Treo 600 stoklarda!..



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 586

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 23 Eylül 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Çeçe sinekleri saldırıyor!..


Merhabalar,

Eylül geldimi genetik yapımda değişiklikler oluyor biliyor musunuz? Suratım aşağı doğru sarkıyor, sağır kulaklarım hepten duvar oluyor, sol omzum felç sağ ayağım kazık oluyor. Teşhis, akut nervovasküler transityol hiperasidite sendromu. Açılmışı şöyle; uykusuz geçen gecelere ek olarak başlayan servis şöförlüğü nedeniyle oluşan travma ve midesel sorunlar. Ciddi görünsün diye attım ismini ama biraz uğraşsalar bal gibi buna benzer bir isim koyabilir doktorlar. Tedavisi erken yatıp dinlenmekten başlayarak yutulacak bol vitaminli antidepresan haplara kadar geniş bir yelpazede olabiliyor. Alınan doping maddelerinin yan etkisi olarak çeçe sineklerinin yoğun ısırığına mazhar olunuyor. Dolayısıyla göz kapakları düşüyor, dil damak kuruyor, parmak beyin ilişkisi dumura uğruyor. Anladınız canım, kaçmak için yol yapıyorum. N'apalım haftada 1-2 gün böyle kaçmak hakkım olsun değil mi? Giderken sizler için pikaba Arap Dünyasının Brad Pitt'i ya da Ricky Martin'i Mısır'lı Amr Diab'ın Aktar Wahed isimli şarkısını koyuyorum. Hoşunuza gideceğinden eminim. Yarın görüşürüz artık.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

6 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Cemreler Düşerken : Zeycan Irmak


HAZİRAN HASADI...

-e.e.'e sonsuz...-

Bu gün senin doğum günün. Yazın ilk günü. Günün, sıcağını geceye devşirdiği yaz mevsiminin başlangıcı. Çocukluğuma düşen en güzel armağansın sen. Ne hediye alacağımı, sana neyin yakışacağını düşündüm günlerce, bulamadım. Çok özel bir şey olmalıydı, çok özel. Şehri dolaştım durdum, yapamadım, beğenemedim, bulamadım. "Hiç" versem dedim olmadı, yüreğimi yarsam eline bıraksam dedim, almazdın, bilirim. Dayanamazsın benim sevgiden de olsa acıyan yanlarımı görmeye, ağlarsın. Ki ağlıyorsun şu an biliyorum sen de benim gibi. En iyisi dedim, sakla yüreğini, sevgisiyle doldurmaya devam et, bıkmadan usanmadan. Çünkü bilirim ki sende beni nefes aldığın sürece seveceksin. Karşılık bulan, acıtan, kanayan, gülen, sızlayan, susan, dillenmeyen tek sevgisin sen ve hiç değişmedin. Değişme "hiç"
Konuşmayalım "hiç."
Sevelim "(h)iç"...

bu gece göz yaşlarımı sana dolduracağım, al, kana kana "(h)iç..."

Sen doğdun. Haziran hasadıydı. En güzel rengim oldun benim. Korunmaya muhtaçtın ve daraldığımda kollarına sığınmaya can attığım ama başaramadığım. Hamilik görevini istemeden üstlendiğim tek insandın. Afallamıştım gelişinle. Birdenbire akışı değişmişti dingin, sakin ırmağın. Vazifeler verilmişti; "bundan sonra onu koruyacak, gözeteceksin" denmişti. Biliyorum, çok beceriksizim. Biliyorum layıkıyla yerine getiremedim görevlerimi, erkenden ayrılıp gittim yanından. Kaçtım bir nebze. Kaçtığım sen değildin, beraber yol aldığımız güzergâh amacından sapmaya başlamıştı ve ben özgürlük uğruna seni yalnız bırakmayı seçmiştim. Oysa düştüğüm tam anlamıyla kurt kapanıydı, yıllarca esir aldırlar beni, mahpus ettiler acımasızca. Kırbaçladılar, ezdiler, horladılar. Seni özledim o yıllarda, en çok seni. Yakınımdaydın, görüyordun halimi ama yardım edemeyecek kadar uzaktın aynı zamanda. Çocuktuk ikimizde. Ne yapılır bilmiyorduk ki. Çaresizdik. Korktuğum yalnız gecelerde bazen çağırırdım seni, gelir benimle uyurdun. Derdimi anlatamazdım, anlatsam anlar mıydın, bilmiyordum. Korkuyordum o zamanlar, her şeyden, herkesten çok korkuyordum ve yaşadıklarımı senin bile duymandan utanıyordum. Sevgimi içime hapsetmek zorunda kaldım bende.
Gösteremedim "hiç".
"Bilsen, seni nasıl çok, nasıl çok seviyorum" diyemedim... "hiç..."

Yıllar, yıllar önce senin doğumundan kırk gün sonra trafik kazasında kaybettiğimiz "kara kaşlım"a benziyordun büyüdükçe. Kara kaşlımı sevmeyen yoktu ki aramızda. Onu tanıyıp da hayran olmayan, yüzüne bakıp sevdalanmayan yoktu ki. Ondaki tertemiz, lekelenmemiş yürek kimse de yoktu ki. Öyle saf, öyle berrak, öyle duru bir insandı benim kara kaşlım. Ama Tanrı bizden daha çok sevdi, aldı erkenden, gencecikti, kara toprak oldu kara kaşlım ve Tanrı acımız biraz hafiflesin diye, avunalım diye seni göndermişti ölümünden kırk gün önce. İşte sen serpildikçe onun siluetini almaya başladın. Bakışların bile neredeyse aynıydı. Aynı hüzünlü, durgun bakış, aynı lekesiz yürek. O gün bu gün hayat seni kendine benzetemedi. Hep pırıl pırıldın. Hepimiz kirlendik, hepimiz çirkinleştik, hepimizin bozuldu bir yerleri ama sen, gülen yüzün ve her daim hüzün kokan gözlerinle aynı kaldın. Korkuyorum, çok korkuyorum...
Değişme "hiç"...

Ben geri döndüm sonra. Haziran hasadıydı. Özgürlük diye saptığım yol karanlık zindanlara çıkmıştı. Geldiğimde ben, ben değildim. Gözlerimi açamıyor, aydınlığa bakamıyordum. Hep bir köşede, en ufak sese tepkili, ağlayarak ve susarak oturuyordum. Yanıma kimseyi yaklaştırmıyor, vahşi hayvanlara benziyordum. Kuduz olanlar ışığa bakamaz, kudurmuştan farkım yoktu ki. Hamilik sırası sendeydi. Beni gözetme, kollama, barındırma sırası. Gecelerce oturup konuştuk, anlayabileceğim biçimde konuşan ve beni anlayan tek insandın. Işığa alışmam epey zamanımı aldı.
Geldim.
İçimden dedim ki bundan böyle ayrılmayacağız "hiç..."

Ben geldiğimde sen gitmeye hazırlanıyormuşsun meğer. Benim döndüğüm yolun benzerine. Sana "gitme, zorlanırsın/ yokuştur, yorulursun" dedim. Dinlemedin. Seni daha yeni bulmuştum, asıl bundan sonra omuz omuza başarabilirdik, üstesinden gelemeyeceğimiz zorluk kalmazdı. Hedeflerimizi çizer, yorulmadan, usanmadan koşardık rotamıza. Dinletemedim.
Güz gelip aldı seni benden. Niye bu kadar erken kaybettim seni? Benim yarım bıraktığım vazifeyi sen başarıyla tamamlayıp utandırdın beni, ve gittin sessizce.
Ağlayamadım "hiç..."

Yakınımdasın ama bir o kadar uzak. Bazen günlerce göremiyorum seni. Konuşmak, paylaşmak, anlatmak istediğim ne çok şey biriktiriyorum. Sonra da atıyorum topladıklarımı, zaman aşımından. Özlüyorum seni.
"Çok zayıfsın, kendine bak biraz, sıhhatine dikkat etmiyorsun" ... "hiç..."

Bu gün senin doğum günün. Sabah beri yolunu gözlüyorum. Küçük bir hediye aldım. Sana layık değil biliyorum. Ama vermek için yarına kalsın istemiyorum. Bu gün, bu gün vermeliyim onu sana... sen benim ilk ve son yürek ağrımsın. Senden birkaç tane daha olsaydı teselli bulur muyduk?
Ben seni çok kırdım zaman zaman biliyorum ama;
sen beni üzmedin "hiç..."

Haziran hasadı. Sana ne vakit dikkatlice baksam, sen dalgınken veyahut uyurken çocuk masumiyetinde, burkuluyor içimde bir yer. Bir hasat toplanıyor yüreğimin orta yerinde, ateşe veriliyor harman, boşalıyor gözlerimden yangınlar.
Sana kıyamıyorum "hiç".

Bu gün senin doğum günün. Allah, kara kaşlımdan aldığı ömrü sana versin. Sana ve yüreğine yakışacak bir armağan bulamadım, utandım verirken, kaçtım yine yanından. İstedim ki boynuna sarılıp sımsıkı ağlayayım, kokunu ciğerime doldurayım.
Yapamadım "hiç."

Haziran hasadım...
sana ben doyamıyorum "hiç."

Bu gece benim şerefime de,
bensiz ama sevdiklerinle,
gönlünce,
doyasıya "(h)iç...."

Zeycan Irmak
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,299,299,299,299,299,299,299,299,29
              7 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ayşenur Güven

 Noktasız : Ayşenur Güven


   Sipariş

Elimde bloknotum, dişlerimin arasına sıkıştırdığım kurşun kalemim, postacıya kapıyı açtığımda, aklıma gelen fikri unutmamak için not alıyordum. Aklıma gelen fikirleri yada beğendiğim cümleleri not alma âdetim vardır. Görseniz her taraf kâğıt parçalarıyla dolu. Giysilerimin cepleri, cüzdanım, çalışma masamın üstü, çekmeceler, yatağımın başucundaki tabure... Artık fırsatını bulup oraya bir komodin uydursam diyorum, lambam uyurken ara sıra kafama düşüyor. Ya da dört ayaklı bir tabure tercih etmeli.

Ah, evet, evet en çok yatak odam ! Bazen yastığımın altında bile kâğıt parçaları buluyorum. Uyurken, daha doğrusu uyumaya çalışırken çok fikir üretiyor bu beyin. Isısından her nevi faydalanılabilecek bir başka bedenle karşılaşmadığındandır ki, bu beden uyku bulmakta epey zorluk çekiyor. Hep çekti, hep de çekeceğe benziyor.

Postacı iadeli taahhütlü bir mektup uzattı. Elinde tuttuğu belgede parmağıyla bir yeri işaret etti. Ağzını açıp tek kelime etmedi ama ben orayı imzalamam gerektiğini şıp diye anladım. Hazır karşımda duruyorken elime birkaç zarf daha tutuşturup, her zamanki gibi asla gülmemeye azmetmiş suratını yanına alıp, arkasından seslendiğim iyi günler temennime elbette ki tepki vermeden çekip gitti.

Kapıyı kapatıp içeri çekildiğimde daha zarfları açmadan, faturalar ve bir tanesinin de ödemede gecikilmiş faturaya ikazdan ibaret olduklarını biliyordum. Onları, yemek masası taklidi yapan, annemden kalma eski sandığın üzerine on sene evvel geçici olarak yerleştirdiğim salon kapısına fırlattım. Oldum olası kapılarla aram yoktur. Yüzüme kapanan kapılar...

Moralimi bozacak konulara dalmadan önce keyif veren bir faaliyette bulunmaya karar verdim. Pencereleri dışarıdaki yağmura rağmen ardına kadar açıp kahve hazırladım. Aylardır içilmedikleri için kurumuş sigaralardan birini yakıp dudaklarıma götürdüm. Berbattı, samansıydı ama ufak ufak nefesler çekince pek de fark edilmiyordu. Hem gelen faturalardan daha berbat olamazdı. Hatta telkin yoluyla içiminin hoş olduğuna kendimi inandırabilir, ikincisini de yakabilirdim. O anda böyle bir eğilimim vardı. "Can sıkıcı haberlerin üzerine, ciğerlerime duman çekersem kendimi iyi hissederim" yanılsamasını yaşıyordum, hem de köküne kadar.

Şeker küplerini fincanıma atarken faturalara göz gezdirdim. Tahmin ettiğim kıvamdaydılar. Sürpriz yoktu. Hiçbirinin altına kimse, "Çok acıdık, bu ay sizden para istemiyoruz" gibi bir not düşmemişti. Sigaramdan nefescikler alıp, kahvemi yudumladım. Bir müddet yağmuru seyrettim. "Bu gün gelebilecek her türlü haber göze çirkin görünür" diye düşündüm. Keyfim iyiden iyiye kaçmıştı. İzmariti kül tablası bulamadığım için fincanımın tabağında ezdim ve kendimden nefret ettim. O kadar zamandır içmemiş oluduğum hade tutup bir tane yaktığım için, fincanımın tabağını kirletip göz zevkimi bozduğum için, parmaklarıma sinen tütün kokusundan rahatsızlık duyduğum için ve bir iki faturanın böylesine keyfimi kaçırmasına izin verdiğim için. Kendime kızmak hoşuma gitmediğinden bir sigara daha yaktım.

Fincanımda son yudumu ararken gözüm yerdeki zarfa takıldı. Küçük mavi bir zarftı. Postacı biraz evvel vermiş olmalıydı. Herhalde zarfları masaya fırlattığım sırada diğerlerinden ebatça farklı olduğundan kayıp düşmüştü. Ya da buraya kadar tek başına gelmişti, ama bu ihtimal oldukça düşük görünüyordu. Zarfın üzerinde sadece ismim yazıyordu. Biri onu bizzat elleriyle postacıya vermiş, bana iletmesini rica etmişti. Nedense bir türlü eğilip elime almaya kalkışmıyordum. Sağ elim kafama destek olmuş, sol elim sigaramı tutarken, o bana bakıyor ben ona bakıyordum. İkimizde inatçıydık. Ne o yerinden kımıldamak niyetindeydi, ne ben. Birimizden birimiz merakına yenilecekti kuşkusuz. İnatçılığım meşhurdur ama anlaşılan bu zarf benden de inatçıydı. Bir kâğıt parçasına yenilmiş olmak sinirlendirmişti beni ama merak da etmiştim. Nereden, kimden geliyordu ve bana söylenilen, benden istenilen neydi.

Elime aldım. İncecikti. Bu içinde yazanların bir sayfayı geçmediğini gösteriyordu. Zarfın üzerindeki el yazısı düzgün ama özensizdi. Bir erkeğin elinden çıktığını düşündüm. Benimle bizzat konuşmaya cesaret edememişti. Onu etkiliyor, benden çekinmesine neden oluyordum. Gerçi pek öyle haşmetli sayılmazdım, bu sıfat ancak yüzümün ortasında taşıdığım buruna yakıştırılabilirdi.

Zarfı elimde evirip çevirirken, ne zamandır fırsat bulup hizzaya sokamadığım, kitapların yığılı durduğu kütüphaneme kaydı gözlerim. Epeydir yazmıyordum. Yazıyordum ama bölük pörçük, başının sonuna sonunun başına karıştığı, bitmeyen belki de hiç başlayamayan hikayeler. Son kitabımın yayınlamasının üzerinden iki sene, dokuz ay, on beş gün geçmişti. Pek de kapışılmamıştı doğrusu. Ne demişti kritiklerden biri, "Olgunluk döneminin en güzel örneği...". Belki gerçekten düşündükleriydi ifade ettiği, belki de liseden beridir can ciğer arkadaşım olmasındandı kendisini yazdıklarımı kayıtsız şartsız beğenmek zorunda hissetmesi.

Olgunluk dönemi... Yoksa kibarca, "Senden de geçti artık" mı demekti ?... Elimdeki zarf... Olgunluk dönemi... Elimdeki zarf... Canımı sıkmaya başlayan olgunluk dönemi... Elimdeki zarf... Öyle ya nasıl da düşünememiştim ! Olgunluk dönemimde esrarengiz bir hayranım benden bu güne kadar hiç yazılmamış bir hikaye yazmamı diliyordu. Peki ama hâlâ işlenmemiş, kimselerin aklına gelmemiş bir konu var mıydı? Ya da bu esrarlı okuyucum kendisini anlatmamı istiyordu. Evet, evet istediği bu olmalıydı. Bu durumda bir süre onunla aynı çatı altında yaşamam gerekecekti. Belki adam tanınmış biriydi. Satırlarımda hayatının gizli kalmış yanlarını da gözler önüne serecek ve ölümsüzleşecekti. Satırlarda bir ölümlüye ölümsüzlüğü armağan etmek... işte edebiyatın zaferi !...

Eşyalarıma göz gezdirdim, "yanıma almam gerekenler" listesi çıkarmam gerektiğini düşündüm. Pek fazla eşyam yoktu nasıl olsa. Evimden uzaklaşmak zor ve tatsız göründü birden ama, elbette böylesi daha uygundu. O bana gelip kalamazdı ya ! Koca adam benim bekar evimi ne yapsındı. Hem rahatsız ve özel bakıma ihtiyaçlı da olabilirdi. Gündüzleri mi çalışırdık, yoksa geceleri mi? Geceleri daha üterken olduğuma göre, gündüz notlar alıp gece onları şekillendirebilirdim.

Kahvemi tazeler bir sigara daha yakarken, hâlâ zarfı açmamış olduğumu farkettim. Yeni işimi düşünürken zarfın varlığını bile unutmuştum. Onu hevesle yırttım. İçinden aynı mavilikte özenle dörde katlanmış bir kâğıt çıktı. Açtım... Okudum...

"Sevgili Abicim,
Seni çok sever sayarım. Ailecek kitap okumaya sayende merak sardık. Bizim kızın aklına okulu da sen soktun ya, neyse onu da evlendirdik şükürler olsun.
Abicim maalesef artık veresiye yapamıyacağım. Kaç ay oldu, borçların çok fena birikti. Geçim hepimizin derdi, inan ben de zor durumdayım. Lütfen artık bir çaresine baksan. Söz ekmeğini eksik etmiyeceğim Abicim.
Kusura bakma.
Bakkal Hasan"


Ayşenur Güven
Belçika
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,309,309,309,309,309,309,309,309,30
              10 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 ŞURALARDAN BURALARDAN : Oğuzkan Bölükbaşı


KONUŞMALAR

- Halkın isteklerini anlamak lazım kardeşim. Politikacı ancak halkı anlarsa başarılı olur.
- Halkı anlamak ne demektir sevgili dostum.
- Halk ne istiyor, nelerden hoşlanıyor, ne derdi vardır sorularının cevaplarını bulmaktır, onların arasına karışmaktır.
- Yapma yahu, yani spor yapmayan, arabeskten hoşlanan, kadınları horlayan, kızını okutmayan, töre uğruna namus cinayeti işleyen, gazete okumayan, çalışmayan, sıraya girmeyen, daha çokcasını sayacağım özelliklere sahip kişilerin arasına karışıp kaybolacağım öyle mi?
- Halk bu mu?
- Hangisi?
- Vefakar, cefakar, vatanı uğruna ölen, komşusunun yardımına koşan, emeğinin hakkından başkasını istemeyen, çalmayan, çalana göz yummayan, hakkını isteyip torpile başvurmayan ve bir çok özelikleri olan mert halkım benim
- Nerede yaşıyor bu insanlar?
- Seksenbir ilimizde yaşayan milyonlar
- Gazetelerde , televizyonlarda Memet Aliii Beeeey diye yalvaranlar kaç kişi, ortalıkta sesini duyurmayan, her şeyi sineye çeken pasif bir azınlık gruptan söz ediyorsan onlara bizim oralarda halk demiyorlar artık, hiçbir şey demiyorlar çünkü onlar yok.
- ………………….
- Ayrıca büyük kentlerin varoşlarına yerleşip kentin dokusunu bozanlara ve bozduranlara siz halk diyorsunuz sayın politikacım
- Onlar halk değil mi yani..
- Bana sorarsanız değil, onların büyük bir kısmı asalak, çalıntı elektrik kullanan onlar, hazine arazisini işgal edenler onlar, sonra işgal arazilere tapu verip bizleri yani yok olan bizleri mağdur eden siz politikacılar.
- Hay politikacılar kadar kafana taş düşe...
- Ne yapayım ya siz ya halk her gün beni meşgul ediyorsunuz, sıradan insanların kalıbına girmeyi halktan yana politika yapmak sanıyorsunuz, bu nedenle kentler köyleşti, hortumculuk çoğaldı.
- Jakoben'mi olalım yani?
- Jakoben olmak birikim ve doğru düşünmeyi gerektirir, halk dediğiniz kitlelere yaranmak yerine iyi düşünülmüş şeyleri tepeden inme yapma cesaretini ve koltuğu terk edebilme feragatini gerektirir, nerede öyle politikacılar
- Vatan, millet, Sakarya nutukları ile nerelere geldik bir bakın, üretmeyen , köşe dönmeyi marifet sanan nesiller önümüzde.
- Onların sayısı az gürültüsü çok.
- Birey yetiştirmediniz, birey olmaya önem vermediniz, birilerinin veya devletin yanına sığınıp yan gelip yatan insan üretimine halk böyle istiyor diye çanak tuttunuz, sağcınız da solcunuz da aynı, çarpıklığa bakın ki bu ülkede varlıklılar solda yoksullar sağda.
- Sağ sol mu kaldı?
- Kalmadı tabii kalmadı, ama ağız alışkanlığı işte
- Eeeee
- Bakın politikacı nasıl sözüne güvenilmez halde, adam bir seçimde karşı partinin adayını yerin dibine sokuyor, seçimden sonra yerin dibine soktuğu adamın partisine geçip onu göklere çıkarıyor, bu nasıl iştir yahu , halk böyle mi istiyor?
- Oyunu öyle veriyor
- Demokrasi yalnızca oy değil ki, sivil toplum, kurumlar demokrasinin önemli parçaları oy alınca her şeyi rahatça yapacağınızı sanıyorsunuz, sonra da çuvallayıp kalıyorsunuz özellikle ülkenin yönetim yapısı ile ilgili değişiklikler öyle sadece oyla elde edilen yetkilerle gerçekleştirilemez.
- Nasıl yani?
- Nasılı var mı bindokuzyüzellilerden beri her iktidar, düzeni ve sistemi kafasına takıp durdu, dünyada böyle bir demokrasi yok sistemi değiştimek ile uğraşan partileri olan. Altmışlı yıllarda solcular daha sonra sağcılar ve daha sonra ikinci cumhuriyetçiler hep sistemle uğraştılar, halk dediğiniz kalabalıkların refahı artmadı aksinesürekli refah ve kültür düzeyinde gerilere gittik. Şimdilerde zina, bina, başörtüsü, türban, kamusal alan gibi abuk konularla zamanı telef ediyoruz, cari açık nerelere varmış, işsizlik almış başını gitmiş, IMF le ( hani gelince kovulacak olan kurum) yeniden üç yıllık anlaşma yapmak için debeleniyoruz, enflasyon alım gücü sıfırlandığı için düşmüş bayram ediyoruz.
- Sen karamsar muhalifsin arkadaş
- Sözüm yalnızca size değil ki sözüm herkese, bu ülkeyi yöneten herkese, yönetilmek için kafa çalıştırmayan halka yani hepimize.
- Eleştirmek kolay, çözümün ne?
- Bu lafa da fena bozuluyorum, çözüm üretecek olan siz politikacılarsınız, oaralarda niye bulunuyorsunuz , çözümler için, ben eleştiririm çünkü yönetilmeyi talep eden benim, yönetmeyi talep etseydim o zaman çözüm üretirdim
- Ülke aydınlarının sorunu bu, eleştirmek çözmekten kolay , vur abalıya
- Çıkar abanı o zaman acıtıyorsa, çıkaramazsın değil mi, çünkü iktidar koltuğu tatlı bir güç veriyor insana, orada olunca akıl vermek kolay geliyor, akıl vermek yerine çözün kardeşim, işsizliğe çare bulun, kişi başına düşen geliri üretimle yükseltme yollarını arayın. Spor bile üreten insanların hakkı, bin kilo halteri kaldırsa ne yazar, katma değersiz üretimsiz, adama şampiyon olunca dörtbin altın veriyorsunuz. Öte yanda üretim yapan, dünya çapında sanatçıları bilim adamlarını görmezden geliyorsunuz.
- Kolay eleştiriler bunlar
- Yanlış mı söylüyorum? Televizyon kanalları umut tarlaları oldu, gözetlenerek, şarkı söyleyerek, para kazanma yuvaları oldu üretimsiz, emeksiz. Üretim yoksa ortaya koyduğun her şey fasa fiso, palavra ve oyalamadan ibaret. Yaratılan bu beleşçi ortam hepimizin sonu olabilir.
- Nasıl yani?
- Teknoloji diliyle kültürüyle giriyor içimize seyrediyoruz, Türkçe bitiyor, seyrediyoruz, davranış kalıpları değişiyor seyrediyoruz, böyle giderse yüz yıla varmaz mutasyona uğrayabiliriz
- Karamsarsın çok karamsar
- Dilerim yanlış düşünüyorumdur, üretimsiz zenginliğin yaratıldığı ilk ülke oluruz. Hangi dine , hangi milliyete sahip olursan ol üretim yoksa, teknoloji senden değilse köle olursun, bak geri kalmış ülkelere ve gör ne dediğimi. Sanayi devrimini, bilimi anlayamayan Osmanlı'ya ne olduysa bugünkü zengin sanılan ama zeka, kültür ve bilim yapısı üretimi toprağa yakın dolaşan her topluluğa da aynısı olacaktır ilerde. Dünyaya yüzyıllardır egemen olan tek şey bilim, ve teknoloji başka bir şey değil ne Osmanlı, ne Bizans, ne Roma, ne Rusya, ne Amerika, ne İngiltere sadece bilim ve teknoloji.Bunu anlamadıkça , değişen bir şey olmayacak, yani siz gidip halkı anlamaya çalışacaksınız, bilim ve teknoloji yanınızdan geçip gidecek.
- Merak etme
- Sadece gülerim bu cevaba, o kadar

Oğuzkan Bölükbaşı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,409,409,409,409,409,409,409,409,40
              5 Kahveci oy vermiş.
12 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Belgin Eryavuz


SENİ SEVİYORUM DİYEBİLMENİN GÜZELLİĞİ

Sevmek...Tanrının bize bağışladığı en yüce duygulardan bir tanesi...Yaşamımıza renk katan yegane şey. Sevmek ve sevildiğini hissetmek, hissettirmek. Sevmek... her şeyi, dünyayı, yaşamayı, insanları, kuşları, çiçekleri, denizi, suyu, herşeyi, kendimizi bir de. Biz ulus olarak sevgi dolu insanlarız aslında, yüreğimiz hep bu ışıltılarla dolu. Ama sevgimizi dile getiremiyoruz yeterince. Hep içimizde, yüreğimizde saklı tutuyoruz, nedense kullanmayıp saklıyoruz. Halbuki ne güzel iki kelimedir "Seni Seviyorum" diyebilmek. Bu gizemli kelimeyi kullanmaktan korkmasak, içimizden geldiği gibi ve hissettiğimiz anda söyleyebilsek keşke sevdiklerimize.

Düşünün , sabahın ilk ışıklarında yeni açmış bir çiçeğin yaprağındaki çiğ tanesi ile size gülümsemesini bir kez. İçimizi mutlulukla dolduran bu sıcak tablo karşısında "seni seviyorum güzel çiçek" demek, ne hoş bir karşılamadır onu. ( aptalca mı geliyor size, gelmesin lütfen) Yada aynada yüzünüze bakarken içten gelen bir gülümseme ile kendi kendimize "seni seviyorum" desek, diyebilsek keşke.

"Seni seviyorum" öyle sihirli ve güçlü iki sözcüktür ki aslında; söylendiği anda karşımızda akan suları bile durdurur anında. Eşimize, kızımıza, sevgilimize, emektar köpeğimize, yetiştirdiğimiz çiçeklere, büyüklerimize , tüm sevdiklerimize söyleyelim her an içimizden geldiğinde; duraksamadan," acaba tepkileri ne olur, yada çok söylemeyeyim etkisi azalır " diye düşünmeden. Olabilir mi hiç böyle bir şey, etkisi azalabilir mi hiç. Bu iki sözcük ne kadar sık kullanılırsa insanın içini o kadar okşar, o kadar sevgi ile doldurur, ilişkileri düzene sokar, uzakları hemen yakınlaştırır, mesafeleri yok eder. Ne güzel bir şeydir bunu sıkça kullanabilmek, alışkanlık haline getirip söyleyebilmek.

Hayatın ne kadar acımasız, ne kadar kısa olduğunu, belki yarın sevdiğimiz ve değer verdiğimiz kişileri bir daha bulamayacağımızı düşünecek olursanız; bence şu anda, şu saniyeden itibaren, daha fazla geç kalmadan söyleyelim, haykıralım sevgimizi; "seni seviyorum" diyelim.

Eşimizi yada sevdiklerimizi yolculuğa uğurlarken hazırladığımız bavulun içine, giyisilerin arasına "seni seviyorum" yazan minicik notlar iliştirelim. Bizden önce eve geleceğini bildiğimiz anlarda yine onlar için evin çeşitli yerlerine "seni seviyorum" mesajları bırakalım. İnanın o mesajları gördüklerinede yaşayacakları mutluluğu kelimelerle anlatmak mümkün olmaz. Bu öylesine güzel bir sıcaklık, öylesine güzel bir yakınlaşmadır, sözcüklere sığdıramazsınız gücünü.

İçimizde tutup, saklayıp, ayda yılda bir kez söylediğimizde; hayatımızdaki "keşkelerin" sayısı hızla artacaktır inanın buna. Oysaki "keşkelerin "geri dönüşleri yoktur; giden yıllarla birlikte onlarda gider, yakalayamazsınız.

O halde gelin kullanmaktan çekinmeyelim, "seni seviyorum" demeyi de sevelim, tüketelim bolca. Bilin ki siz kullandıkça tükenmeyecek, size geri dönüşleri katlanarak artacaktır. Sevgiyle kalın...

Belgin Eryavuz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              2 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : İlker Özlük


Vatan toprakları

Vatan toprakları satılamaz...

Askerlik yapanlar iyi bilirler. Eğitimlere ara vermek için, usta Asker öncülüğünde söylenen ve tekrarlanan slogan vardır. "Bayrakları Bayrak yapan, üstündeki kandır. Toprak, uğrunda ölen varsa vatandır." bu slogan her söylendiğinde, içimizde Vatana olan bağlılığımı anlatan, hani o tüylerin diken diken olduğu an ile beraber hareket ediyorduk.

Zaten herkes iyi bilir, yılların hızla ilerlediği zamanları hep, Vatanın bölünemez ve satılamaz bütünlüğü bilgilerinin içersinde geçirdiğimizi. Neydi bu bölünemez bütünlük?..

Geçmişini, işgal edilmiş topraklarda umutsuz ve çaresizçe yaşarken, değil toprak bütünlüğü bir parça toprağı olmayan Anadolu insanı, ulu önder M.Kemal ATATÜRK önderliğinde yapılan, kahramanlıklara konu olan kurtuluş savaşı sonucu, yurdumuzu işgal eden Emperyalistleri ağır bir yenilgiye uğrattılar, ve büyük Zafer kazandılar. Bu zafer sonunda bu topraklar için savaşıp hayatını kaybeden şehitlerimiz ise, bu toprakların satılamaz ve bölünmez bütünlüğünün simgesi oldular.

Aradan yıllar geçti, şimdilerde yılların unutulmuşluğunu yaşayan Güney Doğuda ki arazilerin yabancılar tarafından satın alındığını süslüyor gazete manşetleri, alınan bilgiye göre GAP çevresinde yaklaşık 245 bin dönümü aşan arazi yabancı uykuklu kişiler tarafından kapatılmış. Sulama kanalları açıldıktan sonra değer kazanan GAP kapsamındaki arazileri satın alan 221 kişi, kişi başına 240 dönüm araziyi paylamış ve bu arazileri kendi insiyatifleri doğrultusunda kullanıyorlar.

İşin ilginç kısmı, açlıktan ve sefaletten yorgun düşmüş Güney Doğu halkı yıllarını aşiret ve ağalık sistemine hizmet ederek geçirmiş, Atalarının uğrunda öldüğü bu topraklarda "maraba" olarak yaşamışlardır. Kendilerine ait bir karış toprak alamayacak durumda yaşamışlardır. Kendi topraklarındaki çileleri yetmiyormuş gibi birde fındık, tütün ve pamuk toplamak için yollara düşmüşlerdir. Daha geçtiğimiz günlerde Diyarbakır'ın Bismil köyünde yaşayan halk ağalık düzenine karşı ayaklanmış bizim medyada bu haberi "Kibar Feyzo" diye isimlendirmişti. Bir taraftan Vatan toprakları satılırken, diğer bir taraftan da halk çaresizlik içersinde kendi topraklarında esir hayatı yaşıyor.

İstanbul Taksim'de ki Fransız Sokağı için ayaklanma yapan bir grup vardı hatırlayacaksınız, ama ne hikmetse bu aralar sesleri solukları çıkmıyor, heralde toprak olayını bırakıp Alaattin Cakıcı olayına sardılar kendilerini neyse herkesin duyarlı kalması gereken bir konudan, Vatan toprakları satılamaz. sağlıcakla ve bu vatanda kalın...

İlker Özlük
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              1 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



En sadık kahvecilerden sevgili Ayhan Çağlayan'ın düğün davetiyesi.
Bundan güzel fotoğraf var mı?
Sevgili Şebnem ve Ayhan'a ömür boyu mutluluklar, Kahve Molası'ndan kucak dolusu sevgiler.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.273 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Çoğalıyorsun...

Bilesin ki çoğalıyorsun
Güneş öksüzü penceremde...

Suretini asabildiğim gözlerimin
Aslına uzanamadığındandır
Çanak tutmuşluğu
Islak öpüşmesine kirpiklerimin…
Ki her gün
Bakışı da degişiyor
Güneşin var mı?

Bilesin ki çoğalıyorsun
Ağıyorsun sarmaşıklar gibi..

Ömrümün
İmzamla onaylanmış
Depreme dayanıklı ibaresi ile
Yosun rengi duvarında
Bu yüzden hep rutubet sanılır
Güneş müsrifleri tarafından
Sarmaşık dibinin serinliği
Yosunun var mı?

Bilesin ki çoğalıyorsun
Yalnız kalabalıklarımda..

Sabah serininde
Taze umutlu yer tezgahları kurulan
Öğleyin
Uyduruk tente üstlerinde
Sarı sıcakla toz toprağın seviştiği
Panayır alanı yüreğimde
Horoz döğüşüne bakan çocukların
Horoz şekeri bulaşığı ellerinde
Hangi yüzden bulunmaz sabit pazarlarda
O şekerden?
Şekere bulanmışlığın var mı?

Deniz Güney

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Ohaa oldum yani!..

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


http://st.fatih.edu.tr/~gulsekeral/bitki_bakimi.htm
Bir dostunuz veya yakınınızdan herhangibir bahaneyle size hediye gelmiş olan tropikal bitkinizin, gözlerinizin önünde kuruyup gitmesine seyirci kalmak acı birşeydir, bilirim. Kısa ve öz bilgiler içeren faydalı bu kaynak bitkileriniz için size yardımcı olacak.

http://www.fourmilab.ch/earthview/vplanet.html
Dünyanın gece ve gündüz olan bölgeleri, dünyanın güneşten ve aydan görüntüleri, dünyanın karanlık yüzü, dünya yörüngesindeki bir uydudan görüntüler ya da çeşitli şehirlerin üzerinden görüntüler...

http://www.spikything.com/
Tamamen flash ortamında hazırlanmış orjinal bir site. Gerçekten çok hoş görsel efektlerle süslenmiş. Flash animasyonları ve özellikle minik oyunları sevenlere tavsiye olunur.

http://www.anti-pop.com/
Bu web sayfası hayata bakış şeklinizde herhangibir değişiklik yaparmı bilmem ; ama bana sıradan kişiliklerimizde sıyrılıp hayata kendi öz benliğimizle yorum getirmemiz gerektiğini hatırlattı. Bakalım sizlere neler hissettirecek..?

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Firefox 1.0PR [4.5M] Windows FREE
http://www.mozilla.org/products/firefox/
Yeni ama hatalardan ders almış bir browser arıyorsanız Firefox'u mutlaka denemelisiniz. Firefox'un 1.0 versiyonu pekçok iyileştirmeyle hazır. Internet Explorer'ın ve Netscape'in temelini teşkil eden Mozilla tarafından geliştirilen bu program çok yakında tüm tarayıcıların pabucunu dama atacağa benzer. İçindeki arama ve download yöneticileri kusursuz ve hızlı. Benden söylemesi, bilgisayarınızı üzmeyecek ve yormayacak bir tarayıcı kullanmak için yükleyin ve mutlaka deneyin.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20040923.asp
ISSN: 1303-8923
23 Eylül 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com