Deniz Feneri yardımlarınızı bekliyor



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 603

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 18 Ekim 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Benim eksiğim ne Allahaşkına?!..


İyi haftalar,

Anlaşalım, ligler devam ettiği sürece Pazartesi günleri ben de futbol yazacağım. Karar verdim bir kere dönüşüm yok. Bir paragrafta olsa bir yerlere dokunacağım. Kaçak güreşmeyeceğim, herkes buz gibi taraflı olduğumu anlayacak. Nedeni basit arkadaşlar, pazar akşamları TV'lerde o kanal senin bu kanal benim dolaştığınızda hemen her kanalda aynı saatte karşınıza çıkan spor programlarını izliyorsanız bana hak vereceksiniz. Ekmeğini bu işten çıkaran gazetecileri bir kenara koyarsak, futbol hayatı bittikten sonra balta olarak televizyonları seçip onlara sap olmaya çalışanların bar bar bağırdıkları sözde spor özde futbol programlarının yorumcularından ne eksiğim var Allahaşkına?.. Ben de zamanında futbol oynadım, ben de futbolun iki elin parmaklarını geçmeyecek kurallarını bilirim, takım tutarım, gerektiğinde söverim, bolca bağırabilirim, ağzım laf yapar, konuştum mu dinletirim, yazarım, futbolcudan anlarım, teknik direktörü yerden yere vurabilirim, ben de maçları TV den izliyorum, gazeteleri arka sayfasından başlayarak okuyorum. Eee bunların hepsini yapabiliyorsam ben de yorumcu olabilirim değil mi? Olurum hem de alasını olurum. O zaman ben de bundan böyle Kahve Molası arka sayfasında Pazartesi günleri spor yazmaya başlıyorum. İster kızın ister dövün kararım değişmeyecek. Aslında ilk yazımı Cuma günü yazmıştım. Bugüne yayınlarım diye düşünmüştüm. Ama dün Mustafa Mutlu'nun yazısını okuyunca rengim soldu. İster inanın ister inanmayın aynı konuyu hemen hemen aynı laflarla dillendirmişiz. Konumuz sevgili rakibimiz Galatasaray'a devlet tarafından verilen Seyrantepe arazisi kandırmacası. Bu konuda ikinci baskı olsa da birkaç lafım var ama önce Cimbom'un 100. yılını kutlamakla başlıyayım. 100.yıl meşalesinin sabırsız davranıp, çocukların elleriyle taşıyıp getirdiği ateşi beklemeden kendiliğinden yanmasını saymazsak kendi çapında iyi bir başlangıçtı. Bir yıl devam edecek bu kutlamalarda daha güzel enstantaneler görmeyi umuyorum. Yalnız bir noktayı hatırlatmakta yarar var. 2 yıl sonra ancak görebileceğimiz "100.yıl nasıl kutlanır?" adlı derse şimdiden hazırlanmaya başlayın derim. Yoksa görecekleriniz karşısında hayrete düşer küçük dilinizi falan yutabilirsiniz.:-))

Bildiğiniz gibi Cuma günkü gazeteler Sayın Canaydın'ın elinde tapu tutan resimleri ile doluydu. Geleceği kurtarılan bir Cimbom'dan, 100 milyon dolar gelirden söz ediliyor, yer gök inliyordu. Daima okumuş yazmış takımı olarak lanse edilen Galatasaray'ın taraftarı bu demeçlere kanıyormuydu acaba merak ediyorum. Öncelikle, arsa 30 yıllığına sadece üst kullanım hakkının alındığı bir hazine arsası. Yani hepimizin hakkı olan bir devlet arazisi. Haydi bana sormadan vermelerine ses çıkarmayalım ama beceriksiz oldukları tescilli bir yönetime alın kullanın k.çınızı kurtarın diye verilmiş bir arsanın muzaffer bir edayla taraftara açıklanmasını anlamak mümkün mü? Bakın sevgili aslan rakiplerim, birileri sizinle dalga geçiyor. Bir adam bulunacakmış, o adam size bir stad 5000 tane ev yapacakmış. Stadı ve evlerin yarısını size bırakacakmış, kalanıyla da kendisi geçinecekmiş. Ve tüm bu yatırım 30 yıllığına alınan bir arsa üzerine dikilecekmiş. Yok ya.. Nerede böyle keriz kereviz? Haaa dendiğine göre bu süreli tahsis süresiz tahsise zaman içinde döndürülecekmiş. Ölme eşeğim ölme. Hangi aklı başında müteahhit ne idiğü belirsiz bir yatırıma girer. Bunların hepsi hayal aslan rakiplerim, kanmayın sakın. Gelelim madalyonun arka yüzüne. Tahsisatlar, kutlamalar, törenler gırla giderken Kanarya ve Kartal yönetiminden tıss yok. Bunun 2 izahı olabilir. Birincisi güç karşısında sinmiş olmak, ikincisi ve en kuvvetlisi ise birtakım sözler almış olmak. Her iki durum da birbirinden edepsiz.

Futbol dedim ama oraya bir türlü gelemedim maalesef. Haftaya daha teknik konularda buluşmak üzere spor programımı burada kapatıyor az sonra yayınlanacak "Bit Pazarı" ile sizleri başbaşa bırakıyorum. Oynat Uğur'cum bizim jeneriği....

Günün şarkısında muhteşem klasiklerimizden biri var. Adını söylemiyorum, dinleyin duyun. Hepimize güzel bir hafta diliyor ve yatmaya gidiyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

6 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kaşif Kahveci : Betül Ayhan


ESAS KIZDAN REPLİK ÇALDIM

Soğuktu ve yağmur çiseliyordu...

Şehirler arası otobüsün sekiz numaralı koltuğunda, "yanağım bir otobüs camının kelepçesinde" hiç bilmediğim bir şehre doğru yol alıyordum. Bir filmin setinden çalınmış sahneleri oynuyorduk sanki hep birlikte. Başrollerde İbrahim Tatlıses ve Necla Nazır... Masraftan kaçınmamış, bir otobüs dolu figüran tutmuştuk. Ne de olsa mühim olan bizdik, paranın ne önemi vardı. Figüranların kimi sevdiklerine gidenleri canlandırıyordu, kimi sevdiklerini geride bırakanları. Ağdalı arabesk şarkılar çalıyordu yine. VCD o zamanlar icat olmamıştı, otobüslerde video film gösterimi bile moda değildi henüz. İtiraz şansımız olmadan şoförün seçtiği ayrılık ve yalnızlık şarkılarına mahkum, yol boyu susuyorduk hepimiz. Oysa içimizden kimileri hiç de yalnızlığa mahkum değildi. Arada bir şehrini ve senaryosunu çaldığımız yönetmenin şaşkınlığını anımsayıp gülümsüyordum kendi kendime. Olsundu, o nasılsa yenilerini bulurdu kendine. Oysa bizim oynayabileceğimiz tek bir senaryomuz ve tek bir rolümüz vardı.

Yüzümün muhafızı pencerenin yanından hızla evler (ışıkları tek tük yanıyordu), arabalar, otobüsler (içindekiler çoğunlukla uyuyordu ve büyük olasılıkla onlar da arabesk şarkılara mahkumdu), sokak lambaları, bakkallar, marketler, insanlar, kısacası hayatlar geçiyordu. Sanki aslında biz duruyorduk da onlar yanımızdan akıyordu. Ben Filiz Akın'dım, Göksel Arsoy'um çoktan gitmişti. Ve ben yine ve yeniden onu düşünüyordum.

Tüm binaları, arabaları, eşyaları ve canlıları aynı yere taşımaya çalışan bir kasırga gibiydi İstanbul. Tüm umutları, sevinçleri ve hüzünleri aynı yere toplamaya çalışıyordu. Ve ben de kapılmıştım nihayetinde bu kasırgaya. "Orada deniz var" demeselerdi ikna olur muydum bilmiyorum...

Soğuktu ve yağmur çiseliyordu. Rakımca yüksek yerlerden geçerken yağmur damlacıkları kar kristallerine dönüşüyor, havada daireler çizerek bir alçalıp bir yükseliyordu. Bir film şeridi gibi başka zamanlarda ve başka mekanlarda ben'ler akıyordu gözümün önünden. Her biri bir diğerinden farklı görünüyordu gözüme, hepsinin ben olması inanılmaz geliyordu o an için bana. Sanki her biri farklı dünyalarda yaşamış farklı insanlardı. Bu kadar zaman içinde bu kadar değiştiğimi hiç fark etmemiştim.

Mola yerleri her zaman olduğu gibi (hep gece yolculuk ettiğim için olsa gerek) soğuktu. Bir sigara, kısa volta boyları ile şişmiş ve uyuşmuş ayakları kendine getirebilmek için birkaç küçük esneme hareketi sonra acı, tatsız bir çay eşliğinde bir sigara daha ve yolların yarenliğine geri dönüş. Tüm yolculuk boyunca 3 kez tekrarlandı bu seremoni. Ve ben her molada gitmenin, gelmenin, kalmanın, terk etmenin benim için anlamını irdeliyordum cehaletten doğan ukala bir bilgelikle. Herkes kendince filozof değil mi biraz? Ben de kendi hayatımın felsefesini çözmeye çalışıyordum işte.

Gün yavaş yavaş ağarmaya başlamıştı. Akreple yelkovanın dansındaki figürlerden yolculuğun sonunun yaklaştığı fark edilebiliyordu. Ying-Yang'dı hayat sayılı dakikalarda benim için. Umut, sevinç, hüzün, korku, özlem ve şimdi adını hatırlayamadığım onlarca duygu ile ağlamak, gülmek, koşmak, zıplamak, durmak ve yine adını hatırlayamadığım onlarca eylem eşkenar bir çokgenin köşelerinden tutunup sarkıyor, kusursuz bir denge oluşturuyordu. Öyle ki ben asıl hissettiğimin hangisi olduğuna karar veremiyordum. Belki lüks lambalarının ışığında anlatılan bir dağ masalı bitmiş, bir peri masalının bir varmış bir yokmuşları dilleniyordu. Ya da belki huzur dolu uykumdan bir kabusa uyanmak üzereydim.

Soğuktu ve yağmur çiseliyordu. Garipti, ülkenin değişik coğrafyalarında, değişik zamanlarda, değişik iklimlere sahip kentlerin hepsi soğuktu ve hepsinde (rakımca epey yüksek olanlar hariç) yağmur çiseliyordu. Hayal bu ya, belki de soğuk ve yağmur bilmediğim bir dilde yol boyunca önüme serilen kırmızı halı anlamına geliyordu.

Tüm yaşananlar bir filmin setinden çalınmış sahnelerdi sanki. Ben Fatma Girik'dim ve kendimden, beni ben yapanlardan kaçmaya İstanbul olmaya gidiyordum. Eski hısımlarım hasım olmuşcasına uzaktı benden. Eşkenar çokgenin köşelerine tutunmuş duyguların ağırlıkları zaman zaman değişiyor, denge bozuluyordu. Bu zamanların kiminde dudaklarımda garip bir tebessüm beliriyor kiminde ise gözlerim buğulanıp boğazıma bir yumru düğümleniyordu. Yavaş yavaş ağarıyordu gün. Hava-su-toprak uyanıyordu yavaş yavaş. Doğuya yakın yerlerde güne bakanlar çoktan güneşe dönmüştü yüzünü. Oysa ben bu güneşi ilk kez görüyordum. Güneşin, denizin üstünde çırpınan aksi yabancı geliyordu bana.

Sırtımda küçük çantam, bavulsuz, paketsiz, acısız, geçmişsiz yavaş yavaş İstanbul oluyordum yeniden...

Soğuk ve yağmur çiseliyor. Şehrin aydınlığından olsa gerek, yıldızlar görünmüyor geceleri. Sahte ışılar ruhların karanlığını - gerçek karanlığı - gizlemeye yetmiyor. Pencerenin önünden (benim pencerem değil) sürekli arabalar akıyor, gürültü hiç bitmiyor. Sahte ışıklar sadece rollerini iyi oynayanların sahnesini aydınlatıyor.

Soğuk ve yağmur çiseliyor. Keşke bu da bir film seti olsaydı. Ben Türkan Şoray olsaydım, fondaki bir figüran mutluluğun resmini yapsaydı Abidin Dino'ya inat.
Ve yine soğuk olsaydı.
Ve yine yağmur çiseleseydi...
Ve tüm bunlar sadece rol icabı olsaydı...

BeT
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              6 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Barış Güvercini

 Barış Güvercini : Banu Kurtis Chouard


  IKEBANA / MONJIN FUSHU-KEN

Sene 1982 İstanbul Divan oteli. İkebana sergimi hazırlıyorum. Bu gece ben zen olmaya mecburum. 12 saat içersinde herşey bitmeli. Serginin açılışına yetiştirmeliyim.

Sanatımın sergi aşamasında en zor anlarını yaşıyorum. Normal bir zamanda içinizden gelerek yaptığınız kompozisyonlar bu gece bir nevi mecburiyet. Ellerimle, çiçekleri, dalları ikebana sanatının tüm kaidelerine uyarak yerleştirmek hayli güç...

Bu ilk sergim değil ama Türkiye'de ilk defa sergi açıyorum...
Ne çok hayal etmiştim bu sergiyi gerçekleştirmeyi...
Duygularım çok karışık. Yer, zemin, zaman derken japon usulü oturduğum yerden kalkarken salonda birisinin olduğunu fark ettim.
Kimse gelmesin demiştim...
Sabahın köründe bu adam da kim?

Sessiz sedasız duvarlara astığım İkebana'nin tarihini okuyor. Boş ver be bırak okusun dedim. En iyisi görmemezlikten gelmek. Kaybedecek vaktim hiç yok diyerek Zen oldum, tekrar işime koyuldum.

Aradan ne kadar zaman geçti bilmem arkamda birisini hissedince irkildim. Fırladım ayağa.
O adam. Bir elinde çay bardağı diğer elinde bir tabak bisküvi.

-Yoruldunuz biraz dinlenin, hemde birşeyler yiyip için lütfen.
Elindekileri almak mecburiyetinde kalıp, yarım ağızla da kendisine teşekkür ettim.
-Serginizi ilk gezme şerefi bana ait değil mi?
Gülümsedim. Cevap veremedim.
-Size teşekkür ederim. Ben bu kadar güzel bir çiçek sergisi hiç görmemiştim. Beni çok etkiledi .
Eli ile başımı tuttu.
-Kolay gelsin, devam kızım, başarılar...

Deyip gitti. Bana moral veren bu adamı unutup tekrar zen oluverdim. Saat sabah 9 oluverdi. Talebelerimde geldiler. Bütün gün uğraştık . Akşam da oluverdi. Açılış, arkasından Kokteyl çoktandır göremediğim tüm sevdiklerimle yorgunluğumu unutmuştum. Bir ara nedense içimi bir suçluluk duygusu kapladı.
Aklıma sabah ki adam geldi. Keşke onu da açılışa davet etmeyi düşünebilseydim. Ama zendim dedim ya...
Sergimin halka açık ilk gününün ilk saatlerinde adam yanında başkalarıyla yine geldi. Çok sevindim.
Selamlaştık, beraber dolaşıp tek tek sergiyi gezerken kendilerine uzun uzun zaman ayırıp bilgi verdim.
-Yahu fon müziği de çok güzel ruhum açılıyor, bu ne huzur ya ,canım burdan hiç ayrılmak istemiyor dedi.
Sergim 6 gün sürdü. Adamım hergün geldi, eşini, dostunu gezdirdi. Tek fark artık bana ihtiyacı yoktu. Getirdiği misafirlere tek tek kendi bilgi veriyordu. Biz sadece uzaktan selamlaşıyorduk.
Son gece de bir erkek arkadaşı ile yine geldi. Yanındaki beyi gözüm bir yerden ısırıyordu ama çıkaramadım.
Ben diğer misafirlerimle uğraşırken bir ara gördüm, sergim için açtığım hatıra defterimin başında idiler. Beni bekliyorlardı. Yanlarında olduğum kişileri birden bırakamadım. Sonra da bana el sallayıp gittiler. Üzüldüm yetişemedim arkalarından diye.

Serginin son dakikalarında hatıra defterime yazmışlar mı diye baktım.
Yazmışlar...
Okuyunca Yanındaki Arkadaşının kim olduğunu hatırladım.

Herkes bu güzellikleri görüp, güzellikleri anımsasa, bu sessizliği yaşayıp, sessizliği tatsa...
Mücap Ofluoğlu

Adamım da bana bir şiir yazmış. Kocaman da bir İMZA atmış...

Kim?

Adı yok.

Yürekten sevgiler, saygılar sana ikebana
Geç tanıdım, Yazıklar...olsun...bana...
27.04.1982
imza

Sonra defteri okuyanlar imzayı tanıdılar.

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

Bana da yazıklar olsun adamım, yazıklar olsun bana.....

Banu Kurtis Chouard
PARİS
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,757,757,757,757,757,757,757,75
              4 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Arap kahvesi : Beyhan Duffey


Tenisim Geldi Tutmayın!..

Neden bilmem, kendimi bildim bileli tenis maçlarına bayılırım. Ailemizde ya da sülalemizde tenisle uzaktan yakından ilgilenen yoktur. Hatta pek çok aile bireyimizin de bir tenis topu bir tenis raketi görmeden öbür dünyayı boyladığına adım gibi eminim. Peki nerden kaynaklı benim bu tenis sevdam?

Ben küçük bir kız iken babamın bütün karşı koymalarına rağmen bir yolunu bulur, geceleri herkes yatınca televizyon izlerdim. Öyle çizgi filmler ya da Kunta Kinte, Dallas, Filamingo yolu gibi diziler değildi benim ilgimi çeken. Ben spor müsabakalarına bayılırdım. Televizyonların aile büyüğü tarafından törenle açılıp kapatıldığı yıllardı o yıllar. Onküsurlu yaşlarımda kaç geceler gizli gizli olimpiyat oyunları sırasında güreş ya da boks maçı izlerken TV’yi açık unutmuşluğum ve bu yüzden sabah gözümü bir araba dolusu sopayla açmışlığım vardır. Ah hele bir de o güzelim tenis maçları. Şimdi bana iki tane tenisçi adı sorsanız vallahi de bilemem. Beni ilgilendiren kimlerin oynadığı değil yalnızca oyunlarıdır. Büyülenmişcesine öööyle bön bön bakarım ekrana. Top hop bu tarafta, hop öbür tarafta. Bir kere yerde zıplayacak, çizgileri aşmayacak. Karşı taraf karşılayamazsa topu, servis bu tarafa geçecek ve bu taraf sayı elde edecek...

Bir de o tenis maçlarındaki seyirci sessizliğine bayılırım. Tribünler ağzına kadar adam doludur da bir allahın kulunun hıçkırığı tutmaz ya da ne bileyim hapşırası gelmez. Hep bir sessizlik hakimdir. Fi tarihinde bizim memelekette de bir tenis müsabakası düzenlenmişti. ve bendeniz de televizyondan izleme gafletinde bulunmuştum.. Efendim tribünler (ki kortun çevresinde üç beş yükseltiden oluşturulmuş tahta sıralar) dolu. Elbet bu oyuncunun ve şu oyuncunun taraftarları ayrı ve iddialı. Ellerde davullar, ağızlarda düdük, düdüksüzler çekirdek çitlemekte. Maç sırasında bir hıyartoluk olacağı daha seyircilerin duruşlarından belli. Neyse maç başladı. İlk sayı geldi. Arkasından davullar dambur dumbur ötmeye başladı. Durdurun durdurabilirseniz. Tezahüratlar çabası. « Nasıl geçirdi ama ? Aslanım beea..”, “Ulan kaçar mı o top kelek? Bilmiyorsan oynama dümbük”... Deli olmamak içten değil. Yurdum insanı alışmış spor deyince eşofmanları çekip iki seksen televizyon karşısında futbol maçı izlemeye... Neyse ben konuyu parçalı bulutlu durumlara sokmadan ve futbol sevdalılarını da kızdırmadan benim şu tenis oynama merakıma gelivereyim..

Malumunuz üzere bir kaç ay önce aileyi “üç”ledik. Ee doğal olarak hamilelik sırasında alınan kilolar muhtelif bölgelere davetsizce yerleştiler. “Ye canım ye, iki canlısın sen. Nasıl olsa doğumdan sonra verirsin. Spor yaparsın diyet yaparsın, gidiverir kiloların...” Destekçiler bu kadar iddialı olunca bendeniz de homini gırtlak ne buldumsa silip süpürdüm o sıralar. Kazın ayağı öyle olmadı tabii. Spor yapmak şart oldu şart.

Bebeğin yemek yemediği, altına yapmadığı, çığlık çığlığa ağlamadığı, ateşinin çıkmadığı, oyuncağını sağa sola sallarken kafaya indirmediği, tarağının sapını gözüne sokmaya çalışmadığı, krem tüpünü emmeye kalkmadığı, banyoda iki litre suda boğulmaya kalkmadığı bir anı yakalamaya çalışıyorum aylardır. Yok. Öyle bir günün varolma olasılığı ufukta da görünmüyor. Öyleyse bugünden tezi yok karar vermeli ve bir an evvel spora başlamalı, diye uykuya daldım.

Gecenin orta yerinde gözlerim zınk diye açılıverdi. Evet tennis oynamak istiyorum. Tenisim gelmiş benim. Canım acayip derecede tenis oynamak istiyor. Dedim ya sevmekten öte tenis sporuyla uzaktan yakından alakadar olmuşluğum yoktur.

Sabahı sabah ettim. Şafak sökmeden yanımda horul horul uyuyan kocamı yandan yandan dürttüm. Kalk gidiyoruz. Nereye? Raket almaya. Ne raketi kadın sabahın köründe. Kafayı mı üşüttün bu yaştan sonra? Alırsın, alamazsın. Durup dururken ne tenisi derken baktım kavganın sonu parlak değil. Hemen üzerime birşeyler geçirip, baba kız onları da arkamdan deli gözlerle bana bakar bırakıp, kendimi sokağa attım. Acil tarafından bir spor mağazasına dalmam lazım.

Raket fiyatlarını hiç hesaba katmamıştım tabii. Terleye terleye bir tane alıp çıktım. Ulan adam tenisten bir bok anlamadığımı çakıp geçirmiş olmasın fiyatı? Tenis hevesimin yüzde ellisi şu raketin fiyatı yüzünden geçiverdi desem yeridir. Üzerine az daha koysam, ikinci el gıcır gıcır bir oto sahibi olabilirdim vesselam. Kaç paraysa kaç para, aldık iste. Evde bir meydan savaşına sebep olmamak için raketin üçte bir fiyatını söyledim kocama. Bu konuyu bilahare eni konu tartışacağımızı sol gözünün seğirmesinden ve parmaklarının masada ritm tutuşundan anladım.

Telefonlar edildi. Randevu ayarlandı. Tenis hocamla saat akşam altıda kortta buluşacağız. Heyecandan içim içime sığmıyor, taşıyorum. Lastik gibi uzayan günlük işlerimi çarçabuk toparladım bugün. Kızım da bir akıllı bir akıllı, sanırsın melek. Anladı annesinin tenis oynamaya gideceğini, üzmüyor kerata.

Sahi tennis oynarken ne giyilir? Karar verdiğimde aradan iki saate yakın bir süre geçmiş ve yatağın üzerinde koca bir giysi tepeciği oluşmuştu.

Buyrun burdan yakın, raketim yeni başlayanlar için fazlasıyla ağırmıs. Tenis hocam “hiç bir işine yaramaz bu senin” deyince raketi kafasına geçirmemek için kendimi zor tuttum. Neyse onun “pek bi hafif raketini” kapıp geçtik karşı karşıya... Aaa.. toplar peşısıra gözüme gözüme girmekte. Hocam bu taraftan çok ışık geliyor, yerleri değişsek. İkiletmedi. Yok ben bu topları bir türlü havada uçarken yakalayamıyorum. Hangi akla hizmeten minicik yapmışlar bunları bilmem. Yapın azıcık büyükçe, vatandaş görsün gelişini gidişini. Yok birtekini dahi karşılayamadım. Hocam bu rakette bir sakatlık olmasın. Bakın file aralıkları sanki biraz bozuk gibi duruyor. Raketleri değişsek. Yok olmadı bunda da iş yok... Oynamaktan çok konuşuyorum galiba! Adamcağız yavaş yavaş burnundan solumaya başladı bile. İnat ettim ben de bu topa bugün vuracağım.

Yarım saat sonra raket ve minik toplar nihayet barıştılar. Pek bir eğlenceli doğrusu canım. Hele topların rakete değince çıkardığı tok ses yok mu, kendimi profesyonel oyuncular gibi hissetmekteyim. Ben topa vuruyorum ama bir türlü göremiyorum karşıladığım top hangi tarafa savruluyor. Kortun dışında sarı sarı kümecikler oluşmaya başlayınca anladım benim civcivlerin akıbetini. Adam içten içe köpürdükçe köpürüyor derken, koyverdi kendini. Az önce kibar kibar benden alacağı bir saatlik ders ücretinin eli yüzü hürmetine otuziki dişini gösteren adam gitmiş, yerine küfürbaz kaba saba bir adam gelmişti. Onun yerinde ben de olsam kızardım belki ama canım bu kadarı da fazla. Anamızdan raketle doğmadık ya!

Biz karşılıklı oynamaya(!) ve içten içe birbirimize diş bilemeye, bildiğimiz bütün küfürleri sayıp dökmeye devam ederken, olanca hızıyla tepeme inen top bir saatin dolduğunu işaret etti. Hocama bir rahatlama bir ferahlama geliverdi birden. Aceleyle eşyalarını topladı. Bu arada bir iki uyduruk cümle sarfettikten sonra lafı, “sen bu işi pek kıvıracağa benzemiyorsun, vazgeç’e” getirince cinlerim tepeme çıktı. Parasıyla değil mi kardeşim, oynayacağım işte. Hem o raketi satın aldık artık. Mutfakta süzgeç yerine kullanacak halimiz yok. Olurdu olmazdı derken, adamı bir sonraki dersi almaya ikna edemedim. İşim var, başka yerdeyim, mümkün değil diye kıvırdı da kıvırdı. Oysa ben daha ilk derste topları bile karşılamayı öğrenmiş, başarılı, yetenekli bir sporcu adayıydım.

Aradan koca bir hafta geçti. Hergün bizim siteye gelip, günde en az dört saatini kortta geçiren hocamı son bir haftadır buralarda gören olmadı.

Salonumuzun baş köşesindeki düğün fotoğrafımızı kaldırıp yerine boynu bükük raketimi astım. Sevgili dostlar aranızda özel ders verecek bir tenis hocası tanıyanınız varsa lütfen editörümüz aracılığıyla bana ulaşsın. Zira tenisim geldi çok zor durumdayım...

Beyhan DUFFEY - Cidde / Suudi Arabistan
duffey@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              10 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : İlker Özlük


Hocam ortama akalım mı?...

Tele vole krizine girdi bu gençler, bu çocuklar. Sokakların dayanılmaz yaramazlığında büyüyorlar. Kendi sitelerinden uzak, başkalaşan internet sitesinde. Su uyur izi belli olmaz düşmanın, kahpelik gölgeye gizler kendini, Efe gibi dikilsen kar etmez. Boylu boyuna uyur gerçeklik.

Akşam olur dolarsın evin boş olan koltuğuna, tam Televizyonu çaprazdan gören mevkii bir köşeye, başlarsın başı bozuk tüm kanallara çatmaya o kanal senin, bu kanal oğlunun, karın ve ahali. O dizi senin, bu dizi benim. Öyle bir yapınırsın ki, görende senin yazdığını sanacak senaryoyu. Seyrettiğin kadarıyla ve uygulayabildiğin alanda özendiğin gibi yaşamak istersin elinden gelse, elinden gelse her işi yapacak gibi anlatırsın kendini. Öyle delikanlı görmemiştir bu alem. Bu alem insanı öyle yapar işte. Tüm mahalle dedikodu peşinde. Kimin nereye yuvarlandığı belli değil. Birde yozlaşan kültürü kendilerine müşteri olarak gören bazı program ve programcılar var. Mesela “zaga” , insanların açık gördükleri her yeri ile dalga geçerek sanki insanlara bir şeyler katmak istiyorlarmış gibi halleri var. Benim anlamadığım programa katılan üniversite öğrencileri veya farklı tipler ve birde konuk olarak katılan sanatçı diye tanıtılan fotomodel ve şarkıcı tayfa...ya sizde aklımı yok. Ukala bir adama malzeme olabilmek ve hakketmediği parayı kazandırmak için cümbür cemaat seferber olmuş uğraşıyorlar.

Bizim ülkemizde gülmek eğlenmek bile bazı zibidilere kalmış... geçen akşam yine zaga vardı. Kavga gürültü, yok kalsın kalmasın derken izlemek isteyen bir kişiyi dinlemek zorunda kaldık ve zagayı izledik. İzledik izlemesine de yani işin cılkı çıkmış. Programda Zekeriya Beyaz ilahiyat fakültesi prof. Hoca yani. Konuk olarak duruyor. Soru yanıtlamasına izin verilmiyor konuşması kesiliyor bilmem ne, tam bir malzeme olmuş hoca. Ya hocam sen bari yapma okumuş adamsın ne işin var orada. Telefon eden kişiler rezil ediliyor. Sanki kendi düzgünmüş gibi başka programlarla dalga geçiyor, başkalarını beğenmiyor falan filan boş işler. Aynen tele vole, özel hat, cart curt gibi, dinime söven Müslüman olsa hasabı. Kültür entegresi laf ebesi gibi görülen bu tür program ve kişiler aslında ne idüğü belirsiz bir alt yapıya sahiptirler. İnsanların gelişimden çok yanlış yönde ilerlemesini sağlayıp milletin ve kendilerinin cılkını çıkartana kadar uğraşırlar. Neymiş bizim ki akacakmış ortamlara... akarsın ama nereye bilemem..
......
Ramazan geldi işler açıldı yani çadırlar açıldı... fakir fukara karnını doyursun diye uğraşıyor herkes ama kimse bir şeyler yapmıyor. Açlığın dini olmaz yoksulluğun vatanı. Nerde olursa olsun aç olan insan yemek ihtiyacını gidermek zorundadır. Parası olmuş veya olmamış doymak zorunda olan bir işkembe içeride gurulduyor. Dünyadaki tüm kötülükler aç gözlü insanların becerileri sayesinde oluyor. Acıkmalı ama doymalı insan oğlu. Sadece yemek konusunda değil her konuda, fakiri sadece yemekle beslersen olmaz yanlış anlaşılır ve fakir her zaman fakir olarak kalır. Gerçi açlık sınırının altında maaşla geçinen yurdum insanına ne olur ki zaten aç ve açıkta, işler tamamen göz boyamak için yapılan olaylar gibi gözüküyor. Aç insana değer vermek karnını doyurmakla olmaz. Zaten doymaz insan sadece yemekle. Eee daha ne yapalım kardeşim diyorsan o da senin marifetin ne yaparsan yap... bu insanları doyurmak için. Tele vole, zağa ve ramazan çadırları... arasında bazı tercihleri iyi değerlendirmek gerekir.
Sağlıcakla kalın...

İlker Özlük
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
              3 Kahveci oy vermiş.
1 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
Faturalar da ve kredi geri ödemelerinde özellikle bu hafta azami dikkatli olun. Borsa da işlem takip edenleriniz için de geçerli olan bu hassas dönemde ani kararlardan ve yatırımlardan kaçının. Bıkkınlık hislerinize yenilmeden iradeleri sağlam tutun sevgili koçlar.



BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Tartışmalardan uzak durun. Bilhassa gayet net olun konuşmalar ve istekleriniz de.. Şanslarınız ve bunların getirdikleri kolaylıklar bu hafta da sizlerle olsa bile temkinli olmanızda yarar var. Olmadık sebeblerden dolayı sevdiklerinizi üzmektesiniz boğalar, herşeyde mutlaka haklı olmak savaşlarından vazgeçin..


İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Dostlarınızın sayesinde bu hafta yeni ufuklara yelken açmanız işten bile değil. İşyeri kurma veya butik açma fikirlerinizi uygulamaya koymanız için en uygun dönemdesiniz bunu bilin. Manen rahat oluşunuz sevgileri dolu dolu yaşamanızı sağlamakta hatta evlilikleri bile düşünmenize yol açmaktadır.. Siz ikizler !..


YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Gaipten gelen seslere kulak vererek profesyonel uğraşlarda hayallere dalarsanız haliniz yaman demektir yengeçlerim.. Verilen her söze inanmayın. Allı pullu olsalar da.. Harcamalara dikkat edin, empülsif olanları hele hemen kesin.. Ateşleri kollayın yengeçler aman sevgiler ılıklaşmasınlar..



ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Yollarınız açık aslanlar ve özellikle 2005' de güzel başarıların mimarları olacaksınız. Şimdiden temelleri atmakta gecikmeyin ama ani parlamalara kendinizi kaptırmadan ve mutlaka sinirlerinize hakim olarak.. Önce sükunetle dinlemeye gayret edin. Yoksa ortalık karışabilir sevgili aslanlar.. Sevgilerde tansiyonları indirin..


BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
Bu hafta burcunuza pozitif ışınlar yayan Merkür' ün sayesinde muhataplarınıza olumlu etkiler bırakacak ve onlardan gerekli avantajları koparabileceksiniz. Bankacılarınız ile mesela. Bazılarınız yepyeni yaşamlara hazırlanmaktalar. Eşlerinin iş veya şehir değiştirmeleri ile bağlantılı olarak. Veya tamamen sevgili tazeleyerek...


TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Evet teraziler şaheser bir kısmet döneminden geçmektesiniz ve bu 2005' de kesinlikle devam edecek.. Sanatkar terazilerin tanınma saatleri geldi artık. Ailelerinizin ve geniş çevrenizin sayesinde yeni ve gurur verici sosyal statülere adım atmanıza ramak kaldı. Tabiatla kucaklaşmış bir mekan aramaktasınız ve yeni yılda yeni doğuşlara hazırlıklı olun..


AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Rahat bir hafta içindesiniz sevgili akrepler. Sezgileriniz müthiş isabetli ve yol gösterici olacaklar. Fikirleriniz ile federatif ortamları yaratmakta üstünüze yok zaten.. Ara sıra aşk oyunların da blöflere bayılsanız da aslında melek ruhunuz sizleri sevdiklerinize şevkatle eğilmenizden eksik etmiyor. Özellikle bu hafta.


YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Yollarınıza sanki şanslar saçılmışlar sevgili yaylar. Öylesine bir dönemdesiniz işte.. O halde fırsatçı olmasını bilin ve müteşebbisliğe bile soyunmaktan çekinmeyin.Sosyal yaşamlar mükemmel. Evleriniz de paşalar gibisiniz. Sevgiler ve ihtimamlar da sizlerden şelale gibi akınca yaşam da muhteşem olmakta, mekanlar da..


OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Sosyal mevzileri sağlam tutabilmek için savaşlara devam etmelisiniz sevgili oğlaklar. Bilek gücü ile koparacağınız avantajları bilhassa koruyun. Gizli düşmanlar kapı arkalarında beklemekteler. Üstelik patronlarınız da kayıtsız. Ortamların kayganlığını hafife almayın. Venüs sizlerle ama sakın sevgileri para meseleleri ile birbirlerine karıştırmayın. Uyuşan ilişkiler varsa onlara oksijen verin, ivedelikle...


KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Ekip çalışmalarında bu hafta başarılara imza atacaksınız kovalar. Lider konumunuz ile çevrenize güven aşılayacaksınız. Ortaklaşa çalışmalara özellikle ağırlık verin. Bilek güreşleri ile geçen gündüzlerinize rağmen aşklar da geceleriniz ışıl ışıl.. Hele gelecek sene için yaptığınız projeler kalplere bambaşka bir sıcaklık vermekteler.. Seyahatlere hazırlanmaktasınız yavaş yavaş.. Enerjiler zirvedeler.


BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
Önlerinizde artık engel tanımıyorsunuz sevgili balıklar. Öylesine bir değişim noktasındasınız ki.. Üranüs'ün reformcu etkilerini bu hafta daha belirgin şekilde hissedeceksiniz. Yükseleceksiniz balıklar, engellenemez şekilde hem de. Eski balıklar değilsiniz artık, bu kesin.. Sevgiler de avantajlar karşı taraflar da olsalar bile kendinizi yaşamaya kararlısınız bundan böyle. Önce kendinizi. Fizik formunuz bu hafta yine süper.


Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              3 Kahveci oy vermiş.
0 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.361 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


KARMAŞA

KARMAŞA I

Tüm kimliklerim karıştı birbirine
O ince sızısında ulaşılmazlığının...
İmkansızlığınla, çaresizliğimde bende...

Tüm kimliklerim her biri ayrı ayrı
Ama aynı acı içinde imkansızlığında...
Çaresizliğimle kitlendi sende...

KARMAŞA II

Tüm kimliklerim karıştı birbirine
Hala ağlıyorum her dolunay da ölümüme...

KARMAŞA III

Yokluğuna ulaşılmazlığına bile razıyken ben
Sen nasıl var olmamayı seçebildin...?

KARMAŞA IV

Sadece akıp giden zamana isyanda ruhum

KARMAŞA V

Zor oluyor inip gitmek bir sevdadan tek başına...

KARMAŞA VI

Yakışmadı bu sevda bana
Hazan mevsimi karmaşasında...

KARMAŞA VII

Kaybettiğimde bulduğum seni seviyorum...

KARMAŞA VIII

Bir mor hayale topla onları...
Yerleştir yan yana..
Varsın bazı parçalarımız eksik kalsın...
Neyi tam yaşıyabiliyoruz ki?

KARMAŞA IX

Uzaklarında kala...

Kal`dım..

Mehmet Güneş

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




"Ateşi olan var mı arkadaşlar!.." Duffey Jr.

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


Düş Hekimi Yalçın Ergir tarafından hazırlanmış olan "Basit Yaşamak" isimli bir sunumu vardır. Hani flash animasyon ya da power point dökümü olarak maillerimizde dolaşmıştır. Fondaki müzikte dahil bayılmışımdır bu sunuma. http://www.atillaate.com/basit.htm kısayolunda hem bu sunumu hem de bu sunumun sonunda eklenmiş sayın Atilla Ate'nin yanıtını göreceksiniz. Her iki şiiri de gerçekten sevdiğimi itiraf etmeliyim.

Tarihte "Meşe Denizi" olarak bahsedilen Anadolu'da bugün 6.500.000 hektar alanı kaplayan meşe ormanlarının 5.750.000 hektar alanı bozuk ve çok bozuk meşe ormanlarından oluşmaktadır. TEMA Vakfı - Orman Bakanlığı işbirliği ile1998 yılından beri sürdürülen "10 Milyar Meşe Projesi" dünyanın en büyük ağaçlandırma projelerinden biridir. http://www.tema.org.tr/tr/mese/10_milyar_mese.htm kısayolunda bu açıklamanın devamını okuyabilir ve bu ormanda bir kaç meşe de benden olsun diyebilirsiniz.

Michelangelo severmisiniz? Pardon, bu soru sanki bir yemeği sevip sevmediğinizi sorar gibi oldu. Michelangelo'nun yaptğı sanatsal çalışmaları beğenirmisiniz? Off buda garip oldu ama neyse, siz sanat'a meraklıysanız http://www.christusrex.org/www1/sistine/1-Genesis.html kısayoluna tıklayabilirsiniz.

Elektronik konusunda çin'in ucuzluğunu bilmeyen yoktur sanırım. Çin pazarında hangi ürünler var merak edenler http://www.newelectronic.com/Main.asp kısayoluna tıklayabilirler.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


MessenPass 1.02 [82 kb] Windows FREE
http://www.nirsoft.net/utils/mspass_setup.exe
Yahoo, MSN, Icq gibi malum programların şifrelerini zaman zaman unutuyorsanız bu programı yakınınızda tutmanızda yarar var. Minik programı çalıştırıyor ve gerekli bilgiye pat diye ulaşıyorsunuz. Benden söylemesi.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20041018.asp
ISSN: 1303-8923
18 Ekim 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com