Treo 600 stoklarda!..



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 585

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 22 Eylül 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Ya sabır!..


Merhabalar,

Allah lillah aşkına olup biteni anlayan varsa beri gelsin. Taa en başından beri bu AB'ye, bizi almaya niyetleri yok, olsa olsa bodyguard olarak kapıya bekçi alırlar diyenlerdeniz. Bu fikrimiz hiç değişmedi. Kritere uydurma bahanesiyle kazandığımız hakları, yüzyıllık köhnemiş bürokrasiyi iyileştirme çabalarını memnuniyetle karşıladık. Vesile olanlara da, yapanlara da şükranlarımızı sunduk. Tüm yapılanları AB istiyor diye değil de memleketimin insanı hakediyor diye onayladık, kararların arkasında durduk. Yani bir nevi köprüyü geçene kadar ayı-dayı muhasebesini iyi yapmaya çalıştık. Sağolsun yüce iktidarımız amcaların bir dediğini ikiletmemekte kararlı tavırlarıyla başarılı oldular. Amcaların sesi kısıldı. Çatlak sesler azaldı. Tutunacak dalları kalmadı. Gerekçeler azaldı. N'apsakta bu adamları 10 sene daha bekletsek diye kara kara düşünmeye başladılar. Verheugen memleketimi gezmeye geldi, gözleme yedi, ayran içti. Giderken el öptük, hayır duasını aldık. Rapor öncesi az yağlı kuzu budunu güle oynaya mideye indirip kürdanla diş karıştırırken ne olduysa oldu, kürdan kırıldı damağa battı. Ortalık kan revan, borsa yerde, faiz tavanda, tam mutlu olacakken al sana hüsran. Yüce iktidarımın yüce hükümdarı pardon baş bakanı Tayyip Bey usta bir manevrayla içi dışı bir hale geliverdi. Değişkenler azaldı. Öyle değişen, böyle de değişir aslına rücu eder dedi. Yılların emeğini uçkur bekçiliğine soyunup yerle yeksan etmenin bir yolunu buldu. Soru, arıyormuydu da buldu yoksa hırsı mantığa galip gelip torba olmayan ağzına mı hakim olamadı? Cevapları tartışmaya açmaya ne gerek var, zamana bırakmak en iyisi. Zina suç olsun olmasın bizim sorunumuz, şimdi olmazsa yarın nasılsa düzeltiriz ama ya bu b.ktan inat yüzünden çölde su bulmuş arap köçeği gibi göbek atan AB tarikatı mensupları sorununu nasıl çözeceğiz? Adamlar nasılda atladılar cumburlop diye. Eee adam elinde son kalan kağıdı tam yere atıp iflas bayrağını çekecekken cikletten çıkardığın jokeri adamın eline tutuşturursan olacağı bu. Sesi kısılmışlara yumurta içirseydiniz böyle gür çıkmazdı sesleri. 2 gündür tüm Avrupa Tayyip Bey'in güzelliğini öve öve bitiremiyor. Ellerindeki toplu tabancayı kazasız belasız Tayyip Bey'in eline verdiklerinden neşeleri yerinde, hem bu sefer altıpatlarda 5 boştan sonra 6'da kurşun garanti. Tayyip Bey ya silahı alnına dayayıp tetiği çekecek ya da el çabukluğu marifet silahı oyuncağıyla değiştirip ucundan çıkan gül demetini AB'nin önüne koyacak. Memleketimin makus talihi Tayyip Bey'in 2 dudağı ile 2 parmağı arasında. Offf Allahım offfff. Sen bizlere sabır ihsan eyle.

Bugün gene hoş bir melodiyle başlayacağız güne. Bu aralar dansım geldi galiba, her elimi attığımda bir dans müziği yakalıyorum. Gotan Project'ten Una Musica Brutal. Yanınızdakileri dansa kaldırmak serbest. Kalın sağlıcakla.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

6 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Alper Kutay

 Kahveci : Alper Kutay Erke


  Seni Sevmek

Senden öncede yaşadım bir çok aşk macerası, kalbimin sıkıştığı zamanlarımda oldu, ellerimin titrediği anlarda; geceleri terden sırılsıklam olduğumu da hatırlıyorum, bir Ağustos gecesi iliklerime kadar donarak uyuduğumu da. Hiçbiri benzemiyordu sana, seni düşünürken kalbim sıkışmıyor çünkü, duruyor pili bitmiş bir saat gibi, sıcaklığın terletmiyor vücudumu, eritiyor bir mum gibi ve yokluğunu düşündükce üşümüyorum, buz kesiyor saçımın her bir teli.
Sen farklısın, ilk kaçamağımı iki kişilik bir sinema biletiyle yaptığım yan komşumuzun kızından ve saçları sarı kurdeleli o en saf, en çocuksu aşkımdan.
Seni sevmek küçükken mahallenin çocuklarından üttüğüm gazoz kapaklarının mutluluğunda, seni sevmek bir martı gibi kanatlanıp mavi denizi kuşbakışı seyretmek gibi bir şey, seni sevmek bir tramvayın arkasına asılıp biletsiz yolculuk etmek, seni sevmek en tazesinden bir simidi buram buram tüten bir çayın yanında yemek.
Bazen korkardım ya kazandığım o gazoz kapaklarını ertesi gün yenilip kaybedersem diye, ya yutarsa martıları denizin o azgın dalgaları, ya düşersem arkasına asıldığım tramvayın üzerinden, ya boğazıma durursa simitlerim ve ya kaybedersem seni!
Şimdi alamıyorum kendimi seni sevmekten, kaybetme kabuslarım bile engelleyemiyor yüreğimi. Dedim ya sen farklısın daha önceki yaşadıklarımdan, sanmıyorum seninde o ağır kanunlara ayak uyduracağını ve sıradanlıklar içerisinde kaybolup gideceğini.
Bir sarhoş cesaretinde gönlüm şimdi, bu yüzden olsa gerek bu kadar cesaretle söyleyebiliyorum seni sevdiğimi ve hiçbir kabus engelleyemiyor sana her geçen gün artan sevgimi...

Düğüm
İp o kadar gerilmiştir ki sonunda dayanamayıp en zayıf yerinden kopar... Kendini bir anda bir şarampolden aşağıya yuvarlanırken bulursun, elini tutunmak için attığın her kaya parçası kopup gelir seninle beraber. Ne zaman gerilmiştir ipler, ne zaman oluşmuştur o zayıf noktalar ve sen ne zaman gelmişindir o şarampolün ucuna?
Yaşam bir bilim kurgu filminin senaryosuna dönüştüğü anda insan kendini acımısızca dünyanın en zavallı varlığı olarak nitelendirebilmesi kaçınılmaz bir hal alır. artık ası olmak, haksızlıklara maruz kaldığını iddia edip kendini savunma mekanizmanı harekete geçirmek gibi bir refleks haline gelmiş tüm alışılmışlarını bir kenarıya itip tüm hıncını, öfkeni, yenilmişliğinin acısını kendinden çıkarmaya başlarsın.
Bütün herşeyin sorumlusu sensinder, aynanın karşısına geçip hakaretler yağdırırsın kendine, karşındaki çerçevede sana cevap verebilecek kadar bile mecali kalmamış bir zavallı bulursun.
Oysa o kopan ipin iki ucu birbirine o kadar yakındır ki, düğümlenmek için senden sadece bir hamle bekliyordur...
Hani derler ya "insanın en büyük düşmanı kendisidir" diye, kolaydır kendini yargılayıp verilebilecek en büyük cezayı verebilmek. Aynı anda kendini hem yargılayıp hemde savunmak gibi bir kişilik bölünmesine giremez ve karşında savunmasız bir "sen" bulursun.
İpler kopar ve koptuğu yerden düğümlenir fakat insan kendine olan saygısını kaybettiği zaman o iplere atılan hiçbir düğümün önemi yoktur.

Arabesk Şiirler
Konu nereden açılmıştı bilmiyordum ama açılmıştı bir kere, hiç üşenmeden yerinden doğrulup bir gençlik fotoğrafını bulup getirdi önüme "nasıl güzelmişim değil mi?"
Sonra kocaman kalın, kareli bir defteri tutşturdu elime, bir şiir defteri, yıllar öncesine ait, bazılarının başına tarih atılmış, bazıları öylesine, alelade yazılmış.
Kısa olanlarının üç-dört tanesini okuyup diğerlerinin başlıklarına ve içeriğine öylesine bir göz atmıştım. Bütün şiirlerinde sitem ve acı vardı. Bir şiirinde çocuklarından yakınıyor, diğerinde her geçen gün birazını daha yitirdiği gençliğine acıyordu.
Oysa şimdi karşımda neşeli, güleryüzlü; mutlu bir aile tablosunun içerisinde her türlü güçlüğü yenmiş bir kadın duruyordu. Okuduğum şiirleri gibi o sitemleri de yıllar öncesine gömülmüş gibiydi. "şimdi şiir yazmıyor musun?" diye sordum, "hayır" dedi, bıraktım.
Umutsuzluklar, zorluklar, yitirilenler içinde yazılan şiirler... Şiirleri acılara bırakmak biraz haksızlık olmuyor mu sizce de? İnsan şiirlerini umuda, sevgiye, güzelliklere yazmalı bence, arabesk yakışmıyor şiirlere..

Alper Kutay Erke
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,409,409,409,409,409,409,409,409,40
              5 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Bezgin Kedi : Öykü Yılmaz


SUÇLULUK DUYGUSU

Hayatın lüzumsuz savuruşları vardır insanları. Kestiremezsin neyin iyi olacağını kendin için. Garip, tarifsiz bir boşluk oluşur içinde- tekerlek büyüklüğünde, sanki duyguların çalınmıştır.DEĞİŞİR TEPKİLERİN ORTAMLA BİRLİKTE. Korumaya çalışırsın özünü "öz"ün ne olduğunu bilmeden.Hayatını adadığın konular üzerine bir "aceba" iliştirirsin, sapmaya başlar hedeflerin. Söylemek istediklerin bir türlü çıkamaz dışarı. Alakasız sohbetlerin aranan insanları arasında alırsın yerini. Kendinden uzak yeni bir "ben"yaratırsın.İki bilinmeyenli bir denklemde sende bir bilinmez olursun sonunda. Bildiklerini tüketirsin. Bilinenlerin ve bilinmeyenlerin denk olduğu bir yaşamda kendini sınayacak bir tahterevalli bulamamanın sıkıntısıdır ruhunda yaşanan aslında. Uzakta olmak istersin -yakınlaşmayı beklerken.Mesafe kavramını yitirsin Zırvalamak istediğin zamanlar, ağır basar davranışların -ağır olman gereken yerde de zırvalamaya başlarsın.Hayatın küçük oyunlarında piyon olduğunu unutup şah olmaya kalkarsın.

Matematiğe de vuramazsın ki yaşamı. Yoktur sağlaması davranışların.Bölemezsin duygularını,çarpamazsın sevincini.Geriye bir tek çıkarma kalıyor,O da zaten hep kaybettiklerine eşit.
Bir şizofrenin penceresinden bakmak zordur sokağa.
Devrik cümlelerin aranan kadını olupta, tecrübeden uzakta- mastar ekleriyle konuşulan bir yaşamda, farazi çıkarımlar yapmak ne kadar da kolay olurdu oysaki.

Fazla uzuyor bugünlerde düşüncelerim, traşlamak lazım diyorum bu kendime-tutamıyorum kendimi.

ÖZLERİN SÖZE DÖNÜŞTÜĞÜ BİR YERDE YAŞAMAK MI-"SÖZ"LERİN SÖZDE KALDIĞI BİR HAYATA TAHAMMÜL ETMEK Mİ !

Kendine ezik bir zihinin kime faydası olur .....

Bir delinin gülümseyişi, bir kedinin mırıltısı, bir zihnin zırvalayışı, bir topuk sesi... birde kültablasında kendini tüketen insanlar. Tırmarhaneden tımar olmadan sokağa salınanlar... tımarlanmayı bekleyenler... birde tımar tutmayanlar. Herkesin biraz sıyırdığı bir yaşam.....

Kurşun kalem kurşun askere karşı.

Öykü Yılmaz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              3 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

David Ojalvo

 Söylenebilecek ne varsa : David Ojalvo


   EGO MESELELERİ

Biz insanoğlunu diğer canlılardan farklı kılan en büyük yeteneği düşünebilme yeteneğidir. İnsanoğlu düşünmebilme yetisiyle, yaşamak için gerekli ihtiyaçlarını giderirken, artan kalan zaman ve imkanlar doğrultusunda, tarih sürecinde medeniyeti geliştirebilmiştir. Yaşadığımız 21.yüzyıl iyisi ve kötüsüyle insanoğlunun bu yetisinin eseridir. Öte yandan III.dünya ülkeleri, diye tabir edilen ülkelerden ya da bireysel ekonomimizin düşük standartlarından yüksek standarlara ve modern toplumlara uzandıkça, insanlar düşüncelerini gerçekleştirmek, toplumda belli bir statü edinmek üzere çalışmaktadır. Maslow bu düzeni "ihtiyaçlar piramidi" ile göstermiş ve piramidin en üstünde, düşünüp ilerlemeye çalışan insan "kendini gerçekleştirme" basamağında gösterilmiştir. Kuşkusuz, bu basamakla Freud'un "ego", "id" ve "süperego" kavramları örtüşmektedir.

Ego kavramıyla ilgili olarak, gündelik hayata değinmek istiyorum. Gündelik hayatımızda attığımız çoğu adım ve insanlarla kurduğumuz iletişimin temelinde bir "ego" ve "tatmin olmak" meselesi yatmaktadır. İsimlerimizin yanındaki sıfatlar, elbiselerimizdeki markalar, bir hiyeraşide yükselmeye çalışmamız, para kazanıp lükse yatırmamız, eşimizin ya da kendinizin ne kadar yakışıklı/güzel olduğu, hep ego meselesine birer örnektir. Daha geniş açılımlarda bulunursak, şehirleşme de insanoğlunun ihtiyaçlarının yanısıra, egonun bir ürünüdür. Şehirde yaşamak, iyi mekanlarda yemek, eğlenmek... Ya da tarih çağlarına bakarsak Orta ve Yeni Çağ'da neden insanlar arası sınıf ayrımları yaşanmıştır ki? Temel ihtiyaçlarında eşit olan insanoğlunun bir kısmı neden köle sınıfı olurken bir kısmı burjuva ya da soylu olmuştur? Elbette günümüzde bu sınıf farklılıkları, tarihte olduğu kadar keskin olmasa da, devam etmektedir. Örneğin bir uçakta yolculuk ederken herkes aynı yere gitmekte; fakat kimileri ekonomi, kimileri first-class uçmaktadır...

Ego, insan doğasının vazgeçilmez ve doğal olan bir parçasıdır. Her şeyde olduğu gibi yararlı olabileceği kadar zararlı yanları da vardır. Eğer ki kendimizle mücadele ederek, örneğin güzel bir iş çıkartmışsak, sınavdan yüksek not almışsak mutlu oluruz, tatmin oluruz. Bu örnekler çoğaltabilir ve iyi niyetli, insanlığın yararına olacak yönde hırs ve istekle hayatımıza yön verirsek hem biz, hem çevremiz kazanır. Tam aksine sırf egomuz tatmin olsun diye, başkalarına bir şeyler kanıtlama çabasındaysak, bu uğurda dedikodu ve insanları zedeleyici davranışlarda bulunuyorsa ego, artık zararlı yönünü gösteriyor demektir. Toplumsal bazda aklıma koltuğunu bırakmak istemeyen insanlar, yöneticiler, politikacılar geliyor. Elbette bu konunun da derinine inilebilir ve o kişinin "neden" bu yolda olduğuna dair çözümlemelere varılabilir.

Günümüzde birçok kişi yeteneklerini doğal olarak hayatını kazanmak, sürdürmek için kullanıyor. Kimileri sürekli ekonomik alanda bir hırsla, zengin olmak için çalışıyor. Günümüzde azınlıkta olan bir kısım (tarihteki en güzel örnekleri filozoflar, bilim adamları) bilim ve düşünce adına mücadele veriyor. Dışarıda ise kapitalizm markalarla, medyayla, teknolojiyle insanlara, onların neyi beğenmesi gerektiğini öğretiyor (!) ve insan egosunu maddi bir tabanda, bireyin düşünme yetisine zincir vurarak sürüklüyor.

Ben aklımın erdiği kadar bu yazıda egoyu anlatmaya çalıştım; şimdi ise size onu ne yönde kullanacağınıza karar vermek kalıyor...

David Ojalvo
www.davidojalvo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,297,297,297,297,297,297,29
              7 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Sibel Uygun

 Kahveci : Sibel Uygun


  Hayvanlar

Duyduğuma gören hayvanlar bize gücenmiş...

Allah, hayvanları insanların yaşantısını kolaylaştırmak amacıyla yaratmış. Onlar olmasaydı insanların olabileceğini pek düşünemiyorum. Ne kadar çok yerde hayvanlardan yararlanıyoruz.
Bu konuyu epey bir düşündüm, kendimce sıraladım maddeleri, ama eminim içinde unuttuklarım mutlaka vardır.

İlk olarak, hayvanların etinden, sütünden, yağından, yumurtasından, postundan en iyi şekilde yararlanıyoruz.
Daha sonra güçlerinden yararlanıyoruz. Gelişmemiş köylerimizde hala hayvan gücüyle tarlalarını sürüp, ekmek paralarını çıkaranlar var!

Yeri geldiğinde bekçi olarak kullanıyoruz. Gözleri görmeyen insanların gözü dahi olabiliyorlar.
Depremlerde, yıkıntıların altındaki kısılıp kalmış vücutları kurtaran, yine onlar.

Bilimde, yine en iyi yardımcı onlar değil mi? Deneylerde onları hiç acımadan kesip biçiyoruz.
Tehlikeli ameliyatlar ilk onların üzerinde deneniyor.
O da yetmiyor, onları tutup uzaya bile yolladık.
Aklınıza gelebilecek her yerde varlar.
Hayvanlar, hayatımızın en büyük yardımcısı olarak yaşamaktalar.

Bunu bu kadar benimsemişken, yine de hayvanlara hiç acımadan eziyet edebiliyoruz.

Bir bakıyorsunuz, paralı bahislerde hayvanları kullanıyorlar. Üzerine paralar konup zavallı hayvanlar ölümüne dövüştürülüyor.

İspanyol halkının zevkine nasıl bakıyorsunuz ?..
O zavallı boğaları saçma sapan zevkleri için, büyütüp daha sonra kanlar içinde yerlere seriyorlar.
Sırf bir zevk uğruna.
O topluma hiç aklım ermiyor. Sokaklara boğaları salıp kendi canlarından da oluyorlar.
Düşünüyorum, ama gerçekten bir yorum getiremiyorum...

Ormanlarda keyifle yaşama çabasında olan hayvanları, alıp hayvanat bahçelerine tıkıyoruz. Özgürlüklerini kısıtlıyoruz. Sonra karşılarına geçip seyrediyoruz, sırf boş vakitleri değerlendirmek uğruna...
Hani onlara bir de rahat ve temiz bir ortam sağlansa, içim yanmayacak. Hayvanlar bu mekanlarda hastalık ve pislik içinde yüzüyorlar...

Bunlar bir tarafa, o kadar iğrenç insanlar var ki dünyada, hayvanları cinsel ilişkilerine bile ortak edebiliyorlar.

İşte bu kadar nankörüz, biz insanlar !..

Bütün bunlar bir tarafa, bir de ağzımız bozuk bir milletiz. Tepemiz attığında hep kötü laflar vardır çoğumuzun dilinde.

"Hayvan oğlu hayvan(!), öküz gibi bakma(!), it oğlu it(!), ayı mısın oğlum(!)" gibi saçma sapan bir sürü laf...........

Neden hayvanları küçümsüyoruz?..

Bu kadar onlara ihtiyacımız varken, bizim için her türlü fedakarlığa katlanırlarken, bu dünyaya bizim yaşantımızı kolaylaştırmak amacıyla getirildiklerini bile bile, neden yapıyoruz bütün bunları?

Hayvanlar nasıl olur da bize gücenmezler ?..
Bir düşünün...

Sibel Uygun
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,638,638,638,638,638,638,638,638,63
              8 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahvecigillerden : Oktan Erdikmen


Çanakkale mi Necef mi?

Bugün Türkiye’de hala düşünce özgürlüğü yok diye feryat edenlerin bulunması acı vericidir. İsteyen herkes, görüşlerini hangi doğrultuda olursa olsun imkanları dahilinde yazabiliyor, konuşabiliyor. Bu noktada ileri sürecek bir düşüncesi olmayanlarsa, saçmalama özgürlüklerini sonuna kadar kullanabiliyorlar. Şeriatçı gazeteler bunlara örnek. Akılla mantıkla, vicdanla uzaktan yakından alakası olmayan her türlü safsataya bu gazetelerde ulaşmak mümkün. Buralarda hemen her gün devlete ve orduya küfür ediliyor, ima yoluyla falan değil, açıkça, kelimesi kelimesine şeriat özlemi içinde olduklarını belirten yazılar yayınlanıyor. Hakaretler ve iftiralar tazminat cezaları olarak geri dönünce, çare gazetenin isminin değiştirilmesinde bulunuyor.

Geçtiğimiz günlerde Abdurrahman Dilipak adlı bir yazar, Irak’ta ölen direnişçilerin gıyabında kılınan cenaze namazından sonra yaptığı konuşmada, Necef’teki olayların kendisi için Çanakkale Savaşları’ndan daha değerli olduğunu belirtti. Sonrasında ise bu saldırıları kendi evine yapılmış gibi kabul ettiğini söyledi.

Çanakkale, henüz ilk adımda insanın gözlerinin dolmasına neden olan bir şehirdir. Bu olay, zaten kaybedilmiş bir savaşta kazanılmış bir cephe değil; dünya tarihini yeni baştan yazan bir destandır. Emperyalistler boğazları geçip Rusya’ya ulaşabilselerdi, bugünün tarih kitapları ne Sovyetler Birliği’ni ne de Türkiye Cumhuriyeti’ni yazabilirlerdi. Dünyayı kasıp kavuran bağımsızlık hareketleri, devrimler, yeni fikirler ve ideolojiler; 18 Mart’ta boğaz açıklarına gömülen Kraliçe Elizabet Zırhlısı’nın enkazında yükselmişlerdir. Türk bağımsızlık mücadelesinin önderi Mustafa Kemal hepsinden önce Anafartalar Kahramanı’dır.

Çanakkale şehitliğini gezerken içi titremeyen bir insan, insan olamaz. Bugün başımızı dik tutabiliyorsak bunu sağlayan Çanakkale’de yatan 17 yaşındaki çocuklardır. Çanakkale, bir dakikaya varmadan öleceğini bilen, buna rağmen hiçbir çekince göstermeden çarpışmaya devam eden şehitlerin eseridir.

Yazar olduğunu iddia eden bir kişinin bütün bunlardan habersiz yaşaması mümkün değildir. Mesele, inanç tüccarlığı meselesidir. Cehalet üzerine kurulan çıkar ilişkilerinin yansımasıdır. Eğer bugün birileri kalkıp, koskoca Çanakkale destanını üç beş çapulcuyla karşılaştırabiliyorlarsa, bütün bunlar yine şehitlerimiz sayesindedir. Ben vatanım için gözümü kırpmadan ölmeye hazırım. Abdurrahman Bey, Necef’teki mücadeleyi daha değerli buluyorlarsa gidip orda savaşabilirler. Ama artık, din üzerinden siyaset yapmaktan vazgeçsinler.

Tarihin her döneminde bilerek ya da bilmeyerek ilerlemenin karşısında yer alanlar olmuştur. Kişisel çıkarlarını yabancıların siyasi emelleriyle birleştirenler olmuştur. Ancak, bugün İzmir Meydanı’nda heykeli dikili olan gazeteci, Ali Kemal değil; Osman Nevres, Teşkilatı Mahsusa’daki kod adıyla Hasan Tahsin’dir. Tarih yine aynı şekilde tekerrür edecektir. Yeter ki biz mücadeleye devam edelim.

Oktan Erdikmen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,408,408,408,408,408,408,408,40
              10 Kahveci oy vermiş.
20 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Mehmet Güneş


Ölmek istemeyenlere

Şimdiye kadar ölüm üzerine ne ağıtlar yükseldi yerden gök kubbeye. Ama ağıt yakanlar bir sonraki seferde kendileri ağıtlara konu olmaktan kurtulamadılar. Zaman değirmeni çarkına düşenleri öğütmeden bırakmıyor. İnsanoğlu hep başka semtlere kovuyor ölümü, hiç kendi hanesine yaklaştırmıyor. Ama ansızın karşısına çıkıverince belki şaşırmaya dahi fırsat bulamadan kucağına düşüveriyor ölümün. Tam konuşacakken, diller gerçeği haykıracakken, söylemez oluveriyor; başka bir aleme saklanıyor sırlar. Artık hâl konuşuyor dilin sustuğu yerde, hâlden anlayana. Bir ömür, can ipliğine ölüm üzerine mısralar dizen şaire son anda söz söyleme fırsatı verilmiş:''Sen ölümden çok söz ettin, haydi ölümü anlat bakalım yaşayanlara, dercesine...'' ve son söz:

''Demek ölmek böyleymiş.''

Yok, hayır.

İnsanın etrafında öyle bir koza var ki Azrail’in ayak seslerinden başka hiçbir şey onu delmeye muktedir değil. Günümüz insanı ölüm karşısında, belgesellerde seyrettiğim zebraları hatırlatır bana. Hani aslan tehdidini enselerinde hissedince korkudan tüyleri diken diken olup da aslan içlerinden birini avlayıp yemeye başlayınca rahatlayıp otlamaya başlayan zebraları. Kabristandan dönenler bir dosta karşı son görevlerini yapmış olmanın gönül huzuru içinde, ölenle ölünmez, deyip hayatlarına kaldıkları yerden devam etmiyorlar mı? Hz. Ömer kendisine her gün ölümü hatırlatsın diye birisini görevlendirmiş. Bir gün saçlarında bir ak görünce onu çağırmış. Hadi sen git, artık ölümü hatırlatmak için bu bana yeter, demiş. Hayatını, kılı kırk yararcasına hassas yaşayan bir insana, ağarmış bir saç teli ölümü hatırlatmak için yeterli oluyor. Hayat sermayesini hoyratça harcayan bizlere ne oluyor ki dostlarımızın bir bir etrafımızdan ayrılışı karşısında bile bu kadar duyarsızız. Ölüm, hayatın gerçeği, ölüm korkusuyla da yaşanmaz ki, diyebiliriz. Doğru, ölüm korkusuyla yaşanmaz ama ölüm bir ibret dersidir:
''Sen ibret almaz mısın ölenlerden
Onlar da sencileyin kul değil mi?''
Hayatı verenin bir gün bizden hayatın hesabını mutlaka soracağı gerçeğinin dersidir, ölüm. Hayatın insana verilmiş kısacık bir fırsat olduğunun ifadesidir.

Yunus Emre’nin:

''Okumaktan mana ne, kişi Hakk’ı bilmektir
Çün okudun bilmezsen, ha bir kuru emektir''

Şiirini,

''Yaşamaktan mana ne, kişi Hakk’ı bilmektir
Çün (eğer) yaşadın bilmezsen, ha bir kuru emektir''

şeklinde yorumlarsak, amaçsız yaşamanın kısır döngüsü içinde nasıl kıvranmakta olduğumuzu fark eder miyiz acaba? Bu âlem içinde anlamım nedir? Beni herkesten farklı yaratan, benimle ne murat ediyor? Benim yaratılış amacım nedir? Ben nereden geliyorum? Nereye sevk olunuyorum?... Evet sorular uzar gider. Bir kere olsun kendisiyle yüz yüze gelememiş, hayatın anlamını düşünmemiş, kendi kendine soramamış, daha doğrusu işten güçten, meşguliyetten bunu aklını getirmemiş olan bizler, hayat karşısında – kendi konumumuz itibariyle –vazife ve yükümlülüklerimizi ne zaman hatırlarız? Azrail kapımızı çalınca mı?

Bir gün birinin karşısına ansızın Azrail dikilivermiş, canını almaya geldim diye. Adam önce çok korkmuş, sonra aklı başına gelince yalvarmaya başlamış: Ne olur Azrail, canımı alma, hiç hazırlığım yok. Bu halimle Rabb’imin karşısına nasıl çıkarım? Gelmeden öne haber verseydin ben de ona göre hazırlığımı yapardım, demiş. Azrail, adamın haline acımış: Hadi git, şimdi senin canını almayacağım. Tekrar gelmeden önce de iki defa haber vereceğim, üçüncüsünde gelip canını alacağım, demiş. Adamcağız sevinerek gitmiş. Bir süre verdiği söze sadık yaşamış, sonra işi gevşetmiş, nasıl olsa Azrail gelmeden önce haber verecek. Geleceğini haber verdiği zaman hazırlanırım, deyip büsbütün olayı unutmuş. Aradan uzun zaman geçmiş. Azrail her halde gelmeyecek diye düşünmeye başladığı bir zamanda Azrail çıka gelmiş. Adam çok korkmuş ama bu arada da sormadan edememiş: Hani sen gelmeden önce haber verecektin? Azrail: Ben haber verdim, filan zamanda uzun süre burnun kanamıştı, hatırlamadın mı? Başka bir zamanda şöyle bir kaza geçirmiştin. Adam başını sallayarak tasdik etmiş. Sonra: Sen geleceğini böyle mi haber verirsin, diye sormuş. Azrail de, evet ben geleceğimi hadiselerin diliyle haber veririm, cevabını vermiş Avrupalı ölümü hatırlatan her sembolü gündelik hayatının dışına kovarken atalarımız mezarlıklarını şehrin ortasına yapmış, ölümü hatırdan çıkarmayalım daha doğrusu hayatın anlamını unutmayalım diye:

''Deryada sonsuzluğu fikretmeye ne zahmet!
Al sana, derya gibi sonsuz Karacaahmet!
Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde;
Ona sor, gidenlerden kalan şey neymiş elde?''

Soralım , ''...gidenlerden kalan şey neymiş elde?'' diye. Yüce Kitabımız kalanların, sadece ''sâlih ameller'' yani sırf Allah rızası için yapılan güzel işler olduğunu haber veriyor bize. İşte ölüm, ölüm korkusuyla tir tir yaşayalım diye değil hayatın gerçeğini anlamak ve unutmamak için sık sık hatırlanması gereken bir olgu. Ölümü böyle anlamak ve idrak etmek herkese nasip olmuyor. Peşinciliği seven, peşin bir gram lezzeti gelecek bin gram lezzete tercihe meyilli nefsimize söz anlatmak zor. Hele kabrin öte tarafı onun için çok uzak bir ihtimal. Ey gönlüm:
Nasihat istersen ölüm yeter
Muzaffer amcamız ölümü ve hayatı doğru anlayanlardan ki güzel yaşamış, servetinin önemli bir bölümünü bu uğurda harcamış daha doğrusu kalıcı hale getirmiş. Kendisini hem tebrik edelim, hayat imtihanından –inşallah– yüzünün akıyla çıkmış. Hem Allah’tan rahmet dileyelim.
Allah, hayat imtihanında bizi de muvaffak kılsın; bize de güzel bir hayat ve güzel bir ölüm nasip etsin.

Mehmet Güneş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,628,628,628,628,628,628,628,628,62
              21 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Sıdıka Bilgen

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.273 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


ÇÜNKÜ BEN

Sana benziyorsada sevgi,
Kuşların göçme hüznüdür bana kalan
Sonbaharın küf kokan yalnızlığı,
Gecenin sadakatsiz sessizliği
Çünkü ben hep özlerim seni.

Yetişmem gerek sana ancak,
Yeşili sevecek kırmızı,
Güneşi sevecek kadar yağmur,
Solmayacak renkler getirdim sana,
Çünkü ben hep isterim seni.

Yorgun düşmezse şu yürek,
Pürüzlerine takılmadan yaşamın,
Çentikler atıyorum sensizliğime dair,
Adaklar adıyorum bir gülüşüne,
Şimdi söyle bana ne zaman geleceksin
Çünkü ben hep sevdim seni.

Zeki Yıldırım

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Şansa bak!..

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


Adamın biri kendisi için güzel bir ayakkabı beğenmiş. Aslında biraz dar gibiymiş ama satıcının da ısrarlarına dayanamayıp bu muhteşem görünümlü ama kalıbı dar ayakkabıyı almış. Fakat bir gün bile geçmeden ayaklarının muhtelif yerlerinde kızarıklık ve su toplamaları başlamış. Ertesi gün yolda karşılaştığı arkadaşı ayakkabılarının ne kadar güzel olduğundan bahsedip övgüler yağdırmaya başlayınca adam, "sorma be birader bu öyle bir illetki içi beni yakar dışı seni yakar" demiş. Bu espri ile ilgisi yok ama size http://www.esao.net/ kısayolundaki web sayfasını öneriyorum. Temel amacının ne olduğunu anlamadığım halde görsel olarak çok sevdiğim bir web sayfasını sizlerle paylaşıyorum.

"Victor Hugo şiirlerini 40.000 kelime ile yazdı. Türkçe'yi en zengin kullananlardan Yaşar Kemal'in romanları 3.500 kelimeyi geçmez" görüşü çok yaygındır. Bu görüş haklıdır zira Türkçe'nin Fransızca'ya oranla daha az sözcük içerdiği doğrudur. İngilizce'ye, Almanca'ya, İspanyolca'ya oranla da daha az sözcük içeriyor olması gerekir. Ne var ki bu Türkçe'nin daha yetersiz bir dil olduğu anlamına gelmez! Çünkü Türkçe az sözcük ile çok şey anlatabilen bir dildir! Daha fazla sözcük içerse bunun kimseye zararı dokunmaz ancak, gereği yoktur. Yazının devamı için http://www.visioneurope.com.tr/bilgisec.asp?eno=41 (teşekkürler Leyla)

Kendi müzik arşivinizi oluşturabilmeniz için yeni bir mp3 arşivi daha. http://www.mp3advance.com kısayolundaki mp3'leri indirebilmek için öncelikle web sayfasında verilen programı indirip bilgisayarınıza yüklemeniz gerekiyor. Daha sonrası için web sayfasını inceleyebilirsiniz.

Şimdi vereceğim http://www.gag.web.tr/yazi.php?yad=982 kısayolunda aşk ile ilgili garip bir yorum göreceksiniz. Animasyonu çalıştırmak için her adımda >> işaretini tıklamanız gerekiyor. Kısa ve öz bir çalışma. Ben onaylamıyorum; ama ilginç bulduğum için sizlerle paylaşmak istedim.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Firefox 1.0PR [4.5M] Windows FREE
http://www.mozilla.org/products/firefox/
Yeni ama hatalardan ders almış bir browser arıyorsanız Firefox'u mutlaka denemelisiniz. Firefox'un 1.0 versiyonu pekçok iyileştirmeyle hazır. Internet Explorer'ın ve Netscape'in temelini teşkil eden Mozilla tarafından geliştirilen bu program çok yakında tüm tarayıcıların pabucunu dama atacağa benzer. İçindeki arama ve download yöneticileri kusursuz ve hızlı. Benden söylemesi, bilgisayarınızı üzmeyecek ve yormayacak bir tarayıcı kullanmak için yükleyin ve mutlaka deneyin.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20040922.asp
ISSN: 1303-8923
22 Eylül 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com