdığı,gurbete yitiktir bakışları. Yollar hissettirmeden sarar insanı. Yolcu yolunda gerektir. Yolcu yola hasrettir.Gurbetlik çeker efkardan kollarıyla, tılsımlı bir toz serperek bağlar gövdesine. Sıcak sılaya hasret, buğulu gurbete vuslat yollar ,geceye yazılır.Şoför mahalli hicran kokar,dumanlı demli ,kara kızıl bir bardak çay kadar.Yol sürüp gittikçe, damaklar kurudukça muavinin yüzü beklenir, çay bahşedici elleri. Muavin nice hayatlar kurtarırda bilmez, o plastik bardaklara doldurduğu sıcak suda.

Çay koktukça yol uzar, yol uzadıkça hayat birikir uykusuz gözbebeklerine. Birşehrin içinden geçerken ,sokaklarda lambalar yanıyordur.Birkaç köpek dolaşıyordur ıssızlıkta tin tin. Evlerden uyku taşar, sıla taşar karanlık pencerelerden. Hep merak ederim; otobüsgeçtikten sonra söner mi sokak lambaları? O kadar yalnız gelir. Gündüzün hengamesinden nasıl bir sıyrılıştır bu.

Çaylar yudumlandıkça hiç akala gelmeyenler gelir, hiç fikre uğramayanlar uğrar teker teker.Uzayıp giden beyaz yol çizgilerinden midir ,nedir?İnce ayrıntılara iner zihin,derinlerde gezinir. Belki bir keşiftir, kendi içine doğru bir yolculuk.Kardelenlerin nasıl olup ta ince boyunlarıyla karı delerek göğe uzanabildiğini düşünürsün ilk defa.Bir sarı kardelen kadar üşürsün beyaz gecenin içinde.Kollarını kavuşturup sıcak bir battaniyenin hayalini kurarsın…Söylememiş olmayı istediğin sözler, hep yolculuk vaktini bekler vicdanına azap çektirebilmek için. Bir bir selam verir yılların birikmiş pişmanlıkları. Özür dileyebilmek istersin, bir daha olmayacak demek ve sarılmak.. Kolların boştur, kendini sararsın fark etmeden.
Hatıralar yolların üstünde uğuldayan rüzgar olur. Arada bir hızla çığlık atarak yanından geçen kırmızı kamyonlara benzetirsin yıllarını. Yazılıp yazılıp silinirler geceye..

Camdaki gecede siluetini ararsın. Arasın da bulamazsın bir müddet. Yanında ,arkanda, önünde kim varsa görürüsün de kendini göremezsin. Sanki boş bir koltuk vardır. Kimse yoktur üstünde. Senin oturduğun koltuktur o.Yavaş yavaş biri belirir koltukta.Kolları,elleri olan,ağzı ,burnu,kaşı,kirpiği yabancı;gözlerini sana dikmiş biri. Esrarengiz bir yabancı…Sanki bugüne değin söylediğin tüm yalanları biliyor, bütün riyakarlıklarını, korkularını, hayallerini, ümitlerini, sırlarını gözlerinin içine bakarak okuyordur yabancı. Korkarsın camın içindeki silik suretten , bakmazsın bir daha.

Başını cama dayar, beynini titreten yolun rahatsızlığını duyarsın. Alnında kalın bir ağrıya dönüşür yol. Başını camdan çeker, koltuğuna yaslarsın.G öz kapakların ağırlaşır, rüyasız bir uykuya dalarsın…İddia ediyorum; bu tabloyu en mahir ressamlar bile resmedemez. Yani gece vakti bir otobüsün içinde hızla yol alırken , bir taraftan başı koltuğuna yaslı uyuyan bir yolcunun resmini…

Burçin Özcan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
              4 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Suha Tunca

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.273 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


ANNETTE VON DROSTE-HÜLSHOFF

Kulenin yüksek balkonundayım,
Çığlık çığlığa sığırcıklar etrafımda,
Ve bir baküs rahibesinden fırtına
Uğuldamakta uçuşan saçlarımda;
Ey vahşi adam, ey harika çocuk,
Seni kuvvetle sarmaktır arzum,
Adele adeleye, kenardan iki adım
Sonrası ölüm kalım güreşim!
*Annette Von Droste-Hülshoff —( 1797-1848 )

İthaf...

Ruhlarınızı yeşerttim içimde
Benzer isteklerin sıra dışılığında
Özgürdük biz / hepimiz

Kısıtlı zamanın zincirleri kırılırken düşüncelerde
Bir kulenin dibinden topladım
Aykırı tohumlarınızı

Gücün istisnasız korkunç adaleleriydi
Gölgeler
Oysa çıtkırıldım zerafetin, çok uzağındaydı güneş

Rüzgar esintilerini yüz yıl sonrasına savururken
Asırlara yolculuk başladı çoktan
Bir korku, bir itilmişlik, bir sınır
Bin adım gizli, bin adım saklı tarihte.

Biz hem çok sevilendik.
Hem en çok nefret edilen…

Bu gün geçmişin satırları arasında
Buldum seni
Seni ve yüz yıl sonrasın da okunma arzunu .

Umduğun satırlar arasında
Senden bir parça ruh kırıntısı
Kimlik arayışı geçti elime sayfalar dolusu
Sorgularımı bıraktım ayraç niyetine,
Sayfa aralarına,

Karşı durduğum bütün sözde ahlak kurallarına
Bir asır öncesinin tozuyla dikildim
/ bir asır sonraya inatla…
Sen gibi nokta koymadan satır sonlarıma…

Şimdi rüzgar saçlarımdan çekmiyor elini
Biliyorum artık yalnız esmediğimi.

Nurdan PAMUK

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Eğlenmeyi biliyorlar işte!..

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


Adamın biri kendisi için güzel bir ayakkabı beğenmiş. Aslında biraz dar gibiymiş ama satıcının da ısrarlarına dayanamayıp bu muhteşem görünümlü ama kalıbı dar ayakkabıyı almış. Fakat bir gün bile geçmeden ayaklarının muhtelif yerlerinde kızarıklık ve su toplamaları başlamış. Ertesi gün yolda karşılaştığı arkadaşı ayakkabılarının ne kadar güzel olduğundan bahsedip övgüler yağdırmaya başlayınca adam, "sorma be birader bu öyle bir illetki içi beni yakar dışı seni yakar" demiş. Bu espri ile ilgisi yok ama size http://www.esao.net/ kısayolundaki web sayfasını öneriyorum. Temel amacının ne olduğunu anlamadığım halde görsel olarak çok sevdiğim bir web sayfasını sizlerle paylaşıyorum.

"Victor Hugo şiirlerini 40.000 kelime ile yazdı. Türkçe'yi en zengin kullananlardan Yaşar Kemal'in romanları 3.500 kelimeyi geçmez" görüşü çok yaygındır. Bu görüş haklıdır zira Türkçe'nin Fransızca'ya oranla daha az sözcük içerdiği doğrudur. İngilizce'ye, Almanca'ya, İspanyolca'ya oranla da daha az sözcük içeriyor olması gerekir. Ne var ki bu Türkçe'nin daha yetersiz bir dil olduğu anlamına gelmez! Çünkü Türkçe az sözcük ile çok şey anlatabilen bir dildir! Daha fazla sözcük içerse bunun kimseye zararı dokunmaz ancak, gereği yoktur. Yazının devamı için http://www.visioneurope.com.tr/bilgisec.asp?eno=41 (teşekkürler Leyla)

Kendi müzik arşivinizi oluşturabilmeniz için yeni bir mp3 arşivi daha. http://www.mp3advance.com kısayolundaki mp3'leri indirebilmek için öncelikle web sayfasında verilen programı indirip bilgisayarınıza yüklemeniz gerekiyor. Daha sonrası için web sayfasını inceleyebilirsiniz.

Şimdi vereceğim http://www.gag.web.tr/yazi.php?yad=982 kısayolunda aşk ile ilgili garip bir yorum göreceksiniz. Animasyonu çalıştırmak için her adımda >> işaretini tıklamanız gerekiyor. Kısa ve öz bir çalışma. Ben onaylamıyorum; ama ilginç bulduğum için sizlerle paylaşmak istedim.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


WordToys 1.0 [1.38MB] Windows 2000, XP FREE
http://www.soldaat.com/wordtoys/download.htm
MS Word 2000, 2002(XP), 2003 kullanıcısı iseniz bu eklentiyi kaçırmamalısınız. Word kullanımını son derece kolay hale getirip bir de üzerine hoşluklar ekleyen bir program. Epeyce işi tek tuşla yapılabilecek hale getiriyor ve onları yeni bir menü olarak oluşturarak kullanmanıza olanak veriyor. İngilizce olması bir dezavantaj olarak görünsede anlaşılması kolay butonlar kullandığı için yabancılık çekmiyorsunuz. Uzun lafın kısası denemeden anlamanıza olanak yok aslında. Yükleyin deneyin.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20040921.asp
ISSN: 1303-8923
21 Eylül 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com