KIRK2YAMA
HİKAYE TOPLULUĞU

Ahmet Altan
Tanju Akdeniz
Fatma Gök
Cüneyt Göksu
Dilek A.Bishku
Seda Demirel
Ahmet Şeşen
Belgin Ayhan
Ebru Kargın
Cem Özbatur







Adrese Teslim Günlük E-Gazete



TAHTA KURDU

1 - Yazan: Ahmet Altan
Yaşam gittikçe bir tahta kurdununkine benzemeye başlamıştı. Sadece önüme geleni yutarak ilerleyebiliyordum. Önümde yutulacaklar ilerleyebilmek için tek yolum, ardımda ise bedenimin reddettikleri, aynı karanlık dehlizde ilerlemeye çalışıyordum. Geri dönmek de olanaksızdı, ilerlemekse çok, çok zor.

Hiçkimselerle tanışıp ilişki kurma imkanı bulamadan, hiç gün yüzü göremeden ölmek de vardı bu işin sonunda, aynı bir ağaç kurdunun yaşamı gibi. Ama, böyle yaşamlar da vardı işte ve ben, nasıl ve ne zaman olduğunu hatırlayamadığım, kestiremediğim bir şekilde bu deliğe düşmüştüm.

Bunca zaman sonra baktığımda, aslında genç yıllarımda okula gitmek konusundaki hevessizliğim; babamın vakitsiz gelen ölümü ve buna benzer bir sürü aksiliğin sonunda bu geleceği kaçınılmaz olarak hazırladığımı görebiliyorum. Lise son sınıfa kadar işler yolunda sayılırdı. Babam, her ne kadar belediyede ufak bir memur bile olsa, yine de eve para giriyordu. Yoksulduk, ama bunun farkında da değildik. Babamın zorlamaları ile okumaktaydım. Çok başarısız bir öğrenci de değildim. Ama dediğim gibi, lise sonuncu sınıfta, üniversite sınavlarına hazırlanmaktayken gelen bu ani ölüm hem tüm planlarımı yıktı, hem de birden evin sorumluluğu omuzlarıma aniden, hiç hazırlıksız olduğum bir anda çöktü. Karabasan gibi.

İşte okulu bırakıp tekdüze bir iş yaşamına girişim de böyle oldu. Hazırlıksız, eğitimsiz, deneyimsiz. Son sürat dibi buldum ve bir daha da uzun yıllar üste çıkmak mümkün olmadı. Öylesine alışmış, kanıksamıştım ki durumumu, bırakın ışığın olabileceğini, varlığını bile hatırlamıyordum. Her günüm aynı, her günüm boşlukta ve amaçsız geçmekteydi. Evden işe, işten eve. Sabahın kör karanlığında kalk, uykulu gözler ve yorgun bir bedeni banyoya sürükle, traş ol, mutfakta iki lokma birşeyler atıştır ve koşar adımlarla fırla dışarı, aceleyle merdivenleri in. Servise yetiş. Uyuyarak devam et yola ve fabrikanın kapısından girdiğin andan itibaren başlayan, düzeysiz, sığ ve sıradan konuşmalarla günü tamamla. Sonra, gene servise binip evin yolunu tut. Tam bir saat yirmibeş dakikalık yolun üzerine eve ulaşabilmek için kar kış demeden yirmibeş dakika yürü. Yorgun ve umutsuz, televizyon karşısında uyuklayarak gene mideni doldurmaya, açlıktan kurtulmaya çalış ve oracıkta sızıp kalmadıysan eğer, giysilerini çıkartıp yatağa at kendini. Yaşam bu muydu ? Bu muydu beklediklerim gençken, okul yıllarımda ?

O zamanlar umut vardı. Neyi nasıl yapacağımı bilemez, ama ümit ederdim. Sevgilimle konuşur, hayal kurardım. Sanki, otomatikman olacakmış gibi düşünürdüm istediklerim. Liseyi bitirdikten sonra, üniversiteyi kazanamayınca anladım, neyin ne olduğunu. Onu bile anlamam vaktimi aldı aslında. Artık çalışmalıydım. Yani herkes böyle söylüyordu. Ama hangi işe girdiysem bir tatminsizlik bir yokolmuşluk duygusu sardı benliğimi. Önce konfeksiyon işçiliği, ( ki bu beni çıldırma noktasına getirmişti ), sonra bir fabrikada montaj işçiliği yaptım.

Bunların hiçbiri bana göre değildi. Sabahtan akşama kadar tamamen tekdüze ve birbirini tekrar eden şeylerle uğraşıp, ayın sonu geldiğinde elime geçen paranın azlığı karşısında, bazen hayrete düştüğümü hatırlıyorum. Sonunda, şu pazarlama işini buldum da, biraz gün ışığı görmeyi başardım. Hiç değilse, gündüzleri dışarıda oluyor, şirketin ürettiği paketlenmiş bakliyat ürünlerini şehrin uzak semtlerindeki mahalle bakkallarına satmaya çalışıyordum. Anlaşılmaz bir şekilde terslendiğim, ya da aşağılandığım zamanlar o kadar çok oldu ki başlarda, bir ara bu işi de bırakmayı düşündüm. Ne var ki, o aralar annem hastaydı ve benim kazandığım üç beş kuruş ev için çok önemliydi. Sırf bu nedenle moralimin çok bozuk olduğu günlerde bile dayanmaya çalıştım. Aradan geçen yıllar içinde, alıştım işe. Ve gelirim biraz artınca evden ayrılıp, kendime iki odalı, ucuz bir apartman dairesi buldum, dış semtlerden birinde. Burası, bir gecekondu apartmandı. Çevre, sıkışık ve pis, yollar kışın çamur, yazın toz içindeydi. Bunlara aldıracak halim yoktu aslında çünkü zaten yeni giysi alabilecek kadar da para kazanamıyordum, eskilerse, kirlenmiş ya da ütüsüz. Umurumda bile değildi. Artık, başka bir işten anlamadığım için ve başkaca hiçbir işe ilişkin bir eğitimim de olmadığından bu satış işinden emekli olacağıma kanaat getirmiştim.

Onu bu sıralarda tanıdım. Bizim şirkette, muhasebe bölümünde yeni başlamıştı. Silik ve gösterişsiz bir kız olduğundan, ilk zamanlar hiç dikkatimi çekmedi. Ama sonraları, sabahları servise bindiğinde, daha bir dikkatli bakmaya başladım. Kısa boyu, tahta göğüsleri ve bozuk cildiyle hiç de güzel sayılmazdı. Kapalı kıyafetler giyer, kimseyle de pek konuşmazdı. Bir gün, işe gelmedi, ertesi gün servise bindiğinde, yüzünün yanındaki morumsu kırmızılık dikkatimi çekti. Ya birisinden dayak yemişti, ya da bir yere çarpmıştı. İlk o gün konuşma cesaretini buldum. Ama bulduğum gibi de kaybettim bu cesareti. Geçmiş olsun dediğimde, yüzüme terslenerek baktı, "hasta değildim !" dedi. Ama nasıl olduysa, soğuk ve donuk bir sesle anlattı sonra yolculuk boyunca, erkek kardeşi, bir lokantada garsonmuş, akşam eve geldiğinde yemek istemiş, o da "ben çok yorgunum, kalk kendin koy" deyince, kopmuş bir kızılca kıyamet. Sonra da girişmiş oğlan buna. "Hayvan !" dedi. O moral bozukluğuyla gelememiş o gün işe. Bu kısa sohbetten sonra, daha sık konuşur olduk. Hatta aramızda bir yakınlaşma bile başladı denebilir. Dediğim gibi; kesinlikle güzel bulunabilecek biri değildi, ama bende o kadar yalnızdım ki. İki ay kadar sonra, nihayet evime geldi ve o gün hemen kapıdan içeri girer girmez yatağa atladık. İyi sevişiyordu. Nereden öğrendiyse, bu işi biliyordu. Böylece, o zamanlar tamamen şehvet üstüne kurulmuş bir ilişki başlamış oldu. Her ikimiz de umutsuzduk. Benim hiç param yoktu, sanırım o da benden farklı değildi. Zaten evlenmek fikri bana hep çok uzak gelmiştir. Belki o da böyle düşünüyordu. Bilmiyorum. Bir şekilde eve yalan söylüyor ve bazı akşamlar bende kalıyordu.

İşte bu gecelerde boşluktan sıkılıp yaptığımız sohbetlerden birinde çıktı bu fikir. Birlikte hırsızlık yapmaya karar verdik. Uzun uzun konuştuktan sonra, bu işe araba çalmayla başlamakta karar kıldık. Ancak bu sayede iyi para kazanılabileceğine karar verip, işi, nasıl ve kimden öğrenebileceğimizi konuştuk. Konuştukça ikimizin de heyecanı artıyor, avuçlarımız terliyordu. Gittikçe her seferinde daha bir hevesle ve daha koyu bir heyecanla sadece bunu konuşur olduk. Dayımın bir otomobil egzoz tamirhanesi vardı, ara sıra uğradığım ufak ve fakir bir dükkan. Aniden aklıma geldi, orada rastladığım gençten bir adam, birgün sohbet sırasında arabaların motor seri numaralarının nasıl değiştirildiğini detaylarıyla anlatmıştı. O zamanlar konu ilgimi çekmemişti, ama gene de adamın aynı sanayi sitesinde bir tamirhanesi olduğunu hatırladım. Bir cumartesi, iş edinip siteye gittim. Adamın dükkanını buldum ve elimde çalıntı bir BMW olduğunu, değişim işi için satışa yardımcı olup olamayacağını gayet düz bir biçimde sordum. Önce hafif şaşırdı, hatta belki de şüphelendi. Ama dayımın bu işten haberi olmadığını falan anlatınca, yatıştı, tozlu masadan aldığı bir küçük kağıt parçasına bir telefon numarası ve bir isim yazdı. Hemen o gün aradım verdiği numarayı, adama telefonunu nasıl bulduğumu uzun uzun anlatmam gerekti. Sonunda ikna olup, bir Mc Donalds'da randevu verdi, ertesi güne.

İşe böyle girdik. P'yi yanıma alıp ertesi gün sözleştiğimiz saatte Mc Donalds'a gittik. Serin, ama güneşli bir sonbahar günüydü. İkimiz de gergindik. Adam randevuya onbeş dakika kadar geç geldi. Önceleri şüphe ile yaklaştıysa da, sonunda bize inandı ve iki yaşındaki bir BMW için, aslında çok sayılmayacak bir fiyat önerdi. Dediğim gibi, aslında o kadar parasız ve umutsuzduk ki, rakam bize gene de çok fazla gibi göründü. Ve önümüzdeki hafta kendisini arayıp, aracı getireceğimizi söyledik. Artık iş, bir BMW çalmaya kalmıştı. Önceleri bu işi nasıl yapabileceğimiz konusunda uzun uzun konuştuk. Hiçbir yol, yeterince güvenli gelmedi, ya da akılcı diyelim. Her gece, iş çıkışında P bana geliyor, bu işi nasıl kıvıracağımızın planlarını yapıyorduk. Ama her seferinde planlarımız batağa saplanıyor, umutsuzluk içinde yorgun düşüp, dolu sigara tablaları arasında sızıp kalıyorduk koltukta.

Sonunda, sanırım aradan iki hafta kadar geçmişti, birden aklıma çok uzun yıllar önce bir filmde gördüğüm bir yöntem geliverdi. Filmdeki kahraman, araba çalmak için bir otelin önüne gidip bir kenarda dikiliyor sonra da otelin kapı görevlisinin meşgul olduğu bir anda gelen bir müşterinin arabasının kapısını açıp sanki otel görevlisiymiş gibi arabayı alıp otoparka götürüyormuş pozlarında basıp gidiyordu. Bu fikir çok parlak bir buluş gibi geldi, o kadar sevindik ve inandık ki bunun çalışacağına, evdeki tek kutu birayı, büyük bir törenle açıp iki bardağa koyup, sanki çok değerli bir şampanya içermişcesine bir kutlama yaptık gecenin bir vaktinde.

Ertesi gün, hangi otel veya barın önünde çalışabileceğimizi anlamak amacıyla şehrin lüks semtlerinden birine gidip bu tarz yerlerin önünde derinlemesine bir araştırma yaptık. Kendi kendime şaşıyordum, planlama konusundaki yeteneklerim ve detaylara olan hakimiyetim karşısında, ben bile kendimi tanıyamıyordum. Sonunda, işin çok kolay olduğunu düşündüğümüz bir yer buldum gerçekten. Bütün yapacağımız gününe karar vermekti. Bunu da o gece evde konuşup karara bağladık ve aramızdaki iş bölümünü belirleyip gönül rahatlığıyla uyuduk.

Çok heyecanlı olacaktı. İki günümü, heyecan içinde, ellerim terleyerek geçirdim. Geceleri yatağa girdiğimde, tüm senaryoyu tekrar tekrar kafamda evirip çeviriyor, aksayan yer olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Sonunda, ilk işimizi yapacağımız gün gelip çattı. Ne yazık ki o gün hiçbirşey yapamadık. Çünkü, söz konusu yere gittiğimizde durum uygun olmasına rağmen hiç BMW gelmedi! Birkaç saat sonra da gelen araç sayısı çok azaldı ve durum ümitsiz bir hal aldı. Yorgun, gergin ve mutsuz bir şekilde eve gittik.

O gece, bundan sonra marka sınırlaması yapmamaya karar verdik. Adama BMW dedik diye ille de BMW bulmamız gerekmiyordu. Nitekim, ertesi gece aynı yere gittiğimizde onbeş dakika bile beklemeden ilk fırsat geldi ve kendimi pahalı bir arabanın kapısını açarken buldum. Adam hiç şüphelenmedi bile, direksiyona kurulup bir apartman ilerideki köşede beni beklemekte olan P'nin yanına gittim. Büyük bir rahatlıkla, gülümseyerek bana otostop yaparmış gibi bir işaret çaktı ve arabaya atladı. Ben çok heyecanlıydım ve P'nin ısrarlarına rağmen dolaşmak istemedim, direkt benim evin yakınındaki bir sokağa arabayı parkedip eve gittik.

Ertesi gün, sabah adamı aradım. BMW'yi ortağımın benden habersiz satmış olduğunu, ama elimizde bir Nissan olduğunu, ilgilenip ilgilenmeyeceğini sordum. Adam, getirin göreyim deyince, işin olmuş olduğunu anladım. Aynı gün, gene aynı Mc Donald's da buluştuk. Araba yeniydi, bir yaşında bile değildi. Adam beğendi, ama gene de BMW için önerdiğinin yarısından bile az bir fiyat önerdi. Bu bile ikimizin bir yılda kazandıklarımızdan fazlaydı. Kabul ettim, hep birlikte arabaya binip, adamın çok uzak bir semtteki kapalı tamirhanesine gittik. İzbe bir yerde, temiz, içerisi görünmeyen tek arabalık bir tamirhaneydi. Camlar boyanmıştı, ve iki kanatlı kapı açılınca bir arabayı içeriye kolaylıkla sokabiliyordunuz. Biz de arabayı içeri aldık, adam küçük camlı ofisin içindeki eski bir kasayı açıp, paranın tamamını nakit olarak ödedi. Bizi geri götüremeyeceğini, hemen arabayla ilgilenmesi gerektiğini falan söyledi. Yüzündeki ifadeden iyi bir alışveriş yaptığını düşündüğünü görebiliyordum. Belki kazık yemiştik, ama bu bizim ilk işimizdi, ayrıca arabayı teslim etmekle işten sıyrılmış da oluyorduk. Lafı uzatmadan tamirhaneden çıktık ve bir taksiye atlayıp çabucak eve gittik. Parayı tekrar sayıp bölüştük.

Ertesi gün hiçbirşey olmamış gibi işe gittik. Öğlen tatilinde birlikte çıkıp yakındaki bir seri sonu mağazasından P'ye bir etek, iki pantalon birkaç çift de ayakkabı aldık. Mutluluktan uçuyor gibiydi. Hatta güzelleşmişti bile denebilir. Artık bir süredir eve pek gitmiyordu, daha çok bende kalıyordu. Eve ne söylediğini hiç sormadım, o da söylemedi, ama artık garson kardeş ya da sorun çıkartan baba konuları hemen hiç açılmıyordu. Bir hafta sonra, yine aynı heyecanı yaşamak istediğimizi itiraf ettik birbirimize. Araba işi böylece sürdü. Tabii her defasında mekan değiştirmek zorunda kalıyorduk. İstanbul çok büyüktü ama bu işleri yapan kişiler belli bir kitle olduğundan, lokanta ve eğlence yerlerindeki kapıların gittikçe daha sıkılaşmaya başladığını farkettik. Bir süre sonra ( sanırım 15-17 arası bir sayıya ulaşmıştık ) bu işi değiştirmek gerektiği konusunda mutabık kaldık. Aslında bana son zamanlarda bir korku gelmeye başlamıştı. Sırf bu nedenle, artık çok param olmasına rağmen oturduğum evi değiştiremiyordum. hatta kendime kıyafet bile alamıyordum. Mümkün olduğunca dışarıda dolaşmıyor, polis olması ihtimali olan yerlerden uzak durmaya özen gösteriyordum. Bir süreden beri güneyde bir yerlere gidip herşeye sıfırdan başlamayı konuşur olmuştuk. ama her defasında "bu son !" dediğimiz bir iş daha yapıyor, arabayı üst sokağa park ettikten sonra eve girdiğimizde, nefes nefese, ter içinde kendimizi yatağa atıyor ve o endişe dolu heyecan içinde delirmişcesine birbirimize saldırıyorduk adeta.

Temmuz ayıydı sanıyorum. Yazlık eğlence yerlerinin ve gece hayatının zirvede olduğu dönemlerdi. P, yeni bir araba istediğini söylemişti. Spor bir şey. daha önceden gözüme kestirmiş olduğum lüks bir kebapçıdan bahsettim, aynı gün öğleden sonra, her zamanki gibi keşif yapmaya gittik. Günlerden Pazar, ve saat öğleden sonra 4 olmasına rağmen içerisi doluydu. Kapıda bir tane kahya vardı ve lokantanın giriş kapısı yan sokaktandı. Ayrıca kahya arabaları bir üst sokakta bir yere götürüyor, buraya gidip dönmesi de her defasında 4 dakikayı buluyordu. Kısacası yer bizim için biçilmiş kaftandı. Pazartesi akşamı gelmek üzere konuştuk. P, o gece annesinin evine gitti. Ertesi sabah işten çıkıp bana gittik, ve her zamanki kıyafetlerimizi kuşanıp yeni yerimize gittik. Bir gün öncesinden bölgeyi tanımış olduğumuz için rahattım, gerginliğim geçmişti. Ne olabilirdi ki ? Gerçekten de kısa sürede P'nin istediği kıvamda bir araba denk geldi. İlerideki köşeden aceleyle onu aldığımda biner binmez bir çığlık attı. O gün ilk kez tökezliyeceğimiz günmüş. Ama bunu henüz bilmiyorduk.

Yukarı

2 - Yazan: Tanju Akdeniz
P'nin mutluluğu ve zevk çığlıkları dikkatimi dağıtmıştı. Hararetli bir biçimde konuşuyor, birbirimize nasıl da iyi olduğumuzu anlatarak moral vermeye çalışıyorduk. Öndeki arabanın durduğunu asla farketmedim. Fren bile yapamadan olanca hızımla öndeki aracın bagajına gömüldüğümü hatırlıyorum. Gözlerimi açtığımda arabanın içi savaş yerine dönmüştü. Cam kırıklarına, alarm seslerine ( patlayan hava yastıkları nedeniyle olduğunu sonradan öğrendiğim ) barut kokusu karışmıştı. P'ye baktım. Alnı gözle görülecek biçimde şişmiş ve morarmıştı, başından sızan kan tüm göğsüne yayılmıştı. "İyi misin ?" soruma inleyerek cevap verdi. Güçlükle konuşuyordu. Bende hiç bir şey yok gibiydi. Arabadan çıkmak için kapıyı ittim. Sıkışmıştı. Kırık camdan çıkmayı düşünürken birileri kapıyı açıp beni çıkardı. P'nin yanına koştum. Etraftan gelenlerin P'yi bir taksiye bindirip götürmelerini seyredebildim sadece. Muhtemelen bir kaç kilometre yakındaki devlet hastanesine götürüyorlardı. Kötü yaralanmıştı ve sanırım baygındı. Küçücük bedeniyle kendisini kucaklayan esnafın kollarında erimiş gibiydi. Az önce mutluluk çığlıkları atıyordu oysa ki.

Öndeki arabadan üç kişi indi. Üçü de boyunlarını tutuyorlardı. Onlara birşey olmamıştı. Olayın şoku ile ne yapacaklarını bilmez bir durumdaydılar.

Olayın sıcaklığı ile olsa gerek kendimi iyi hissediyordum. Biraz göğsüm ağrıyordu, o kadar. İçlerinde daha irice olanı bana yaklaştı, "geçmiş olsun" dedi. "Frenler tutmadı" diyebildim sadece. Etraf çok kalabalıklaşmaya başlamıştı. Bir yolunu bulup en kısa zamanda buradan ayrılmayı becermem gerekiyordu.

Aklıma ilk gelen planı uygulamaya koydum. Bir sinir krizi geçiriyormuşcasına "Karım !" diye bağırdım. "Karıma ne oldu ? Onu nereye götürdünüz ?" Herkes beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Onlar üstüme geldikçe ben kendimi yere atıp çıpınıyor, "Beni de onun yanına götürün ! Ben de onunla birlikte ölmek istiyorum !" diye bağırıyordum. Plan işe yaradı. Bir taksi çevirip, çarptığım arabadan iki kişi ile birlikte hastaneye gittik.

P kendine gelmişti. Soran gözlerle bana bakıyordu. Buradan kaçmamız gerektiğini fısıldadım. Başını salladı. Yürüyebilecek durumda olup olmadığını sordum. "Bilmiyorum" dedi. "Başım çok ağrıyor. Ama sanırım deneyebilirim".

Odaya giren polisleri gördüğümde bütün kanımın çekildiğini hissettim. Her şeyin bittiği duygusu kapladı içimi. Yolun sonuna geldiğimizi düşündüm. Bu kadar kısa sürmesini beklemiyordum. Kalbim duracak gibi atıyordu. Zabıt tutmaları gerektiğini söylediklerinde ise, tam tersine, hayata yeni başlamış gibiydim. Adımın Tarık Yücel olduğunu söyledim. İlk okul arkadaşımın adı gelmişti aklıma nedense. Evrakların arabada olduğunu, frenlerin tutmadığını falan söyleyip polisleri savuşturdum. Diğer iki adamın ifadelerini almaya gitmeleri elimizdeki tek fırsatımız olabilirdi. P'ye kalkmasını söyledim. Doktor ve hemşirelerin bir başka hastayla meşgul oldukları bir anda kaçtık. Nereye gittiğimizi soran görevliye de polisin istediği evrakları getirmeye gittiğimiz söyledik. Her şey tereyağından kıl çeker gibi bir anda olup bitiverdi.

"Nereye gidiyoruz ?" diye soran taksiciye "Beyoğlu" dedim. Aklıma ilk orası geldi. "Mantıklı" diye düşündüm kendi kendime sonradan. Kalabalığın arasında kimsenin dikkatini çekmeden bir kafede oturup, sakin kafayla plan yapabilirdik. Ama önce P'nin dikkat çeken kanlı gömleğinden kurtulmak gerekiyordu. Bir eşarpla da kafasındaki sargıyı gizleyebiliriz diye düşündüm. "Geçmiş olsun abi" dedi taksici. "Trafik kazası mı ?". Evet dedim kısaca. O anda birden taksinin hastane önündeki taksi durağına ait olduğu levha ilişti gözüme. Bizi bulmaları çok kolay olurdu. Fikrimi değiştirdiğimi, bizi uygun bir yerde bırakmasını söyledim. Taksici şaşırmış gibiydi. "Nooldu abi ?" diye sordu. Kendime kızdım. Şüphe çekici davranmamam gerekiyordu oysa.

Taksiden indik. Taksinin uzaklaşmasını bekledikten sonra iki yüz metre ilerideki fabrika satış mağazasına doğru yürümeye başladık. P, yürürken zorlanıyordu. Sırtı, boynu ve dizleri ağrıyordu. Koluna girdim. Yüzüme baktı. Onu sevdiğimi söyledim. Bunu ilk kez söylüyordum. Sadece P'ye değil, kendime de. O da beni sevdiğini söyledi. Her şey geçti dedim. "Bak hala özgürüz. Paramız da var. Her şeye yeni baştan başlayıp, yeni bir hayat kurabiliriz".

"Artık araba çalmak yok" dedim. Cevap vermedi. Yapacak bir iş buluruz nasılsa diye devam ettim. "Çiftçilikten anlamam ama toprakla uğraşmayı severim". Bu söylediğime kendim de inanmamıştım. "Bir iş kurarız. Küçük bir ticarethane olabilir. Tarım aletleri veya beyaz eşya ne bileyim. Al sat işi en kolayı. Fazla bir bilgi ya da deneyim de gerekmez. Zamanında az mı fasulye, nohut sattım. İnsan sarraflığı benim işim. Ev, arsa komisyonculuğu falan da olabilir. Krizden sonra herkes bir yer alma derdine düştü. Büyük şehirlerden kaçmak isteyen isteyene. İnşaat işine de gireriz zamanla. İçinde ev olan arsa daha değerli". P hiç konuşmadan bana bakıyordu. Ben de sustum.

Gidelim dedi. "Gidelim buralardan. Uzaklarda, güneyde, küçük, iddiasız bir kasabada, kalabalıktan uzak bir yere gidelim." Gidelim diye yanıtladım. "Üstelik hemen gidelim".

Mağazadan aldığımız anorak ve şal ile birlikte evin yolunu tuttuk. Paramızı evde saklıyorduk. Böylesinin daha güvenli olacağına karar vermiştik. Sokağın başına geldiğimizde taksiciye durmasını söyledim. Evin önünde bir polis arabası duruyordu.

Yukarı

3 - Yazan: Fatma Gök
Neye uğradığımı şaşırmıştım. Her şey, aslında daha hiç başlamadan bitmiş miydi ? İşte yolun sonu. Kafamdan yığınla şey geçiyordu. Ben tahtakurdu olup hayatı kemirmeye çalışırken, şimdi hayat mı beni kemiriyordu ..? Ya da aslında kendi kendimin kafasına girip, beynimi mi kemiriyordum... Kahretsin ..! Neden bırakmaya karar verdiğimiz halde devam ettik. Geri dönsek. Nereye gidip, nerede kalırız. Paralar evde. Paraları mutlaka almamız lazım. Ya eve girip paraları buldularsa ..? Dönsek... Paralar... Paraları almamız lazım. Nasıl buldu izimizi bu geri zekalılar ? Bir şeyler yapmalıyım. Taksici şüphelenmese bari. En iyisi dönmemiz. Saklanırız, birkaç gün sonra gelip bakarız tekrar. Off Tanrım ! Bitti işte, bitti...

- Canım, kendine gel artık. Bak, yan apartmanda bir daire soyulmuş, memur bey konuyla ilgili araştırma yapıyormuş. Hayvan herifler, adi hırsızlar ne var ne yok alıp gitmişler...

P'nin sözleriyle irkilerek kendime gelmeye çalıştım. P, beni bırakmış, taksicinin kapısına yaslanan polisi lafa tutmaya başlamıştı bu kez. Nasıl bu kadar soğukkanlı olabildiğine şaşırdım.

- Memur bey, az önce feci bir kaza atlattık. Gördüğünüz gibi yaralıyım. Çok affedersiniz şerefsizin teki çarpıp kaçtı. Plakasını bile alamadık iğrenç herifin. Eşim olayın şokunu atlatamadı daha. Her taraf böyle pisliklerle dolu....

P'nin polise anlattığı hikaye, beynimin iç kısımlarında yankılanıyordu. O, polisle konuşmaya devam ederken, dikiz aynasından şoförün bana baktığını fark ettim. Her şeyi anlamıştı sanki, ama susuyordu. Minnet dolu bakışlar gönderirken, P'nin polisle diyaloğu bitmiş, eve doğru gidiyorduk. Taksiden indiğimizde, bakışlarımla teşekkür ettim şoföre.

Yukarı çıktık. Eve girdiğimde ilk işim paralara bakmak oldu. Yerinde duruyorlardı. Derin bir nefes alıp kendime gelmeye çalıştım. P, bitkindi. Bir an önce plan yapıp, bu şehirden kurtulmalıydık. Epey paramız vardı. Uzun bir süre idare ederdi bizi. Çok acele karar vermeliydik. Daha önce, güneye yerleşme fikrini konuştuğumuz sıralarda, gazetelerdeki ilanlara bakmıştım. Alanya taraflarında satılık çiftlik evleri vardı. Hemen birer duş alıp, yanımızda birkaç eşyayla beraber çıktık. İlk otobüse bilet alıp, Alanya yollarına düştük. Hala korku, endişe dolu duygularla doluydum. Alanya'ya gidene kadar da geçmeyecekti. P, yorgun ve bitkin bir halde çoktan uyumuştu. Kafamdaki ciddi endişeler, yorgun beynime ve göz kapaklarıma yenik düşmüştü...

Gözlerimi açtığımda, Alanya ile Manavgat arasında bir yerdeydik. İnip bir otele yerleştik. Kafam nispeten rahattı. P ise, başındaki yara haricinde epey kendine gelmişti. Her zamanki rahat tavırlarıyla o ve ondan sonraki günlerde sakinleşmeme yardımcı oldu.

Otele yerleşeli üç hafta geçmesine rağmen hala bize uygun bir çiftlik evi bulamamıştık. Daha önce yaptıklarımızdan, araba olaylarından falan hiç bahsetmiyorduk. Geçen günler, ikimizi birbirimize daha çok yakınlaştırdı. Onu sevdiğimi söylediğim gün, her şeyi kendime de itiraf etmiştim. Onu gerçekten seviyordum. O otelde kaldığımız günlerde, birbirimizi tam olarak keşfettik diyebilirim. Her fırsatta sevişiyorduk. Tıpkı bir müziğin notaları gibi, artarak çoğalıyorduk. P, daha güzeldi artık. Sanırım onu görmek istediğim göze ulaşmıştım.

Günler geçtikçe P'nin bakışlarının donuklaştığını fark ettim. Mutlu gibi görünse de bakışlarındaki parlaklık, gün geçtikçe yok oluyordu. Biraz değişikliğin iyi geleceğini düşündüm. Hazırlanmasını söyledim. Bir taksiye atlayıp merkezi bir yerde lüks bir gece kulübüne gittik. İçeri girdiğimiz andan itibaren P, deliler gibi dansetmeye başladı. Onu mutlu gördükçe benim de neşem yerine geliyordu. Ben de ona eşlik etmeye başladım. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar içip dansettik. Pistin ortasında, kalabalığın içinde derin derin öpüşüyor, çılgınlar gibi eğleniyorduk. İkimiz de sarhoş olmuştuk. Ellerimi, vücudunun kıvrımlarında gezdirdikçe müthiş haz alıyordum. Artık iyice zıvanadan çıkmıştık. P, dışarı çıkmayı teklif etti. Hemen çıktık. Kapıdan çıktığımız anda, ılık rüzgarın suratımıza çarpması, az da olsa kendimize getirmişti bizi. Tam o anda kapının önünde çok lüks, spor bir arabanın durduğunu fark ettik. Kaza yaptığımız arabanın aynısı ! P'nin en sevdiği ve istediği model. Gizli bir güç vücudumu her yerinden iğneliyordu sanki. Arabaya takılıp kalmıştım. P'ye bakmamaya çalıştıkça o gizli güç, sanki başımı ona doğru döndürmeye çalışıyordu. Başımı çevirip P'ye baktığımda, onun yüzünde de aynı ifadeyi gördüm. Ve en dikkat çekici olanı ise, gözlerinin eskisi gibi ışıl ışıl parlamasıydı ..!

Yukarı

4 - Yazan: Cüneyt Göksu
Arabanın yanına usulca yaklaştım, okşarcasına ellerimi o görkemli kaportanın üzerinde gezdirerek, gözlerimi arabadan ayırmadan çevresinde bir tur attım. Motoru hala çalışıyordu! P, heyecanla beni izliyordu; "haydi, biran önce yapalım şu işi" der gibiydi; sevişmeden önceki o ihtiraslı ruh haline bürünmüştü. Zihnim bulanıktı; son işimizdeki kaza, hastahanede başımıza gelenler, polisler, evden kaçışımız, "bir daha asla" diye birbirimize verdiğimiz sözler... Hepsi, ışık hızıyla zihnimden geçiyordu. Sonunda, aşırı alkolün de verdiği cesaretle, elimi arabanın kapı koluna attım ki;

- Çok güzel değil mi ?
sesini duymamla, elimi çekmem bir oldu. Gece kulübünün kapısından bize doğru yaklaşan, son derece çekici, spor giyimli, mükemmel hatları olan, uzun siyah saçlı kadına aitti bu ses. Donup kalmıştık. Merdivenleri yavaşça indi, P'nin şaşkın bakışları arasından geçerek yanıma geldi. Gözleri, gözlerimin içindeydi adeta. Nereye koyacağımı bilemediğim elimi, avucunun içine alarak, yeniden kapı kolunun üzerinde gezdirdi ve yeniden sordu :

- Ne kadar güzel değil mi ?

Şaşkınlığımı atamamıştım üzerimden.

- Yaa, evet ..!
diyebildim ancak. "Herhalde sizde yeni çıktınız, isterseniz gideceğiniz yere bırakayım" dedi. P'yle göz göze geldik, bir kaç dakika önceki ışıltılar yerini endişeli bakışlara bırakmıştı. Ama, o benden önce davranarak, "Tabii, neden olmasın çok seviniriz" dedi; hemen ön kapıyı açıp koltuğa kuruldu.

B arabayı kullanırken dikiz aynasından onu izliyordum. Çok ustaca kullanıyordu, hızlı ve ataktı ama dikkatsiz değildi, aksine kurallara özen gösteriyordu. Bir süre sonra sessizliği o bozdu, "Nereye gitmek istersiniz ?". Tedirgindim, B'den aldığım elektrik beni huzursuz ediyordu, bir an önce bu garip durumdan kurtulmak istiyordum. "Yorucu bir gündü, lütfen bizi .... oteline bırakır mısınız ?" diyebildim. "Orayı biliyorum, nasıl isterseniz" diye cevapladı. Yolculuğumuz sırasında, buralı olmadığını, şehre erkek arkadaşıyla bir süre önce geldiğini söyledi, çok konuşmuyordu zaten. P arkadaşının nerede olduğunu sorunca, gözünü yoldan ayırmadan, sertçe, "Bilmiyorum, bende kulüp kulüp onu arıyorum" diye kestirip attı. Otele varmıştık. Arabadan bizden önce inerek "Haydi gelin, size kahve ısmarlayayım" dedi ve odasına davet etti. Şaşırmaya devam ediyorduk. Bunu özellikle yapıyordu; bundan keyif aldığı da kesindi. Otelin en güzel suitine doğru beraberce çıktık. Son derece lüks süitin, salonu darmadağınıktı. Bundan rahatsız da görünmüyordu zaten. "Buyrun, buyrun" diye içeriye davet edildik. Kahvelerimizi ısmarladıktan sonra, "Hemen dönerim, bir duş alıp geleceğim" diyerek, soyuna soyuna yatak odasına, oradan da duşa geçti. B duştayken, P'yle bu durumdan nasıl usulca, dikkat çekmeden kurtulabiliriz diye konuşmaya başladık. Hastane gibi kaçamazdık bu defa, aynı otelde kalıyorduk. Bir yandan da kocaman salonu gözlerimle taramaya başladım. B zengindi ! Her tarafa, umarsızca atılmış markası ünlü kıyafetler, oraya buraya saçılmış değerli takılar, yatağa gitmeye gerek bile duyulmadığı anlaşılan sevişmeden kalmış, kanepenin kenarına sıkışmış iç çamaşırları, herşey ama herşey ortalıktaydı. Bir köşede kümelenmiş gazete küpürleri dikkatimi çekti, tam onlara doğru gidecektim ki, B'nin duştan çıktığını farkettim. Aniden geri döndüm.

Beyaz bir havluya sarınmış halde, vücudunu gizlemeye gerek bile duymadan salona geldi. O kadar rahattı ki ! Sigarasını yaktı; tam karşımızdaki koltuğa yerleşti; derin bir nefes çekerek sıkılıp sıkılmadığımızı, kahvelerin gelip gelmediğini sordu.
"Henüz gelmedi, herhalde eli kulağındadır." dedim.
- Tak, tak, tak...
"Hah! Kahveler de geldi" diyerek yerinden fırladı; havlusunu düzeltip, sular damlayan saçlarını savura savura kapıya yöneldi.
Oturduğumuz yerden kapıyı göremiyorduk; ama duyabiliyorduk.
- Sen miydin ? Nerede kaldın ?
"Zor oldu ama hallettim, iki sokak arkaya bıraktım."
- Şşşşt, yavaş ol ..! Yalnız değilim, misafirlerimiz var ..!

Yukarı

5 - Yazan: Dilek A.Bishku
Kapının önünden gelen sesler kesildi. Önce; "Herhalde aralarında fısıldaşıyorlar, adama bizden bahsediyor olmalı" diye düşündüm, ama sessizlik uzadıkça uzadı. O zaman, "Yok, öpüşüyordur bunlar" diye geçirdim içimden. Sonra aklıma B'nin ıslak saçları, üzerinde havludan başka bir şey olmadığı geldi. "Ulan," dedim kendi kendime, bu iş şimdi öpüşmeyle de kalmaz ha ..." Bu düşünce ile içime hoş bir ılıklık yayıldı, karnımın içi kamaştı, ama bir yandan da garip bir öfkeye kapıldım. Ne yani, biz burada pezevenk başı mıydık ? Amma densizlik ha !

Göz göze geleceğimizden emin, dönüp P'ye baktım. Acaba o da durumdan rahatsız olmuş muydu ? Benim aklımdan geçenler onun da aklından geçiyor muydu ? Uzayıp giden sessizlik onu utandırmış mıydı, yoksa o da benimle sevişmek mi istiyordu ?

P gözlerini karşıdaki duvara asılı tabloya dikmiş, ellerini kucağında kavuşturmuş, kıpırdamadan oturuyordu. Ne benim farkımda gibiydi, ne garip ev sahibemizin hala dönmediğinin, ne de odada uzayıp giden sessizliğin. Büyülenmiş gibi karşıya bakmaktaydı, ama artık duvara mı, tabloya mı, yoksa onların da ötesinde daha uzak bir yerlere mi, onu pek anlamamıştım. Gerçi tabloya bakıyor olamazdı, zira saçma sapan, sıradan, ucuz bir tabloydu duvardaki. Önünde beyaz bir çit olan, aptal bir kır evi, çiçekler falan. Hani şu "Evlenecez ... mavi pancurlu küçük bir evimiz, bahçesinde koşuşan boy boy çocuklarımız olacak ..." palavrasındaki evler vardır ya, işte onlardan biri.

Uzanıp koluna dokunmak, dürtüp uyarmak istedim, ama nedense elim havada, kalakaldım, kıyamadım. P' nin orada öylece dalgın dalgın oturuşundaki bir şey bana dokundu sanki. İçimi o zamana kadar hiç hissetmediğim acayip bir his kapladı. Sanki şefkat gibi, merhamet gibi, koruma arzusu gibi ılık, yumuşak, taze salep gibi, tarçın kokulu bir his. Ne araba çalarken paylaştığımız heyecana, ne suç ortaklığımızın getirdiği yakınlığa, ne de yataktaki hayvani şehvetimize benzemeyen tuhaf bir duygu. Bu, ne P'ye, ne de başka birine karşı o ana dek duymadığım, duymayı da ummadığım bir şeydi ve ben o zaman kendi kendime dedim ki: "Oğlum, sen bu kızı resmen seviyorsun işte. Bu güne kadar seviyorum meviyorum diye kuru sıkı maval okudun ama, ulan gördün mü bak, sahiden de seviyorsun."

O an P'nin elini tutup "Hadi kalk gidelim" demek istedim. "Buradan uzaklaşalım. Şu tablodaki gibi bir ev alalım. Yeşil pancurları, önünde beyaz bir çiti, çite sarılı sarmaşıkları olan bir ev. Bahçesinde tablodaki ev gibi renk renk çiçekler olsun. Hatta aynen tablodaki gibi bir de el arabası koyarız bir kenara, içine de menekşe saksıları ...". Vallahi bunların hepsini tek tek söylemek geldi içimden, ve ciddiydim de. O zamana kadar hiç olmadığım kadar ciddiydim ve bu lafların hepsi ta yüreğimden geliyordu. Yeminle...

Ama tam o sırada, B yanında saçlarını ensesinde sıçan kuyruğu gibi toplamış gençten bir herifle odaya girdi. Üzerinde havlu değil, siyah kısa bir etek ve kırmızı parlak bir bluz vardı. Saçlarını toplamıştı. İnce bantlı, yüksek topuklu sandaletlerine bakılırsa yeniden dışarıya çıkmayı planlıyorlardı. Yanındaki tıfıl ise paçalarından şımarıklık, adilik damlayan, dejenere bir zirzoptu. Anında sinirime dokundu herifin tipi. Gerçi bir an, acaba dedim besbelli zengin çocuğu diye, ya da bu tipsiz haliyle B gibi güzel bir hatunu götürüyor diye gıcık kapmış olabilir miyim ? Ama yok değil. Bu dallamayı nerede olsa gözüm tutmazdı. B ile olan ilişkisi olayın üzerine tüy dikiyordu, o kadar.

Onlar odaya girince P kendine geldi, daldığı hülyalı halinden sıyrıldı. Tanışma faslı falan derken kahveler geldi, ama kahveye rağbet edilmedi, onun yerine içkiler tazelendi. Gürültülü, kakaka kikiki bir sohbet başladı. Anlaşıldğına göre bizim zirzop bey yurt dışındaymış, yeni gelmiş. Gittiği züppe klüplerden, dejenere batakhanelerden, girebilmek için üç ay önceden randevu alınması gereken restoranlardan bahsetmeye başladı. Zıkkımın pekini ye ..! P ise elinde zirzopun hazırladığı kusmuk renkli bir kokteyl, sırıta kırıta, ağzı açık ayran budalası gibi dinliyor. B'nin eteği iyicene sıyrılmış, zirzopun eli onun çıplak bacağında, onun eli zirzopun neredeyse bilmem neresinde. Töğbe estağfurullah ..! Bunlar insanı katil ederler yahu ..!

Dayanamayıp sigara bahanesi ile kendimi balkona attım. Gece ılıktı, denizden taze bir meltem esiyordu. Vakit gece yarısına yaklaşmasına rağmen sahildeki ışıl ışıl çay bahçelerinden hala müzik sesleri, kahkahalar, tabak kaşık şıkırtıları geliyordu. Seslerin arasında çocuk sesleri de vardı. Aileler tatile gelmişler diye düşündüm. Biz yaz tatillerinde hep babaannemlerin köydeki evlerine giderdik. Babam ölmeden tek bir yaz, ben orta ikiden üçe geçtiğim yıl, deniz kıyısında tatile gitmiştik. Çeşme'deydi galiba. Yerini tam hatırlamıyordum, ama hangi şehir olduğu dışında bütün ayrıntılar aklımdaydı. O ne harika bir yazdı öyle. Hayatımda ilk defa deniz kıyısında bir otelde kalmış, sahici restoranlarda yemek yemiş, şu sahildeki çay bahçelerinde tasasız eğlenen çocuklar gibi ben de eğlenmiştim. Ne olduysa, bir daha hiç öyle bir tatile gitmemiştik. Herhalde babamın parası yoktu. Ama şimdi ben zengindim işte. Öyle ya da böyle, para kazanmıştım işte ve çocuklarımı her yaz deniz kıyısında tatile götürebilirdim mesela. İstedikleri otelde kalabilir, istedikleri yerde yemek yiyebilirdik. Aile ile seyahat etmek, tatile çıkmak çok hoş bir şeydi. Bende artık böyle şeyler yaşamak istiyordum. Vicdanı rahat, kimseden çekinecek korkacak bir şeyi olmayan aile babalarının, şu ışıklarını seyrettiğim çay bahçelerinde karıları ile karşılıklı çay içen aile babalarının yaşadığı huzuru duymak, onlar gibi bundan sonraki ömründeki en büyük maceranın çocuklarının büyüyüşünü seyretmek olacağını bilmenin uykulu mutluluğunu hissetmek istiyordum. Ben P ile evlenmek istiyordum.

Bu ruh haliyle sigarayı bitirmeden balkon demirlerinde söndürdüm, izmarite bir fiske vurup aşağı attım. P'yi kolundan tutup bu rezil yerden hemen uzaklaşmak arzusu ile balkon kapısına yöneldim. Hiç vakit kaybetmemeli, derhal bu sefil ve ahlaksız insanların yanından, kendi geçmişimizdeki çirkinliklerden ve etrafımızı saran günahlardan çok uzaklara gitmeliydik.

Balkon kapısını açıp odaya girdim. Bizim zirzopla B sarmaş dolaştı. B'nin saçları çözülmüş, bluzunun düğmeleri açılmıştı. Zirzop da hem gömleğinin önünü açmış, hem de her ne hikmetse, saçlarını çözmüştü. Ne bileyim ben, demek uzun saçlı adamlar böyle sevişiyorlardı, ama o an hiç de umrumda değildi doğrusu. Tek düşündüğüm P'yi alıp oradan uzaklaşmaktı. Ama P görünürlerde yoktu.

- "P nerde ?" diye bağırdım.
"P mi ? O da kim ? Siz kimsiniz ?" dedi B bluzunu omuzlarının üzerine çekerek. "Derhal gidin burdan !"
- "P'yi almadan gitmem ! Nerede o ? Ne yaptınız ona ?"
B sakin sakin "Siz ne dediğinizi bilmiyorsunuz," dedi ve alayla gülerek gözlerime baktı. "Sarhoş olmalısınız."
- "Söyleyin ne yaptınız P'ye ? İkinizi de gebertirim, söyleyin ne yaptınız ? Nerede o ?"
"Ama ileri gidiyorsunuz."

B'nın sesinde en ufak bir telaş yoktu. Bluzunun önünü kapatma gereği bile hissetmeden eğilip sehpanın üzerindeki kadehi aldı, arkasına yaslanıp bacak bacak uzerine attı ve gözlerimin içine baktı.

"Şimdi gitseniz iyi olur. Belli ki kafanız karışık. Bence uyuyun, dinlenin."

- "P nerede ? İkinizi de gebertmeden söyleyin ..!"

O ana kadar sessizce oturan zirzop ayağa kalktı. "Merak etme hayatım," dedi. "Şimdi polis çağırıyorum."

Yukarı

6 - Yazan: Seda Demirel
Bir an için sustum. Olan biten o kadar anlamsızdı ki; P bir sigara içimlik sürede yok olamazdı. Bu ihtimal elbette yoktu. Bu ikisi de odada olduklarına göre P yakınlarda olmalıydı.

Susup önüme bakmamdan dolayı karşımda dikilen zirzop rahatlamış ve ipleri eline geçirdiğini sanmıştı. Beklemediği bir andı ve ben sağ omzumu onun sağ böğrüne geçiriverdim. Nefesinin kesilip yere yuvarlanmasını fırsat bilip B yi de kolundan tuttuğum gibi odadan dışarıya sürükleyerek çıkardım. B şaşılacak kadar sakin davranıyordu. Hatta saniyenin onda biri kadar bir zaman diliminde yüzünde bir gülümseme seçer gibi oldum. "Neler oluyor böyle ?" diye ağzımın içinde geveleyerek B'yi kattaki asansörün içine ittim.

B karşımda duruyordu. Hiçbir kaçma belirtisi göstermiyordu. Saçlarına yapıştım. Başını sağa doğru eğerken yüzünde yine aynı gülümseme belirdi. "..durma, acıyı severim !" diye fısıldadı. Avucumda yapıştıklarım B'nin saçları değil de domuz pisliğiymişçesine elimi çekiverdim. Baş edilebilecek gibi değildi. İçine düştüğüm şu durumu anlamama imkan yoktu. B'nin ellerinin bacaklarımda gezindiğini hissettim ve elektrik çarpmışçasına kendimi geriye attım. "Orospu !" diye tısladım. Kahkaha attı. Midemin bulandığını hissediyordum. Ani başlayan bir baş dönmesi ile yere yıkılana kadar kahkahası kulaklarımdan göğsümü doldurdu. Sonrası mı ? Sonrası tam bir boşluk.

Gözlerimi açtığımda hala kahkahası kulaklarımdaydı. P başımda bekliyordu. Yatmakta olduğum otel odası bana tamamen yabancıydı. Işık gözlerimi yaktığı için "Perdeleri kapat !" diye inledim. P perdeleri kapatmak için yanımdan kalkarken güçlük çekti. Daha sonra da topalladığını hissedince kendime gelip yataktan fırladım !

"Lanet olsun, sen nerelerdeydin ? Neler oldu bize ? Neredeyiz ? O, B olacak orospu bize ilaçlı kahve, içki ne bileyim, bir şeyler içirmiş olmalı ! Sen nerelerdeydin ? Ne oldu sana ?" şeklinde başlayıp sürekli tekrar eden cümleleri susmaksızın kurmaya başladım. Bir yandan da ellerini, bileklerini omuzlarını tutup yarı okşuyor yarı muayene ediyordum. Görünen çok önemli bir şey yoktu. El bileklerinde birkaç morluk vardı. Teni hep hassastı. Pek çok sevişmemizden sonra da cildi mosmor oluverirdi.

"Neden konuşmuyorsun ? Anlat, ne yaptılar sana ? Lanet olsun !! Biz neredeyiz ???"...

P üzerime doğru eğilip beni kucakladı. Daha sonra da dudaklarını dudaklarıma dayayıp ben sakinleşip susana dek ayırmadı. Susup sakinleştiğimden emin olduktan sonra başını geriye alıp avuçlarına aldığı yüzümü kendisine çekip gözlerini gözlerime dikti. "Bu sefer kötü faka bastık !" dedi. Boş gözler ile onun donuk gözlerine baktım. Hala neler olup bittiğini anlayamıyordum. "Bizim gibi küçük fareleri onlar gözlerinden tanıyorlar. Zaten bir süredir burada olduğumuzdan da haberdarlarmış. Saklanacağız, kaçacağız derken örümcek ağının merkezine doğru ilerlemişiz !". "Nasıl yani ? B de araba işi mi yapıyor ? Bizi nerden bulmuşlar, nereden tanıyorlar, nasıl haberdar olmuşlar ?..." Yüzümü avuçlarından bıraktı ve gözlerini duvara çevirdi. Sorularıma cevap vermiyordu. Bomboş duvara saplanmış bakışlarında en ufak hayat belirtisi de yoktu. Yine donuk ve mat bakmaya başlamıştı. Bu hali beni B ya da zirzoptan hatta bütün olan bitenlerden daha fazla endişelendiriyordu. Kendimi gerisin geriye yatağa attım. Sağ elimle saçlarımın köklerine yapıştım. Bir an için kulağıma B'nin tiz ve sirene benzeyen çığlığı geliverdi.

Siren'ler; kadın başlı ve kuş gövdeli, yalancı gemici katilleri...

Yanımdan kalktı ve balkona doğru yürüdü. İçerisi loştu. Perdeyi hafifçe araladı. Gözlerim ışığa alışmıştı. Onayımı almak ister gibi dönüp bana baktı. Sesim çıkmayınca da perdeyi tekrar açtı. İçeriye dolan ışık ile vücut hatları kayboldu. Karşımda duruyordu ve sanki çevresini bir hare kuşatmış gibiydi. Yavaşça konuşmaya başladı;

"Senin sigara içmek için balkona çıkmandan hemen sonra başım dönmeye başladı. Önce zaten içkili olmamıza verdim ama gittikçe arttı. Sana seslenmek istedim, uyuşmuştum. Ne elimi kaldırabiliyordum ne de sesim çıkıyordu. Koltukta felç olmuş gibiydim. Aklım karışmaya başladı. En son o genç adamın kucağında banyo kapısından içeriye girdiğimi anımsıyorum. Uyandığımda kendi odamızdaydım ama sen yoktun. Bütün vücudum sızlıyordu. Odanın kapısı kilitliydi. Çok uğraştım ama açamadım. Çantamı bulamadım. Telefon çalışmıyordu. Hala başım dönüyordu. Tekrar yatağa uzandığımı anımsıyorum..."

Dönüp tekrar gözlerime baktı. Gözlerindeki derinlik içimi acıttı. Sanırım az sonra anlatacağı şey en can alıcı noktaydı. Yatağa doğru yürüdü, önce yanıma oturdu. Sol elimle omzuna dokundum, hafifçe saçlarını okşamaya çalıştım. En kötüsü ne olabilir diye düşünüyor ama aklıma kötü bir şey getirmeye de deliler gibi korkuyordum. Usulcacık; "Anlat bana... Ne oldu ?" diye fısıldadım. Dönüp boynuma sarıldı. Yüzünü göğsüme doğru bastırdı. Çenesinden tutup başını kaldırmaya çalıştım. Başının kontrolünü bana bırakmadı. Bedeni hafif hıçkırıklar ile sarsılmaya başladı. Bu sefer de başını göğsüme doğru bastırıp sabırla yatışmasını beklemeye karar verdim. Bacaklarını karnına çekip iyice küçüldü. Sol koltuk altıma sığınan çaresiz küçük bir çocuk gibi öylece kaldı. Uzun süre sağ elimle saçlarını okşadım. Çenesini, yüzünü... Gözyaşlarının tamamen kesilmesi ile havanın kararması aynı zamanlara denk geldi. Odanın içi iyice kararmıştı. Nefes alıp verişini ve koltuğumun altındaki minik zavallı bedenin her nefes alıp verişte hafifçe inip kalkışını hissediyordum. Ne arayan olmuştu ne de soran.

Olan biten hakkında hiçbir öngörüm olmamakla birlikte derin bir korku beni sarmıştı. P zayıf bir kadın değildi. Bu hale gelişinin altında yatan her ne ise onu derinden yaralamış ve korkutmuş olmalıydı. Gözyaşlarının kesilmesini ve karanlığın çökmesini fırsat bilip yerimden hafifçe kıpırdandım. Külçe gibi kaldı. Nefes alıp vermesi dışında hiç bir hayat belirtisi göstermedi. Soluma doğru döndüm ve yatakta onun seviyesine indim. Yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Karanlıkta onu görmüyordum ama gözlerinin kapalı olduğuna yemin bile edebilirdim ..!

"Ne olur konuş P, yalvarırım... Neler oldu daha sonra? Neden bu haldesin?...."

Avuçlarımdaki başının hafifçe kıpırdadığını hissettim. Başparmaklarımla gözlerini kontrol ettim. Hayır, ağlamıyordu. Yüzünü daha da sıkı kavrayıp dudaklarımı onun ağlamaktan şişmiş ve kurumuş dudaklarına yapıştırdım. Uzunca bir süre bırakmadım. Burnu tıkandığı için olacak, bir süre sonra başını sertçe geri çekip derin bir nefes aldı. İkinci nefesini uzun bir süre içinde tuttu daha sonra da karanlıkta, bir hamlede, yüzüme doğru tükürür gibi;

"Öldürdüm o orospu çocuğunu !" dedi...

Yukarı

7 - Yazan: Ahmet Şeşen
Öldürdün mü ? Ama nasıl olur ..?

İyice kafam karışmıştı. Sevgilim katil mi olmuştu ? Üstelik benim yüzünden. "Keşke; B'nin teklifine karşı çıksaydım, çıksaydım bunların hiçbiri olmayacaktı" diye düşündüm. İyi de iş işten geçmişti çoktan, düştüğümüz yer ise daha da beterdi sanki moktan ..!

"Sen birer kadeh al, ben duşa dalacağım, B ile yaptıklarının ifadesini ayrıca alacağım..."
diyerek çıktı gitti odadan sevgilim P.. "Çivi, çiviyi söker; içkiden geberen bir kadeh daha kafaya diker" diyerek, bir yandan bardakları dolduruyor bir yandan da kazan gibi olmuş kafamı düşünmeye zorluyordum. B'nin üzerime saldırdığını, benim ise pek aldırmadığımı anımsıyordum. Ama sonrasında hatırladığım tek bir sahne yoktu ne yazık ! Neler yapmıştım acaba ? B geldi aklıma, bomba gibi kadındı doğrusu. O; içkime birşeyler karıştırmış, bende onunla kırıştırmış olabilir miydim ? Hayır, madem kırıştırdım; bari bir bölümünü hatırlayabilseydim ya ..! Tek bir sahne bile yok beynimin köşesinde. Detayları boşverdim, ana fikir bile gelmiyor gözlerimin önüne. Tahtakurdu gibiyim hiç kuşkusuz, pis bir tahtakurdu.. Ne bulursa silip süpüren...

"Tekrar gözlerimi açtığımda, paralarımızı koyduğumuz çantanın yerinde yeller esiyordu" diye anlatmaya başladı, duştan çıktığı gibi sevgilim P. "Onca emeğimizin boşa gitmesinin hırsı pahalıya patladı" diye ekledi. Topallaya topallaya yanıma gelip kadehine uzandı, sıkı bir yudum alıp anlatmaya devam etti. Kapıya kadar sürüne sürüne yürümüş ve tam kapı eşiğinde devrilmiş. Sesi duyan otelin kat görevlisi hemen yedek anahtarla kapıyı açmış ve ona yardım etmiş. Çabuk ayılabilmesinin nedeni benden çok daha az içmiş olmasına bağlıydı. Zaten benim kadar sevmezdi içkiyi. Dakikalarca odada düşünmüş ama aklına pek fazla fikir gelmemiş. Daha fazla beklemekten sıkılıp hemen yukarı katta B'nin odasına koşmuş. Banyodan şarkılarla birlikte su sesleri gelirken usulca içeri girmeyi başarmış. Yatak odasından B'nin çılgın seslerini duyunca, zirzop herifle seviştiğini düşünmüş önce. Ama banyodan gelen su sesi ve şarkıların bana ait olmadığını anlaması da güç olmamış ( Kazara bir kez banyoda şarkı söylemeye kalkışmıştım yanında, o da sesim hakkında notunu vermişti ). Bu durum onu daha fazla meraklandırıp, heyecanlandırmış. Usulca yatak odasına yönelmiş ve açık duran kapının eşiğinde gördüğü sahne ile zıvanadan çıkmış. Altta kalanın canı çıksın derler ya bende tam o pozisyondaymışım.

"Üstte B, altta sen, çıldırmaz mıyım ben ?" diyerek gülümseyince;
"Tatlım keşke boşversen.." diye ağzımı açacak iken yüzüme doğru gelen yastıktan kaçacak bir pozisyon bulamazdım elbette elimdeki kadehle..

"Bir de tokat atsaydın" demeye kalmadı, sille tekme girişti aksayan ayağına rağmen. "Şıllık seni !" diye saldırmış B'ye ve hemen başucunda bulduğu kül tablasını vurmuş kafasına eline ilk geçen nesne olarak. Aldığı darbe ile yatakta devrilince de çullanmış üzerine ve bu kez var gücüyle basmış yastığı yüzüne. Sesi kesilivermiş B'nin. Dönüp B'nin altında kalan bana bakmış ki; ben sızmış biçimde uyuyorum ve hatta hiç mi hiç kabahatim yok; hemen çevreyi incelemiş. Ama bizim paracıkların olduğu çantadan eser yok. "Belki zirzop herif onu banyoda tutuyordur. Ona gücüm yetmez, bunun da ayılacağı yok !" diye düşünüp, süratle beni giydirip oradan kaçırmaya karar vermiş. Ve masanın üzerinde B'nin arabasının anahtarını görünce de, paracıkların intikamını bir nebze olsun alayım bari diye, kaptığı gibi odayı terketmiş. Tam beni sürükleye sürükleye kapı eşiğine zar zor getirmiş iken; meraktan kendisini takip eden kat görevlisine rastlayıverince ondan yardım istemiş.

"Seni Allah gönderdi, çok içmiş bizimkisi. Bir omuz versen ?"

Kat görevlisinin yardımıyla, önce asansöre, sonra da B'nin arabasına beni güzelce yerleştirmişler. Sonra da hesabımızı kredi kartı ile ödediği gibi basmış arabanın gazına.

"Artık, bir leşim var" dedi gözleri ağlamaklı. "Ne yapacağız şimdi ?"
"Gel buraya ..!" dedim gülümseyerek, "B ile yaptıklarımı hatırlayamıyorum ama şu an yapacaklarımı hatırlayacağımdan emin olabilirsin"... Denizin güzel kokusunu ciğerlerime almak için balkona çıktım. Ters tarafta kaldığından güneşin batışını göremeyecektim ama akşamüstü serinliğini hissediyordum. Sadece ciğerlerimin değil beynimin de temiz havaya ihtiyacı vardı. P ile az önce yaşadıklarımızın keyfiyle bir sigara aldım, o ise biraz uyuklayacağını söylemişti. Şimdi kaldığımız yer bir pansiyondu. Balkonumuzun önünde genişçe bir bahçesi vardı. Sonra arada sahil yolu ve onun da önünde deniz. Balkonumuzun önünde ise birkaç ağaç. Sevimliydi doğrusu. Ama bu göçebe hayatı nasıl sürdürecektik ? Üstüne üstlük bir de cinayet davası. Yine de ciğerlerime iyi geldi şu balkona gelen deniz havası. Kalkıp bir içki daha aldım. Mışıl mışıl uyuyordu sevgilim. Altı rakamı biçiminde, büzüşmüştü yatağın içinde. Üzerine ince pikeyi örttüm usulca. İnsanlar uyuyunca ne kadar masum oluyorlar diye düşünmeden edemedim. Bahçe kapısından bir çocuk girdi içeri, 10-11 yaşlarında. Yorgunluğu bu denli uzak mesafeden bile kolaylıkla anlaşılıyordu.

"Çok yoruldum anne, yiyecek birşeyler var mı ?"
- Var elbette, epeyce satmış gibisin, öyle mi oğlum ?
"Sadece 2 tane kaldı anne, al bunlarda parası.."
- Aferim evlat, sıcacık börek ve taze ayran getiriyorum hemen şimdi, az dur hele..!

Beni gördü balkonun ucunda, hafifçe gülümsedim, o da gülümsedi. Yanıma doğru gelmeye başladı, ne soracağını tahmin ettiğimden; "Yeni geldik, dün gece geç vakitte" diye yavaş sesle konuşmaya başladım P'yi uyandırmamak için. Önce; parmağımı dudaklarıma "yavaş ol !" biçiminde götürdüm, ardından da içeride birinin uyuduğunu sessiz film oynar gibi tarif ettim. O da başını "anladım" biçiminde salladı. Kısık sesle sordum :
"Ne satıyorsun sen bakiiim ?"
- Gazete... Bizim gazete.. Sadece burada satılıyor amca..
deyince; "Öyleyse ver bakalım bir tane" dedim ve sevinçle koşa koşa gidip bir çırpıda geldi. Parasını uzattım, üstünü vermeye kalkınca elimle "gerek yok, tamamdır" işaretini de ihmal etmedim. Mesajı aldı ve sevinçle yerine doğru koştu. Yerel bir gazete olduğu her halinden belliydi. Güneş batmadan bakınayım diye elime aldım. Ön sayfada yöresel turizm haberleri, arka sayfada kocaman bir reklam. İç sayfalardan birini açtım rastgele... Hiiii ..!

"Sevgilisi tarafından bıçaklandı" başlığının yanındaki resmi görünce haykırmışım :
"Haydaaaaa, B değil mi yahu bu kadın ? Bıçaklandı mı, nasıl yani ..?"

Yukarı

8 - Yazan: Belgin Ayhan
"Sevgilisi tarafından bıçaklanmış. Sevgilim, sevgilim suçsuz öyleyse, değilse bile biz unuttuğumuz vakit her şeyi, bir daha kimse hatırlamayacak, çünkü sevgilisi tarafından bıçaklanmış, gazetede yazıyor, yalan olacak değil ya. Öyleyse, gülebiliriz yeniden, ikimiz beraber, aynı anda, gülebiliriz evet..."

Hemen P'nin yanına koştum, uyandırdım, gazeteyi gösterdim. Okudu, gülümsedi uykulu gözleriyle. O an ne şimdiye kadar yaptıklarımız, ne o şehirde yaşadıklarımız, o garip adamla artık ölü olan B, ne de beş parasız oluşumuz vardı aklımda. Sevgilim gülüyordu. Bir zamanlar dikkatimi bile çekmeyen o çirkin yüz, şimdi bir peri olmuş bana gülüyordu.

Sarıldık. Aptalca bi mutluluk vardı içimizde. Sanki artık masumduk, çocuklar kadar...

"Geriye bir tek benim kendim hakkında düşündüklerim kaldı." dedi P. Ne dediğini anlamadım, umrumda da değildi.

Düşünmeye çalışıyordum. Mantıklı karar veremeyeceğimin farkında değildim. Elimizde son model spor bir arabanın anahtarı vardı sadece. Dönmeli, ve arabayı her zamanki gibi, her zamanki adama satmalıydı. Sonra gitmeli, daha küçük, belki daha soğuk, belki ıpıssız bir yerlere. Bir köye yerleşmeli. Bir dağ başına. Hiç kimsenin olmadığı bir yere.

Yeniden bir şeylerden korkmaktan korkuyordum. Gitmeli diyordum. Hemen. Birden susturdum kendimi. O arabayla yolculuk etmek tehlikeliydi. Çevreden şüphelenenler olabilirdi. Yollar polislerle doluydu zaten. "Bu işi burda bitirmek gerek." diye düşündüm. Öyle ya, geldiğimiz yerde elimizden çıkarabiliyorsak burda da çıkarabilirdik. "Hem burda çok kimse tanımaz birbirini, yazlık yerler buralar, evet burda bitmeli bu iş, ve sonra P'yi alıp gitmeliyim" diye karar verdim kendikendime.

P bu sırada bir şeyler anlatıyordu. Hiçbirini dinlememiştim. Göğsüme yasladığı başını kaldırıp yüzüme baktı uzun uzun. Kendime geldim. "Aklındaki ne senin?" diye sordu. "Hiiç" dedim, "Gitmek istiyorum burdan. Küçücük bi yere yerleşelim. Varsın hiçbir şeyimiz olmasın, gidelim." Diyordum. Çocuksu heyecanımdan olsa gerek, tuhaf tuhaf baktı yüzüme. Dudakları kıpırdıyordu ki tam, "Arabayı satacak bir yer buldum." deyiverdim. İlk defa yalan söylüyordum ona. Son olmayacaktı belli ki. Bakışları daha da tuhaflaştı. "Tesadüfen, sen uyurken gezintiye çıkmıştım, adamlar önce korktular birden bire ben içeri girince, vurmaya falan kalktılar, zor durdurdum. Nasıl buldun burayı diye sordular onlar da. Aynı diğer tamirhanenin girişine benziyordu. O yüzden girdim içeri. Birkaç gün sonra dediler, götüreceğiz arabayı." İlk defa yalan söylüyordum ona evet, neden bunları söylediğimi bilmiyordum ve bu işten nasıl sıyrılacağımı da. Üstelik artık yalnızdım. Birkaç gün içinde, o arabayı bilmediğim o yere götürüp, parayla dönmeli ve P yi alıp gitmeliydim.

O an mantıklı kararlar veremeyeceğimin farkında değildim hala.

Yukarı

9 - Yazan: Ebru Kargın
Arabayı nasıl elden çıkartacağımızı tek başıma düşünmek zorundaydım. P' ye ilk defa yalan söylüyor olmak, çok yalnız ve sırtında kamburu olan bir insan gibi hissettirmişti kendimi. Bir yandan yalanımı sorguluyordum aklımın içinde; önce iyi yaptım diye düşündüm; son birkaç dün içinde yaşadıklarımız P'yi yeterince hırpalamıştı. Yeni bir sancı çekecek gücü yok gibiydi. Böyle düşününce son derece doğal buluyordum yalan söylemeyi. Ama, diğer yandan böylesine kritik bir konuda ve ağırlığı altında, P'nin kıvrak zekasından ve serin kanlı duruşunun bana verdiği "kolay" hissinden mahrum kalmak, kalbimi sıkıştırıyordu. Meğer ben ve P ne kadar da bir elmanın yarısı gibi olmuşuz da farkında değilmişim. Koca bir yalnızlık kapladı içimi....

Yalan söylemiş olmanın verdiği "anlaşıldı mı acaba" hissiyle P' ye baktım, sırtüstü yatıyordu yatakta yine. İki eli de başının sağ ve sol yanında, avuç içleri olabildiğince açık, başına paralel duruyordu. Çok tuhaftı... Az önce yakalanmış bir suçlu gibiydi sanki, sanki biri ona "sakın kımıldama teslim ol demişti" de, o da öyle durmuştu gibi. İrkilmiştim, ne ilgisi vardı, neler düşünüyordum ben...

Aklımın içinde cirit atan birbirinden alakasız tonla düşünceyle savaşırken, P yataktan usulca kalktı, yanı başında duran sabahlığını giyindi ve tepemde dikilip gözlerini üzerime dikti. Bir şey söyleyeceğini zannetmiştim ama söylemiyordu. Tek bir kelime çıkmıyordu dudaklarının arasından, öylece durmuş bana bakıyordu. Anladım ki benim bir şeyler söylemem gerekiyordu ama ne söylemeliydim bilmiyordum. P' nin gözlerine bakarak ne düşündüğünü anlamaya çalıştım; hala kendi iç hesaplaşmasına takılı kalmıştı, belki... Buralardan bir an önce gitmek istiyordu, belki... Sadece sevişmek istiyor, belki... Belki, belki, belki... Hiç biri değildi sanki...

Hiçbir şey söylemeden balkona çıktı, kollarını korkuluklara dayayarak destek aldı ve hafif öne eğildi. Deri derin soluklandı. Temiz hava iyi gelmiş olmalıydı, hali, az önce yataktaki gibi değildi. Bunu görmek hoşuma gitmişti. Cesaretlenmiştim ben de biraz. Kapı arkasından ona bakmayı bırakıp balkona çıktım, yanında tıpkı onun durduğu gibi durdum, temiz havayı kirli ciğerlerime çektim uzunca. Sonra olduğum yerden doğrulup, P' yi kendime doğru çevirdim. Gözlerine bakarak ne düşündüğünü anlama telaşına düştüm yine. Yalan böyle bir şeydi işte; insanı eksiltiyordu, telaş, endişe ve bolca "acaba" veriyordu... Acaba ?..

P' nin gözlerinde, düşündüklerini anlamak isteğimi, telaşımı, endişemi ve acabalarımı bir kenara bırakıp, onu kendime doğru çektim ve o ana dek belki ilk defa bu kadar aşkla öptüm dudaklarından. Sıkıca sarıldım; zayıf vücudu kollarımın arasında kaybolurcasına sıkı sarıldım. Bir süre öylece durduk, yine hiçbir şey konuşmadan... Yaşadıklarımız kelimelerimizi çalmıştı, en anlamlı sözcükler bile dudaklarımızdan dökülemez olmuş gibiydi... P' nin gözlerine baktım, bir yutkunmalık zaman sonra "seni seviyorum" dedim, ben de dedi ve boynuma sarıldı. Bize ne olduysa, donup kalıyorduk.

İçeri girdiğimizde sanki her şey daha bir yolunda gibiydi. Son işimizi tek başıma yapacaktım ve sonra buralardan gidecektik. Küçük bir yerde gönlümüzce ve mütevazı bir hayat kuracaktık. Evlenirdik, çocuğumuz da olurdu, mutlu bir hayat sürerdik. Sıradan ve mutlu bir hayat. Böyle olmasını istiyordum. P, banyoya girmeye hazırlanıyordu, sessizliğini sadece "ben de" demek için bozmuştu, öyle sanıyordum. "Hadi git ve şu işi bitir" dedi son derece kararlı bir sesle, şaşırdım. Yine aynı telaşa düştüm; acaba yalan söylediğimi anlamış mıydı ? Yine gözlerinde kilitlenmiş, anlamaya çalışıyordum. " Hadi git dedim sana, git ve bu arabayı elden çıkarmanın yolunu bul" diyiverdi. İşte anlamıştım artık. Beni o kadar iyi tanımıştı ki, yalanın şansı yoktu... "Şaşırmayı bırak şimdi, git bu işi bitir ve bir an önce çekip gidelim buralardan, def olup gidelim. Gidelim ve o kolay hayatı kurup, kolayca ve yetinerek yaşayalım" dedi ve banyoya girdi. " Sana yalan söylemek istemedim, her şey yolunda gidecek, istediğimiz gibi olacak" demek istedim ama demedim. P, son cümleyi karşılığında bir şey duymayı beklemeden söylemişti. Dahası, biliyordu, onu korumak amaçlıydı bu yalan, belki de onu sakındım diyelim. Ve onun da nihayetinde bir kadın olduğu fikrine varmıştı aklı, hırsları körelmiş gibiydi...

Kapıdan çıkarken, erkeklik gururumun epey bir süredir sivrilme ihtiyacı duyduğunu fark ettim. Biraz yerindeydi şimdi o lazım olan gurur. Bu iş bitince de tamamlanacaktı yeterince. Ben erkektim, o kadın... Ve işi bitirme zamanıydı şimdi. Kazasız belasız bu iş bitecekti, basıp gidecektik...

Neredeyse tüm sokakları inceliyor, gözden bir şey kaçırmamaya gayret ediyordum. Zaten küçük de bir yerdi burası. Sonunda, yoldan geçen ve yerlisi olduğuna inandığım yaşlı bir adamı çevirip, burada tatilde olduğumuzu, arabamın bozulduğunu ve bildiği güvenilir bir oto tamircisi olup olmadığını sordum. Yaşlı adam bildiği iki yeri tarif etti. "Güvenilir değil mi amca" diye sormayı da ihmal etmedim. Yaşlı adam ilk yer için "güvenilir olmalı, buranın tüm lüks arabaları oraya gider" dedi. İkincisine ise, "valla bak ben onun için kesin bir şey söyleyemem, günahlarını almayayım ama, ne olduğu pek belli değil onların. Tuhaf bir yer gibi... Sen yine de bir kontrol edersin" dedi. Çok sevinmiştim bu adamın tanımlamalarına. İki yer de ideal olabilirdi, biri lüks arabalara hizmet veren bir yerdi ki buradan iş çıkabilirdi. İkincisinin belirsizliği ise çok daha iyiydi. Belli ki çalıntı arabalarla alakaları vardı. Şans yardım edecekti. Kazasız belasız bu iş kısa sürede bitecekti.

İki tamirhaneyi de dikkatle gözlemlemiştim o gün. İlk gittiğim yani güvenilir olan yere, arabamın aşınmış lastiklerini değiştirmeyi düşündüğümü söyledim, yeni lastiklere baktım güya... Ne yaptıkları beli olmayan ikinci yere de arabamı satmayı düşündüğümü, bunu nerde yapabileceğimi sorarak muhabbet ettim, adamımız hangisiydi anlamaya çalıştım. Gittiğim ikinci tamirhaneye de akılcı bir hayat hikayesi anlatmıştım; buraya yerleşmeye karar vermiştik, eşim ve ben bize uygun ev arıyorduk. Arabam çok lükstü ve burada bu kadarına gerek yoktu, elimdekinin satıp, sıradan bir şey almayı düşünüyordum. Bu gün de etrafı tanımak için yürüyüşe çıkmıştım burayı görünce gelip sorayım istemiştim falan filan... Buna inandıklarına emindim, hatta beni güvenilir bulduklarına da... Yolda içimden bir his ikincisi ile anlaşmam gerektiğini söylüyordu. Bu gün acele etmemem çok iyi bir hareketti. Böylece yarın tespitlerinden emin olarak hareket edebilecektim.

Uzun bir yürüyüş ardından kaldığımız pansiyona vardığımdan yemek saatini bile geçmiş olduğunu yeni fark ediyordum. Önemli değildi, önemli olan bu işi yarın bitirecek olduğum ve P'ye bu müjdeyi vermek için sabırsızlanıyor oluşumdu.

Odanın kapısını açıp içeri girdiğimde P görünürde yoktu, balkonda olabileceğini düşünüp baktığımda orada da olmadığını gördüm. Banyoda da değildi. Zaten küçücük yer, nereye gider ki... Balkona çıkıp, seslenmeye başladım... Cevap yoktu... Odadan çıkıp, resepsiyon demeye bin şahit isteyen resepsiyona indim, resepsiyondaki pansiyonun sahibi kıza P'yi sordum, " siz çıktıktan yarım saat kadar sonra o da çıktı" dedi. İyi de nereye giderdi ki... Hem yürüyüşe çıkan biri değildi P, hatta oturduğu yerden hiç kalkmadan saatlerce televizyon seyredebilirdi.

Olabileceğini düşündüğüm her yere baktım tek tek... Yer yarıldı da içine girdi sanki, hiçbir yerde yoktu... Pansiyonun resepsiyonuna geri dönüp biraz soluklanıp düşünmek üzere oturdum. Hem burada oturunca gelişini de görürdüm. Birden tuhaf bir şey oldu ve nasıl oluyor da döneceğinden bu kadar emin oluyordum diye bir ateş düştü içime... Hem de ne ateş ! Her şey birden tepe takla olmuştu. Koşarak arabaya bakmaya gittim umarım yerinde duruyordur umuduyla ama araba falan yoktu... Orada çöküverdim yere; hem bedenim, hem içimde ki ben, hem aklım. Tabii ya, lanet olsun tabii... Bunların hepsi bir yalandı. P yalan söylemişti. Ta en başından beri hem de... O ne idiğü belirsiz çiftin suitinde balkona sigara içmeye çıktığımdan bu pansiyona gelende dek, olanlar hakkında sadece P'nin söylediklerini biliyordum. Belki anlattıklarının bir kısmı doğruydu, ama şu doğru değildi; paramız, çaldığımız arabaların satışından elde edip geleceğimiz için biriktirdiğimiz paralarımız çalınmamıştı, bu P'nin yalanıydı, hiç tereddütsüz inandığım yalanı. Şimdi burada olması gereken araba ise P tarafından bir güzel satılmış, gelen parada diğer paranın üstüne eklenmiş ve o alçak P basıp gitmişti. Hem de bunu o kadar akılcı yapmıştı ki inanmamam mümkün değildi. Arabayı satıp basıp gitmek için bitir şu işi diye de bana bitkin kadın pozları yapmış beni pansiyondan uzaklaştırmıştı... Lanet olsun, lanet olsun. Ne kadar salağım, bir kadının sivri zekası karşısında bu kadar salak olunabilir ancak...

Artık aklımı yitireceğimi sanıyordum. Peki nasıl oldu tüm bunlar, P bu planı nasıl yaptı ve gerçekleştirdi ? Bu kadar zaman ona nasıl inandım, hiç şüphelenmedim, bunları bilmek zorundaydım. Nasıl avlandım bilmek zorundaydım ve öğrenecektim de...

Yukarı

10 - Yazan: Cem Özbatur
O an gidebileceğim tek yere, pansiyona geri döndüm. Pansiyoncu kız benim telaşımdan korkmuş olacak ki şaşkın ve sararmış bir suratla bana bakıyordu. "Önemli bir şey yoktur umarım." dedi hafifçe yana doğru çekilerek. "Yok" dedim, "Galiba çarşıya indi, döner birazdan. Pardon yanına çantasını almış mıydı? Dikkat ettiniz mi?" "Hayır, elinde hiçbirşey yoktu. Hızlı hızlı koşar adımlarla çıktı, gitti." "Belki de canı bir şey çekmiştir değil mi? Ne de olsa yeni evlisiniz, size bir sürpriz yapabilir, hazırlıklı olun." dedi suratındaki gülümsemeyi saklamaya çalışmadan. Ben de güldüm sanırım ama aklım başka yerdeydi. O güne kadar yapmadığım, bir kere bile aklımdan geçirmediğim şeyi yapacaktım. Koşar adımlarla odaya çıktım.

İçeri girer girmez irkildim. Dağınık bıraktığımı hatırladığım oda derlenip toplanmış, yatak sanki üzerinde hiç yatılmamış gibiydi. Demek ki o telaşla P'yi ararken ortalığa hiç bakmamışım. İyi de bu çok saçma değil mi? Normal zamanda bile bir hafta küllük boşaltmayan P tam bana kazıp atıp gidecekken mi akıllanmıştı? Bunları düşünerek dolabı açtım. Gelirken tek bir bavul yapmıştık P ile. Hani o pazarlarda satılan kocaman yalancı deri bavullardan bir tane almıştım. Hatta ilk alıp eve geldiğimizde P'yi içine sokmuş kahkahalar atmıştık. Kaçmak gerekirse gayet rahat bavula sığabileceğini düşünüp dakikalarca gülmüştü. Gariptir, hiç nefret duymuyordum. Bunca yenilen kazıktan ve sap gibi ortada bırakıldıktan sonra gördüğümde bir kaşık suda boğmam gerekir diye düşünmeliydim. Ama hayır, tek istediğim tüm bunların onun şu kapıdan girişiyle pıt diye kaybolup gitmesi. Kapı açılacak o girecek. Ve "Hayatım, sattım, işte paralar, haydi hazırlan hemen gidiyoruz." diyecekti.

Bavulu usulca açtım. Her şey yerli yerindeydi. Hatta oda gibi bavulda toplanmıştı. T-Shirtleri, pantolonları, benimkiler, onun iç çamaşırları, hatta son sevgililer gününde aldığım bordo dantel sütyen bile duruyordu. Neden almamıştı? Oysa çok sevmişti onu. Olmayan memelerine takviye olsun diye tıktığı pamuklar bile oradaydı. Az dalga geçmemiştim hani. Keşke şimdi burada olsa ve bu yaşadığım paranoya için o benimle dalgasını geçse. Gayri ihtiyari eşyaların arasını yoklamaya başladım. Ne aradığımı bile bilmiyordum. Bugüne kadar çantasını karıştırmak aklımın ucundan bile geçmemişti. Neyi vardır ki saklayacak diye düşünürdüm. Zaten oldum olası sevmem bu tür işleri. Biri benim çantamı karıştırsa Allah yarattı demem girişirim. Kendine yapılmasını istemediğin şeyleri başkasına yapma o zaman demişti bir büyük abim. Arabalarla ilgili serüvene atılana kadar da tuttum bu sözü. Ama arabalarla oynaşmaya başladıktan sonra değiştim. Değiştik daha doğrusu. Ya da sadece ben değiştim, o hep böyleydi. Sorun burada zaten aslında onu hiç tanımıyormuşum, sadece tanıdığımı sanıyormuşum.

Elimle daha derinleri kontrol etmeye çalıştım. Salak gibi bir suçluluk duyuyordum. Sanki beni bırakan o değil, paraları alıp kaçan o değil, benim. "Yuhh.. çikolata kağıtlarını bile düzeltip saklamış, bu ne böyle?" Bavulun gerektiğinde açılıp büyümesini sağlayan körüklü yerinde alüminyum folyoya sarılmış bir paket vardı. Fazla büyük değil, ufak bir kitap gibi. Özenle katlanmış, kenarları sıkı sıkı ezilerek yapıştırılmış minik bir paket. Hiçte masum bir şey gibi gelmedi başlarda. Filmlerde görmüştüm. Uyuşturucu satıcıları malı böyle paketler halinde hazırlayıp satıyorlardı. "Bak şimdi başımıza bir de uyuşturucu çıktı." diye düşündüm. Açmaya korkuyordum ama merak bu sıkıysa engel ol. Kenarlarından başladım. Yavaş yavaş itinalı biçimde. Üst üste dizilmiş birkaç sarı zarf vardı görünürde. Hani o Devlet Malzeme Ofisinin devlet dairelerine verdiği bir türlü ağzı kapanmayan zarflardan. Lime lime olmuş halinden eski oldukları anlaşılıyordu. Köşesine baktım hemen. "SHÇEK Gaziantep Çocuk Yuvası" yazıyor. Sağ alt köşede P Z U ismi ve o servise bindiğimiz yere yakın bir adres vardı. P Z U, demek asıl adı P değilmiş, o sadece göbek adı. Asıl ismi Z U. Soyadını hiç bilmediğimi fark ettim. İlk defa karşıma çıkıyordu. 2 insan hem bu kadar yakın hem de bu kadar uzak nasıl olurdu? Ben böyle ilişkinin taa... 4 tane içi boş eski zarf, tam aralarında daha yenice bir başkası. İçinde renkli bir fotoğraf. Kumral bir kadının kucağında bir bebek. Fotoğraf yemekhane, lokanta benzeri bir yerde çekilmiş. Arkasında kargacık burgacık bir yazıyla "Canım anneme" yazıyor. Bir de tarih var, 15 Nisan 1998. Buraya gelmeden tam 2 yıl 3 ay öncesine ait. Biz tanışmadan az evvel. İyi de kim bu bebek? Yoksa? Olabilir mi? Yok canım daha neler. Annesiyle oturmuyor muydu bu kız? Abisinden dayak yediği bir gün karşılaşmamış mıydık? Abisi? Hiç gördün mü abisini? Nereden biliyorsun abisi olduğunu? Sen onu evine bile bırakmadın? Tanımıyorsun oğlum tanımıyorsun. P ya da Z her neyse, herkes olabilir, her şey olabilir. Bitti yeter kurcalama artık, sen bu işten kurtulmanın yollarını ara. Bebekmiş, bir de bebek çıktı başımıza. Şimdi 2 yaşlarında olmalı, kız mı oğlan mı acaba? Bana ne be, bana ne. Lanet olsun onu karşıma çıkarana, başıma gelemedik kalmadı, kaçmalıyım, kaçmalı kurtulmalıyım. Allah kahretsin pansiyoncuya verecek para bile yok. Ne para ne araba ne de karı. Hepsi gitti bitti, sen de bittin oğlum bittin!... "Pardon, afedersiniz, şeyyy." Pansiyoncu kızın seslenmesiyle irkildim. Komik bir haldeydim. Yatağa çökmüş önünde koca bir bavul, ellerim bavulun içinde, elimde bir resim dalmış gitmişim. O telaşla kapıyı bile kapatmayı unutmuşum. "Efendim? Dalmışım, eşyaları topluyordum, sanırım bugün yarın ayrılacağız." "Anlıyorum, size bir telefon var, buraya bağlayamıyorum, aşağıya gelir misiniz?" "Hayda kimmiş? Kimse bilmiyor ki burada olduğumu." "Eşiniz sanırım, sesini benzettim." Eşim mi? Hahh haaa... eşim ha. "Peki geliyorum"

"Alo, sen misin?"

"Evet, nasılsın?"

"Nasılmıyım? Bak sen. Sen neredesin? Gelecek misin, bekleyeyim mi?"

"Hayır gelmeyeceğim ama istersen sen gelebilirsin. Eminim bavulu açmışsındır, buldun mu bıraktıklarımı?"

"Zarfı kastediyorsan buldum ama bir şey anlamadım. Neyin nesi o bebek?"

"O benim kızım. Söylemeye çalıştım sana ama beceremedim. Gitmeliyim, onu almalıyım."

"Kızın ha. Kimbilir daha ne sürprizler var kutunda. Başka şeyler de var mı bavulda karıştırmaya devam edeyim mi? İyi de benim günahım neydi P, yoksa Z mi demeliyim? Beni beş parasız bırakıp gitmek neden? Kızmalıyım sana ama beceremiyorum."

"Plan program yoktu. Sevdim seni ama tek hedefim vardı, kızımı oradan almak. Sonunda birlikte o parayı topladık ve gitme vakti geldi. Sana gel deseydim olmazdı. Gelmezdin. Ama şimdi bir umut var içimde. Sana gerekenleri bıraktım bavulda. Körüğün altındaki fermuarı aç."

"Şimdi neredesin?"

"Garajdayım, 1 saat sonra hareket ediyor otobüs. Gaziantep'e gidiyorum. Gelmek istersen gel ama unutma artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Zorlama yok, veda yok ama kum gibi umut var. Gelirsen sevinirim. Gelmezsen kızmam. Ne bileyim işte. Şimdi kapatmalıyım, jeton biti..."

"Düşüneceğim P. P?... P?... Hay Allah kapanmış."

Hızla yukarı çıktım. Bu sefer kapıyı kapatıp kilidi çevirdim. Söylediği yere bakmak için bavulun başına çöktüm. Fermuarı açtım. Bingoo. Onca gecenin karşılığı bir arada. Para... Hem de hatırı sayılır miktarda. Hepsini çıkarıp masanın üzerine koydum. Teker teker saydım. Birlikte kazandığımız paranın yaklaşık yarısıydı. Bu parayla bir sene hiç çalışmadan serseri hayatı yaşayabilirdim, hemde birçoklarının imreneceği şekilde. Helal olsun P. Çabuk olmalıydım. Birileri uyanmadan sıvışmalıydım. Bavulu bırakmaya karar verdim. Sırt çantasına birkaç parça eşyamı en alta paraları koyup aşağıya indim. Pansiyoncu kız gülümsüyordu. "Hesabı keser misiniz? Çıkıyorum." "Tabi, eşiniz bekliyor olmalı, hemen." Saate baktım, telefonu kapatalı 20 dakika olmuştu. "Garaj ne kadar sürer?" diye sordum. "15 dakikada gidersiniz merak etmeyin." dedi. "Peki İstanbul'a sık sık otobüs var mıdır?"

...

"Bugün günlerden ne?"

"15 Nisan babam, hayırdır?"

"Yuh o kadar oldu mu? Bugün son gün biliyorsun. Verdin mi kesin talebi Petkim'e?"

"Verdim babam, ayıpsın. İşe yarayacak mı dersin? Biraz da Akmerkez'e mi ayırsaydık?"

"Uğraşamam oğlum ben onlarla. Kırk yılda bir devlete bir hayrımız dokunsun istedik işte. Bizim ihtisasımız belli. Son işte enseleniyorduk senin yüzünden zaten. Elli kere söyledim sana bu cipiesli arabalara bulaşma diye. Dinleyen kim? Ulen bazen lanet ediyorum seni tanıdığım o güne. Sırtta yılların birikimi para, hoş yarısını zor kurtarmışız. Uçakta bula bula senin gibi bir salak hırsızın yanına düşüyorum. Şans mı bu be? ... Şans be şans. Aslanım benim 4 yıldır can yoldaşı oldun bana. İyiki tuvalette sıkışıp kalmışsın, yoksa birbirimizi tanımak nasip olmayacaktı."

"Yapma be babam hatırlatma şimdi o hadiseyi. Zaten yıllardır utancımızdan kırmızı lahanaya dönmüşüz. Sen de her fırsatta kafamıza kakıyorsun. Ya babam, anlatıyor anlatıyor sonra hep aynı yerde kesiyorsun şu hikayeyi, ya sonra? Hiç haber aldın mı senin o tahta karıdan?"

"Ağzını bozma len, bugün ekmek yiyorsan onun sayesindedir bilesin. Acemiliği onunla attım ben. Kim bilir nerelerdedir? Belki hala garajda bekliyordur, ha ne dersin? Yok oğlum yok, bizden ne köy olur ne kasaba. O anladı durumu kurtardı kendini. Ya ben? Sen? Bizler birer tahta kurduyuz, kemire kemire, sömüre sömüre, sürünürüz. Ta ki, karşımıza bizi ezecek biri çıkana kadar. Neydi şu gördüğün arabanın markası? Kaç para ediyormuş o?..."

Bitti

Yukarı







Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
GÜNÜN
ŞARKISI
(Yeni)




ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM

Uygulama : Cem Özbatur