Treo600



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 638

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 10 Aralık 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Benden size hayır yok!..


Merhabalar,

O olağan gibi görünen ama sonuçları itibariyle pekçok insanın yaşamını göbekten ilgilendirecek güne 1 hafta kaldı. Her kafadan bir ses çıkıyor. Alırlardı almazlardı, girerdik girmezdik... Bence içimizdeki bu tartışmaları bir kenara bırakmanın zamanı artık. Bırakın top kimdeyse pası da o versin. Lobi çalışmaları eksik fazla bir yandan sürerken, birbirimizi yemenin bir anlamı var mı? Stada 2 saat önce gelip var gücüyle bağıran, maç başladığında sesi çıkmayan taraftar havasına girmeyelim asla. Bana kalırsa esas kavga, karar ne olursa olsun, 17 Aralık'tan sonra başlayacak. İşte sesimizi gücümüzü o günlere saklayalım. Allahı var, biz elimizden geleni yaptık. Bu aşamada yani en iyi ihtimalle aralarına gireceğimiz tarihten 15 yıl önce, kazanıp kaybedeceklerimizi hiç hesaba katmadan yolumuzu işaret ettik uygar dünyaya. Artık sınav sırası o uygarlarda. Bekleyelim görelim. El mi uygar, bey mi? Ben kendi kendime bir söz verdim, 17 Aralık'a kadar sesimi çıkartırsam namerdim. Enerjimi karar sonrasına saklıyorum. Benim ilgilendiklerim kadrajın dışına taşanlar. Yaşantıma yapılan direkt müdahalelerle ilgiliyim. Gencecik bir tiyatrocunun pis bir kazaya kurban gitmesi ama organlarıyla 3 kişiyi hayata bağlamasına üzülüp seviniyorum. Babasını görünce, hele bir de arkasından son oynadığı reklam filmini izleyince gözümden akan 2 damla yaşı biriktiriyorum ben. Bolu'da belediye başkanının birini abdesthane diğerini mescit olarak düzenleyip ahaliye tahsis ettiği belediye otobüslerine takılıyor gözüm, lanet okuyorum. Vatandaş istedi ben yaptım deyince aklımdan geçen dilimden dökülmesin diye dilimi ısırıyorum. Evden kaçan kaçırılan 12-13 yaşındaki kızların hikayelerini okuyunca aynı yaşlardaki kızım düşüyor aklıma, korkuyorum. Irak'ta yaşananlar takıldıkça gözüme iç çekiyorum. Velhasıl AB'den daha önemli işlerim var benim bu aralar. Dergi hazırlığındayım, en iyisini yapmak için çalışıyorum. Meşgulüm, öyle böyle değil. Hani benden medet umarlar diye söylüyorum. Benden size hayır yok, girecekseniz buyrun bensiz girin AB'ye. Ben işlerimi bitirince bilahare tek başıma giriş yapacağım. Pardon yani, ayıp ettiysem affola.

Dergimiz konusunda gösterdiğiniz duyarlılığa ne kadar teşekkür etsem azdır. 2 gündür yüzlerce değil ama onlarca mesaj aldım. Lütfen aklınıza gelenleri benimle paylaşın. Birlikte oluşturacağımız sinerjinin ürünü olsun istiyorum bu dergi. Dergi değil, bizim dergimiz olsun istiyorum. Gösterdiğiniz ve göstereceğiniz ilgi için yürekten teşekkürler.

Bugün pikaba gündemde olduğu yıllarda beni mest eden bir şarkıyı koyuyorum. Crosby, Stills & Nash'in Graham Nash'inden, Prison Song (Mapusane Türküsü). Galiba güneşli bir haftasonu geçireceğiz ama siz gene de dikkatli olun. En güvenilmez havalar işte bu havalar. Her neyse, havanız ne olursa olsun, kulağınız bende gözünüz yolda olsun, laf olsun torba dolsun. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

1 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ebru Kargın

 Aklıma Estiği Gibi : Ebru Kargın


  KONUŞMAK İSTİYORUM...

Seviyorum ben bu Saba Tümer' i... Benim gibi geceyi sabah etmeden yatmayanlar dışında bir şekilde hala denk gelmemişler olan fazla olabilir, çünkü gece 01:00 de Show Tv. kanalında, kendi adını taşıyan haber programı yapmakta. Yayın saati, pirelerin atak yapmaya başladığı anlara denk geliyor olduğu için Saba Tümer' e denk gelmemiş olmak olağan dışı değil.

Ben bu hanıma göz ucuyla bakıp geçmeyi kenara bırakalı yaklaşık bir yıl oluyor. Bir gece yine hala uyumamış gürültü olsun diyerek açık tuttuğum ve ardıma dönüp oturduğum televizyondan biri fırça atıyor Kara Yolları Genel Müdürüne. Hem de ne fırça... Kar nedeniyle yollarda fena halde esir kalmış insanların geçirdiği zorlu günün hesabını soruyor, sıfır yalakalık, buram buram samimiyet kokan o boğuk sesiyle, haydi bakalım sayın genel müdür, senin bir hesabını alalım haliyle, sanki ablam kadar yakın biri gibi... O saatlerde asla dikkatimi çekecek bir şeye denk gelmeyeceğime emin olarak ardıma döndüğüm televizyona, hızla yüzümü dönüyor ve beni bu kadar etkisi altına almış konuşmanın sahibini dikkatle inceliyorum. Ne bu kadının adı, Saba Tümer... Nereden çıktı ya bu gece gece, helal olsun vallahi diyor ve o gün itibariyle ara sıra ki benim olağan karşıladığım gününde değil durumları da dahil olmak üzere iki elim kanda olsa izliyorum onu. Dahası hiç tanımadığım birini kendime acayip yakın hissediyor, bunun da ekstrası acayip seviyorum... Vallahi Saba Tümer benim durumum bu.

Geçen gece yine Saba' yı beklemişim, gelmiş başlamış programa. Ancak bana hayatı dar etmiş bir telefondan kopmayı beceremiyorum, programı kaçırıyorum. Neyse nihayetinde telefondakiyle vedalaşıp gecikmeli olarak Saba' yı seyretmeye başlıyorum. Birkaç kişi var stüdyoda kim olduklarını bilmiyorum. Biri ünlü Avrupa ülkelerinden bir kaçının neye dair olduğunu anlayamadığım istatistik verilerini veriyor. Sonra Güney Kıbrıs diyor, Güney Kıbrıs' ta beş kişiden biri diyor...

Güney Kıbrıs' a gittiniz mi bilemiyorum. İsteseniz de gidemezsiniz gerçi. T.C pasaportuyla, T.C sınırları dahilindeki havaalanlarından ya da Kuzey Kıbrıs' tan, gelmişken sizin bölgeyi de göreyim diyerek sınırdan içeri girmek gibi bir şansınız yok zaten. Yedi ay kadar önce gittim ben, ama havamı basıyorum durumu değil bu. Zaten ben de yasal olmayan yollarla giriş yaptım, nasıl diye sorup bulanıklaştırmayın. Adanın bize ait olmayan bölgesinde üç buçuk atarken, bölgenin en güzel ve önemli yerlerinde de fink attım. Adanın güney tarafına aşık olup, derince bir iç çekerek ait olduğum topraklara geri döndüm. İç çekişim ah keşke buralarda kalsam görgüsüzlüğü değil elbet, detaya girmeyeyim pek çok kişi gibi ben de milli duygular nedeniyle iç çektim.

Her neyse Güney Kıbrıs akıl sınırlarını zorlayan bir yer. Nedene gelince, ne yani Amerika değil ya diyecek olabilirsiniz demeyin derim. Zira gezdiğim ve de bildiğim ülkeler içinde düzen konusunda yakınından geçecek az. Her şey son derece mükemmel ve bu mükemmellik karşısında koca bir alkış ve iç çekiş ediyor insan aklında.

Doktormuş adam, Saba' ya anlatıyor, Güney Kıbrıs bu konuda en başarılı ülke diyor, her beş kişiden biri ilik bağışında gönüllü olmuş diyor... Vay be diyorum, ne denir ki vay be den başka, ağzı bir karış açık, aklın nerde senin Ebru demekten başka ne diyebilirim ki... Doku uygunluğu faktörü ve ilik naklinin başarısızlık oranı olan % 20 olmasa adamlar neredeyse lösemiyi kazıyacaklar adada. Kaldı ki gönüller son derece rahat, neden açık, vatandaşlık görevi saymışlar, geçiyorum, insanlık borcu bilmişler. Bu duygu nasıl gönlü rahat ettirtmez. En azından elden gelen yapılmış artık iş duaya kalmış... Ve tabi ki bravo.

Doktor anlatıyor, zor durumdayız, kendi ilik bankamızda belirtilen kotayı tutturamadık, sadece 26.000 gönüllüyle duruyoruz. Vay be diyorum yine, vay be... 26.000, 70.000.000 un kaç kişiden kaç kişisi yapıyor... Oranlamak bile istemiyorum, içim sıkılıyor, daralıyorum gece gece ve daralmayı kenara bırakıp, doktoru dinlemeye devam ediyorum.

İlik bankamız gerekli kotaya ulaşamadığı için uluslar arası ilik alış verişimizde maniler çıkacak. Bir an önce kotayı yakalamamız gerekiyor. Aksi halde dokusu uygun olan iliği ülke sınırlarımız içinde bulamaz ve başka bir ülkeden talep etmemiz durumunda kabul edilemez olacaktı.. Bildiğimiz üzere birbiriyle uygun dokuda ilikler genelde kardeşler arasında çıkar ki bunun bile imkansız kalabildiğini yakın zamanda ilik ihtiyacı olan bir hastanın yedi kardeşinden de doku uygunsuzluğu nedeniyle faydalanamıyor olduğumuzu gördük. Ne derece önem arz etmekte olan bir durum olduğuna, açıklamak için oldukça yeterli bir örnek.

Saba yine en sorulması gereken soruları soruyor; peki ne yapmalıyız ? Doktor anlatabilmek için bir fırsat yakaladığının farkındalığıyla peşi sıra anlatıyor; yapılması gereken çok kolay, 18 - 55 yaşa aralığında ki hepatit geçirmemiş ve habis bir hastalığı bulunmayan herkes gönüllü olabilir. İlk etapta ihtiyaç olan 5 cc. Kan. ilik nakli bekleyen hastalarımız arasında, doku uygunluğuna denk gelmemiz halinde bir miktar ilik alınıp hasta için kullanmak üzere gönüllüyle bağlantı kurup, en kısa sürede bir gün saptamak. Bu aşamada gönüllüye düşense, rızasının olduğuna dair okuyup, anlayarak imzalayacağı bir evrak. Gerisi gönüllüyle uzman arasında kararlaştırılıp saptanacak günde ihtiyaç olan iliği bağışlamak. Bu da zor bir şey değil, anestezi yardımıyla son derece kolay. Acısını hissedeceğiniz tek şey, poponuzdan yapılan iğnenin sızısı diyor.

Sonrasındaysa bir nakil gerçekleştirilmiş hasta, ilik bekleyen genç hastanın babası konuşuyor kendi durumlarını.

Kendimi dünyadan bi haber hissediyorum o an. Neden bu kadar az şey biliyordum ki böylesine önemli bir konuda. Mesela ciddi anlamda oturup birileri bunları anlattı da ben mi duymadım ? Açık konuşayım bildiğim tek şey, dünyada pek çok ülkede olduğu gibi bizde de bir ilik bankası var, kan bankası sisteminde işliyor işte. Gerekli olduğu zamanda bankadan talep edilen ilik hastaya nakil edilerek iyileşme çabasının gözlendiği bir süreç kollanıyor diye biliyorum ben sadece. Bu da yanlış bir bilgi değilmiş ama, esas konuya ilişkin bildiğim hiçbir şey yokmuş. Gönüllüler nerede ?

Paçayı kurtarmaya çalışmıyorum, kan bankası ne kadar esaslı işledi ki bu ülkede, ilik bankasında ki sonucu şaşırtıcı bulup, bak ben bilmiyordum durumuna geliyorum.
Ben bunlara fena halde kafayı takmış düşünüyor, kendime sitem ediyorken, Saba beni duyuyor ve anlıyor gibi o çok önemli soruyu soruyor, peki kamuoyuna bu konunun hangi safhada bir hassasiyete sahip olduğu ve ne aşamada bulunduğumuz, neden gerekli önemde vurgulanmıyor ? Bravo Saba, yine bravo sana...

Doktor çaresiz, ne yapsın, biliyorsunuz işte, önem sırası öylesine farklı ki yayın organlarında diyor... Sen ne yapabilirsin ki doktorcuğum, kırk yılın başı bir fırsat geçmiş eline, gecenin bir yarısında, pek çoğunun uyuduğu bir saatte, uyumayanın habercisi bir programda bir süre verilmiş anlat diye, anlatıyorsun işte... Eminim elinden geleni zorluyorsun, şartlar sana ne kadar müsaade verirse...

Saba o her zamanki organizasyon ruhunu almış yanı başına hemen atağa geçiyor; peki o zaman şöyle yapalım, birkaç gönüllü sanatçıya rica edelim sizler de gelin yine, bir organizasyon yapalım, hem mini bir konser havasında hem konuyu daha fazla insana duyurabilmek adına. Ben konuşayım yayın yönetmenimle en kısa sürede yine birlikte olacağız diyor...

Haklısın Saba, böylesine bir konuya bile şans verilebilmesi için izleyen tarafından, en az bir sanatçı mümkünse bir kayınvalide ve gelin namzeti, bir manken, bir aktör, bir de komik biri gerek. Haklısın, hem de çok haklısın Saba, sistem bu mecburiyet var az daha birileri duysun diye, gerekli olan silah buysa onu alalım madem elimize hali, maalesef ki bir mecburiyet.
Kendime kılıf bulmak değil niyetim, beni haklı çıkarmaya yetmez olsa da, ısrar edeceğim bir şey var aslında... Azıcık da olsa bazıları hep bilir, her şeyin farkında ve tamdır hayat içinde, bazıları nereye çekersen oraya gider, unutabilir. Ama hatırlatılırsa unutmaz, ancak zaman zaman hatırlatmak gerekir işte. Bazıları da vardır ki, sadece kendi düşündükleri bağlar onu, gerisi fazlasıyla boştur, hiç değmek istemez, ilgilenmez. Bense tam olarak nereye çekersen oraya gidenlerden olmasam bile, hatırlatma yapılmasına ihtiyacı olanlardanım. Tekrara gereği olmayan hatırlatma yeterlidir benim için. Tabii ilk gruptan olmayı çok isterdim, hep bilir, her şeyin farkında ve bu anlamda tam olmak hayat içinde, yitip gitmemek boşluğun içinde savrularak. Ve Saba Tümer birden çok şeyi hatırlattı aslında bana...

İçim acıdı be... Ezildim kendi karşımda. Nerdesin Ebru ? Doğruların ve duyguların ölçülmeyi mi istiyor. Bir şeylere denk gelecek ve ölçüleceksin öyle mi Ebru, ölçüleceksin yeniden kendi içinde ve bir süre sonra yine unutacaksın. Ve yine bir şeyler olacak hatırlayacak, ölçüleceksin yeniden öyle mi ? Hayır bu defa böyle değil... Artık böyle de olmayacak. Kendimi unutmayacağım hiçbir şeyin içinde, hiç unutmamam gerekenleri hep hatırlayacağım ve ona göre davranacağım. Madalyonun öbür yüzü denerek ve çok az gösterilen tarafının hep farkında olacağım. Umursamazlığın kuşattığı madalyonun çok gösterilen tarafında, kaybolmayacağım, kendimi bırakmayacağım onun koynunda.

Artık bir daha hiç unutmamak üzere hatırladım. Bundan kesinlikle eminim. Üstelik eskisinden farklı olarak hatırladıklarımı kendi aklım içinde konuşup konuşup bir kenara itmeden yapacağımı gayet iyi biliyorum. Anladığımsa yaptıkça hep bilecek ve hiç unutmayacak olduğum.

Biliyorum bazıları için gereksiz bir saçmalık gibi geliyor olabilir, klasik ve sığınak bir cümle vardır hani; bir tek senle olmaz bu işler, sistem yanlış radikal çözümler gerek şeklinde başlayıp, insanı insan olduğundan bezdiren cinsten. Tüm bunlara kulaklarım sonsuza kadar kapalı, varsın benle olmasın, belki bir senle olmaz denenden, yine belki birilerine uçundan kıyısından bir fayda dokunur. Hiç değilse tam olduğum için mutlu olurum. O Güney Kıbırs' lılar gibi gönlüm rahat olur...

......
Bu gün gerekli araştırmayı yaptım. Marmara Üniversitesi Hastanesine gidip niyetimi anlattım. Başbakan gibi karşılandım. Ve o an bir daha anladım ki sahiden insani değerlerim konusunda epey zamandır boş kalmışım. Doktorun memnuniyet ve şükran duyan ışıl ışıl parlayan gözlerini gördüm, utandım. Kim bilir daha ne kadar çok şey atlıyorum, birilerinin baş koyduğu yolda hangi sokaklara sapıp ayrılıyorum. Yine içim acıdı... Ve bu acıdan nefret ettim.

Şimdiyse gönüllü olduktan sonra yapılması gerekenler konusunda minik bir açıklama yapacağım, belki birileri daha çıkar düşüncesiyle... Marmara Üniversitesi Doktorlarından Onkoloji Uzmanı Sn. Bahar Bekar' ın konuya dair ciddi bir çabası var. Onunla görüştüm. Adımı ve ulaşılabileceğim telefon numaralarını verdim. Kan örneğim alınmak üzere aranacağım ve saptanan günde hastaneyi bir defa daha ziyaret edeceğim. İşte hepsi bu... İlik nakli bekleyen hastalardan biriyle dokumun uyuşuyor olması halinde haber verilecek ve o gün birinin hayatta kalması için belki hiç hissetmediğim bir duyguyu yanı başıma alıp, gideceğim, kalmanı istiyorum, o yüzden buradayım diyeceğim.

Gönüllü olduğunuzu anlatmak üzere hastaneye gitmenize gerek yok benim gibi. Bunun için daha kolay bir yol var, o da İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Kemik İliği Bankasına telefon ya da e- mail yoluyla, adım ve ulaşılabileceğim numaralarım bu, gönüllüyüm demek yeterli. Sonra kan örneği vermek üzere aranacaksınız ve gidip kan vereceksiniz. İşte bu kadar.

Benim gibi İstanbul Anadolu Yakasında oturanlar ve karşı yakaya geçmeyi ölmekten farksız bulanlar içinse, Marmara Üniversitesi Onkoloji Uzmanı Dr. Bahar Bekar' a e-mail ya da telefon aracılığıyla ulaşıp yine aynı şeyi yapmak. Konuya ilişkin bilgilere yazı sonunda yer verdim.

Kesinlikle alkış ya da övgü dolu sözler istemiyorum. Beklentim, yazmaktaki amacım bu değil. Belki benim gibi hatırlatmaya ihtiyacı olan varsa dokunayım istedim bana dokundukları gibi... Çünkü çok sayıda insanın zaman ayırıp, bir mola verip Kahve Molası' nı zevkle okuduklarını biliyorum. Böyle bir ortamı bu anlamda kullanarak, ilk defa ben bir şey yazmamış ve konuşmayı tercih etmiş oldum. Konuşmayı gerçekten çok istedim...

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Kemik İliği Bankası
tel : 0212 6351168, 0212 4920440
http://www.kemik-iligi.org

Marmara Üniversitesi Onkoloji Uzmanı Dr. Bahar Bekar
tel : 0216 3277473
e- mail : baharbekar@yahoo.com

Ebru Kargın
ekargin@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              14 Kahveci oy vermiş.
26 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım


SİZİN BÜYÜK TAŞLARINIZ HANGİSİ?

Yaşamda bizim için nelerin önemli olduğunu kestiremeyip, onlar için yeterince uğraş veremememiz belki de olası başarısızlıklarımızı körükleyen önemli bir etken olmuştur. Ya da sevgiyi yeterince paylaşmamamız, büyütemememiz, yeterince sevemeyişimiz, sevgiyi söyleyemeyişimiz… Bu listeyi sonsuza kadar uzatabiliriz. Geriye dönüp baktığımızda keşkelerin çok olduğunu fark ederiz. Oysa fırsatlar da, yaşananlar da kimseyi beklememektedir. Bu konuda okuduğum kadarıyla Kellog Business School'da (Northwestern Üniversitesi) "Zaman Yönetimi" dersi profesörünün iş idaresi mastır öğrencilerine anlattıklarını paylaşmak itiyorum.

Profesör sınıfa girip karşısında duran dünyanın en seçilmiş öğrencilerine kısa bir süre baktıktan sonra, "Bu gün Zaman Yönetimi konusunda deneyle karışık bir sınav yapacağız" dedi. Kürsüye yürüdü, kürsünün altından kocaman bir kavanoz çıkarttı. Arkadan, kürsünün altından bir düzine yumruk büyüklüğünde tas aldı ve taşları büyük bir dikkatle kavanozun içine yerleştirmeye başladı. Kavanozun daha başka tas almayacağına emin olduktan sonra öğrencilerine döndü ve "Bu kavanoz doldu mu?" diye sordu. Öğrenciler hep bir ağızdan "Doldu" diye cevapladılar. Profesör "Öyle mi?" dedi ve kürsünün altına eğilerek bir kova mıcır çıkarttı. Mıcırı kavanozun ağzından yavaş yavaş döktü. Sonra kavanozu sallayarak mıcırın taşların arasına yerleşmesini sağladı. Sonra öğrencilerine dönerek bir kez daha "Bu kavanoz doldu mu?" diye sordu.

Bir öğrenci "Dolmadı herhâlde" diye cevap verdi. "Doğru" dedi profesör ve gene kürsünün altına eğilerek bir kova kum aldı ve yavaş yavaş tüm kum taneleri taslarla mıcırların arasına nüfuz edene kadar döktü. Gene öğrencilerine döndü ve "Bu kavanoz doldu mu?" diye sordu. Tüm sınıftakiler bir ağızdan "Hayır" diye bağırdılar. "Güzel" dedi profesör ve kürsünün altına eğilerek bir sürahi su aldı ve kavanoz ağzına kadar doluncaya dek suyu boşalttı. Sonra öğrencilerine dönerek "Bu deneyin amacı neydi" diye sordu. Uyanık bir öğrenci hemen "Zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün, daha ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka vardır" diye atladı. "Hayır" dedi profesör, "bu deneyin esas anlatmak istediği "Eğer büyük taşları bastan yerleştirmezsen küçükler girdikten sonra büyükleri hiç bir zaman kavanozun içine koyamazsın" gerçeğidir". Öğrenciler şaşkınlık içinde birbirlerine bakarken profesör devam etti: "Nedir hayatınızdaki büyük taşlar? Çocuklarınız, eşiniz, sevdikleriniz, arkadaşlarınız, eğitiminiz, hayalleriniz, sağlığınız, bir eser yaratmak, başkalarına faydalı olmak, onlara bir şey öğretmek! Büyük taşlarınız belki bunlardan birisi, belki bir kaçı, belki hepsi. Bu akşam uykuya yatmadan önce iyice düşünün ve sizin büyük taşlarınız hangileridir iyi karar verin. Bilin ki büyük taşlarınızı kavanoza ilk olarak yerleştirmezseniz hiç bir zaman bir daha koyamazsınız, o zaman da ne kendinize, ne de çalıştığınız kuruma, ne de ülkenize faydalı olursunuz. Bu da iyi bir iş adamı, gerçekte de iyi bir adam olamayacağınızı gösterir". Profesör, ders bittiği hâlde konuşmadan oturan öğrencileri sınıfta bırakarak çıktı...

Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              8 Kahveci oy vermiş.
11 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Munise ve Munis

"Bu hafta bir türlü geçmek bilmedi" diye düşündü Munis. İsyan edesi geliyordu ama ne karakteriyle ne de isminin anlamıyla bağdaşıyordu bu durum. "Bu hafta çok beklettiler bizi, sanırım tek bir misafirleri bile gelmedi" diye düşündü. "Hoş, onların umurunda bile değil !" diye ekledi düşüncesine. Ama Munise'yi çok özlemişti. Ve ne yazık ki; hiç kimseye bunu anlatamazdı. Ne zaman gelecekti beklenen haftasonu ve ne zaman kavuşacaktı Munise'sine ..?

Özlemlerini ancak Cumartesi ve Pazar günleri giderebiliyorlardı. Gerçi elele-kolkola; "çayır çimen geze geze, oooo-ooo" gibi bir durumları hiç olmamıştı ama yine de keyifli ve sıcacık saatler geçirebilmişlerdi. Keşke, her gün birlikte olabilselerdi ..! Başka arkadaşlarının hemen hemen her gün sevdikleriyle birlikte olabildiklerini duymuştu. Böylesi bir şansın kendisinde olamayışına üzülmekten başka da bir çaresi yok idi ne yazık elinde ..!

İlk tanıştıkları günü anımsadı Munise. Epeyce güçlük çekmişti o ilk anlarda. Munis'in sevgi dolu sıcaklığının, bedenini nasıl dalga dalga kapladığını hissetti bir kez daha. Her geçen dakikanın ardından da Munis'in nasıl kanının kaynadığına tanık olmuş ve bundan müthiş bir haz almıştı. Kendi bedeninde hissettiği bu keyifle, nasıl da yüreği kıpır kıpır olmuştu. Gerçi komik bir durum da yaşanmamış değildi acemilikten. Eh, ne de olsa ilk karşılaşma idi. Kimse kimsenin huyunu suyunu bilemezdi elbette. Kendisi neredeyse gülmekten kırılırken, Munis'in nasıl şaşırdığını hatırladı. Sevincinden duygularının nasıl coşup taşabildiğini ne güzel göstermişti o karşılaştıkları ilk gün. Gitgide daha az coşkulu idi birliktelikleri ama ilk günkü yaşadıklarını da hiç yaşamıyor değillerdi. Evet, çocukları olamıyordu, zaten istememişlerdi, hatta bu konuyu hiç konuşamamışlardı bile. Sadece kavuşabildikleri zamanlara şükrediyorlardı.

Bir keresinde neredeyse ölümden dönmüştü Munis. Hiç kabahatı yoktu üstelik. Bir büyük şanssızlık, az kalsın ölümüne yol açacaktı onun. Ve ne yazık Munise'siz günlere yolculuk başlayacaktı. Her birlikteliklerinde, içinden dua ederdi bu yüzden. "İnşallah bir terslik olmaz, biraz dikkat, biraz da zamanlama yeter" diye düşünmeden kendini alamazdı. Bazen Zarife Selen Hn. ile birlikte olması gerekiyordu. Bunu Munise'ye anlatabilme şansı olmadığı gibi onun anlayışla karşılamasını da beklemiyordu. Zaten kıskanacak ne vardı ki ? Bunun gelip geçici bir heves olduğunu, kendi ellerinde olmadığını Munise de bilmiyor muydu ? Biliyordu... Hem zaten hiç laf etmediğini düşündü Munise'nin. Öyleyse; gereksiz yere düşünmenin de gereği yok diye düşündü. Tersine bir durum olsa; bir gün Munise de, Zarif Semavi Bey ile olsa, herhangi bir itirazı olabilir miydi ? Olamazdı... Gerçi hiç rastlamamıştı böylesi bir duruma. Kendisi de zaten çok nadir zamanlarda Zarife Selen ile birlikte olurdu. Daha zarif ve gösterişli olmasına rağmen; pek kırılgan, hatta biraz da hantaldı Zarife Selen. Tüm övgüleri o alırdı, onca hantallığın yorgunluğu sadece kendi omuzlarında olsa bile. Munise için öyle övgülere pek rastlamamıştı. Zaten genel olarak kendisi de hiç övülmezdi ..!

Munis'in nadir zamanlarda yaptığı kaçamaklara da pek takılmazdı Munise, hatta hiç takılmamıştı bugüne dek. Onun elinde olmadığını gayet iyi biliyordu. Ama kendisi de övgüyü hakediyordu Zarife Selen gibi. Elinden ne geldi ise yapıyordu bu birliktelikte, ancak herşey sihirli bir sopa gibi onun elinde de değildi. Herkesin özen göstermesi gerekiyordu bu birlikteliğe, sonuçta herkes mutlu oluyor ve keyif alıyordu. Munis'in de bu konuda yapabileceği pek fazla bir özen yoktu. Her zamanki gibi umarsız tavrı sergilemesine defalarca tanık olmamış mıydı ? Zarife Selen ile birlikte oldukları dakikalarda da farklı olmadığını, bir köşeden gözlemişti. Adı üstünde bir Munis'den daha başka ne beklenebilirdi ki ? Belki de birçok hemcinslerinin yaşadığı, sekiz farkla ( üç aşağı beş yukarı ) aynı idi. Haftasonu kavuşmalar, bir solukta yaşanan sıcak aşklar, dakikalarla ölçülebilen birliktelikler .. İşte, hepsi bu ..! Sonrasında, soğuk bir duş ve soğuk bir bekleyiş. Arasıra Munis'in, Zarife Selen Hn.ile önceden beklenmeyen kaçamakları. Ve birgün bir köşeye atılarak, o tatlı demlere veda etmek zorunda kalan Munis'ler, Munise'ler ...

- Oooo, yine faaliyettesiniz Munis Bey...
Özledim sizi Munise Hanım, birazdan görürsünüz nasıl özlediğimi...
- Geçen gün Zarife Hanım'a da aynı şeyleri söylemediğinizi nereden bileyim ?
Bunca yıldır beni tanırsınız efendim, hoşgörünüz lütfen, elimde değil ..!
- Pekala, dediğiniz gibi olsun.. Eee, nasıldı Zarife Hanım, anlat hele ?
..... Kızdırmayınız lütfen Munise Hanım !
- Aman efendim, zaten kızmakla kalmayıp fokurdamaya başladınız bile..
Alçaklar, yine zamanları yok ..! Yahu, birgün bıraksalar da şöyle ağız tadıyla, yavaş yavaş bir birliktelik yaşasak. Sürekli bir telaş bir telaş.
- Hafta içinde ne sana ne bana uğradıkları yok zaten, sallama diye birşey çıkardılar bi şeye benzese bari ! Bu arada iyice dellendiniz Munis Bey, bu ne ateşli bir durum ?
Her zamanki gibi, senin güzelliğindendir Munise'm...
- Senin sıcaklığındandır güzelliğim, Munis'im bitanem...
Demliğimmmmhhhh...
- Çaydanlığımmmhhhh...


Haftasonunuz fıkır fıkır kaynasın, bol keyifli dem'ler ve demlenme'ler...

asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              9 Kahveci oy vermiş.
13 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

Gülcan Talay

 Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay


   Senden Diye Sevdim…

Sen dünde yarındın…
Yarınları seninle yaşayacağım düşlerimle süsledim,
İçini yeni umutlar, yeni sevinçler ile bezedim,
Ben yarını seninle yaşarım diye sevdim.

Sen hazanda düşen yapraktın,
Yerlerden temizledim dökülen yapraklarını,
Bir sonraki hazana adadım sarılarını,
Ben hazanı yeniden yeşereceksin diye sevdim.

Sen vapurda martıydın,
Sende uçtu boğaz yolu boyunca,
Sirenler çaldı bir bir geldiğini duyunca,
Ben martıyı beyazlığında diye sevdim.

Sen Samanyolu' nda Dünya idin,
Resimlerimde yeni bir galaksi çizdim,
İçine bir güneşi, bir de senli bir gezegen ekledim,
Ben Dünya' yı sende varsın diye sevdim.

Sen Dünya' da denizdin,
Yaz sıcaklarını serinliğinde üşüttüm,
Kış soğuklarını buzlarında yüzdürdüm,
Ben denizi serinliğin diye sevdim,

Sen gökyüzünde Güneş' tin,
Üşümüş bedenimi sıcağına bıraktım,
Buz tutmuş yüreğimi tutkuların diye yaktım,
Ben Güneş'i içimi ısıttın diye sevdim.

Sen kışlarımda kardelendin,
Bir umut daha yeşerdi karlarım delinince,
Bir neşe bastı her yanımı sen gelince,
Ben kardelenleri açan umudun diye sevdim.

Sen baharda tomurcuktun,
Baharda hep birden fışkırdın filizlerinden,
Kokularını koklayıp Dünya' ya adadım ellerimden,
Ben tomurcuğu tazelenmiş aşkın diye sevdim.

Sen gecede sabahtın,
Yalnızlığında soğuk, karanlıktı geceler,
Yastığımda kokunu duydum çok kereler,
Ben sabahı yanımda uyan diye sevdim.

Sen semalarda buluttun,
Kuyruğunda uçuştu serçeler,
Açıklığında döndü leylekler,
Ben bulutu kalbinde endişe diye sevdim,

Sen bulutta yağmurdun,
Çok gece yalnızlığında gece,
Bardaktan boşanırcasına yağdı ellerime,
Ben yağmuru gözlerinden diye sevdim

Sen gözde ağlamaktın,
Gün geldi, yaşlarımı yokluğuna adadım,
Gün geldi, mutluluğundan ağladım,
Ben ağlamayı senden diye sevdim.

Sen kemanda nağmeydin,
Nakış, nakış işledim dizelerine,
Hüzünler, mutluluklar eklerim içlerine,
Ben nağmeyi dizeler sana diye sevdim.

Sen dudakta gülümsemeydin,
Daima kavuşmalarına sakladım,
Hem güldüm, hem ağladım,
Ben hepsini senden diye sevdim.

Gülcan Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,888,888,888,888,888,888,888,888,88
              8 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Ersal Demir


YAŞAMIN DENGELERİ ÜZERİNE KENDİMLE SÖYLEŞİ

Sadece 2 dakikayla kaçırdığım karaköy/kadıköy vapuru henüz ayrılmak üzereydi iskeleden.. Turnikelerden geçip bekleme salonunda bir sonraki vapuru beklemekten başka çaresi olmayan herkes gibi bir köşeye sığıştım.. Arada bir yanımdaki beyin gazetesindeki ilginç haberleri okuyorum çaktırmadan.. Tam karşımda oturan ve dikkat çekmek isteyenmi desem yoksa "benimde bir telefonum var"ı ispata çalışanmı desem ama hareketlerinden biraz "narin" olduğunu düşündüğüm otuz lu yaşlarda bir beyin telefon sohbetinide dinliyorum istemeden... Yan kanapede oturmak eylemini yayılmaya dönüştürmüş elli li yaşlarda bir adamın elinde bir oltu tespih.. arada bir bıyıklarını karşısındaki kendi halinde bir genç kızın bacaklarına bakarak buruşuna tanık oluyorum.. İskele büyük kapısının önünde güzel bir aile manzarası var.. Birisi tahminim beş yaşlarında... diğeri henüz bebek arabasında iki çocuk.. Ve sevgiyle kendilerini gözlemleyen iki çift göz.. Anne ve Baba.. bir ara arabadaki bebeği yere indiriyor anne... ellerinden hafifçe tutarak yürütmeye çalışıyor...baba halinden memnun.. Telaşlı bir adam nerdeyse saniyeler aralığında sinirli bir tavırla bir saatine bir denize doğru bakarken sürekli hareket halinde... Kalabalıklaşıyoruz... Gözlemlemeye istemeden devam ediyorum..Karşımdaki adam telefonunda oyun oynuyor...cırt/cılk seslerinden anlıyorum... Diğer adamın bakışlarından ezilmiş genç kız daha bir büzüşmüş... yanımdaki bey gazetesini okumamam için nerdeyse sırtını dönmüş gibi oturuyor.. Bende ikide bir pantolonumun paçasını aşağıya doğru çekiştiriyorum... sabah farkına varmadan iki farklı renk giymişim çoraplarımı.. Yeni bir grup geliyor... ellerinde irice bir müzik seti.. sesi güzel çıkıyor ama alışık olmadığım tarz bir müzik çalıyor..yerlerinde duramıyorlar...hafifçe dans etmek ile sallanmak arasındalar.. Ne renk cümbüşü ama..Hemen arkamızdaki kolonun diğer yüzünde duran bir kaç genç daha var.. "biz ...kırlıyığhhh olluuuum dediim hırtooya..allaama deşerim ulaaan"... Bir yaşlı bayana yerimi verdim... daha geride bir yere yaklaştım.. İki orta yaşlı insan yanımda.. kadın "ihsan beyciğim hırkanızı giyin..üşüteceksiniz.. vapur serin olur bu saatte" diyor.. belliki sevgi ve saygıyı bunca yıl yıpratmadan taşımayı başarabilmiş iyi bir aile.. Kalabalıklaşıyoruz.. Daha doğrusu içimde ben çoğalıyorum..

Bir hareketlenme oldu salonda... vapur yanaşıyor.. düşünüyorum...

Karşı sahilde ne işim var... Kalabalığa bir kez daha bakıyorum.. birden sezenin bir parçası aklıma geliyor "simitçi kahveci gazozcu.. şinanayda yavrum şinanayyy"

Beni bekleyen bir sevgilim olması heyecanımı arttıracakmıydı..?

Karşı sahilde "kalem" diye gördüğüm evimde beni ısıtan tek şeyin yanan bir kombinin ısısı olduğunun ne kadar zamandır farkındayım..?

Komşum ahmet beyi tavlada yeniyor olmam benim yaşamıma nasıl bir etkide bulunabilirki..?

Düşündüm... denge bu işte... ve farkında olmadan yaşamın içinde bir yerlerde yaşıyoruz..

"insan yaşadığı koşulları seçimleriyle çok değiştiremez belki, ama benliğinin narsistleşeceğine mi yoksa bir hiç mi olduğuna kendisi karar verir.. Hayatın en güç ama en önemli kararıdır bu" diyordu zedlin..

Yaşama dair karar verişler bir duruştur.. farkında olmak insana tanınan en büyük özgürlüktür...

Vapura biniyoruz... iskele görevlisinin elinde küçük bir cep radyosu.. kemençe çalıyor.. Özüme dönüyorum.. Mutluyum. Tüm renkleri sevmeye başlıyorum...

Sevgilerimle....

Ersal Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,638,638,638,638,638,638,638,638,63
              8 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Şevkat Sıtkıl

 Bandabulyanın gancellisi : Şevkat Sıtkı


  Diyet Yaptıran Gıcık Gen!..

Ve evet….
Kadınlar ve diyetler arasında göbek bağı var.Sakın gülmeyin bu bir gerçek yani bilimsel olmasa da 1000 kişiye sorduk yöntemiyle bunu kanıtladım!!!

Tamam abarttım biliyorum ama abartmak yazarlığın şanındandır derler. (2 dakikada yazar oldum vay beeee)

Neyse konumuza dönelim şaklabanlık yapmaktan da vazgeçelim bu ciddi bir yazıdır. Eveeet kadınlar ve diyetler arasında görünmez bir bağ vardır demiştik. Diyet kelimesinin her harfinden ayrı ayrı nefret etsek de yine de yapmadan duramıyoruz ya da yapar gibi davranıyoruz.

Kadınlar 2 kilo fazlası olsa da herzaman için çok kilo almıştır, giydikleri olmaz, aynada dev anası gibi görünürler. Bunun kompleksle alakası olduğunu düşünenler yanılıyorlar sebebini açıklıyorum arkadaşlar sıkı durun. Dınınnnnn!! Bu iş kesinlikle kalıtımsaldır. Kadınların genlerinden biri sırf bu iş için programlanmıştır. Bu gıcık gen sürekli olarak kadına "şişkoo patates" şeklinde bağrınır durur, eee kadın da haliyle kendini diyete vurur. Ama birgün, ama 1 ay farketmez. Hayatının %60'lık bölümü diyette geçer. Amerikan, İsveç, şok, şok ötesi diyetlerle kilolarını yok etmeye çalışır. Başarır ya da başarmaz tabii o kişiye bağlıdır.

Mesela bendeniz bu konuda kendimi hep tebrik etmişimdir açıkçası.Pis boğazın biri olsam da diyet yapılacaksa eğer son damlasına kadar yaparım, iradem söylemesi ayıp çok güçlüdür. Diyetteysem ve yasaksa su bile içmem, bu misal tabii. Ama 19 yaşında başlayan diyet sendromum bugün hala devam etmek de. 2 kilo bile alsam başlıyorum söylenmeye "ayy iğrenç oldum, çok kilo aldım.Şu hale patates gibi olmuşum" bu söylenme faslı diyet başlayıp bitene dek devam eder.

Bundan 2 yıl önce nazi diyetine girmiştim, diyetin ana teması açlıktan ölmekti ve diyet sonunda 6 kilo verdim hem de 15 günde. 50 kiloya düştüm ama diyetten 2 hafta sonra aynanın önünde hüngür fışfış şeklinde "çok kilo aldım beeeen" diye ağlıyordum ama 1 gr bile almamıştım, 36 beden giyiyordum ama hala şişmandım. Oysa sadece beyin olarak hastalanmıştım. Bunu yenene kadar çok güçlük çektim doğrusu, sürekli telkinlerle ancak 3 hafta sonra bundan kurtulabildim.

Bu süre zarfında yani 2 yılda hepsi hepsi 4-5 kilo aldım ara ara ve aldığım her kiloda rejime girdim.Taş gibiyim aslında ama diyetle okadar özdeşleşmiş ki vücudum, uzak kalınca diyet yapası geliyor. Dedim ya şu gıcık gen başlıyor bağrınmaya "şişko patatesss" diye. Zaten onu bir elime geçirsem ben biliyorum yapacağımı.

Peki nerden çıktı bu gen teorisi, şurdan çıktı arkadaşlar: Etrafımdakileri gözlemledim ve gördüm ki erkekler hiç de bizim gibi değil.10 kilo alsalar bile sallamıyorlar. Ohh keyfe bak!. Sen 2 kilo alıp kendini salatalara adarsın adam 10 kilo alır yediği porsiyonları 2 katına çıkartır. Bunlardan yola çıkarak da gen teoremini ürettim, çünkü adam istediği kadar yiyor, kilo alıyor ama genlerden tık yok. Hatta ben erkeklerde "harikasın abi,taş gibisin,erkeğin göbeklisi makbuldür" şeklinde gaz veren bir genin olduğundan bile şüphelenmekteyim, çünkü adamlar fazlasıyla rahat.

Bilimadamlarına burdan çağrıda bulunuyorum, lütfen bu yazımı dikkate alsınlar ve şu gıcık geni bulup kadınları kurtarsınlar. Ben aynaya her baktığımda kendimi şişman görmek istemiyorum artık. Diyet yapmak da istemiyorum, bol bol mayonezli patates kızartması ve hamburger yemek istiyorum. Kocaman bir pizzayı götürdüğümde 3 gün suçluluk duygusuyla dolaşmak istemiyorum.

Ya yeter artık ben yemek yeme özgürlüğümü geri istiyorum!!


Şevkat Sıtkı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              5 Kahveci oy vermiş.
11 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu


Bugün sizlerle ilk olarak Pamela'dan "Şehir Rehberi"ni, ardından zeki yönetmen Shyamalan'ın esrarengiz filmi "Köy"ü ve son olarak Gökçen Adar'dan "Mutfakta Dört Mevsim Sonbahar - Kış" kitabını paylaşacağım.

PAMELA / ŞEHİR REHBERİ :

Bizler onu ilk oyunculuğu olmamasına karşın "Atları da Vururlar"da tanıdık. Pek çok dizilerde, filmlerde ara rollerde çıktı karşımıza. Baba tarafı Amerikalı, anne tarafı Türk. Ve oyunculuğunun yanı sıra bir müzisyen aynı zamanda. Evet o Pamela. Daha pek çoğumuz onu yeni tanıdık ancak bu albümü ikinci çalışması aslında.

Pamela, müzisyen kimliğini ilk olarak bize Teoman'ın vokalisti olarak ortaya koydu. Zaten kendi tarzı da benzeşiyordu onunla. İlk albümü "Eğer Dinlesen" ile de bir kitleye hitap etti. Arkasından ise uzun dönem bir sessizlik dönemi oldu. Şimdi ise hem yeni albümünü çıkarttı hem de Şener Şen, Özlem Tekin ve Mirkelam ile başlayacağı müzikale hazırlanıyor.

Pamela'nın "Şehir Rehberi" özelde İstanbul'u genelde ise bütün büyük şehirleri konu alıyor. Metropollerin karmaşık temposunu, bu tempoda yaşayan insanların ilişkilerini, zaman kavrayışlarını ve tabii ki umutları var albümde. Bir de cover var. Zeki Müren tarafından yorumlanmış olan "Yaralı Gönlüm" Pamela'nın "Şehir Rehberi"nde yer buluyor.

Albümün öne çıkan parçaları ise "Ben Şimdi N'apıcam", "İstanbul" ve "Çok Güçlü Olmak Lazım".

Farklı ve güzel bir sesten sıradışı bir yorumla yaşadığınız şehri yeniden keşfetmek istiyorsanız Pamela'nın "Şehir Rehberi" tam size göre.

KÖY / THE VILLAGE :

Bazı filmler vardır en küçük tüyoda, en küçük tanıtım hatasında bütün tadı tuzu kaçar. Çünkü bunların esrarı finallerinde saklıdır. Bu anlatım bile "Köy" filminin izleyici için ne sürprizler hazırladığını anlatmaya yeter sanırım. "Altıncı His" ile izleyiciyi esrarlı bir finale sürükleyen, "Ölümsüz" ile çizgi romanlar ve gerçek hayatı harmanlayan, "İşaretler" ile muhafazakar Amerikan bakışını uzaylılarla birleştiren Night Shyamalan bu son filmi ile izleyiciyi yine şaşırtmayı ve tabii ki korkutmayı başarıyor. Aslında korku kolay bir şeydir. En küçük bir hareketi bile doğru efektler kullanarak korku havası estirebilir iyi bir yönetmen. Asıl önemli olan ise ilmek ilmek örülmüş hikayesi, senaryosu ve içeriğidir. Köy işte bize bunları sunuyor. Güçlü bir hikaye, güçlü bir sunum.

19. yüzyıl sonlarının Amerikası'ndayız "Köy" ile. Muhafazakar, içine kapalı bir köy burası. Etrafı karanlık bir ormanla çevrili. Hem de yaratıklarla dolu bir ormanla. Ve bu köyün belli kuralları var yaratıklarla ilgili. "Yasak rengin görülmesini engelleyin.. Renk onları çeker. Asla ormana girmeyin. Onlar ormanda beklerler. Çanı duyarsanız kaçın. Onlar geliyordur." Bu kurallar bile zaten insanı germeye yetiyor aslında. Bu kurallar uzun yıllar boyunca uyulmuş hiç kimse tarafından çiğnenmemiş ve çiğnenmesine izin verilmemiş kurallar. Çünkü bu kurallar sayesinde ne insanlar ormana giriyor ne de yaratıklar köye iniyorlardır. Ancak Luiz Hunt adında bir maceraperest bu kuralları çiğneyecek ve köyün geleceğini sonsuza kadar değiştirecektir.

Pennsylvania'nın güneydoğusundaki bir vadide 40 dönümlük geniş bir arazi üzerine kurulan "Köy"ün seti iki buçuk ay gibi bir zaman dilimi içinde tamamlandı. Ve tam da Shyamalan'ın istediği gibi bir köy oluşturuldu.

İnsanın aslında bu film ile yazmak istediği çok şey oluyor. Çünkü gerçekten güçlü bir anlatım ve eleştirel bir toplumsal bakış. Umarım çok fazla kopya vermemişimdir.

Korku, gerilim ve dramın iç içe geçtiği, iyi işlenmiş detayların içine serpiştirildiği "Köy" sinemaseverlerin izlemesi gereken bir film.

MUTFAKTA DÖRT MEVSİM SONBAHAR - KIŞ / GÖKÇEN ADAR :

İnsanoğlunun bir ihtiyaçtan sanata dönüştürdüğü kültürel bir birikimdir yemek. Herşey vardır bu kültürün içeriğinde. Bir toplumu anlatır aslında sofralar. O toplumun gelişmişliğini, diğer toplumlarla olan ilişkilerini, yaşadıkları coğrafyayı, tarihini, yaşam biçimini ve daha pek çok şeye ayna tutar yemeklerimiz. Ancak tekrarı yapılmayan, yazıya dökülmeyen tarifler ise tarihin karanlık sayfalarına gömülmeye mahkumdur her zaman. İşte unutulmaya yüz tutmuş pek çok tarifi birleştiriyor Gökçen Adar kitabında. İlk kitabı ile bizlere ilkbahar - yaz mutfağını sunan Adar, serisinin son kitabı ile de sonbahar - kış mutfağımızı süslüyor.

Yazarın yemek kültürü diğer kitabında da olduğu gibi Ege ve Akdeniz merkezli. Yani çeşitli otlar, zeytinyağlılar bol bol var bu kitaplarda. Ancak sonbahar - kış mutfağı olması sebebiyle çorbalar ve tatlılar da yer buluyor.

Geçmişten gelen yemek kültürümüzün modern yansımalarını izlemek ve yeni tarifler denemek istiyorsanız Adar'ın kitabı tam size göre.

http://www.kmarsiv.com/cafe.asp

serdar@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              6 Kahveci oy vermiş.
10 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.552 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


MENEKŞE ÖLDÜ

Uzaklardan
Uzun uzun baktılar.
Canlıydı,
Buram buram hayat kokuyordu....

Sonra
Yapraklarından başladılar,
İçin için yayılıyorlardı
Tüm bedenine...

Yavaş yavaş
Çiçekleri solmaya başladı
Yaprakları sararmaya....

Ardından
Suyunu da esirgediler
Haykırdı, yalvardı
Ama dayanamadı

Sonunda sessizce
Öldü menekşe...

Yasemin Duman (Kibela)

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Vah vah gitti yemyeşilimsi hayvan!..

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


KAHVECİLER ANKARA'DA BULUŞUYOR...

Tarih: 18 Aralık 2004 Cumartesi Saat 20:00
Yer: Neyzen (Atatürk Bulvarı 211/6 Kavaklıdere (Eski Akün Sinemasından Kızılay yönüne doğru 200 m ileride, NTV Binasının altı.)
Menü:
10 çeşit serpme meze;
Ara sıcak; (hamsi tava ve hamsi köz (karışık)
Ana yemek; (Günün balığı; levrek, çupra, palamut, çinekop; o gün hangi balık gelirse ya da tavuk)
Meyve
Limitsiz içki

Fiyat: 35.000.000 TL. Nakit Ödeme. (Kredi kartı geçerli değil)

Müzik: Ney, klarnet, tumba eşliğinde yemek müziği ve TSM, Napoliten, Türkçe Pop, Grek

Neyzen'in sahibi ve şiir yorumcusu Tanju Bey şiirleriyle gecemize renk katmaya çalışacak.

Neyzen hakkında bilgi edinmek için http://www.hangibar.com/bars/barinfo.asp?barid=B355255620030708 adresinden yararlanabilirsiniz.

Katılım: Yemeğe katılma bilgisi için 16 Aralık 2004 Perşembe saat 20:00'ye kadar vaktiniz var. Bu saatten sonra ne yazık ki masa düzenlenmesi gereği başvuru kabul edilemeyecek.

Katılımcı arkadaşlar kişi sayısı belirterek, raskat380@yahoo.com ve serpil.yildiz@tubitak.gov.tr adreslerine mail yoluyla bilgi iletebilirler.

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


2005 yılının Ocak başından itibaren kullanmaya başlayacağımız Yeni Türk Lirasını tanımaya başladık bile. Hala neye benziyor bu yeni paralar şeklinde kafasında soru işareti kalanlar için http://www.tcmb.gov.tr/yeni/egm/b006000.html kısayolunu tavsiye ediyorum. Bu sayfada yeni tedavüle çıkacak olan paralarımızın tüm özelliklerini görüp inceleyebilirsiniz. Durun daha bitmedi...

Diyelim ki 01 Ocak 2005 sabahı alışverişe çıktınız. Birde ne gördünüz..? Tüm fiyat etiketleri ve ürün fiyatları değişmiş bile. Cebinizdeki Türk lirasıyla alışveriş yapmaya çalışırken nelerle karşılaşacaksınız. 15 YTL tutarındaki bir ürünü satın almak için 20 milyon TL verdiğinizde ne kadarlık YTL para üstü alacağınızı biliyormusunuz. Hadi bunlar neyse, küsüratlı hesaplarda yuvarlama işlemi yukarı doğrumu yoksa aşağı doğrumu yapılacak. http://www.ytl.gen.tr/ytl/kanun.htm sayfasındaki kanun ile konuya tamamen açıklık getirilmiş durumda. Ne olursa olsun vatandaş olarak bu geçiş sürecinde, her iki para birimiyle ilgili sorularınıza cevap alma hakkınız olduğunu unutmayın. Nasıl ki zamanında devletimizin vergilerini tam olarak toplayabilmesini sağlayabilmek için her alışverişimizde fiş ya da fatura aldığımız gibi. Gizli enflasyona müsade etmemek adına alışveriş yaptığımız yerlerde, her iki para cinsinden de doğru bilgilendirilmemiz gerektiğini ve satıcıların bu bilgilendirmeyi yapmalarının yasal olarak zorunlu olduğunu unutmayın.

Yavru Vatan Kıbrıs'tan güncel haberleri almak ve radyo yayınlarını dinlemek için http://www.kibrisgazetesi.com kısayolunu tıklayabilirsiniz. Geçenlerde iş seyahati için bulunduğum Kıbrıs'ta işlerin hiçte dışarıdan bakıldığı gibi olmadığını gördüm. İmkanı olanların bir de içeriden bakmalarını tavsiye ediyorum.

...Mersin ilinin şirin bir sahil ilçesini tanımak istermisiniz... Belkide gelecek yaz için tatil planlarınız değişecek. Resimlerin tamamı ilçemize aittir... Yazının devamı için lütfen http://www.bozyazi.beldesi.com/ kısayoluna tıklayınız.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Wallpaper Master 2.14 [824 KB] 98/2k/XP FREE
http://jamesgart.com/wallpaperchanger/WallpaperMasterV2.14.exe
Sürekli aynı masaüstünden sıkılanlar için geliştirilmiş bir yardımcı program. Bilgisayarınızdaki resimlerden seçtiklerinizi ayarladığınız sürede değiştirerek size ayrı ayrı duvar kağıtları hazırlıyor. Ayrıca zamanın geçmesini beklemeden tek tuşla duvar kağıdınızı değiştirebileceğiniz bir butonda hazırlanmış. Sıkılanlara tavsiye olunur.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20041210.asp
ISSN: 1303-8923
10 Aralık 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com