Treo600



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 639

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 13 Aralık 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Tebrikler Cimbom!..


İyi haftalar,

Bugün Pazartesi ya da bir başka deyişle derbiertesi. Durum bizim için içaçıcı olmasa da kavgasız gürültüsüz bitmesi takdire değer. Hoş 2 hafta önce alınan kararların hiçbirine uyulmadı ama olsun tribün terörü tatile çıkmıştı, saha içindeki sakatlıklar daha öndeydi. Hasan'a da Necati'ye de acil şifalar. Necati bayıldı zannettim ve epeyce korktum. Allah korusun çarpışmanın şiddetinden beyin bile kanayabilir. Maça gelirsek, en rahat seyrettiğim derbilerden biriydi. Dün gazeteleri hatmederken kafamda bir şimşek çaktı ve problem çözüldü. Bu maçı bizim Cimbom kadar istemediğimiz ayan beyanken maçı kazanma şansımız da yoktu. On dakika sonra bu maçı alamayacağımızı anladım ve arkama yaslandım. Kazanmaya şartlanan, varını yoğunu ortaya koyan kazandı, rehavete kapılan, burnu kaf dağına çıkan kaybetti. Maçın özeti bu. Şimdi her kafadan bir ses çıkacak ve o oynadı bu oynamadı yorumları yapılacak. Hepsi palavra. Bu tür maçlarda motivasyon çok önemli. Tek puana razı maça başlarsan sonunda onu da alamazsın. Geçmiş olsun Fenerim, tebrikler Cimbom. Tabi ki bundan kimse şampiyonluğu kaptıracağız anlamı çıkarmasın, o konu çoktan kapanmıştır:-))

Okuyunca güldüm, kızdım, hayret nidaları çıkardım. Hepimiz etrafımızı çeviren sosyal yarışma programlarıyla haşır neşir oluyoruz. Olmuyoruz diyen de Pinokyo'nun ta kendisidir. Şimdi bana Semra Hanım'dan onun oğlu Ata'dan, ünlü çiftçi Bora Gencer'den haberiniz olmadığını söyleyebilir misiniz? Iııhh. Gelinim olurmusun adlı, aile içi şiddet ve dehşet öğeleriyle bezenmiş programın yanında Allah için numune iyiler de var. Mesela ATV "Anadolu Ateşi" diye bir yarışma yapıyor. Dün zaplarken Didem diye bir kıza denk geldim, takıldım kaldım. O artık olmuş, ağaçtan düşmeyi bekliyor. Ama aynı ATV yeni bir yarışmanın da müjdesini veriyor. Turuncu çoraplı Armağan'ın önderliğinde yeni bir değişim, gelişim yarışması. Birbuçuk ayda erkekten kadın yaratma ameliyesi. Yahu bu biraz "müslüman mahallesinde salyangoz satmak" gibi olmamış mı? Bu tür yarışma programlarını ayakta tutanların hanımlar olduğu ortada. Peki şimdi kalkıp bir hanımefendinin kendine benzemeye çalışan bir kazmayı seyredeceğini düşünebilir misiniz? Sizi bilmem ama bu bana tutmaz gibi geliyor. Ben ilk programı kaçırmadan soytarılara bir bakarım, bir de 1,5 ay sonra ruh hallerindeki değişimi gözlemlemek için finale dalarım. Hepsi bu. Yan komşuda gerçek gelin ve kaynanalar dururken sonradan olmaya çalışan kıl yumaklarını ne halt edeyim yahu...

Kemik iliği bankasının ihtiyaçlarının karşılanması için pekçok insan elinden geleni yapmaya çalışıyor. Cuma günkü sayımızda sevgili Ebru'nun bu konuda yazdıklarını okuyunca pekçok dosttan bizlerde birşeyler yapalım diye mesajlar geldi. Bu ciddi konudaki bir açıklamayı "Kıraathane Panosu"nda bulmak mümkün. Eğer yeterli ilgi çekerse belki bizlerde KM olarak birşeyler yapabiliriz. Ne dersiniz?

Her hafta başında okumaya alıştığımız güzel haftalık fallarımızın sahibi sevgili Nurettin Özdemir Kahve Molası'ndan aldığı güçle basılı mecralara doğru yolculuğa başladı. Formsante dergisinin Aralık sayısında kendisinin 2005 yılı için hazırladığı sağlık konulu fallarını okuyabilirsiniz. Tabi ki en güzel falları Ocak'tan itibaren bizim dergimizde olacak duyurulur. Haftaya henüz hidayete ermediği dönemlerde Cat Stevens diye anılan şarkıcının güzel bir şarkısıyla başlıyoruz, "O Caritas". Hepinize güzel bir çalışma haftası diliyorum. Esenkalınız.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

14 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kaşif Kahveci : Betül Ayhan


DERYA

Çoktan seçmeli bir sınav gibi kader. Hangi soruyu cevaplayacağını kendin seçiyorsun ama seçtiğin soruyu doğru cevaplamak zorundasın. Ya da bir yol ağzı, bir kavşak gibi. Gittiğin yolu seçebiliyorsun ama o yoldaki engellere katlanmak zorundasın. Peki hangi yol, hangi çoktan seçmeli sınav bizi mahkum etmişti de kader kurbanına çıkmıştı adımız? Kadere kurban edilmek için ne yapmıştık yanlış olan? Ben kaderin kurbanı falan değildim, kendimin kurbanıydım ben. Zaten kader kurbanıyım diyenler de başkalarına değil, kendine karşı aklamaya çalışıyordu kendini.

Yüksek duvarlar vardı bakışlarımın etrafında. Yüksek duvarlarda, uzanamayacağım kadar yüksek pencerelerde parmaklıklar vardı. Güneş doğduğunda yamacımıza gelmesi için epey yükselmesi gerekiyordu. Bir bayramlarda erken doğuyordu güneş, bir de görüş günlerinde arayan soranı olanlar için. Benim güneşim tekdüzeliğe alışkındı, bayram seyran bilmeden aynı saatte doğmayı alışkanlık edinmişti. Yüksek duvarları ağır kapılar birleştiriyordu birbirine. Dışarıda açılması için yapılan kapılar burada kapalı kalması için tasarlanmıştı. Ağır olmaları tercih sebebiydi bu yüzden. Herhangi bir kapıdan geçmenin sadece burada bir anlamı vardı. Her karadeliğin bir akdeliğe açılması gibi sadece burada kapılar bambaşka hayatlara açılıyordu. Sadece burada girdiğin zaman çıkmak, çıktığın zaman girmek seni bambaşka bir insana dönüştürüyordu.

En çok yazmayı özlerdim. Okumayı da özlerdim ama daha çok yazmayı. Yazmak düşüncesi bile mevsim normallerinden çok daha sıcak bir günde kayalıklardan coşkun bir nehrin sularına atlamak gibi bir serinlikle doldururdu içimi. Oysa okuyabilmek, yazabilmek ve yaşayabilmek için önce kendi olabilmeli insan. Kendin olabilmek içinse kendine ait bir yerin olmalı, ses geçirmeyen, hüzün barındırmayan ve gerektiğinde ışık almayan. Bir de koşmayı özlerdim. Koşacak kadar uzun yollara çıkabilmeyi, voltalarımı ucunu göremediğim, sonunu bilemediğim yollarda atabilmeyi özlerdim.

Derken af dedikoduları dolaşmaya başladı. 'Uçurtmayı Vurmasınlar' diye bir film vardı hani, kadınlar filmdeki gibi 'çıkacak çıkacak af çıkacak' şarkısı ile göbek atarken ben gerçek olmasından korkarak dinliyordum af haberlerini. Af çıkacak olursa ne gidecek yerim vardı ne de arayacak kimsem. Af falan çıktığı da yoktu zaten. Öyle bir hengame, geçti gitti işte.

Sayılı zaman çabuk geçer derler, koca bir yalan. Zaman saymadığın zaman çabuk geçiyor. Saydın mı gündüzler gece, geceler gündüz olmak bilmiyor. Ben saymadım zamanı, içerde veya dışarıda, farkı yoktu. Ondan olsa gerek çabuk geçti. Çıkınca metruk bir otele yerleştim ilkin. Pek tekin değilmiş meğer. Birkaç gece sokaklarda sabahladım. Ancak hem tekin hem ucuz bir yer buldum kendime. Bir zaman konuşmadım kimseyle. Sonra sonra sokağa çıkmaya başladım. Beyoğlu'na yakındı otel. Sabah erken saatlerde çıkıyor, insanların yavaş yavaş çoğaldığı sokaklarda dolaşıyor, hayata karışmaya, insanlara alışmaya çalışıyordum. Ahtım vardı, dışarı çıkınca değil boncuk dizmek, boncuk takmayacaktım bile. Büyük konuşmuşum, yapacak başka iş bulamayınca yine başladım incik boncuk işine. Taksim taraflarında alıcısı çok bunların, hep oralara giderdim. Bir de vefalıdır oranın müşterisi. Emel Hanım vardı, hiçbir şey almasa bile sohbete uğrardı sağolsun. Beni de bilirdi, hapis yattığımı falan yani. Arkadaşı televizyonda kameramanmış, eski hükümlü kadrosundan eleman alacaklarmış, ister misin dedi, körün istediği bir göz dedim. İnsanoğlu sonbaharda sarı yapak gibi, ertesi gün nerde olacağını bilmiyor.

İnsan boynundaki yaftada geçmişini taşıyorsa meraklısı da çok oluyor. Sizin merakınız da bundan değil miydi? Şimdi neden diye soracaksınız, neden içeri düştün. Ben de hep verdiğim cevabı vereceğim, ne fark eder ki…

....
Recep kağıdı özenle ilk katlandığı yeri belli eden çizgilerden katlayarak çekmecesindeki ajandanın arasına koydu. Ofiste sabahladığı günlerde kırgın bir tebessümle kahvesini getiren müstahdeme bir gün önce "Derya Abla valla sende bir şey var, bir gün zorla oturtacağım şuraya hayat hikayeni anlattıracağım. Bundan da film çıkmazsa ben de neyim" diye takılmıştı. "Anlatmam ama istersen yazarım" demişti kadın. Şaşkınlıkla kabul ettiği bu teklifi pekte ciddiye almamıştı aslında. Sabahın beşinde, yüzünü yıkayıp odasına döndüğünde çay fincanın yanında bulduğu, üzerinde ismi yazılı kağıt ondan bu kadar şaşırtmıştı Recep'i. Kendi kimsesizliğini düşünerek seyrettiği yağmurun bir başkasının daha yarasını kavlatmasını sağladığını nerden bilebilirdi ki…

BeT
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,839,839,839,839,839,839,839,839,839,83
              6 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Nadya Alpkonlar

 Barış Köşesi : Nadya Alpkonlar


   MİNİ SEYAHATNAME - I

Bu seyahate "İLKLER" Seyahati de diyebilirdim... Çünkü...
İlk olarak tek başıma yola çıkacaktım.
İlk olarak sırf kendim için para harcayacaktım. (Bu benim için büyük bir değişiklik! Şimdiye kadar hep ailem, akrabalarım, arkadaşlarım için yaşadığımdan her Lirayı, her D.Mark.ı üç kere çevirip öyle harcardım!)
İlk olarak bir otelde yalnız kalacaktım.
Ve de ilk olarak sorumsuzluğumun tadını çıkarmak imkanım olacaktı.
(Üç yıldır kuşlar kadar özgür olmama rağmen bu sorumsuz hayata bir türlü ayak uyduramamıştım.)

Bu seyahat Antalya Havalimanında Check-in'le başladı. ONUR AİR'le uçacaktım. En sempatik tavrımı takınarak bayandan bana ön sıralardan cam kenarı bir yer vermesini rica ettim. O da beni sempatik bulmuş olacak ki, size bir "kıyak" yapayım deyip 6A yer numarasını bana münasip gördü.
Uçaktaki yerimi görünce şaşırdım ve de çok sevindim. Girişin sol tarafında bulunan, altı sıradan oluşan 1. mevkideydi yerim.

Polis Türk Pasaportumun sayfalarını pür dikkat inceledikten sonra,
- Hanfendi, pasaportta oturma müsaadeniz yok, dedi.
Bu sefer Alman Pasaportumu çıkarıp eline verdim.
- Bundan sonra iki pasaportunuzu birden gösterin, diyen polisten terbiyeli bir "fırça" yedim.
Uçağın kalkmasına daha bir saat vardı. Siz olsaydınız ne yapardınız?
Ben de aynı şeyi yaptım. Mağazaları gezmeye başladım.
İlk (ve son) girdiğim bir gözlük mağazasıydı. Boynumda asılı olan okuma gözlüğümü burnumun üstüne yerleştirip güneş gözlüklerini büyük bir hayranlıkla tek tek gözden geçirmeye başladım. Hepsi de birbirinden güzeldi...
Güzel bir Gucci gözüme takıldı - fiyatı, öhe,öhe, 138 Euro.
Kalsın...
Sonra daha güzel bir Dior al beni diyordu - fiyatı, öhe, öhe, öhe, 236 Euro.
Kalsın...
Üçüncü beğendiğim gözlüğün ne markasını, ne de fiyatını yazacağım.
" Yok, devenin pabucu!" dedirten bir fiyat!
Mersi, ben almayayım...
Ama bir kere alış-veriş moduna girmişim, kendim için para harcamak istiyorum.
Artık beni hiç kimse tutamaz daaaaa, önümde daha uzun bir seyahat var.
Cici bici satıcı bayana daha uygun (daha ucuz demeye utandım ) fiyatlı gözlükleriniz var mı diye soruverdim.
Varmış... bunlar da 40-50 Euro.dan başlıyor... zararı yok, görelim...
Ben bir gözlük hastasıyım, hemen hemen her renkte gözlüklerim var, ama şimdiye kadar aldıklarım taş çatlasa 30 Milyonu geçmemiştir.
Sonunda bende olmayan renkte Vogue marka bir gözlük beğendim.
- Ne kadar bunun fiyatı canım?
- 42 Euro hanfendi.
- Ver...
Oh be, nihayet şeytanın bacağını kırdım!
Derken anonsla Münih yolcuları çağarıldı.
Bendeniz First Class yerime kuruldum...
Kahvaltıdan sonra satışlar başladı. Ben çoktan ucaktaki dergiden bir Swacth saat gözüme kestirmiştim.
- Ne kadar canım?
- 64 Euro.
- Ver...
Bir de çok zarif bir Swarovski kolye vardı.
- Bu nekadar canım?
- 20 Euro.
- Ver onu da...
Vay be, meğerse ne kadar kolaymış para harcamak.
Kendimle gurur duydum...
Çok uzattım galiba! Ama ne yapalım, görmemiş para harcamaya kalkmış, ipin ucunu kaçırmış...



Biz yolumuza devam edelim...
Münih'de 10 gün kaldım. Orada ne kadar para harcadığımı yazmayacağım.
Sizi bıktırmak istemem.

2. Etap Münih-Brüksel.
En iyi, en güzel ve de en pahalı alternatif olarak ICE denilen İntercity trenini seçtiğimi bilmem söylememe gerek var mı?

2. Etap yolda...

Nadya Alpkonlar
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 6,236,236,236,236,236,23
              13 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Sabiha Rana

 Beyaz Düşler : Sabiha Rana


  Ruhta Şeytan Kozalak Bırakmaz..! !

Mümkün değil..! !
Çünkü; Üflemiş RABBİM Ruha.
Ama..! !
Yüzünde izi var,
Uzatta yüzünü sileyim..

Dilin yılan özü,
Yüzünde ayak izi,
Ruhun da Melek gizli..
Çok istersin Şeytan olsun..
Şeytan da memur Melek..

Ne kadar ilginç desinler,
Adama bak Şeytan gibi
Tadı ziftmiş,
Kardaşmış yarasayla..
Nesneler, özneler,
Hiç bilmediğim cümleler...
Bana defi getir,
Cinden, Periden
Çengiler oynasın..

İşte tepsi, işte kadeh,
İç, iç,
Sarhoşlukla merkep oynar..
Seyreder alem,
Başını döndürmüş Dünya...
Şeytan evsiz,barksız...

Gelir benim koynuma.....

İçimde bir martı kuşu
Havalanır Yıldızlara
Gece kara,
Ayaza çalar az sonra..
Yan komşunun damında bir baykuş öter,
Belki duyar kulağın..
O martının kanadında yolladım..
Bir iki damla gözyaşı.
Küçücük bir bulut
O Bulutla ağladım..

Sabiha Rana
http://www.sabiharana.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,577,577,577,577,577,577,577,57
              7 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Ahmet Yakamoz


İSMAİL'İN FOTOĞRAFI -1-

Bir adam ki onlar gibi değildir,
biliyordum, beni sevmeyeceklerdi.
(S.F. Abasıyanık)

Akşam üstü...

Bu 2004 senesinin pek de soğuk sayılamayacak kurşuni bir Kasım'ında, akşamüstünde yazıyorum. Bir koca çınarın altında, bir kafe bahçesindeyim. Okey şıkırtıları geliyor içeriden, tek taşa kalanların sesleri. Ben dışarıdayım. 10 senedir giydiğim üç mevsimlik hırkam, yol arkadaşım, canım hırkam.

Yaşlılar evlerine dönmeye, gençler sahildeki kahvehaneden bozma kafelere gelmeye başladılar. Birazdan akşam olacak. Kafelerin kapısı her açılıp kapandığında, sigara dumanı, çay bardağı ve okey şıkırtılarıyla kolkola vermiş bir uğultu, bir insan özlemi çıkacak, girecek...

Ben, evleri ve sokakları, yaşadığım bu kasabanın elli sene önce çekilmiş fotoğraflarını düşünüyorum. İlk gördüğümdeki gibi hissediyorum hala, ne mutlu. Mesela bir fotoğrafta, şu koca çınarın hemen yanında bir erik ağacı, beline kadar kara gömülmüş, ıslanmış cılız gövdesi soğukta titriyor. Titriyor ama bahar gelecek elbette.

Gördüğünüz gibi, akşam üstü iş çıkışı bir çay içersem eğer, ben de buluşların şairi oluyorum, 2004 yılında buluşların şairi demek; yanıp buryan olan, ama sonra soğumaya yüz tutmuş bir insan özleminin ete kemiğe bürünmüş halidir. Bir bilinmez gurbetin yolcusudur. Ama nereye? Herşeye dokunmak ister. Ama neyi tutsa elinde kalır. Sevmeye yorulmuş ya da geç kalmış, ama bundan başka çarenin olmadığının bilince gelmiş halidir. Tedirgin, çekinik bir insan sıcaklığıdır. Sadece akşamüstleri anımsayan, sadece akşamüstleri anlayan acayip bir yaratıktır.

Size kalbimin sol yarısının, tam olarak şu parmağımla işaret ettiğim yerin soğumaya yüz tuttuğunu söylemiş miydim?

Sabah, erken...

Limandayım. Mehmet, İsmail ve Hüseyin var. Bora, tekne sahibinin oğlu -tekneyi o yönetiyor- yukarıda son hazırlıkları yapıyor. Birazdan açılacağız. Av sezonu 1 Eylül'de başlar, 31 Nisan'da biter. Hüseyin, benim tekne kazıntısı arkadaşım, burada olmama vesile olan insandır. Hüseyin benim gibi; bir şekilde bu doğup büyüdüğü yere dönmüş bir candır. Kraldır, şahtır, şahbazdır. Bir yaralı ceylandır. İsmail'le Mehmet'i şimdilik anlatamıyorum zira onlarla ilk defa, limana gelip tekneye çıktığımda karşılaşacağız ve tanışacağız.

"Sırtı lacivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin zaferi için, hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin, bir türkü söyler gibi ölebilmek" hususu uzun zamandır gündemimizde değil, değil ama bu insanoğlunun ne büyülü sürprizlere gebe olduğunu da unutmamak gerekir. Bu sabahın alacakaranlığında, bu beş kişi, yani biz, biz de bir şeyiz. Böyle düşünüyorum ve bir rivayet uyduruyorum kafamdan. "Oğlum Ahmet" diyorum,. "Rivayet odur ki; her kim dilek tutup denize bir taş atarsa ve bir balığın ağzında geri dönerse o taş, tüm dilekleri kabul olurmuş". Böyle söylüyorum kendime. Sonra denize bir taş atıyorum. Sonra bir dilek tutuyorum içimden kimsenin bilmediği. Sonra tekneye çıkıyorum.

Daha lumbardan girerken yapılı, genç bir çocukla karşılaştım Şöyle göz ucuyla yüzüme kim bu diye bir baktı, sonra çantamı gördü, sonra bakışlarını yakaladığımı hissettiği anda kafasını çevirip işine devam etti. Fotoğrafının çekilmesinden hiç hoşlanmıyor, anladım.

İçeride sarı, esmer bir ışık vardı. Hüseyin beni gördü. Dışarıya geldi.
-Geç kalmadım inşallah.
-Yok yok, ben de merak etmeye başlamıştım. Geç kalmadın, birazdan çıkarız.
-Sen arkadaşlara söyledin mi fotoğraf çekeceğimi.
-Söyledim söyledim, merak etme sen, yabancı değiller zaten.

Hüseyin beni içeriye buyur etti. Kendime bir yer buldum, oturdum. Hüseyin bizi tanıştırdı:
-Mehmet (fotoğrafının çekilmesinden hoşlanmayan), İsmail.
-Merhaba, dedim, Ahmet.

Kafamızı öne eğerek selamlaştık. Bir süre bir şey konuşmadan birbirimize baktık. Benim buna ne kadar uzun süre dayanabileceğim konusunda en ufak bir fikirleri olduğunu zannetmiyorum. Onlar suskunluğu birinin bozmasını bekleyedursunlar, ben size İsmail ve Mehmet'in yüzlerinde gördüklerimi anlatayım:

Mehmet ve İsmail altı ay çalışır, o da balık varsa. Kalan altı ayda düzenli bir işleri yoktur. Mehmet fotoğrafının çekilmesinden hoşlanmıyor ya, o halde İsmail'den bahsedelim. İsmail, arada üç beş yolunu bulmak için pazarcılık, bisiklet tamiri, dalgıçlık, getir götür işleri, işte böyle şeylerle uğraşır. Günü kurtaracak birkaç milyon varsa hemen o gün arkadaşlarıyla yer (kendini kayırır). Para olmadı mı? O zaman oradan oraya it gibi dolaş, muhabbetin sonu yok. Çok zor da kalırsan bir milyon oradan, bir milyon buradan. Bunlar, İsmail, İsmail'in arkadaşları ve benim gibilerce zararsız tırtıklamalar olarak kabul edilir.

Peki İsmail ilerisi için planları yapar mı? Elbette yapar. Bir gemiye miço olarak girebilirse, hani şu akrabam dediği yaramaz adamın tanıdığını iddia ettiği acente sahibinin gemisi. Bir kapağı attı mı hayatı kurtulacağını düşünmeden edemez. Liseyi güç bela bitiren İsmail'den bir kariyer planlaması istesek bize diyecektir ki: "Üç seneye kalmaz bir gemiye kapağı atarım, ilk beş sene miçoluk yaparım, sonra, gene miçoluk yaparım. Sonra...Sonrasına bakarız be abi."
-Ne haber Ahmet, ne var ne yok?
-İyi be Hüseyin.
-Uyanamadı herhalde dedim ben de.
-Yok yok, uyandım. Zor oldu ama...

...
Limandan ayrıldık. Sıcak bastı, hırkamı çıkarmak için fotoğraf makinemin olduğu çantayı yanıma koyarken İsmail:
-Abi sen gazeteci misin?
-Yok, kendim için çekiyorum. Öylesine. Hüseyin söylemiştir ama sizce bir sakıncası yoktur umarım.
-Yok abi, ne sakıncası olacak, beni istediğin kadar çekebilirisin. Bak hemen bir poz vereyim istersen.

İsmail poz veriyor, Hüseyin'le Mehmet gülüyor, ben anlamaya çalışıyorum.
-Çay demlemiştim abi, içer misin?
-Valla iyi olur İsmail.

Bir bardak kendine, bir bardak ta bana koydu. Hüseyin'le Mehmet'in 2004 Kasım'ında neden çay içmediklerini tahmin edersiniz.
-Abi kahvaltı yaptın mı?
-Yaptım İsmail, sağol.
-Yanında yiyecek bir şey var mı peki?
-Neden?
-Yok ben yapmadım da. Hani varsa bir şeyler.

Hüseyin'le Mehmet gene gülüyor. Bense bu çocukla bugün işim olduğunu düşünmeye başlıyorum. Ne yalan söyleyeyim, biraz rahatsız oldum. Kötü bir şey olduğundan değil. Büyük hayallerle geldiğimden de değil ama bu zırtapoz daha ikinci dakikada böyleyse...

İsmail sigara paketini çıkardı. Ağzını aralayıp sigaralarını şöyle bir saydı.
-Abi sigara içiyor musun sen?
-Hı hı, içiyorum.
-Ne içiyorsun?

Bir şey söylemeden paketimi çıkardım. Ağzını açıp uzattım.
-Bu nasıl, uygun mudur?
-Eh, dedi. Malbora öksürtüyor ama n'apalım, içicez artık.

Hüseyin'le Mehmet gülüyor.İsmail konuştukça konuşuyor. Benim nedense keyfim kaçıyor.
-Abi bir çay daha vereyim mi?
-Eh, ver bakalım.
-Bir sigaranı daha alırım ama.
-Ohoo, senle işimiz var İsmail. Al bakalım.
-Eyvallah abi.

Hüseyin'le Mehmet gülmeyi bıraktılar, bizi seyrediyorlar.
-Abi sen paketi masanın üstüne bırak istersen.
-Tabii, ama müsadenle bir sigara alabilir miyim?
-Ayıp ettin abi, ne demek. Al bakalım. Kendi sigaran gibi iç.
-Sağol.
-Abi nereye?
-Dışarıda bir sigara içeceğim, müsaaden olursa tabii.
-Ne demek abi, yalnız çıkmadan resmimizi çeksene.

Canım hiç istemiyordu ama makineyi çıkardım. İsmail camdan dışarıya, denize bakarak poz veriyor. "İsmail biraz bana dön de şöyle profilden çekeyim" diyorum. Birkaç saniye çeviriyor kafasını, sonra gene dışarı bakarak genç, yiğit bir delikanlı pozu, hani "Nerde olsa kavgaya girerim, kimseden çekinmem. Bu deniz var ya bu deniz. Heeey gidi heey. Yaşıma bakma sen, yıllarım geçti bu denizlerde" pozu vermeye çalışıyor kendince. Sonra dönüp "abi kısmetse ne zaman alırız resimleri?" diyor, birkaç gün sonra deyince, "Tamam abi" diyor.

Birkaç fotoğraftan sonra dışarıya çıktım. Kıyıda, tepelerle bulutlar arasındaki ince bir gökyüzü boşluğunda hafif bir kızıllık var ama daha gün ağarmadı. Çiseleyen yağmura ve tepemdeki gökyüzüne dikkatlice baktığımda görebildiğim bulut katmanlarına göre, güneşli bir gün olmayacağını düşünüyorum. Canım öyle bir sıkılıyor ki. (İsmail'in yüzünden değil, öylesine) Sıkıntımı dağıtmak için birkaç kare çekiyorum. Yok, olmuyor. Hüseyin'in Bora'nın yanına çıktığını görüyorum. Belki biraz sıkıntım dağılır diye ben de çıkıyorum arkasından.

Bora başıyla selamımı alıyor. Hüseyin yanında yer açıyor, oturuyorum. Bora'nın elleri dümende, sol tarafındaki ekranlara bakarak yönünü ayarlıyor. Hüseyin'le ekranda kayıp giden çizgiler hakkında konuşuyorlar. Belli ki denizin altına sinyaller gönderip gelen sinyallere göre tepeleri, çukurları ve olası balık sürülerini gösteriyor bu cihazlar. Yandaki ekranda da deniz altı izohipsleri çıkıyor. Bu arada Bora Hüseyin'le konuşuyor:
-Geçen sene bu aletler olsaydı iyi balık tutardın.
-Sen ne diyorsun. Cemiller kaç ton balık çekti haberin var mı senin?
-Bak onlar çinekop galiba.
-Yok, çinekop böyle gözükmüyor ekranda. Palamut bunlar. Çinekop daha silik gözüküyor.

Ben de sesim çıksın istiyorum. Bir şeyler söylemek istiyorum:
-Bora bu cihaz nasıl çalışıyor? Ne bu ekrandakiler?

Bora isteksizce ekranda birkaç nokta göstererek:
-İşte burada denizin dibini, aşağıyı görüyorsun. Balık falan varsa işte böyle ekranda gözüküyor.
-Haaa, diyorum. Susuyorum. Hüseyin kırılmayayım diye biraz açıklama yapıyor. Şekillerden bahsediyor.

Yarım saat kadar devam ediyoruz. Onlar konuşuyorlar ben sessizce dinliyorum. Gün iyiden iyiye ağarıyor. Bulutlu, yağmurlu, puslu bir hava.
-Hava kötü, diyorum.

Bora, affeden bir baba gibi önündeki radar ekranını gösteriyor bana. Barışır gibi oluyoruz. "Bak" diyor, "Görüyor musun şu karaltıları. Bak bunlar bulutlar. Önümüzde değiller gördün mü? İlerisi açık. Belki biraz daha çiseler ama fırtına yok". Sonra hız kesip "Mehmeet" diye bağırıyor.

Ben yukarıdayken Mehmet'le İsmail tulumlarını, çizmelerini ve eldivenlerini giymişler. Görevleri; tirol teknesinin iki yanında asılı bulunan iki demir levhayı ustalıkla denize bırakmak. Demir levhaların bu defalarca taranmış deniz diplerine doğru ağır ağır indiğinden emin olmak. Sonra teknenin biraz daha yavaşlayıp tarama işleminin başlamasından ağın toplanmaya başlamasına kadar geçecek kırk beş dakikalık seyirde beklemek, beklemek, beklemek. (Bu sürenin, İsmail için iki sigara içimine ve sabah mahmurluğunda belli belirsiz hayallere, üzüntülere denk düştüğünü sonradan öğrendim) Sonra da ağı toplamak, balıkları türlerine göre ayıklayıp kasalara istiflemek var.

Kırk beş dakika kadar bekleyeceğiz şimdi. Hüseyin, Mehmet ve İsmail kamarada oturdular. Ben kıyılara doğru bakıyorum...Denizdeyken kıyıda, kıyıdayken denizde olmayı istemek ne demek diye düşünüyorum. Sonra hiçbir yerde olmayı istememek gibi bir şey geliyor aklıma. Bir kambur gibi, sevmeyen sevgilinin anıları gibi, karnının ağrıması gibi, yalnızlık gibi, sıkıntılı uykular gibi bir şey geliyor. "Biz; yani biz beşimiz; yani ben ve diğerleri; yani onlar ve ben; biz de bir şeyiz" demek istiyorum bu deniz üstünde, dilim dönmüyor.

Bora'nın sesiyle ağı toplamaya başlıyorlar. Mehmet'le İsmail, hızlı ve tecrübeli hareketlerle bir oraya bir buraya koşturuyorlar. Hüseyin'de yardım ediyor onlara. Ben, içinde olamadığım bu dünyayı dışarıdan isteksizce seyrediyorum. İş olsun diye birkaç fotoğraf çekiyorum. Ağı küpeştenin üzerinden güvertedeki boşluğa alıyorlar. Ağ açılıyor. Birkaç barbun, yirmi kadar çinekop, iki küçük kalkan, otuzdan fazla mezgit, ondan fazla vatoz ve büyük yağmurlarda derelerin topraktan söküp denize getirdiği büyükçe bir kütük parçası çıkıyor. Kütük parçası, vatozlar ve demin saymadığım diğer deniz mahlukatı yaramaz. Denize geri gönderilecek. Onlar kadar bilmesemde, önceki tecrübelerime dayanarak bunun beklenen, ancak gene de moral bozucu bir av olduğunu anlayabiliyorum. Balıkları ayıklama işine girmeden önce, bir sonraki av için demir levhaları tekrar suya bırakıyorlar. Sonra balıkları ayıklamaya başlıyorlar. Ben dilek taşımı arıyorum balıklar arasında. Yok...

-Abi çekmiyorsun fotoğraf?
-Sonrakine çekerim İsmail, ışık az şimdi, deyip geçiştiriyorum.

Balıkları ayıklayıp kasalara istifliyorlar. Şimdi gene bekleme zamanı. Güneş bulutların arasından belli belirsiz gözüküyor. İçtiğim sigaralardan mı, kahvaltı yapmamış olmamdan mı nedir, biraz başım ağrıyor. Başımın ağrımasına kızıp bir sigara daha yakıyorum. -Abi balık yapayım mı sana, yer misin?
-Yok, sağol İsmail. Aç değilim.
-Abi kahvaltı yapmış mıydın sen?
-Yaptım demiştim ya İsmail.
-Abi bak atayım bir iki tane çinekop, sabah sabah güzel olur.
-Yok İsmail, sağol, tokum ben. Hem zaten şurda tuttuğunuz balık ne kadar ki?
-Aman be abiii. Bunu mu düşünüyordun sen?

Böyle söyler söylemez yıldırım hızıyla içeriden bir kap ve bıçak getirdi. Bıçağı bidondaki suyla güzelce temizledi. İrilerinden sekiz-on çinekopla otuz kadar mezgit ayırdı. Temizlemeye başladı. O kadar hızlı ve becerikli ellerle yapıyordu ki bu işi, karşısına çömeldim, seyretmeye başladım. Birinci çinekop, al eline, pullarını bıçakla hızlı hızlı kazı, kafasından bağırsaklarına doğru bir çentik at, parmaklarını sok içeriye. İkinci çinekop, al eline, pullarını bıçakla hızlı hızlı...Bir yandan işe devam ediyor, bir yandan da;

"Ahmet abi, düşündüğün şeye bak sen, bundan mı çekiniyordun" diyordu.

İşte o anda bir şey oldu. İsmail'in elindeki çinekopa bir hal geldi. İsmail'in esmer eli hızlı hızlı balığın sırtında gidip geldikçe, bir ışık peydah oldu sanki. Bulutların arasından sızan güneşten mi, İsmail'in elinden çıkan bir iyilikten mi nedir, dökülen pullar İsmail'in eline yapıştıkça, balık parıldamaya başladı.

Arkası Yarın

Ahmet Yakamoz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              3 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
Yapmış olduğunuz bir yolculuk sizlere kişiliklerinizin derinliklerine inmenizi sağlamış ve bunun etkilerini gittikçe daha açık şekilde görmektesiniz. Alışılagelmiş yaşam tarzlarınızdan uzaklaşma savaşlarındasınız artık. Yakınlarınızdan sizleri izleyemeyenlerle birlikteliğiniz gelecekte engellenemez sallantılara aday. İşlerinizde artık pörsümüş şemalarıda geride bırakmanız gerekecek. Yoksa profesyonel hoşnutsuzlukların kronikleşmelerini kabullenin…


BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Yakın geçmişte yaşanılan tansiyonların ışığında sevgilinizle aşk oyunlarının rejisörü olmak istiyorsunuz ya bu işte gündüzlerinizi yırtıcı ve neredeyse yıkıcı ediveren.. Allah' tan gecelerinizi güneş gibi aydınlatmasını biliyorsunuz boğalar.. Yalnız boğalara kısmetler yaklaşmaktalar. Savaşlar gezegeni Mars'ın burcunuzda bulunuşundan dolayı hiyerarşik ilişkilerinizde kavgacı olmamaya bakın. 25 aralıktan sonra bayağı rahatlayacaksınız. Aktivitelerde reformcu olun..


İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Fazladan ama hiç durmadan konuşuyor etrafı kızıştırıyor sonra da küsüp duruyorsunuz ikizler. Çocuklar, dostlar, şunlar bunlar derken hafta sonunu enerjileri tüketerek getiriyorsunuz. Alaycı halleri bırakarak sevgilinize yaklaşın. Olası gecikmelere rağmen şanslarınızın büyüklüklerine inanın. Anlaşmaların askıntıya alınmaları bahis konusu olabilir. Yöneticilerinizle esnek olun, sizleri şu sıralar pek duymayabilirler. Aslında amaçlarınız mesleki bağımsızlık.



YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Aşk hayatınızda sevgiler almış başlarını gidiyorlar yengeçler. Ateşli sevdaların, yenilenen sevgilerin haftasında karşılaşacağınız Don Juan' lara kulak asmayın.. Yanıltıcı ilişkilere oyun olsun diyerekten kendinizi salıvermeyin. Enerjilerinizin muazzam oluşları sükselerinizi de arttıracaklar. Mesleklerde herşey yolunda giderken yeniden olmadık tekliflere atlamayın durup dururken. Avantajlı gözükseler bile kontratların cümle aralarında beklenmedik pusular saklı.



ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Fantezist düşüncelere dalıp da aşk hayatınızı hayallerinizde değil ama sevdiklerinizle yuvalarınız da yaşamaya gayret etseniz aslanlar.. Bırakın artık şu fuzuli ego savaşlarını. Yaşamakta olduğunuz derin mutsuzluğun anahtarı işte burada. Ya ev değiştirin, ya memleket ama birşeylerin artık değişmeleri şart. İlim ilim olan sevgileri kurtarmanın tek çaresi.. Siz değişmiyorsanız o halde yaşam tarzlarında değişimler oluşsun artık. Zamanı geldi ve geçiyor bile..


BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
Yeni haftanız da dertleriniz evlerinizde ve ailelerinizle oluşmaktalar başaklar. Tartışmalar, isteklerin dillere getirilişleri, kararlar vs. vs.. Perde arkasında oynanan ise sevgilinizle olması gereken mahremiyetinizin korunması ve problemlerden, gürültülerden uzak başbaşa anları yaşayabilmeniz. Mücadele gücünüzün muhteşemliğine rağmen ortamların hassaslığı yüzünden ilişkilerde patinaj yapmanız kuvvetle muhtemel. En iyisi olaylara sabırla yaklaşınız..



TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Cenderelerden geçişlerin gezegeni Satürn'ün etkileri ile yeniden kabuk değiştirmektesiniz teraziler. Zaten 2005 yılında bunun neticelerini memnuniyetle göreceksiniz. Cesaretle olayların üstlerine gidin kaybedecek birşeyiniz yok, şimdiden yeni yılda yepyeni atılımlara kilitlenmelisiniz. Ara sıra bıkkınlıklar hissetseniz bile yılmadan hedeflerinize doğru ilerleyin. Bu hafta finansal konularda epey çalışmalarınız olacak. 20- 21 aralığa kadar sürebilecek bunlar.



AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Venüs bu hafta burcunuzda misafir olduğundan sevgilerde ve çevrenizle ilişkilerinizde paşalar gibisiniz akrepler.. Olağanüstü çalışma kapasiteniz sayesinde vardığınız noktadan gurur duyabilirsiniz. Yapmak mecburiyetinde kaldığınız detayların karmakarışıklıklarına ve yamaçlara tırmanma safhasında olası yalnızlıklara rağmen.. Sizden tecrübeli olanların altın tavsiyelerini dikkatle dinleyin. Uzun vadelere kilitlenin. Uç noktalara ise cesaretle uçun..



YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Aşkların sıcaklıklarını iliklerinize kadar yaşayarak hissedeceğiniz bu şahane haftanız da yeni yaşamlara geçiş noktalarındasınız aslında sevgili yaylar.. Sevgilileriniz yanlarınızda olmasalar da yeni ev, birlikte yaşam ve bebiş projelerini hayata geçirmek istekleriniz gittikçe kuvvetlenmekteler.. Haklısınız. Herşeye el atmak hastalığınız bazen sizleri karışıklıklara sürükleyebilmekteler bu yüzden mutlaka temelleri sağlam projelere öncelik verin. Detaylara dikkat..


OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Bazen yaşanılan yalnızlıklara ve sevgilerin ihmal edilmelerine rağmen bu hafta hayal gücünüzü pozitif kullanarak mutlaka yeniliklere yönelmelisiniz oğlaklar. Sevgililerinizin sizlere moral açıdan ihtiyaçları olacak. Sosyal yaşamda varoluşa dair sorgulamalarla kendinizi hırpalamadan ileriye bakın. Temeli olmayan yalan dolanla doldurulmuş teklif ve pohpohlamalarla yaklaşanlara prim vermeyin. Projelerde aldatılmalara dikkatli olun. Enerjilerinizin kıymetini bilin.


KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Sizleri derinden bayağı hırpalayan gönül maceralarınızda yaşadığınız depremlerden bu hafta kurtuluyorsunuz kovalar. Geriye kalan savaşların yaralarına rağmen asgari bir uyum arayışı içinde olacaksınız. Artık gereksiz duygussalıklara esir olmadan kendinizi düşünmeyi ve yaşamayı öğrenmelisiniz.
Şanslarınızın sizleri kolladıklarını hissediyorsunuz değilmi kovalar, öyleyse bir an evvel planlı programlı aksiyonlara yoğunlaştırın kendinizi. Sinirlenmeden…


BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
Çevrelerinizde sevenlerinizin bolluğundan olsa gerek, bir kanıksanmışlık ruhiyeti içindesiniz balıklar. Uzakları ve yolculukları düşlüyor yaşamları başka yollardan arşınlamaya hazırlanıyorsunuz. Ailelerde derin tansiyonları hemen büyütmeyin. Görevlerinizde sizlere güvenenleri sıkıntılara sokmamak için kesinlikle organize olun. Vazgeçilemez oluşunuz sizlere rehavet yüklemesin.



Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              3 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Şeref Bilgi

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.967 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


SEVDİM SENİ

Hani ilkbahar geldiğinde
Tomurcuk güneşe güler ya
Öyle çiçek açtım, bakışında.

Hani bir çocuğun eli
değer ya parmağına.
Sıcak bir tebessüm
Konar yanağa.
Sevince boğar zamanı,
Küçük bir fısıltı.

Hani buğday tanesi
Sarı başak olur ya,
Bir sevda kaplar içini
Gürül gürül suya hasret toprak
Dudağa değer aşk ateşi.

İşte öyle,
İşte öylesi sevdim seni..

Leyla AKGÜL

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




N'apsın? Temiz havuz vardı da o mu girmedi, hayret yani!..

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


DiKKAT DiKKAT!!!
Kahve Molası olarak İlik bağışı kampanyalarını gönülden destekliyoruz. Ancak ilk başvuruda verilen kan sorunun çözümü için yeterli değildir. İlik nakli nispeten kolay bir operasyon olmasına rağmen, verici gönüllüye çağrı yapıldığında vazgeçilebilmektedir. Bu da ihtiyaç sahibi hasta üzerinde çok daha derin hayal kırıklıkları yaratmaktadır. Eğer kendinizden emin değilseniz bu kampanyaya katılmayı erteleyebilirsiniz.
Toplu müracaatlara öncelik tanındığından olabildiğince gönüllü kahveci biraraya gelebilirsek KM olarak bir bağış kampanyası gerçekleştirebiliriz. Aşağıda Kemik İliği Bankası'nın bu konuda ki açıklamasını okuyabilirsiniz.



09 / 12 / 2004 itibari ile ulaştığımız gönüllü verici sayısı 857 olmuştur.

Kemik İliği Bankamız, yıl sonuna kadar 2500 yeni vericiyi kaydetmek amacıyla bir çalışma başlatmıştır. Bu kampanyada yapılacak olan çalışmada gönüllü vericilerden ücret istenmeyecektir. Gönüllü vericilerden toplanan kanlar kesinlikle yurtdışına gönderilmeyecek Avrupa Immunogenetik Federasyonu ( EFI) Akreditasyonlu ve Sağlık Bakanlığı onaylı doku tipleme laboratuvarımızda çalışılacaktır.
Böyle bir çalışma kemik iliği bankasındaki veri tabanını geliştirmek için yeni gönüllü vericiler bularak doku tipi testlerini yapmaktan ibarettir. Bu çalışma Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü bilgisi dahilinde yapılmaktadır.

Sene sonu itibariyle 2500 vericiye ulaşmamız gerektiğinden bu aşamada gruplara öncelik verilmektedir. Ancak bizim için bireysel olarakta bütün vericiler çok önemlidir. Kemik İliği Bankamıza katılan her bir yeni verici akraba dışı kemik iliği nakli bekleyen hastalara umut ışığı olmaktadır.

Halkımızın yoğun desteğine çok teşekkür ediyoruz ancak bu yoğun ilgi nedeniyle henüz tekrar dönemediğimiz ya da birşekilde bizden cevap alamayan vericilerimizden özür diliyor hastalarımız adına geçici olarak yaşadığımız bu sıkıntı nedeniyle gönüllü verici olma arzusundan vazgeçmemelerini önemle rica ediyoruz

Kemik İliği Bankası

Bağış yapmak isteyenlerin ilik@kmarsiv.com adresine kendilerine ulaşılabilecek telefon numaralarını da yazmak kaydıyla birer mesaj atmaları ve bu sütundan yapılacak duyuruları takip etmeleri yeterli olacaktır.

KAHVECİLER ANKARA'DA BULUŞUYOR...

Tarih: 18 Aralık 2004 Cumartesi Saat 20:00
Yer: Neyzen (Atatürk Bulvarı 211/6 Kavaklıdere (Eski Akün Sinemasından Kızılay yönüne doğru 200 m ileride, NTV Binasının altı.)
Menü:
10 çeşit serpme meze;
Ara sıcak; (hamsi tava ve hamsi köz (karışık)
Ana yemek; (Günün balığı; levrek, çupra, palamut, çinekop; o gün hangi balık gelirse ya da tavuk)
Meyve
Limitsiz içki

Fiyat: 35.000.000 TL. Nakit Ödeme. (Kredi kartı geçerli değil)

Müzik: Ney, klarnet, tumba eşliğinde yemek müziği ve TSM, Napoliten, Türkçe Pop, Grek

Neyzen'in sahibi ve şiir yorumcusu Tanju Bey şiirleriyle gecemize renk katmaya çalışacak.

Neyzen hakkında bilgi edinmek için http://www.hangibar.com/bars/barinfo.asp?barid=B355255620030708 adresinden yararlanabilirsiniz.

Katılım: Yemeğe katılma bilgisi için 16 Aralık 2004 Perşembe saat 20:00'ye kadar vaktiniz var. Bu saatten sonra ne yazık ki masa düzenlenmesi gereği başvuru kabul edilemeyecek.

Katılımcı arkadaşlar kişi sayısı belirterek, raskat380@yahoo.com ve serpil.yildiz@tubitak.gov.tr adreslerine mail yoluyla bilgi iletebilirler.

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


2005 yılının Ocak başından itibaren kullanmaya başlayacağımız Yeni Türk Lirasını tanımaya başladık bile. Hala neye benziyor bu yeni paralar şeklinde kafasında soru işareti kalanlar için http://www.tcmb.gov.tr/yeni/egm/b006000.html kısayolunu tavsiye ediyorum. Bu sayfada yeni tedavüle çıkacak olan paralarımızın tüm özelliklerini görüp inceleyebilirsiniz. Durun daha bitmedi...

Diyelim ki 01 Ocak 2005 sabahı alışverişe çıktınız. Birde ne gördünüz..? Tüm fiyat etiketleri ve ürün fiyatları değişmiş bile. Cebinizdeki Türk lirasıyla alışveriş yapmaya çalışırken nelerle karşılaşacaksınız. 15 YTL tutarındaki bir ürünü satın almak için 20 milyon TL verdiğinizde ne kadarlık YTL para üstü alacağınızı biliyormusunuz. Hadi bunlar neyse, küsüratlı hesaplarda yuvarlama işlemi yukarı doğrumu yoksa aşağı doğrumu yapılacak. http://www.ytl.gen.tr/ytl/kanun.htm sayfasındaki kanun ile konuya tamamen açıklık getirilmiş durumda. Ne olursa olsun vatandaş olarak bu geçiş sürecinde, her iki para birimiyle ilgili sorularınıza cevap alma hakkınız olduğunu unutmayın. Nasıl ki zamanında devletimizin vergilerini tam olarak toplayabilmesini sağlayabilmek için her alışverişimizde fiş ya da fatura aldığımız gibi. Gizli enflasyona müsade etmemek adına alışveriş yaptığımız yerlerde, her iki para cinsinden de doğru bilgilendirilmemiz gerektiğini ve satıcıların bu bilgilendirmeyi yapmalarının yasal olarak zorunlu olduğunu unutmayın.

Yavru Vatan Kıbrıs'tan güncel haberleri almak ve radyo yayınlarını dinlemek için http://www.kibrisgazetesi.com kısayolunu tıklayabilirsiniz. Geçenlerde iş seyahati için bulunduğum Kıbrıs'ta işlerin hiçte dışarıdan bakıldığı gibi olmadığını gördüm. İmkanı olanların bir de içeriden bakmalarını tavsiye ediyorum.

...Mersin ilinin şirin bir sahil ilçesini tanımak istermisiniz... Belkide gelecek yaz için tatil planlarınız değişecek. Resimlerin tamamı ilçemize aittir... Yazının devamı için lütfen http://www.bozyazi.beldesi.com/ kısayoluna tıklayınız.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Telescope 6.10 [132 KB] 98/2k/XP FREE
http://www3.telus.net/jacinablackbox/TeleInst.exe
Tüm arama motorlarında arama yapıp sonuçları tek bir sayfada görmek ve değerlendirmek isteyenlere göre hazırlanmış minik ama çok kullanışlı bir program. Arama motorlarını, listeleme şekillerini konfigürasyon dosyları yardımıyla kendiniz düzenleyebiliyorsunuz. Gerçekten çok kullanışlı ve herkese tavsiye edilir.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20041213.asp
ISSN: 1303-8923
13 Aralık 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com