Treo600



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 631

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!


 1 Aralık 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : 1 ARALIK DÜNYA AIDS GÜNÜ


Merhabalar,

Bugün 1 Aralık Dünya AIDS Günü. Resmi kayıtlarla tahminler arasındaki uçurum, artık memleketimizde de çok önemli bir sorun olduğunu ortaya koyuyor. Bu seneki etkinlerin ana konusu "Kadın ve AIDS".

Dünya Sağlık Örgütü 1988 yılında, 1 Aralık’ın “Dünya AIDS Günü” olmasını kararlaştırdı. Türkiye’de ise ilk kez 1985 yılında biri kadın iki kişi için AIDS bildirimi yapıldı. Bu hastalık bugün tüm dünyada kadın-erkek milyonlarca kişiyi ölüme götürüyor. Yeterli eğitim ve bilinç düzeyinden yoksunluk, korunmasız cinsel ilişkiyi, dolayısıyla da HIV/AIDS’i beraberinde getiriyor.

Birleşmiş Milletler AIDS Vakfı ve Dünya Sağlık Örgütü’nün hazırladığı 2004 Yılı HIV Raporu’na göre, dünyadaki 37,2 milyon yetişkin HIV taşıyıcısının yarıya yakınını kadınlar oluşturuyor.

Hastalıktan en çok etkilenen bölge olduğu belirtilen Afrika kıtasının güneyindeki ülkelerde HIV kapan yetişkinlerin yüzde 60’a yakını kadın. HIV bulaşan kadın sayısının 13,3 milyon dolayında olduğunu tahmin ediyor. HIV kapanların sayısında özellikle son iki yılda kaydedilen artışta Doğu Asya ülkeleri başı çekiyor; son iki yılda HIV taşıyıcısı oranı yüzde 56’yı buldu. Bunu Doğu Avrupa ve Orta Asya izliyor. 2003 sonu rakamlarına göre 860 bin HIV’linin yaşadığı Rusya, bu haliyle Avrupa’da virüsün en çok görüldüğü ülke olma özelliği taşıyor.

Türkiye’de 2004 yılı içinde virüse yakalananlar arasında ilk sırayı ev kadınlarının alması nedeniyle, Dünya AIDS Günü’nde “Kadın ve AIDS” konusuna dikkat çekilecek. Dünyada HIV taşıyıcısı 39.4 milyon kişi bulunuyor. Bu yıl içerisinde 4.9 milyon kişi virüse yakalanırken, 3.1 milyon kişi hastalık nedeniyle hayatını kaybetti.

AIDS Savaşım Derneği’nin başta gençler olmak üzere toplumun farklı kesimleri için AIDS virüsünden korunma yollarıyla ilgili kampanyası 1 Aralık Dünya AIDS Günü’nde başlatılacak.

“Gelecek İçin Hemen Şimdi” sloganıyla başlayacak olan kampanyanın ana teması “Kadın ve AIDS” olarak belirlendi.


Bugün sizleri, günün anlam ve önemi nedeniyle, seyreden herkeste derin izler bırakan bir filmin muhteşem müziğiyle başbaşa bırakıyorum. Bruce Springsteen söylüyor Streets of Philadelphia. Hepimize sağlıklı günler diliyorum. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

3 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Tuba Çiçek

 Rengarenk: Tuba Çiçek


  EVLİLİK DENEN NANE

Errrrkekkk okuyucuları heyecanlandırmak niyetinde değilim. Ancak hararetle 'evlilik karşıtı' bir yazının girizgahına hazırlandığım şu dakikalarda, bunca 'evlilik karşıtı sloganıma' rağmen hala evlenme teklifi aldığımı söylemeden de geçemeyeceğim.

Hemen uyarayım, gene bir taşla bir çok kuş (argo anlamıyla kullanılmıştır) vurmak niyetindeyim. Halen kuşu ötenlere ve 'freekick'lere karşı ceza alanı mevkiinde baraj oluşturan savunma oyuncularına, tenasül uzuvlarını elleriyle korumalarını öneririm.

* * *

- Ben diyorum ki, biz bi evlenelim artık!
- I-ıh!
- Doymadın di mi hala serseriliğe? Hayta maymun seni!
- I-ıh!
- İyi ya işte.. Sen serseri ben serseri; bi yastıkta serseriliriz?
- I-ıh!
- Alooo! Takıldın?
- I-ıh!
- Ne 'ı-ıh'?
- I-ıh işte. Iııııı-ıhhh! I ve H olmak üzere içinde iki harf ve iki hece barındıran, pek estetik görünmeyen, kulağa da pek hoş gelmeyen ama yeterince açık ve net anlamlar ifade edebilen bir ünlem!
- Şimdi bana ünleminle zina yaptırma da, konuş be kadın! Sonra tutup 'beni en yakın ünlemimle aldattın' felan dersin; al başına belayı...
- I-ıh! Demem!
- Sen ki bendine sığmayıp taşaraktan, köşe köşe yorumlar yazaraktan, 'konuşun ulan tepelerim' diye aleme caka sataraktan ve dahi sanal alemde tek tek basaraktan ahaliye ahkam kesen Tuba Çiçek... Bu mudur yani?
- Hı hı. Budur: I-ıh!
- Hadi len zıpır keçi! Biliyorum ki seviyosun ama evlilik lafı geçince pikabın iğnesi plağın çiziğine denk geliyor ve takılıyor: "I-ıh da ı-ıh... I-ıh da ı-ıh..."
- Hı hı.. I-ıh da ı-ıh...
- Sahi keçi dedim de; inatçılık senin için büyük bir avantaj aslında.. Özünü koruyarak evli ve serseri kalabilirsin pekala. Neden korkuyorsun bu kadar? Mutlaka bir açıklaman olmalı?

* * *

Ne kadar çağdaş ve marjinal olursa olsun her Türk erkeği eşinin, dostunun ve ailesinin yanında 'taş fırın' erkekliğine soyunma ihtiyacı duyar. Taş fırınlığa soyunamayıp layt erkek kıyafetleriyle giyinik kalan erkek de, bilinçaltında hiç durmadan onu huzursuz eden bir baskıyla kıvranıp durur..

Bunun yanı sıra 'kadın kısmısı', sadece başbaşa iken sevgisini gösteren erkeklerden hazzetmez; erkeğinin her zaman ve her ortamda sevgisini göstermesini bekler. Eh, ortalık yerde eşine sevgi gösterisinde bulunmak da erkeklerin karizmasını bir parça sarsar..

Durum bu minvalde ilerlerken, özellikle hatun kişi:
"İşte bizim evliliğimiz de klasik evliliklerden biri oldu" paniğine kapılır ve dananın kuyruğu incelmeye başlar...

Siz ve eşiniz evliliğinizin klasik ve sıkıcı bir evlilik olmaması için her numarayı deniyor (yatak odası numaralarından bahsetmiyorum sadece) ve başarıyor olsanız bile; evlendiğiniz andan itibaren statü değiştirirsiniz. 1x1=1 kadar şaşmaz bir realitedir bu.

Aileniz, eşinizin ailesi, dostlarınız, komşularınız, iş arkadaşlarınız, zartınız, zurtunuz; dimağında bulunan ve sizi tanımlayan verilere 'evli' ibaresini eklediği andan itibaren, hayatınız başka bir mecrada akacaktır. Benim tabirimle, hayatınız kayacaktır! (Tabii eğer evlendikten sonra eşinizle birlikte ıssız bir adaya yerleşip, yanınıza da sadece en sevdiğiniz 3 şeyi aldıysanız, işler değişir.)

İsterseniz bir de örnek üzerinde anlatayım. Üstelik örneğin esaskızı da ben olayım...

Diyelim ki: 'Evli bir kadında aranan asgari özellikleri' aramayan biriyle evlendim.. Leziz yemekler pişirmem, jilet gibi ütü yapmam, çamaşır makinesinden kar beyazı ya da parlak renkli çamaşırlar çıkarmam, saçlarımı süpürge edip evi süpürmem, kısacası hamarat olmam eniştenizin umurunda bile değil.. Amma ve lakin iş sadece enişteyle bitmiyor ki!

Evlendiğinizi duyan eş, dost, akraba; eş annesi, eş görümcesi, eş eltisi, eş halası, eş kardeşi; öz anne, öz kardeş, öz komşu, öz baldız; hebele, gübele bir gün illa ki: "Haydi Tuba'ya yemeğe gidelim" diyecektir. Ben daha görümcemin kim, eltimin kim, baldızımın kim olduğunu bile öğrenememişken; protokolde kime nasıl davranacağımı bilemezken; hepsi bir yana, makarnadan başka sulu yemek pişiremezken, nasıl olacak bu işler?

Lülülülülülüüüüü..
- Alo, buyrun ben evli Tuba!
- O nasıl telefon açmak kızım, bi de bekar Tuba mı var orada?
- Yok eşimin annesi, ay yani anneciiiim (!!), ben evliliğe pek alışamadım da yani, ondan şeettiydimdi yani.. Alıştırma şey ediyorum yani... Öyle yani...
- Hmmmm!?! Neyse, yarın akşam eltinlerle size yemeğe geleceğiz de, müsait misiniz diye soracaktım!
- Aha zçtık!
- Efendim?
- Yok size demedim anneciiim. Ben bekar Tuba ile konuşuyordum!
- İyi misin kızım sen? Gerdekte bi sorun çıkmadı ya?
- Yok anneciiim gerdekte ne sorun çıkacak? Peeh! Ohoooo.. Allah sizi inandırsın, sabaha kadar...
- Öh-hö, öh höö!
- Uyuduk diyecektim anneciiim. Ben tabi gergindim biraz haliyle, galiba...
- Neyse kızım, müsait misiniz yarın?
- Tabii biz müsaitiz de, mutfak müsait mi işte ondan emin değilim!
- Nasıl yani?
- Yok bişey anneciim.. Bu bendeki gerdek gerginliği.. Gelin tabi, bekleriz. Hem eltimlerle de tanışmış oluruz...
- Eltin diyorum kızım! Kaç kere tanışacaksınız?
- Ay pardon anneciim, ne diyorum ben ya! Tanıştık di mi? Bu gerdek beni çok sarstı vallahi. Neyse annecim, ocakta kaz yanıyo. Telefonu kapatalım yoksa çeviremeyeceğim. Bekliyoruz yarın. Tamam mı? Ciao..
- Halini hiç beğenmedim ama, neyse yarın görüşürüz...

* * *

- Aloo, ben evli Tuba! Orada benimle evlenen bi alçak olacaktı, görüşebilir miyim?
- Ha ha hayt, çok şakacısınız Tuba Hanım. Hemen veriyorum patronu..
- Naber lan karı?
- Sensin karı! Karı marı değilim artık ben. Boşanmaya karar verdim!
- Tamam maymunum sakin ol! Gene kapıcı olacak hergele sana 'yenge' dedi di mi? Söz veriyorum akşama dövecem o terbiyesizi. 'Yenge senin karındır lan' diyecem..
- Bırak gevezeliği de beni dinle. Hani yıldırım nikahı oluyo ya, bunun bi de yıldırım boşanması vardır di mi? Yoksa da, git bul bi yerlerden ve yarın akşam yemeğine kadar bu işi hallet. Ertesi gün nikah tazeleriz. Tamam mı?
- Tamam. Panik yapma hemen. Derin derin nefes al. O dediğin çok basit. Akşam gelirken getirecem. Yalnız ne renk istersin yavru?
- Çingene pembesi lütfen.
- Puantiyeli mi olsun, çizgili mi? Dekoltesi bacakta mı olsun, göğüste mi? Göğüs dedim de, üstünde ne var sahi?
- Aloo, ben ciddiyim. Yarın akşama annenler ve eltinler yemeğe geleceklermiş.. Sahi eltimiz kim lan bizim?
- Muhahahahahahahaaa....

"Muhahahahaah" değil işte!

Yemekli misafir örneği, evlilik müessesesinin en temel ve basit sorumluluğudur. Çoluk çocuk isteyen ebeveynlerden, ikili ilişkilerin evlilik ile birlikte kaçınılmaz olarak girdiği süreçlerden, ekonomik sorumluluklardan, cinsel sorunlardan bahsetmiyorum bile. Birkaç gereğini yerine getiriyor olmanız, evlilik müessesesinin üstesinden geliyor olduğunuz anlamına gelmez. Kaldı ki birkaç yüz milyon adet gereği olduğu yolunda çeşitli spekülsayonlar yapılıyorken...

Eğer evlenmeye karar verdiysen; bir evi çekip çevirebilecek, eltinin önüne 3 kap yemek koyabilecek, kapıcının sana 'yenge' demesine tahammül edebilecek donanıma sahip olacaksın. Eğer o donanıma sahip değilsen ve sahip olmaya da meraklı değilsen, bu durum bünyede gerginlik yaratır. Sonra o minik gerginlikler birike birike fay hattını tetikler ve yaşasın dullar cenneti Türkiye!

Şimdi bazı aklıevveler: "Tecrübe etmişsin gibi ne ahkam kesiyorsun?" diyeceklerdir.
Sanki 30 kere evlenip boşanmış olsam, kestiğim ahkamlar bilimsel olacakmış gibi.. İstatistik bilimi bile binlerce denek üzerinde yaptığı araştırmalarda yanılıyorken, ha 1 tecrübe eksik, ha 1 tecrübe fazla, lafı mı olur?

Uzun lakırdınının özeti:
Evlilik çok ciddi bir müessesedir! (Aksini iddia edeni topuğundan vurdururum!)
Ve benim bünye o kadar ciddiyeti kaldırmaz!
Kaldırmak istemez.. Kaldırası yok.. Hayır, kaldırınca n'oluyo yani?
Evlenip de kaldıranlar önden buyursun; ben uzaktan sizi röntgenlemeye ve aklımı sevmeye devam edeceğim! (Meraklısına minik bir ipucu: Evlenmeden de kaldırılabiliyor artık; teknoloji çok gelişti!)

Tuba ÇİÇEK
tuba@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,888,888,888,888,888,888,888,888,88
              17 Kahveci oy vermiş.
12 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

C.Parkan Özturan

 Sahne Tozu : C.Parkan Özturan


   kapının arkasındaki not

Çok karanlık kuyulara düşürdüm camdan yıldızlarla hiç gelmeyişlerini
Dikkatli bas arnavut kaldırımlarına
Üzme aralarına sıkışmış dudak izlerimi
Üstlerine sürünmüş çocukluk böğürtlenlerini
Biliyorum yağmurun çiselediğini
Hiç kimse değiştiremez
Parkın üstüne sinmiş ahmak ıslatan renklerini

Sana ancak yeni baştan basma ve pazen çocukluğumu anlatabilirim
Başka bir şey isteme çok zor
Belki de boydan boya ve yekpare işçi kız hikayelerini
O da sabahsa ve kimsesizliğim buradaysa ancak
Döküle döküle gelen ifrit olma saatlerini

Ya git ya da kahve getir koşarak
Çünkü salamam eteklerinin kenarına poh poh perilerini
Çok üzgünde dursan veremem veremli ellerimi
Çünkü adamlar çiziyorum havalara
Kendinden menkul kellerini yitirmiş ve gözleri hareli

Hala çantana gizlediğin köy yollarından geleceksen
Ve dudakların bukleli
Ben bu parkta olmayacağım
Çünkü benim fotoğrafım yazık olmuş bir adam güzeli

C.Parkan Özturan
parkan@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              7 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Duygu Bayar


BANKACI VE SUBAY ÇOCUKLARI

- İlkokulu 4 ayrı yerde okudum.
- Asker mi baban?
- Yoo, hayır.
- Haa, kesin bankacı o zaman.

Babaları bankacı ya da subay olan çocuklar…

Çabucak toparlanmaya, bıraktıkları kentlerin yerine hiç bilmedikleri bir yenisini koymaya, başka iklimlerde yaşamaya alıştırır onları, tam yerleşmişken yerinden eden göç tufanları.

Göçler vardır çocukluk anılarında.

Kentlerin telaşlı son günleri de kendi içinde oyuna dönüşür bir süre sonra. Koli bantlarıyla, yeşil-pembe çamaşır iplerine atılan gemici düğümleriyle, kutuların üzerine keçeli kalemlerle içlerinde ne olduğunu yazmakla, ağır kitap kolilerini bir odadan diğerine oklavadan bozma tekerleklerle sürümekle oyunlaşır bir kente veda saatleri.

Kent sınırlarından çıkar çıkmaz , anneleri yolculuk çantasının içindeki mendili almak için arka koltuğa uzandığında, her seferinde bir kaç damla yaşa tanık olur bankacı ve subay çocukları.

Hüzün çok sürmez. Kahvaltı etmeden çıkılmıştır yola, aynı çantadan çıkan ekmek, peynir ve salatalıkla değişiverir hava…

Değişirken iklimler, geçerken otomobilin penceresinden evler ve uzanırken babanın eli arabanın teybine, geride kalır herşey…

Yeni rütbelerin, yeni ünvanların yoludur gidilen. Yeni evlerin, komşuların, yeni okulların, bir sonraki göç mevsiminde unutulacak ama ille de bir zaman albümlerle hatırlanacak anıların…

Bankacı ve subay çocukları, her seferinde başka lojmanların başka loş girişlerinde, yapraksız, topraksız, çamursuz, hatta kimi zaman arkadaşsız yani oyunlara göçerler.

Hiçbir yere yerleşemez, hiç bir yere uzun süre bağlanamazlar.

Kimselerde öyle çok uzun boylu kalamazlar.

Büyüdüklerinde de tuhaf bir bağımlılığa dönüşür bu "gitmek" halleri, bu "gitmek" hüzünleri, bu "gitmek" hevesleri…

Bu "gitmek" cesaretleri…

Olmuyorsa gidilebileceğini bilirler…

Arsızca sever, kolayca terkederler gerektiğinde…

"gönül müzeleri" herkesinkinden kalabalıktır…

Tam yerleşmişken, gitmek gerektiğinde, daha kolay "zaman basarlar kanayan yaralarına", "unuturlar içleri yana yana"…

***
Gittikleri her yörenin kültüründen bir şeyler kalır kişiliklerinde, alışıklardır farklı şiveleri tercüme etmeye, farklı türkülerde usülünce halay çekmeye, bu ülkenin Kürtünü, Alevisini kucaklamaya, onlarla çoğalmaya, onlarla "çok" olmaya.

Çiğköfteyi, lahmacunu bol acılı da yiyebilir onlar. Isırganotu yemeğine de burun kıvırmazlar. Bu ülkede ayçekirdeğine, "eğlencelik" ya da "çiğit" dendiğini de bilirler.

Yıllar sonra bir türkü bara gittiklerinde her türküyü kendi memleketlerininmiş gibi söylerler…Kendilerini bile şaşırtan bir ustalıkla ayak uydururlar "bizim oraların" oyun havalarına…

Gittikleri her yörenin kültüründen birşeyler kalır benliklerinde, arkalarında bıraktıkları her insandan derin izler yüreklerinde…

Yersiz yurtsuzdur ya bankacı ve subay çocukları, her gurbeti sıla bilirler.

Bir yandan çoğalırlar yollar boyunca, bir yandan eksilirler….

"Yaşamın bir istikamet değil, bir yolculuk olduğunu" en gerçek onlar deneyimlerler…

Duygu Bayar
duygubayar@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              9 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Tuğba Çamlıbel


BENİM ÖĞRETMENLERİM VARDI

Benim öğretmenlerim vardı. Önünde el pençe divan durduğum. Yanlış anlaşılmasın. Öğretmenlerimizin despotluğundan değil. Saygımızdandı. Benim öğretmenlerim bize adam olmayı öğretirdi en kısa tabiriyle. Bizimle konuşur, dertleşirlerdi. Yırtık ayakkabıyla okula gelenimize ağlar, bırakın montu üzerine giyecek hırkası olmayanımıza, çıkartır üzerlerindeki gocuklarını verirlerdi. Devlet, vatan, millet, din, dil, anne, baba, arkadaş vs… sevgisi aşılarlardı. Yanlarından geçerken ceketimizi ilikler, saçımızı başımızı düzeltirdik. Bizi hep en iyi halimizle görsünler, emeklerinin boşa gitmediğini anlasınlar isterdik. Kimse kuzura bakmasın, şimdiki yeni yetme öğretmenlere lafım. Bir boşvermişlik, bir koyvermişlik görüyorum kendilerinde. Öğrencilerinin bırakın sosyal durumları, okulda başlarına gelenlere bile umursamazca yaklaşan öğretmenler. Eğitimi höt möt diyerek vermeye çalışanlar. Doktorların bir Hipokrat yemini vardır ya hani. Öğretmenlerimizin de buna benzer bir yemini olsa keşke. Ama bu kutsal mesleği yapmak başlı başına bir yemin değil mi zaten. Az buz değil ellerinde bir çocuğun geleceği var.

Benim öğretmenim vardı. Pazarda limon satardı. Gelir bize en edebi şiirleri okur, bizi coşturur, gözlerimiz doldurur, ama okul çıkışı alır kucağına tahta kasasını limonunu satmaya, çocuğuna belki bir ayakkabı parası kazanmaya giderdi. Ve bunu yaparken ne mesleğinden utanır, ne birilerine kızgınlık duyardı. Biz onu pazarda görür, hani utanmayacağını bilirdik de, bize limonları bedava vermeye çalışır, üç kuruş rızkını bizimle paylaşır diye görmezden gelir, yanından geçer giderdik.

Bizi bu öğretmenler eğitti öğretti. Bunun için bile çok şanslıyız biz. Gerçek öğretmenlerle okuduk ve ne acı ki gerçek öğretmenlerimizin yerini giderek öğretme kavramını bile bilmeyen kişiler alıyor.

Öğretmenin bilgisini, deneyimini, öğretme gücünü, duyarlılığını ölçmeden, sırf ilgili üniversitenin ilgili bölümünden mezun oldu diye pırıl pırıl gençlerimizi harcamalarına ve bunu bir bulaşıcı hastalık gibi nesilden nesile aktarmalarına göz mü yumalım? Daha bilinçli, daha çok düşünen, tarihini, devletini tanıyan, daha araştırmacı, daha çok okuyan bir nesil niye bizim olmasın? Niye yarınımız, dünümüzden daha çağdaş olmasın?

Bugün öğretmenler günü ya herkes yere göğe sığdıramaz şimdi öğretmenleri. Gerçek öğretmenlerimizin öğretmenler gününü kutluyor, önlerinde ceketimi ilikliyor, saygıyla eğiliyor, ellerinden öpüyor, öpüyorum.

Son sözüm;

"Bir insani sevmekle başlar her şey" demiş şair,

Uzanıp tuttuğun, yükselttiğin ellerin başarıları yeter de artar sana öğretmenim.

Daha kutsal bir şey var mı hayatta?

Bir de sevmekten başka…

Tuğba Çamlıbel

Editör'ün Notu: Zamanında elime geçmediği için gecikmiş bir Öğretmenler Günü yazısı oldu. Olsun varsın, hergün onların olsun, haketmiyorlar mı?
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              9 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Hasan Kocamanoğlu


Yıkıntılar Arasında Aşk-I

Kadın aradan geçen zaman içinde değişmişti. Saç modeli bile farklıydı artık. Gözlerinin çevresindeki çizgilerden dolayı biraz yaşlanmış gibi görünüyordu. Bunlar güldüğünde görünmez oluyor, ya da ona yakışıyor gibi geliyordu.

Elena’yı tanımadan önce, Tolstoy’un “insanların aşk dedikleri şeyi bilmiyorum. Aşk şimdiye kadar okuduklarım ve duyduklarım gibiye, ben aşkı hiç tatmadım” itirafına inanırdı. Onun ahlak yargılarındaki dehasına rağmen, akıl ve duygu arasındaki çelişkiyi, o bile çözümleyememişti. Tolostoy’un ölümünden sonra yayınlanan ‘Şeytan’ adlı kısa romanında bile, aşkın ne olduğunu, ya da ne olması gerektiğini sorgulayarak içinden çıkamamış ve neticeyi okuyucuya bırakmamış mıydı? Diğer yanda ‘Anna Karenina, Savaş ve Barış’ ta ise aşk insanın içine işlemiyor muydu?

İlk tanıştıkları zamanda ona aşık olmuştu. Çok güzeldi. Sarı dalgalı dağınık saçları omuzlarına dökülüyordu. Menekşe rengi gözleri, biçimli kaşları, sık gülümsemesiyle yanaklarında küçük gamzeler oluşuyordu. Gülümsemelerindeki sevgi insanın yüreğini eritiyordu. Sütten beyaz bir teni vardı. Aklını baştan almasına dayanamamış ve sevgi fırtınası içinde onu öpmüş ve şaşırtan bir tutkuyla kız da karşılık vermişti. Onu elde etmek için defalarca bir şeyler yemeye, sinemaya davet etmek zorunda kalmıştı. Geceleri Moskova’nın geniş caddelerinde yürümelerini, parklardaki kaçamaklarına, onun ardı arkası gelmeyen naz ve kaprislerine katlanmıştı. Defalarca sabahlara kadar dans etmişlerdi. Aylarca kendini teslim etmemekte direnen, kendini zora satan Elena’nın kaldığı yatak odasına girerek defalarca sevişmelerini sağlamıştı. Onu unutamıyordu. Onu elde etmek, Orta Asyalı bir gençle olan bağlarını koparmak o kadar kolay olmamıştı. Hatta Rus usulü zor kullanmak zorunda kalmıştı. Her şey bitmek üzereyken; aniden evlenme kararının şaşkınlığını uzun süre üzerinden atamamıştı.

İvan vardığında toplantı hızını almıştı. Aynanın önünde oyalandı, elbisesinin yakalarını düzeltti, eliyle saçlarını taradı. Odalardan gelen sesleri, kahkahaları ve kadeh tokuşturmaları duyabiliyordu. Davetliler Moskova’nın elit tabakalarındandı. Selam verenleri kısa sözlerle geçiştirirken; gözleri birini arıyordu. Ve onu gördü. Elena gözle görülür derecede zayıflamış görünüyordu. Yıllardır parmağından çıkarmadığı elmas yüzüğü ise parmağında takılı değildi. İvan bir süre, onu uzaktan seyretmeyi sürdürdü. Gözlerinde tütmesine rağmen, aradan geçen zaman kendinden çok şeyler de götürdüğü bir gerçekti. Elena’da kendinden farklı olmasa gerekti. Elena yavaşça dönünce, İvan’ı gördü. Yüzünde bir anda şaşkınlık, sevgi, üzüntü, gizli bir sevinç ve öfke dolu duygular birbirine karıştı. Elena sonra normale dönebildi. Her şeye rağmen, ilk yaklaşan, harekette bulunma cesaretini gösteren yine İvan olmuştu. “Merhaba Elena. Umarım, beni gördüğüne şaşırmadın?” Kadın duraladı ve biraz da zoraki gülümsedi.

“Burada olacağını biliyordum.” Uzun bir an kımıldamadan birbirilerine baktılar. Etraftaki davetlilere aldırmayan İvan, elini Elena’nın omzuna koydu. Her şeyi unutmuş, hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Hatta özlediğini göstermek için de eğildi ve fırsat vermeden dudaklarından öptü. Elena, “Lütfen…” derken gayri ihtiyari, beli belirsiz karşılık verdiğine kendisi de şaşırmıştı. İvan :
“Geleli çok oldu mu?” dedi.
“Partiye mi? Ülkeye mi?”
“İkisine de…”
“Partiye yeni geldim. Ailemi ziyarete gitmiştim. Ülkeye ise üç dört gün önce geldim.” dedi. Sesindeki suçlamayı önleyemeyen tonuyla
“Beni aramayacak mıydın?” dedi. Kadın içini çekti ve yere baktı. İvan’ın üzerindeki elbiseyi daha önce görmemişti. Kadın yüzü kızararak
“Evet. Arayacaktım” dedi.
“İçki ister misin?”
“İçkiyi bıraktım. Hatta kahveyi de…”
“Kahveyi bıraktın mı? Ama çok severdin!”
“Hazır kahveden nefret ediyorum. Moskova’da ise bundan başka bir şey yok.”
“Sen de sigara kokmuyorsun?”
“Bıraktım.”
“Gerçekten mi? Ne zaman?”
“Sen gittikten sonra…”

Yukarıdan birilerinin emir vakileriyle aniden İvan’la evlenmeye karar vermişti. İvan’ın tepede geniş çevresinin olması, Elena’nın doktorasını yapmasına, tanınmasına, hatta basamakları hızla çıkmasına ve rahat bir hayat sürmesini sağlamıştı. Geçici birkaç işte çalışmıştı. Kısa sürede, kuşağının en parlak filologlarından biri olarak tanınmaya başlamıştı. Uzun bir süre, kalıcı, gerçek bir meslek yaşamı da olmadığı içinde huzursuzdu. Üniversitede öğrendiklerini nasıl olsa bir gün kullanacağına, önemli bir işle görevlendirileceği günü bekliyordu. Üniversitedeyken gönlünü kaptırdığı Özbek gencini de tamamen unutabilmiş değildi. Evlendiklerinde, evliliğin rutin yaşamına dalmış bir çok şeyi unutmuştu. Birlikte televizyon seyrediyor, yemek pişiriyor, arkadaşlarıyla dolaşıyorlardı. Doğal olarak arada bir kavga da ediyorlardı. İlk yılların ateşli tutkusu daha zengin bir ilişkiye dönüşmüştü. Her geçen gün, Elena biraz daha ona bağlanıyordu. Zaman zaman çocuk yapmaktan bahsetmişler, ancak bunu pek ciddiye almamışlardı. Bir hafta ciddiye alırken, diğer bir hafta vazgeçiyorlardı.

Bu mutluluk aniden paramparça oldu. İvan Moskova’da Politbüroya çağrılmış. Merkezde kendisinin de bilemediği bir gizli görevle görevlendirilmişti. Onu görmeye giden hiçbir ziyaretçi bile kabul edilmiyordu. Telefonla bile, ona ulaşma imkanı olmuyordu. Ancak o ararsa arıyordu. Elena her arayışında, ne zaman döneceğini soruyorsa da; İvan her defasında bilmediğini söyleyip duruyordu. İvan işinde başarılı biriydi. İlgisiz parçaları bir araya getirmeyi seven biriydi. Dünyanın en gizemli şehirlerinden biri olan Kremlin’nin nasıl işlediğini çok iyi bilirdi. 1984’te hiç kimsenin tanımadığı bir politbüro üyesi olan Gorbaçov’un liderliğe yükseleceğini o zamandan tahmin etmişti. Moskova’nın yirmi yedi kilometre batısında, bir dizi çam ağaçları arasındaki üç katlı taş bina, Sovyetlerde en güçlü adamlarından birine aitti. Salondaki masada, kristal ve porselen takımlar, havyar, tavuk kızarması, Fransız şampanyası Rusya’nın en seçkinlerine hizmet ederdi. Binanın odaları her türlü frekansta dinlemelere karşı korumalı, dinlenemez bir yapıdaydı.

Berlin Duvarı yıkılmış, Doğu Almanya yitirilmiş, Varşova Paktı kağıt üzerinde kalmış, Sovyetlerin yönettiği komünist hükümetler de tek tek yıkılıyordu. Yaşanan kriz, Daça’daki taş bina da masaya yatırılmış, sorgulanıyordu. “Ekonomi çöküyor. Komünist parti kontrolü yitiriyor. Bu adam (Gorbaçov) ülkeyi içten parçalıyor” diyordu, Moskova kulüp üyelerinden biri… Kırk beş yaşlarında, solgun tenli, zayıf, GRU’nun dış haberler alma müdürünün birkaç hafta dinlenmeden çalışmanın yorgunluğu üzerindeydi. Hatalardan ve yanlış hesaplardan nefret ederdi. Titiz bir yöneticiydi. “Sovyetler, darbe yapılması imkansız bir sisteme sahip. Yani gerçeklerle algılamalar birbirine hiç uymuyor. Suikastlarında bir anlamı yok. Yılanın başını kesmekle gövdesinin de öleceğini söyleyenler olacak ama araştırmalar; bunun tam aksini gösteriyor. Plan, devrim bayramında olmalı… ” dedi ve sözlerini sürdürdü. Tespitine, diğer biri “Korkunç fakat harika…” diye tanımlıyordu.

Kremlinde yöneticilerden biri olma talihsizliğine uğrayan ve koltuğu korumak isteyen, asla ‘tatile çıkılmayacağını ve hastalanılmayacağını’ bilir. Hasta olan gücünün bir kısmını yitirecektir. Yükselirken beraberinde yeteri kadar adam çıkartamadıysa, Kremlin onun için paten sahasından daha kaygan olacaktır. Bunu yükselmek isteyen her siyasi, çok iyi bilir. İvan’da bu kaygan zeminde birileri yararına sörf yapamaya çalışanlardan biriydi.

Elena’nın liseden sonra okumayarak evlenen ablası Tanya, Kiev’deki evinde intihar etmişti. Atlayarak Kiev’e gitmişti ama acısı bir türlü dinmiyordu. Döndüğünde çekilmez yalnızlıklarıyla yine baş başa kalmıştı. Yalnızlığa hiç dayanamıyordu. İvan’ın ne zaman döneceğini de hiç bilmiyordu. Belki dönmeyebilirdi de… Hiç kimse kendi hayatının ne olacağını bilemediği gibi, bir başkalarının da diğerlerinden fazla bir farkı yoktu.

İvan görevi bittiğinde, yorgun geçen günlerini geride bırakmanın sevinciyle, sürpriz yapmak için eve dönerken haber vermemişti. İvan eve yaklaştığında Elena’yı bir adamla kol kola apartmandan çıktığını gördüğünde, kan beynine sıçramıştı. İvan o kadar kıskanç biriydi. Aylar süren çalışmanın verdiği stres, uykusuz geçen geceler, üstü memnun edebilme baskısı da cabasıydı. Kıskançlık aşkın derinliğini ölçen bir barometre değildi. O sadece aşığın güvensizliğini gösterirdi. Bir haftadır birlikteliklerinin devam ettiğini öğrendiği gece kavga etmiş hatta daha ileri giderek dövmüştü. Elena bunu asla beklemiyordu. İvan öfkeyle evden ayrılmış, gece boyunca içmiş ve sarhoş olmuştu. Ve o geceyi inadına dul bir kadınla birlikte geçirmişti. Artık evliliğin kristal küresi geri dönülmez bir şekilde kırılmıştı. Ertesi sabah eve öfkesi geçmiş olarak dönmüştü. Ama Elena’yı bir yanda ağlar ve bir yanda çantasını toplar olarak bulmuştu. Dönüşü zor olan bir yola girilmişti. Elena, İvan’ın bütün konuşmalarını reddederek, arkadaşı Galina'nın evine taşınmıştı. Birkaç gün sonra ise kalan eşyalarını almak için gelişi ise her şeyin bitmiş olduğunu gösteriyordu. İvan’ın :
“Gitme. Elena hata yapıyorsun!” sözlerine aldırış bile etmemişti. Arkasından :
“Ayrı kalmasak bu evlilik çökecek!” İvan onu öperek barışma yolunu denemek isterdiyse de, Elena arkasını dönerek öpmesine fırsat vermemişti. Hatta sevgisi nefrete dönüşmüştü. Elena, hayatı ve geleceğiyle ilgili radikal kararlar almış ve zaman kaybetmeden de uygulamaya koymuştu.
“Yarın Moskova’dan ayrılıyorum” dediğine İvan, yıkılır olmuş, içini yaptıklarına karşı pişmanlık duygusu kaplamıştı.
“Gerçekten mi? Böylece sürgünde mi olacağız? Evliliğimizi çöpe mi atmak istiyorsun?” Sorularına, Elena’nın cevap vermeyişi onu tamamen baştan çıkarıyordu.
“Konuş benimle. Bak Elena. Sadece bir iki kişiyle beraber oldum. Sen de olmuşsundur. Çok çekici bir kadınsın. Sen istedikten sonra, hiçbir erkek sana hayır diyemez. Hayatında hiçbir kimse yok mu yani?”
“Bir süre yalnız kalmak isteyebileceğim neden aklına gelmiyor?”
“Planın ne?”
“Bilmiyorum!”
“Ne zaman geri döneceksin?”
“Bilmiyorum…”
“Açık konuşayım. Bana geri dönmeni istiyorum. İkimiz de aptalca şeyler yaptık. Bunlar geçmişte kaldı. Yeniden başlayabiliriz…”
Elena’nın gözlerinden yaşlar geliyordu. Yüzü ona dönük olmadığı için İvan onu göremiyordu. İvan onu omuzlarından kavradı ve beklenmedik bir güçle onu öptü. Genç kadın sanki aşı oluyormuş gibi kasıldı. Kolları boşlukta kaldı. Titreyen kısık sesiyle “Yapma!...” dedi.
İvan, Elena’nın biraz gevşemesini fırsat bilerek; onunla birlikte evden çıkmıştı. Ama Elena aklına koyduğunu uygulamaya kararlıydı. Bir süre Moskova’nın geniş caddelerinde yan yana yürüdüler.

Dokunmadan seven yoktu. Aşklar evlerden sokaklara, meydanlara taşınmıştı. Yüce duygular, büyük aşklar da yoktu artık. Adam gibi sevecek, sevebilecek erkeklerde yok artık. Ne iş alanında başarı, ne aşk, aile ve çocuk, ne derinlemesine bir düşünce faaliyet, ne de kendine karşı özen... Rus erkekleri kimliklerini iyice kaybetmişti. Duyarlılıkları daha da azalmıştı. Adapte olma yetenekleri bile sınırlıydı. Böylesine silikleşme, geri plana kayma, kadının gölgesine sığınma... Rusya'da ailenin reisliğini kadınlar yapıyordu.
Çocuğun sorumluluğu neredeyse bütünüyle kadına aitti. Yalnızca günlük ve küçük kararlar değil, büyük olanları da kadın dudaklarından dökülüyordu. Boşanma kararını alan da onlardır genellikle. İşyerlerinde kadınlar daha güvenilirdir. Yarı yolda koymaz, görevlerini iki kadehe değişmez. Son zamanlarda Rus kadınları iyi para kazanmaya da başladı. Bu durumda evde bir "asalak" bulundurmaya gerek görmeyenlerin sayısı her geçen gün çoğalıyor. Evlenmek isteyen erkekler ise mercekle aranıyor. Adayların "hal ve gidiş notu" da ayrı konu! Rus kadınlara giderek yabancı erkeklerde arıyor mutluluğu. Ama o da her zaman olumlu sonuç vermiyor. Ulusal farklılıkları aşmak her babayiğidin harcı değil.

Bu ülkede Puşkin’in heykeli etrafında sevda peşinde koşanlara bakarak onlara ‘zavallılar’ diyerek acıdı. Evleninceye kadar seveceksiniz sonra ne olacak? Yaşanan hayatın gerçekleri aşkları da silip süpürüp götürmeyecek mi? Birbirine sarılanlar, öpüşen lezbiyenlere ve öpücükler gönderen fahişlere bakmamak için başını çevirdi.

Tverskaya caddesine yöneldiler. Dilencilerden, sarhoşlardan nefret ediyordu. Bir yığın zavallı açıkta acınacak halde sürüngenler gibiydiler. Kuşkulu bakışlardan kurtulmak için adımlarını hızlandırırdı. İvan’ın tutarsız hareketleri vardı. Ne zaman, ne yapacağından asla emin olamıyordu. Onu iyi tanıyordu. O, her ne şartlar altında olursa olsun, almak istediklerini alan bir ruh yapısı vardı. Elena eve gitmek istemiyordu. Sıradan bir otele gittiler. O geceyi birlikte geçirdiler. Gece geç saate kadar konuştular. Oda servisinin getirdiği şarabı paylaştılar. Elena :
“Nasıl böyle aptalca bir şey yaptığımı, o günden beri çok düşündüm ve pişman oldum. Birine ihtiyacım vardı ve sen merkezdeydin.”
“Anlıyorum. Seni affediyorum. Sende aynısını yaptın.”
Elena “Bana sadık kaldın mı?” diye sordu.
“Hayır” dedi İvan, “Ya sen?”
“Hayır…”
“Öyle ise ödeştik. Yıkıntılar arasında aşk’ı tekrar denemek istemez misin?”

Elena’nın aklı karmakarışık olmuştu. Üzüntülüydü. Hatta hassaslığı üzerindeydi. Kırılgandı. Giderek artan bir tutkuyla onu özlüyor olmasına rağmen, aklı duygularını acımasızca bastırıyordu. Onun öpmesine, göğüslerini okşamasına izin verdi. Bir zamanlar bu adamı çok arzulardı. Ama şimdi, içindeki düğme tamamen kapalıydı. Tek istediği şey yalnız kalmaktı. Onunla sevişmedi. İvan ise reddedilmişliği karşısında kırılmış ve üzülmüştü. Elena’yı kayıp mı ediyordu? Bir daha bir araya gelemeyecekler miydi? Ardı arkası kesilmeyen düşüncelerle bir süre sonra İvan uykuya varmıştı. Elena ise, kırılan sihirli küreye ağlıyordu. İvan ise geçici bir heves, nasıl olsa gelip geçer düşüncesiyle üzerine fazla gitmedi.

Ertesi sabah havaalanında vedalaşmışlardı. Terminaldeki kalabalık, duygularının tamamen ortaya çıkmasını engelliyordu. Genç kadının gözyaşları yanaklarından yuvarlanarak göğsü üstüne damlıyordu. İvan ona sarılmış ve kucaklamıştı. Genç kadın başını onun göğsüne yaslamıştı. İvan :
“Kendine iyi bak…”
“Ben de aynı şeyi söyleyecektim.” Son anons yapılıyordu. Ayrılmışlardı…

Hasan Kocamanoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              6 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.456 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Yine Mi Sen Brütüs?

Ey,
Beslendiği halde
Göz Oyan kargalara
Önderlik yapan
Sezar patentli
Zavallı Brütüs,

Yetmedi mi,
Oyduğun
Bedenini Büyük Sezar'ın
Hançerin hala
Kalbimde?

Asırlar seni fısıldar,
Tarih yazar
Kahpeliğini;
Niyetini anlamam.
Ne Sezar kadar büyüklüğüm var,
Ne de kin tutulacak hadisem.
''Sen de mi?''
Dememi bekleme;
Varsa
Senin gibi iki gözüm,kaşım
Ve,
Sonsuza kadar kilitli sevdam kalbimde.

Sezar patentli
Zavallı Brütüs;

Çek artık ellerini
Üzerimden

Nihat Çapar

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Dikkatli bakın şöför sarışın:-))

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu



Deniz Feneri Derneği


AIDS Savaşım Derneği

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


http://www.yazamayanyazar.com
Genç arkadaşların açıp işlettiği bir edebiyat sitesi. Sıradan bir arayüz olmasına rağmen ilginç yazılarla karşılaşmak mümkün. Genç arkadaşlarımıza destek vermek boynumuzun borcu. Bana yazdıkları mesajda KM'ye benzer bir iş yapmaya çalıştıklarını ama öğrenci oldukları için seslerini pek duyuramadıklarını söylüyorlar. Bakalım Kahve Molası onlara şans getirecek mi?

http://www.sehirtiyatrolari.com/
En son ne zaman tiyatroya gittiniz? Hangi oyun, hangi sahnede, hangi tarih ve saatte gösterimde olacak bilmek istermisiniz? Ya oyunlar, oyuncular ve hatta bilet paraları hakkında bilgi almak? Perdeler açılıyor ve sizleri bekliyor. Tiyatroları yakından takip etmek için bu sayfaları inceleyebilirsiniz.

Siz hala YTL'cileştiremediklerimizdenmisiniz? Ve hala YTL hesaplaması nasıl yapılıyor bilemeyenlerdenmisiniz? http://www.tcmb.gov.tr/ytlkampanya/test.php kısayolunda şirin bir mini test mevcut. Bu eğlenceli testi deneyerek YTL konusunda ne kadar hazırlıklı olduğunuzu anlayabilirsiniz. Bakalım yeni dönemde iyi bir tüketici olabilecekmisiniz?

...İyi yemek yaptığını iddia edenlerin, farklı sosların yapımlarını da iyi bildiklerini iddia ettiklerine, mutlaka tanık olmuşsunuzdur. Değişik sosların yapımlarını öğrendikten sonra, yeni soslar yaratmak sizlerin fantezilerine kalıyor... http://www.profilo.com.tr/ziyafet/SosyalBilgiler.asp?act=4 kısayolunu tıklayarak yazının devamını ve sossal bilgiler konusundaki yeni bilgileri bulabilirsiniz.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


PhotoFiltre 6.0.2 [1539 KB] 98/2k/XP FREE
http://photofiltre.free.fr/utils/pf-setup-en.exe
Tek kelime ile harika bir resim editörü. Amatör hatta profesyonel kullanıcıya bile hitap eden oldukça özelliği bünyesinde barındıran bir program. İnsan programı kullanmaya başlayınca böyle bir programın nasıl bedava olarak dağıtıldığına akıl sır erdiremiyor. İstisnasız herkesin bilgisayarında olması gereken bir program.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20041201.asp
ISSN: 1303-8923
1 Aralık 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com