Treo600



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 643

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 17 Aralık 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Herşey yolunda sayılır!


Merhabalar,

AB Kodamanlar Toplantısını can gözüyle seyrediyorum. Sanki herşey yolunda gidiyor. Bu konuda konuşmak isterdim ama şu anda saat 3:00'e yaklaşmakta ve daha yarım saatlik işim var. Bu gece matbaayı açmakta biraz geciktim. Ama hep sizin yüzünüzden. Kendim için birşey yaptımsa namerdim:-)) Size en güzel dergiyi hazırlayabilmek için çalışıyoruz. Doğuma birşey kalmadı, bunlar da en zor zamanları. Pekte şımarık, kendinden başkasıyla ilgilenilsin istemiyor. Ama rahatım, biliyorum ki sizler halden anlarsınız. Ben şimdi sizi birbirinden güzel yazılarımızla başbaşa bırakıp gideyim, siz de beni affedin olur mu? Cumartesi akşamı bir aksilik olmazsa Ankara'da olacağım. Bakanlar kurulu toplantısına katılıp 17 Aralık kararlarını değerlendireceğiz. Yalana bak yalana! Başbakanımız Brüksel'deyken ne bakanlar kurulu değil mi ama? Olsun ben gitmişken bizim kahvecilerle biraraya gelip sizi çekiştireceğim. Hakkınızda konuşulmasını istemiyorsanız siz de orada olsanız iyi olur. Bugün size Mort Shuman'dan bir güzel şarkı seçtim, Sorrow. Hepimize karsız buzsuz bir haftasonu diliyorum. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

2 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Tarkan İkizler

 Hikayeci : Tarkan İkizler


   Berber Sami

Berber Sami abinin anısına...

Bekçi, mezarın ayak ucundaki karaltıya sessizce arkasından yaklaştı.
Kenardaki toprakları mezarın üzerine taşıyan adamın omuzuna, copunun ucunu bastırarak seslendi.
- Sakın kıpırdama.

Adam sıçrayıp, bir an için korkuyla ayağa kalkmaya yeltendiyse de omuzundaki copun ağırlığıyla tekrar dizlerinin üstüne çöktü. Eliyle damağını kaldırıp derin bir nefes aldıktan sonra kalbini tuttu.

- Yüreğime iniyordu.

Adamın yüzünü görmek için "Dön!" diyen bekçi, copunu yavaşça geri çekti.

- Ne yapıyorsun bu saatte burada? Hırsız mısın lan yoksa sen?
- Aman abi ne hırsızı...
- Hırsız değilsen gecenin bu vakti ne işin var mezarlıkta? Çıkar bakayım kimliğini... Yavaş haa... Bir yanlışta yakarım bak karışmam.

Yavaşça elini cebine götüren adam cüzdanını çıkarıp kimliğini bulup bekçiye uzattı.

- İşte abi buyur kimliğim.

Aldığı kimliği ışığa tutmak için havaya kaldıran bekçi, bir adama bir kimliğe baktı.

- Adın ne?
- Adnan.
- Bu saatte burada ne işin var Adnan?
- Mezar ziyareti diyelim abi.
- Anlaşıldı, senin ziyaret bu gece nezarethanede bitecek herhalde... Bu saatte mezar ziyareti mi olur ulan? Dalga mı geçiyorsun? Gündüzler torbaya mı girdi?
- Abi vallahi kötü bir niyetim yok.
- Onu bunu bilmem, yürü karakola gidiyoruz.
- Aman abi gözünü seveyim.
- Ne bileyim ben senin mezarlığa hırsızlık için girmediğini?
- İzin ver ispatlayayım abi.
- Nasıl ispatlayacaksın ulan? Her şey gün gibi apaçık ortada.
- Yalanım varsa yarına çıkmayayım, nah şu mezarda yatan Sami abi için geldim vallahi.

Bekçi, gözlerini Adnan'dan ayırmadan, temkinli adımlarla mezarın başı-na doğru ilerleyip taşı okudu; "Sami .......... , ruhuna El Fatiha." Ardından bir iki fısırtıyla dudaklarını kıpırdatıp ellerini yüzüne değdirerek "Amin." dedi.

- Gerçekten de Sami'ymiş merhumun ismi. Ama senin de önceden okumadığını nereden bileyim?
- Vallahi değil abi, kendisini yakından tanır çok severdim. Yarın bir hafta olacak.
- Bunlar ispat sayılmaz.
- Böyle fakir bir semtte, böyle fakir fukaranın mezarında ne olacak da hırsız olsun abi? Bugüne kadar burada bir tane hırsızlık vak'asına rastlanmış mı hiç?
- Bak bu doğru ama ya ilkine ben şahit oluyorsam.
- Pekiyi abi kazmaktan başka çarem kalmıyor o zaman.
- Delirdin mi ulan katiyyetlen olmaz. Hem günah zaten. Hem de adamı görüp ne yapacağım? "Evet bekçi bey, bu arkadaş benim ziyaretçimdir." mi diyecek merhum? Tövbe, tövbee beni de günaha sokuyorsun bak.
- Yok abi, olur mu hiç öyle şey? Ben kazayım derken ayak ucuna küçük bir kutu gömdüm onu çıkarıp gösterecektim.
- Allah, allah... Ne kutusuymuş ulan bu? Kaz çabuk. Ulan sen nasıl müslüman evladısın? Günah değil mi böyle şeyler bizim dinimizde?
- Abi vallahi de, billahi de Sami abinin vasiyetiydi. Kutuda da sadece bir makas, bir tarak, bir de ustura var. Traş kutusu yani... Merhum berberdi de.
- Hiç de böyle şey duymadım. Firavun mu lan bu eşyalarını da yanına gömüyorsun.
- Yok be abi. Garibanın, yalnızın, boynu büküğün biriydi Sami abi. Ben kendimi bildim bileli bizim mahallenin berberiydi. Benim babam daha ben doğmadan ölmüş, o da babasız büyümüş, belki bu yüzden birbirimizi iyi anlardık, hep kollardı beni. Yeri geldi baba oldu yeri geldi arkadaş oldu.
- Çıkart kutuyu. Eğer varsa öyle bir kutu, bırakacağım lan seni. Az manyak değilmişsin sen.
- Kutuyu geri koyacak mıyız abi?
- Hele bir çıkart da düşünürüz.

Adnan bir yandan mezarın ayak ucuna yakın bir yeri yavaş yavaş eliyle açıyor, bir yandan da başında dikkatle kendini gözleyen bekçiye Berber Sami'yi anlatıyordu.

- Gostivar'dan gelmiş zamanında, kendi deyimiyle "Güçmen"di. Bizden çok severdi buraları. Hep azla yetinmesini bilen, buraların bolluğunu kıymetini bilmediğimiz için bize kızan, candan, olduğu gibi biriydi.
- Dur bakayım! Dur! Ne var öyle senin ceketinin cebinde?
- Bir şey değil abi. Tekel birası.
- Ulan hiç mezarlığa içki sokulur mu?
- Kendime değil abi... Sami abiye.
- Ohoo! Sen iyice sıyırmışsın. İşimiz var senle.
- Vasiyet abi, vallahi vasiyet, yoksa böyle bir şey yapar mıyım hiç? Söz verdim bir kere, boynumun borcu. Sami abi Tekel birasını elinden düşürmezdi. Beyaz önlüğünün cebinden çıkarttığı şişeden bir fırt çekip arkasın-dan da üzüntülü üzüntülü başını sallar ve karşısındaki kim olursa olsun "Tito gitti, Yugoslavya bitti." derdi. Ahh! Sami abi, ahh!
- Değişik bir adammış.
- Bir tanısaydın sen de severdin abi. Dükkânının bulunduğu pasajın üstündeki düğün salonunda bir düğün olmasın; davul zurnayı duyar durmaz koltukta bıraktığı, yüzünün yarısı köpüklü müşteriye bile aldırmadan hemen dışarı fırlardı. Ayağında beyaz sünger tokyolarla yukarı çıkar, davetlilerin "Bu da kim?" diyen bakışları altında pistin ortasına atlar, ellerini taa havaya kaldırıp başının üstünde birleştirerek, döne döne oynamaya baş-lardı. Çalan hava ne olursa olsun hiç ayırdetmez, biraz neşesini bulunca da cebinden birasını çıkarıp bir fırt aldıktan sonra mutlaka mutluluklar dileyip, cebindeki üç-beş kuruşu da ya geline, ya damada takar, tekrar dükkana dönerdi.
- Aşağıda bekleyen müşteri bir şey deyip kızmaz mı peki?
- Kızmak mı? Ne kızması, onun öyle tatlı bir dili vardır ki ne yaparsa yapsın kızmak kimsenin aklına bile gelmez.
- Diyelim biri kızdı.
- Kimse kızmaz diyorum... Ama diyelim biri kızdı; hemen eliyle koluyla karşısındakine öyle bir ciddi ciddi "Gostivar'da gürdüm ben bir deprem, te booyle karşıki dağların ucu değerdi bizim evin önüne. Olsaydı şimdi deprem, daha iyiydi?" derdi ki, kim olsa dayanamaz güler, kızgınlığı falan kalmazdı.
- Çıkarttın mı? Ver bakayım şu kutuyu.
Adnan'ın çekine çekine kendisine uzattığı kutuyu eline alıp kapağını açan bekçi gerçekten de kutunun içinde söylenenler olduğunu görünce neredeyse hiç şaşırmadı.
- Önce inanmadım ama ne yapalım vazife. Kontrol etmek zorundayız biz de. Senin elinden yüzünden belli zaten temiz biri olduğun. Al bakalım koy bunu yerine.
- Dedim ya abi vasiyet, yoksa ne işim var benim mezarlıkta bu saatte. Hayır, gündüz millet görüp başka bir şey düşünür diye yani. Adnan yerine koyduğu kutunun üstünü kapatırken bekçi sordu: "Hiç evlenmemiş mi?"
- İlk geldiğinde bir öğretmenle evlenmiş ama bir iki yıl sonra çocukları olmayınca, öğretmen hanım bunu boşamış. Benim anladığıma göre, içmeye bu yüzden başlamış olsa da bu olayın ardından yıllar geçtikçe Sami abi bunu da kendince eğlenceli hâle getirmişti. Soranlara da nerden bulduysa artık, yanında taşıdığı bir kağıdı çıkarıp okurdu "Refakat-i yek vucudane neticesi, kelime-i muammayı izdivacın hali hep aynı..."
- Sen nasıl aklında tuttun bunu be?
- Sen de her gün elli kere duysaydın...
- Demek ki adamın içine yer etmiş acısı.
- Hem öyle... Hem öyle değil... Bir garip durum, bir garip adam. Hem neşeli, hem üzüntülü. Bir tek bu değil ki, beğendiği her şeyi böyle yazar, yanında taşırdı. Mesela ne zaman iki üç arkadaş içmeye, dışarılara bir yere gitsek, yine muhabbetin bir yerinde gülerken bu ayağa kalkar, inatla, cebinden çıkardığı kağıtlar arasında bir şeyler arar, en sonunda da bir peçetenin üstüne yazdığı şarkının sözlerini bulur okumaya başlardı "Baharın gülleri açtı. Ah! Yine mahzundur bu gönlüm. Etrafa neşeler saçtı, beyhude geçti bu ömrüm." Sonra dayanamaz ağlardı, bizi de ağlatırdı.

Adnan işini bitirip mezarın yanına oturunca, bekçi de Adnan'nın yanına oturdu. Anlattıkça daha da bir hüzünlenen Adnan sigarasını çıkarıp bekçiye tuttu. İkisi de sigaralarını yakınca Adnan derin bir nefes çekip anlatmaya devam etti.

- Sami abinin pek sağı solu belli olmazdı, hem neşeli, hem üzüntülü dedim ya; gülerken birden ağlar, ağlarken birden gülerdi. Bilmeyen deli sanır ama bir anlatsın sen de ağlarsın. Dükkânında kömür sobası vardı ve her zaman o sobanın altında küllere gömülü birkaç patates olurdu. Müşterisi varsa müşterisine, yoksa yoldan geçen çocuklara külde pişen patatesleri kendi ellerinle soyar, ağızlarına yedirirdi. İstemeyen, ağzını büzüştürüp, kendini geri çeken olursa "Gostivarda radyo çeksin diye dedem antene takardı patatesi. Evde kalmayınca lukma, gece kalkıp çiğ çiğ yerdik gizlice dedemden. Beğenmiyorsun şimdi sen şuncağızı?" deyip, birden ağlamaya başlardı. Ya da birden, evden getirdiği torbayı kaptığı gibi dükkânından fırlar, çocukça bir neşeyle gülerek kuşlara bayat ekmek ufalamaya başlardı. "Kuşları çok seviyorsun Sami abi." deyince başlardı gülerek anlatmaya: "Çok kurtardım ben unlardan be askerdeyken, sabahları su içeyim derken farketmez bunlar suya girince ayakları buz tutar, hapis kalırlar su birikintisinde. Uçar ama aklı yoktur unların, ne yaparsın"
- Allah rahmet eylesin, iyi bir adamcağızmış. Burada çekmiş orada çekmez inşallah.
- Çok sulugözdü Sami abi. Cennete gitse ağlayacak bir şey bulur yine o. Gagarin'den öncekilere bile ağlardı.
- O kim ki?
- Rusların kozmonotu, uzaya ilk çıkan insan.
- Ona neymiş ki elin gagalısından?
- Gagalı değil Gagarin, Yuri Gagarin ama o da ona ağlamıyordu ki zaten. Ondan öncekilere ağlıyordu. Bana hep derdi ki: "Bak Adnan, bunlar derler ya Gagarin uzaya ilk giden adamdır diye, gürmedim ümrümde boyle yalan. Gagarin ilk dönebilendi, süylemezler onu. Undan ünce bilmem ki kaç kişi gitti de dönemedi, kaldı taa uracıklarda. Na kaldır başcağzını bak hepten mezarlıktır uralar. Yazık günahtır be ya bilim için feda etmiştir bunlar kendini, gürür müsün ilim irfan aşkını?"
- Buna ağlıyor muydu esastan?
- Hem de nasıl... İki gözü iki çeşme.
- Kalk o zaman dök şu "Tekel"i berber Sami abimizin üstüne. Ama bir daha da gece vakti görmeyeyim seni buralarda. Kalk, kalk bakma öyle...

Tarkan İkizler
tarkan@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              10 Kahveci oy vermiş.
20 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım


EROSLAR & AFRODİTLER

Hocamız tahtaya "o+" simgesini çizdiğinde çoğumuz bunun kadını yani dişil cinsiyeti temsil ettiğini biliyorduk. İşaretin, genç yüreklerimizin heyecan dünyasında tatlı bir değişim oluşturduğuna dair belirtiler yüzlerinden kolayca görülebiliyordu. Hocanın bu işaretin Afrodit'in aynasından geldiğini söylediğinde ise, öğrenmenin tatlı heyecanını yaşamıştık. Kısa bir süre sonra gözlerimizde, ya erkek, yani "?" simgesini merak ettiğimize dair soruları oluşmuştu. Bazı öğrenci arkadaşlarımın hemen çıkarsama yapamaya çalıştıkları yani önlerindeki deftere kocamanca bir "?" simgesi çizip, alttaki yuvarlağın testisi, okunda erkek üreme organını temsil ettiğine dair tahmin yaptıklarını hatırlıyorum. Hocamız çıkarsamalar yapan bizlerin hayal güçlerini yıkmayı önleyecek şekilde, bizim çıkarsamalarına da atıfta bulunarak bu simgenin aşk tanrısı erosun okundan geldiğini anlattığında küçükte olsa bir şaşkınlık oluşmuştu.

Bize ilginç ve hoş gelen bir başka keşfimiz ise "keller" yani "kel hocalarımız" ile ilgiliydi. Bugün aynı anlamda kullanıldığı gibi, o günlerde de "keller" ile ilgili oldukça çizgi üstü bir genelleyici tekerleme vardı. Bu nedenle kellerin cinsel yetileri hakkında söylenenleri araştırmak bizim için yakıcı bir istek ve görev olmuştu. Bulduklarımız ise hayli ilginçti ve araştırmamıza değmişti. Araştırmamızın sonuçlarına göre; insanlarda erken yaşta (30-35 yaşlarında) görülen kellik (dazlaklık) bir dominant gen (B) tarafından meydana getirilmektedir. Bu genin faaliyeti de erkeklik hormonlarının varlığına bağlıdır. Erkeklerde hem BB, hem de Bb genotipleri dazlaklığa yol açtığı için dazlaklık erkeklerde sık görülür. Dişilik hormonlarının mevcut olması halinde ancak BB genotipi dazlaklığa yol açabiliyordu. Bu nedenle genotipik dazlaklık kadınlarda nadir görülen bir haldir, bb genotipli kadınlar da erkekler de sık saçlı olurlar. Kadınlarda görülen asın saç dökülmesi genellikle tiroid metabolizmasının bozukluğundan veya ateşli bir hastalıktan ileri gelir. Bir anlamda "kellik" erkek karakterlerinin en belirleyicilerinden ve önemli bir göstergelerin biriydi. Kel hocalarımız ve arkadaşlarımıza hayranlık kat sayımız birden artmıştı.

Yaşam şekilleri ve farklı adaptasyonları ile yaşayan dünyamızın erosları ve Afroditleri arasında yaşananların bazıları çizginin oldukça üstlerindedir. Gen balansı teorisinin ilginç kanıtlarından biri olan bu örnekte, yani üstün gelen genlere ait karakterlerin gelişmesine bağlı olarak çevre koşullarına göre ortaya çıkmaktadır. Bir deniz solucanı olan Boniella cinsi üyelerinde dişiler 40-50cm, buna karşın erkekleri milimetrik boydadır ve gerçek bir parazit olarak dişinin eşeysel organında yaşamaktadır. Yaşamın böylesi dedirtecek bu adaptasyonun taraflarından erkek sadece sperma üretmek için özelleşmiştir ve pek az diğer vücut yapılarına sahiptir. Dünyaya yeni merhaba demiş olan larva gelişim süreci içerisinde herhangi bir dişiye rastlamazsa, gelişerek, yeni bir dişi yapar. Şayet larva gelişmiş bir dişiye rastlarsa, dişinin hortumuna yapışarak erkek olarak gelişir. Dişinin hortumundan çıkan bir hormon eşey saptamasını yapar. Yeterince hortum maddesi alamayan larvalar interseks olur. Hortum maddesinin dişilik genlerini bastırdığı ve erkeklik genlerini işler hale getirdiği varsayılmaktadır. Erginliğe ulaşan erkek, hortumdan aşağıya doğru hareket ederek dişinin eşeysel organına geçer ve sürekli olarak orada kalır. Meydana getirdiği spermalarla yumurtaları döller. Fakat kendi başına ayrı yaşamak için gerekli organların tümünü yitirmiştir.

Öğrendikçe ve keşfettikçe paylaşacağım bu ilginç adaptasyonların, biz insanoğlunun davranışlarının kökenleri hakkında gerçek ipuçları olduğuna inanmaktayım.

Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              7 Kahveci oy vermiş.
19 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Aralık

Ne kadar ilginç bir zamana denk geldi değil mi şu ARALIK ayı ? Bu satırları yazarken, AB kapılarını bize ne kadar ARALIK bıraktılar henüz bilmiyorum inanın. Bugün yarın öğreneceğiz inşallah, ARALIK'ta kapıyı ARALIK mı bırakacaklar yoksa beş pARALIK hükmü olacak mı verecekleri kararın ? Türkiye'yi ARpALIK olarak gördüklerinden hiç kimsenin kuşkusu yok elbette. Önemli olan bu hususu; hangi AR damarıyla, ALIK konumunda bekleyen bizlere, nasıl anlatacakları. Rapor felan yazmayıp vücut dilini kullanırlarsa hiç şaşmam doğrusu. Hem yorumları çok daha zevkli olmaz mı ? Olmaz diyenin alnını karışlarım bir ARALIK...

Demiştim sana abi, resme dikkatli bakarsan Coni'nin kucağından hiç ayrılmayan Toni'nin kollarını, nasıl da "Buyrun dostlar !" biçiminde açtığını rahatlıkla görürsün..
Tamam.. Açmış açmasına ama yumruklarını neden sıkmış sence ? Bana; "AB'ye girsen de girmesen de sana aynen ....ceğiz veya ....cağız" gibi bir görüntü veriyor adeta ..!
Olur mu Abi ? Paranoyaksın sen ..! Bak, şuraya bak ..! Berber Coni, nasıl da mendiline doğru uzanmış resimde...
What yani ..?
"Ben zaten düğüne gelmiştim, bilirim halay çekmeyi, kutlayalım haydi ..!" demiş ve mendiline uzanmış işte, daaa ne olsun abi ? Bence kesin girdik AB'den içeri...
Lem oğlum, burnunun birazdan akacak olma ihtimali yok mu ? Aylardan ARALIK, hemen atlama olaya bALIK, hava buz gibi soğuk, üşümüş olmasın bir ARA babALIK ?
Yok abi ne alaka ..! Biliyorsun o kanka, çoktaaaan öğrenmiştir eliyle tatak yapmayı.. Mendile ihtiyacı olmaz. Hem Emre, tasını tarağını toplar yurda döner walla ..!
Pekiiiiii, Şirak'ın elleriyle, o pek iyi bildiğimiz "şraaak" hareketine ne diyorsun ? "Sizi AB'ye kabul edenin şarap çanağına .....mmm" anlamına gelmiyor mu sence ?
Hayır sevgili abicim yaaa, "Lem bu adamları AB'ye almayanın şarap çanağına .....mmm" manasına geliyor bu hareket. Biraz da muhalefete gözdağı diye düşün yani ..!
Tamam da, yanındaki adamın ellerini oğuşturur durumda olmasını nasıl açıklıyorsun ?
İşte o soğuktan üşümüş abi, ne de olsa sıcak memleket çocuğu...
Nedense bana; "ağzı denizlerden sulanan, hatta 12 ada çocuğu" izlenimi verdi ..?
Olur mu be abiciğim ? İlk örovizyonda "and.... tüvelf point... Turkey" demek istiyor. Oniki'yi anlamışsın gözlerinden. Ama yanlış yorumlamışsın, cık cık ..!
Hele yanındaki yeni yetmeye ne demeli ? "Kıpır kıpır kıpraşma, ver kurtul" havasında gibi geliyor bana kalırsa...
Allahtan sana kalmıyor abi ..! Yıllarca taş koymadı bu ayağını denk alacası ? Onun kıpraşmasına gerek yok yani, bu bir alış veriş, kaderde varsa üzülmek neye yarar ...üzülmek ? .... Verecez elbette ..!
Bak bu doğru işte.. Ver.. Ha bir gün, ha her gün ver. Ha bire ver.. Öyle demişti biri de giderayak... Son soru, şu arkaya dolanıp 2 puan almaya çalışan güreşçi hakkında. Bir de bunu yorumlar mısın lütfen ? Hani, şu ülkesine milyonlarca insanımızı yollayıp, çoktaaaan AB'ye dolaylı yoldan da olsa girdiğimiz adamın el hareketine ne diyorsun ?
Hani şu, başparmağını işaret ve orta parmağının arasından geçirip...
Tamam, tamam, anladım.. O, kesinlikle fotomontaj, çekemeyenlerin işi ..!
İyi de, diğer bütün üye ülkeler neden onun arkasında kuyruğu girmişler haaa ? Ne dersin ? Yer mi yoktu lem koskoca fotoğraf karesinde ?
Karar verdim, sen kesin öküz altında buzağı arıyorsun abi ..! "Biz, sizin AB'ye girişinizi destekliyoruz, daima arkanızdayız" demek istiyorlar ama anlayana ...

Bu söyleşi uzar gider, gönül AB'ne girer. Onuruyla, gururuyla, sadece bizim değil, onların da canı gönülden isteğiyle girer. Taviz vermez, pabuç bırakmaz, değişimlerini onların isteğiyle değil kendi rızası, aklı ve sağduyusuyla yapar. ARALIK kapı beklemez, kapıyı kendisi ARAlar. Üzerindeki kARAnlıkları, kimsenin dikte ettirmesine fırsat bırakmadan LIKır LIKır boşaltır atAR, doğrularını kendisi ARAr, bulur ve Ata'sını mahcup etmeden yapAR, kapıyı ARAlamaz ardına kadar açar. Onun felsefesi; sadece "Yurtta sulh değil dünyada da barış"tır. "Barış" olmaz ise AB'ne girse ne olur, girmese ne olur ? Giremedim diye de asla üzülmez. CD'ye girer, TR'ye girer.. Hiçbir şey olmadı, KM'ye girer. Enayi olanı, Ras'a 2 dolar ödeyerek girer :-)... Akıllı olanı ise elini kolunu sallayarak girer, sağ üst köşeyi tıklatır abone olur, bu kadar basit...

Hoooppp, orada dur bakalım ..! Kazın ayağı ne yazık öyle kolay değildir, KM'ye girmek, AB'ye girmekten daha kolay hiç değildir. Her ne kadar kapısı ardına kadar ARALIK değil, açık olsa bile, inanın kolay değildir. KM Ailesi ise; kesinlikle ALIK değildir. OKUR olabilmesi de, YAZAR olabilmesinden daha karışık bir havuz problemidir. "Neden ?" diye soranlara çözümü bir ARALIK gönderebilirim... Şimdi Ankara'ya gitmem gerek, gelemeyenler adına da ortalıkta Serpil'mem gerek. Nedeni çok basit biliyor musunuz ? Ben; "Geliyorum" diye rezervasyon bile yaptırmadım inanın, yazının içinde geçen 2 isim, benim adıma, beni kaydetmişler bile ..!

Bugün; AB kapılarında ALIK ALIK bekliyor olabilirim ama, Ankara'lı dostlarımızın organize ettiği ARALIK kapısında bekletilmeyeceğime eminim... Keşke gelseydiniz...

asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              6 Kahveci oy vermiş.
14 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 fa sol LA : Leyla Ay


   NERDE LAN BU KEDİ?

Acayip boktan bi akşam, bu akşam.

Kedi de kaçmış...

Küfür lügatımın ne çok sayfası varmış meğer. En son bakkal aldı nasibini. Doğduğunun oğlu, kaç kere dedim; at şu tezgahın altına bir iki ekmek.

Nerde bu kedi?

Bu ne lan, yeşil yeşil? Kaç gün önce çay demlenmişti bu evde? Bir iki gün daha beklesem, demliğin içinden ağaç çıkacakmış. 'Gü-nay-dınnn efendimm, güneş sizi erken uyandırmasın diye, gölge yapmaya gelmiştim!' ... Gölgene dee, sana daaa... Git olm işine, git başka yere diktir kendini, benim demliğimin içinde ne işin var??

Tüp te yok. Çayına da, tüpüne de...

Küçük tüp yok muydu balkonda? Menemen yapsam?... Ekmeksiz, menemen? Yok abi, yemiycem hiç bi şi...

Kedi de mi yiyecek bir şey bulamadı? Oğlum nerdesin, lan?

Şu evin haline bak, ne diyordu annem; 'hayvan bağlasan durmaz'. Doğru da diyormuş, nerde lan bu kediii??? Bu evi toparlamanın tek bir yolu var, kundaklıycan abi, sarcan kundağa, vercen ateşe.

Kedi kaçtı mı sahi?

Ulann, ne 'zırrrrr' ııı, beni zıvanadan çıkarmayın, çalmayın lan şu zili. Bari çorap mezarlığından bir iki mezar taşı almama müsaade edin. Durun lan, çatlamayın. 'Geldimm, geldimmmm'

Tabakhanede eksik bi şiler mi varmış efendim? Tuz gibi?? Ulan patlamayınn!!!

-Buyrun... Öhmmm, öhmm..... Pardon..... Evet, evet, benim.... Siz? (olm bi aynaya bakar insan, açılır mı böyle kapı) Evet, dinliyorum. Ahh, evet, bir müracaatım olmuştu. Evet, ev adresimi vermiştim. Eve geleceğinizi bilseydim, hele sizin gibi bir hanımefendiyi göndereceklerini bilseydim. Bu formu doldurmak şart mı? Böyle ayakta da olmaz ki. Yarın yeniden gelsem şirketinize (ya da, siz yarın yeniden gelseniz) ... Tamam, geleceğim. Saat tam 10'da oradayım...

Ne giyeceğim yarın? Beyaz gömlek... Kurur mu yarına?

Nerde lan bu kedi?

Ne de güzeldi ama, dupduru bir ten...

Geldin mi olm sen? Evin içinde kaybettik birbirimizi. Gel şöyle otur yanıma, gel benim yün yumağım. Gel benim sıcacığım... Yaşamak ne güzel di mi yavrum, dışarıda ne güzel bir hava var. Bakma evimizin böyle olduğuna, az sonra göreceksin, tatlı cadı burnunu kıvırsa, benden hızlı düzeltemez. Değişşş ton-tonnn bile benden çabuk değişemez. Söz bulaşığı bile yıkıycam. Islık bilenem çalıcam yıkarken. Muhteşem bir fiziği vardı di mi, Allah nasıl da özeniyor bazen. Gel benim mırmırım, gel benim sıcacığımmm...

Ev daha ısınmamıştı.

Bulaşık yıkıyordum.

Her şeyin aksi gittiği bir gündü.

Tüm programlarım alt üst olmuştu.

Küfretmek istiyordum...

Kedim hiç yoktu...


LA
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              17 Kahveci oy vermiş.
29 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 

Şevkat Sıtkıl

 Bandabulyanın gancellisi : Şevkat Sıtkı


  YOKSUN

Kafeterya en tenha günlerinden birini yaşıyordu, final haftası gelince hep böyle olurdu. Herkes ders çalışmak için biryerlere çekilir, kafeterya boşalır okul sessizliğe bürünürdü. Ağır adımlarla büfeye doğru yürüdü, koyu bir kahveye ihtiyacı vardı. Gözlerinin altı uykusuzluktan ve yorgunluktan morarmış, yüzü sararmıştı. Kafeterya sahibi, gülümsedi "Yine çok çalışmışız bakıyorum da" dedi, o zoraki bir gülümsemeyle "Evet" dedi, kahvesini aldı en uçtaki masalardan birine ilişti. Sırtını duvara yasladı, gözlerini kırpıştırdı.

Dışarda yazın geldiğini haykıran güneşli ve oldukça sıcak bir hava vardı.Gözleri yanıyordu, ama ondan daha da önemlisi içi acıyordu. Bir sigara yaktı, dumanı birsüre içinde tuttu ve biranda nefessiz kalmış gibi derin bir soluk vererek dışarı bıraktı dumanı.Alışkanlıktan olacakki duman halkalar halinde çıkmıştı ağzından.

Kahvesinden bir yudum aldı, yüzünü buruşturdu, sıcak kahve ağzını yakmıştı. Yanmasına aldırmadan bir yudum daha aldı, boğazından aşağıya doğru akan sıcak kahvenin onu yakmasına izin verdi. Yüzü çektiği acıdan dolayı tuhaf bir hal almıştı, aldırmadı.

Ön masalardan biri kalktı, müzik kutusundan yana gitti, uzun bir kararsızlığın ardından 2 şarkı seçti, o ,yerine oturmak için dönerken şarkı çalmaya başladı.Güne uygun tonlarda renkli neşeli ve sıcak bir şarkıydı. Şarkıcı büyük bir mutlulukla haykırıyor, kıvrak müzik kafeterayanın duvarlarına çarpıp geri dönüyordu. Müziğin sesi fazla açık olmadığı halde, şarkıcının sesi beynini tırmalıyordu.

İkinci şarkı çalmaya başladığında kahvesinin kalanını içmekle meşguldü, az kalsın boğuluyordu. Çalan şarkı pek fazla popüler olmayan ama oldukça güzel olan bir şarkıydı. "Tanrım, hayır lütfen" diye söylendi kendi kendine, ama biliyordu çalan şarkı O'nun şarkısıydı. Şarkı başladığında o kendini çoktan kafeteryadan dışarıya atmıştı bile, yeterince uzaklaştığını düşündüğü bir yerde durdu, sağına soluna bakındı ve ilerde duran boş banklardan birine oturdu.

O kaçtıkça, kovalanıyordu, küçük hatırlatma notları gibi sarmıştı anılar etrafını, oysa biliyordu unutmalıydı..... Ama bu şekilde unutması oldukça zor görünüyordu, zaten istese de unutumazdı. Unutamayacak olması gerçeğiyle her yüzleştiğinde olduğu gibi, yine kulakları uğuldamaya başladı.

Tam 3 ay 16 gün geçmişti O gideli, kabuslarla, anılarla, gözyaşlarıyla ve sorularla dolu koskoca 3 ay 16 gün. İlk günkü kadar tazeydi acısı, kendini topladığını düşündüğü heran, ufacık bir anı kıpırtısıyla darmadağın oluyordu tekrar. Geceleri uykuları korkunç kabuslarla bölünüyordu. Uykuya dalmasıyla çığlıklar atarak uyanmasının arasında ki süre hep kısa sürüyordu. Kabusları çoğunlukla aynıydı ya da O vardı çaresiz bakan gözleriyle. Fotoğraflar, hediyeler, kağıtlar, defter kenarlarına düşülmüş anlık güzel hatıralar.... Kurtulmak istiyordu hepsinden de ama eli gitmiyordu, biliyordu bundan kurtuluşu yoktu. Yakıp atsa da, yırtıp parçalasa da hepsi ama hepsi, en ufağından en büyüğüne, en kötüsünden, en iyisine kadar hepsi beynine kazanmıştı. Kaçış yoktu, dört biryanı sarılmıştı. Kendini o çocuk masalındaki samandan yapılmış ev gibi görüyordu, korkunç kurtsa anılardı."Neden" diye sormuştu binlerce kez ve yararsız, anlamsız, lanetler yağdırmıştı tanrıya. Oysa biliyordu O geri gelmeyecekti.

Oturduğu yerde kıpırdandı huzursuzca, sınavları biteli 2 gün olmuştu ama o hala okuldaydı. Hergün sabah sekizde geliyor, akşama kadar okulun içinde amaçsızca dolanıyordu ve ancak karanlık bastırdığında eve dönüyordu. O'nu tekrar görme ihtimaliyle dolaştığını biliyordu ve bu ihtimalin yüzde sıfır olduğunun da farkındaydı ama kendine engel olamıyordu birtürlü. Evde de değişen birşey olmuyordu aslında, evine sığınmakla aslında anılara sarılıyordu. Her telefon sesiyle, her kapı ziliyle ümitleniyor ama herseferinde hayalkırıklığı kollarını açmış onu bekliyor olurdu.Kahvesini O'nun fincanından içiyor, yatarken onun yastığına sarılıyor, mavi renkli eşarbını boynuna sarıyordu. Evin hemen hemen hertarafına fotoğrafları yerleştirmişti. Gülen yüzlerin artık hayal olduğu fotoğraflara baktığında, kafasını her çevirdiğinde O'nu gördüğünde varlığına inanıyordu yalan olduğunu bile bile.

Oturduğu banktan kalktı ve yürümeye başladı, ve o an, esen rüzgarla birlikte tanıdık bir koku geldi, yüzünü yaladı geçti, olduğu yerde çakıldı kaldı, hareket edemiyor, nefes alamıyordu. Bu O'nun parfümüydü, aşina olduğu, içine çekmekten zevk duyduğu o muhteşem kokuydu. Çakıldığı yerden dönmek istiyor, başını çevirip bakmak istiyordu ama birşey onu engelliyordu. "Saçmalama, biliyorsun ki o değil, hayalkırıklığına uğrayacaksın yine, sakın bakma!!" diyordu içindeki ses, fısıldıyordu ama tedirgindi de aynı zamanda, dönüp bakmasından korkuyordu besbelli. Tek ayağının üzerinde yavaşça döndü ve kokunun geldiği yöne çevirdi başını, sonra ilerdeki bankta oturmuş ders çalışan kızı gördü, omuzları düştü. Geri döndü ve zorlukla da olsa yürüyüp gitmeyi başardı ordan. "Ben söylemiştim ama...." dedi içindeki ses aynı fısıltıyla, ama haklı çıktığına sevinen biri gibi değil, haklı olduğuna üzülen birinin sesi gibiydi . Başını salladı, yavaşça, sadece kendinin duyabileceği bir tonda "biliyorum, biliyorum..." dedi.

Saatlerce dolaştı sokaklarda amaçsızca,umarsızca dolaştı durdu.Sonunda gideceği yeri çok iyi biliyordu ama geciktirmek istiyordu gidişini.Ama en sonunda kendini hergün geldiği o yerin önünde buldu. Adımlarını atarken ayaklarını sürüyordu içinden hiç gelmiyordu oraya gidip O'nunla yüzleşmek, gerçeği kabullenmek çok zordu çok...

İşte ordaydı, karşısında sessizce durdu ağzı kurumuştu yine, ne söyleyeceğini bilmeyen birinin bakışlarını taşıyordu gözleri.Birkaç dakika gözlerini kaçırdı, etrafa bakıyordu ama aklı hala O'ndaydı. Sonunda konuşmaya başlayacak cesareti topladı, sesi güçlükle çıkıyordu.

"Bugün tamı tamına 3 ay 16 gün oldu, sensizlik almış başını gidiyor. Bazen çok kızıyorum sana, beni bırakıp nasıl çekip gidebildin diye. Ama biliyorum bu senin seçimin değildi. Sana kızmaktan vazgeçiyorum ve kendime kızıyorum bu sefer de, gitmesine engel olabilirdin diye, ama biliyorum seçme şansım yoktu hiç benim. Sonra aklıma geliyor birden herşey ve ağlamaya başlıyorum. Okula gittim hergün ve belki seni görürüm diye saatlerce dolaştım ama herakşam elimdeki koca sıfırla geri döndüm. Bir bilsen, ahh bir bilsen seni o kadar çok özlüyorum ki. Anılar rahat bırakmıyor beni, nereye gitsem, ne yapsam, hatta hiçbirşey yapmadan sadece oturup boşluğa baksam da gelip buluyorlar beni, anlaman çok zor biliyorum. Hayatımın her köşesine sinmiş kokun, sesin, gülüşün söküp atamıyorum. Seni asla unutmayacağım, unutamayacağım biliyorum.

Karanlık bastırmaya başlamıştı yavaştan, hafif bir rüzgar esiyordu, ağaçların yaprakları rüzgarın eşliğinde sallanıyordu dallarında. Gözlerini kapadı, düşünmemeye çalışıyordu ama gerçeğin ta kendisi karşısında duruyordu. Soğuk ve uzaktı. Gözlerine bakabilmeyi çok istediği halde bakamıyordu, ellerine dokunmak, saçlarını koklamak, sıkı sıkı sarılıp saatlerce öylece kalmak istiyordu ama yapamıyordu. İmkansız kelimesi bir duvar gibi karşısında duruyordu ve o duvarı yıkıp geçemiyordu. Oysa gücü vardı, yapabilirdi, duvarı yıkıp, tüm istediklerine, sahip olma imkanına erişebilirdi, ama yapamıyordu.

"Korkağın tekiyim ben, istesem yapabilirim, birazcık cesaretim olsa yanına gelebilirim ama yapamıyorum, lütfen affet beni lütfen" hıçkırıkları sessizliği tam ortasından ikiye bölüyordu, sesi sessizlikte bir çığ gibi büyüyordu.

Elindeki orkideleri uzattı O'na doğru, orkide en sevdiği çiçekti, sonra çiçeklere baktı birsüre başını kaldıramıyordu. Sonra uzandı elleri titreyerek O'na dokundu, bir mezar kadar soğuktu, olması gerektiği gibiydi yani... Parmakları soğuk taşın üzerinde dolaştı bir süre, saçlarını okşadığını düşlüyordu. İsminin harflerine dokundu teker teker, ve her harfe bir öpücük kondurdu parmaklarının ucuyla. Nekadar büyük bir tezat oluşturuyordu O'nun gülen gözleriyle, beyaz soğuk mezar taşı. Resmine baktı, baktıkça ağladı, ağladıkça tükendi. Gözlerinde hayat vardı, oysa O şimdi sadece bir mezar taşıyla bir avuç topraktı.

Uzandı, o güzel gözleri öptü usulca, belli belirsiz bir sesle "Seni Seviyorum" diye fısıldadı. Arkasını döndü, yürümeye başladı, karanlık mezarlığa bir başka çöküyordu.


Şevkat Sıtkı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              4 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Murad Ertaylan


Koyu Gri Plaza İnsanları

Hayvanlar toprağa ne kadar yakınlarsa, o kadar gamlı olurmuş derler. Martının neşesi ve yılanın kasavetine bakarak bu söze hak verilebilir belki ama hayvanlardan tek farkı, kariyerini planlayarak emekliliğini garanti almaya çalışmak olan insanlar için durum farklı görünüyor. İnsanlar ne kadar toprakla, yeşille iç içe olurlarsa o oranda mutlu, huzurlu, dingin oluyorlar. Bu gerçeğın farkına varmış olan ve 3 kuruş fazla kazanabilmek uğruna akvaryum benzeri, ortamın suni ve kontrollü olduğu plazalarda çalışanların ortak hayali doğaya dönmektir.

Binanın statiği bozulmasın kaygısıyla, açılabilecek penceresi olmayan ofislerde çalışanların sağlığının bozulmasına göz yumuluyor. Çok katlı binaların hijenik olduğu iddia edilemeyecek klima filtrelerinden geçen havayı soluyan insanların, her fırsatta kendini dışarı atmalarına şaşırmamak gerekir. Bahane ister bir sigara tellendirmek, ister öglen yemeğinin hakkını vermek olsun, minareye kılıf uyduran herkes kendini ofisten dışarı atar ve çıkınca da gözü bir türlü saate gitmez. Ben bu kategoriye girenleri, ki ben de onlardan biriyim, plaza insanları olarak adlandırıyorum. Takım elbiseli, son model cep telefonlu birisi hep acelesi varmış gibi hareket ediyor ama aynı zamanda da hayatı, iradesinin eseriymişçesine güvenli ve hoşnut görünüyorsa, karşınızdaki bizden biridir.

İradesine çok güvenip, hayatını kontrol ettiğine inanan bu insanlardan birine yöneltilebilecek en şaşırtıcı sorulardan biri, en yakın parktaki yapraklardan birinin hangi ağaç türüne ait olduğudur. Biraz daha entellektüel bir yaklaşım sergilemek isterseniz, kendi nefesine söz geçiremeyen bir canlının, nefsine nasıl hakim olabileceğini sorabilirsiniz. Plaza insanlarının çoğunun, işleri haricinde herhangi bir soru karşısında bocalama olasılığı yüksektir. Kendi çevrelerindekiler dışında pek kimseyi umursamayan gönüllü kölelerin çevreye duyarlılıkları da geri dönüşümlü ambalaj kullanmaktan öteye gitmez. Hayata tutunmak için işleri dışında bir dala tutunabilmiş olanlar bu portreye bakıp kendilerine benzetemeyebilirler. Onlar açık gri plaza insanlarıdır. Ne mutlu ki ben de son üç yıldır bu grubun bir üyesiyim. Sahip olduğumuz ev hayvanlarının karşılıksız sevgisi, zincirlerimizi gevşetip at gözlüklerimizi aralayan sihirli değnek vazifesi görüyor olmalı.

Açık, koyu gri tüm plaza insanları, günlerinin büyük kısmını akvaryum balıklarıyla aynı özgürlüğü paylaşma özverilerinin karşılığını dokuz sıfırlı ücretlerle alırlar. Grinin tonu açıktan koyuya gittikçe, en soldaki rakamın matematiksel değeri geometrik olarak artar. Maaşlarından bağımsız olarak hepsinin en büyük özlemi yeşil ve maviyle koyun koyuna yaşamak olmasına rağmen, balkonlarında 2-3 saksıya sahip olanlar kendini şanslı sayar. En azından ofis dönüşü ve hafta sonları kahve keyfi yapabilecekleri ve yüzlerinde rüzgarı hissedebilecekleri köşeleri vardır. Balkonlarını PVC doğramalarla çevirip çamaşırlık olarak kullananlara inat, havadar sığınaklarında olabildiğince çok zaman geçirmeye gayret ederler. Hafta sonu, resmi bayram, dini bayram, yıllık izin, her tatil fırsatında kendilerini kumlara veya çimenlere ama mutlaka sevdiklerinin yanlarına atarlar. Ama dinlenmekten anladıkları sere serpe yatmak değildir, illa ki bir aktivitenin parçası olur, her dadikanın tadını çıkartmaya bakarlar. Bilirler ki beton, çelik ve cam karışımı kodesleri onları beklemektedir.

Murad Ertaylan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,719,719,719,719,719,719,719,719,719,71
              7 Kahveci oy vermiş.
11 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Sibel Uygun

 Kahveci : Sibel Uygun


  SON SATIRLAR...

Aralığın hüzünü çökmüş yosun kokan okyanuslara...
Sana yazdığım her satırı kucaklayıp,
Dalgalarla coşan mavinin derinliklerine savurdum.
Her gece seni anlattığım yıldızların aksi okyanusa vururken
Gökyüzü yıldız yıldız ağlıyor gidişine...
Mavi sevdamız,
Berrak suların soğukluğunda şimdi son demlerini yaşıyor...

Unutma!..
Bunlar son çırpınışlar!..
Mürekkep akıp gitti...
Kağıtlarsa hamurlaşıp, çoktan dibe çöktü...
Maviydi sevdamız,
Şimdi okyanusun tüm mavisine karışırken,
Sahilden senin yok oluşunu seyrediyorum sessizce...
Ne acıdır ki!..
Gözlerimden süzülen yaşların soğukluğu,
Artık yüreğimi üşütmez oldu...

‘Değerini bilmek gerekir aşkın’ diyor şarkının sözlerinde...
Ama gerçek değerler nedense hiç bilinmiyor...

Sibel Uygun
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,148,148,148,148,148,148,148,14
              7 Kahveci oy vermiş.
14 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.967 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


UMUTLARIM BAHAR DALI

Uzun süredir endişelerim
Seni bulabilmek üzerine,
İstedigim
Sensin
Biliyorsun.
Sahip olamadıklarım
Sahip oluyor düşüncelerime

Geçmiş zaman aşklarının
Gizemli hüznü dolaşıyor yüregimde,
Yani biraz Ferhat,
Yani biraz Mecnun.
Yani biraz Kerem.

İliklerime işlese de rüzgar
Erken inse de gece gözlerime
Prangalansada ellerim kuytu köşelerde
Gönlüm sende kaldı
Gülüm,
Umutlarım bahar dalı

Zeki Yıldırım

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Verilmiş sadakası varmış!..

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


DiKKAT DiKKAT!!!
Kahve Molası olarak İlik bağışı kampanyalarını gönülden destekliyoruz. Ancak ilk başvuruda verilen kan sorunun çözümü için yeterli değildir. İlik nakli nispeten kolay bir operasyon olmasına rağmen, verici gönüllüye çağrı yapıldığında vazgeçilebilmektedir. Bu da ihtiyaç sahibi hasta üzerinde çok daha derin hayal kırıklıkları yaratmaktadır. Eğer kendinizden emin değilseniz bu kampanyaya katılmayı erteleyebilirsiniz.
Toplu müracaatlara öncelik tanındığından olabildiğince gönüllü kahveci biraraya gelebilirsek KM olarak bir bağış kampanyası gerçekleştirebiliriz. Aşağıda Kemik İliği Bankası'nın bu konuda ki açıklamasını okuyabilirsiniz.



09 / 12 / 2004 itibari ile ulaştığımız gönüllü verici sayısı 857 olmuştur.

Kemik İliği Bankamız, yıl sonuna kadar 2500 yeni vericiyi kaydetmek amacıyla bir çalışma başlatmıştır. Bu kampanyada yapılacak olan çalışmada gönüllü vericilerden ücret istenmeyecektir. Gönüllü vericilerden toplanan kanlar kesinlikle yurtdışına gönderilmeyecek Avrupa Immunogenetik Federasyonu ( EFI) Akreditasyonlu ve Sağlık Bakanlığı onaylı doku tipleme laboratuvarımızda çalışılacaktır.
Böyle bir çalışma kemik iliği bankasındaki veri tabanını geliştirmek için yeni gönüllü vericiler bularak doku tipi testlerini yapmaktan ibarettir. Bu çalışma Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü bilgisi dahilinde yapılmaktadır.

Sene sonu itibariyle 2500 vericiye ulaşmamız gerektiğinden bu aşamada gruplara öncelik verilmektedir. Ancak bizim için bireysel olarakta bütün vericiler çok önemlidir. Kemik İliği Bankamıza katılan her bir yeni verici akraba dışı kemik iliği nakli bekleyen hastalara umut ışığı olmaktadır.

Halkımızın yoğun desteğine çok teşekkür ediyoruz ancak bu yoğun ilgi nedeniyle henüz tekrar dönemediğimiz ya da birşekilde bizden cevap alamayan vericilerimizden özür diliyor hastalarımız adına geçici olarak yaşadığımız bu sıkıntı nedeniyle gönüllü verici olma arzusundan vazgeçmemelerini önemle rica ediyoruz

Kemik İliği Bankası

Bağış yapmak isteyenlerin ilik@kmarsiv.com adresine kendilerine ulaşılabilecek telefon numaralarını da yazmak kaydıyla birer mesaj atmaları ve bu sütundan yapılacak duyuruları takip etmeleri yeterli olacaktır.

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


Türkiyenin AB üyeliğiyle ilgili çeşitli yorumlar var ve var olmaya devam edecek. http://english.aljazeera.net/NR/rdonlyres/A8F8B2C7-0E09-428A-BB9B-69C00BBE4C95/50238/NEVERENDINGSTORY.swf kısayolundaki yorum ise "el cezire" tarafından yayınlanan yorum.

İnternet üzerinden şahsi eşyalarınızı satmak veya 2. el ürün almak için http://www.sahibinden.com web sayfasını kullanmanızı tavsiye edebilirim. Herhangibir ücret ödemeden üye olup her türlü ilan ve alışveriş için gönül rahatlığıyla kullanabilirsiniz. Ama ne olursa olsun iyi bir tüketici olarak temkinli davranmayı sakın ihmal etmeyin.

Flash animasyonlar konusunda http://www.animaturk.com/ web sayfasını tavsiye edebilirim. Web sayfalarının tamamen tanıdık ve Tükçe olması sizler için bir avantaj. Eğlencelik oyunlar, filmler ve e-kart'lar için bu kısayolu tıklayabilirsiniz.

Orda bir Erciş var uzakta http://www.ercis.net ...Bu sitedeki amaç, Erciş'in ve Ercişli’nin tanıtımına katkıda bulunmak. Anadolu kentlerinin içinde bir çok tarihi ve kültürü zengin kentler mevcut. O kentler zaten biliniyor ve ziyaretçi çekiyordur. Erciş bu kentler arasinda hakikaten kendisini ortaya çıkartamamış, bazi nedenlerden dolayı ihmal edilmiş bir kent...

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Buddy Spy 2.1.4 [1204 KB] 98/2k/XP FREE
http://www.buddy-spy.com/files/Setup.exe
Bu programla hepinize casus olma şansı veriyorum. Yahoo Messenger kullanıcılarındansınız, arkadaşlarınızın neler karıştırmakta olduğunu merak ediyor ama messenger'i çalıştırıp afişe de olmak istemiyorsunuz. Artık bu casusluğu yapabileceksiniz. Yahoo ID'si olan herkesin kullanabileceği, arkadaşlarınızın görünmez(invisible) olsalar dahi online olup olmadıklarını anlayabileceğiniz, sohbet odasının farkına varıp baskın yapabileceğiniz bir program. Yahoo Messenger aslanlarına tavsiye olunur.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20041217.asp
ISSN: 1303-8923
17 Aralık 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com