Treo600



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 635

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 7 Aralık 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Maalesef bir manimiz yoktu!..


Merhabalar,

"Bir maniniz yoksa size gelecektik?" sorusuna verilen "Ayy ne olsun, buyrun tabi bekleriz, hem de mutlu oluruz." cevabı nedeniyle epeyce geç bir vakitte matbaanın başına oturabildim. O nedenle dün yapacağımı söylediğim ayrıntılı açıklamayı izninizle yarına bırakıyor ve alelacele huzurlarınızdan ayrılıyorum. Şu meşhur TV programı nedeniyle dün kaleme aldığım satırlara fazla fazla ilgi gösterdiğiniz ve beni kompleksli Fok Hayri yerine koyduğunuz için hepinize çok teşekkür ederim.:-)) Öyle şey olur mu canım, gün içinde birkaç kere daha seyredince Fok Hayri ile senli benli olduk, birbirimizi de çok sevdik. Siz de seyredince bana hak verirsiniz umarım. Seyredemeyenler de dinler olur biter. Gerekli dosyaları Medya sayfamıza yerleştirdim. Vakit bulursanız bir uğrayın.

Bugün pikapta oldukça naftalin kokulu bir plak var. Dario Moreno söylüyor, "Deniz ve Mehtap". Yarın söz görevimi yerine getireceğim. Şimdilik hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Yukarı

 

 Café Azur : Suna Keleşoğlu


Yüzler ve fotoğraflar...

"Bazı yaşamlar saklı kentler gibidir. Daha gün yüzüne çıkmamışlardır. Siz aramazsanız bulamayacağınız yerdedirler."
Kimi zaman ödünç alınan cümlelerin arkasından gittim. Kimi zaman kendi cümlelerimi ödünç verdim. İşte şimdi şu anda... kendi kendimden ödünç alıp cümleler kuruyorum.
Yazarak anlatabilme sevdası diyorum buna.
Bir kış ayına denk gelen şu günlerde güneşin yakıcı ışınlarına göz kırpmak gibi. Anları yaşamak, sonra anlatmak...
Kaç anlatıcısı olur bir öykünün? Kaç öykü anlatır bir insan? Kaç öyküye sığmıştır yaşamı...
Kokular gibi, yalnız kendisine ait. Yüzler gibi, sadece belirgin. Bazen için için taşar ya insan. Bir ırmağın sesini dinler gibi.
Sözcükler akar gider.
İşte o anların birindeyim.
Yaşanmış öykülerin kahramanlarının peşinde…
Şimdi zaman bir fotoğraf karesi,
Yüzler ve fotoğrafların izinde.
İşimiz eski yılın bile gerisinde kalan fotoğraflarla. Zaman bir yıl daha silkinirken takvimlerden, yeni bir albüme yerleştirilmeyi bekleyen fotoğraflarla başbaşa kalmışsanız…Ya o fotoğraflar size, sizin yüzünüze aitse.
Bugünki işim eski yazılarımdan ödünç cümleler almak ve yeni fotoğrafları eskilerin yanına sığdırmak.
"Yağmur damlalarına karışan anılarınızı istiflemek ve arkalarına sizi gençleştiren tarihleri düşmek."
Her fotoğraf bir anıya teğet geçerken gidenlerin arkasından tutulan yaslar yenilenir. Zaman zaman gözyaşının yerini alan sıcacık gülümsemedir bir ölünün ardından en sade ağıt. Ölüm fotoğraflara da sindiği zaman yüzler acıtır yaşamı.
"Bu yuzden fotoğraf çerçevelerine hep mutlu kareleri yerleştiririm. Acı zamanlarımda içimi ısıtsın diye. Anılarıma karışan tüm gitmişler bana hep tebessümle geri döner. Buruk bir tebessümle hatırlarım şimdi fotograflarda kalan ölmüş yakınlarımı. Arkalarından döktüğüm gözyaşlarında albümlere sığmam."

Şimdi fotoğraflarımı düzenliyorum. Cümlelerim geçen yıl bu zamanlara düşen bir andan. Yeni olan sadece fotoğraflar..

"Aile fotoğraflarımızda yanyana dizilmişiz. Hep bir arada olma isteği. Uzakların hasretlere karıştığı yerlerde yanyana durup özlemleri alt etme düşüncesi. Sevdiklerimle aynı karede yaşlanmak."

Ben fotoğraflarla yaşamayı sevenlerdenim. İmkan olsa dört bir yanımda tanıdığım yüzleri görmek isterim. Sevdiğim yüzlerin, sevdiğim seslerini dinleyip saatler geçirmek...
Bu yüzden fotoğrafları albümlere yerleştirirken hep içim burkulur. Defalarca yerlerinden çıkarıp yeniden yeniden bakmak için bahaneler ararım. Evimize sevdiklerimle yanyana olan fotoğraflarımı gösterecek yeni insanlar geldikce hiç üşenmem tek tek anlatırım her yüzün hikayesini.

Her fotoğraf karesi ayrı bir öykü anlatır bana. Ayrı ayrı öyküler peşinden giden bir sözcük dilencisiyim sadece. İşte yüzüm burada. Ben şimdi bir fotoğraf karesiyim.

SunA.K. Grasse
sunak@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
              12 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Mete Kaynaroğlu


Yapma ne olur…

I-
Öylece dolanıyordu bizim sokaklarda Sevim. Eskiden olsa kimse aldırmazdı ona. Nede olsa komşunun kızıydı. Yap satçı müteahhitler girdi gireli bizim mahalleye; yeni apartmanların yapılmasından ve oralara taşınanlardan kalabalıklaştı, bir o kadar da yabancılaştı anlayacağınız bizim bu yerler. Bugünlerde, birbirlerini tanımaz oldu insanlar. Nereden bilecekler şimdi Sevim’i?... Yıllar önce sormuştum bir gün ona: “Ne oldu kız dedim sana?” Ağzından tükürükler saça saça.. benim elimden tutup anlattı hikayesini. Hani bir soru sorduk, hatırdan saymıştı fukara. “Sen çok iyisin, biliyor musun?.. çok iyisin sen… sen çok iyisin. Ben küçükmüşüm, biliyor musun?.. yataktan düşmüşüm biliyor musun?.. sen iyisin… sen iyisin…”

II-
Yahu abi kim bu kadın?...
-Niye ne oldu?.
-Belli ki seni tanıyor… bu sokaklardan da bir türlü gitmiyor.
-Elleşme… bir şey yaptığımı var?..
-Hayır!... bulmuş sokaktaki taşları… şeş, beş… taş, şaş diyor.
-Eeee! Ne olmuş?
-Yapma abi… taş, baş derken kıracak bizim dükkanın camını.
-Korkma!… kırmaz…

III-
-Hey!... çocuk..
-Buyurun hanımefendi..
-Bak…bak… atarım şimdi sana taş, yararım baş.
-Yapmazsınız biliyorum. Hadi… uzatın bana yanağınızı da öpeyim sizi.
-Olmaz!.... katiyen olmaz

- Pekala ben de öpmem o zaman sizi. Yalnız unutmayınız, eğer bir gün siz de isterseniz beni öpmeyi, ben de öptürmem kendimi.
- Öptürmez misin?
- Öptürmem.
- Peki hadi öp o zaman… ama bak, yalnızca buradan hem sonra ellerini de dokundurmayacaksın bana tamam mı?
- Tamam, hadi uzatın yanağınızı. İşte… oldu… öptüm sizi.
- Bir daha öpmek isteyecek misin?
- Evet, isterim.
- Peki!... hadi öp bir daha
- Yarın öpeyim o zaman
- Olmaz!…şimdi… Ne olur öp beni…

Mete Kaynaroğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,439,439,439,439,439,439,439,439,43
              7 Kahveci oy vermiş.
11 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Brezilya'lı Kahveci : Nuri Merzi


BENİM İSTANBUL'UM: BEŞİKTAŞ

Benim İstanbul'um Beşiktaştı. Karşıda, Üsküdar da Beşiktaştı; annemle, Beşiktaş İskelesi'nden bindiğimiz Üsküdar vapuru beni Boğaz'ın karşı kıyısına taşırdı. Salacak'a kadar benimdi, Kızkulesi dahil. Beşiktaş'ım, Boğaz'da Ortaköy'de biterdi; harap yalıların orada. Cami'nin önünde babamla balık tutardık. Yukarıda Boğaz Köprüsü yoktu, balıklar da korkmazdı. Ta ötelerde Balmumcu kışlası bir başka sınırdı; Ortaköy Deresi ta oralardan bir yerden gelirdi. Barboros Bulvarı daha yeni açılmış olmalıydı. Benim Beşiktaş'ım Taksim'e kadar uzanırdı; 43 numaralı Taksim-Yıldız belediye otobüsünün güzergahı boyunca. Aslında, Maçka bile Beşiktaş değildi o zamanlar; Akaretler'den yukarıya çıkarken, Valdeçeşme'de filan biterdi. Ihlamur Kasrı bir başka sınırdı; sınırda mütevazi bir mücevher; hemen yanından Ihlamur Deresi akardı; uzun kuyruklu amerikan arabaları (taksi veya dolmuş) üzerindeki köprüden insanın midesini bir hoş yaparaktan geçerlerdi. Teşvikiye-Nişantaşı, o zamanlar da ayrı bir dünya idi ama ben çocuk aklımla Nişantaşı'nı hep Beşiktaş'tan saymışımdır; Dikilitaş da benimdi tabii ki, Kabataş da. Beşiktaş'ın sınırlarına ilişkin, uzun zamanlar boyunca aydınlatamadığım bir esrar Galata Köprüsü'nden kaynaklanıyordu: Dolmabahçe, Kabataş (çeşmeler), Fındıklı (çeşmeler), Tophane (çeşmeler) , Karaköy, Eminönü, Sirkeci boyunca annemle "İstanbul'a" yaptığımız yolculuklar boyunca Köprü'yü geçince hep Üsküdar tarafına geçmiş olabileceğimizi düşünürdüm; çocukluğum boyunca bu meseleyle bayağı uğraştığımı hatırlarım; bu meseleyi halletmiş olsaydım benim Beşiktaş'ım Sirkeci'ye kadar uzanıyor olacaktı; 26 numaralı Sirkeci-Dikilitaş belediye otobüsü elimin altındaydı zira. Henüz tam emin değilim ama benim tarihimin belli bir döneminde, Sirkeci değil ama Eminönü'nün benim olduğunu hatırlar gibiyim; Tabii ki Yeni Camii de benimdi; bütün o insanlar sanki benim tebamdı, bir başrol oyuncusu olduğumu, sanırım, doya doya, ilk defa, Yeni Cami'nin avlusunda hissetmiştim: kuşlara yem vermek en büyük zevkimdi, işportacılar sanki birer sosyoloji laboratuvarı işletiyorlardı (bunu annem söylemişti), dilencilerden uzak dururdum; Bahçekapı bir adım ötedeydi (Atalar mağazası hala var mı). Mısırçarşısı'nda anneannemle yaptığımız alışverişler dolayısıyla Galata Kulesi'ni de benimsemiştim; benimsemenin ötesinde, Mısırçarşısı'ndan her çıktığımda sanki kutsal bir seremoninin kreşendosunu yaşardım: karşıda Galata Kulesi, karşıda Galata Kulesi. Sanırım tepesine çıkabilmiş olsaydım nereleri görebileceğim aklımdan geçerdi. Kulelerden Beyazıt Kulesi'nin farkında olmadan, geçirdim çocukluğumu; onu farkedebilecek yolculukları yapmama rağmen onu atlamış olmama hep hayıflanırım; bir de kule kolleksiyonum olacaktı çünkü (Haliç'i tümden atlamıştım). Taşıt aracı olarak, otobüslerim, vapurlarım, dolmuşlarım bir de Tünel'im vardı o zamanlar (çocukluğumda bisikletim olmadı).

Ihlamur KasrıBenim tarihimde, Beşiktaş'ın sınırlarına ilişkin bir başka muamma Tünel'e dairdir. Taksim'den Tünel'e kadar yürüdüğümüzü hatırlarım. Taksim'in, Beşiktaş'ın bir sınırı olduğunu söylemiştim; Beşiktaş tam olarak İstiklal Caddesi'ndeki Atlas Sineması'nda biterdi (sinema benimdi). Sonrasını annemle beraber epey yürümüşümdür. Ama nedendi tam çıkaramıyorum, bazı kumaş ve konfeksiyon mağazaları bunun nedeni olabilir gibime geliyor (Lion diye bir yer var mıydı, Bon Marché'den eminim ama neredeler, Markiz'i tabii ki bilemem kimse beni götürmedi ama hep bir Le Bon lafı geçerdi, onu da görmemiştim). Her neyse, Atlas'tan ötesini pek benimseyememiştim. Zaten Taksim'den itibaren başka bir dünyada olduğumu anlayabiliyordum ama dedim ya Atlas'a kadar kabullenmiştim bu dünyayı. Hayır, orası gittiğim bir sinema olduğu için değil sadece. Sıraselviler'de iki adım ötede anneannem oturduğu için herhalde; evet o zamanlar Sıraselviler'de bir anneanne oturabilirdi; onun için orası da Beşiktaştı. Neyse uzatmayayım, Tünel'den Tünel'le Karaköy'e hop diye inivermek beni hep büyülerdi. İki ayrı dünyanın böyle yan yana durması beni şaşırtırdı. Bu kadar yakınsalar, acaba Tünel'le Atlas Sineması arasını da Beşiktaş'tan sayabilir miyim diye düşündüğümü hatırlıyorum. Kendimi o kadar zorlamama rağmen yapamamıştım; o iş öyle kalmıştı (Japon mağazasına rağmen). Ama esas soru Tünel'i ne yapacaktım. Karaköy tabii ki benimdi ama Tünel değildi. Babamla da Tünel'e birkaç defa binmiştik. Bu iki dünya arasında gidip geliyordum ama. Bu ne biçim işti. Esrar, bir keresinde bozuldu. Karaköy'den, Bankalar Caddesi'ni izleyen dolmuşlara binip Tünel'e çıkmıştık. Bir dünyadan öbür dünyaya nasıl geçildiğini adım adım izlemiştim. Şaşkınlık. En çok şaşkınlığımı hatırlıyorum. Memnuniyet veya üzüntü söz konusu değildi. Beyoğlu'nu Beşiktaş'a bir türlü yakıştıramıyordum, burası tamam ama diyeceksiniz Karaköy'ü nasıl benimseyebilirdin. Burada bir zorlama hiç olmadı. Karaköy'ün, Beşiktaş Çarşısı'nı kolayca tamamlayabileceğini anlamıştım çünkü: hırdavatçılar, yedek parçacılar, demirciler, motorcular; insanlar biraz daha çeşitliydi ama bu insanların Tünel'den ziyade Beşiktaş'a uygun gidebileceklerini hep hissettim. Benzer duyguları Üsküdar'da da hissetmiştim. Üsküdar'ın insanlarının yanı sıra evleri de Beşiktaş'dakilere çok benziyordu.

Üsküdar'daki camilerden üçü benimdi; Mihrimah, Yeni Valide, Şemsipaşa. Her çocuk gibi benim olanları farklı yerlere yerleştirirdim; ama en sevdiğim de öyle illa en güzeli en büyüğü olmazdı. Ben en çok hemen kıyıdaki Şemsipaşa Camisi'ni severdim. O da bir mücevherdi: gerçek bir mücevher: çocuk yaşımda Şemsipaşa'yı annemin hiç takmadığı bir takısına benzetirdim; aklımda sadece kızıl bir taş hatırlıyorum. Camileri, adlarından kaynaklanan resimsel bir yaklaşımla, zihnime nakşetmiştim. Meydan'ın ötesinde, o settin ötesinde oturmuş denizi seyreden bir küçük kıza benzetirdim Mihrimah'ı (Kanuni'nin kızı demişti annem); yanı başında kızına göz kulak olan Yeni Valde (anne demek demişti annem) orada. Sıra, Şemsipaşaya gelince kripto çatlardı; küçük kızın aslında kıyıda olması gerektiğini, Yeni Valde'nin settin üstünde olması gerektiğini düşünürdüm. Şemsipaşa'nın da aslında Yeni Valde camisi olması gerektiğini düşünürdüm. Kafamı gerçeklere göre düzeltmeye başlamam sanırım o zamanlara denk gelir: annem sorduğunda, sanırım üçüncü sınıftan itibaren artık doğru cevap veriyordum. Artık yerinde olmayan Tekel binasının yanından, kayaların yanından sekerek geçerdik, kıyı boyunca yürüyüp Salacak Plajı'na giderdik. Bugün benim en fazla eksikliğini duyduğum Üsküdar'daki Tekel Binasıdır. O tütün kokusu evet. Kimse yanlış anlamasın, camilerimden birini Meydan'daki o zarif ve utangaç çeşmeyle birlikte, o zamanlar verirdim, Tekel Binasını kurtarmak için. Ha, şimdiki sahil yolu beni artık pek rahatsız etmiyor. Hatta Salacak Plajı'nın yeri belli değil diye seviniyorum bile. Kızkulesi'ni, panayırdaki bir mahlukat gibi göstermiyorlar mı, ona üzülüyorum işte. Çocukluğumdaki Kızkulesi, haraptı falan ama, bana çok sevimli gelirdi. Belki kayıkla kıyıdan fazla açılmadan biraz yaklaşırdık, o kadar işte (Annem, Salacak canavarı hikayelerine hiç aldırmazdı). Fener'in bekçisinin karısının astığı çamaşırları, oyun oynayan çocuklarını hala görür gibiyim. Tabii ki bir turist gibi de gittim Kızkulesi'ne, utanç duydum sonra. Bu çocukluğuma ihanet gibi geldi bana; günah çıkaracak bir yöntem hala bulabilmiş değilim.

Üç de Tekel binam vardı. Tekel binalarının benim için ne kadar önemli olduğunu anlamaya çalışıyorum. Sanırım, tütün kokusuydu bunun nedeni, bir de ne zaman önünden geçsem, başörtülü gençkız ve kadınlar görürdüm binanın çevresinde. Beşiktaş'daki, Üsküdar'daki ve yanıbaşında, Kuzguncuk'daki binalar, o tütün kokusu ve etrafındaki o figüranlar beni hep evimde hissetmemi sağlıyordu. Kaymakamlığın önündeki banklarda oturup denizi seyrederdik: oraya giderken önünden geçerdik Beşiktaş'dakinin. Üsküdar'dakinin hikayesini biliyorsunuz. Kuzguncuk'daki ise, Boğaz'a doğru, Üsküdar vapur iskelesinin iki adım ötesindeydi. Hayır, evde tütün kokusu yoktu; Gelincik ve Bafra karışımı bir sigara kokusuydu evdeki ve tütünün kokusundan farklıydı ama aradaki ilişkiyi kurmuştum işte. Bildiğim kadarıyla, bugün sadece Kuzguncuk'daki tütün binası ayakta, o da müze mi ne oluyor (Beşiktaştaki de gitti değil mi, yoksa kokusunu duyardım, yanılıyor tabii ki olabilirim). Müze deyince o zamanlar hiç müze görmemiş olmama rağmen Kapalıçarşı benim müzem olmuştu diyebilirim (Deniz Müzesi'nin içine hiç girmemiştim ama binasından çok hoşlandığımı hatırlıyorum; hemen önünden Yıldız dolmuşları kalkardı).

Bir keresinde Kapalıçarşı'ya gitmiştik; ne içindi hiç hatırlamıyorum, ama büyük, büyük ne kelime başlı başına bir alemdi, evet bir müzeydi. Hep onun bir kenarından Mısırçarşısı'na çıkabileceğimizi düşündüm. Daha sonraları ise, Mısırçarşısı'na gittiğimizde bir taraftan Kapalıçarşı'ya çıkabileceğimizi düşündüm; anneannemi bir oraya bir buraya çekiştirdiğimi - nedenini söylemeksizin - defalarca hatırlıyorum. Heyhat, sonuç yok. Bu da benim sonuç alamadığım araştırmalarımdandır. Eğer bunu başarabilsem, tabii ki biliyorsunuz, Kapalıçarşı da Beşiktaş'a dahil olacaktı. Beşiktaş'a çok yakıştırdığım Mısırçarşısı'nın yanında Kapalıçarşı ganimeti benim için büyük bir başarı olacaktı. Neyse; olmadı işte.

O zamanlar üç saray da benimdi. Dolmabahçe (Atatürk'ün saat dokuzu beş geçe hala hep orada yattığını düşünürdük), Çırağan (yıkık yanık ama olsun, yanında futbolcular oyun oynar, önünden kayıkla denize açılırlardı), Yıldız (Serencebey'deki ilkokulumuzun yıkılabileceği söylenince az mı içinde değişik binalarda okuduk). İnanılması güç ama, o zamanlar ne Swissotel vardı, ne Kempinsky ne de Conrad. Çocuk aklım olsa bunun benim hükümranlığıma karşı yapılmış bir saldırı (üç ayrı saldırı) olduğunu düşünürüm; üstelik püskürtemediğim saldırılar. Ben sınır boylarında, fütuhat peşinde koşarken, İstanbul bir kenara, neredeyse evrenin en güzel yerlerini Beşiktaş'a ilhak edebilir miyim diye uğraşırken, Beşiktaş'ın en stratejik üç ayrı yerini yitirecektim ha. Ben orada olsaydım böyle bir şeye asla izin vermezdim.

Çocukluk hatıralarımın Beşiktaş'la dolu olduğunu artık biliyorsunuz. Bu yazıda benim Beşiktaşım'ın belli başlı sınırlarından söz ettim. İlerde bir fırsat çıktığında, Beşiktaşım'ın kendisini anlatmak isterim. İlkokul çağımda, sadece gazoz kapakları, ülke bayrakları ve futbolcu resimleri toplamamıştım. Dereler (Ihlamur Deresi), Saraylar (Çırağan başta), camiler (Sinanpaşa), parklar (Abbasağa), kiliseler (pazarın içindeki Rum kilisesi), çeşmeler (Yahya Efendi), tütün binaları (Beşiktaş), cumbalı ahşap evler (Ruzai Teyzem'in komşusu Perihan Hanım'ın evi), türbeler (yine Yahya Efendi), kuleler (Kızkulesi), iskeleler (Barboros Hayreddin), plajlar (Salacak), kasırlar (Ihlamur), açıkhava sinemaları (Gürel), pastacılar (İnci Pastanesi, olsun), kasaplar (Bizim Kasap), manavlar (adını hatırlamıyorum), fırınlar (yerini ancak ben gitsem gösterebilirim), bakkallar (Şair Nedim Caddesi'nden yukarı çıkan sokaklardan birinin dibinde, sağda), arnavut kaldırımları (neredeyse her yer), bir heykel (Barboros), bir Müze (Denizcilik) ve daha neler neler toplamıştım. Uzun bir ayrılıktan sonra, Beşiktaş'ı ziyaret ederken, kısa süreli bir mutluluk benzeri duygular yaşadığımı farkettim, ama ziyaret uzadıkça, zihnime, giderek bir ağırlık çöktüğünü farkettim. Birden, iyi ki Beşiktaş'tan uzaklaşmışım dedim, Beşiktaşım'ı, zihnimde ancak böyle koruyabilmiş olduğumu anladım. Tüm hayatımı orada yaşasaydım, başıma gelenlerin günahını hep ona yükleyecektim, Beşiktaş'ı kaderim olarak belleyecektim, üzüntülerim, dertlerim hep ondan sorulacaktı. Ha sevinçler, mutluluklar mı, onları hep kendimiz kafamızda yaratırız, başkalarının payı pek yoktur (pek dedim). Neyse, Beşiktaş'tan ayrılmakla çocukluk hatıraları edindiğimi (onları kurtardığımı ) düşünüyorum şimdilerde. Bu biraz da özgürlüğüme sahip çıktığımı hissetmek gibi bir şey. Yanıma aldığım bu hatıralara istediğim anlamı yükleyebilirim artık (tabii ki kimseyi istismar etmeden). Beşiktaş'ta kalsaydım, eninde sonunda Beşiktaş'ın tarihinin bir parçası olacaktım. Ama şimdi, özgürüm, zamanında hatıralarımı almıştım ve ayrılmıştım (bu tabii ki benim özgür irademle olmadı, annem, babam öyle karar almışlardı, bana bunu şimdi aklıma uydurmak kalıyor, biraz daha gayret). Ha evet, bu işi yaparken, üstüne basa basa söylüyorum, kimseye zararım dokunmadı. Hatıraları korumak artık benim işim. Dediğim gibi, bazı hatıralardan, fırsat düşerse ilerde bahsedeceğim. Ortak evrağa biraz daha kayıt düşmek için. Evet, buna sorumluluk diyoruz. Değinmediklerim bana yetecek.

Nuri Merzi
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              9 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Belgin Eryavuz


PAYLAŞABİLSEYDİK HERŞEYİ...

Doğduğumuz andan itibaren bize yakıştırılan bir kimlikle büyüme çabasındayız. "Ben" duygusunu belki de daha o ilk saatlerimizde alıyor ve öyle bir içimize sindiriyoruz ki; büyüyüp yetişkin bireyler haline geldiğimizde ne yazık ki toplum içinde yaşadığımızı, bazı şeyleri paylaşmamız gerektiğini unutuveriyoruz. Konuşurken, yürürken, araba kullanırken, yemek yerken, sıraya girerken, sinemada, kafede hep " önce ben " diyoruz. Önce ben konuşmalıyım, en önde ben olmalıyım, en iyisini ben yemeliyim, en güzelini ben giymeliyim, en çok ben sevilmeliyim, en iyi arabaya ben sahip olmalıyım....Neden? Çünkü çocukluktan itibaren aldığımız eğitimde bir şeyler yanlış verilmiş çoğumuza. İlk tembihler, ilk uyarılar hep bu yönde olmuş. Önümüzdeki ilk örnekler anne ve babalarımız bize en doğruyu verdiklerini zannederken, bencilliğimizi pekiştirmişler çoğu zaman. Eşyalarımıza sahip çıkmamız gerektiğini öğretirken belki de dozunu kaçırmışlar bir parça. Sonunda yetişkin bireyler olup da bir hayatı paylaşmaya kalktığımızda (bencilliğimizin önümüze hep bir duvar gibi dikildiğini göremeden) başka şeylerde aramışız suçu, en çok da karşımızdaki insanda. "Önce ben, en değerli ben" egomuz öylesine ağır basmış ki, sevgimizi yaşar ve yaşatırken sevdiklerimize, düşünce ve isteklerine kayıtsız kalmışız çoğu kez.

Oysaki paylaşmak, her şeyi, aşkı,sevgiyi, okunulan bir kitabı, müziği, emekle pişirilen bir yemeği, uzun bir kuyruğu, üzüntüyü, beklemeyi,...ne kadar da önemlidir. "Ben" egosundan uzakta; sevgiler paylaşıldıkça artacak, üzüntüler paylaşıldıkça azalacaktır. Upuzun kuyruklar paylaşıldıkça kısalacak, güzel bir müzik paylaşıldıkça daha da güzelleşecektir. Düşünsenize bir kez; duygu silsilesi yüklü bir şiiri karşınızdaki kişi ile paylaştığınızı. Mısralardaki her bir sözcük ikinizi birden sarıp sarmalarken sizleri hayal dünyanızın doruklarına ulaştırır. O anda gördüğünüz rüyadan uyanmak istemezsiniz.

Önce "ben" değil , önce " biz" dediğimiz sürece dostluklar gerçek dostluğa, aşklar tutkuya, evlilikler ise muhteşem birlikteliklere yelken açacaktır sessizce. Denemek için ne duruyoruz öyleyse, haydi paylaşmaya...

Belgin Eryavuz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,609,609,609,609,609,609,609,609,609,60
              5 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 KONTRA MİZANA : Tamer Soysal


MEDENİYETLER TARİHİNDE BİR BÜYÜK SIR: PİRİ REİS VE HARİTALARI-II

Piri Reis'in Ölümünün 470. Yıldönümü Anısına Saygı ve Dua ile...

II. Piri Reis'in Haritaları

Piri Reis'i Dünyaca meşhur kılan onun çizdiği haritalardır. Piri Reis'in meşhur olarak bilinen iki Dünya haritası vardır. Bunların ikisi de ceylan derisine çizilmiştir ancak günümüze bu haritaların bir kısmı gelebilmiştir. Piri Reis Kitab-ı Bahriye'de haritaların ceylan derisine çizilmesi ile ilgili şöyle demektedir: "Harita'nın büyük bir deriye çizilmesi kabil değil mi? denirse şu cevap verilir ki; bütün bilgileri alacak bir ölçüdeki haritanın gemide kullanılmasına imkan yoktur. Bunun için üstadlar haritayı çizdikleri deri ile ancak açık denizde gezerler. Büyük adalar etrafında dolaşırken kullanırlar. Genişliği çok olmayan yerlerde kılavuz almak zorundadırlar." Haritanın deriye çizilmesinde elbette o dönemin şartları etkili olmuştur ayrıca derinin suya dayanıklı olması nedeniyle denizciler tarafından kullanışlı olması da düşünülmüştür.

2.1. 1513 Tarihli Birinci Harita: 1 Piri Reis bu Dünya haritasından bugün elde kalan parçasında Avrupa ve Afrika'nın batı kıyılarıyla Atlas okyanusu, Orta ve Güney Amerika ile Antil adaları yer almaktadır. Bu kısım haritanın bütününün 1/3'lük kısmıdır. Haritanın uzunluğu 86 cm'dir. Üst kısmın genişliği 61 cm, alt kısmın genişliği ise 41 cm'dir. Harita sağ yanından boydan boya kopmuştur, bu parçaya ulaşılamamıştır. Kabaca haritanın şekli dikdörtgen şeklindedir. Bu derinin şeklinden kaynaklanmaktadır. Harita'nın kuzey ve güneyinde 32'ye bölünmüş 3 farklı üçgen ile çevrilmiş iki büyük "rüzgar gülü" adı verilen yuvarlak şekiller bulunmaktadır. Ayrıca haritada 9 gemi ve sandal resmi vardır. Parşömen üzerine çizilmiş haritada dağlar, nehirler, denizlerdeki taşlık yerler, kumlu sığ yerler ve görülmeyen kayalık yerler gösterilmiş, bölgelere ilişkin notlar düşülmüş, özellik gösteren bitki ve hayvan resimleri verilmiştir. Haritada yedi adet papağan, Portukal kralı, Merrakuş ve Kine Padişahı resimleri adı verilen resimler yer almaktadır. Yine Afrika'da bir deve kuşu, bir fil, kuzeyde büyük bir balık, Amerika'da üç maymun, bir yılan, bir lama ve birkaç öküz resmi bulunmaktadır. Haritada enlem boylam çizgileri yoktur. Mesafeler ise kuzey ve güneyde yer alan iki pusula gülü ile milleri gösteren ölçek yardımıyla hesaplanmıştır.

Bu harita ancak 1929 yılında bulunmuştur. Haritanın bulunuşunu Prof. Afet İnan şöyle açıklamaktadır: "Müze haline getirelecek binaların içinde bulunan eşyalar tasnif edilmekte iken, Milli Müzeler Müdürü Halil Ethem, ilim aleminin o zamana kadar tanımadığı bir harita buldu. (Tarih 09.11.1929) En eski bir Amerika haritasının bulunmuş olduğu haberini alan Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, derhal büyük bir ilgi gösterdi. Harita'yı Ankara'ya getirterek tetkik ettiği zaman, bunun olduğu gibi neşredilmesini ve üzerinde ilmi incelemeler yapılmasını emretti." 2

Bu harita 1513 tarihinde Gelibolu'da çizilmiştir. Harita üzerinde yer alan ifade aynen şöyledir:
"Bu Harita'yı, Kemal Reis'in erkek kardeşinin oğlu unvanıyla şöhret bulan Hacı Mehmet oğlu Piri, 1513 yılı Muharrem ayında 9 Mart-7 Nisan arası Gelibolu'da yapmıştır."
Bundan Piri Reis'in bu haritayı 29 gün gibi kısa bir müddet içinde çizdiği anlaşılmaktadır. Piri Reis haritayı hangi kaynaklardan yararlanarak çizdiğini de açıklamaktadır:
"Bu harita benzeri bir harita, o dönemde kimsede yoktur. Benim tarafımdan yapılmış olup, şimdi temel kaynak oldu. Dünya'nın yerleşim bölgelerini gösterir. Özellikle yirmi kadar harita ile Arapların Caferiye (coğrafya) dedikleri ve kara parçalarını da içine alan İskender-i Zülkarneyn zamanında yapılmış olan sekiz Dünya Haritasından, bir Arabi Hind Haritasından yeni yapılan ve Sind, Hind ve Çin ülkelerini de geometri yöntemiyle gösteren dört Portekiz haritası ile Kolomb'un Batı tarafında yaptığı haritadan karşılaştırma yolu ile bu şekil ortaya kondu."

Piri Reis'in bu açıklamasından haritanın 33 haritadan yararlanarak hazırlandığı çıkıyor. Ancak işin ilginç ve merak uyandıran kısmı bu haritalardan 20 tanesinin kaynağı belli değildir. Bunu Piri Reis "özellikle 20 kadar harita ile" diyerek geçmiştir.

Piri Reis 1513'de çizdiği bu haritasını 1517 yılında dönemin Padişahı Yavuz Sultan Selim'e sundu. Piri Reis daha sonra Kitab-ı Bahriye'yi temize çekerek harita ve kitabı 1525'de Sadrazam Makbul İbrahim Paşa'nın yardımlarıyla bu defa Kanuni Sultan Süleyman'a takdim etti. Bu durumu Piri Reis Kitab-ı Bahriye'de şöyle açıklamaktadır:
"Bu kitabın padişaha takdim edilmesi benim için çok zordu. Onun için temize çekemedim. ( Bu ilk cümlede Piri Reis Haritanın ilk defa Yavuz'a sunuluşunu anlatmaktadır-T.S.) Şimdi de bu fakire kitabın temize çekilmesi gibi, büyük bir emir sadrazam, devletin güneşi ve saadet mehtabı İbrahim Paşa tarafından verildi. Ben de bu emre uyup kudret ve takatım oldukça, Allah'ın yardımı ile bu kitabı temize çekip tamamladım. Padişahın beğenmesini Allah'dan niyaz ederim. Amin"

2.2. 1528 Tarihli İkinci Harita: Piri Reis 1513 tarihli ilk Dünya haritasından 15 yıl sonra bir Dünya Haritası daha çizmiştir. Bu haritanın da tamamı günümüze ulaşmamıştır. Günümüze ulaşan parçasında Antartika, Grönland adası, Kuzey ve Orta Amerika sahillerinin bir kısmı ile adalar bulunmaktadır. Bu haritanın büyük bir Dünya haritasının kuzey batı köşesi olduğu düşünülmektedir. Harita 69-70 cm boyutlarındadır. Haritada keşfedilmemiş yerler beyaz bırakılarak çizilmemiştir. İlk haritaya göre daha büyük ölçekli ve gelişmiş olan harita, teknik olarak da dönemin en ileri ve mükemmel harita örneğidir. İlk haritaya göre Amerika kıyıları daha isabetli çizilmiş, Yengeç dönencesi çizilmiştir. Ele geçen parçasında Yengeç dönencesi bulunmaktadır. Kaybolan parçada ekvator ve Oğlak dönencesinin de yer aldığı düşünülebilir. Piri Reis bu haritasını da Kanuni Sultan Süleyman'a sunmuştur.

2.3. Piri Reis'in Haritalarının Hususiyetleri ve Sırlarına Dair

Piri Reis'in çizdiği Dünya Haritalarının Dünyaca meşhur olmasında bu haritaların barındırdığı özellikler rol oynamıştır. Piri Reis haritalarda bu haritaları hangi kaynaklara dayanarak çizdiğini açıklamasına rağmen Piri Reis'in haritaları bu döneme kadar çizilen tüm haritalardan daha ileridedir. Amerika kıtası 1492 yılında Kristof Kolomb tarafından bulunmuştur ancak başlangıçta Kolomb bu kıtanın yeni bir kıta olduğunun farkında olmamıştır. Antarktika kıtası ise bölgeye yapılan keşiflerle aşama aşama haritası çizilebilen bir yerdir. Bu amaçla yapılan keşiflerin en önemlisi 1841 tarihli İngiliz James Clark Ross'un sonradan kendi adını alan "Ross denizi"ni keşfiyle başladı. Norveçli Ronald Amundsen adlı keşifçi ise 14 Aralık 1911 yılında Güney Kutbuna (Antarktika) ayak basan ilk kişi oldu. En önemli keşif araştırması ise 1957-58 yılları arasında Uluslararası Jeofizik Yılı'nda 12 ülkeden 50'den fazla bilimsel araştırmacının katılımıyla gerçekleşti. Bu bölge hızı saatte 160 km'ye erişen sert rüzgarlar ve yüksekliği 5 metreyi bulan buz dağ sıraları ve dondurucu soğuk nedeniyle zor araştırma yapılan ve haritası çizilebilen bir bölgedir. Piri Reis haritalarında inanılması güç bir şekilde Amerika, Grönland ve Antartika çizilmiştir. Her ne kadar Piri Reis haritasının kaynakları arasında Kolomb'un haritasından bahsetmişse ve günümüz bilim adamları Kolomb'un bazı haritalarının günümüze ulaşmadığı Piri Reis'in Portekizliler ile yaptığı savaşlar sırasında bu haritayı ele geçirip Amerika'yı buradan çizdiği savını ortaya atmış iseler de Kolomb'un Amerika'ya varmasından hemen sonra o dönemin imkanları içinde böyle bir harita çizmesi olanaksızdır. Üstelik Piri Reis'in haritası haritacılık tekniği açısından da günümüz haritaları ile kıyaslanacak derecededir. Yine Antartika ve Grönland'ın gösterilmesi de Kolomb'un haritası savını çürütmektedir. Piri Reis Haritalarının dikkate değer ve adeta "Sır" niteliğindeki hususiyetleri ise şöyledir:
- O dönemlerde varlığı bilinmeyen Antarktika kıtasını Piri Reis, haritasında göstermiştir. Ayrıca daha çarpıcı şekilde çağlar boyunca buzlarla kaplı olan Antarktika Dağları'nı Piri Reis Dünya Haritası'nda son derece belirgin ve doğru bir şekilde göstermiştir. Bu dağların varlığı ancak 1820 tarihinde Rus ve Amerikalı araştırmacıların çabaları ile ortaya çıkarılmıştır. Dağların konumu ise ancak 1952 yılında ses yansıtıcı cihazlarla tespit edilebilmiştir. Piri Reis'in haritaları ise 1513 ve 1528 tarihlidir.

- O döneme kadar çizilen haritalarda kıyılar ayrıntılı olarak gösterilemez, genellikle yarım daire şeklinde gösterilirdi. Oysa Piri Reis haritalarında kıyıları girinti ve çıkıntılarıyla doğru bir şekilde çizmiştir.

- Piri Reis'in haritalarını inanılmaz bir şekilde "küresel projeksiyon" yöntemi ile çizmiştir. Küresel trigonometrik sistem ile çizilen bu haritalarda Piri Reis enlem ve boylamları göstermemiştir. Ancak dönencelerin yer alması Piri Reis'in bu bilgilerden habersiz olmadığını göstermektedir.

- Piri Reis haritaları bugün "Modern Nirengi" denilen ve uzaydan gönderilen uydu fotoğraflarına dayanarak hazırlanan günümüz haritaları ile birebir benzerlik göstermektedir. Klasik haritacılık teknikleriyle anlaşılması imkansız olan özellikler Piri Reis haritalarında yer almıştır. Bu özellikler;
1- Piri Reis haritalarında Lizbola Madera arası 700, Madera ile Yeşilburun arası 1200, Yeşiburun ile Yeşilburun adaları arası 400 ve bu adalarla Brezilya arası 2000 mil'dir. Bu uzaklıklar günümüz uydularından alınan fotoğraflarla aynıdır.

2- Piri Reis haritasında yer alan Kuzey Afrika kıyıları uzaydan çekilen fotoğraflarla aynı şekilde çizilmiştir.

3- Piri Reis'in haritasındaki Amerika, Afrika ve Akdeniz kıyıları Dünya'nın yuvarlak değil "küre" şeklinde olduğu da bilinerek çizilmiştir. Çünkü bugünün uydu fotoğraflarına birebir uymaktadır.

4- Grönland adalarının uzaydan çekilen fotoğraflarından sonra bir bütün halinde bir adadan değil üç ayrı adadan oluştuğu anlaşılmıştır. Piri Reis, Grönland adalarını üç parça halinde doğru olarak çizmiştir.

5- Haritalardaki en büyük ve çarpıcı kısım Arjantin'deki kıvrımdır. Uzaydan çekilen görüntüler Arjantin'ın sağa doğru kıvrık, yatık olduğunu ortaya çıkarmıştır. Piri Reis şaşırtıcı şekilde haritasında bu kıvrımı ve eğimi göstermiştir.

1 Bu haritaya "http://www.prep.mcneese.edu/engr/engr321/preis/afet/pmapsm.jpg" adresinden bakılabilir.
2 A. Afet İnan, "Piri Reis'in Hayatı ve Eserleri", Türk Tarih Kurumu Yayınları-1975

Devam edecek...

Tamer Soysal
tsoysal@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              11 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 BaLdaki_Tuz__ : Uğur Erdoğan


DeLinin NostaLjisi.....

06 aralık 2004 tarihli yazısında Orhan Erdikmen arkadaşımız terörist ilan edilen 12 yaşındaki Uğur ve babasının ipuçlarına dayanarak nasıl ortadan kaldırıldıklarına bir yorum getirmiştir...

kendisi bize üçüncü göz olmuştur..

bazı medyada olduğu gibi yazı köşelerimizi onunla atışmak yada yalanlamak amacıyla kullanmayacağım.. )))

karışma dedim kendi kendime... sanane dedim adam bişeyler yazmış işte dedim.. beğenmediysen çakarsın berbat ı... yazarsın yoruma , ''kardeş kötü olmuş çünkü eksik kalmış .. selamlarım'' diye olur biter ..

olmuyor işte.. lanet olsun ... olmuyor..

ben ancak birinci deliyi zaptedebiliyorum ama gelin görünki ikinci deliyi dört duvar arasında tutacak üçüncü bir deli gerekiyor ...

alışıldık senaryolarda ilk aklıma gelenleri yazıyorum...

önceki yıllarda maraş olaylarında,çorum olaylarında, gazi mahallesi olaylarında, meşhur yeşilyurt köyünde ,köylerin boşaltılmasında, devletin bir şekilde organize edilen barışı ve kardeşliği anlamsız senaryolar ve organizasyonlar yaratarak bozması ve şimdi yine bu olayla karşımıza olması size alışık gelmiyormu ...

hepsi münferit olaylardır dendi... ama hepsininde infiali büyük oldu ne hikmetse... neden bu olayların öncesinde, çok değil bir kaç gün yada ay öncesinde bir takım yabancı görevililer tapu kadastro memuru gibi stratejik çalışmalar yapıyor hep..

şimdi yatışan ve azda olsa gelişen güneydoğuda aynı oyun yapılıyor işte... diğer yerlerden tek farkı oranın inanılaz bir rant getirisi olması... uyuşturucu, silah vs...

anasını satim ne kadar karışık olursa o kadar iyi....
önceden Alevi Sünni senaryosunu izledik durduk ... şimdi güneydoğu olayları revaçta onlar açısından... özel timler ve jitem'cilerin hikayeleri çarşaf çarşaf yayınlandı nerdeyse umursamaz ve unutkan medyamızda.. ama bizler beyaz Renault'ları ve zırhlı araçları unutmadık..

kimdir bu insanları yönlendiren yahu... kimdir bu bize göre yanlış işlerden ve ilişkilerden çıkar sağlamaya çalışan...

dilediği ülkeye girebilen, ki bunlara özellikle hassasiyet göstererek giren, zengin rezervleri olması önkoşulu arayan, (bi anlayamadığım ve inceleyemediğim sadece afganistan.. onuda stratejik bulduğundan olsa gerek) ve girdiği bu ülkelerde çıkarttığı neşeli olaylarla halkları refaha kavuşturan, o meşhur afişinde işaret parmağı ve bayraklı şapkasından kıyafeti ile ''seni istiyorum''diyen tanıdık simayı hatırlıyormusunuz sizde.. ''.... amca ''

şimdi diyeceksiniz ki bunlar münferit olaylar filan..
artık hayvan terlii... herşey böyle tekrar ediyor çünkü... diyorumki artık yemezz

siz sanıyormusunuz ki bizi bişey olmaz..
bunu ancak ben diyebilirim.. çünkü ben ütü istemeyen gömleği olan bir deliyim...

kendi çıkarı nedeniyle barışımıza, kardeşliğimize göz dikiyor bu şerefsiz...
ütülü gömleklerinizin kollarının biraz kırışması gerekecek sanırım ....

selamlarım ...

Uğur Erdoğan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              18 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.511 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


DENİZE KAVUŞAN NEHİR

Sen üzerinde nice şafakların söktüğü
Sevgi denizlerine akan büyük nehir.
Sen biraz ışık, biraz tılsım, biraz büyü
Sen yıllardır yazıp bitiremediğim şiir.

Durmadan bir gül açar ellerinde pembe
Sen nefes alışı en bakir güzelliğin.
Gözlerin midir parlayan gökyüzünde
Bir güneş doğarcasına geceleyin?

Ne zaman seni düşünsem yaşamak güzel
Bir bahar bahçesi olur güz bahçeleri.
En karanlıklarda bile uzanır bir el
Kendiliğinden açar sabaha perdeleri.

Sen varsan dallarda kuşlar memnun
Tüm çiçeklerin rengi değişik, kokusu başka
Öylesine gerçek ki var olduğun
Çarpar güzelliğin kıyılarıma dalga dalga.

Tutsam ellerini içim ürperir hazdan
Başım döner gözlerin gözlerime değse.
Kalan tek hatıradır gülüşün bir yazdan
Yokluğun da odur senin, ölmek neyse.

Sen bastığın yerde çiçeklerin büyüdüğü
Her zaman en güzel, her yerde eşsiz
Sen yaprak, sen köpük, sen kuştüyü
Sen sevgi nehirlerimin aktığı büyük deniz.

Ümit Yaşar Oğuzcan

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Hoş bir birliktelik!..

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


KAHVECİLER ANKARA'DA BULUŞUYOR...

Tarih: 18 Aralık 2004 Cumartesi Saat 20:00
Yer: Neyzen (Atatürk Bulvarı 211/6 Kavaklıdere (Eski Akün Sinemasından Kızılay yönüne doğru 200 m ileride, NTV Binasının altı.)
Menü:
10 çeşit serpme meze;
Ara sıcak; (hamsi tava ve hamsi köz (karışık)
Ana yemek; (Günün balığı; levrek, çupra, palamut, çinekop; o gün hangi balık gelirse ya da tavuk)
Meyve
Limitsiz içki

Fiyat: 35.000.000 TL. Nakit Ödeme. (Kredi kartı geçerli değil)

Müzik: Ney, klarnet, tumba eşliğinde yemek müziği ve TSM, Napoliten, Türkçe Pop, Grek

Neyzen'in sahibi ve şiir yorumcusu Tanju Bey şiirleriyle gecemize renk katmaya çalışacak.

Neyzen hakkında bilgi edinmek için http://www.hangibar.com/bars/barinfo.asp?barid=B355255620030708 adresinden yararlanabilirsiniz.

Katılım: Yemeğe katılma bilgisi için 16 Aralık 2004 Perşembe saat 20:00'ye kadar vaktiniz var. Bu saatten sonra ne yazık ki masa düzenlenmesi gereği başvuru kabul edilemeyecek.

Katılımcı arkadaşlar kişi sayısı belirterek, raskat380@yahoo.com ve serpil.yildiz@tubitak.gov.tr adreslerine mail yoluyla bilgi iletebilirler.

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


...Dünya Kemik İliği Bankası, Türkiye'ye şart koştu: 31 Arallık'a kadar 2 bin 500 yeni kan örneği bulun, maliyetini karşılarız. Ancak sayı 300'de kaldı. Gönüllü çıkmazsa Çapa Kemik İliği Bankası kapanacak. Binlerce kanserli ise ölüme terk edilecek... Ben sizlere http://www.kemik-iligi.org/ İstanbul Üniversitesi bünyesinde kurulan, İstanbul Tıp Fakültesi Kemik iliği bankası'nın web kısayolunu veriyorum. Eminim ki içimizden gönüllüler çıkacaktır. İlk önce kısayolu tıklayıp sayfayı inceleminizi tavsiye ediyorum.

İnternet'e girip te oyun oynamayan yoktur ya da çok azdır sanırım. İşte size yeni bir kısayol daha http://www.altoids.com/index.aspx?area=MIDWAYMAIN hadi bakalım yine oynamayın da görelim.

...Büyük Önder Mustafa Kemal ATATÜRK'ün naaşının Ankara'ya getirilişi sırasında ilk defa renkli (dia) olarak 20 Kasım 1938'de çekilen ve daha önce yayımlanmamış bu fotoğrafların orijinalleri Genel Müdürlüğümüzün foto-film arşivinde muhafaza edilmektedir... http://www.byegm.gov.tr/ataturk/ata-10kasim2004/ata.htm daha önceden görmemiş olanlar için bu kısayolu veriyorum.

Elektronik terazi konusunda dünya üzerinde 1 numara olan bir firmanın Türkiye distribütörü olan Batu Mümessillik'te çalışıyorum. Web sayfasını yakın bir zaman öncesinde aktif duruma getirdiğim için sizlerle paylaşmayı uygun görüyorum. http://www.batu.com.tr kısayoluna tıklayın bakalım. Belki içerik size bir anlam ifade etmeyebilir ama marketten almaya alıştığınız peynir, zeytin, vs... ürünlerin doğru tartılabilmesi için firma sahiplerinin doğru terazi kullanması gerektiğini de unutmayınız.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Copernic Desktop Search 1.1 [2414 KB] 98/2k/XP FREE
http://download3.copernic.com/copernicdesktopsearch.exe
Bilgisayarınız için gerçek bir arama motoru istiyorsanız buyrun size en alası. Kaybettiğiniz epostaları, resimleri, yazıları veya aklınıza gelebilecek hethangibir şeyi arayıp bulmanıza yarayan çok hızlı çalışan bir program. Özellikle kalabalık bilgisayarlar için biçilmiş kaftan. Herkese tavsiye olunur. İnternette arama yapmıyor, sadece sizin bilgisayarınızı arıyor dikkatinizi çekerim.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20041207.asp
ISSN: 1303-8923
7 Aralık 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com